4 Kasım 2019 Pazartesi

MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI., BÖLÜM 9

MADIMAK KATLİAMI ÖRNEK OLAYI., ÖNCESİ VE SONRASI.,  BÖLÜM 9



Köy Muhtarı, katliamın yaralı kurtulan tarafı, bütün bu sözleri, siyasal iktidar katliamı unutturmamak için şehitlik düzenlemesi yapmışken, devlet bütün 
protokolüyle orada bulunuyorken dillendirmektedir. Muhtar bundan yakınırken, üç gün önce Sivas anmasına gidenler katledikleri mekana bile sokulmamış, ilgili mekan kendi talepleri hilafına bir “ucubeye” dönüştürülmüş ve üstlerine gaz bombaları atılmıştır. 

Bu örnek bile göstermektedir ki sorun unutmak ya da unutmamak değildir. Sorun hatırlamanın biçimlerinin ve buna bağlı siyasal seferberliğin içinin nasıl doldurulduğu, hangi aktörlerce nasıl bir inşaya yönelindiğidir. Bu perspektiften bakıldığında Madımak’ın bilim ve kültür merkezi olarak düzenlenmesi yerine utanç müzesi olarak düzenlenmesinin de kendiliğinden bir değer taşımayabileceği kolayca anlaşılmaktadır. 
Belki de yine ütopyalara atıfla, 38 siyasal iktidarla kurulan bağlar ölçeğinde, siyasal iktidarın Madımak’ı utanç müzesi olarak düzenlememesinden değil, düzenlemesinden korkmak gerekir. Bu korkuyu bir mizah dergisi madımak anmalarının bu yılki seyrinde kapağına taşımıştır: Gırgır dergisinin 6-13 Temmuz 2011 tarihli, 28. Sayısının kapağını bir elinde copu, diğer elinde biber gazı ve ağzından alevler fışkıran bir polis karikatürü ‘süslemektedir.’ Copu, biber gazı ve ağzından çıkan alevlerle barışçıl olarak anmaya gelenlerin üstüne saldırır bir biçimde resmedilen polis, aynı anda şöyle bağırmaktadır: “Asıl biz unutturma yacaz laaan!” (Gırgır, 2011) 

Bu ‘hakikat’ karşısında, Alevi hareketi ve şehit aileleri, “Madımak şehitlerini” özgülleştirmek ve özgünleştirmek ile, Hz. Hüseyin’in “katarına katıp” Elbistan yöresi dedelerinden Al Dede’nin deyişiyle “Hançer ile ölen çoktur/ Hüseyn-i Kerbela olmaz”39 deyip Kerbela’ya taraf olmayı sürdürmek arasındaki bir seçim üzerine düşünmek zorunluluğuyla karşı karşıya görünmektedirler. 

DİPNOTLAR;

1_ 1-4 Temmuz 1993 aralığında, Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsünü gerçekleştirmek üzere Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) öncülüğünde 
düzenlenen şenliğe yönelik saldırılar bir hafta öncesinden, devletin gözü önünde hazırlıkları yapılarak gerçekleştirilmiştir. 2 Temmuz günü Sivas’ta gerilim doruğa çıkmış ve binlerce kişi, etkinliğe katılmak için Sivas’ta bulunanların sığınmak zorunda kaldığı Madımak Oteli’ni kuşatmıştır. Devlet, bu kuşatmayı dağıtmak için hiçbir girişimde bulunmamış, bu kuşatma ve sonrasında otelin ateşe verilerek 33 kişinin katledilmesi, dakika dakika kameralar tarafından kaydedilmiş ve canlı yayında tüm dünyaya izletilmiştir. İçlerinde Türkiye’nin çok değerli entelektüellerinin de bulunduğu, çocuk yaştakilerden en yaşlısına kadar etkinlik katılımcısı 33 kişinin yanında, iki otel çalışanı da bu yangında can vermiştir. Ayrıca kamera görüntüleriyle oteli ateşe verdiği görülen iki saldırgan, bununla da yetinmeyip yanan oteldekilere saldırılarını sürdürmek üzere otele dalmış ve onlar da hayatlarını kaybetmişlerdir. 

Sonuç olarak ölü sayısı 37’ye yükselmiştir. Ancak katliamın hangi aktörlerce, neye dönük olarak planlandığı ve gerçekleştirildiği, üzerinden 18 yıl geçmiş olmasına karşın hala tam olarak aydınlatılamamış ve kimi failler hiçbir zaman bulunamamıştır. Katliamdan idari ve siyasal olarak sorumlu olanlar hakkında ise şimdiye değin hiçbir işlem yapılmamıştır. Katliam hakkında ayrıca ayrıntılı bilgi için, bkz. (Pir Sultan, 2011) Bir gazetecinin, Dilek Kurban’ın yaklaşımıyla özetlenirse: “Sivas’ta 33 insan, sadece Alevi oldukları için (Aziz Nesin örneğinde ateist olduğu veya İslam’a hakaret ettiği düşünüldüğü için), camiden çıkışta galeyana getirilen (kolayca da gelen) çoğu dindar Sünni Müslüman olan Sivas halkı tarafından, devletin işbirliğiyle ve toplumun gözünün önünde katledildi. Otelde çalışan iki kişinin daha öldürüldüğü doğru ancak bu, hedef gözetilen Aleviler ve Alevilik olduğu gerçeğini değiştirmez. Üç gün sonra Başbağlar’ da 33 kişinin katledildiği de doğru ama bu Sivas’ta 1) hepimizin gözünün önünde; 2) 8 saat boyunca; 3) devletin müdahale etmeyip teşvik ettiği; 4) aralarında
Milli Görüş geleneğinden gelen bir partinin üyelerinin de bulunduğu halk tarafından; 5) bir katliam yapıldığı gerçeğini değiştirmez.” (Kurban, 2011)

2_ Örneğin bu yıl, 18. Yıl anmalarında bildiri yayınlayan hemen çoğu demokratik kitle örgütü, bildirilerinde aynı başlığı öne çıkartmaktadır. Bunlardan biri, Türkiye Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği (TMMOB) bildirisidir. Bildirinin başlığı ve son cümlesi aynıdır: “Sivas’ı unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız!” Bildiriye göre, “toplumsal belleğimizde derin bir yara bırakan Sivas katliamı,geçen zaman içerisinde egemenler tarafından unutturulmak istenmiş, ancak tüm çabalara rağmen unutturulamamıştır.” Aynı temalı bir diğer bildiri, Eğitim-Sen’e aittir. “18. Yılında Sivas katliamını Unutmadık, Unutturamayacak lar” başlığını taşıyan bildiride şöyle denilmektedir: “Aydınların diri diri yakılmasına neden olanları korumaya çalışanlar, yaşanan acıları unutturmaya (…) çalışmaktadırlar. (…) Türk-İslam sentezci zihniyet, geçmişte (…) gerçekleştirdiği katliamları unutturamadığı gibi, Sivas katliamını da tüm çabalara rağmen unutturamayacaktır.” Türkiye’nin en büyü işçi sendika  konfederasyon larından olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) de aynı başlığı tercih etmektedir: “Madımak yangını unutulmayacak!” Bildiride esas olarak “geçmişi kapatmaya ve unutturmaya çalışmakla değil, onunla yüzleşerek toplumsal barışı sağlayabileceğimiz unutulmamalıdır” denilmektedir. (Alevi Haber Ajansı, kısaca AHA-a, 2011) 

3_ Alevilerin sözünü ettiği bu süreklilik Aleviler aleyhine politik bir silah olarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Örneğin en son 12 Haziran 2011 seçim sonuçları sürecinde, BDP genel başkanı, Selahattin Demirtaş, Tunceli’de kendilerince gösterilen bağımsız adayın seçimi kaybetmesi ve ilin iki milletvekilliğinin de genel başkanı Tuncelili olan CHP’ye gitmesi üzerine, “Dersimlilerin Kerbela’da öldürülen 72 kişiyi unutmadığını ama Dersim katliamında öldürülen 70 bin kişiyi unuttuğunu” söylemiş ve “Dersim ihanetini unutmayacağız” diye eklemeyi de ihmal etmemiştir. (Demirtaş, 2011) Aynı temayı AKP genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan miting meydanlarında Dersim’in sorumlusu olarak CHP’yi göstererek kullanmaktan geri durmamıştır. Ancak bu yaklaşım daha eskidir. Dersimlilerin ya da genel olarak Alevilerin Kerbela’yı unutmayıp Dersim’i unuttuğunu söyleyen ilk isimlerden biri, Kürtlerle ilgili çalışmalarıyla tanınan İsmail Beşikçi’dir. Örneğin, bkz. (Beşikçi, 2009). Onun hemen ardından AKP’nin ideolojik ikliminin bir parçası olan Yasin Aktay, Alevilerin Kerbela’nın intikamı peşinde olduğunu, yani tarihin telafi edilme arzusunun Aleviliğin kurucu bileşenlerinden biri olduğu iddiasıyla öne çıkmış ve aynı biçimde, mazlumun iktidar arzusundan hareketle muktedir Kemalizm’le bütünleştiğini ima etmiştir. 
Bu konuda ayrıntılı bir tartışma için, bkz. (Yalçınkaya, 2005). Bu dört ayrı yaklaşımın tasavvuru içinde, Aleviler bir tür demanslı topluluk olarak belirmektedir: En geridekini çok canlı bir biçimde hatırlayan ama dün yediğini unutmuş hasta bir topluluk! Bu örneklerin gösterdiği şey, herkesin, kendi siyasal konumları ve duruşları gereği, Alevileri bir şeyleri hatırlamaya çağırdığıdır. Dikkat çekici olan yan ise, Alevilere çağrı çıkaran aktörlerin, kendi konumları gereği Alevilerin hatırlaması gerektiği şey olarak onların önüne koydukları öneri doğrultusunda, Alevileri “ilerici ya da gerici” siyasal konumlarla bitiştirme arzusudur. Bu da daha en baştan göstermektedir ki sorun, Alevileri hatırlamaya çağıran kesimler için sorun, Alevilerin hatırlaması ya da unutması değildir. 
Gerçekte sorun mevcut Alevi belleğinin siyasal olarak nasıl seferber edileceğidir. 

4_ Madımak Oteli, valilik tarafından bilim ve kültür merkezine dönüştürülürken binanın bir bölümü de anı köşesi olarak düzenlendi. Ancak bu anı köşesinin ilginç bir özelliği hemen dikkat çekti. Bilindiği gibi, Madımak katliamında toplam can kaybı 37’dir. Ama bu 37 kişinin 33’ü şenlik için kentte bulunan ve göstericilerin katlettiği, asıl hedef gruptur. İki kişi o sırada otelde bulunan ve terk edemeyen otel çalışanıdır. Kalan iki kişi ise doğrudan oteli ateşe verenler içinde yer alan göstericilerdendir. Valilik işte hazırladığı bu anı köşesinin en başına katliam zanlısı olarak suçlanan bu iki kişinin adını da eklemiştir. 
Anı köşesinin alfabetik sıraya göre hazırlandığı ileri sürülmüş ve bu nedenle de saldırganlardan Ahmet Alan’ın adı en başa yerleştirilmiştir. 

Bu uygulamayı savunan ve bir gazete haberine göre, AKP’li olduğu iddia edilen4 (Karabudak, 2011) Sivas valisi Ali Kolat ise bu durumu şöyle meşrulaştır maktadır: “İnsan merkezli baktığımız için hiçbir ayrım yapmadık.” (Bianet-a, 2011) 

5_ Bunun için diğer tepki haberlerine de burada özetle yer verelim. Bu tepkilerden biri de yine katliamda öldürülen, şair Behçet Aysan’ın kızına aittir. Eren Aysan, anı köşesinde anılan göstericilerin, kamera kayıtlarında, oteli ateşe verenlerle birlikte hareket ettiğinin açıkça görüldüğünü ifade ediyor. Ayrıca bu haberde Zeynep Altıok ve Eren Aysan’ın babalarının isminin anı köşesinden kaldırılması için hukuk mücadelesi başlattıkları bilgisine de yer verilmektedir. (T24 Haber, 2011) Valiliğin bu eylemi, Alevilik hareketi içinde olsun, olmasın, farklı çevrelerden benzer tepkiler aldı. Örneğin PSAKD genel başkanı Hüseyin Güzelgül, “katliam failleri ne zaman mağdur oldu?”diye sorarken eklemektedir: “Bilim ve Kültür Merkezi’ne çevirerek Madımak adını unutturmak gibi beyhude çabalarda vazgeçilmelidir.” (BirGün-a, 2011) Eski ABF genel başkanı Ali Balkız da bu girişimi kışkırtıcı bulduğunu söylüyor ve ekliyordu: “Bu bir skandalın ötesinde bize hakarettir. Garabet bu kadar olabilir. Ucube denilen şey budur işte.” (Şanlıkan, 2011) Radikal’in haber başlığı da oldukça manidardır: “Madımak’ta anma yasaklandı, öldürenler ölümsüzleşti.” (Yalçınkaya-Ceylan, 2011) 

6_ Bu ibarenin dışında ayrıca aynı köşede yer alan Atatürk büstünün kaidesine yazdırılan yazı da anlamlıdır: “Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı bir engel yoktur.” (AHA-b, 2011)  Bu durumda, farklı düşünceler taşıyan aydınlarla, farklı inanışlı Aleviler yakılmıştır ama valilik, onların yakılarak öldürülmesini umursamadan milli birlik ve beraberliğe gönderme yaparak farklılığın nasıl cezasız kalmayacağını Atatürk büstüyle işaret etmekten geri durmamıştır. 

7_ “Binanın önünde grup halinde basın açıklaması yapılamayacağını, ancak temsilcilerin burayı ziyaret edip çiçek koyabileceğini belirten Kolat’a, bina önüne 
gelinmesine müsaade edilip edilemeyeceği sorulduğunda da ‘Grubun buraya gelmesine müsaade edilmeyecek’ yanıtını verdi. Kolat, ‘biz kanun ne ise onu uygulamaya çalışacağız. 
İhtarımızı ikazımızı yapacağız. Buna rağmen ihtara ve ikaza uyulmazsa gerekli tedbirlerimizi de alacağız. O konuda da bir sorun çıkacağını sanmıyorum.” 
(NTVMSNBC-a, 2011) 

8_ Aslında bu soruların yanıtları olayları soruşturmakla görevli TBMM komisyonunda dönemin Sivas valisi Ahmet Karabilgin ve Emniyet müdürü Doğukan Öner’e sorulmuştu ve oldukça anlamlı yanıtlar da alınmıştı. Soru: “Gözyaşı bombası var mıydı, yok muydu emniyette?” Valinin yanıtı “vardı.”Soru: “Peki niye kullanılmadı?” Yanıt: “Gerekçe şuydu: Bu bomba kapalı mekanlarda kullanılır, bina içinde. Caddelerde, sokaklarda bu bombanın etkili olmayacağı söylendi.” Soruları yönelten Bülent Akarcalı’nın buna karşılık yorumu: “O zaman bütün dünyada bildiklerimiz geçersiz. Orası dar bir sokak, başka sokaklardan giriş var. Gerek o binanın üzerinden gerekse yan sokaklardan atılacak bütün bombalar, beş tane değilse 15 tane, kesinlikle etkili olur. Şuraya 5-10 tane göz yaşartıcı bomba atalım düşünülmüyor.” Bu yorum üzerine emniyet müdürü validen farklı olarak, “şubede göz yaşartıcı bomba bulunmadığını, bombaların özel harekat timlerinde olduğunu, onların da kırsala gönderildiğini anlattı.” 
Anlaşılan o ki özel harekat timleri, emniyetin göz yaşartıcı bombalarının tümünü yanlarında taşıyorlar ve dahası valiye bu bombaların açık havada etkili olmadığı 
bilgisi iletilirken, özel harekat kırsalda bu bombaları kullanıyor! Bkz. (Radikal-a, 2011) 

9_ Madımak anmasına yasak getirilmesi ve gaz bombalarıyla saldırılması farklı çevrelerde de tepkiyle karşılandı. Akşam gazetesinden Nihal Kemaloğlu’na göre, “tam 18 yıl sonra Alevilerin Madımak Oteli’ni Utanç müzesine çevirme talebine kulak asmayan (…) devlet, bugün bu müzenin önünde anma etkinliği yapılmasına bile yasak getiriyor. Müzedeki anma panosundaki isim listesinin otele saldıranların ismiyle başlaması size ‘anmayı’ değil, yine ya körkütük unutmayı ya da devletin müsaade ettiği kadar ‘hatırlamayı’ dayatıyor” (vurgular aslında). (Kemaloğlu, 2011) Radikal’den Cüneyt Özdemir ise, bir yandan her nasıl bir düşünceyle ilgiliyse, anmaları tahammül konusu olarak kurarken, öte yandan anmalara gösterilen tepkiyi valilikle sınırlandırmıyor; tüm Sivas halkını bağlayıcı hale getirerek hatırlamaya vurgu yapıyor: “Yılda bir gün (…) Madımak Oteli’nin önünde anma yapmak isteyen insanlara neden izin verilmez? Bu kadar zor mudur, esnafının, valisinin, polisinin, Sivaslıların tahammül göstermesi? Yıllar önce insanların içini yakan bir ateşi sadece bir gün olsun söndürmek için saygı duruşuna gelen insanlara tahammül göstermek bu kadar mı imkansız? (…) Ne gelecek yıl ne de sonrasındaki yıllar o katliamı ne utturabilir ne de anılmasını önleyebilir. (…) Bu devlet yakmaktan kurtaramadığı aydınlarını anılmaktan koruyorsa Yaksın Bu Dünya” (Özdemir, 2011) 

10_ Bunlardan bir örnek olarak Aslı Aydıntaşbaş’a kulak verilebilir. Aydıntaşbaş, öncelikle hükümetin çifte standartlı bir tutum içinde olduğunu saptamaktadır. 
Buna göre, Suriye’de yönetime protestoculara izin ver diye seslenen AKP hükümeti, Türkiye’deki protestolara karşı gaz bombalarıyla saldırdıkça AKP’nin bölgede hedeflediği model ülke misyonu, ironik bir hal almakta, hatta anlamsızlaşmaktadır. Polis devleti algısının giderek yükseldiğini saptayan Aydıntaşbaş, nedense hiç kimsenin orantısız güç kullanan polisten ve ilgililerden hesap sormadığını da not etmekte ve eklemektedir: “Ama nasılsa Türkiye’de asker dışında kimse hatalı değil!” 
Devamla valinin açıklamalarına değinen yazar, ima yollu olarak bu valinin görevden alınmasını da talep ediyor: “Beşar Esad bile Deraa’da göstericilere orantısız güç kullanan valiyi görevden aldı. Suriye’ye “reform” telkin eden Ankara’nın, kendi ülkesinde de hak ve özgürlükleri korumaya kararlı olduğunu gösteren bir jest yapması lazım değil mi?” (Aydıntaşbaş, 2011) Ancak Aslı Aydıntaşbaş, hükümeti her ne kadar Sivas valisini görevden almaya çağırıyorsa da, Türkiye’de yaygınlıkla tecrübe edilen bir uygulama bir kez de Sivas’ta kendini gösterdi: 
Barışçı göstericiler üzerine polise gaz bombalarıyla saldırma emrini veren kamu görevlileri hakkında soruşturma açılacağına, göstericiler hakkında soruşturma açılmıştır. Zaten anma törenlerini yasaklarken vali Kolat, daha önce aktarıldığı gibi, bunu açıkça söylüyordu. 
Gösteriler sonrasında da aynı vali yine Aydıntaşbaş’ın ifadesiyle “empati ve protesto özgürlüğüne saygıdan eser taşımayan ifadelerle ‘bütün fraksiyonlar, 
aşırı uç gruplar olay çıkarmak için oraya geliyor. İçlerinde sadece Alevi vatandaşlar yok. Sadece onlar gelse kapımızı açarız” diyerek bir yandan hem Aleviliği, Türk-İslamcı sentezci bilindik dilin en kalıplaşmış suçlamasıyla, “aşırı uçların taşeronluğu yapmak” suçlamasıyla ve “aşırı uçların Aleviliği kullandığı” argümanıyla yargılıyor, hem de taşınılan pankarta izin verilseydi Sivas halkı ayaklanırdı diyerek aynı anda barışçı amaçlarla kente gelen topluluğu Sivas halkıyla tehdit etmektedir. 
Bu çerçevede anma gösterisine gelenler hakkında soruşturma açılması elbette şaşırtıcı değildir. Anma etkinliğini düzenleyen Demokrasi Platformu üyeleri arasında PSAKD, HBVAKV, Alevi Kültür Dernekleri (AKD) şube yöneticileriyle, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-sen), Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Emek Partisi (EMEP) Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) il yöneticileri bulunmaktadır. Böylece valinin işaret ettiği “aşırı uçların” kimlerden oluştuğu da anlaşılmaktadır. Bu bileşenlerden oluşan tertip komitesi hakkında 1.5 yıldan 3 yıla kadar hapis, 15 bin liradan 30 bin liraya kadar ağır para cezası talep edileceği bildirilmektedir. (BirGün-c ve Radikal-b, 2011) 

11_ Başbağlar katliamı, Madımak katliamından üç gün sonra, 5 Temmuz da yaşandı. Bu katliam da Madımak gibi, hala tüm boyutlarıyla aydınlatılamamış, 
siyasal tarihin karanlık olaylarından biridir. 5 Temmuz’da Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünü basan kalabalık bir silahlı grup, köylüleri kurşuna dizerek evleri ateşe vermiştir. Bu katliamın, Madımak’ın intikamını almak üzere PKK tarafından gerçekleştirildiği sıklıkla iddia edilmiştir. 
Böylece hem PKK ile Aleviler arasında bir bağlantı kurulmuş, hem de Alevilerin de PKK eliyle de olsa kitle katliamları yaptığı iddiası ortaya atılmaya çalışılmıştır. 
Çoğunlukla, Madımak katliamıyla yüzleşilme talepleri karşısına Başbağlar çıkarılarak her iki olayın da karanlıkta kalması sağlanmaya çalışılmaktadır. 
İki katliamı karşı karşıya koyma girişimi bile oldukça manidar bir görünüm sunmaktadır.

12_ Bu davayla ilgili gelişmeler, davanın müdahil avukatlarından Şenal Sarıhan tarafından izlenmekte, derlenmekte ve çeşitli aralıklarla yayımlanmaktadır. 
Bu yayımın son evresi için, bkz. (Sarıhan, 2011) 

13_ Bu yazı yayına hazırlandığı sırada katliamın bir numaralı zanlısı Cafer Erçakmak’ın Sivas’ta, valiliğe, emniyete ve Madımak Oteli’ne birkaç yüz metre mesafede, oğlunun evinde kalp krizinden öldüğü ve gerekli formaliteler atlanarak belediye tarafından gizlice gömüldüğü, mezar tahtasının dış yüzüne dikkat çekmemesi için “Memet dayı”, iç yüzüne ise adının baş harflerinin yazıldığı, öldüğü tarih olarak mezar tahtasına yazılan tarihte, oğluna ait olan evi gören bir kameranın evden bir cenaze aracının cenaze aldığını görüntülediği, yine Türk emniyetinin değil, basının çabalarıyla ortaya çıkarıldı. (AHA-c, 2011) 
Bunun üzerine Aleviler harekete geçerek gizlice gömülen kişinin Cafer Erçakmak olup olmadığının anlaşılabilmesi için cesedin tıbbi tetkike alınması için başvuruda bulundular. (AHA-ç, 2011) 
Ancak, eğer ilgili tetkikler sonucu ölen kişinin Cafer Erçakmak olduğu kesinleşirse, Alevilerin imgelemeni kışkırtacak son denece vahim bir tabloyla karşılaşılacağı açıktır. 
Devlet, burnunun dibinde yaşayan Erçakmak’ı tüm aradığı iddialarına rağmen aramadığı gibi, kamu görevlileri de açıkça adaleti yanıltmak için her tür girişimde bulunmuşlar sonucu kendiliğinden ortaya çıkacaktır ve bunun ipuçları şimdiden kendini göstermiştir zaten. (AHA-d, 2011)

14_ Örneğin Madımak katliamının yaşandığı Pir Sultan Abdal şenlikleri sürecinde dağıtılan ve “Müslüman kamuoyuna” başlığını taşıyan, genel olarak “Müslümanlar” ibaresiyle imzalanmış bildiride tüm Müslümanlar açıkça savaşa çağrılmaktaydı. 
Şöyle deniyordu bildiride: “Kafirler şunu iyi bilmeli; İslam’ın Peygamberini ve Kitabın izzetini korumak için bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün; 
Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.” Aynı şekilde yargılama süreci içinde de katliamın belirli çevreler tarafından açıkça “şanlı Sivas kıyamımız” olarak selamlandığı bilinmektedir. (Bkz. Sarıhan, 2011) 

15_ Örneğin dönemin Hürriyet gazetesi, olayı şu manşetle vermişti: “Sivas’ta Aziz Nesin İsyanı”.( Bkz. Hürriyet, 1993) 

16_ Dönemin AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun girişimleriyle, ilk olarak 2008 Ocak ayında, ikincisi ise yine Ocak ayında 2009’da AKP hükümeti tarafından 
gerçekleştirilen girişimler. Alevilikte Muharrem orucu yas orucu olduğundan, Ramazan orucundaki gibi, toplu iftar açma, şenlikli bir biçimde iftar açma, özel 
ritüellere dönüşmüş halde iftar açma vb. biçimde seyreden bir oruç açma geleneği yoktur. Bu nedenle bu girişim en başından itibaren Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından sert bir tepkiyle karşılanmış, ancak hükümetle sıcak ilişkiler kurmayı önemseyen kimi küçük Alevi dernekleri ve özellikle “Alevi sağını” temsil eden İzzettin Doğan başkanlığındaki Cem Vakfı bu girişime sıcak yaklaşmıştır. (Örneğin, bkz. Milliyet, 2008). 

17_ AKP hükümetinin Haziran 2009-Ocak 2010 tarihleri arasında Alevilik sorununu tartışmak ve olası çözüm yollarını değerlendirmek üzere gerçekleştirdiği iddiasıyla yaptığı yedi ayrı oturumluk çalıştay dizisi. Ayrıca bu oturumlar dışında, 2010 Ocak ve Şubat aylarında biri Alevi dedeleriyle, biri Madımak şehit aileleriyle olmak üzere iki ayrı toplantı ve son olarak Sivas’ta sivil toplum örgütü temsilcisi sayılanlarla bir toplantı daha yapılmıştır. Bu sürecin sonunda, her ikisi başında Faruk Çelik’in bulunduğu devlet bakanlığı tarafından olmak üzere, iki ayrı rapor yayınlanmıştır. (bkz. Kısaca ÖRAÇ, ‘Ön Rapor Alevi Çalıştayı’, 2010 ve kısaca AÇNR, 2010-2011, ‘Alevi Çalıştayı Nihai Rapor’) Alevi hareketi içinden, bir tek HBVAKV çalıştayın nihai raporu üzerine karşı rapor yazarak geniş bir değerlendirmeyle hükümete yanıt vermiştir. (Bkz. Kısaca AABO, 2011, ‘Aleviler Artık Burada Oturmuyor’.) 

18_ Onur Caymaz, BirGün’deki yazısında Süheyl Batum’a atıfla Madımak katliamından ötürü yargılananların avukatlarının bugün geldikleri yeri listeler: 
Hepsi avukat olmak üzere; Şevket Kazan, Eski RP milletvekili ve adalet bakanı; Celal Mümtaz Akıncı, Afyon baro başkanıyken AKP oylarıyla Anayasa mahkemesi üyesi; Hayati Yazıcı, AKP hükümetinin devlet bakanı; Haydar Kemal Kurt, AKP milletvekili; Zeyid Aslan, AKP milletvekili, başbakan Erdoğan’ın eski avukatı; Hüsnü Tuna, AKP milletvekili; Burhanettin Çoban, AKP milletvekili; Faik Işık, başbakan Erdoğan ve Süleyman Mercümek’in avukatı; İbrahim Hakkı Aşkar, AKP milletvekili; M. Ali Bulut, AKP milletvekili; Bülent Tüfekçi AKP Malatya il başkanı; Halil Ürün, RP kayıp trilyon davası sanığı; Mevlut Uysal, 
AKP İstanbul Başakşehir belediye başkanı, Suat Altınsoy, AKP Konya il başkan yardımcısı; Tayfun Karali, İstanbul Büyükşehir belediyesi Darülaceze müdürü; 
Ferruh Aslan, İstanbul Büyükşehir belediyesi basın yayın müdürü; İbrahim Kök, AKP Elazığ milletvekili adayı; Ali Aşlık, AKP İzmir il başkanı; Bedreddin İskender, AKP Ümraniye belediye başkan adayı; Ekrem Bedir, Sakarya AKP Hendek belediye meclisi üyesi; Eyüp Karagüller, eski Saadet Partisi ilçe başkanı; Faruk Gökkuş, AKP Kağıthane belediye başkan adayı, Hasan Hüseyin Pulan, AKP İstanbul il disiplin kurulu üyesi; Hurşit Bıyık, AKP Trabzon il başkan yardımcısı; Reşat Yazak, Anadolu Ajansı yönetim kurulu üyesi. (Caymaz, 2011). 

19_ Bunların en önemlilerinden biri Yıldırım Türker’di. Türker değerlendirmesinde şöyle diyordu: “Reha Çamuroğlu, Madımak Oteli’nin müze yapılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. Söylediklerinin hafifliği karşısında Alevilik’ten geçtim, nasıl bir inancın kollarında bu hale geldiğini merak ediyorum doğrusu: “Acılarımızı hatırlamaya niçin bu kadar meraklıyız, anlamıyorum” diyesiymiş Alevi aydın solcu romancı milletvekilimiz. Geçmiş bitmiş, değil mi? Unut gitsin.” Türker, ayrıca katliama ilişkin olarak, Aktay ve benzeri zihniyettekilere de sanki onları düşünerek yazmış gibi sesleniyordu: “O vahşetin hemen ertesinde muktedirlerin ve kanaat liderlerinin hatırı sayılır bir bölümü, açıkça, imayla ya da sadece kaş kaldırarak suçluyu bulmuş işaret ediyordu: Aziz Nesin. Sözgelimi marifetleri yanına kar kalmış emekli darbeci ressam Kenan Evren, elbette hiç çekinmeden Sivas katliamı ile ilgili fikirlerini dile getiriyordu: “Gereksiz bir konuşma sonucu çıkan olay, solcularla dinciler arasında çekişmeye dönüşüyor. Bunu önlemek lazım. İnsan dinsiz olabilir. Ama bunu ilan etmenin gereği yok.” Şöyle sesleniyordu Türker ilgili yazıda: “Ey muktedir Sünniler; halkınıza verdiğiniz sözü tutamadınız. İnsanlığa karşı işlenen suçlara ortak oldunuz.(…) Sivas katliamı avukatlarının koynundan çıkmışlığınızı unutmaya 
hazırdık. Ama siz, o katliamın konusu edilsin istemiyorsunuz. Herhalde kimilerinin milli hassasiyeti gibi sizin de Sünni hassasiyetiniz inciniyor. Sivas’ın vahşet görüntülerini silmeye çalışanlar gözü dönmüş bir Sünni politikası yapmıyorsa, şunu iyice bellemeli: Makul görünen soğukkanlı ve son derece üstten bir dille Alevilerin sorunlarına eğildiğinizde, barış için elinizi uzatır gibi yaparken karşılığında ondan gördüğü zulmü sineye çekmesini, unutmasını, hesabını sormamasını, izini sürmemesini, yaşadığı benzersiz ıstıraptan bir ders çıkarılması talebinde bile bulunmamasını istiyorsunuz.” (Türker, 2008.) 

20_ Ön raporun hemen arkasından, kendisiyle yapılan bir söyleşide, şöyle konuşuyor N. Subaşı: “Ergenekon’la bütün bu Sivas, Maraş, Gazi olayları ve Madımak bağlantısı dile getirildi mi çalıştaylarda?” sorusuna yanıt olarak: “Getirildi. Ama ben her şeyin bu sözünü ettiğiniz unsurlara bağlanmasından da tedirginlik duyuyorum. (…) 
Sorgulanması gereken şey şu: Her bir Sünni birey nasıl oluyor da böyle bir kumpasın içinde rol alabiliyor? İnsan yetiştirme düzenimizde bir sakatlık var mı? Müfredatımız buna elverişli mi?” (Akman, 2010) Aynı söyleşide Subaşı müze fikrinden yana olmadığını, çünkü müze talebinde bulunanların bu fikir üzerinde derinliğine kafa yorduğunu sanmadığını, kişisel fikrinin ise “güzel ve barışçıl bir çevre düzenlemesi yapılması, Alevilerin katılımına olağanüstü destek verilerek yapılan bir yarışmayla bir anıt yapılması” olduğunu belirttikten sonra anıtın üzerine de şu ibarenin konulmasını öneriyor: “Ortak acı anıtı. Sağduyu ve sevgi yoksunluğunun çok acı verici olaylarından birisi 2 Temmuz 1993’te burada yaşanmıştır. Olayın kurbanlarını diğer bütün sevgisizlik kurbanlarıyla birlikte ortak ve derin bir acıyla ve rahmetle anıyoruz.” Bu önerinin ardından ise Subaşı “Ama sonuçta Alevilerin vereceği bir karardır” diyor. Oysa sürecin sonunun bu yaklaşımla hiçbir ilgisi olmamıştır. Alevi açılımından sorumlu devlet bakanı Faruk Çelik’in yaklaşımı da görünüşte diyaloğa, uzlaşmaya açık bir çözümün arandığı hissini uyandırmaktadır. Alevilikle ilgili soruna başbakanın talimatı gereği Madımak’la başlanacağını belirten Çelik: “Başbakanımız Madımak tartışmasının bir an önce bitmesini istiyor. Çünkü bu konunun istismara çok açık olduğunu ifade ediyor” diyor. (Aksoy, 2010) Bu çözümleme girişiminin ilk adımı olarak da önce orada hayatlarını kaybedenlerin yakınlarıyla bir araya geldiklerini belirten Çelik “bu insanlar acıyı yüreklerinde taşıyan insanlar. (…) Bu insanları dinlemeden, bir adım atmanın doğru olduğu kanaatinde değilim” diyor. 
Nasıl bir çözüm sorusu üstüne ise verdiği yanıt çok anlamlı: “Ne yapılacaksa yapılsın ama Madımak unutulmasın. Bence bu çok önemli. Yani unutturmayacak, yeniden yaşanmamasını sağlayacak bir şey yapmak lazım.” Ancak Çelik bu çözme ve yara sarma girişiminde dış sınırı belirtmeyi de ihmal etmiyor: “Bizim hükümet olarak önceliğimiz şu: Bir kronik sorunu çözerken başka toplumsal sorunlar yaratmamak. 
Bu yüzden Sivas’a gidip oradakilerle görüşüp herkesin üzerinde uzlaşacağı bir sonucu almak istiyoruz.” Buradaki herkese Madımak’ta et lokantası işletenler ve 
marka değerinden satışa çıkaranlar da dahil! Bu ‘dahil’de yer alanları anlamak bakımından önemli not: Madımak Oteli tartışmalarına TBMM bütçe görüşmeleri 
sırasında Kültür bakanı Ertuğrul Günay dahil olmuş ve özetle şu fikri savunmuştu: 
“Hükümetin, vilayetin, askerin, savcının gözünün önünde (…) insanlarımız ölüme, vahşete terk edildiler. Orada aynı yerde bir lokanta yapılmış olması, açıklıkla söylüyorum, beni iğrendiriyor.” Bu sözler üzerine Sivas’ta sivil toplum örgütü sayılan, Sivas Lokantacılar Odası başkanı Nazım Yiğit bakanın açıklamasının kendilerini karalamaya dönük olduğunu belirterek şöyle diyordu: “Sayın Bakan’ın bu olayla lokanta arasında kurduğu bağlantıyı hala çözebilmiş değilim. Bakanın aşağılayıcı sözlerle bu olayı yeniden gündeme taşıması aklımıza “bakanın amacı ne?” sorusunu getiriyor diyordu. İkisi otel personeli olmak üzere, 35 kişinin yakılarak can verdiği bir yerde et lokantası işletmeyi akleden zihniyet nedense bağlantıyı anlayamamıştı. Böylece kimlerin Madımak’la yüzleşmek için gerekli akla sahip olup olmadığı da anlaşılıyor ve aynı şekilde uzlaşma aranılanın kimler olduğu işaret edilmiş oluyordu. İlgili haber için bkz. (Radikal, 2007). 

21_ Orada ayrıca şu saptamalarda bulunuyordum: “Aynı ölçüde de Alevi hareketi talebinin modernliği ölçüsünde talebinin haklılığı, yerindeliği, meşruiyeti bakımından kendinden haklı olarak son derece emindir ama unuttuğu bir şey vardır: 
Sivas’ı Çorum’a, onu Maraş’a, onu ötekine, ötekini diğerine…onu ona…onu ona…onu ona bağlayarak giden ve nihayet Kerbele’da düğümlenen çizgi ve bu 
düğümün Alevi ritüel yapısının tam ortasında, Alevi bünyesini kuran rolü! Alevi geleneğini iyi bilen biri olarak Reha Çamuroğlu bunun farkındadır ve bu farkındalık ölçüsünde de buna karşı devletin temel duyarlılığı ile bütünleşivermektedir. Kerbela üzerinden ilerleyen ve ilerleyecek olan bu çizginin farkında olan Alevi sağı Kerbela’yı bu anlamda olabildiğince tarihsel gerçekliğin belli bir okuma biçimiyle doldurmaya ve dondurmaya çalışmakta ve aynı ölçüde de müze talebinden uzak durmaktadır. Oysa müze talebini dile getiren Alevi aktörleri bu talep etrafında ritüelin kendini yeniden canlandırma gizilgücüne sahip olduğunun farkında bile gözükmemekte, taleplerine direnişin mevcut iktidarın hukuk ve siyaset algısından, en fazlasından asimilasyonist hattından, unutturma girişiminden kaynaklandığını düşünmektedirler. Gerçekten de, siyasal iktidarın şimdilik çok kaygılanması gereksizdir. Çünkü çokça iddia edildiği gibi (…) Aleviler Madımak’ın müze yapılmasını isterken, bunu hatırlamak için istemiyorlar; böyle bir katliamın ve acının unutulabilmesi ne mümkün? Tersine, Aleviler unutulmaz bir acıyı taşa, tuğlaya, tutuşan perdeye, ise dumana aktararak dağıtmak ve unutmak istiyorlar; kendileri unuturken Sünnilerin hatırlaması için. Çünkü Sünniler Madımak’ı hatırladıkça, kuşku yok, Aleviler “unutacaktır.” (A.g.y.) 

22_ Bunun için örneğin Ali Ekber Eren’in Sivas ağıdına bakılabilir: 
“Doymak bilmediler kana/ 
Yüzlerce yıldan bu yana/ 
Nesimi’den Pir Sultan’a/ 
Yine döndük düne bugün// 
Nedir çektiğimiz zulüm/ 
Üstümüzde yağlı ölüm/ 
Dizgin vurulur mu gülüm/ 
Böylesi bir kine bugün.” Rasgele seçilmiş bu ağıtta bile iki temel fikir başlı başına dikkat çekicidir: 
İlki, yukarıda ele alınan süreklilik fikridir; ancak bu sürekliliğin mahiyeti elbette tartışmalıdır. 
İkincisi ise, ağıtı söyleyen kendilerine yönelen kinin öylesine farkındadır ki buna dizgin vurulamayacağını bilmektedir; adeta bu kin, kindarın ontolojik bir yapıtaşıdır. 

23_ Örneğin, Madımak katliamından sonra hızla yayılan ‘katliama ağıt’ formu içinde üretilen Ozanlar Ölmez, Sivas katliamı adlı albüme bakılabilir. Bu albümün hiçbir özgünlüğü yoktur; özgünlüğü de buradadır zaten. Şöyle ki albüm tok bir erkek sesinin verdiği mesajla açılmaktadır. 
Mesaj şudur: 
“Demokrasiye düşman, bana düşman/ 
Atatürk’e düşman, bana düşman/ 
Hacı Bektaş’a düşman, bana düşman/ 
Pir Sultan’a düşman, bana düşman/ 
Ozanlara düşman, bana düşman/ 
Yazara düşman, bana düşman/ 
Birliğe düşman, bana düşman/ 

Bayrağıma düşman, bana düşman.
” Bu girişin hemen ardından ise burada yer verilen “düşmanlığın” kime olduğunu Sıtkı’nın bir deyişiyle örneklenmektedir:
“Gördüğün cahile gönül katarsın/ 
Gahi boşalır gahi dolarsın/ 
Al(i) evladıyla dava kılarsın/ 
Mervan mısın bilemedim ben seni” Albümün devamına bakıldığında da Aleviliğin son derece geleneksel ve özellikle yola bağlılığı öne çıkaran nefesleriyle, 
Aleviliğin ve Alevilerin kendilerini “tanımladığı” nefeslerinin derlendiği görülmektedir. 
(Örneğin: 
“Pir Sultan’ım şu dünyaya dolu geldim, dolu benim/ 
Bilmeyenler bilsin beni, ben Ali’yim, Ali benim”) 
Katliamda yitirilenler içinde tüm farklı ideolojik konumlanışlarıyla birlikte Türkiye’nin önde gelen aydınlarının da bulunması bu üstlenme ve sahiplenmeyi 
de kolaylaştırmış görünmektedir. Albüm için, bkz. Özbulut Müzik Üretim ve Yapımcılık, İMÇ, İstanbul. 

DİPNOTLAR DEVAMI.. 10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder