8 Aralık 2017 Cuma

TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BAŞKANLARI ORSAM SÖYLEŞİLERİ, BÖLÜM 3


TÜRKİYEDEKİ IRAK TÜRKMENLERİ, SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI  BAŞKANLARI ORSAM SÖYLEŞİLERİ, BÖLÜM 3


              Fuat Tigin*6 
*6. Türkmeneli Aydınlar Derneği Başkanı 
05 Nisan 2010


ORSAM: Fuat Bey öncelikle kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Buraya hangi yılda ve ne amaçla geldiniz? 

*Fuat Tigin: Eğitim almak amacıyla 1976’da Türkiye’ye geldim. Eğitimimi Kayseri Erciyes Üniversitesi Devlet Mimarlık ve Mühendislik fakültesinde tamamladım. 
1982 yılında okulumu bitirdim ve o zamanki savaş şartlarına ek olarak, 1980 yılında Suriye’de Türkmen hareketi kabul ettiğimiz bir siyasi örgüte katıldım. Dolayısıyla Irak’a dönme fırsatım kalmadı. 

Neydi bu örgütün ismi? 

Demokratik Türkmen Hareketi. 12 kişinin hareketi olarak geçiyordu, ama başarıya ulaştı diyemem. Sadece bir başlangıçtı, başlangıç itibari ile Suriye gibi bir ülkede olduğu için rağbet görmedi. Görülmemesinin sebebi de Suriye’ye bir güven yoktu. Nasıl bugün Türkiye’nin güveni yoksa o zaman da Araplara bir güven yoktu. 
Herkes bu hareketi Türkiye Cumhuriyetinden bekliyordu. Türkiye Cumhuriyeti de böyle bir şey yapmadığı için insanlarda soru işareti kalıyordu. 

Suriye ile ilgilimiydi? 

Hayır. Tamamen Irak’ın muhalif gruplarını toplayan bir ekibin bir arada olmasıydı. Kürt, Arap, Türkmen’den vardı, komünist ve sosyalist partiden vardı. 

İngiltere destekliydi. Tabi o zaman İngiltere Irak’ın içine girdiği zaman orada kullanılması için askeri elemanlarını yetiştirmek amacıyla Süryani topraklarında birkaç tane kamp kiralamıştı. Bunu diğer bir kolu dirsek temasında olduğu tabi İran var. İran’da da o zaman savaş başlamıştı. 
Bizim hedefimiz şuydu, nasılsa Saddam bizim Türkmenleri tasfiye etmeye başlayacak, her halükârda İran’da aynı şeyi düşünüyordu o zamanın şartlarıyla, 
bizim düşüncemiz kaç kişiyi kurtarabilirsek İran’a teslim olsun esir düştükten sonra alıp kendi kampımızı kurup hazır bir güç oluşsun. 
Biz Türkmenler o savaşta 50.000 şehit verdik, en azından 25.000’ini kurtarabilseydik, bizim 25.000 kişilik bir ordumuz olurdu. 

Kimler vardı sizle beraber? 

Hasan Özmen, Kasım Ömer, onun dışında rahmetli Mahir Oktay, Mehmet Reşit, Yavuz Ömer, Hakkı Selam,Necat Fehmi Arap gibi isimlerden oluşan on iki kişilik bir ekiptik. Bunun önce anlaşmalarını bizim İzzeddin Kocova yapmıştı. 

İzzeddin Kocova eskiden beri molla Mustafa Barzani’nin yanında yer almış bir Türkmen iş adamıydı, 1970’li yıllarda Türkmenleri örgütlemek istiyordu. 
Bu konuda dış devletlerin de desteği ile Türkmenlerin Türklerin yanına çekilmesi için bir organizasyon varmış. Bu ekip onun uzantısı oldu. Kürtler her ne kadar 
Türkmenler kendilerine kem gözle baksalar bile zehir edip yutuyorlardı. Her halükârda bir yerlerden bir direktif almışlardı. Bizim hareketimizde askeri 
eğitimden sonra İran’da üs kurmamız gerekirken son anda bir değişiklik yapıldı. Dendi ki Kuzey Irak’a gideceksiniz orada peşmergelerle beraber Saddam’a karşı 
mücadele edeceksiniz. 

Tabi Kürtlerin yeri kurtarılmış bölgedir, Türkmenlerin yeri ise Saddam’ın kontrolünde. Hepimizin ailelerinden birkaç kişi askerde. Yani böyle bir şey yapmamız söz konusu olamaz. 
Nihayetinde bir yol kestiğin zaman arabadan çıkacak on kişinin dört kişisi Türkmen olur. Biz bu işte yokuz dedik ve gruptan çekildik. Sonra Türkiye’ye geldik. 

Ne kadar kaldınız Suriye’de? 

Üç ay kaldık. Kaçak yollarla Türkiye’ye geldik. 

Okulu bitirdikten sonra gittiniz değil mi? 

Hayır, geldikten sonra okulu bitirdik. Okulumuzu bitirdikten sonra herkes kendi çapında çalışmaya başladı. 

Aslen Kerküklü müsünüz? 
Evet. 

Ne zaman vatandaşlığınızı aldınız? 

1987’de aldım. 

Oldukça geç almışsınız? 

1980’de vatandaşlığa müracaat ettim. Biraz geç aldım doğru. 

Peki siz şartları sağladınız mı yoksa o dönem bir kolaylık mı sağlandı? 

Yok, hiçbir kolaylık sağlanmadı, zaten o zaman askeri hükümet dönemiydi. 

Geçmişten bu güne kadar Türkmen kuruluşları içerisinde hangi görevlerde bulundunuz? 

Var olan kuruluşlarda elimizden geldiği kadar maddi, manevi, fiziki her türlü yardımda bulunmaya çalıştık. 1997 yılından beri de Irak Türkleri Yardımlaşma 
ve Kültür Derneği kapatılınca Türkmeneli Aydınları Derneği kuruldu. Bu derneğin kurucuları, zaten Riyaz Sarıkahya da vardır, tamamı cephenin kurucularıydı. 

Irak Türkleri Yardımlaşma ve Kültür Derneği mi kapatıldı? 

Evet. 

Ne zaman kapatıldı? 

1991’de. 

Sonra ne oldu? 

Sonra mazeretsiz tekrar açıldı. 

Siz bu derneği Türkmeneli Aydınları Derneğini ne zaman kurdunuz? 

1997’de. 

O zaman çok eski bu dernek. Eski tabi. Bugüne kadar da rahmetli Mustafa Kemal Yayçılı ile birlikte, iki sefer o başkanlık yaptı, ben üstlendim. Ama bizim dernek faaliyete geçtikten kısa bir süre sonra Irak Türkleri Yardımlaşma ve Kültür Derneği tekrar göreve başladığı için bizim dernek hep geri planda kaldı. Fakat her zaman için birlik beraberliğin önderliğini yaptık ve yapıyoruz. Bunun dışında her zaman alternatif bir dernek olarak kaldık. 

Herhangi bir düşünce farklılığı veya amaç farklılığı yoktur. Fakat bizim avantajımız vardır.Bu da tüzük olarak avantajdır, biz uluslararası faaliyetler 
yapabiliriz. Irak Türkleri haricinde Suriye Türklerini de bu camiaya kattık. Bu şekilde yürütmeye çalışıyoruz. 

Kuruluşunuzla ilgili biraz bilgi alabilir miyiz? Yönetimde kimler var? 

Şu anda başkan olarak ben varım, başkan yardımcısı olarak Zeki Türkmen var Suriye Türklerindendir, genel sekreter olarak Hasan Asker var Kerküklü. 

Hangi dönemde Türkiye’ye gelmişler ve ne iş yapıyorlar onları da söyleyebilir misiniz? 

Hasan Bey mimar, Zeki Bey hukuk fakültesini bitirdi. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinde çalışıyor. Bunlar buraya benim dönemimde geldiler. Sadun Köprülü var, biliyorsunuz şimdi Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi, sonra Kerkük Haber Ajansı Müdürü Ersan Sarıkahya var. Türkiye’de ne yaparsan yap hepsi paraya 
bağlıdır. Bazı kuruluşları ayakta tutabilmek için paraya ihtiyaç vardır. 

Dernek üyeniz kaç kişidir? 

66 üyemiz var. 

Peki bu üyelerinizin profili hakkında bilgi verebilir misiniz?

Hemen hemen %30’u devlet memurudur. Bunların içerisinde Suriyeli de var, Kayserili de var. Kerkük, Musul, Erbil elimizden geldiği kadar her yerden topladık. 
Tabi herkes farklı yerden geldiği için daha zengin bir kültür yapısı var. Günümüzün şartlarına göre ne kadar büyütsek ne kadar kârlı olur bilemiyorum, hangi sonuçları 
elde edebiliriz. 

Eğitim durumları genelde nedir? 

%70’in üzerinde yüksek okul. 

Bu güne kadar ne gibi çalışmalar yaptınız? Bir de üyelerinizden neler bekliyorsunuz?

 Ayrıca üye sayınız oldukça az. Seçilmiş kişiler gibi hepsi. Aslında az değil. Yani bir takımın içerisinde yer almak her şeyi göze almak demektir. Özellikle 
de bu günkü şartlarda. Çünkü her zaman göz önündesin. Kerkük bugün bir terör merkezi gibidir, adı bile birçok kişiyi ürkütüyordur. 

Dernek olarak amacınız nedir? 

Temel amacımız şu anda Türkmen haklarını uluslararası platforma taşımak. Bu konuda Danimarka ve Almanya’daki derneklerle temasımız var. 
Hollanda ile de sık sık görüşüyoruz. Ne yapılacaksa Türkiye dışından yapılacak ben buna inanıyorum. Çünkü Türkiye’nin bizim hakkımıza sahip çıkması için önce kendi hakkını alması lazım. 

Bu doğrultuda neler yaptınız o zaman biraz detay verebilir misiniz? 

Başta Kürtlerin yaptığı haksızlıkları elimizden geldiği kadar medyaya taşıdık. Almanya’da yayımlattığım üç tane rapor var. 2004 ve 2006’da yayımlandı. Ama yardım işleriyle ben hiç uğraşmadım. 

Özellikle parasal yardım işlerine bulaşmadım. Şaibe getirecek işlere elimizden geldiğince uzak durduk. Ancak yapanları da her zaman için destekledik. 
Kurban bayramı olsun, diğer bayramlar olsun bazı müesseselerin Kerkük’e katkıda bulunulması için aracı olmuşumdur. 

Dernek nasıl finanse oluyor? 

Finanse olmuyor. 

Üyelerden aidat falan alıyor musunuz? 

Yok almıyoruz. Türkmen kuruluşları ile ilişkiniz ne durumda? Yani ortak çalışmalar yapıyor musunuz? Irak’ta seçimler olduğu zaman görev paylaşımları 
yapıyoruz. Onun dışında Türkiye’de siyasi olarak yapabileceğimiz pek bir şey yok. O Türkmen Cephesinin mücadelesi ile olur. Onlara da elimizden geldiği kadar önlerini açmak için her türlü yardım olsun, fikir alışverişi olsun temaslarımız oluyor. Yapabileceklerimizi paylaşıyoruz. Bu bende varım diyen insanların önünü açmaktır. Birkaç sene önce Türkmen Cephesinde her hafta toplanmayı planlamıştık ve iki ay her cumartesi günü toplandık. Fakat daha sonra ne hikmetse rafa kaldırıldı. Bu günün şartlarıyla Türkmenlerin bir araya gelmesini istemeyen zihniyetler vardır. Çünkü herkes bir araya geldiği 
zaman yarasını döküyor, derdini anlatıyor, iki tanesini yazıya döküp de makamlara verdiğin zaman onlar zaten aciz kalıyor. Böyle bir şey istemeyen 
insanlar görevlendirdikleri kişileri belli bir makama oturtmuşlardır; ama faaliyette yaptırtmamışlardır. Maalesef bu sıkıntıyı yaşıyoruz. 
Ama şu anda bizim Irak Türkleri ve Yardımlaşma Derneğinin içinde her hafta cumartesi günü toplantımız vardır. Herkesi oraya kaydederiz. 
Bu benim dernek, senin dernek diye bir şey yoktur. Dediğim gibi ben onlara, derneğe sahip çıkıyorum onlar benimkine sahip çıkıyordur. Çok da çatıştırmaya 
uğraştılar ama beceremediler. 

Özellikle Ankara için Adalet Kardeşlik Deneği vardır. Şu anda üç tane resmi dernek vardır. Biz her zaman dirsek temasında olduğumuz için fikir alışverişi için akşam buluşalım dediğimiz zaman buluşuyoruz. Gördüğümüz kadarıyla Ankara’daki derneklerle iyi ilişkileriniz var yani. 
Sadece Ankara değil, Türkiye’deki bütün derneklerle iyi ilişkilerimiz var. İzmir, İstanbul, Antalya.


Bunlarla ortak çalışmalarınız var mı? Varsa nelerdir? 

Var tabi. En son Kerkük ortak bir seyahat yaptık. Kerkük, Telafer, Tuzhurmatu, Bostanlıya gittik. Yani elimizden geldiğince dokuz gün içinde yirminin 
üzerindeki kuruluşlarımızı gezdik. Orada da şunu vermek istedik, her ne kadar ayrı müesseseler olsak da yek vücuduz, hepimiz aynı davaya hizmet ediyoruz. Birimiz parmaksak, birimiz kulaksak, birimiz göz isek aynı davaya hizmet ediyoruz. Bunun için gezdik ve dolaştık. Herkesi sık sık bir araya getirmeye çalışıyoruz. Tabi herkesi bir araya getirmek de bir külfettir, İstanbul’dan buraya gidip gelmek hem zaman, hem maddi açıdan ayrı bir konudur. Bizim gitmemiz ayrı bir sıkıntıdır. Diyarbakır’daki, Antalya’daki gelmek istiyor. Mesela Diyarbakır’a gidip gelmek on sekiz saat, buraya geldikleri zaman toplantıda arkadaşlar uyuyorlar. Elimizden geldiği kadar bir şeyler yapıyoruz, telefon diplomasisini sıcak tutuyoruz, mail atıyoruz, herkes birbirini gece gündüz arayabiliyor. Bir cenaze nasıl kaldırılır diye şu anda o cenazenin etrafında 
toplanmış durumdayız. 

Sizi destekleyen sivil toplum örgütü var mı? Sivil toplum örgütlerini elimizden geldiği kadar Cepheye yönlendiriyoruz. Çünkü orada bu iş için görevli arkadaşlarımız var, maaş alan insanlar var, ağırlayacak yeri var. Orayı bir havuz olarak kabul ediyoruz. Kim hangi istekle ve ne için geliyorsa bir arşiv oluşsun herkes istifade etsin. Benim derneğe geldiği zaman benimle konuştuğu zaman artısıyla eksisiyle her şey kapalı kalıyor. Biz bunları yapmamaya çalışıyoruz. Biz ve diğer dernekler elimizden geldiği kadar orada toplanmaya çalışıyoruz. Fakat oranında zayıf noktaları var. Oranın tamamen bilgi işlem merkezi gibi çalışması lazım, orada beyin fırtınaları yapmamız lazım, orada geçmişteki yaşadığımız 
eksiklikleri görmemiz lazım, ona göre geleceğe bakmamız lazım. 
Bizim başarısızlıklarımızı da paylaşmamız lazım ki başarıyı yakalayalım. Hiç 
çekinmeden, utanmadan, sıkılmadan, yüzümüz kızarmadan paylaşmamız lazım. Bu bizim toplumun ayıbıdır. Böyle sıkıntılarımız var yok değil. 

Türkiye’deki Türkmenler sizi tanıyorlar mı? İletişiminiz ne düzeyde? Türkmenlerin sıkıntılarında yardımcı olabiliyor musunuz? 

Sıkıntısı olup bizimle paylaşanlara elimizden geldiği kadar yardımcı oluyoruz. Kendi adıma şuna inanıyorum. Kerkük’ten gelip bir insan buraya yerleşiyorsa hangi şehirde yaşıyorsa oradaki derneğe gidecek üye olacak. Gel kardeşim ne sıkıntın var diye ben aramam. 

Neden bu derneklerin görevi değil mi? 

Hayır, kendi üyelerime karşı bir görevim vardır. Fakat herkesin kapısına gidip hal hatır soracak olursak bunun üstesinden gelemeyiz. Çünkü on kişiye gidersin beş kişiyi unutursun ve o beş kişi “bizi adam yerine koymuyorlar” diye sana küsecek. Yerim, yurdum, telefonum bellidir, ben seni tanımıyorum diyecek hiçbir Türkmen yoktur. Herkes birbirini tanıyordur. Biz zaten sıkıntıları paylaşan 25 kişiyiz. Bu insanları da herkes tanır. 
Herkes birbirine bir alo diyecek kadar yakındır. Onun için ben özellikle diğer kardeşlerimi de uyarıyorum, insanlar gelip üye olacak, kendini tanıtacak, kendi imkânlarını paylaşacak bizde kendi imkânlarımızı onlarla paylaşacağız. Yoksa burası su içilmek için bir maşrapa derneği değil. 
Sen de insansın nihayetinde sen zamanını, nüfusunu, paranı harcıyorsan onun esenliği için, onun istikbali için, o da sana bir saatini harcamıyorsa demek ki bunu Türkmenler istemiyor. Böyle bir Türkmen’i yanında istemiyorlar. Böyle bir Türkmen’e de itibar edilmez. Köşesinde istediğini yapsın. Bu konuda ben böyle düşünüyorum. Nihayetinde sen bir tabiri caizse bu mazlum halkın sözcüsü olarak veya ferdi olarak veya bir atılımcısı olarak ölümü göze almışsan, her şeye varım diyorsan, diğer taraftaki insan tenezzül edip sana iki saatini vermiyorsa, yalan 
da olsa benim yanımda yer almıyorsa, onun kapısını çalmak bizce yanlıştır. Hatta daha ötesine gidiyim öyle Türkmenleri ben cezalandırırım. 
Yani bu benim görüşüm, ben böyle düşünüyorum.

Türkmen halkının sorumluluğu eline alması lazım diyorsunuz.

Tabi herkesin faydası önce kendine olacaktır, sonra ailesine olacaktır, sonra hısımına akrabasına olacaktır ki toplumuna faydası olabilsin. 

Irak’la ilişkileriniz ne düzeyde? 

Ortalama yılda üç kere giderim. 

Her bölgeye gidiyor musunuz? 

Her bölgeye giderim ama ağırlık Kerkük. 

Akrabalarınız var mı orada? 

Tabi, Kerkük olmasının avantajı şudur. Orada evim, orada akrabalarım var. Güvenlik açısından istediğim gibi hareket edebilirim. Diğer bölgeler için bu söz konusu değil. 
Diğer bölgelere gittiğim zaman yani Musul’a, Bağdat’a, Telafer’e, Erbil’e bir iki gün kalabiliyorum, yani on günlüğüne gittiğim zaman bunun yedi günü Kerkük’tür. 

Bölgeye yönelik çalışmalarınız var mı? Faaliyetleriniz oldu mu? 

Yoktur. 

Sanki var da yok gibi söylediniz. 

Yok diyelim. Herkesin elinden gelen bir şeyler vardır, yapmaya çalışıyordur ama başarana kadar yok diyelim. 

Söylenemeyecek şeyler mi? 

Orada yapılacaklar ve yapılmayacaklar da bellidir. Biz yapılanları ve yapılmayanları toplayıp yapılabileceklerde bir arpa boyu yol alabilirsek 
kârımızdır. Yapılamayanlar da zaten yapılamıyordur. Biraz da kurumun dışına çıkıp Türkiye’de yaşayan Türkmenler hakkında konuşalım. 
Türkmenlerin Türkiye’ye göçleri hangi dönemlerde olmuştur? Sebepleri nelerdir? Ağırlık dönemi zaten İran savaşıyla başladı. 
Akabinde Kuveyt Savaşı dönemlerine rast geliyordur. 35 senedir Saddam bugün gider yarın gider diye sabredenler vardı. Savaşlarda zulümlerde iki oğlumu verdim, bari diğerlerini kurtarayım diyenler vardı. Kuveyt Savaşından sonra uygulanan ambargolarda eşitlik uygulanmaması da bir sorundu. Bunlar zaten Kürt politikası, yıldırma politikasıydı. Bunlar hep programlıydı. Şimdi ben gidiyim de sonra geri dönerim diye Türkiye’ye gelenler oldu. Ağırlıkla bu dönemler ben çektim çocuklarım çekmesin, ben yaralandım bu yaralanmasın diyerek her şeyini bırakıp hayata yeniden başlamak isteyen insanlarımız vardı. 

Sizin bildiğiniz ailenizden ne kadar göç var? 

Yalnızca ben varım, geri kalanı orada.  

Gelirken göç yolunda, Türkiye’ye yerleşme 
konusunda ne sıkıntılar çektiniz? 
Bunu genel anlamda bilgi olarak verebilir misiniz? 

Ben pek sıkıntı yaşamadım. Buraya okumak için geldim ve kaldım. Burada gerçi bir müddet pasaport, oturma iznim sorun oldu. böyle biraz çalkantılı bir dönem geçirdim. Hep kampa falan gidip geldiğim için farklı gözle bakıldı, hatta terörist gözüyle bakıldı bize. Sen milli mücadele içinde adım atmışsın, canını ortaya koymuşsun, ama insanların bakış açısı farklıdır. 

Siz Türkiye’ye gelip Suriye’ye geçtiniz değil mi? 

Evet okurken daha önce değil. Bunun akabinde yerleşince de iki binli yıllara gelene kadar kimse Kerkük’ün ne olduğunu bilmiyordu. Siz Türkçeyi nereden öğrendiniz diyorlardı. “Ben doğduğumda Türkçe biliyordum, sonradan Arapçayı öğrendik” derdim, şaşırırlardı. “Kerkük nerede” diye sorarlardı. Biz anlatamadık bunları. Tabi bu geçmiş yönetimlerin, milli eğitimin, diğer Türk toplumlarını tam olarak anlatamamasından, habersiz yetiştirmesinden kaynaklanıyor. Bizim çektiğimiz cezanın en büyüğü de hiçbir zaman için Kerkük’ü biz Irak olarak kabul etmedik, hatta Iraklılığı hiç kabul etmedik. “Misakı Milli sınırları içerisinde Atatürk’ün çizdiği sınırlar içerisindedir eninde sonunda Türkiye burayı 
denetimine alacaktır”, diye düşündük. Bir savaş çıktığında ve çıkmıştır da o zaman kuzey tarafı kendine idrak edecek, denetimine alacaktır ve 
bizde esenlik içerisinde yaşamlarımıza devam edeceğiz zannediyorduk. 

Türkiye’ye adapte olurken mi sıkıntı yaşadınız? 
Yani size karşı ön yargı var mıydı? 
Çabuk uyum sağlayabildiniz mi? 

Sizler gönüllü olarak bu davaya hizmet ediyorsunuz fakat yeni gelenlerde bu pek görülmüyor. 
Size şöyle bir şey söyleyeyim orada biz ikinci plana itildik neden itildik? 

Türk olduğumuz için itildik. Fakat Türkiye’de Türkmen olup da ikinci plana itilmek, inanın çok acı verici bir şey. Biz bunları yaşadık, yaşıyoruz da. 

Bunun olduğuna inanıyor musunuz? 

Ben inanıyorum. 35 senedir buradayım yaşantımın uzantılarında bunu görüyorum. Hatta şunu söyleyeyim Türkiye’de şu anda Kürt olmak 
Türkmen olmaktan daha iyidir. Her türlü imkânlar seferber oluyor. Bizler ayakbağı olarak görülüyoruz. Ben niçin buradayım? Anavatan diye, çocuğum Türk yetişsin diye buradayım. Avrupa’ya, Amerika’ya gitmedim. Başka ülkelere gidip de daha iyi şartları düşünmeden, çocuklarımın Türkiye’de daha iyi olacağını düşünerek buraya deldim. Fakat her türlü zorlukla karşılaştık. Şimdi orayı yaşamak lazım. Size ne kadar Kerkük’ü anlatırsam anlatayım olmaz orayı yaşamak lazım. Havasını teneffüs etmeden, orada yaşamadan insan anlayamaz. Bu sizin benim için geçerli değil bütün dünya için geçerli. 

Orada yaşamanın zorluğunu, o zorluğa rağmen o toprağa bağımlılıklarını düşündüğünüz zaman onun cevabını orada bulabiliyorsun. 

Siz yılda üç kere gidiyorsunuz ama aklınızın bir ucunda hala belki oraya geri dönmek var. Aynen öyle. 

İşte aynı şeyi genç kesimde göremiyoruz. Genç kesim genellikle aklı bir karış havada oluyor. Daha iyisi, daha rahatı, daha paralı, daha forslu işi ister. Şimdi ben genç kafasıyla düşündüğüm zaman Amerika’ya, İngiltere’ye gitmeliydim, 
neden Türkiye’ye geldim derdim. Bugün gençler bunu düşünüyor. Burada yetişmiş 2. jenerasyon dediğimiz insanlarımızın ve 90’lardan sonra gelenler, maalesef bu davaya adım atan insanların hepsinin tabiri caizse zulme uğradığını, meşakkat çektiğini, iflas ettiğini, mesleğinde yükselmediğini, önüne engeller takıldığını, düşman sahibi olduğunu, ailesinden birkaç kişinin asıldığını veya içeri atıldığını bunun karşılığında hiç kimsenin desteklenmediğini veya kucaklamadığını görünce ister istemez korkuyor. 
Kardeşini şehit vermiş, babasını vermiş hapse hala diyor Türkiye’ye gitmiş en sefil durumda kimse elinden tutmuyor ve istenmeyen bir kişi olarak kabul ediliyor. Sonra kendi kendine soruyor “onun peşinden neden gideyim?”. Bizler 
onlar için kötü örnekleriz. Bakıyorlar bize, ne olmalıydılar, fakat nasıllar. Biz yerine göre tenkit görüyoruz. Biz de bu konuda kendimiz sorgulamaya başladık. Madem sen gurbeti seçtin, memleketinden göçtün, hem milli hem de siyasi mücadeleni adam gibi yaşayabileceğin doğru dürüst bir ülkeye gidip yapsaydın ya. Biz onların karşısında cevap veremiyoruz. Yani bir faaliyet yapmaya çalışıyorsunuz, ama konuşmayı cımbızla seçmeye çalışıyorsun, aman kimseye 
değmeyeyim, ölçülü konuşuyum, kimsenin husumetini üstüme çekmeyeyim. Halbuki demokratik ülkede yaşıyorsun, bunları düşünmemelisin. 

Bu demokrasimiz bizim o kadar esnek ki istediğin yerde çelikleşiyor, istediğin zaman lastikleşiyor. 1991’den bu yana Türkiye’de Türkmen politikası diye bir politika yok. Yani taban hiç durmuyor. Sağa yatmış, sola yatmış, duvara 
çarpmış, yere düşmüş, suya düşmüş ıslanmış böyle bir şey mi olur. Orada topluluk vardır, o topluluk buradan medet umuyordur, o topluluk buradaki toplumun uzantısıdır. Yani eğer Türk olmak bir suç ise orada onları keselim atalım. Kürt beni istemiyor, Kürt hiçbir şey yapamazsa kapımı çalıp benim çocuğumdan haraç istiyor. 

Ben gidip ondan bundan komşudan para toplayıp gidip çocuğumu kurtarıyorum. Bu ara sıra değil her gün oluyor. Buna rağmen benim mimarım, buna yol açan ve buranın yönetimidir, biz onların kurbanı olduk. Bizim maalesef doğrularımız dır, biz doğruları konuşamazsak maalesef mesafe alamayız. 

Türkiye üzerinden yurt dışına gidenlerde sıkıntılar var mı? 

Türkmenleri kabul etmiyorlar zaten. Bizim oraya gidenler hep kaçak gitmiştir. Resmi yolla gidenler de vardır. Onlara da bir dönem böyle tolerans tanıdılar. 
Bir buçuk senelik bir dönem vardı.

Hangi dönem bu? 

Zannedersem 2000- 2002 yıllarıydı. 

Son bir soru olarak Türkmen davasına ilişkin beklentiniz nedir? 

Türkmen davasıyla bu dava bir hukuk davası olmalı, bu dava bir dünya çapında bir ibret davası olmalı, bu davanın etrafında herkes bir katkıda bulunmalı. Bir insanı etnik kökenine göre nasıl dışlanır, nasıl tescil edilir, nasıl böyle perişan halde bırakılır, yerlerin yerine göre bir mal karşısında veya bir nüfus karşısında nasıl satılır bir ibret tablosu olarak bir dava oluşması lazım. Ve bu konuda dünyanın diğer bölgelerinde hiçbir insanın başına gelmemesi için özellikle büyük ülkelerin müdahil olması lazımdır. Biz bu Türkmen davasını son kırk yıl içinde yaşadıklarını her halde bir ciddi bir şekilde sayfa sayfa dökersek ölenlerin, çekilen eziyetlerin, düştükleri yollarda yıprandıklarının, ailelerin nasıl dağıldığını, 
nasıl perişan olduğunu, nasıl böyle bir pozitif düşünceden negatif düşünceye dönüştüğünü her halde bir 100 tane film çıkar gibi geliyor. 
Bu kadar büyük acılar vardır. Çok kişi böyle sıkıntıyı dile getirmemek için böyle bir ayıp kabul ettiği şeyler vardır. Yani hicret ettiğiniz zaman bir yerden oynadıktan sonra çocuğunu eğitmemişsen, okutmamışsan, bir şey sahibi etmemişsen o aile dağılmaya gidiyordur, dağılmıştır da. Biz bu bayrağın göndere çekilmesinde kan dökmüş insanlarız, dökmeye de devam ederiz, bu bayrağa tapan insanlarız. Ama şunu diyoruz, bu bayrağa tapanlarla bu bayrağa tükürenleri aynı seviyeye koysunlar ve öyle muamele etsinler. 

Biz bu bayrağa taptığımız için rezil duruma düşmemeliyiz, bu bayrağın hayranı olduğumuz için ikinci plana itilip de bunlar ayak bağıdır gözüyle bakılmamalıyız. Biz Türklüğümüzden gurur duyuyoruz. Hükümetlere gelince her zaman için dışarıdan etkisini çekmemek için bir takım ölçülü veya ölçüsüz davranışlarda bulunulabilir, ama milletten çok beklentimiz vardır. Biz bir milletiz. Biz kendi içimizde birbirimize sahip çıkmazsak, birbirimize kol kanat germezsek Gürcü’sü, Rus’u, İngiliz’i bize kol kanat geremez. Dolayıyla ben Türkmen davasını kendi adıma Türk milletiyle paylaştığımız zaman bir başarıya ulaşırız. Gerek Avrupa da gerek Amerika’da gerek başka ülkelerde. Ben özellikle Avrupa ve Amerika’daki Türklerin Türkiye’deki Türklerden çok çok daha duyarlı olduğunu görüyorum bize karşı. Adamlar adete bizimle beraber her günü takip ediyor. Erbil’de, Kerkük’te, Telafer’de ne oldu, ne olacak, ülkelerin görüşü nedir, oradaki petrolü nasıl paylaştılar, eldeki gelirler nereye gitti, hangi kontratları, hangi ülkeler aldı? Hiç kimsenin de gözünden bir şey kaçmıyor. Ama biz burada geçim derdine düşmüşüz, sıkıntıya düşmüşüz, kendimizi paralıyoruz. Ne yapacağız, ne edeceğiz, yok ergenekonmuş, yok silahlı kuvvetler böyle yaptı genelkurmay şöyle yaptı, hep hikâye. Hiç bizi ilgilendirmeyen konularla kafamızı meşgul edip duruyoruz. Oysa meşgul ettiğimiz dönem hayatımızın bir parçasıdır. Bu 
hayatımızın parçası dediğimiz dünyadaki en değerli şeylerimizdir. Boşuna oturmamamız lazım. Düşmanlarımız boş oturmuyor. Türk dünyasını boğmak için, sefil duruma sokmak için herkes timsah gibi ağzını açmış bekliyor. Kerkük’e, Kıbrıs’a, Azerbaycan’a karşı ne güç yetiştirdi düşmanlarımız. Kıbrıs Türkleriyle, Türkiye Türkleri birbirine düşman ilan edilmeye kalktı. Zaman zaman aklı evvellerde söylemiştir ya bizim ne işimiz var Kıbrıs’ta da, Kıbrıs bize ayak bağı oldu, bu kadar paraya mal oluyor. Oysa oradaki Türk’ün hayatına hiç kıymet vermeyen insanlardır. Kıbrıs’ın bizim için ne kadar değerli oysa ki. İşte Kerkük de Azerbaycan da böyle. İnşallah hayırlara vesile olur, inşallah neticesinde 
bizim korktuğumuz olaylar olmayacaktır, Türk birliği kurulacaktır, dünya küçülüyor. Gerçi bir takım ibretler, bir takım sıkıntılar yaşamalıyız. 
Biz Türkmen olarak da diyoruz ki eskiden çok rehavete çökmüşüz bize bu tokat lazımdı adam olmamız için. Bu tokadı yemeliydik. Kafamızı 
iki elimizin arasına alıp doğruları bulmak için başkalarından duymamamız lazım. Yapacaksak da kendi yanlışımızı yapmamız lazım. Dışarıdan 
birisi bize yanlış yaptırmasın. Çünkü kendi yanlışını yaparsan bir sefer yaparsın, ikinci sefere doğrusunu bulup yoluna devam edersin. Ama 
başka birinin yanlışını yaparsan ikinci yanlış, üçüncü yanlış, dördüncü yanlış seni yok edene kadar yanlış yaptıracaktır. Dolayıyla biz kendi 
insanlarımıza çok hoşgörülü olmamız lazım bir yanlışla bir insanı silip yok etmememiz lazım. Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. 


Ben teşekkür ederim. 

4 CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder