Pir Sultanabdal Şenlikleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pir Sultanabdal Şenlikleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2019 Pazartesi

MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI., BÖLÜM 10

MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI.,  BÖLÜM 10



24_ Gerçekten de katliamın ertesi büyük ulusal gazeteler katliamın sorumlusunu bulmuş gibidir. Daha önce örnek olarak verilen Hürriyet gazetesi dışındaki manşetler şöyledir: Sabah: Alevi-Sünni çatışması yok; Aziz Nesin’in bir gün önce yaptığı konuşmada ‘Kur’an’ın devri bitmiştir’ demesi tahriklerin gerekçesi oldu.” Milliyet: 
“Olay konuşma; Aziz Nesin olaylara yol açan bir önceki konuşmasında Türk milletinin yüzde altmışının aptal, tamamının da korkak olduğunu söylemişti.” 
Türkiye: “Sivas’ta fitne: 35 ölü.” Fitneyi çıkaran olarak elbette Aziz Nesin gösteriliyordu. Meydan: “Aziz Nesin’in konuşması halkı galeyana getirdi.” 4 
Temmuz’da da gazeteler benzer başlıkları kullanmayı sürdürdüler. Örneğin Sabah gazetesi “ Tahrik…İhmal…İşte Sivas gerçeği” demeyi tercih ediyordu. Türkiye ise başbakan Çiller’in ağzından suçluyu ilan ediyordu: “ Tahrik var.” Tercüman gazetesinin başyazısı ise göstericilerin ağzıyla doğrudan Aziz Nesin’i hedef almıştı: 



“ Şeytan aziz.” İki gazeteyi özellikle sona ayırdım. Bunlardan ilki, Cumhuriyet için Sivas olayları ‘irticai bir başkaldırıydı ve hedef de laik cumhuriyetti.’ En açık 
ifadeyi ise Özgür Gündem gazetesi seçmişti: “Devlet gözetiminde katliam.” Hiçbir tartışmaya meydan vermeyen tek başlık da bu başlıktı zaten. 
(Bu derleme için, bkz. Bianet-b, 2011.) Bianet’in yaptığı bu derlemeden hareketle, Yıldırım Türker’in “Madımak helalleşmesi” başlıklı bir yazı yazması, 
(Türker, 2011) ve burada Cengiz Çandar’ın 1993’te kaleme aldığı “Sivas faciası: Provokasyon ve Gaflet” başlıklı yazısını hatırlatması, ilginç bir olayı da birlikte getirdi. 
Cengiz Çandar bu yazısında alışkın olunduğu üzere Aziz Nesin’i suçluyor ve ağır ifadeler kullanıyordu: “Türk milletinin yüzde altmışından fazlasının aptal olduğu 
kanaatini her yerde tekrarlayan Aziz Nesin’in bu saptamasında doğru bir husus var: Eğer seksenine dayanmış Aziz Nesin bunak değilse, Türk milletinin aptal bir ferdi.
” Katliam için Nesin’i biricik hedef gösteren Çandar, bu yazının hatırlatılması üzerine, olaydan 18 yıl sonra “ Özür dilemek ” zorunda kaldı. 
O yazının kendisini zaten hep rahatsız ettiğini söyleyen Çandar, nedense 17 yıldır, ilgili yazı yeniden hatırlatılıncaya değin, bu rahatsızlığından ötürü özür 
dileme gereği duymamıştı. Ayrıca özür dilerken de yine Aziz Nesin’i suçlu ilan etmekten çekinmiyordu. O yazıda İslamcıları hiç eleştirmediğini de “katliamın 
kitlesel çatışma potansiyelini taşıdığının farkında olarak” politik doğruculuk adına savunuyordu. (Çandar, 2011) hatta bu yüzden İslamcılardan takdir topladığını 
belirtmekten de geri durmuyordu. Çandar’ın bu “ Özür ” yazısına, kendisinin eski siyasal arkadaşlarından biri, Gün Zileli sert bir yanıt verdi. Bkz. (Zileli, 2011) 
Ancak Aziz Nesin’in zayıf bir günah keçisi olduğu, katliamı yeterince güçlü bir biçimde uzun süre taşıyamayacağı açıktır. Açıktır çünkü katliam, Aziz Nesin daha Sivas’a gelmeden cihat çağrılarıyla örgütlenmeye başlanmıştır. Aziz Nesin’in Sivas’a gelip gelmeyeceği bile belli değildir ama katliama hazırlık yapıldığı gün gibi ortadadır. Dağıtılan bildirilerin dışında, dönemin Sivas Emniyet Amiri Doğukan Öner’in ifadeleri de bunu açıkça göstermektedir. 
Akrabası Rıza Zelyut’un anlatımıyla Doğukan Öner, Zelyut’u aramış ve gelmemesinin isabetli olacağını belirtmiştir. “Toplumsal gerilim yüksek, şartlar 
uygun değil” diyen Öner, akrabası Zelyut’u davetli olduğu Sivas’a gelmekten vazgeçirmiştir. (Doğan, 2011) Bu teknik bilgi bir yana, Aziz Nesin orta-uzun vadede her ne olursa olsun katliamın yükünü taşıyamayacaktır çünkü en nihayetinde Aziz Nesin’in dinsizliği ve Şeytan Ayetlerini çevirip yayınlamaya başlaması düşünce özgürlüğü içindedir. Dolayısıyla dinsizlik suçlamasıyla birini yakmaya kalkışmak orta-uzun vadede Sünni bilincin Alevi nefretini meşrulaştırmaya yetmeyecektir. 

Eninde sonunda modern bir dinsize karşı, yakmaya yönelecek kadar duyulan bir nefret, modern Sünniliğin açıklamakta ve üstlenmekte zorlanacağı bir özellik 
göstermektedir. Bunun üzerine gitmek ve katliamı tümüyle ona fatura etmek demek, ister istemez Aziz Nesin’in bütün sorumluluğu baki kalsa bile, ‘peki hırsızın hiç mi suçu yok’ sorusunu Sünnilerin önüne koyacaktır. Bu nedenle bu kez devreye PKK sürülmek istenmiş ve olay ona fatura edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu da yeterince işlenememiştir. Çünkü sözüm ona katliamla PKK arasında bağ kurmaya çalışırken referans yapılan isimlerin ikisinin de hali hazırda ölü olduğu anlaşıldığı gibi, ilgili tarihte PKK’yla ilişkileri de kuşkuludur ve aynı ölçü de alandaki varlıkları, ki varlıkları nedense on sekiz yıl sonra birden bire ortaya çıkan kamera görüntülerinden ve ilgililer alandan ayrılırken saptanmıştır, ile katliam arasında herhangi bir ilişkinin olup olmadığı kesinlikle bilinmemektedir. PKK açıklamasının yetersizliği karşısında bu kez devreye Ergenekon soruşturmaları alınmış ve bu rüzgar arkaya alınarak katliam derin devlete, ordu içinde yapılandığı savunulan gizli ve karanlık güçlere havale edilmiştir. Böylece iki hedef birden vurulmaktadır. Bir yandan Madımak katliamının Sünniliğin Alevi nefretini çırılçıplak bırakan karakteri, Ergenekon vesilesiyle sürekli atıf yapılan bir başka sürekliliği ifade eden farklı bir kalıp yargıya havale edilmekte, derin devletin herhangi bir icraatından bir icraat, kaldı ki Başbağlar anımsatması da bunu göstermektedir zaten, haline getirilmektedir. Başbağlar üzerinden kurulan bu karanlık süreklilik girişimine Aleviler kendi alternatif raporlarında son derece anlamlı sorularla bir yanıt geliştirmektedirler: “Madımak Katliamı ile Başbağlar Katliamı arasında nasıl bir ilişki vardır ki Madımak gündeme gelince o da gündeme gelmektedir? Başbağlar Katliamı’nı Aleviler mi yapmıştır? 

Başbağlar Katliamı Alevi yığınlarca mı yapılmıştır? Başbağlar Katliamı, günler öncesinden, Alevi medyası var da orada hazırlanıp tezgahlanarak karıştırıla pişirile mi hazırlanmıştır? Başbağlar Katliamı, devletin idari ve siyasi iradesi dahilinde mi olmuştur? 
Bu katliamı izleyen iradenin Alevi bir irade olduğu mu söylenmektedir? 
Başbağlar Katliamı’nı binlerce kişilik bir Alevi topluluğu mu yapmıştır? (…) Başbağlar Katiamı’nın sanıklarının avukatlığına Aleviler mi soyunmuştur? Madımak Katliamı sanıklarını cezaevinde ziyarete giden hangi ideolojik, dinsel, zihinsel dünyanın ve en önemlisi siyasal geleneğin parçasıydı? Madımak katil zanlılarını savunan avukatlar kimlerdi? Bu avukatlardan biri mevcut hükümet içinde olabilir mi? Soruları çoğaltalım mı?” (AABO, 2011) 

25_ İlgili habere göre, ordu komutanı Teoman Koman, Ezincan Poligon Birliği’nden birbirimi Sivas’a gönderiyor. 13 kişilik birim, ikişerli gruplar halinde Sivas’ta halkınarasına karışıyor. Halkı Madımak Oteli çevresine topluyorlar ve burada bir el ateşedilerek halk kışkırtılıyor; ardından molotof kokteyl atılarak halka ne yapacağı“işaret ediliyor.” Hatta bu timlerden biri yakalanıp askeri mahkemeye sevk ediliyorama ne hikmetse, Erzincan 2. Ordu Komutanlığı’nda iki gün sonra yangın çıkıyor veilgili dosya da yanıyor. İtirafçı üsteğmen Madımak katliamında asıl hedefin Aziz Nesin ve adlarını vermediği iki yazar daha olduğunu iddia ediyor. İtirafçıya göre,“Aziz Nesin askeriye hakkında çok yazılar yazmıştı. O aydınlar askeriye hakkında çok bilgi sahibiydi ve ellerinde bulunan bazı belgeler olduğu söylendi. Bu istihbaratbize JİTEM’den geldi. Bize belgelerin imha edilmesi söylendi. Aydınların içinde üç yazar özel hedefti, başlarında da Aziz Nesin vardı.” İtirafçı üsteğmenin bu iddialarınakarşı saptayabildiğim kadarıyla ilgili resmi birimlerden herhangi bir yanıt gelmedi.

26_ Bu damganın Alevi hareketi tarafından nasıl okunduğu, kendi alternatif raporlarından, biraz uzunca olacak olmasına karşın, özetle izlenebilir: “Raporun
sözde sosyolojinin soğuk diliyle “Madımak Olayı” başlığı altında değerlendirdiği Madımak Katliamı, aynı zamanda çalıştay sürecinin başlangıcıyla sonu arasındaki
mesafeyi ölçmek için de iyi bir örnek oluşturmaktadır. Madımak Katliamı’na ilişkin yapılan değerlendirmeler, açıkça yukardan bir bakışla, Alevileri hizaya çağıran birdilin ortaya konulmasından başka bir şey değildir. Bu kibirli dile Aleviler son derece aşinadır. Buna göre, “Otel kimliği belirsiz kişi ya da kişilerce ateşe verilmiş, ortayaçıkan arbede de çoğu Alevi olmak üzere 37 kişi karbon monoksit gazından boğularak hayatını kaybetmiştir.” (…) Bütün bu acı verici ayrıntıların varlığına karşın raportörşunu yazabilmektedir: “Olay, Alevi kamuoyu tarafından tartışmasız bir şekilde katliam olarak görülmüştür.” Anlaşılan ve raporda hiç telaffuz edilmediğine görekesinlikle, ileri sürülen odur ki rapor tarafından bu olay bir katliam olarak görülmemektedir. (…) Bir “provokasyon, kriminal bir olay, trajik bir olay, sırlıboyutları olan bir olay, vahim bir olay” ama katliam değil.
Raportöre göre, Madımak ve Başbağlar Katliamları ile görünür hale gelen en önemli şey “Alevi ve Sünnilerin bu provokasyona alet olmalarını sağlayacak
potansiyellerinin varlığı ve kullanışlılığının açığa çıkmasıdır. Hem Alevilerin hem de Sünnilerin onarılması oldukça zaman alacak bu kumpasın uygun birer parçası olmapotansiyelleri kaygı vericidir.” Mesele bundan daha ağır bir biçimde nasıl militanca bir dille çarptırılabilir ve Alevilik tarihi ve şimdisiyle ortadan dururken, bu kadar ağırbir suçlamayla karşı karşıya bırakılır? Açık bir saldırı mantığı dışında! Rapor yazarı bu iddialarını, Aleviler ve Alevilik bakımından toplumsal, tarihsel ve siyasal olarak ispatla yükümlüdür! Somut olaylar bir yana, Aleviliğin ne zaman dinen biriciklik iddiası olmuş ki bu iddiayı siyasal olarak örgütlenmiş bir basınçla öteki kıldığına dayatmıştır? Ancak amaç bellidir. Tüm bu kabul edilemez, gayri ciddi tablo, Alevilerin Madımak Oteli’ni müze yapma talebini, katliama Alevileri de ortak ederek maniple ve nihayet reddetme girişiminden başka bir şey değildir. Öyle ki müze talebini reddeden rapor zihniyeti, otelin nasıl düzenleneceği hususunu bir yana koyup şöyle bir metni otele asmayı önerebilmektedir: “Ortak Acı hatırası. Sağduyu ve sevgi yoksunluğunun [örgütlü Sünniliğin değil, devletin ürettiği Sünniliğin provokatif niteliğinin değil, karanlık yapılanmaların değil, dinsel biriciklik iddiasının değil, derin devletin değil, ve ilh. değil!] çok acı verici olaylarından birisi (…) burada (….) yaşanmıştır. [Eh, madem sağduyu ve sevgi yoksunluğunun ürünüdür bu olay, o halde soruşturmaya, karanlık elleri ortaya çıkarmaya da gerek yoktur! Peki, devletin karanlık yüzüyle hesaplaşmamak adına, iktidarla bütünleşmek adına neden bütün Sünnilik adına, Başbağlar üzerinden bir denkserlik kurulmakta ve Sünnilik ve Sünni topluluklar zan altında bırakılmaktadır? Alevilerden geçtik, Sünni toplulukların üstünde katliamın ağırlığını bırakmaya kimin hakkı olabilir! Bu ağırlık nasıl ortadan
kaldırılacaktır?] Bu acı olayın kurbanlarının adlarını diğer bütün sevgisizlik kurbanlarıyla birlikte (….) anıyoruz” Rapor yazarına hatırlatmak gerekiyor:
Madımak’ta ölenler sevgisizlik yüzünden ölmedi; otel ateşe verildiği için öldü! Binlerce kişi tarafından kuşatılmış, ateşe verilmiş bir yerde yaşayabilecek bir sevgi varsa, biz de oraya gidelim; yoksa, rapor yazarı bir gün kalkıp Madımak Oteli’nin önüne gelsin! Yukarıda Alevilerin müze talebi karşısına anı yazısı diye konulması önerilen yazıyı Sivas’ta kaybettiğimiz tüm canlar için açıkça saygısızlık saydığımızı cümle alem bilmelidir. Sevgisizlikten öldükleri iddia edilen bir tabelada adları duracağına olmasın! Onların adları Alevilerin belleğinde en müstesna yerdedir!

Yerleri orada oldukça müze talebi de Aleviliğin başlıca taleplerinden biri olmaya inatla devam edecektir! Kim nasıl, bunun bir kan davası olduğunu iddia etmeye
kalkarsa kalksın. Kim sürekli bir güvenlik konsepti içinde, Alevilerin ölülerini anmasını bile “her vesileyle kanatılmaya çalışılan yara” olarak nitelerse nitelesin!
Tam tersine Alevilerin talepleri ortadadır ve değil kan davasıyla, insanlık borcu dışında herhangi bir davayla ilgisi yoktur. (…) Hiçbir Alevi topluluğun şimdiye
değin, Sivas halkına ya da genel olarak Sünni halka karşı bırakalım en ufak bir girişimi ya da tepkisini, kötü niyeti bile olmamıştır. Belki de tam da raportör ve
arkasındaki zihniyetin sürekli bir suçlama olarak yönelttiği “mağduriyet ve mazlumiyet söylemi” yüzündendir, kim bilir! Ama nedense, raporu yazanlar tam bu söylemi hatırlayacakları yerde unutuvermekte ve Alevileri, Aleviliği saldırgan bir iktidar şebekesinin parçasıymış gibi sunmayı marifet bilmektedirler.” (AABO, 2011)

27_ Burada bu benzerlik ve hatta aynılık üzerinde özel olarak durmayacağım. Durmayacağım çünkü daha önce andığım bir çalışmamda buna ilişkin oldukça 
ayrıntılı bir tartışma yürüttüm. Bkz. (Yalçınkaya, 2009). 

28_ Örnekleri daha fazla çoğaltmak gereksiz olacağı için başka bileşenlerden de söz etme gereği duyulmamıştır. Ama burada belirtmek gerekirse, Madımak k
atliamını yine Alevilik ve Alevilerle ilişkisiz bir biçimde kavrayan ve tümüyle faşist bir saldırı olarak okuyan ve buradaki faşist saldırı nitelemesini doğrudan ırkçı  bir saldırı olarak değerlendiren, Madımak önündeki diğer vurucu sloganlar bir yana, özel olarak “askere uzanan eller kırılacak” türü sloganları öne çıkaran bir  yaklaşım için bkz.(Avcı, 2011). 

29_ Bkz. (Seyman, (2011). Seyman, bu yazısında, hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyen, açık bir iddia öne sürüyor: “Saz çalıp türkü söyleyen, semah dönen  Alevileri sevenler; alanlara çıkıp sorunlarını dillendiren, haklarını isteyen Alevileri sevmiyorlar. Aleviler hep gizemli kalmalı, inançları önündeki engellerin 
kaldırılmaması için mücadele etmemeli. (…) Ne yazık ki kendi kutsalına inananlar Alevilerin kutsalını bile kutsal saymıyorlar. Alevileri sevmiyorlar. (…) Bugün 
Alevileri sevmeyenler, “dincilik yapıyorlar” diyenler gün gelecek Alevileri de görmeye, algılamaya inançları önündeki engellerin kaldırılması için mücadelelerine sözcü olmaya başlayacaklar. (…) Kuşkusuz sevmek zorunda değiller, Alevi inancı önündeki engellerin kaldırılmasını savunabilirler. Bu bile şimdilik zor görünüyor.” 

30_ Bu düzleştirme daha çok ve özel olarak “geçmişle yüzleşme ya da tarihle hesaplaşma” çağrısı biçiminde tezahür etmektedir ve hemen birçok ek örnek 
sıralanabilir. Örneğin, bkz. (Yetkin, 2011), (Mumcu, 2011). 

31_ Örnek için Bkz. Diyanet İşleri Müfettişi A. Sezgin’den aktaran (Varlık, 1993). 

32_ Sünni yaklaşımı, kendi iç çelişkileri ve trajik haliyle son derece iyi yansıtan bir örnek için Bkz. (İbn Haldun, 1990:519). 

33_ Bu konuda, ayrıca bkz. (Yalçınkaya, 2005). 

34_ Bu ve başka boyutlarıyla da ilginç bir örnek hatırlatılabilir. Güneydoğu Anadolu bölgesinde çatışmalarda yitirilen bir Alevi askerin cenazesi, “şehit olduğu” ve dolayısıyla buna ilişkin protokol uygulanacağı için cemevinden askeri protokol tarafından alınarak, camiye götürülmüş ve camiden defnedilmiştir. Bunun devletin Sünni karakterini ifşa eden özelliği bir yana, şehidin şehitlik nitelemesini yapan küme tarafından ele geçirildiğine ilginç bir örnektir bu. Bkz. (AHA-e, 2009). 

35_ Dedeliğin bu özelliğine ilişkin bkz. (Yalçınkaya, 2007). 

36_ Burada, bu sancılı tartışma hakkında bir fikir vermesi bakımından tartışmalardan küçük bir örnek vermekle yetineceğim: “Halkından, üyelerinden, şube yönetim kurullarından, Pir Sultan ve ölümsüzlerine sahip çıkanların tümünden; kültür, direnç, inanç anlamında çok çok altta olanların bizi yönetiyor olmasına ben artık katlanamıyorum. (…)18 yıl sonra bile, dostlarımızın çığlıklarını Madımağın korundan kurtaramamışken, katılmadıkları sahip çıkmadıkları Sivas davası devam ederken, gözümüzdeki yaş, bilincimizdeki öfke dinmemişken bu vicdan ve ahlak yoksunları bizim acılarımızı kendilerine rant kapısı yaparak, kendilerini pazarlama yoluna girdiler. Pir Sultan’ın ve mirasının temsilcileri değil, "teslimiyetçileridir." ABF ve PSAKD örgütünden istifa edip gittikten sonra nerede, ne yapıyor olursanız olun sizi bağlar. Ama şimdi sadece bizleri kandırıyor, yaralıyorsunuz. (…) Şehit ailelerini tepeleyerek, protokol oluşturmaya çalışan bunlar. (…) Hangi vicdan, ahlak, doğrulukla adaysınız .(…) Bize küfür edip, ettirdiğiniz için mi sizi seçelim? Hak etmediğiniz, işgal ettiğiniz görevlerinizden İSTİFA edin ve adaylıklarınızı açıklayın. 
Acılarımıza ve gözyaşlarımıza basarak değil. (…) Siyaset yapma hakkın elbette vardır. Gereğini yapar, istediğin yerden aday olursun. (…) Bizleri, Pir Sultan 
Şehitlerini, Pir Sultanın adını da bu ahlaksızlıklarına ortak ediyorsun. Genel Merkezden kaç kişi aday olmuştur ve neden istifa etmemektedirler açıklamazsanız aday olduğunuz parti listelerini alıp ifşa edeceğim. Kurulduğu günden beri Pir Sultan Örgütlülüğü üyesiyim. Tuvaletini temizledim, semahını döndüm, tiyatrosunu yaptım,19 yaşındaki kardeşimi, en yakın dostlarımı, hocalarımı şehit verdim, şehitlerimizin şubesi olan Ankara Şube’de başkanlık yaptım. Bütün bunların hürmetine, hakkına sığınarak istifa edip gitmenizi bekliyorum.” (Doğan, 2011-a). 

37_ “ Murteza DEMİR’in Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanlığı için aday olması; her dernek üyesi gibi doğal hakkıdır. (…) Yaklaşık on yıl önce kaybettiği bir seçim sonrası kurucusu olduğu örgüte küsen, kurduğu vakıfla bu örgütlülüğü bölen, şehit ailelerini vakıf sevdasıyla üzüp hakaret eden eski genel başkan yeniden aday olduğunu, eğer ahde vefa diye bir gerçeklik varsa kendisi için uygulaması gerektiğini, geçmişteki tecrübeleriyle örgütü yeniden yönetmeye en iyi aday olduğunu söylemiştir. Sayın Murteza DEMİR katılır mı bilmeyiz,ama tecrübe denilen şey; insanın hatalarının toplamıdır. Şayet ders çıkartılmış, öz eleştiri verilmiş, özür dilenmiş ise belki geçmiş hataları insanın peşini bırakır. Ama biz aşağıda isimleri olan Sivas Şehitlerinin aileleri 15 yıldır ne bir özür, ne de bir öz eleştiri duyduk. Birileri için bugün yeniden adaylık sürecinin başlatılmasını yitirdiklerimize ve bizlere yapılmış yeni bir küfür sayacağız. Evet Murteza DEMİR kurucu genel başkanımızdır ama unutmasın ki, onmaz acılarımızın da başkanıdır… Sayın Murteza DEMİR unutmuş olabilir; 15 yıldır öz eleştiri vermediğini, - 4.Pir Sultan Abdal Etkinlikleri öncesi, olaylar anında ve sonrasında neler yapmadığını, -Katliamdan yeni çıkan bir örgütün acılarını kullanarak milletvekilliği pazarlığı yaptığını, Kendisine koltuk değneği yaptığı güya sol ve ulusalcı bir partiyle Sivas davasını kamuoyu gündeminden uzaklaştırdığını, -Dernek şube ve yönetimlerini bu parti militanlarına teslim ettiğini, - Kaybettiği seçim sonrası, kurduğu vakıfla kurucu başkanı olduğu derneğini böldüğünü, -Bu taşeron vakıfla uğruna çocuklarımızı, kardeşlerimizi şehit ettiğimiz Banaz Pir Sultan anmalarına derneğimizi sokmamasını, UNUTMADIK, UNUTTURMAYACAĞIZ... Şehit Aileleri olarak; acılarımız, 
inançlarımız ve de şehitlerimiz için Pir Sultan örgütlülüğündeki onurlu yerimizi almaya devam edeceğiz. Murteza DEMİR hakkı olduğunu düşündüğü genel 
başkanlık adaylığından vazgeçmeli ve aklıyla hareket etmelidir. (Doğan, 2011-b) ama bu reddiyenin temellendirilmesi için gerekli olan şehit aileliği ve şehitlik 
üstüne bir düşünce geliştirme gereği de duymamaktadır. (Eser ve d., t.y) 

38_ N.Berdayef’in çok bilindik yaklaşımı:“Ütopyalar şimdi eskiden sanıldığından daha çok gerçekleşebilir gözüküyor. Bizse bugün kişiyi bambaşka kaygılara düşüren bir sorun karşısında bulunuyoruz: Bu ütopyaların kesin olarak gerçekleşmesini nasıl önleyebiliriz? Ütopyalar gerçekleşebilir şeylerdir. Belki de yeni bir çağın başındayız; öyle bir çağ ki, [bu çağın] aydınları ve olgun kişileri ütopyaların nasıl önlenmesi gerektiğini ve ütopik olmayan daha az ‘mükemmel’, ama daha çok özgür bir topluma nasıl dönülebileceğini düşünmeye başlayacaklardır.” Bu söz Türkçe’de, (Huxley, 1989)’un hemen başında yer almaktadır. 

39_ İbrahim Al Dede repertuarı, C. Eken özel arşivi 


Kaynakça 

AABO, (2011), Aleviler Artık Burada Oturmuyor, Alevi Çalıştayları Nihai Raporu Üstüne Bir Değerlendirme, (Ankara: HBVAKV Yayınları). 
ABF, (2007), Basın bildirisi, “Basına ve Kamuoyuna, Alevi Açılımının Yolu Madımak Oteli’nin Önünden Geçer; Bu İse Siyasi Cesaret İster”, (Ankara, 20.12.2007). 
AÇNR (2010-2011), T.C. Devlet Bakanlığı, Alevi Çalıştayları Nihai Rapor, Ankara. (Bu rapor üstündeki ibareye göre, 2010 yılı yazında tamamlanmış ama kamuoyuna sunumu için, seçimin hemen öncesi beklenmiştir. Dolayısıyla her iki tarih birden verilmiştir.) 
AHA- a, (2011), http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=11787 &Itemid=1 temmuz 2011; 
http://www.alevihaberajansi.com/index.phpoption=com_content&task=view&id=11786&Itemid=9, 14.07.2011; 
http://www.alevihaberajansi.com/index.phpoption=com_content&task=view&id=11785&Itemid=9, 14.07.2011. 
AHA-b, (2011), “Bir kez daha yaktılar”, http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=11771&Itemid=9, 09.07.2011. 
AHA-c (2011), “Madımak’ın bir numaralı sanığı öldü”, http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=11832&Itemid=9, 14.09.2011. 
AHA-ç (2011), “Erçakmak’ın mezarı açılsın” http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=11837&Itemid=51, 14.07.2011. 
AHA-d (2011), “Cafer Erçakmak’ı devlet sakladı”, http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=11842&Itemid=9,14.07.2011. 
AHA-e, (2009), “Alevi gence Sünni tören Meclis’e taşındı”, http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=8218, 14.07.2011. 
Akman, Nuriye (2010), “Necdet Subaşı ile Söyleşi”, Zaman, 21.02.2010. 
Aksoy, Murat (2010), “Önce Madımak’ın Yarası Sarılacak”, Faruk Çelik’le Söyleşi, Yeni Şafak, 15.02.2010. 
Aktay Yasin (2007), “2 Temmuz’la yüzleşmenin yolu”, Yeni Şafak, 07.07.2007. 
Avcı, Bekir (2011), “Utançlar ülkesi ve Utanç müzesi,” http://www.bianet.org/bianet/print/131208utanclar-ulkesi-ve-utanc-müzesi, 14.07.2011. 
Aydıntaşbaş, Aslı (2011), “Neden Şam’a başka, Sivas’a başka?”, Milliyet, 04.07.2011. 
Beşikçi, İsmail (2009), “Dersim’de Bilincin Uyanışı”, http://www.zazaki.net/haber/dersimde-bilincinuyanisi-288.htm, 14. 07. 2011. 
Bianet-a (2011), “Saldırılan ve Öldürülen aynı yerde”, http://www.bianet.org/print/131188-saldırılanve-oldurulen-aynı-yerde, 09.07.2011. 
Bianet-b, (2011), “18 yıl önce gazetelerde Madımak”, http://bianet.org/biamag/diger/131199-18-yilonce-gazetelerde-madimak, 14.07.2011. 
Birgün-a (2011), “Madımak katliamı failleri ne zaman mağdur oldu?”, BirGün, 04.07.2011, 
Birgün-b (2011), “Utanç soruşturması”, BirGün, 07.07.2011. 
Caymaz, Onur (2011), “Sivas 18 yaşında; İhbar, ihtar, ifşa! Sivas’ın kanı hala yerde”, BirGün, 01.07.2011. 
Cumhuriyet, (2011), “Madımak yokmuş”, Cumhuriyet, 9.6.2011. 
Çandar, Cengiz (2011), “Madımak’ı unutmamak”, Radikal, 05.07.2011. 
Çaralan, İhsan (2011), “Aleviler ve Blok”, Evrensel, 05.07.2011. 
Demir, Murtaza, (2008) Alevi-Bektaşi kamuoyuna, 10.04.2008. (Adaylıktan çekilme açıklaması; bu metni sağlayan mevcut PSAKD ilgililerine teşekkür ediyorum) 
Demirtaş Selahattin, (2011), 
    http://www.haberform.com/haber/demirtas-dersim-ihanetiniunutmayacagiz-demirtas-kerbela-bdp-ferhat-tunc-demirta-80158.htm, 14.07.2011. 
Doğan, Serdar (2011), “Devlet TRT Eliyle Madımak’ı 18 yıl sonra yeniden yaktı”, 
http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=38247, 09.07.2011. 
Doğan, Serdar (2011-b), http://www.aleviweb.com/forum/showthread.php?t=25182, 14.07.2011. 
Doğan, Serdar (2011-a), http://www.gencaleviler.com/forum/fevzi_gumuse_istifa_cagrisit21090.html?s=5c22dfa48bf3d316412781d9e9fa01ec& 14.07.2011. 
Eser, Turan (2011), “Yüzleşme, Müze ve Toplumsal Direnç Oluşturmak”, 
      http://www.birgun.net/wall_index.php?news_code=1310563133&year=2011&month=07&day=13, 14.07.2011. 
Eser, Turan ve d., (t.y.) Kamuoyuna açıklama, (Seçim kampanyasından çekilme açıklaması; bu metni sağlayan mevcut PSAKD ilgililerine teşekkür ediyorum.) 
Eşit Yurttaşlık, (t.y), Eşit Yurttaşlık Hakkı için Taleplerimiz ve Çözüm Önerilerimiz, (Ankara: Alevi Bektaşi Federasyonu, Yayın no 4). 
Evrensel-a, (2011), “Asla unutmayacağız, Asla affetmeyeceğiz”, 24.06.2011 
Evrensel-b (2011), “Sivas anmasına gaz bombalı saldırı”, 
       http://www.evrensel.net/news.php?id=9060, 09.07.2011. 
Foucault Michel, Cinselliğin Tarihi, (Çev. H.U. Tanrıöver), (İstanbul: Ayrıntı Yayınları). 
Geçmez, Ercan (2011), “Binlerce Alevi Madımak’ı ziyaret edeceğiz”, HBVAKV Genel Başkanlığı, 
        http://www.pirhaberajansi.com/2011/07/04/binlerce-alevi-madimaki-ziyaret-edecegiz/,01.07.2011. 
Gırgır (2011), “Asıl biz unutturmayacaz”, (Kapak karikatürü) (2001/28). 
Gül, Baki (2011), “Özel Harp Dairesi üyesi Üsteğmen H.Ç: Madımak’ı biz yaktık”, Özgür Gündem, 02.07.2011. 
Hakan, Ahmet (2011), “Basit, yalın ama acıtıcı bir Madımak sorusu”, Hürriyet, 04.07.2011. 
Halkın Devrimci Yolu (2011), “Dışlama-dışarda tutma siyasetinin gölgesinde; Aleviler kimi seçecek”, (Haziran-Ağustos 2011, s.26-33.) 
Hbvakv-Akd (2009), Alevi Çalıştayı Birinci Etap Alevi Örgütleri ve Temsilcileri Toplantısı, Değerlendirme İstem ve Öneri Raporu (Ankara: HBVAKV Yayını). 
Hobbes Thomas, (1992), Leviathan veya Bir Din ve Dünya Devletinin İçeriği, Biçimi ve Kudreti, (Çev. Semih Lim), (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları). 
Huxley A, (1989), Cesur Yeni Dünya, (Çev. G. Ender), (İstanbul: Güneş Yayınları). 
Hürriyet, (1993),“Sivas’ta ‘Aziz Nesin’ İsyanı”, 03.07.1993. 
İbn Haldun, (1990), Mukaddime, (Çev. Z. Kadiri Ugan), (İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 3 cilt). 
Karabudak, Cemal Ali (2011), “Yasakçı Sivas valisi AKP’li çıktı”, BirGün, 01.07.2011. 
Kemaloğlu, Nihal (2011), “Madımak’ı anmayı yasaklamak”, Akşam, 02.07.2011. 
Kurban, Dilek (2011), “Sivas nasıl anılmaz”, Radikal, 07.07.2011. 
La Boetie, Etienne de (1995),Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, (Çev. M.A. Ağaoğulları), (Ankara: İmge Yayınları). 
Machiavelli (1998), Hükümdar (İl Principe), (Çev. H. Kemal Karabulut), (İstanbul: Sosyal Yayınları). 
Milliyet (2008), “Muharrem iftarı”na Alevilerden ilgi yok”, 
           http://www.milliyet.com.tr/2008/01/12/siyaset/asiy.html, 14.07.2011. 
Montesquieu (1998), Kanunların Ruhu Üzerine, (Çev. Fehmi Baldaş), (İstanbul: Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2 Cilt). 
Mumcu, Özgür (2011), “Yak yak bitmedi Madımak”, Radikal, 04.07.2011. 
NTVMSNBC-a (2011), “33 aydınla 2 saldırgan aynı panoda”, 
        http://www.ntvmsnbc.com/id/25228215/ 30.06.2011. 
NTVMSNBC-b (2011), “Aleviler: TRT ‘Faili Meçhul’ü kaldırsın”, 1 Temmuz 2011, 
        http://www.ntvmsnbc.com/id/25228531/, 14.07.2011. 
NTVMSNBC-c, (2011), “Başbağlar’da katledilenler anıldı”, 05.07.2011. 
Öraç (2010), T.C. Devlet Bakanlığı , Ön Rapor Alevi Çalıştayları, Ankara. 
Özdemir, Cüneyt (2011), “Yaksın bu dünya”, Radikal, 03.07.2011. 
Pir Sultan, (2011), “ 2 Temmuz 1993 Madımak Katliamı”, 
      http://www.pirsultan.net/kategori.asp?KID=6&ID=56, 14.07.2011. 
Radikal (2007), “Madımak’ın yası nasıl tutulacak?”, Radikal, 11.12.2007. 
Radikal-a (2011), “Peki devlet 18 yıl önce neredeydi?”, Radikal, 03.07.2011. 
Radikal-b (2011), “Cop yiyene soruşturma”, Radikal, 07.07.2011. 
Rousseau (1982), Toplum Sözleşmesi, (Çev. Vedat Günyol), (İstanbul: Adam Yayıncılık). 
Sarıhan, Şenal (2011), Sivas Katliamı, Madımak Yangını, (Ankara: Ankara Barosu Yayınları, 2 cilt, 3. Baskı.) 
Sazak, Derya (2007), “Müze olsun”, Milliyet, 11.12.2007. 
Seyman, Yaşar (2011), “Alevileri sevmiyorlar,” BirGün, 05.07.2011 
Sol Haber Merkezi (2011), “Aleviler Madımak’ın Utanç Müzesi olmasında ısrarlı”, 
      http://haber.sol.org.tr/devlet-ve-siyaset/aleviler-madimakin-utanc-muzesi-olmasindaisrarli-haberi-441391, 14.07.2011. 
Şanlıkan, Bülent (2011), “Asıl ucube Madımak’tır”, Akşam, 05.07.2011 
T24 Haber (2011) “Eren Aysan: Göstericiler oteli yakanlarla hareket ediyorlar”, 
          http://www.t24.com.tr/eren-aysan-gostericiler-oteli-yakanlarla-hareketediyorlar/haber/155043.aspx, 06.07.2011. 
Taşçı, İlhan (2011), ‘Amaç aklamak”, Cumhuriyet, 02.07.2011. 
TKP-a, (2011), “TKP’den Alevilere mektup”, 
http://haber.sol.org.tr/soldakiler/tkpden-alevileremektup-haberi-42930, 14.07.2011. 
TKP-b, (2011), “Madımak Utanç Müzesi olmalıdır”, 
http://haber.sol.org.tr/soldakiler/tkpdenaciklama-madimak-utanc-muzesi-olmalidir-haberi-43231, 14.07.2011. 
Türker, Yıldırım (2011), “Madımak helalleşmesi”, Radikal, 04.07.2011.Türker, Yıldırım, (2008), 
“Acıyı bal eyledik ya….”, Radikal, 14.01. 2008. 
Varlık, A. A. (1993), “Kerbela Olayı Unutulmaz”, Cem, 3/25:44. 
Yalçınkaya H.-Ceylan G. (2011), “Madımak’ta anma yasaklandı, öldürenler ölümsüzleşti”, Radikal, 30.06.2011. 
Yalçınkaya, Ayhan (1996), Alevilikte Toplumsal Kurumlar ve İktidar, (Ankara: Mülkiyeliler Birliği Yayınları) 
Yalçınkaya, Ayhan (2005), Pas, Foucault’dan Agamben’e Sıvılaşmışİktidar ve Gelenek, (Ankara: Phoenix Yayınları). 
Yalçınkaya, Ayhan (2007), “Eşitlikçi Dışlama: Dedelik, Soy ve Siyaset”, Kırkbudak, 3/9:77-97. 
Yalçınkaya, Ayhan (2009), “Alevilik Hendeğinde AKP’nin Devesi: “Alevi Açılımı Neyi Açıyor?”, AKP Kitabı Bir Dönüşümün Bilançosu, içinde, s. 316-357, 
                 (Ed. İ. Uzgel- B. Duru), (Ankara: Phoenix Yayınları). 
Yetkin, Murat (2011), “Sivas…Sivas…”, Radikal, 03.07.2011. 
Yıldırım, Erdal (2011), “Helalleşme değil, ancak hesaplaşma olur”, 
http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_content&task=view&id=11805&Itemid=42, 14.07.2011. 
Zileli, Gün (2011), “Özrünü kabul etmiyoruz Cengiz Çandar”, 
http://jiyan.org/2011/07/ozrunu-kabuletmiyoruz-cengiz-candar-gun-zileli/, 14.07.2011 

***

MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI., BÖLÜM 9

MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI.,  BÖLÜM 9



Köy Muhtarı, katliamın yaralı kurtulan tarafı, bütün bu sözleri, siyasal iktidar katliamı unutturmamak için şehitlik düzenlemesi yapmışken, devlet bütün 
protokolüyle orada bulunuyorken dillendirmektedir. Muhtar bundan yakınırken, üç gün önce Sivas anmasına gidenler katledikleri mekana bile sokulmamış, ilgili mekan kendi talepleri hilafına bir “ucubeye” dönüştürülmüş ve üstlerine gaz bombaları atılmıştır. 

Bu örnek bile göstermektedir ki sorun unutmak ya da unutmamak değildir. Sorun hatırlamanın biçimlerinin ve buna bağlı siyasal seferberliğin içinin nasıl doldurulduğu, hangi aktörlerce nasıl bir inşaya yönelindiğidir. Bu perspektiften bakıldığında Madımak’ın bilim ve kültür merkezi olarak düzenlenmesi yerine utanç müzesi olarak düzenlenmesinin de kendiliğinden bir değer taşımayabileceği kolayca anlaşılmaktadır. 
Belki de yine ütopyalara atıfla, 38 siyasal iktidarla kurulan bağlar ölçeğinde, siyasal iktidarın Madımak’ı utanç müzesi olarak düzenlememesinden değil, düzenlemesinden korkmak gerekir. Bu korkuyu bir mizah dergisi madımak anmalarının bu yılki seyrinde kapağına taşımıştır: Gırgır dergisinin 6-13 Temmuz 2011 tarihli, 28. Sayısının kapağını bir elinde copu, diğer elinde biber gazı ve ağzından alevler fışkıran bir polis karikatürü ‘süslemektedir.’ Copu, biber gazı ve ağzından çıkan alevlerle barışçıl olarak anmaya gelenlerin üstüne saldırır bir biçimde resmedilen polis, aynı anda şöyle bağırmaktadır: “Asıl biz unutturma yacaz laaan!” (Gırgır, 2011) 

Bu ‘hakikat’ karşısında, Alevi hareketi ve şehit aileleri, “Madımak şehitlerini” özgülleştirmek ve özgünleştirmek ile, Hz. Hüseyin’in “katarına katıp” Elbistan yöresi dedelerinden Al Dede’nin deyişiyle “Hançer ile ölen çoktur/ Hüseyn-i Kerbela olmaz”39 deyip Kerbela’ya taraf olmayı sürdürmek arasındaki bir seçim üzerine düşünmek zorunluluğuyla karşı karşıya görünmektedirler. 

DİPNOTLAR;

1_ 1-4 Temmuz 1993 aralığında, Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsünü gerçekleştirmek üzere Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) öncülüğünde 
düzenlenen şenliğe yönelik saldırılar bir hafta öncesinden, devletin gözü önünde hazırlıkları yapılarak gerçekleştirilmiştir. 2 Temmuz günü Sivas’ta gerilim doruğa çıkmış ve binlerce kişi, etkinliğe katılmak için Sivas’ta bulunanların sığınmak zorunda kaldığı Madımak Oteli’ni kuşatmıştır. Devlet, bu kuşatmayı dağıtmak için hiçbir girişimde bulunmamış, bu kuşatma ve sonrasında otelin ateşe verilerek 33 kişinin katledilmesi, dakika dakika kameralar tarafından kaydedilmiş ve canlı yayında tüm dünyaya izletilmiştir. İçlerinde Türkiye’nin çok değerli entelektüellerinin de bulunduğu, çocuk yaştakilerden en yaşlısına kadar etkinlik katılımcısı 33 kişinin yanında, iki otel çalışanı da bu yangında can vermiştir. Ayrıca kamera görüntüleriyle oteli ateşe verdiği görülen iki saldırgan, bununla da yetinmeyip yanan oteldekilere saldırılarını sürdürmek üzere otele dalmış ve onlar da hayatlarını kaybetmişlerdir. 

Sonuç olarak ölü sayısı 37’ye yükselmiştir. Ancak katliamın hangi aktörlerce, neye dönük olarak planlandığı ve gerçekleştirildiği, üzerinden 18 yıl geçmiş olmasına karşın hala tam olarak aydınlatılamamış ve kimi failler hiçbir zaman bulunamamıştır. Katliamdan idari ve siyasal olarak sorumlu olanlar hakkında ise şimdiye değin hiçbir işlem yapılmamıştır. Katliam hakkında ayrıca ayrıntılı bilgi için, bkz. (Pir Sultan, 2011) Bir gazetecinin, Dilek Kurban’ın yaklaşımıyla özetlenirse: “Sivas’ta 33 insan, sadece Alevi oldukları için (Aziz Nesin örneğinde ateist olduğu veya İslam’a hakaret ettiği düşünüldüğü için), camiden çıkışta galeyana getirilen (kolayca da gelen) çoğu dindar Sünni Müslüman olan Sivas halkı tarafından, devletin işbirliğiyle ve toplumun gözünün önünde katledildi. Otelde çalışan iki kişinin daha öldürüldüğü doğru ancak bu, hedef gözetilen Aleviler ve Alevilik olduğu gerçeğini değiştirmez. Üç gün sonra Başbağlar’ da 33 kişinin katledildiği de doğru ama bu Sivas’ta 1) hepimizin gözünün önünde; 2) 8 saat boyunca; 3) devletin müdahale etmeyip teşvik ettiği; 4) aralarında
Milli Görüş geleneğinden gelen bir partinin üyelerinin de bulunduğu halk tarafından; 5) bir katliam yapıldığı gerçeğini değiştirmez.” (Kurban, 2011)

2_ Örneğin bu yıl, 18. Yıl anmalarında bildiri yayınlayan hemen çoğu demokratik kitle örgütü, bildirilerinde aynı başlığı öne çıkartmaktadır. Bunlardan biri, Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) bildirisidir. Bildirinin başlığı ve son cümlesi aynıdır: “Sivas’ı unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız!” Bildiriye göre, “toplumsal belleğimizde derin bir yara bırakan Sivas katliamı,geçen zaman içerisinde egemenler tarafından unutturulmak istenmiş, ancak tüm çabalara rağmen unutturulamamıştır.” Aynı temalı bir diğer bildiri, Eğitim-Sen’e aittir. “18. Yılında Sivas katliamını Unutmadık, Unutturamayacak lar” başlığını taşıyan bildiride şöyle denilmektedir: “Aydınların diri diri yakılmasına neden olanları korumaya çalışanlar, yaşanan acıları unutturmaya (…) çalışmaktadırlar. (…) Türk-İslam sentezci zihniyet, geçmişte (…) gerçekleştirdiği katliamları unutturamadığı gibi, Sivas katliamını da tüm çabalara rağmen unutturamayacaktır.” Türkiye’nin en büyü işçi sendika  konfederasyon larından olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) de aynı başlığı tercih etmektedir: “Madımak yangını unutulmayacak!” Bildiride esas olarak “geçmişi kapatmaya ve unutturmaya çalışmakla değil, onunla yüzleşerek toplumsal barışı sağlayabileceğimiz unutulmamalıdır” denilmektedir. (Alevi Haber Ajansı, kısaca AHA-a, 2011) 

3_ Alevilerin sözünü ettiği bu süreklilik Aleviler aleyhine politik bir silah olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin en son 12 Haziran 2011 seçim sonuçları sürecinde, BDP genel başkanı, Selahattin Demirtaş, Tunceli’de kendilerince gösterilen bağımsız adayın seçimi kaybetmesi ve ilin iki milletvekilliğinin de genel başkanı Tuncelili olan CHP’ye gitmesi üzerine, “Dersimlilerin Kerbela’da öldürülen 72 kişiyi unutmadığını ama Dersim katliamında öldürülen 70 bin kişiyi unuttuğunu” söylemiş ve “Dersim ihanetini unutmayacağız” diye eklemeyi de ihmal etmemiştir. (Demirtaş, 2011) Aynı temayı AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan miting meydanlarında Dersim’in sorumlusu olarak CHP’yi göstererek kullanmaktan geri durmamıştır. Ancak bu yaklaşım daha eskidir. Dersimlilerin ya da genel olarak Alevilerin Kerbela’yı unutmayıp Dersim’i unuttuğunu söyleyen ilk isimlerden biri, Kürtlerle ilgili çalışmalarıyla tanınan İsmail Beşikçi’dir. Örneğin, bkz. (Beşikçi, 2009). Onun hemen ardından AKP’nin ideolojik ikliminin bir parçası olan Yasin Aktay, Alevilerin Kerbela’nın intikamı peşinde olduğunu, yani tarihin telafi edilme arzusunun Aleviliğin kurucu bileşenlerinden biri olduğu iddiasıyla öne çıkmış ve aynı biçimde, mazlumun iktidar arzusundan hareketle muktedir Kemalizm’le bütünleştiğini ima etmiştir. 
Bu konuda ayrıntılı bir tartışma için, bkz. (Yalçınkaya, 2005). Bu dört ayrı yaklaşımın tasavvuru içinde, Aleviler bir tür demanslı topluluk olarak belirmektedir: En geridekini çok canlı bir biçimde hatırlayan ama dün yediğini unutmuş hasta bir topluluk! Bu örneklerin gösterdiği şey, herkesin, kendi siyasal konumları ve duruşları gereği, Alevileri bir şeyleri hatırlamaya çağırdığıdır. Dikkat çekici olan yan ise, Alevilere çağrı çıkaran aktörlerin, kendi konumları gereği Alevilerin hatırlaması gerektiği şey olarak onların önüne koydukları öneri doğrultusunda, Alevileri “ilerici ya da gerici” siyasal konumlarla bitiştirme arzusudur. Bu da daha en baştan göstermektedir ki sorun, Alevileri hatırlamaya çağıran kesimler için sorun, Alevilerin hatırlaması ya da unutması değildir. 
Gerçekte sorun mevcut Alevi belleğinin siyasal olarak nasıl seferber edileceğidir. 

4_ Madımak Oteli, valilik tarafından bilim ve kültür merkezine dönüştürülürken binanın bir bölümü de anı köşesi olarak düzenlendi. Ancak bu anı köşesinin ilginç bir özelliği hemen dikkat çekti. Bilindiği gibi, Madımak katliamında toplam can kaybı 37’dir. Ama bu 37 kişinin 33’ü şenlik için kentte bulunan ve göstericilerin katlettiği, asıl hedef gruptur. İki kişi o sırada otelde bulunan ve terk edemeyen otel çalışanıdır. Kalan iki kişi ise doğrudan oteli ateşe verenler içinde yer alan göstericilerdendir. Valilik işte hazırladığı bu anı köşesinin en başına katliam zanlısı olarak suçlanan bu iki kişinin adını da eklemiştir. 
Anı köşesinin alfabetik sıraya göre hazırlandığı ileri sürülmüş ve bu nedenle de saldırganlardan Ahmet Alan’ın adı en başa yerleştirilmiştir. 

Bu uygulamayı savunan ve bir gazete haberine göre, AKP’li olduğu iddia edilen4 (Karabudak, 2011) Sivas valisi Ali Kolat ise bu durumu şöyle meşrulaştır maktadır: “İnsan merkezli baktığımız için hiçbir ayrım yapmadık.” (Bianet-a, 2011) 

5_ Bunun için diğer tepki haberlerine de burada özetle yer verelim. Bu tepkilerden biri de yine katliamda öldürülen, şair Behçet Aysan’ın kızına aittir. Eren Aysan, anı köşesinde anılan göstericilerin, kamera kayıtlarında, oteli ateşe verenlerle birlikte hareket ettiğinin açıkça görüldüğünü ifade ediyor. Ayrıca bu haberde Zeynep Altıok ve Eren Aysan’ın babalarının isminin anı köşesinden kaldırılması için hukuk mücadelesi başlattıkları bilgisine de yer verilmektedir. (T24 Haber, 2011) Valiliğin bu eylemi, Alevilik hareketi içinde olsun, olmasın, farklı çevrelerden benzer tepkiler aldı. Örneğin PSAKD genel başkanı Hüseyin Güzelgül, “katliam failleri ne zaman mağdur oldu?”diye sorarken eklemektedir: “Bilim ve Kültür Merkezi’ne çevirerek Madımak adını unutturmak gibi beyhude çabalarda vazgeçilmelidir.” (BirGün-a, 2011) Eski ABF genel başkanı Ali Balkız da bu girişimi kışkırtıcı bulduğunu söylüyor ve ekliyordu: “Bu bir skandalın ötesinde bize hakarettir. Garabet bu kadar olabilir. Ucube denilen şey budur işte.” (Şanlıkan, 2011) Radikal’in haber başlığı da oldukça manidardır: “Madımak’ta anma yasaklandı, öldürenler ölümsüzleşti.” (Yalçınkaya-Ceylan, 2011) 

6_ Bu ibarenin dışında ayrıca aynı köşede yer alan Atatürk büstünün kaidesine yazdırılan yazı da anlamlıdır: “Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı bir engel yoktur.” (AHA-b, 2011)  Bu durumda, farklı düşünceler taşıyan aydınlarla, farklı inanışlı Aleviler yakılmıştır ama valilik, onların yakılarak öldürülmesini umursamadan milli birlik ve beraberliğe gönderme yaparak farklılığın nasıl cezasız kalmayacağını Atatürk büstüyle işaret etmekten geri durmamıştır. 

7_ “Binanın önünde grup halinde basın açıklaması yapılamayacağını, ancak temsilcilerin burayı ziyaret edip çiçek koyabileceğini belirten Kolat’a, bina önüne 
gelinmesine müsaade edilip edilemeyeceği sorulduğunda da ‘Grubun buraya gelmesine müsaade edilmeyecek’ yanıtını verdi. Kolat, ‘biz kanun ne ise onu uygulamaya çalışacağız. 
İhtarımızı ikazımızı yapacağız. Buna rağmen ihtara ve ikaza uyulmazsa gerekli tedbirlerimizi de alacağız. O konuda da bir sorun çıkacağını sanmıyorum.” 
(NTVMSNBC-a, 2011) 

8_ Aslında bu soruların yanıtları olayları soruşturmakla görevli TBMM komisyonunda dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin ve Emniyet müdürü Doğukan Öner’e sorulmuştu ve oldukça anlamlı yanıtlar da alınmıştı. Soru: “Gözyaşı bombası var mıydı, yok muydu emniyette?” Valinin yanıtı “vardı.”Soru: “Peki niye kullanılmadı?” Yanıt: “Gerekçe şuydu: Bu bomba kapalı mekanlarda kullanılır, bina içinde. Caddelerde, sokaklarda bu bombanın etkili olmayacağı söylendi.” Soruları yönelten Bülent Akarcalı’nın buna karşılık yorumu: “O zaman bütün dünyada bildiklerimiz geçersiz. Orası dar bir sokak, başka sokaklardan giriş var. Gerek o binanın üzerinden gerekse yan sokaklardan atılacak bütün bombalar, beş tane değilse 15 tane, kesinlikle etkili olur. Şuraya 5-10 tane göz yaşartıcı bomba atalım düşünülmüyor.” Bu yorum üzerine emniyet müdürü validen farklı olarak, “şubede göz yaşartıcı bomba bulunmadığını, bombaların özel harekat timlerinde olduğunu, onların da kırsala gönderildiğini anlattı.” 
Anlaşılan o ki özel harekat timleri, emniyetin göz yaşartıcı bombalarının tümünü yanlarında taşıyorlar ve dahası valiye bu bombaların açık havada etkili olmadığı 
bilgisi iletilirken, özel harekat kırsalda bu bombaları kullanıyor! Bkz. (Radikal-a, 2011) 

9_ Madımak anmasına yasak getirilmesi ve gaz bombalarıyla saldırılması farklı çevrelerde de tepkiyle karşılandı. Akşam gazetesinden Nihal Kemaloğlu’na göre, “tam 18 yıl sonra Alevilerin Madımak Oteli’ni Utanç müzesine çevirme talebine kulak asmayan (…) devlet, bugün bu müzenin önünde anma etkinliği yapılmasına bile yasak getiriyor. Müzedeki anma panosundaki isim listesinin otele saldıranların ismiyle başlaması size ‘anmayı’ değil, yine ya körkütük unutmayı ya da devletin müsaade ettiği kadar ‘hatırlamayı’ dayatıyor” (vurgular aslında). (Kemaloğlu, 2011) Radikal’den Cüneyt Özdemir ise, bir yandan her nasıl bir düşünceyle ilgiliyse, anmaları tahammül konusu olarak kurarken, öte yandan anmalara gösterilen tepkiyi valilikle sınırlandırmıyor; tüm Sivas halkını bağlayıcı hale getirerek hatırlamaya vurgu yapıyor: “Yılda bir gün (…) Madımak Oteli’nin önünde anma yapmak isteyen insanlara neden izin verilmez? Bu kadar zor mudur, esnafının, valisinin, polisinin, Sivaslıların tahammül göstermesi? Yıllar önce insanların içini yakan bir ateşi sadece bir gün olsun söndürmek için saygı duruşuna gelen insanlara tahammül göstermek bu kadar mı imkansız? (…) Ne gelecek yıl ne de sonrasındaki yıllar o katliamı ne utturabilir ne de anılmasını önleyebilir. (…) Bu devlet yakmaktan kurtaramadığı aydınlarını anılmaktan koruyorsa Yaksın Bu Dünya” (Özdemir, 2011) 

10_ Bunlardan bir örnek olarak Aslı Aydıntaşbaş’a kulak verilebilir. Aydıntaşbaş, öncelikle hükümetin çifte standartlı bir tutum içinde olduğunu saptamaktadır. 
Buna göre, Suriye’de yönetime protestoculara izin ver diye seslenen AKP hükümeti, Türkiye’deki protestolara karşı gaz bombalarıyla saldırdıkça AKP’nin bölgede hedeflediği model ülke misyonu, ironik bir hal almakta, hatta anlamsızlaşmaktadır. Polis devleti algısının giderek yükseldiğini saptayan Aydıntaşbaş, nedense hiç kimsenin orantısız güç kullanan polisten ve ilgililerden hesap sormadığını da not etmekte ve eklemektedir: “Ama nasılsa Türkiye’de asker dışında kimse hatalı değil!” 
Devamla valinin açıklamalarına değinen yazar, ima yollu olarak bu valinin görevden alınmasını da talep ediyor: “Beşar Esad bile Deraa’da göstericilere orantısız güç kullanan valiyi görevden aldı. Suriye’ye “reform” telkin eden Ankara’nın, kendi ülkesinde de hak ve özgürlükleri korumaya kararlı olduğunu gösteren bir jest yapması lazım değil mi?” (Aydıntaşbaş, 2011) Ancak Aslı Aydıntaşbaş, hükümeti her ne kadar Sivas valisini görevden almaya çağırıyorsa da, Türkiye’de yaygınlıkla tecrübe edilen bir uygulama bir kez de Sivas’ta kendini gösterdi: 
Barışçı göstericiler üzerine polise gaz bombalarıyla saldırma emrini veren kamu görevlileri hakkında soruşturma açılacağına, göstericiler hakkında soruşturma açılmıştır. Zaten anma törenlerini yasaklarken vali Kolat, daha önce aktarıldığı gibi, bunu açıkça söylüyordu. 
Gösteriler sonrasında da aynı vali yine Aydıntaşbaş’ın ifadesiyle “empati ve protesto özgürlüğüne saygıdan eser taşımayan ifadelerle ‘bütün fraksiyonlar, 
aşırı uç gruplar olay çıkarmak için oraya geliyor. İçlerinde sadece Alevi vatandaşlar yok. Sadece onlar gelse kapımızı açarız” diyerek bir yandan hem Aleviliği, Türk-İslamcı sentezci bilindik dilin en kalıplaşmış suçlamasıyla, “aşırı uçların taşeronluğu yapmak” suçlamasıyla ve “aşırı uçların Aleviliği kullandığı” argümanıyla yargılıyor, hem de taşınılan pankarta izin verilseydi Sivas halkı ayaklanırdı diyerek aynı anda barışçı amaçlarla kente gelen topluluğu Sivas halkıyla tehdit etmektedir. 
Bu çerçevede anma gösterisine gelenler hakkında soruşturma açılması elbette şaşırtıcı değildir. Anma etkinliğini düzenleyen Demokrasi Platformu üyeleri arasında PSAKD, HBVAKV, Alevi Kültür Dernekleri (AKD) şube yöneticileriyle, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-sen), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Emek Partisi (EMEP) Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il yöneticileri bulunmaktadır. Böylece valinin işaret ettiği “aşırı uçların” kimlerden oluştuğu da anlaşılmaktadır. Bu bileşenlerden oluşan tertip komitesi hakkında 1.5 yıldan 3 yıla kadar hapis, 15 bin liradan 30 bin liraya kadar ağır para cezası talep edileceği bildirilmektedir. (BirGün-c ve Radikal-b, 2011) 

11_ Başbağlar katliamı, Madımak katliamından üç gün sonra, 5 Temmuz da yaşandı. Bu katliam da Madımak gibi, hala tüm boyutlarıyla aydınlatılamamış, 
siyasal tarihin karanlık olaylarından biridir. 5 Temmuz’da Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünü basan kalabalık bir silahlı grup, köylüleri kurşuna dizerek evleri ateşe vermiştir. Bu katliamın, Madımak’ın intikamını almak üzere PKK tarafından gerçekleştirildiği sıklıkla iddia edilmiştir. 
Böylece hem PKK ile Aleviler arasında bir bağlantı kurulmuş, hem de Alevilerin de PKK eliyle de olsa kitle katliamları yaptığı iddiası ortaya atılmaya çalışılmıştır. 
Çoğunlukla, Madımak katliamıyla yüzleşilme talepleri karşısına Başbağlar çıkarılarak her iki olayın da karanlıkta kalması sağlanmaya çalışılmaktadır. 
İki katliamı karşı karşıya koyma girişimi bile oldukça manidar bir görünüm sunmaktadır.

12_ Bu davayla ilgili gelişmeler, davanın müdahil avukatlarından Şenal Sarıhan tarafından izlenmekte, derlenmekte ve çeşitli aralıklarla yayımlanmaktadır. 
Bu yayımın son evresi için, bkz. (Sarıhan, 2011) 

13_ Bu yazı yayına hazırlandığı sırada katliamın bir numaralı zanlısı Cafer Erçakmak’ın Sivas’ta, valiliğe, emniyete ve Madımak Oteli’ne birkaç yüz metre mesafede, oğlunun evinde kalp krizinden öldüğü ve gerekli formaliteler atlanarak belediye tarafından gizlice gömüldüğü, mezar tahtasının dış yüzüne dikkat çekmemesi için “Memet dayı”, iç yüzüne ise adının baş harflerinin yazıldığı, öldüğü tarih olarak mezar tahtasına yazılan tarihte, oğluna ait olan evi gören bir kameranın evden bir cenaze aracının cenaze aldığını görüntülediği, yine Türk emniyetinin değil, basının çabalarıyla ortaya çıkarıldı. (AHA-c, 2011) 
Bunun üzerine Aleviler harekete geçerek gizlice gömülen kişinin Cafer Erçakmak olup olmadığının anlaşılabilmesi için cesedin tıbbi tetkike alınması için başvuruda bulundular. (AHA-ç, 2011) 
Ancak, eğer ilgili tetkikler sonucu ölen kişinin Cafer Erçakmak olduğu kesinleşirse, Alevilerin imgelemeni kışkırtacak son denece vahim bir tabloyla karşılaşılacağı açıktır. 
Devlet, burnunun dibinde yaşayan Erçakmak’ı tüm aradığı iddialarına rağmen aramadığı gibi, kamu görevlileri de açıkça adaleti yanıltmak için her tür girişimde bulunmuşlar sonucu kendiliğinden ortaya çıkacaktır ve bunun ipuçları şimdiden kendini göstermiştir zaten. (AHA-d, 2011)

14_ Örneğin Madımak katliamının yaşandığı Pir Sultan Abdal şenlikleri sürecinde dağıtılan ve “Müslüman kamuoyuna” başlığını taşıyan, genel olarak “Müslümanlar” ibaresiyle imzalanmış bildiride tüm Müslümanlar açıkça savaşa çağrılmaktaydı. 
Şöyle deniyordu bildiride: “Kafirler şunu iyi bilmeli; İslam’ın Peygamberini ve Kitabın izzetini korumak için bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün; 
Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.” Aynı şekilde yargılama süreci içinde de katliamın belirli çevreler tarafından açıkça “şanlı Sivas kıyamımız” olarak selamlandığı bilinmektedir. (Bkz. Sarıhan, 2011) 

15_ Örneğin dönemin Hürriyet gazetesi, olayı şu manşetle vermişti: “Sivas’ta Aziz Nesin İsyanı”.( Bkz. Hürriyet, 1993) 

16_ Dönemin AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun girişimleriyle, ilk olarak 2008 Ocak ayında, ikincisi ise yine Ocak ayında 2009’da AKP hükümeti tarafından 
gerçekleştirilen girişimler. Alevilikte Muharrem orucu yas orucu olduğundan, Ramazan orucundaki gibi, toplu iftar açma, şenlikli bir biçimde iftar açma, özel 
ritüellere dönüşmüş halde iftar açma vb. biçimde seyreden bir oruç açma geleneği yoktur. Bu nedenle bu girişim en başından itibaren Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından sert bir tepkiyle karşılanmış, ancak hükümetle sıcak ilişkiler kurmayı önemseyen kimi küçük Alevi dernekleri ve özellikle “Alevi sağını” temsil eden İzzettin Doğan başkanlığındaki Cem Vakfı bu girişime sıcak yaklaşmıştır. (Örneğin, bkz. Milliyet, 2008). 

17_ AKP hükümetinin Haziran 2009-Ocak 2010 tarihleri arasında Alevilik sorununu tartışmak ve olası çözüm yollarını değerlendirmek üzere gerçekleştirdiği iddiasıyla yaptığı yedi ayrı oturumluk çalıştay dizisi. Ayrıca bu oturumlar dışında, 2010 Ocak ve Şubat aylarında biri Alevi dedeleriyle, biri Madımak şehit aileleriyle olmak üzere iki ayrı toplantı ve son olarak Sivas’ta sivil toplum örgütü temsilcisi sayılanlarla bir toplantı daha yapılmıştır. Bu sürecin sonunda, her ikisi başında Faruk Çelik’in bulunduğu devlet bakanlığı tarafından olmak üzere, iki ayrı rapor yayınlanmıştır. (bkz. Kısaca ÖRAÇ, ‘Ön Rapor Alevi Çalıştayı’, 2010 ve kısaca AÇNR, 2010-2011, ‘Alevi Çalıştayı Nihai Rapor’) Alevi hareketi içinden, bir tek HBVAKV çalıştayın nihai raporu üzerine karşı rapor yazarak geniş bir değerlendirmeyle hükümete yanıt vermiştir. (Bkz. Kısaca AABO, 2011, ‘Aleviler Artık Burada Oturmuyor’.) 

18_ Onur Caymaz, BirGün’deki yazısında Süheyl Batum’a atıfla Madımak katliamından ötürü yargılananların avukatlarının bugün geldikleri yeri listeler: 
Hepsi avukat olmak üzere; Şevket Kazan, Eski RP milletvekili ve adalet bakanı; Celal Mümtaz Akıncı, Afyon baro başkanıyken AKP oylarıyla Anayasa mahkemesi üyesi; Hayati Yazıcı, AKP hükümetinin devlet bakanı; Haydar Kemal Kurt, AKP milletvekili; Zeyid Aslan, AKP milletvekili, başbakan Erdoğan’ın eski avukatı; Hüsnü Tuna, AKP milletvekili; Burhanettin Çoban, AKP milletvekili; Faik Işık, başbakan Erdoğan ve Süleyman Mercümek’in avukatı; İbrahim Hakkı Aşkar, AKP milletvekili; M. Ali Bulut, AKP milletvekili; Bülent Tüfekçi AKP Malatya il başkanı; Halil Ürün, RP kayıp trilyon davası sanığı; Mevlut Uysal, 
AKP İstanbul Başakşehir belediye başkanı, Suat Altınsoy, AKP Konya il başkan yardımcısı; Tayfun Karali, İstanbul Büyükşehir belediyesi Darülaceze müdürü; 
Ferruh Aslan, İstanbul Büyükşehir belediyesi basın yayın müdürü; İbrahim Kök, AKP Elazığ milletvekili adayı; Ali Aşlık, AKP İzmir il başkanı; Bedreddin İskender, AKP Ümraniye belediye başkan adayı; Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek belediye meclisi üyesi; Eyüp Karagüller, eski Saadet Partisi ilçe başkanı; Faruk Gökkuş, AKP Kağıthane belediye başkan adayı, Hasan Hüseyin Pulan, AKP İstanbul il disiplin kurulu üyesi; Hurşit Bıyık, AKP Trabzon il başkan yardımcısı; Reşat Yazak, Anadolu Ajansı yönetim kurulu üyesi. (Caymaz, 2011). 

19_ Bunların en önemlilerinden biri Yıldırım Türker’di. Türker değerlendirmesinde şöyle diyordu: “Reha Çamuroğlu, Madımak Oteli’nin müze yapılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Söylediklerinin hafifliği karşısında Alevilik’ten geçtim, nasıl bir inancın kollarında bu hale geldiğini merak ediyorum doğrusu: “Acılarımızı hatırlamaya niçin bu kadar meraklıyız, anlamıyorum” diyesiymiş Alevi aydın solcu romancı milletvekilimiz. Geçmiş bitmiş, değil mi? Unut gitsin.” Türker, ayrıca katliama ilişkin olarak, Aktay ve benzeri zihniyettekilere de sanki onları düşünerek yazmış gibi sesleniyordu: “O vahşetin hemen ertesinde muktedirlerin ve kanaat liderlerinin hatırı sayılır bir bölümü, açıkça, imayla ya da sadece kaş kaldırarak suçluyu bulmuş işaret ediyordu: Aziz Nesin. Sözgelimi marifetleri yanına kar kalmış emekli darbeci ressam Kenan Evren, elbette hiç çekinmeden Sivas katliamı ile ilgili fikirlerini dile getiriyordu: “Gereksiz bir konuşma sonucu çıkan olay, solcularla dinciler arasında çekişmeye dönüşüyor. Bunu önlemek lazım. İnsan dinsiz olabilir. Ama bunu ilan etmenin gereği yok.” Şöyle sesleniyordu Türker ilgili yazıda: “Ey muktedir Sünniler; halkınıza verdiğiniz sözü tutamadınız. İnsanlığa karşı işlenen suçlara ortak oldunuz.(…) Sivas katliamı avukatlarının koynundan çıkmışlığınızı unutmaya 
hazırdık. Ama siz, o katliamın konusu edilsin istemiyorsunuz. Herhalde kimilerinin milli hassasiyeti gibi sizin de Sünni hassasiyetiniz inciniyor. Sivas’ın vahşet görüntülerini silmeye çalışanlar gözü dönmüş bir Sünni politikası yapmıyorsa, şunu iyice bellemeli: Makul görünen soğukkanlı ve son derece üstten bir dille Alevilerin sorunlarına eğildiğinizde, barış için elinizi uzatır gibi yaparken karşılığında ondan gördüğü zulmü sineye çekmesini, unutmasını, hesabını sormamasını, izini sürmemesini, yaşadığı benzersiz ıstıraptan bir ders çıkarılması talebinde bile bulunmamasını istiyorsunuz.” (Türker, 2008.) 

20_ Ön raporun hemen arkasından, kendisiyle yapılan bir söyleşide, şöyle konuşuyor N. Subaşı: “Ergenekon’la bütün bu Sivas, Maraş, Gazi olayları ve Madımak bağlantısı dile getirildi mi çalıştaylarda?” sorusuna yanıt olarak: “Getirildi. Ama ben her şeyin bu sözünü ettiğiniz unsurlara bağlanmasından da tedirginlik duyuyorum. (…) 
Sorgulanması gereken şey şu: Her bir Sünni birey nasıl oluyor da böyle bir kumpasın içinde rol alabiliyor? İnsan yetiştirme düzenimizde bir sakatlık var mı? Müfredatımız buna elverişli mi?” (Akman, 2010) Aynı söyleşide Subaşı müze fikrinden yana olmadığını, çünkü müze talebinde bulunanların bu fikir üzerinde derinliğine kafa yorduğunu sanmadığını, kişisel fikrinin ise “güzel ve barışçıl bir çevre düzenlemesi yapılması, Alevilerin katılımına olağanüstü destek verilerek yapılan bir yarışmayla bir anıt yapılması” olduğunu belirttikten sonra anıtın üzerine de şu ibarenin konulmasını öneriyor: “Ortak acı anıtı. Sağduyu ve sevgi yoksunluğunun çok acı verici olaylarından birisi 2 Temmuz 1993’te burada yaşanmıştır. Olayın kurbanlarını diğer bütün sevgisizlik kurbanlarıyla birlikte ortak ve derin bir acıyla ve rahmetle anıyoruz.” Bu önerinin ardından ise Subaşı “Ama sonuçta Alevilerin vereceği bir karardır” diyor. Oysa sürecin sonunun bu yaklaşımla hiçbir ilgisi olmamıştır. Alevi açılımından sorumlu devlet bakanı Faruk Çelik’in yaklaşımı da görünüşte diyaloğa, uzlaşmaya açık bir çözümün arandığı hissini uyandırmaktadır. Alevilikle ilgili soruna başbakanın talimatı gereği Madımak’la başlanacağını belirten Çelik: “Başbakanımız Madımak tartışmasının bir an önce bitmesini istiyor. Çünkü bu konunun istismara çok açık olduğunu ifade ediyor” diyor. (Aksoy, 2010) Bu çözümleme girişiminin ilk adımı olarak da önce orada hayatlarını kaybedenlerin yakınlarıyla bir araya geldiklerini belirten Çelik “bu insanlar acıyı yüreklerinde taşıyan insanlar. (…) Bu insanları dinlemeden, bir adım atmanın doğru olduğu kanaatinde değilim” diyor. 
Nasıl bir çözüm sorusu üstüne ise verdiği yanıt çok anlamlı: “Ne yapılacaksa yapılsın ama Madımak unutulmasın. Bence bu çok önemli. Yani unutturmayacak, yeniden yaşanmamasını sağlayacak bir şey yapmak lazım.” Ancak Çelik bu çözme ve yara sarma girişiminde dış sınırı belirtmeyi de ihmal etmiyor: “Bizim hükümet olarak önceliğimiz şu: Bir kronik sorunu çözerken başka toplumsal sorunlar yaratmamak. 
Bu yüzden Sivas’a gidip oradakilerle görüşüp herkesin üzerinde uzlaşacağı bir sonucu almak istiyoruz.” Buradaki herkese Madımak’ta et lokantası işletenler ve 
marka değerinden satışa çıkaranlar da dahil! Bu ‘dahil’de yer alanları anlamak bakımından önemli not: Madımak Oteli tartışmalarına TBMM bütçe görüşmeleri 
sırasında Kültür bakanı Ertuğrul Günay dahil olmuş ve özetle şu fikri savunmuştu: 
“Hükümetin, vilayetin, askerin, savcının gözünün önünde (…) insanlarımız ölüme, vahşete terk edildiler. Orada aynı yerde bir lokanta yapılmış olması, açıklıkla söylüyorum, beni iğrendiriyor.” Bu sözler üzerine Sivas’ta sivil toplum örgütü sayılan, Sivas Lokantacılar Odası başkanı Nazım Yiğit bakanın açıklamasının kendilerini karalamaya dönük olduğunu belirterek şöyle diyordu: “Sayın Bakan’ın bu olayla lokanta arasında kurduğu bağlantıyı hala çözebilmiş değilim. Bakanın aşağılayıcı sözlerle bu olayı yeniden gündeme taşıması aklımıza “bakanın amacı ne?” sorusunu getiriyor diyordu. İkisi otel personeli olmak üzere, 35 kişinin yakılarak can verdiği bir yerde et lokantası işletmeyi akleden zihniyet nedense bağlantıyı anlayamamıştı. Böylece kimlerin Madımak’la yüzleşmek için gerekli akla sahip olup olmadığı da anlaşılıyor ve aynı şekilde uzlaşma aranılanın kimler olduğu işaret edilmiş oluyordu. İlgili haber için bkz. (Radikal, 2007). 

21_ Orada ayrıca şu saptamalarda bulunuyordum: “Aynı ölçüde de Alevi hareketi talebinin modernliği ölçüsünde talebinin haklılığı, yerindeliği, meşruiyeti bakımından kendinden haklı olarak son derece emindir ama unuttuğu bir şey vardır: 
Sivas’ı Çorum’a, onu Maraş’a, onu ötekine, ötekini diğerine…onu ona…onu ona…onu ona bağlayarak giden ve nihayet Kerbele’da düğümlenen çizgi ve bu 
düğümün Alevi ritüel yapısının tam ortasında, Alevi bünyesini kuran rolü! Alevi geleneğini iyi bilen biri olarak Reha Çamuroğlu bunun farkındadır ve bu farkındalık ölçüsünde de buna karşı devletin temel duyarlılığı ile bütünleşivermektedir. Kerbela üzerinden ilerleyen ve ilerleyecek olan bu çizginin farkında olan Alevi sağı Kerbela’yı bu anlamda olabildiğince tarihsel gerçekliğin belli bir okuma biçimiyle doldurmaya ve dondurmaya çalışmakta ve aynı ölçüde de müze talebinden uzak durmaktadır. Oysa müze talebini dile getiren Alevi aktörleri bu talep etrafında ritüelin kendini yeniden canlandırma gizilgücüne sahip olduğunun farkında bile gözükmemekte, taleplerine direnişin mevcut iktidarın hukuk ve siyaset algısından, en fazlasından asimilasyonist hattından, unutturma girişiminden kaynaklandığını düşünmektedirler. Gerçekten de, siyasal iktidarın şimdilik çok kaygılanması gereksizdir. Çünkü çokça iddia edildiği gibi (…) Aleviler Madımak’ın müze yapılmasını isterken, bunu hatırlamak için istemiyorlar; böyle bir katliamın ve acının unutulabilmesi ne mümkün? Tersine, Aleviler unutulmaz bir acıyı taşa, tuğlaya, tutuşan perdeye, ise dumana aktararak dağıtmak ve unutmak istiyorlar; kendileri unuturken Sünnilerin hatırlaması için. Çünkü Sünniler Madımak’ı hatırladıkça, kuşku yok, Aleviler “unutacaktır.” (A.g.y.) 

22_ Bunun için örneğin Ali Ekber Eren’in Sivas ağıdına bakılabilir: 
“Doymak bilmediler kana/ 
Yüzlerce yıldan bu yana/ 
Nesimi’den Pir Sultan’a/ 
Yine döndük düne bugün// 
Nedir çektiğimiz zulüm/ 
Üstümüzde yağlı ölüm/ 
Dizgin vurulur mu gülüm/ 
Böylesi bir kine bugün.” Rasgele seçilmiş bu ağıtta bile iki temel fikir başlı başına dikkat çekicidir: 
İlki, yukarıda ele alınan süreklilik fikridir; ancak bu sürekliliğin mahiyeti elbette tartışmalıdır. 
İkincisi ise, ağıtı söyleyen kendilerine yönelen kinin öylesine farkındadır ki buna dizgin vurulamayacağını bilmektedir; adeta bu kin, kindarın ontolojik bir yapıtaşıdır. 

23_ Örneğin, Madımak katliamından sonra hızla yayılan ‘katliama ağıt’ formu içinde üretilen Ozanlar Ölmez, Sivas katliamı adlı albüme bakılabilir. Bu albümün hiçbir özgünlüğü yoktur; özgünlüğü de buradadır zaten. Şöyle ki albüm tok bir erkek sesinin verdiği mesajla açılmaktadır. 
Mesaj şudur: 
“Demokrasiye düşman, bana düşman/ 
Atatürk’e düşman, bana düşman/ 
Hacı Bektaş’a düşman, bana düşman/ 
Pir Sultan’a düşman, bana düşman/ 
Ozanlara düşman, bana düşman/ 
Yazara düşman, bana düşman/ 
Birliğe düşman, bana düşman/ 

Bayrağıma düşman, bana düşman.
” Bu girişin hemen ardından ise burada yer verilen “düşmanlığın” kime olduğunu Sıtkı’nın bir deyişiyle örneklenmektedir:
“Gördüğün cahile gönül katarsın/ 
Gahi boşalır gahi dolarsın/ 
Al(i) evladıyla dava kılarsın/ 
Mervan mısın bilemedim ben seni” Albümün devamına bakıldığında da Aleviliğin son derece geleneksel ve özellikle yola bağlılığı öne çıkaran nefesleriyle, 
Aleviliğin ve Alevilerin kendilerini “tanımladığı” nefeslerinin derlendiği görülmektedir. 
(Örneğin: 
“Pir Sultan’ım şu dünyaya dolu geldim, dolu benim/ 
Bilmeyenler bilsin beni, ben Ali’yim, Ali benim”) 
Katliamda yitirilenler içinde tüm farklı ideolojik konumlanışlarıyla birlikte Türkiye’nin önde gelen aydınlarının da bulunması bu üstlenme ve sahiplenmeyi 
de kolaylaştırmış görünmektedir. Albüm için, bkz. Özbulut Müzik Üretim ve Yapımcılık, İMÇ, İstanbul. 

DİPNOTLAR DEVAMI.. 10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***