13 Aralık 2017 Çarşamba

ORTADOĞU YANGINI


ORTADOĞU YANGINI




















21.08.2006
Yekta Güngör Özden

Ortadoğu yangını

“Ortadoğu haritasını yeniden düzenlemenin zamanı geldi” diyen ABD’li şahinlerin yeni deneme alanı Lübnan’dı. Köktendinci terör örgütlerinden Hizbullah’ın İsrail’li askerleri kaçırması, tetiğin çekilmesine ve savaşın açılmasına yeterli görüldü. Ortadoğu’yla ilgili niyetlerini Irak Savaşı’yla birlikte açıklayan ABD İran ve Suriye girişimlerini sınamak için Lübnan yangınını çıkardı. Hizbullah’tan çekinen arap ülkelerinin cılız yakınmalarından ve etkisiz eleştirilerinden başka bir şey duyulmayan bölgede ABD destekli İsrail, bombalarla sürdürdüğü saldırılarını Lübnan’ın güneyinde ilerleyerek genişletse de Hizbullah’ı canevinden vuramadı. Irak’lı kürtlerin sırıtarak izlediği olaylar, toplumsal düzeyi belli arap halklarının gözünde Hizbullah’ı daha öne çıkardı. Savaşın İsrail’in umduğu yararı ölçüsünde zararı da oldu. Onarım ve yara sarmalar yıllar alacak, büyük giderler gerektirecektir. Ancak barışın sürekli-kalıcı olması da bir olasılıktır. Kuşkuludur. Hizbullah’ın silâhtan arındırılmasını kabûl etmeyen Lübnan’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla oluşturulacak uluslararası Barış Gücü’nün gölgesinde ne kadar huzura kavuşacağı belli olmadığı gibi katkı verecek devletlerin koşulları da açıklanmış değildir.

1 Mart tezkeresinin geri çevrilmesi nedeniyle ABD’nin duyduğu kırgınlığı gidermeyi düşünen Türkiye iktidarının Lübnan’da görev yapacak Barış Gücü’ne asker vermeye yatkın durumu Dışişleri Bakanı’nın ziyaretleriyle anlaşılmıştır. Kendi içinde, Anadolu’nun ortasında terör olaylarını önleyemeyen, suçlularını yakalayamayan iktidarın çocuklarımızı ateşe sürmesinin sakıncalarını belirtenler çıkmaktadır. İç siyasetteki kuru gürültünün dış siyasette hiçbir getirisi olmadığını bilmesi gereken iktidarın adımlarını ölçülü ve bilinçli atması beklenmektedir. Abdullah Gül’ün Beyrut’a gidişinin etkilerini ve sonuçlarını zaman gösterecektir. Öncelik almak hevesi hüsranla sonuçlanmamalıdır.

Dış ilişkilerin duyarlık ve özen istiyen siyasal alanların başında geldiğini, herkesten çok, bu konularda görev yapanlar kabûl eder. Kabadayılıkla, caka satarak kimse bir yere varamamıştır. Ezilip büzülerek, eğilerek, yalvar yakar olarak, kapılarda dolaşarak, randevu bekleyerek de bir şey elde edilemez. İlkeli, kararlı, onurlu ve güven veren duruşuyla, bilgili ve bilinçli tutumuyla sonuç alan devlet adamlarımız şimdikilere örnek olmalıdır.

Niyet Mektubu

İç ve dış borçların giderek arttığı, ekonomik güçlüklerin ulusa seslenmelerle ve efelenmelerle üstünün örtülemediği bir ortamdayız. Ne enflâsyon rakamlarında iktidar makyajı kimseyi inandırmakta ne de ekonomik büyümenin yurttaşlara kolaylıklar getirdiği ciddiye alınmaktadır. Çalışanın da, emeklinin de geçim koşulları dünden, önceki iktidar dönemindekinden daha ağırdır. Ekonomik yönlendirmeden ötede ekonomik yönetimi de üstlenen İMF’na 3. ve 4. gözden geçirmeleri için gönderilen 7 Temmuz 2006 günlü Niyet Mektubu’nun İMF İcra Direktörleri Kurulu’nca onanmasıyla birlikte 1.9 milyar ABD Doları tutarında kredi dilimi serbest bırakıldı. Hazine Müsteşarlığı’nın web sitesinde yayımlanan Niyet Mektubu’nun içeriği yurttaşlarımızın karşılaşacağı durumları göstermektedir. Yapılanlarla yapılacaklar yanyana konulduğunda nelere katlanmak durumunda kalacağımız daha iyi anlaşılacaktır. Seçim yılına girileceği için fazla umutlu olmak fazla kırgınlık nedeni olur. İzlenip güçlüklerin azaltılmasına çalışmak ve seçimlerde oy kullanırken bir kez daha düşünmek gerekir.

PKK oyalaması

“Ateş düştüğü yeri yakar” ama genişleyerek bir gün umulmayan yerlere de sıçrayabilir. 11 Eylül olaylarından sonra siyasal karakterini iyice açığa vuran ABD, Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye saldıran, saldırmazsa hiçbir fiske vurulmayan PKK’yı korumayı sürdürmektedir. Türk Ulusu’nu derinden üzen, sorumlu ve yetkililerin ağır eleştirilerine neden olan saldırı olayları tırmandıkça, “Operasyon sürüyor” sözünden başka, acıları dindirecek bilgi alınamayınca tepkiler yoğunlaşmaktadır. Cenazelerdeki sloganlarla yetindiği izlenen siyasal iktidarın çıkışları da bir işe yaramamaktadır. Bağdat’taki bürolarının kapatıldığı söylenen PKK Anadolu’nun göbeğine kadar inmiştir. İçerde başarılı önlem yokken, dışardakiler için Lübnan örneğine dayanılmazken, büro kapatılıp başka yer gösterme, olanak sağlama oyunlarına inanılmaktadır. Günümüz Irak yöneticileriyle ABD’lilerin sözden ileri gitmeyen ilgileri kimseyi kandırmamaktadır. ABD, bir baskı aracı olarak Türkiye’ye karşı kullandığı PKK için yeterli hiçbir önlem almamakta, sözleri eyleme dönüşmemekte, Irak’ı kendi toprağı sayarak Türkiye’ye izin veremeyeceğini bildirmektedir. ABD, Türkiye’den çok kürtlerin dostudur. Şu sırada yüzümüze gülüyor görünmesi kendi çıkarı içindir. Kendi adamı yerine başkalarının ölmesi umurunda değildir. İki askeri kaçırılan İsrail’in yaptıkları gözetilirse, 40 bine yakın yurttaşı ölen Türkiye’nin sabrı övgü almalıdır.


<   AÇIKLAMA

Üniversitelerde verdiği derslere ek olarak gazetemizde yazdığı yazılar, bize armağan ettiği kitaplarla Atatürkçüye yaraşan çabalarını sâde biçimde yürüten Yekta Güngör Özden'e bir Yenişafak yazarı sataşmaya çalışıyor. Yekta Bey bunu görseydi en anlamlı biçimde ağzının payını verirdi ama böyle gazeteleri okumaz ki görsün. Okuduğunu anlamayan, kulaktan dolma sözleri gerçek sayıp değerlendirme yaparak eleştiriye kalkan kimse yazar olamaz. Yekta Bey’i eski tüfekler, kürtçüler, şeriatçılar, ahlâksız ve hainler sevmez. Ülkede bu kadar boşluk ve bozukluk varken, eğitimde, sağlıkta, ekonomide, bilimde, yargıda her yerde yakınma konusu olaylar birbirini izlerken on yıl önce emekli olmuş Yekta Bey’e sataşmanın amacı nedir? Niye soyguncu, hortumcu, hırsız, rüşvetçi, din düşmanı, inanç sömürücüsü, kürtçü, ırkçı, faşist, şeriatçı, ahlâksız ve namussuz birçok kötü kemse bırakılır da kötü hiçbir şey söylenmeyecek, yakıştırılmayacak Yekta Bey gündeme getirilir? 

Şimdi görevde olanlar, halkın sağlığı, varlığı ile oyun oynayanlara bir şey demek yok mu? Bir kez Yekta Bey’in bir TV programında "Lâiklik nitelikli adam olmak demektir" sözünü çarpıtıp "Kemalist olamayan adam değildir"e çevirmek ayıptır. Yekta Bey "Herkes Atatürkçü olamaz. Atatürkçü olmak yürek işi, beyin işidir, bunu her onur her omuz taşıyamaz" demiştir. Yekta Bey gardrop Atatürkçüsü değildir. 53 yıl önce yazdığı Atatürk şiiri bir senfoninin, üç marşın güftesi olmuştur. Kimse kararlarına, imzasına ses çıkaramamıştır. Refah Partisi dâvasında çekilmesi bile istenememiştir. Yansızlığı, dürüstlüğü, alçakgönüllülüğü, gerçek Atatürkçülüğü kadar belirgindir. 

Fikri Akyüz adını taşıyan Yenişafak yazarının yazısı bile Yekta Bey’in ne kadar haklı olduğunu doğrulamaktadır. Onların neyin peşinde oldukları bellidir. 

Yekta Bey’in inançlara saygısı da, kendisi gibi herkesçe bilinmektedir. Yazarlığa soyunan Akyüz'ü kişiliklere saygılı olmaya, terbiyeli eleştiri yapmaya, gerçekleri inkâr etmemeye çağırıyoruz. Şimdilik bu kadar. Hainleri niye eleştir miyorlar? >

Ülkemizde Olanlar-Olacaklar

Lübnan yangını birçok yıkıma neden olurken Türkiye’de olumsuzluk ve çözümsüzlük alevleri iktidar ve yakın çevresiyle yandaşları dışında her yeri sarmıştır. Eğitim, sağlık, çalışma alanı, üniversite, yargı, ulaşım, turizm, belediyeler, din işleri. Nereye bakılırsa bakılsın siyasal iktidarın dinci örgütlenme, ılımlı islâm yönetimini-düzenini gerçekleştirme çabaları izlenmektedir.

Yabancılara toprak satımı Devlet Denetleme Kurulu raporlarıyla gün ışığına çıkmıştır. İspanyol modeline özenen iktidar yanı 70 değişik ülkeden yaklaşık 63 bin kişiye taşınmaz satıldığını herhalde basından öğrenmemiştir. İngilizler 14.456 kişiyle ön sırada yer alırken Almanlar 14.387 kişiyle ikinci sırada gelmektedir. Suudi Arabistan Kralı’ndan yatırım isteğinde bulunan Başbakanın gelecekte kimi sorunların nasıl giderileceğini de iyi düşünmesi gerekir. Yatırım, iş alanı açılması, işletme, mülkiyet bağı ölçüsünde önemli değildir. Toprak alım ve satımının yargı kararlarının ışığında düzenlenmesi herkesi rahat ettirecektir.

Dincilikten kurtulamayan, cumhuriyet ve nitelikleri konusundaki defter yazılarıyla toplantı sözleri bu nedenle inandırıcı bulunmayan iktidarın aklı hâlâ cami ve mescit yapımındadır. Seçim yılı geldiğinden Diyanet İşleri Başkanlığı’na yine onbinlerce kadro verileceğinden söz edilmektedir. Rumeli Hisarı’na cami yapılma tartışmaları gündemdedir. Kimi yerlerde dağlarda cami, bir binaya bir cami durumu ortada iken ve dünyadaki müslüman çoğunluklu ülkelerdeki cami toplamından fazlası yalnız Türkiye’de iken, Bayram ve cuma namazları dışında cemaatin azlığı gözetilirken yeni cami yapımının bilgi yerine inanç -üstelik şeriat yanlısı yetiştirmek üzere- ağırlığı vermenin anlamı yoktur. Köylerde öğretmen yokken imamdan geçilmemektedir. Lâik cumhuriyette din işleri yeniden gözden geçirilmezse sonra çok geç kalınmış olur. Kadrolaşma arttı. Nitelik, eğitim, deneyim değil, sakal ve sıkmabaş biçimi, dincilik belirtisi gözetiliyor. Bunlar yetmedi, şimdi de müftülerin aile içi şiddet, töre ve namus cinayetleri için danışmanlıkları düşünülüyor. Özel uzmanlık eğitimi isteyen, önemli birer bilim dalının konusu olan durumları bir din görevlisine bırakmanın sayılmayacak kadar çok sakıncaları vardır. Başlangıçta belirtilen olaylarla sınırlı danışma, yol gösterme sonra genişleyerek her alana yayılır, fetva dönemi hortlamış olur.

YÖK “Din kültürü ve ahlâk bilgisi” öğretmenlerinin bundan böyle eğitim fakültelerinde yetiştirilmesi gerektiğine karar aldı. Konunun önemi nedeniyle desteklenmesi gereken kararın yaşama geçmesi, din kültürü ve ahlâk bilgisi konusunda şeriat yanlısı yetişen gençlerin kurtarılması gerekir. Kimi üniversitelerde Devrim Tarihi derslerinin devrim ve Atatürk karşıtlarınca okutulduğu yakınmalarının da ele alınmasını ve çözüme kavuşturulması istenmekte, beklenmektedir.

Ankara boşaltılırcasına kimi kurum ve kuruluşların İstanbul’a taşınmasına çalışılmaktadır. Ankara’nın niçin başkent seçildiği iyi incelenmeli, gerçekler iyi kavranmalı, yeni Türkiye Cumhuriyeti için konunun önemi her yönüyle bilinmelidir. Yabancılarla Osmanlıların karşı çıktığı onurlu oluşum, Ankara’yı Türkiye’nin gerçek kalbi yapmıştır. Çağdaş olanaklar, iletişim ve ulaşım araçlarının yeterliği gözetildiğinde çok gereksiz olan kalkışma boş bir çaba olarak kalacaktır. Emperyalizmin kapitalist güdüleri, siyasal alanda yandaşlıklarla amacına ulaşmak için her yolu denemekte, güçleri kırmakta, varlıkları, ilkeleri ve değerleri yıkmaktadır. Ankara’yı sözde başkent durumuna düşürecek, yalnız siyasal başkent yapacak tasarılar yarar getirmez. Bir kentin sanat yönünden, spor yönünden, parasal durumlar yönünden önde olması başkent olmasını gerektirmez. Ankara’nın Türkiye için özgünlüğü, özelliği asla yadsınamaz.

Başka neler

30 Ağustos’ta görevini, ataması önceden yapılan komutana devredecek olan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e “Devlet Şeref Madalyası” verilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararının imzaya açıldığı yazılı basında yer almıştı. Görevini olağan biçimde tamamlamanın madalya gerektiren bir durum olduğu görüşü yerleşirse olağanüstü çabalar gereksiz bulunabilecektir. Sayın Başkanın olağanüstü bir çabasına tanık olunmuşsa onu alkışlamak için kamuoyunun bilmesi gerekir. 17.08.2006 günlü Resmî Gazete’de yayımlanan kararnamede belirtilen gerekçeler olağan durumları yansıtmaktadır. Nedense yalnız askerlerimiz madalyaya yaraşır bulunuyorlar. Herhalde siyasetçilerin canını sıkmadıkları, onları üzmedikleri için. Bilim adamı, sporcu, sanatçı, bürokratlardan başarılı bir yurttaşa görevini bırakırken şeref madalyası verilmesi de belki bir gün düşünülür. Danıştay 2. Daire Başkanı unutulmazsa seviniriz. Son günlerde artan teröre bunca şehidin hesabı da verilmeli, sorumlular ne yaptıklarını da açıklamalıdır. Siyasete ters baktıkları bilinen kimilerinin demokratik düzen için kişisel tutumlarına bakarak genelleme yapmak yanlıştır.

Kimleri kimlerin, niçin övdüğüne bakarak gerçekçi bir kanı edinilebilir. Sonra kişilerle kurumları ayırmak, özdeşleştirmeden değerlendirmek gerekir. Gereksiz eleştiri ne ölçüde yanlışsa kendi doğrultularında davrananlar için övgü de o ölçüde yanlıştır. Kimileri de uyarı görevlerini zamanında yapmıyor, iş işten geçince, ilgili yasa çıkıp yürürlüğe girince eleştiri döktürüyor. Çarpıklık, eğitimden kaynaklanan boşlukların sonucudur. Örneğin, görevdeyken aykırılıklar için tek sözcük etmeyip emekli olurken ya da olduktan sonra eleştirmek yiğitlik değildir. Yargıçlar, ellerindeki dosyayı konuşmaz, imzaladıkları kararları tartışmaz. Bu özen, görevdışı konularda bir yurttaş olarak doğru bildiklerini söylemesini engellemez.

Ümmetçilik düzeni şeriatçılığa hoşgörüyü demokratlık saymak, bağımsızlığı, özgürlüğü, ulusal egemenliği, milliyetçiliği, bilimselliği, hukuksallığı, çağdaşlığı bırakmak demektir. Partizanlık, kayırma, ayrıcalık, militanlık, yolsuzluk, adaletsizlik ve terör sürerken siyasal yönetimle uyum, bunlara katlanmak demektir.

Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığına getirilen “Dindaş”ın neler yazdığı da basında yer aldı. Atamalar yukarda da değinildiği gibi yeterlikle değil, dincilik ve yandaşlık ölçüsüyle yapılıyor.

Her şeyin başı eğitim. Atatürk’e, cumhuriyete, lâikliğe, Silâhlı Kuvvetlere, yargıya, üniversiteye, bilime, sanata saldırı; soyguna, hortuma, partizanlığa, kadrolaşmaya, teröre destek. Giderek artan sıkmabaş, mescit, cami yapımı, “Sizden-bizden, lâik-müslüman” ayrımı tehlikeli boyutlara varıyor. Seçimlerde daha kötü durumlar olmamasını diliyoruz. Duruşmada delilik görüntüleri vermeye çalışan Danıştay saldırganının babasının sözleri, sıkmabaşlı annesinin davranışı ibretle izlendi. Müfettiş baba, çocuklarımızın kimlerin eline bırakıldığını önce oğluyla somut biçimde ortaya koydu. Avukatlık günlerinden tanıdığım Nurettin Kaptan’ın her yurttaştan beklenen duyarlığını beğeniyle karışılıyorum. Bakalım sonuç verecek mi? Suç duyurusu inceleniyormuş.

Anayasa yapımı, yasa değişiklikleri, dokunulmazlıklar duruyor, 9. uyum paketi AB’ne sunuma hazır duruma getiriliyor. PKK vuruyor, AB ve ABD izinleri, buyrukları bekleniyor. Yasalar zarar görenlere değil, suçlulara yarıyor. İndirimler, aflar, salıvermeler. Depremin gerçek sorumlusu, sonuçları yönünden, siyasal iktidarlardır. Malzeme yetersizliği, çalınması olmasa, denetim yeterince yapılsa, özen gösterilse, af yasaları işletilmese büyük acılar yaşanmaz. 7. yılında yitirdiklerimizi özlemle anıyoruz.

Unutulmaz çabalar

Gereksiz, yararsız, zamansız, sakıncalı, yağma türü özelleştirmeler konusunda Prof. Dr. Mümtaz Soysal’ın, AB ilişkilerindeki zavallılıklar için de Prof. Dr. Erol Manisalı’nın ve bu doğrultuda yurtseverlik, bilim adamlığı gereklerini yerine getirenlerin çabaları unutulamaz. Kamuoyunu yanıltan, aldatan, lâfçı ve şakşakçı ekonomistlerle onlara yer verip zaman ayıran medya kesimi, özelleştirme furyalarıyla fiyaskolarından sorumludur. Yargı kararını anlamak istemeyen, Atatürkçülüğün ekonomiye bakışının gereklerini, ulusal bağlamdaki yerini gözardı ederek “Atatürkçü ekonomi öğretisi” önerilmiş gibi çarpıtan yazarlar oldukça gerçek özlemimiz sürecektir.

Medya çalışanları birbirlerini tutuyor. Bir arkadaşları kitap yazmayagörsün övgüler diziliyor. Yalanı, yanlışı görmezlikten geliniyor. Amaçlı TV izlencelerinde çanak sorularla istenen yanıtlar alınıp, başarılı, yararlı olarak tanıtılıyor.

Bu arada reklâm gelirine muhtaç olmanın kimlere neler yazdırdığını okuyor, neler yaptırdığını görüyoruz.

Ters işlemler de var

Yüksek Askerî Şûra kararlarına iktidar kesiminden katılanların “şerh” adıyla karşıoy yazmalarının anlamı ve yararı yoktur. Yargı yolunu kapatan Anayasa’dır. Şûra’nın bu durumda bir şey yapması olanaksızdır. Yargı yolu açık olsa da Şûra kapatsa, karşıoy anlam taşır. Şûra “Yargı yolu açık” diyebilir mi? Derse gidilebilir mi? Gidilse kabûl edilebilir mi? Anayasa’yı değiştirmek iktidarın elinde. Şerh, kendi kendini eleştiri, uyarı ve yetersizliğin vurgulanmasıdır. Dahası gösteridir, seçmene selâmdır. Ama her şeyden önce Anayasa’ya aykırıdır. Anayasa yargı yolunu açık tutsa idi alınan kararlara gerekçeleri nedeniyle karşıoy kullanılabilirdi. Eğer haklılarsa, şimdi de yapılacaksa ancak bu yapılabilir, yargı yolunun kapalı olması değil. Kanıtlar yeterli, gerekçeler doyurucu ise yapılacak ve denilecek hiçbir şey yoktur.

Bir anı ve bugün

Atatürk’e ve annesine terbiyedışı, çirkin biçimde saldırarak, ağza alınmayacak, düşünülmeyecek nitelikler yükleyen bir metni dağıtanlar için “Bunların ya sütü, ya kanı, ya mayası bozuk” demiştim. Olayı Kıbrıs’ta anlattığım Mayıs 1999 sonunda medya patronlarından Aydın Doğan da elini masaya vurarak, sözlerimi yinelemişti. Benim yaklaşımımı “Halkına hakaret ediyor” diye yansıtarak yalanına dayanak yapan gazeteci ve ona destek veren kompleksliler çıktı. Ne yollara başvurdular anlatmak epeyce yer ve zaman alır. Hiçbir zaman görevimle ilgili konuşmadığım, çağrılı olduğum yerlerde öneri ve ısrar üzerine Türkiye’yi Türkiye yapan ilkelerin değerini ve önemini vurguladığım, yargıçlık niteliklerine, meslek gereklerine asla aykırı davranmadığım halde söyleyecek başka şey bulamadıklarından “Çok konuşuyor” suçlamasıyla yanlış tanıtmaya çalıştılar. Yollara mayın döşeyerek, uzaktan kumandalı bombalar patlatarak, uzun menzilli silâhlarla ateş açarak, pusu kurarak askerlerimizi ve polislerimizi şehit eden içerdekiler, dağdaki kuklalar, gösteriler yapıp kolluk güçlerine saldıran, araçları ateşe veren, binalara taş atan, pankart asan, PKK elebaşının lehine slogan atan, bölücülük, yıkıcılık yapan sapkınların sütü, kanı, mayası bozuk değil mi? Düşünce ve anlatım özgürlüklerini kötüye kullanarak terör yanlılığını, terörist yandaşlığını açıklayanlar kim?

Nasıl iktidar müslümana değil, kendi kafaları dinciye yakın, onu kollayıp koruyorsa, böylece kadrolaşarak gerçek, temiz müslümanları dışlayıp müslümanlığa karşı duruma düşürüyorsa, kimi medya ilgilileri de kendileri gibi düşünmeyenleri çalakalem karalıyor. Sonra da demokrat geçiniyorlar. Araştırma, soruşturma, öğrenme, inceleme olmadan yazıp çiziyorlar. Kimi kötülüklerin kaynağı bu tür özensizliklerdir.

Bizi bağımsızlığımıza kavuşturan, bize lâik cumhuriyeti kazandıran, Türkiye aydınlanmasının dayanağı, Türk Mucizesi 30 Ağustos’un 84. yıldönümü her yurtsevere kutlu olsun. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını bir kez daha yürekten sevgi, saygı ve bağlılıkla anıyoruz.


http://www.turksolu.com.tr/114/ozden114.htm

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder