MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI., BÖLÜM 5
Katliamın tezahürüne ilişkin bu farklılıklar bir yana, Aleviler açısından da temel kimi farklılıkları, yukarıdakilere ek olarak işaret etmek gereklidir.
Sosyalist söylemin devreden çıkmasıyla birlikte Alevi kayıplarının ifade edileceği yeni bir dile gereksinimin doğduğu açıktır. Şimdiye değin kullanılan
söylemsel evrenlerin yer yer su sızdırdığı, yer yer çatladığı ve yer yer geri çekildiği açıktır. Ama bu unsurların artık Alevi dünyasının bir parçası olarak
kabul edildiği de açıktır. Yukarıda örneğini verdiğim çalışmalarda olduğu gibi, o söylemsel evrenlerin unsurları üstlenilmiş ama bu kez Alevilik sahip çıkan
konumuna gelmiştir; artık sahip çıkan sosyalist ya da milliyetçi ideolojiler değildir. Onlar bizzat Alevilik tarafından üstlenilmiş, devşirilmiştir. Ancak
onların şehitlik algısı bu kez doğrudan dini bir şehitliğin üretilmesine vesile olmuştur. Ama burada da bir gerilim ortaya çıkmıştır. Aleviliğin dinsel evreni
içinde şehitliğin ‘yokluğu.’
Sosyalist ya da devrim şehitliğinin ortadan kalkması ve Aleviliğin şehitliği On iki İmamlara hasreden tutumu dolayısıyla, hem yeni bir gereksinim, hem yeni bir gerilim ortaya çıkmıştır. Alevi kaybın nerede konumlandırılacağı önemli bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Dinlerin yükselişe geçmesi ve ülkenin toplumsal gündeminin dinselleştirilmesiyle bu şehitlik daha dini tonlarla Sünni dünyadan ödünç alınmış gibidir. Alevilik artık kendi şehitliğini üretir bir inanç olarak kodlanmaya başlanmıştır ve bu son derece yeni bir gelişmedir; bunun özellikle teolojik referansları, Sünni dindarlık algısı için son derece tehdit edici, rahatsız edici görünüyor olmalıdır.
Utanç müzesi talebinde dile gelen yüzleşme ya da toplumsal hesaplaşma çağrıları, öncelikle ve özellikle çırılçıplak yakalanan Sünniliğin kendi hakim
dindarlık algısıyla, bu dindarlık algısının seferber ettiği siyasallıkla, bu siyasallıkla örülmüş devletle iç içe geçmişliğiyle yüzleşme halidir.
Dolayısıyla Yasin Aktay gibilerinin tam da doğru anlayarak saldırıya geçmesi ve yüzleşmeyi sanki Aleviler kendi kendileriyle yapacakmış gibi, onlarda ‘buna
ehil kafa yok’ diye çeldirmeye çalışması bu yüzdendir. İktidar şebekesinin bir parçası olarak Aktay zihniyeti, kendi muktedir evreni içinde, kendisini muktedir olarak kendisiyle yüzmeye çağırmaya bir aktörün cesaret edebileceğine inanamamakta, bunun toplumsal ve siyasal bir karşılığını gördüğü anda da muktedir evreni kendisini tehdit altında hissetmektedir Ama tehdit burada özellikle o muktedirlikle yakından ilişkili olan dinsel dünyanın dışında başka bir dinsel dünyadan geldiği için katmerlenmektedir. Yoksa bizzat kendisinin söylediği gibi, evrensel olduğu iddia edilebilecek değerler üzerinden
bir yüzleşme kaygısı onları rahatsız etmeyecektir. Bu, bir başka dinselliğin, en önemlisi bir başka Müslümanlığın olanaklılığını tarihsel ve toplumsal olarak
deneyimleyen bir topluluktan geldiği ölçüde, kabul edilemez görünmektedir çünkü verili dinsel evrenin biricikliği zan altında kalmaktadır.
İşte bu bağlamdadır ki Alevi açılımının nihai raporuna, her ne kadar Necdet Subaşı imzasını taşısa da, Yasin Aktay’ın zihniyeti damgasını vurmuştur.26
Sonuç olarak AKP, çalıştaylar ve AKP merkezli ideolojik iklimin tasarladığı Madımak şudur: Bir yandan Madımak katliamından neredeyse tümüyle Aleviler sorumlu tutulmakta ama aynı anda Madımak katliamının siyasal iktidar merkezli, Alevifobik, derin Sünnilikle ilgisini kesmek üzere Alevilikle bağı kesilmeye çalışılmaktadır. ‘Madımak, herhangi bir aktör tarafından, şu ya da u nedenle yakılmış olabilir ama bu yakma eyleminin Alevilerle ve Alevilikle özel olarak bir ilgisi yoktur.’
İlginç olan AKP’nin bu yaklaşımında pek yalnız olmamasıdır. Birbirinden siyasal konumları bakımından tümüyle farklı aktörler, farklı biçimlerde de olsa, Madımak katliamında ortak bir noktada buluşmaktadır. Bu nokta, olayda işleyen derinlikli Sünni nefretin, seferber edilmiş Sünni belleğinin yok sayılmasıdır. Örneğin başından beri Madımak katliamını belirli bir duyarlılıkla izleyen ve zaman zaman dizi yazılarıyla gündeme taşıyan Cumhuriyet gazetesi, 18. yıl dönümünde de Madımak’ı bir dizi-yazıyla gündeme taşımıştır. Ancak bu dizi yazı izlendiğinde, Madımak’a ilişkin temel yaklaşımın, geleneksel Atatürkçü-ulusalcı yaklaşımla uyumlu olarak tezahür ettiği gözlenmektedir. Buna göre “olay dinsel bir başkaldırıdır.” (Taşçı, 2011).
Olayın dinsel bir başkaldırı olarak okunması, kaçınılmaz olarak akla Menemen olayı ve benzeri örnekleri getirmekte, bu da kolaylıkla, atılan sloganlar da
gözetildiğinde, başkaldırının esasta cumhuriyete ya da devlete karşı olduğu fikriyle bitişmekte ve nihayet ‘gericilik ile ilericilik’ ya da ‘karanlıkla aydınlık,’ Madımak düzleminde karşı karşıya konumlandırıl maktadır.
Görüldüğü gibi, bu konumlandırma içinde Alevilerin özel bir anlamı bulunmamaktadır. Sanki katliam bir Alevi “ulu”sunun adına yapılan bir şenlikte gerçekleşmemiş gibi, katliam süreci içinde bu ulunun, Pir Sultan Abdal’ın heykeline dönük saldırılar hiçbir anlam ifade etmiyormuş gibi, olay yalnızca laik cumhuriyetle sınırlı bir çerçevede anlaşılmaktadır: “Olay, toplumsal bir tepki, tepkinin siyasal boyutu dinsel ve köktendinci, laik Cumhuriyet’e yönelik bir baş kaldırıdır.” Bu yaklaşım tarzı, geleneksel olduğu üzere, Alevileri laikliğin güvencesi sayan Atatürkçü zihniyetin bir parçası olduğu ölçüde, Madımak katliamını laik-anti-laik çatışması içinde anlamlandırmakta ve elbette, doğallayın Alevilere özel bir yer ve rol atfedilecekse, bu her zaman olduğu gibi, laikliğin savunucusu rolü olmaktadır. Bu yaklaşımın kimi “doğruları” içerdiği söylense bile, Aleviler açısından sorunun nasıl anlamlandırıldığına ilişkin hiçbir kaygısı ve katkısı yoktur; çünkü değerlendirme süreci içinde Alevilere yer verilmemektedir.
Madımak katliamını değerlendirirken Alevilere yer verme gereği duymayan bir diğer kesim, Türk-İslamcı ideolojik yaklaşımlarca, Alevi hareketinin canlanma gösterdiği günlerden, özel olarak 1993’ten bu yana sürekli olarak Alevileri ve Aleviliği kullandığı iddia edilen sosyalist kesimdir. Bunların başında da sosyalist niteliğiyle ilgili tartışmalar saklı kalmak kaydıyla ve kendisini sosyalist olarak nitelediği veri sayılarak, Türkiye Komünist Partisi (TKP) gelmektedir. TKP, 12 Haziran 2011 seçim sürecinde farklı kesimlere çeşitli mektuplar yazarak oy vermeye çağırmış ve bu mektupların üçüncüsünü Alevilere ayırmıştır: Bu mektupta Alevilerin en önemli taleplerinden biri olan Madımak müze talebine hiçbir değinide bulunmayan TKP, bunun yerine, mektubunda bir satır içinde, başka isimlerle birlikte Sivas’ın ismini de saymakla yetinmiştir: “Faşizmin ve gericiliğin karşısında büyük bir toplumsal barikat anlamına gelen Alevilere de saldırdılar. 1980 öncesinde Maraş’ta, Çorum’da ve başka yerlerde, 1993’te Sivas’ta solcular ve Aleviler bu saldırının karşısında kendilerini kol kola, omuz omuza, iç içe buldular.” (TKP-a, 2011)
Sivas katliamının anıldığı tek cümle budur ve onun da, Sivas örneğinde, gerçeklikle en küçük bir ilgisi yoktur. TKP, Alevilere bir yandan “canlar” diye
seslenirken, aynı anda bu ibarenin bizatihi dini bir ibare olduğunu görmezden gelmekte, Aleviliğin “toplumsal bir barikat” olarak niteliğinin, “dinsel
vasfından” kaynaklandığını kesinlikle kabul etmemektedir. TKP’ye göre, AKP “Aleviliği dini bir cemaate” dönüştürmek istemektedir. Oysa “çağdaş, ilerici,
halkçı, eşitlikçi, laik Aleviliğin değerleri cemaatçiliğe (…) sığmaz” diyen TKP için Aleviliğin sayılan özelliklerinin nereden kaynaklandığının elbette hiçbir önemi yoktur. Bu çerçevede TKP’nin yaklaşımı Atatürkçü-ulusalcı kesimlerin yaklaşımıyla aynı zemindedir. Aleviler, dinsel özellikleri nedeniyle değil,
nereden edindikleri muamma olan kimi dar anlamda siyasal özellikleriyle, yani laik vb. oluşları nedeniyle saldırıya uğramaktadırlar, dolayısıyla saldırı
Aleviliğe dönük değil, laikliğe dönüktür ve o halde savunulması gereken de çağdaşlık, ilericilikle birlikte laiklikten başka bir şey olmasa gerektir. Öyle ki
18. yıl anmaları vesilesiyle Madımak üzerine doğrudan bir bildiri de yayınlayan TKP, bildirisinde de Madımak müze olmalıdır talebine tümüyle dışarlıklı bir biçimde destek olduğunu açıklamakta, Madımak üzerine en küçük bir saptamada bile bulunma gereği duymamaktadır. TKP ilgili bildirisini şöyle bitirmektedir: “TKP, başta bütün Alevi yurttaşlarımız olmak üzere, bütün ilerici yurttaşlarımızı “Madımak Oteli utanç müzesi olmalı” diyenlere destek olmaya çağırmaktadır!” Görüldüğü gibi, Madımak özgülünde destek çağrısı çıkaran TKP, Alevileri de bu çağrının muhatabı kılarken, özel olarak onların ilerici vasıflarıyla muhatap alındığını ifşa etmekte ve kendisini Madımak’ın müze talebinin dışında sayarak, bu talebi savunanlara dışarıdan destek vereceğini beyan etmektedir. Bu çerçevede Madımak’ın neden utanç müzesi olması gerektiği, bunun siyasal anlamı konusunda hiçbir yanıt verme girişiminde bulunmamakta, bunun yanıtını belli ki müze talebini ileri süren kesimlere havale etmektedir. (TKP-b, 2011)
Bu bağlamda son bir örnek olarak, yine sosyalist olduğuna ilişkin savlar saklı kalmak kaydıyla ve kendini sosyalist olarak sunduğu veri sayılarak, son dönemde özellikle Öğrenci Kolektifleri adıyla, AKP’ye karşı üniversiteli gençliğin yürüttüğü muhalif eylemlerde adından sıkça söz ettiren Halkevleri’nin anlayışına değinilebilir.
Bu anlayış kendisini ilgilerin bir yayınında tipik olarak gösteriyor.
Aleviliğe ilişkin tarihi 13. yüzyılda Anadolu’ya gelen göçebe Türkmenlerle başlatan ve Aleviliği bunlara göre dışarlıklı kılarak bir seçim konusu olarak tasarlayan bu yaklaşım en başından Alevi tarihini, ilginç bir biçimde Türk-İslam sentezci yaklaşımla aynı biçimde, neredeyse aynı cümlelerle anlamlandır maktadır. Örneğin “Osmanlı yöneticileriyle konargöçer halkın arasındaki çatışma aslında mezhepsel değil, sosyal ve ekonomik, özünde sınıfsal bir temele sahiptir.”27 (Halkın Devrimci Yolu, 2011) Bu yaklaşımın ana esprisi, Aleviliği dinsel bir olgu olmaktan çıkarmak, dinsel vasfını reddetmektir. Türk-İslam sentezci yaklaşım, bu yaklaşımı, Sünniliğin dinsel biriciklik iddiasını zan altında bırakan Aleviliğin dinsel vasfını yadsımak üzere seferber ederken, burada dile gelen sosyalist yaklaşım da, Aleviliğin var olduğu iddia edilen sınıfsal vasfını gölgeleyeceği kabulüyle, yine dinsel vasfının yadsınmasıdır. Alevilik bu biçimde konumlandırıldı mı, ister istemez, Aleviliğe dönük katliamlar ve saldırılar da esas olarak Aleviliğin dinsel vasfıyla bağı koparılarak, en fazlasından ikincil sırada sayılarak anlaşılmaya çalışılmaktadır.
Örneğin ilgili yazıda Madımak’a özel tek bir cümle kurulmuştur ve o cümle de “Madımak müze olsun” talebinin yalnızca Alevilere hasredildiğini, sosyalistlerin böylesi bir talebinin olmadığını ifşa etmektedir ve ayrıca özel olarak AKP’yi eleştirmek üzere söz konusu edilmektedir. Bunun dışında, katliamlar konusunda geliştirdiği yaklaşımın TKP’nin yaklaşımıyla bire bir aynı olduğu rahatlıkla görülebilmektedir: “Çorum, Maraş ve Sivas’ta yaratılan faşist provokasyonlarda Aleviler devrimcilerle beraber doğrudan hedef gösterilmişti. Ancak bu dönem kendilerine yönelen saldırıya devrimci hareketlerin içinde cevap verebilmişlerdir.” Görüldüğü gibi farklı bir sıfatla da olsa, “provokasyon söylemi” sosyalist olduğu iddia edilen söylemin içinde de bütün haşmetiyle boy göstermekte, bu söylem aracılığıyla bir dinsel yönseme olarak Alevilik bir kez daha ikincilleştirilmektedir.
Madımak katliamı ile Aleviliğin ilişkisinin kesilmesi AKP’ye, ulusalcılara, Atatürkçülere, sosyalistlere has bir şey değil gibi gözükmektedir.
Yaygın demokratik muhalefet 28, siyasal iktidarla birlikte, farklı renkleriyle de olsa, bir yandan bu katliamı özel olarak Alevilikle ilişkilendirmemekte ama
aynı anda, Alevilikle özel olarak ilişkilendirilmeyen bu katliamın sonucu olan müze talebine sahip çıkmamakta ve bu talebi, her neden ve nasılsa Alevilikle
sınırlı olarak düşünmekte uzlaşmış görünmektedir. İşte dışarıdan gözlenen bu büyük “uzlaşma”dır ki belki de bir köşe yazarına “Alevileri sevmiyorlar” diye
başlık attırabilmekte dir. 29 Sorunun, çoğunlukla, farklı örnekler üzerinden gösterildiği gibi Alevilere havale edilmesi, Alevilerin sorunuymuş gibi
sınırlandırılması, demokrasi mücadelesinin temel başlıkları ve aktörleriyle ilişkisinin kesilmesi, kaçınılmaz olarak Aleviler bakımından, bir yandan
Madımak katliamı kendileri dışında kimsenin hatırlamadığı gibi bir ‘efekt’ yaratmakta, diğer yandan şehitliğin sahiplenilmesini kolaylaştırıcı bir etki
yaratmaktadır.
Sonuç olarak, farklı Madımak algılarının varlığı unutma-unutturmama gerilimini besliyor. Madımak katliamıyla ilgili olarak Aleviler nezdinde ortaya
çıkan sonuç çok net görünmektedir: Madımak’la yüzleşme ve hesaplaşma gerçekleştirilememiştir: Hem hukuksal, hem siyasal ve hem de daha da
önemlisi toplumsal olarak hesaplaşılamamıştır. Bu anlamda Madımak ve Madımak’ın “şehitleri ortada kalmış”tır. Bu da yine dönüp dolaşıp aynı
şeye hizmet etmektedir: Alevilerin “büyük yalnızlığına” ve kendileri dışından kendilerine yönelen tek şeyin “unutun” talebi oluşuna. İşte tam burada
“unutmamanın” kendisi başlı başına siyasal bir değer ve anlam üstlenmekte; unutmamanın karşılığının ne olduğu hiç tartışılmaksızın “sahiplenici şehitlik”
kendisine verimli bir yatak bulmaktadır; bütün gerilimleriyle ve açmazlarıyla.
6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder