Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yekta Güngör Özden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Nisan 2020 Perşembe

28 Şubat Süreci,

28 Şubat Süreci, 




Yekta Güngör Özden,
09/06/2015

28 Şubat davasında tanık olarak dinlenen Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden, (28 Şubat sürecinde) “Ben, bir baskı, darbe, vesaire, rüzgarını bile görmedim” dedi.

Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada söz alan sanık Abdullah Kılıçarslan, iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili hakkında HSYK’nın soruşturma açtığını ifade ederek, “Bu iddianame, Paralel Yapı tarafından kurgulanmıştır, Paralel Yapı’nın savcıları tarafından sevk ve idare edilmiştir. Fetullahçı terör örgütüyle hareket ettiği belli olan bu nedenle bu davadan alınan, ayrıca Seferberlik Tetkik Kuruluna dönük ‘Kozmik Oda’ soruşturmasındaki hukuka aykırı davranışları nedeniyle hakkında soruşturma açılan savcılarca hazırlanan bu iddianamenin yok hükmünde olduğunu arz ediyorum” diye konuştu.

Kılıçarslan, ayrıca dosyadaki belgelerin bulunduğu CD’ye ilişkin şüphelerini dile getirdi ve CD üzerinde inceleme yapılmasını istedi.

Sanık Çetin Doğan ise duruşmada okunan, 13 Mart 1997’deki Bakanlar Kurulu tutanaklarına ilişkin “inceleme tutanağında”, askerin “a”sının geçmediğini ifade ederek, kararları, Bakanlar Kurulunun, özgür iradesiyle aldığını savundu.

Sanık avukatlarından Ali Fahir Kayacan, “inceleme tutanağında”, 1987’deki MGK’dan bahsedildiğini hatırlatarak, “O MGK kararlarının celbini talep ediyorum” dedi.

Sanıklardan dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın avukatı Erol Aras da “inceleme tutanağında”, Bakanlar Kurulunun tehdit edildiğine yönelik ima dahi bulunmadığını savunarak, “Yaklaşık 2 yıldır süren davada bütün bulgular hükümetin görevini yapmasını engelleme gibi bir olgunun gerçekleşmediğini ortaya koydu. Artık sayın heyet, dosya için karar noktasına gitmelidir” diye konuştu.

Müşteki avukatlarından Emrullah Beytar da “İnceleme tutanağına ilişkin belgede, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın açık beyanı var. Anladığım kadarıyla, hükümetin düşürülmesine yönelik eylemler söz konusu ve bu eylemde de medya kullanılıyor. Başka çevrelerin kim olduğu açıklanmıyor. Erbakan’ın bu ifadesiyle o dönem meydana gelen gelişmeler, brifingler, Meral Akşener’in buradaki ifadesi ve o dönemin kuvvet komutanlarından Güven Erkaya’nın beyanları açıkça birbirlerini desteklemekte. Hükümete yönelik baskı olduğu ve bunda da sivil toplum örgütlerinin ve medyanın kullanıldığı açıktır” ifadelerini kullandı.

Müşteki avukatlarından Hüsnü Tuna ise toplantı tutanağında askere ilişkin herhangi bir kaydın olmamasının, toplantıyı askerin yaptırmadığı anlamına gelmediğini savundu.

– “Baskı, darbe, vesaire, rüzgarını bile görmedim”

Duruşmada, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden’in tanık olarak ifadesi alındı.

Özden, “1991, 1998 arasında Anayasa Mahkemesi başkanlığı yaptım. Ayrıldığım güne kadar devlet protokolünde üçüncü sırada yer aldım. Bir gün resepsiyon için Köşk’e gittiğimde kapıda Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ile karşılaştık. Bana, Refah Partisi’ne açılan davayı kast ederek ‘Anayasa Mahkemesinin davayı uzattığı söyleniyor’ dedi. Ben de ‘o yalanı kim söylüyor’ dedim. Ben, bir baskı, darbe, vesaire, rüzgarını bile görmedim” diye konuştu.

Mahkeme Başkanı Turhan Kök’ün, “Batı Çalışma Grubu ismini ilk kez ne zaman duydunuz? 28 Şubat döneminde iddianameye konu olan yargı mensuplarının karargaha çağrıldığı, brifing verildiği söyleniyor. Bununla ilgili ne biliyorsunuz?” sorusu üzerine Özden, Batı Çalışma Grubunu, halk ve meslektaşları arasındaki konuşmalardan duyduğunu, katıldığı brifingde de darbeyle ilgili bir şey duymadığı söyledi.

Özden, şöyle konuştu:

“Aradan 18 yıl geçti, yazılı mı sözlü mü olduğunu hatırlamıyorum. Bize baskı yapılması söz konusu değil. Arkadaşlara söyledim, dinlemeye gidecek varsa gitsin dedim. Gittik, izledik. Orada geçtiğimiz yıllarda AK Parti’de Milli Savunma Bakanlığı yapan Vecdi Gönül de vardı. Çocuk değiliz ki bir dayatma olsun. Sadece filmler gösterildi. Onu izlemekte beis görmedik. Bilgi edinmekte bir sakınca olmadığı için gittik. Davet eden Genelkurmay Başkanlığı, karakol komutanlığı değil.”

Refah Partisi’yle ilgili kapatma kararının, emekli olduktan 7 gün sonra dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer başkanlığındaki heyet tarafından verildiğini belirten Özden, Anayasa Mahkemesi ve kendisine yöneltilen eleştirileri kabul etmediğini bildirdi.

Özden, “Birçok eleştiri oldu. Vural Savaş ile dava dilekçesini birlikte hazırladılar diye. Vural Savaş ile hiç konuşmadık. Dilekçeyi kabul ettim, genel sekretere havale ettim. Dava açıldığından haberim yoktu” dedi.

Müşteki avukatlarından Hüsnü Tuna’nın, Genelkurmay Başkanlığındaki brifinglere yargı mensuplarının katılmasının tarafsızlık ilkesine aykırı olup olmadığını sorması üzerine Özden, “Çocuk değiliz, telkin, talimat, genelgenin ne olduğunu bilen biriyiz. ‘Ne oluyor’ diye izledik. Vatandaş olarak ‘bilgimiz olsun’ diye gittik, hakim olarak gitmedim. Kimse bize talimat veremez. Kimse yönlendirmedi, baskı yapmadı. Öyle bir çabada da bulunmadılar. Bana göre hiç bir sakıncası yok. Hukuk devletiyle hiç çatışan bir durum yok” ifadesini kullandı.

Özden, Tuna’nın, “O dönemde Refah Partisi davasıyla ilgili ‘altı ayda biter’ diye sözünüz var. Bunu açar mısınız” sorusuna karşılık “Çalışırsanız biter, dosyayı okursanız, kanıtları toplarsanız biter. Bu davalar gibi değil, dosya üzerinden karar vereceksiniz. Onun için söyledim” dedi.

Müşteki avukatlarından Emrullah Beytar’ın “Sincan’da tanklar yürüyor. Birçok gazetede ordunun darbe yapacağı, müdahale edeceği yazıyordu. Bunları okudunuz mu? Bunlarla ilgili Genelkurmay’dan bilgi aldınız mı” sorusu üzerine Özden, “Belki haberleri görmüşümdür. Silahlı kuvvetlerimizin böyle bir şeye kalkışacağını yakıştıramadım” diye konuştu.

– “Ahmet Necdet Sezer yoktu”

Özden, müşteki avukatlarından Necip Kibar’ın, “Davet edildiği halde o toplantılara gitmeyenler var mıydı? Bu kişiler kimlerdir” sorusuna, “Gelmeyenler oldu. İsim isim hatırlamıyorum. Ama Ahmet Necdet Sezer yoktu. Elinde dosya olanlar gelmedi. Bizim için yaşamın olağan akışında olan olaydı” diye karşılık verdi.

Kibar’ın, “Adalet Bakanlığı bu brifinglere katılınmamasını istedi. O dönemin hükümetine başkaldırı gibi cübbeyle gidenler oldu. Bu tabii bir hadise mi” sorusu üzerine Özden, “Anayasa Mahkemesine, ‘oraya gitmeyin’ diye bir yazı gelmedi. Cübbeyle oraya kimse gitmedi. Arkamda oturan adamların da cübbeli olup olmadığını nereden bileyim” şeklinde karşılık verdi.

Duruşmaya yarın devam edilecek.

https://www.nationalturk.com/yekta-gungor-ozdenden-28-subat-durusmasinda-carpici-ifadeler-213128/

***

Aydınların Aymazlığı,

Aydınların Aymazlığı,




Yekta Güngör ÖZDEN,
Aymazlık

TÜRK tarihini yeterince bilmeyenler ve okuduklarını anlamayanlarla anlamak istemeyenler gelişigüzel ve amaçlı saptırmalarla ulusal 
varlığımız ve geçmişimiz için uluorta sözler ediyorlar. 

Özellikle...

TÜRK tarihini yeterince bilmeyenler ve okuduklarını anlamayanlarla anlamak istemeyenler gelişigüzel ve amaçlı saptırmalarla ulusal varlığımız ve geçmişimiz için uluorta sözler ediyorlar. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, yapım koşullarını, yeni bir dönem ve kurum olma niteliğini değerlendiremeyenler, olmadık nedenlerle düşünce açıklıyorlar. AKP Genel Başkanı Bay RTE 12 Ocak’ta Kocaeli’nde yaptığı konuşmada “..Cumhuriyet yeniden bir kuruluş değildir aslında. Selçuklu’nun, Osmanlı’nın devamı mesabesindedir (niteliğindedir, değerindedir)” diyerek Türklüğü öteleyip, soy niteliği bozulmuş Osmanlıyı öne çıkardı, Atatürk’ü ve yepyeni cumhuriyeti değersiz ve önemsiz gösterdi. Son zamanlarda kendi yaptıklarını bırakıp Atatürk ve İnönü zamanlarını faşistlikle suçlayan aymazlar türedi. Bu yöneliş tam bir aymazlık (gaflet) tır. Yetersiz bilgi, amaçlı yaklaşımla yapılan nitelendirmenin hiçbir değeri yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, yoktan var edilmiş yepyeni bir yapı, kurum olduğu gibi sapkınlıkları (hainlikleri, ihanetleri) belirgin, Türklükleri tartışılır son Osmanlıların hayal edemeyecekleri bir oluşumdur. 
Atatürk ve İnönü’yü faşistlikle suçlamak bir karaçalma (iftira) olduğu gibi ulusal değerlere saygıyla bağdaşmayan nankörlüktür. 
Anayasal tarafsızlık andına uymayan Bay RTE’ın partizan savları, çabaları, siyasal beklentilerine uygun açılım ve eleştirilerinin gerçekle ilgisi, 
“yok” denecek kadar azdır. Saldırı nitelikli ve içerikli çıkışlarıyla ulusal değerlere zarar verdiğini kendisine anımsatmayan yakınları, yandaşları 
ve adamları iyi düşünmelidirler. Seçim için yapay sorunlar çıkarıp, ilgisiz konularla söylev şişiriyorlar. İktidarcılarla yandaşları içsavaş varmış 
gibi konuşuyorlar. ABD Başkanı’nın dostluğa, ortaklığa, NATO üyeliği ilişkisine aykırı sözlerine gereken yanıtı veremeyen iktidar, içerde 
kendilerinden olmayanlara saldırılarını tüm ağırlığıyla sürdürüyor. 

Bir seçim için yurttaşları böylesine ayıran, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı yıkan tutum kime ne kazandırır? 
İçerde birlik kuramayan iktidar dışarıya karşı çıkamaz. Trump'un “mahvetme” tehdidine  “üzülmek”le kalan iktidarın içerdeki hırçınlığı 
örnek bir siyaset psikolojisi sorunudur.

   Seçim konuşmaları oldukça karışık olan Bay RTE geçici de olsa taşıdığı sıfatla  bağdaşmayan niteleme, karalama ve suçlamalar yapıyor. 
Birleştirici, barışçı  değil ayrımcı ve kavgacı tutumu makamının ve sıfatının saygınlığıyla uyuşmuyor. 

   Birçok kişiliksiz, niteliksiz, gösterişçi, çıkarcı partizan, çığırtkan ve  yaygaracının bulandırdığı seçim ortamında parti liderlerinin çok dikkatli 
olmaları gerekiyor. Suriyeli seçmenler, ölü seçmenler gibi sorunların yaşandığı  günümüzde herkese özen göstermek düşüyor.

Ressam Cemal AKYILDIZ'ın ATATÜRK resimleriyle aydınlığımızı artıran yeniyıl  takvimleri yüreklerimizi ısıtıyor. 

Bu benzersiz sıcaklık mutluluğumuzu artırıyor.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yekta-gungor-ozden/aymazlik-2-3244980/?utm_source=gazeteoku&utm_medium=referral


***

İlericilik,

İlericilik, 




Yekta Güngör ÖZDEN,
 17 EKİM 2012

Kavram kargaşasının alabildiğine arttığı, değer yargılarının olabildiğince bozulduğu günümüzde kimi niteleme ve tanımlar tartışma yaratmakta, toplumsal ve bireysel çelişkilerle sakıncalı duraksamalara neden olmaktadır. Birine göre önde olmayı, ulaşılacak yeri anlatan "ileri" sözcüğünden türetilen, ilerde olmayı ve durmayı amaç edinen, hep ilerde bulunan kişiyi belirten "ilerici" sözcüğü, genelde, çözüm öngörüleri, duyguları, düşünceleri, davranışları, özetle söylem ve eylemleriyle alanında yenilikten, uygarlıktan, çağdaşlıktan, bilimsellikten yana olanı, başkalarına göre bu konularda daha iyi durumda olanı niteler. Yarışmalarda sıralamanın önünde olandır. Kimi zaman ölçüsü, kimi davranış sınırıdır. "İlerleyen vakit, ileri geri konuşmak, ileri gitmek, ileri götürmek, ilerisini hesaplamak" gibi dilimizde sık sık geçen sözler anımsandığında olumlu ve olumsuz anlamlarıyla çok kez birlikte bulunduğumuz daha iyi anlaşılır.
Hani bir söz vardır "Leşlerin olduğu yerde akbabalar bulunur" diye. Gericinin olduğu yerde mutlak ilerici vardır. Türk Ulusu'nun yakasından iki yüzyıla yakın bir zamandan beri gericilerin kanlı ve pis elleri çekilmemiştir. Şeriat düzeninin egemen olduğu 1800'lü yıllarda "Şeriat isterük!" çığlıklarıyla sokağa dökülen onlardır. Yeniliklere karşı çıkanlar onlardır. Mustafa Kemal, Atatürk, Cumhuriyet, Laiklik, Demokrasi yokken (1832 Patrona İsyanı, daha sonraki olaylar, 1909 31 Mart Olayı) kan dökenler onlardır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Yeşil Ordu, Halife Ordusu adıyla padişah-halife için silaha sarılıp tam bağımsızlıkçı Kuvva-yı Milliyecilerin karşısına çıkan onlardır. 1925 Şeyh Sait isyanı, 1930 Kubilay-Menemen olayı, Dersim İsyanı, Çorum, Kahramanmaraş, Sivas olayları onlarındır. Türkiyemizi karanlığa gömmek, kendi sapkınlıklarının bataklığına dönüştürmek isteyen gericilerin amaçlarına ulaşmak için yapamayacakları şey yoktur. Değişik katlarda, değişik alanlarda, değişik biçim ve kılıktaki gericilerin dayanışması, tarikat-siyaset-ticaret tezgahının "demokratik hoşgörü" denilerek savunulan aymazlıkla sergilenen oyunlarıyla bellidir. Laiklik paranoyasıyla çırpınan kimileri hücre evlerini, domuz bağlarını, porno izlendiği saptanan sözde din eğitimi veren yerlerin basılmasını bile bile "irtica yoktur" diyerek gericiliğin yaygınlaşıp artmasını körüklemektedir. Üniversitelerde eğitim-öğretimin, siyasal simge durumuna getirilen "türban" yalanıyla sürdürülen başbohçalama kışkırtmasıyla bozulduğunu görmezlikten gelmektedir. Düşünce ve inanç özgürlüğüyle bu özgürlüklerin güvencesi laikliğin değerini bilmeyen, dünyada İslamiyet'in en iyi yaşandığı ülkenin Türkiye olduğunu unutan, Allah, din, devlet ve hukuk kavramlarını anlamayan ve kötüye kullanan gericiler, Türkiye Aydınlanmasının, kalkınmanın, insan hak ve özgürlüklerine dayanan demokrasinin önündeki en büyük engeldir. Gericilik, ülkemiz için etnik ayrımcılıkla birlikte en büyük tehlikedir. En büyük insanlık suçu terör, ikisinin ürünü ve aracıdır.
Daha birçok örneği, kanıtı verilebilecek gericiliğin böylesine azdığı ve arttığı günümüzde ilericiliğin önemi ağırlık kazanmaktadır. İlericilik, Kemalist/Atatürkçü Türkiye için, Müdafa-i Hukuk ruhu ve Kuvva-yı Milliye ateşiyle başarılan Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın amaçladığı tam bağımsızlık, özgürlük, insan hakları ve aydınlanmayı varlık ve onur nedeni sayan bir yaşam biçimi, soylu bir anlayış, gerçek bir yurtseverlik gereğidir. Yurdunun ve ulusunun her yönden en iyi durumda olmasını isteyen ve bunu sağlamaya çalışan ahlaklı, bilgili, çalışan, devrimci kişiler ilericidir. 10. Yıl Marşı'ndaki ".. Türk önde Türk ileri.!" dizesinin duygulandıran anlamı açıktır. Bağnazlığın, aymazlığın, tüm kötülüklerin ve geriye dönüş çabalarının karşısında ulusal yükümlülüklerinin gereklerini yerine getirmeyi ulusal görev bilen yurttaş, ilericidir. Gerçekle varsayımın, bilimle dinin, akılla inancın ayrımını bilinçle yapan, atılımlarıyla gerçek ve çağdaş milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğini benimseyen, yurttaşlarını hiçbir nedenle ayırmadan toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik düzeylerini iyileştirip yükseltmeye çalışan, bağımlılığın ve sömürünün her türüne, her zaman ve her durumda karşı çıkan gerçek ilericiler umut ve güç kaynağıdır.
Ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insan ve hukuk kurumu olan devletin düzenini, ulusal yaşam düzeyini olumlu yönden değiştirmeyi de anlatan ilericilik, başka uluslar karşısında kendi ulusal varlığının korunup savunulmasını da içerir. Bunun temel koşulu da tam bağımsızlıktır. Diplomatik gerekleri, devlet olma niteliğini bozucu durumlarda gerekeni yapmakla birlikte eğilip ezilmemek, ulusal onuru ödünsüz korumak, ilericiliğin doğasında yoğunlaşır.
Herkes ilerici olamaz. Sözle ilerici olunamaz. Günümüzde yapay, sanal, sahte nitelikler oluşmuştur. Sahte demokratlar, sahte ilericiler, sahte milliyetçiler, sahte dindarlar, sahte Atatürkçüler türemiştir. Ne çekiyorsak bunlardan çekmekteyiz. Hemen hemen her alanda, her dalda her meslekte, her yerde sahtekarlara sahtekarlıklara, sahte ürünlere, işlemlere rastlanmaktadır. Söylemiyle eylemi birbirine uymayan, halkını aldatan, yalanlarla yalpalayan, çıkarı için her kılığa girip her yola başvuran, gericilerle anlaşan, katı, tutucu, ilkesiz, tutarsız kişiler asla ilerici olamazlar. Önceleri yandaş olup savunduklarını bırakmış görünüp simdi asla yaraşmadıkları değerlerin yanında görünme çabaları, kişiliksizliklerini, güvenilir olmadıklarını kanıtlayan bozukluklarıdır. Siyasal partilerde, medyada tiksinti ve ibretle izlenen bu kötü örneklere bakıp ilericilik ve ilericiler suçlanamaz. Gerçek ilericileri yalanlarla, hiç geçmemiş olaylar uydurarak, hiç olmamış ilişkiler ileri sürerek, anlamadıkları ya da anlamak istemedikleri yazıları yanlış ya da tersine yorumlayarak suçlamaya, kötülemeye çalışanlar kendi kötülüklerinin bağımlılıklarının ve koşullanmışlıklarının ipuçlarını vermektedirler. Gerçek ilerici, gerçeğin insanıdır. Gerçek adamdır. Gerçek siyasetçi ve gerçek yazardır. Yalan, dolana asla sapmaz, şamata ve yaygarayı yeğlemez, hiçbir madrabazlık ve maskaralığa bulaşmaz, kiralanamaz, alınıp satılamaz. Kukla, maşa, uydu ve uşak olamaz. Kişiliklidir, terbiyelidir, onurludur, seçkin ve saygındır. Her tür çirkinliğin, oyunun, düzenbazlığın, bağımlılığın karşısındadır. Toplum önderidir. İnanla, güvenle, sevgiyle karşılanıp kucaklanır.
Gençlerimizi, önce kendilerine karşı dürüst olmalarını önererek, iyi örnekler vererek, her gün artan devingenlikle kendilerini yenileme ve güçlendirme çabalarını destekleyerek yetiştirelim. Gençliği olmayanın geleceği olamaz. İyi insan, iyi yurttaş, iyi gençlik iyi gelecektir. Gelecek, ilericilerindir. Baskıları, dayatmaları, gözdağlarını, kuşatılmayı, sömürüyü, soygunu, talanı ilericiler önleyecektir. Atatürk'ün "İleri!.." buyruğunu unutamayız. 

http://www.turksolu.com.tr/ileri/10/ozden10.htm


***

Milliyetçilik,

Milliyetçilik,



Yekta Güngör ÖZDEN,

Çrş Ekim 24, Ekim  20O2 
15:14 Çarşamba

Milliyetçilik.,

Milliyetçilik” sözlüklerde “ulusçuluk” diye geçiyor. “Ulusalcılık” diyenler de var. Millicilik değil, milliyetten geldiği için “ulusçuluk” daha uygun düşüyor. Önemli olan kullanma amacı ve anlatım gücü, bir de alışkanlık. Millliyetçiliğin değişik tanımları yapılabilir. Ben “ideoloji mi, psikoloji mi, karma bir kurum mu?” ayrıntıya bilimsel ağırlığa girmeyeceğim. “Bergson, Anderson şöyle dedi. Marks böyle dedi, Gellner ile A. Smith şunları anlattı, Ziya Gökalp şunu savundu, şimdiki siyasal amaçlı yorumcular ve parti yandaşı bilimciler ise şöyle yazıyor.” diye yollamalı bir anlatımdan da uzak kalacağım. İçten, yalın ve daha çok günümüzle ve özellikle ülkemizle ilgili durumlara, bunun için de öncelikle nasıl açıklanabileceğine değinmeyeceğim. Türlerine, örneğin “liberal milliyetçilik, tarihi milliyetçilik” gibi girmeyeceğim. Şimdi “saldırgan milliyetçilik, savunan milliyetçilik” gibi türlerden de söz ediliyor. Milliyetçilik, kanımca, bağnazca bir soy güdüsü değildir. Aynı zamanda bir disiplindir. Soyunun üstün değerlerini koruyarak ve güçlendirerek ulusal yapıyı her yönden daha iyi duruma getirmektir. Bizim için, Devrimin değerlerini geliştirip sürdüren bir anlayış olarak da tanımlanabilir. Türkiye için bir güç kaynağıdır. Bu bağlamda Atatürk milliyetçiliği, Türkiye’de yaşayan herkesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kurumunda tam eşitlikle birleştirip soy ve inanç özelliğini özgürce açıklama olanağı veren bir ilkedir. Tüm ayrımları dışladığı, akılcı, ilerici, uygar ve gerçekçi olduğu için “çağdaş milliyetçilik”tir. Toplum yapısını özellikleri ile kavrayan sağlıklı bir anlayışa oturtmaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk, hangi soy ve inanç bağından olursa olsun, ulusu oluşturduğuna göre açılımları bu yapıya göre tanımlayıp yönlendirmek gerekir. Ulusal birliğin temel öğesi, dil ve ortak yaşam istenci ile tarihsel değerlerdir. Din nedeniyle acılar çekilmiş, saldırılara uğranılmış olsa da din, milliyetçiliğin gerçek öğesi sayılamaz. Irkla din karıştırılmışsa da, milliyetçilikte, ulusalcılıkta din dayanak olamaz. Ulus yapısında olması ayrıdır. Uluslaştıktan sonraki aşama için değildir. Irkçılık, ulusal birliği dil, gelenek, ülkü öğelerine, insanlık ilkelerine değil de ırk temeline bağlamak isteyen kafatasçılık, bana göre çağdışı bir akımdır. Ulusçuluk yayınları da ulusalcılık, “soy” ağırlığını da geride bırakan, dinsel birlikteliğe karşın ortak değerlerde yükselen, bu değerlerden kaynaklanan bir olgudur. Sanayileşmeyle başlayan uluslaşma süreci, bağımsızlık tutkularıyla aşama kazanmıştır.

Milliyetçiliğin, bizde, laiklikten çok dinciliğe dayandığını görmek istemeyen, siyasal ve etnik kimliklerin savaşımı gibi sunan, savaşımcıları vardır. Çağın gerçeklerini kavrayamayanlar, ümmetten ulusa, kapıkulu-kölelikten-tebalıktan bireyliğe geçmeyi anlayamamışlardır. Milliyetçilik, tutuculuk; tutuculuk da milliyetçilik değildir. “Milli-manevi değerler” ile “milliyetçi muhafazakarlar” sözlerini dillerinden düşürmeyenlerin çoğu, bu kavram ve sıfatların ne olduğunu bilmediği gibi adlarının karıştığı çirkin olaylar, çete-mafya ilişkilerine uzanan durumlar, siyasal çıkar aracı türü kullanmalar da sözde kaldıklarını göstermekteir. Milliyetçilik, geriye çeken, gereksizleri, yarasızları da koruyan bir tutum değil, ilerici atılımcı, insana ve değerlerine saygılı bir anlayıştır. Aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluklarının bu birlikteliği koruma amacı, ayrılıkçı duygu ve düşünceleri geçersiz kılar. Geçmişi özetleyen tarih ortaklığı; toplumsal varlığın en güçlü dayanağıdır. Dil, düşünce, ahlak, kültür-gelenek ortaklığıyla geleceğe ilişkin amaçla birleşmek, tüm bunları koruma güçlendirme, yüceltme çabasında yoğunlaşmak, çağımızın milliyetçiliği olarak algılanmalıdır.

Ulus olmadan, uluslaşma, ulusallaşma söz konusu olamaz. Ulus, hepimizin bildiği gibi, ülke, ilke ve ülkü birlikteliği ile kaynaşmış yurttaşlardan oluşan siyasal ve toplumsal bir yapıdır. Yurttaşlar arasındaki bağları kuran öğeler bu kavramlar içindedir. Etnik öncelik, üstünlük ve ağırlık savıyla ayrıcalık istemi, ırkçılığa götürür. Gerçek, içtenlikli milliyetçilik, tutsaklığa, sömürgeciliğe ve her tür bağımlılığa temelden karşıdır. İçte, soy ve inanç ayrımı gözetmemeyi; dışta uluslararası eşitliği benimser. Tersine tutum kavgacıdır, barışçı değildir.

Çevremize baktığımızda milliyetçiliği ırkçılıkla eş tutmaktan ötede, özdeşleştiren eğilimler görmekte, kimi sakıncalı durumlara tanık olunmaktadır. Hatta dinselleştirenler vardır. Türbanla ve dinsellikle ilgisi olmayan, sıkmabaş, başbohçalama, kara örtünme olaylarında “Tebkir!” çığlıklarına uyarak kargaşa çıkaranların elleriyle yaptığı işaretler bu durumu açıklamaktadır. Böyle olursa yani dinleşirse ulus, ümmet olur. Milliyetçilik ümmetçilikle birleşemez ona destek veremez. Ümmetçilik, Arap milliyetçiliğidir. Ülkede, bir ırkın, bir etnik grubun üstünlüğü savına dayanan tutum, ulusu daraltmak, bölmek, milliyetçiliği küçültmektir. Milliyetçiliğin ahlakla ilgisi, ıranın (karakterin) belirginleşmesidir. Ekonomik amacı olmayan milliyetçiliğin kültürel temelini savunmak da inandırıcı olmaz. Milliyetçilikte ekonomik amaç, bağımlılığın önlenmesidir. Ekonomik bağımlılık, milliyetçiliği gölgeler ve engeller. Belirgin özellik, eşitlik özgürlük, birliktelik, geçmişe bağlılıkla gelecekte de var olmak amacıdır.

Atatürkçülükte Milliyetçilik

Az önce belirtmeye çalıştığım anlayışla özetlenebilir. Sunuşlarım, benim kişisel görüş ve düşüncelerimdir. Şimdi böyle düşünüyorum, böyle görüyorum. Katılmayanlar olabilir, doğaldır. Toplumsal barış, ulusal dayanışmanın temelidir. Soylu bir ulusun bireyi olarak kıvanç duymak başka, bu bağı baskı, üstünlük aracı olarak kullanmak başkadır. Büyük Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı tam birliktelikle zafere ulaştırmıştır. “Büyük işleri büyük uluslar yapar. Türk ulusu dünya uygarlığı ve insanlığı için örnek çalışmalar yapmıştır. Devrimler yapan yetenekli bir ulustur. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğruna ölmesini biliriz.” sözlerinde yansıyan anlayış, bugün için de en iyi örnektir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişinin “Ne mutlu Türk olana!”dan ayrılığı açıktır. Hangi soy kökeninden olursak olalım “vatandaşlık” bağımız hepsinin üstünde, hepsi bu bağın altındadır.

Her Türk’ün özgür doğup özgür yaşadığı gerçeğine uygun yaşam, en çağdaş milliyetçilik olduğunu söylediğim Atatürkçülüğün, her alandaki tam bağımsızlık ilkesine uygun ereği (hedefi) dir. Türk ulusu, insanlığa karşı sorumluluğunun bilincinde, insanlık ailesinin bağımsız ve onurlu bir üyesidir. Kurtuluş ve ilerlemenin özgücü olan özgürlük, Türk milliyetçiliğinin değişmez doğrultusudur. Türk milliyetçiliği halkçılıkla içiçedir. Halkın sorunlarına sırtını çeviren milliyetçi olmaz, milliyetçi olan halkçı, halkçı olan milliyetçi olur, tersini düşünmek yanlıştır. Milliyetçilik, gerçek, bilimsel ve en olumlu anlamıyla ulusal yaşam ve yönetim sürekliliğidir. Ulusun üstün niteliklerini, güzel geleneklerini koruyarak varlığını barış içinde, uyum ve uzlaşma ile sürdürmesi, ulusun gücüne inanıp dayanmayı, ulusunu sevip saymayı, varlığıyla övünmeyi, ahlak ve adaletle yönetmeyi bilgi ve bilimle çalışıp ilerlemeyi gerektirir.

Atatürk “Türk milliyetçiliği, ilerleme gelişme yolunda uluslararası ilişki ve görüşmelerle, tüm çağdaş uluslara koşut ve onlarla yanyana yürümekle birlikte Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.” demiştir. “Türkiye halkı, ırksal yayınları da dinsel ve kültürel yönden birleşmiş, birbirine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, kaderi geleceği ve çıkarları ortak bir toplumdur.” Serüven, düş ve gerçekdışılık Atatürk’ün anlayışında yoktur. Milliyetçiliğin başka yerlere çekilmesi, başka nedenlerle kullanılması, sakıncalı eğilim ve akımlara araç kılınması da Atatürkçülükle bağdaşamaz. Atatürk, Turancılığı “Büyük ve boş hayaller peşinde koşup yapamayacağı şeyi yapacak gibi gösteren sahtekarlardan değiliz” sözleriyle eleştirirken Suriye’de, Yemen’de yitirdiği binlerce evladının acısını çeken Anadolu halkına nasıl kıyıldığını vurguluyordu. Ana-babaların çektiği acıyı yüreğinde duymayan, milliyetçi olamaz. Enver Paşa’nın 1915’te Sarıkamış yöresinde, Allahuekber Dağları’nda, Rusları arkadan çevireceğini sanarak, aralık ayının buzlu gecelerinde, yazlık giysili 65-85 bin evladımızı şehit vermesi unutulamaz. Halkına karşı sorumluluk duymayan da milliyetçi olmaz. Atatürk “sorumluluk duygusu, ölüm duygusundan ağırdır” sözleriyle bu gerçeği belirtmiştir. “Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hatta bu savaşa atılırken bile tutsak ulusların özgürlük ve bağımsızlık uğraşlarıyla ilgilenmeyi, o çabalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının özgürlük ve bağımsızlığına ilgisiz kalması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası, bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava biçiminde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır. Milliyet davası siyasal bir savaşım (mücadele) konusu olmadan önce bilinçli bir ülkü (ideal) sorunudur. Bilinçli ülkü demek, bilimlere, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir ve amaç demektir.” yaşamında tek onur kaynağı ve servetinin Türklükten başka bir şey olmadığını söyleyen Atatürk, Medeni Bilgiler kitabının 376-378. sayfalarında görüşlerini şöyle sürdürmektedir: “bugünkü Türk Ulusu’nun siyasal ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik düşüncesi ve hatta Lazlık düşüncesi yayınları da Boşnaklık düşüncesi propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve yurttaşlarımız vardır. Fakat geçmişin, bu keyfi yönetim zamanlarının sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici beyinsizden başka hiçbir yurttaşımız üzerinde üzüntü yapmaktan başka bir etki yapmamıştır. Çünkü, bu ulusun bireyleri de, genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar yazgılarını ve geleceklerini Türk Ulusu’na vicdani istekleriyle bağladıktan sonra yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, uygar Türk Ulusu’nun soylu ahlakından beklenebilir mi?”

Yine Atatürk, 1931’de, “Ülkenin ve Devrimin içerden ve dışardan gelebilecek tehlikelere karşı güvenliği için tüm Cumhuriyetçi ve milliyetçilerin bir yerde toplanması gerekir.” demiştir. Bu sözüyle cumhuriyetçilikle milliyetçiliğin ayrılmaz birlikteliğine değinmiştir. Altıok’un birbirinden ayrılması olanaksız, birbirini tümleyen anlamı daha iyi anlaşılmıştı.

Şu sözler de Atatürk’ündür: “Türk Ulusu, ulusal duyguyu, dinsel duyguyla değil, insancıl duyguyla düşünmekten zevk alır. Vicdanında, ulusal duygunun yanında insancıl duygunun onurlu yerini sürekli korumakla övünür. Türk Ulusu’nun uygarlık yolunda tüm uygar uluslarla ilişki kurması gereklidir. Ulusumuz her uygar ulus gibi uygarlığa hizmet etmiş insanların ve ulusların değerini bilir ve anılarını saygıyla korur.” 1929’daki bu sözlerini, aşırılıktan kaçınma ve inançla sarılma yönündeki şu sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Biz doğrudan doğruya ulusseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Bu toplumun bireyleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan cumhuriyet deo kadar güçlü olur. Biz öyle milliyetçileriz ki bizimle işbirliği yapan tüm uluslara saygı duyarız. Onların milliyetlerinin her gerçeğini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, bu durumda, bencil ve gururlu bir ulusseverlik değildir.”

Türk Ulusu’nda kimi yapı değişikliklerinin doğal olduğunu, binlerce yıl kaynaşmış, eski bir toplumun birbirine tam benzemesi de çocuklarının aynı kök, uzun ve ortak geçmişin belirli tipi olduğunu söyleyip Türk! Övün, çalış, güven!” buyruğuyla da varlığıyla övünürken çalışmayı, kendine ve ulusuna güvenmeyi öğütlemiştir.

Görülmektedir ki Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı gerçekten insancıl ve barışçıdır. Ulusal birliğin ve ülke tümlüğünün harcı ve güvencesi olduğunu 57. hükümetin programında da saptıyoruz. Evrensel boyutla da barışçı, insancıl ve laiktir. “Ne zaman İslam birliği, Türk birliği oldu?” sorusu da günümüzdeki gerçeklere uygundur. Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve son olarak SSCB. Dayanamadı, uluslaşmaya karşı çıkmada başarı sağlayamadı. Bağımsızlık ve özgürlük ateşi sonuç aldı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonundaki ulus devlet yapımız bu nedenle gerçekçi, sürekli ve sağlıklıdır. Tito, küçük kültürleri bağımsızlaştırarak, birlikteliği sağlayacağını sandı, aldandı. Atatürk onları birleştirip uluslaştırarak birlikteliği sağladı ve başarılı oldu. Yalnız din bağı etkili olsaydı İran-Irak savaşmaz, yalnız soy bağı olsaydı Sırplar’la Boşnaklar çatışmazdı.

Güneydoğu sorunu, Türkiye’yi güçlendirmemek, engellemek çabasının ürünüdür, yapaydır. Ama, içte barışı ve birlikteliği koruyamazsak başka örgütlerle, başka kukla ya da maşalarla biz uğraştıracaktır. Demokrasimiz diktatörlükleri, laikliğimiz köktendinci yönetimleri için kötü örnek olan ülkeler de bizi zayıf kılmaya çalışmaktadır. Atatürk’ün Amasya’dan Cafer Tayyar’a “Tüm milleti mahvetmeden Kürt devleti kuramazlar.” dediğini unutmamalıdır.

Ekonomi önemli bir katkıdır. Sanayileşme, kaynaşmayı sağlar. Ekonomide kendinize özgü gücünüz olmalı. İnsan kaynaklarıyla desteklenmeli sosyal adalet gerçekleşmeli, emek ve alınteri, karşılığını hakça almalı.

Ayrıca, Rusya’yı karşımıza geçiren, bağımsızlıklarını yeni kazanan Türk Cumhuriyetlerini çekingenliğe ve duraksamaya düşünen “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar...” sözleriyle “Türk Ulusu” ya da “Türk halkı” yerine “Türkiye Halkı” denilmesini de yararlı bulmuyorum. Atatürk nasıl “TBMM’de yalnız Türk yalnız Kürt, yalnız Çerkez yok demişse ülkemizde değişik kökenden toplulukları vardır. Ve hepsinin ortak adı, ulusal kimliği “Türk”tür. Ulusal kimliğini yadsıyan, yurttaş olamaz. Yurttaşlıkta birleşince de sorun kalmaz. Kışkırtmalarla söylenen yalanlara kimse inanmaz. Hakkari’deki Mehmet’le Ankara’daki Yekta’nın Anayasal ve yasal hak özgürlüklerde, yurttaşlık olanaklarında hiçbir ayrımı yoktur. Bu topraklara “Türkiye” adını da 10. yüzyılda Avrupalılar koymuştur. Çoğunluğun dili dilimiz, adı adımızdır. Çağdaş, özgür bireylerinden ayrılan oluşan toplum hepimizin amacıdır. Atatürk, 1927’deki Büyük Söylev’inin sonunda “Bu sözlerimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş devletin nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.” derken yurt tümlüğüne duyarlı, birlikteliğe özen gösteren tutumunu ulusal düzeyde açıklamıştı. 10. yıl söylevindeki “Türk Milleti” vurgulamaları ile “Ulusal Ülkü” ve “Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” sözleri boşuna değildir. Bunlarla “Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve çok büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa, yokolsun daha iyidir. Bu nedenle, ya bağımsızlık, ya ölüm!” sözleri birleştirilip değerlendirilirse ulusal amacı tüm açıklığıyla ortaya çıkar. Bilge Kağan da Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, biliniz ki Türk ulusu, Türk yurdu, Türk devleti, Türk töresi bozulmaz demişti. Usu (aklı), bilimi, gerçeği ve karakteri dışlamadıkça, çağdaş milliyetçilikten uzaklaşılmaz.

Atatürk’ün, Misak-ı Milli sınırları içinde ve tam bağımsızlık temelinde, tüm yurttaşları özgür ve her yönden eşit yaşatan, yayılmacılığa, sömürgeciliğe yaşamsal olmayan savaşlara, siyasal ve ekonomik bağımlılıkları karşı çıkan ulusal egemeliği ve birliği üstün tutan yapıyı amaçladığını Recep Peker’in 9-16 Mayıs 1935’teki CHP 4. Kurultayı’ndaki şu sözler de doğrulamaktadır: “Atatürk ulusçudur. Ulus devletçidir. Bu nedenle de sosyalist değildir. Karmaşık devlet yapısının zararlarını yaşayan Atatürk’ü 5.2.1937’de TBMM’de yaptığı konuşmayla Şükrü Kaya da desteklemiştir. “Uygarlık düzeyine ulaşmak, bunun için de millici olmak gerekir. Ama dar ve tekelci değil. Tüm dünya için, insanlık için erinç ve mutluluk amaçlayan bir milliyetçilik.” Atatürk’ün birleştirici ve tümleyici ulus devletini benimsediği milliyetçilik kökenci değildir, sınıf ve zümreci değildir. Ulusal egemenliğe karşı değildir. Tersi olursa ulusun değil, sınıf zümre ya da ırkın egemenliği olur. Dinsel de değildir. Dinsel olursa bir din ya da mezhebin egemen olma kavgası-savaşı gündeme gelir. Gerici ulusalcılık (daha önce değindiğim siyasi ninni ve masallarla) da milliyetçilik olamaz. Donmuş ve kalıplaşmış 19. yüzyıl milliyetçiliği (Cemal Kutay Gözlem, 17.05.1999), Ziya Gökalp’in “pantürkizm”ini yenilenmiş göstererek gündeme getirmek sakıncalıdır. Tarihsel ve toplumsal temellere dayanan uygar bir anlayışı soy ve yapı özelliği ile ayrımcılığa dönüştürüp, uygar dünyadan soyutlamak büyük yanlıştır. Öbür uluslarla uyumu ve karşılıklı saygıyı gözeten anlayıştan ayrılmamalıyız. Atatürk 1933’te “Doğu’dan yükselecek güneşe bakınız. Bugünün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan tüm Doğu uluslarının uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak çok kardeş ulus vardır...” sözleri çağdaş, uygar, barışçı milliyetçiliğin, akılcı milliyetçiliğin açıklanışıdır. Ulusun, soyların karıştığı bir tümlük; toplulukların, halkların, soyların, kucaklaşması olduğu, yayılmacılık ve kavganın anlamsızlığı anlatılmaktadır. Kültürleri ayrıştırmak yerine birleştirmeyi seçen Atatürk, siyasal, ekonomik, hukuksal, yepyeni bir örgüt oluşturdu. Anlayışından bireylerine, ilkelerinden kurumlarına yepyeni, milliyetçi, demokratik, laik, sosyal Türkiye Cumhuriyeti.

Anayasalarda Milliyetçilik

1921 Anayasası’nın laikliğin de temeli olan 1. maddesi egemenliğin bağsız koşulsuz Ulus’un olduğunu öngörmektedir. Bu madde 1923’teki değişiklikte de korunmuştur. 1924 Anayasası’nın 3. maddesine alınan ulusal egemenlikten sonra 1937 değişikliğiyle bu Anayasa’nın 2. maddesinde devletin “milliyetçi” olduğu belirtilmiştir. 1961 Anayasası başlangıcında ulusal özellikler, ulusal bilinç ve ülkü, ulusal birlik, “Milli Mücadele Ruhu”ndan sonra, ulusal dayanışmaya yer verilmiş, 2. maddesinde de Türkiye Cumhuriyeti’nin öbür nitelikleri yanında “ulusal (milli)” bir devlet olduğu öngörülmüştür. 1982 Anayasası’nın birinci paragrafında “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı...” beşinci paragrafında”.. milli menfaat...” , “Atatürk milliyetçiliği...” altıncı paragrafında “milli kültür...”, yedinci paragrafında “.. milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerle, milli varlığa karşı hak ve ödünlerde...” belirlemeleri yer almıştır. “Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2. maddesinde “... milli dayanışma... Atatürk milliyetçiliğine bağlı...”anlatımları bulunmaktadır. 4. maddesi bu niteliklerin değiştirilmesinin önerilemeyeceğini pekiştirmektedir. 42. maddede eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yapılacağı açıklığından sonra, milletvekili andında (Madde 81) ve Cumhurbaşkanı andında (Madde 103) “Atatürk ilke ve devrimleri” yinelenmiştir.

Anayasa’nın konuyla ilgili “Türk vatandaşlığı” başlıklı 66. maddesi, anlatımlarımızı doğrulayacak bir biçimde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” açıklığını içermektedir. Bundaki “Türk Devleti” 1. ve 3. maddedeki “Türkiye Devleti”, 2. maddedeki “Türkiye Cumhuriyeti”dir.

Milliyetçilik, soyun “en üstün soy” olduğunu, başka ulusların aşağılanmasını öngörmez, ulusun varlığına, bağımsız yaşamına tutkunlukla, üstün değerlerini yükseltip güçlendirmeyi amaçlar. Özseverlik değil, özgüvenle çağdaşlaşıp başka uluslarla kendi kendi özgünlüğüyle yarışmaktır. “Soydaş”lıkla “yurttaşlık” aynı değildir. Atatürk milliyetçiliği ayrılıkçı “soydaşlığı” değil, birleştirici yurttaşlığı seçmiştir. Üstelik ulusal “Türk” kimliğiyle çoğunluğu tartışmasız biçimde odağa yerleştirerek. “Kavm-i necip” üstün soy anlayış, çağdaş milliyetçilikle bağdaşmaz. Ayrılıklarla savaş ve bölünme yerine birleşerek büyüme ve güçlenme yeğlenir. Milliyetçilikte kültür de evrensel kültüre ulaşmayı amaçlar. Bu nedenle alt kültürleri bağımsızlaştırmak değil, ulusallaştırarak evrenselleştirmekten sözedilir. Bu gelişmelerle birlikte öz, özellik korunur, yitirilmez.

Anayasa Mahkemesi Kararlarında Milliyetçilik

Geçmişi yadsımadan geleceğe tüm varlığıyla koşmak olarak da tanımlanabilecek milliyetçilik konusunda Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararı vardır. Atatürk milliyetçiliğinin vurgulandığı bu kararlardan Esas 1984/9, Karar1985/4; Esas1989/1, Karar 1989/12 ile Esas1993/3, Karar 1994/2 sayılı olanları ve şu ortak yargıyı belirtmekle yetiniyorum: “Atatürk milliyetçiliği, gelişme ilerleme yolunda, uluslararası uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yeteneklerini ve bağımsız kimliğini koruma olarak tanımlanan Türk milliyetçiliğinin, Türk olmak mutluluğunu duyan herkesi kapsayan biçiminin adıdır. Atatürk milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan; dil, ırk ve din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü ayrımı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil eder.”

Ulusu oluşturan öğeler dil birliği, ulusal duyguyla yanyana insanlık duygusu, siyasal varlıkta birlik, yurt birliği, tarihsel birlik, ahlak, gelenek ve geçmiş ortaklığı, geleceğe yönelişte birliktelik milliyetçiliğe de yansır. Medeni Yasa’nın gerekçesinde, laikliğin siyasal ve hukuksal birliğin yanında ulusal birliğin de harcı olduğunun belirtilmesi, yurttaşlık bağının gücünü ortaya koymaktadır.

Milliyetçilik, bölücülüğe, ayrılıkçılığa, köktendinciliğe, ırkçılığa, Turancılığa, faşizme, komünizme de karşıdır. Yargı kararlarında devletin tek’liğinin, ülkenin tüm’lüğünün, ulusun bir’liğinin ödünsüz korunacağı yinelenmiştir.

Ziya Gökalp’in deyişiyle “Orduyu yeniçerilerle, yargıyı kadılarla kotaracak kara ve kızıl tehlike”nin silahlı kuvvetlerine karşıtlığı da içerdiği, millliyetçilikle uyuşmadığı gözardı edilmemelidir. Söz milliyetçiliği değil, öz milliyetçiliği gerekir. Hiçbir yararlı davranışı olmadan, çığırtkanlıkla bir yere varılamaz. Soygun, çete-mafya, çıkar oyunları, gözdağı, işkence ve öldürme olayları milliyetçilikle bağdaşmaz. Ezmeyen, ezilmeyen soylu duruş, milliyetçiliğe yaraşır çizgidir. Ayrılıkçı tezler ileri sürülerek milliyetçi olunamaz, milliyetçilik yapılamaz. Milliyetçilik, ulusa hizmetle olur, eziyetle olmaz. Milliyetçilik yalnız “ad”a değil, tüm varlıklara sahip çıkmaktır, geleceği güvenceye almaktır. “Küreselleşme, globalleşme” adıyla yürütülen dış ekonomik dayatmalara, “özelleştirme” adıyla gerçekleştirilmek istenen gelişigüzelliğe, yağmaya-talana, her tür yolsuzluğa, haksızlığa, “uluslararası tahkim” adıyla ulusal yargıyı dışlamaya, borç bağımlılığına karşı çıkmayı gerektirir. Bunlar kafatası ölçüsüyle değil, kafa içi aydınlığı ve yürek gücüyle olur. Siyasal simge olarak kullanılan, inançla ve dinsel gereklerle ilgisiz örtü ve giysilerin, sarı-kırmızı-yeşil bölücü simgeden ayrılığı yoktur. Amaçta ve sonuçta ikisi de ayrılıkçı, bölücü ve yıkıcıdır. Milliyetçiliği ırkçılıkla özdeşleştiren anlayış da böyledir. Ulus-devlet, ulusun devletinin sahibi olması, ulusallığın hukuksal aşamasıyla somutlaşmasıdır. Barışçılığı, gerçekçiliği, ırkçılık ve Turancılığa kaymaması nedeniyle Atatürkçülük, Atatürk milliyetçiliği, bizim ulusal ülkümüzdür. Jeopolitik konumumuz da bunu zorunlu kılmaktadır. Söyleyecek bir şeyi bulunmayan kimileri telaşa kapılıp köktendinciliğe destek vermeye hatta ona sarılmaya başlamışlardır. Bu çarpık tutumun milliyetçilikle ilgisi yoktur. Ülke sevgisi, ulus saygısı, laikliğe bağlılık içermeyen milliyetçilik, geçerli olamaz.

Bir bez parçasını için laik cumhuriyete karşı çıkanların milliyetçilik anlayışına gülünür. Bayrağa, İstiklal Marşı’na ayağa kalkmayanlar, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe karşı çıkanlar milliyetçi olamazlar. En büyük Türk milliyetçisi Atatürk’e saldıranlar, insan olamazlar ki inançlı olsunlar, Türk olamazlar ki Türk Milliyetçisi olsunlar. Benim için günümüzdeki Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilik akıl, bilgi, ahlak, bilinç, yürek ve kişilik ister.

Şimdilerde başkalarından daha yurtsever ve inançlı olduğunu, bayrağa, ezana saygılı olduğunu söyleyen sözde, yapay, sanal milliyetçilere rastlanmaktadır. Özü olmayanın sözüne de inanılmaz. Dış baskılara, ekonomik-siyasal bağımlılıklara karşı uyanık olmalı, Sevr özlemcilerini sevindirmemeliyiz. İçimizdeki barış, karşılıklı sevgi, saygı ve güven duygusuyla dokunan ulusal dayanışma, en etkin gücümüzdür.

Etnik Sorun

Ülkemizde Lozan Barış Antlaşması’nda belirtilenlerle Bulgaristan’la imzalanan anlaşmada gösterilenler dışında “azınlık” yoktur. PKK davasında hiç kimseye göstermediği anlamsız ilgiyi örgüt başına gösteren Batının kışkırtması, demokrasi ve insan hakları savıyla yürütülen siyasal oyunlar düşmanın uyumadığının belirtileridir. Etnik sorun yoktur, çıkarılmaya çalışılmaktadır. “Kürt sorunu” yoktur, “Güneydoğu sorunu” vardır, işsizlik, yargı, üniversite sorunları gibi.

Alparslan Türkeş’in adıma gönderdiği 19.09.1991 günlü yazısından şu bölümü aktarmakla yazımı bağlıyorum:

“Ulus birliği-ülke bütünlüğü üzerindeki açıklamalarınız, yaşamakta olduğumuz şu karanlık dönemde her yurtseverin çoşkuyla sarılacağı kutsal bir ülküdür. Bunun için yaşamakta ve savaşmaktayız. Yüce Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü yolumuzu aydınlatmaktadır. Yüce konuşmanız içinde “çağımız özgürlük, vs, bilim ve adalet çağıdır” ve “her siyasal çıkarın üstünde ülke yararı vardır” görüşleri hayranlıkla kabul edebileceğimiz düşüncelerdir. Baştan aşağıya memleketimize huzur ve yükseliş yolunu gözeten konuşmanız...”

Umarım, kimilerinin, kimi düşünceleri daha saydamlaşacaktır. Boş yere zaman ve güç yitirmeden kurtulacaklardır.

Gelelim, sonuca... söylenecek çok şey var. Altı büyük kentimizin en zenginleri Kürt kökenli yurttaşlarımız, Cumhurbaşkanı oldular, Başbakan oldular, Meclis Başkanı oldular, bundan iki dönem önceki mecliste 160’tan fazla Kürt kökenli milletvekili vardı. Neyi olamadılar? Hepsi yalandır. Onun için Türkiye’de hiçbir etnik ayrım yoktur. Neredeyse ben kuşkulanacağım, acaba ben mi azınlığa düşüyorum diye.

Türkiye’de Musevi inancında olan yurttaşlarımızın, Hıristiyan yuttaşlarımızın şikayeti yok. Geçen gün Ermeni Patriği söyledi, hiçbir şikayet yok da Türk adını kıvançla taşıması ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” derken göğsü kabarması gereken Kürt kökenlilerin mi mi sorunları var? Hiçbirinin yok... burada açıkça söylüyorum, etnik köken ayrımcılığı ve dayatmacılığı Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarmak isteyen, sözde Batılı dostlarımızın oyunlarından başka bir şey değildir. Biz de toplumsal ve ekonomik önlemlerle, katkılarla Güneydoğu’yu kalkındırmalıyız.

Aynı şey küreselleşme, globalleşme adı altında Türkiye’ye dayatılan ekonomik ilericilik ve yenilikte vardır sözde. Ama kendileri yapıyorlar. Kutsal toprakta baldırı çıplak Amerikalı kadın askeri nöbet bekliyor ama demiyorlar ki Suudi Arabistanlılar’a “demokrasiyi kurun!”.

Sözü Türkiye’ye getiriyorlar. Nereye getirdiler? DGM dayatmasına getirdiler. Peki, Türkiye’nin adaletinden kuşku duyanlar, Türkiye’den şeffaf adalet beklediğini söyleyenler, Türkiye’ye akıl öğretmeye kalkışanlar ne yaptılar? Bader-Mainhof Çetesi’ni bir gecede kim ortadan kaldırdı Almanya’da? Ağzı bantlı Amerikalı yurttaşlarını duruşma salonlarına, üstelik ayaklarında demirlerle kim soktu? Bakın medya burada. Amerika’daki duruşma salonlarına bir tane gazeteci girebiliyor mu? Peki, Korsikalılar’ın yurttaşlığını Fransız yurttaşlığı kapsamında saymak isteyen yasayı, toprağı ayrı, ırkı ayrı, inancı ayrı Korsikalılar’ı bu ek tanımı bile kendi anayasalarına aykırı bulup iptal eden anayasa konseyi Fransa’da değil mi? Niye Türkiye’ye bunu söylüyorlar? İtalyanlar Apo’yu dolaştırıp dolaştırıp baş konuk gibi ağırladılar. Kendi üzerlerine düşen “iade” görevlerini yerine getirmedikleri gibi yargılamaktan da kaçındılar. Ondan sonra bizden şeffaf yargı bekliyorlar. ETA ne yaptı? İspanya’da nasıl karşılandı?

İRA İrlanda’da nasıl işlem gördü bana söyleyebilir misiniz? Türklerin adaleti yansızdır, bağımsızdır, şanlı ve şereflidir. Bize söylemek isteyenler önce kendilerine dönüp bakmalıdırlar. Onu söylemek istiyorum.

Şimdi burada milletvekili arkadaşlarımda var ben isterdim ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tutanaklarına geçsin ama vekillerimizin tutanağa geçirtmediklerini millet geçirtsin istiyorum. Biz, DGM yasasındaki değişikliği, “askeri yargıçlarımız bağımlıdır, komuta altında, emirle karar verip uygulamıştır” diye değiştirmiyoruz. İmza koyduğumuz anlaşmaların gereğini, onlar kötüye de kullansa, ona uyum sağlamak için yapıyoruz. Yoksa DGM’de çalışan askeri yargıçaların kimilerinin, sivil yargıçlardan çok daha yürekli olduğunu buradan hukukçu olarak söylüyorum. Onun için kimse kimseyi kandırmasın.

Değerli İzmirliler, son sözlerim şudur. Biz en az Avrupalılar kadar demokratız. Birbirlerine Haçlı Seferlerinde kıyanlar, “Doğu-Batı” diye ayıranlar, komünizmi yaşayanlar, işte Mussolini unutuldu, Stalin gitti, Salazar gitti, Franco gitti. Hepsi gitti ama Atatürk kaldı. Daha iki yıl evvel Küba’nın lideri Castro, “Yeniden Atatürk” dedi. Düşünebiliyor musunuz? Onlar biliyor ama içimizde bunu anlamak istemeyenler var. İnşallah onların kulağındaki paslar, dillerindeki kirlikler, beyinlerindeki küfler bir an önce çözülür, aydınlığa kavuşurlar.

Her şeyin üzerinde insanlık vardır. İnsan olarak birleşebiliyorsak, anlaşabiliyorsak, soydaşlığın üzerindeki yurttaşlık kavramında da el ele tutuşabiliyorsak, hangi etnik kökenden olursak olalım, hiçbir önemi yoktur.

Ama bir şeyin önemi vardır: Atatürkçü olmanın...

Yekta Güngör ÖZDEN, 
Ağustos 2002


http://www.guncelmeydan.com/pano/milliyetcilik-yekta-gungor-ozden-t32874.html



***

Çok İyi Düşünmek Gerek,

Çok İyi Düşünmek Gerek,




Yekta Güngör ÖZDEN,
Aralık 2002


Atatürk sonrası Türkiyesi’ni İsmet İnönü dönemini de içine alacak biçimde belirleyenlere katılmıyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün yaşam çizgisinin kesildiği yerden Demokrat Parti iktidarına uzanan yıllar da kanımca Atatürk’lü zaman dilimidir. İkinci Dünya Savaşı’nın ağır koşulları, ortamı özgün kılan öbür öğeler, 15 yıllık Cumhuriyet’in özünden kopmadan yücelmesini sanıldığı ölçüde engelleyememiştir. Gelişimi, özlenen düzeyde olmasa da değişik kökenli ve yönlü cumhuriyet karşıtlıkları önlenmiş, Türk Devrimi ve Atatürk ilkeleri doğrultusundaki çabalar sürdürülmüştür. Ekonomik olanakların yetersizliği, siyasal alandaki çelişkiler, savaş sonrası uluslararası kuruluş çalışmaları, demokrasi rüzgarının dalga dalga yayılışı, yeni siyasal partilerin oluşumu, önemi yadsınmayacak dönemeçlerdir. Dünyanın acılarla, yoksunluklarla, yıkımlarla sarsıldığı yıllarda Türkiye, Atatürk’ün yokluğunu duyurmamaya, boşluk bırakmamaya çalışan İsmet İnönü yönetimi de esenliğe çıkmıştır. Bu nedenle “Atatürk sonrası” sınırını 1950’den çekmek gerekir.

Toprak reformuna karşı çıkan muhalefetin en az 22 yıl iktidar sorumlularından olduğu unutularak “27 yıl” karalaması tutmuş, toprak beklerken topraktan uzak kalanların oylarıyla iktidar değişikliği gerçekleşmiştir. Yeni iktidarın başı TBMM’de kendi partisinin çoğunluğuna “siz isterseniz hilafeti getirirsiniz” dedikten başka, “millete mal olan-mal olmayan inkılaplar” ayrımını diline dolamış, “ben istersem orduyu assubaylarla idare ederim. Odunu aday göstersem seçilir.” sözleriyle dikta açılımının belirtilerini vermiştir. Üniversite öğretim üyeleri için “kara cübbeliler” nitelemesini yapmış, laik cumhuriyet karşıtı bir tarikat başını yeşil sarığı ve cübbesiyle makam arabasına almıştır. Halk dalkavukluğu giderek boyutlarını arttırmış, hukuk tanımazlık, kökten dinciliğe verilen ödünler, “vatan cepheleri”nin yaygınlığı 1960 devrimine yol açmıştır. Sonraki yıllarda ustalarına özenen çıraklar, “Yürümekle yollar aşınmaz.” “Bu anayasa lükstür, bize bol gelmektedir.” “Hükümetin üzerinde Danıştay, meclisin üstünde anayasa mahkemesi olmaz.” “Bana sağcılar adam öldürttü dedirtemezsiniz.” “Tesbih çeken elle silah çeken el bir olmaz.” “Devlet laik olur insan laik olmaz.” “Verdimse ben vedim.” “Dün dündür, bugün bugündür” diyebilmişledir. Bu geri gidişlere daha sonra “devlet dinin hizmetindedir.” sözüyle yenileri eklenmiştir. “Kanlı-kansız geçiş” ile “bizim partimize oy vemeyenler patates dinindendir” sözleri belleklerdedir. Köktendinci terörün dayanağı yapılan şeriata karşı yürüyen kadınlarımıza “şeriat dindir dine karşı yürünmez” diyen başbakanlar çıkmıştır. Kendisine umut bağlanan bir Başbakan da “Gardrop Atatürkçülüğü” suçlamasını pekiştirir biçimde “inançlara saygılı laiklik” ayrımını getirmiş, “yargıdan kurtulmak için yurtdışından kaçan bir tarikatçının okullarını övebilmiştir. Bu aymazlıkların neden olduğu aydın kıyımı saldırıların laik cumhuriyet ve kurucusu karşıtlarını, özetle karşı-devrimcilerin iç ve dış destekli eylemleri olduğunda duraksamaya yer bırakmamıştır.

Atatürk Müdafaa-i Hukuk ruhu, Kuvayı-Milliye ateşiyle gerçekleştirilen, Misak-ı Milli doğrultulu tam bağımsızlık, özgürlük, ulusal egemenlik ve aydınlanma amaçlı ulusal kurtuluş savaşı ile utkuya ulaştırılan Türkiye mucizesinin yaratıcısıdır. Türkiyemizin, tüm ulusal varlık ve değerlerimizin özeti ve simgesidir. Türkiyemizle özdeşleşerek kurumlaşmış bir ilkeler anıtıdır. Bağımsızlık, özgürlük, onur, insanlık demektir. İlkelerinin temel olduğu Türk Devrimi, Türk ulusunun yaşam felsefesidir. Yönetimlerin, yöneticilerin kusurlarını, Cumhuriyet’e yükleyerek haksız ve çirkin eleştirilere kalkışan, bağnaz, aymaz, sapkın, dönek, çıkarcı, iyiyüzlüler yurttaşlık kimliğini yadsıyan nankörler, özellikle medyanın büyük kesimine yerleşmiş ve yerleştirilmiş yalakalar, şakşakçılar, çekirgeler, halkımızın tertemiz duygularını sömürerek kendi yalanlarına yuva aramaktadır. Nereden nereye geldiğimizi hangi koşullardan geçtiğimizi bilmezlikten gelerek kendilerinin, çevrelerinin, patronlarının yararlarını gözeten asalaklar, yabancıların uydusu durumuna düşmüşlerdir. Akçalı bağımlılıkları, devleti, toprağı, sınırı, ulusu, ulusallığı dışlama durumuna sürüklemiştir. Tebaadan birey, ümmeten ulus, sömürgeden bağımsız devlet oluştuğu bilincini yitirmişlerdir.

3 Kasım 2002 baskın milletvekili seçiminden sonra büyük bir bölümünün terör aygıtı gibi çalıştığını yinelemek zorunda kaldığım medya desteğinde gerici akımlar, etkinliklerini egemenlik düzeyine çıkarma çabalarını yoğunlaştırmışlardır. Eğitim-öğretimdeki bozukluklar, yaşam-geçim güçlükleri, hukuksuzluk, adaletsizlik, ahlaksızlık, satılmışlık, sapıklık-sapkınlık, tembellik, çıkarcılık, tüm kötülükler sanki Avrupa Birliği’ne üye olununca ortadan kalkacakmış gibi sakat bir anlayışla ödünler verilmekte, verilmesi düşünülüp söylenmekte, varlığımıza karşı olan sözde dostların oyunlarına araç olunmaktadır. Birbirinden ayrı olması gereken ve böyle olduğu söylenen AB ve Kıbrıs, son günlerde birbirinin koşulu durumuna getirilmiş, Kopenhag’da görüşme için tarih verilmesi, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin Kıbrıs Planı’nı kabule bağlamıştır. Açık zorlama ve dayatmaya alkış tutan, insanlığı, hukuku, demokrasiyi, adaleti, eşitliği önemsemeyen, Kıbrıs’ın ve Türkiye’nin güvenliğine aldırış etmeyen medya korosu sahneden inmemektedir. Ekonomik güçlüklerin çözümü için başta kaynak sağlanması, hukuksal ve siyasal çözümler için öneriler hazırlanması, ciddiyetten uzak bir biçimde ele alınmaktadır. Temiz, dürüst, onurlu siyaset için seçim öncesi verilen sözler unutulmuş, kinle, inatla, takiyyeyle, güdümlü tarikat iktidarı oluşturularak karşı devrime başarı kazandıracağı umulan düzenlemelere ve kadrolaşmaya girişilmiştir. Dünyada müslüman çoğunluğun bulunduğu elliden fazla ülke içinde demokrasinin yaşatıldığı tek yer Türkiye’dir. Herkesin inancını en özgür biçimde yaşadığı da tartışılmaz bir gerçektir. Dinsel görevler ve gerekler yerine getirilmiyormuş gibi Tanzimatçı, Meşrutiyetçi, mütarekeci, mandacı, Batı adamı çıkarcıların öncülüğünde, düşünce ve inanç özgürlüğünün en sağlıklı güvencesi olan laikliğe saldırmak, cumhuriyet düşmanlığı yapmaktır. Dilden giyime her alanda gerçekleştirilen devrim, tam eşitlikçi yurttaşlar düzeni Cumhuriyet’le bugünlere getirmiştir. Barış içindeki 79 yıl, değerini bilenler için en güzel kazanımdır. 1950’de başlayan ödünlerle geriye dönüş hızlanmış, yaşamı gölgeleyen, hatta karartan olumsuzluklar birbirini izlemiştir. Şimdi, yasama organındaki sayısal çoğunluğun her şeyi yapacağı sanılarak toplumsal barışı bozacak yeni adımlara hazırlanılmaktadır. İçte ve dışta sorunlar dizisi karşımızdadır. Bu ortamda Atatürkçülerin görevi daha büyük önem taşımaktadır. Sorumluluk duygusu onurlu kişiliğin temel öğesidir. Özveri ile, Atatürk’ün 1927’deki Büyük Söylevi’yle yüklediği ödev anımsanmalı, Bursa konuşmasının yönü bilinmelidir. İlk aşamada sahte Atatürkçüler dışlanmalıdır. Tanıtılıp gerçek Atatürkçülerle ilgileri olmadığı herkese anlatılmalıdır. Rozet takmanın, nutuk atmanın, resim asmanın Atatürkçülük olmadığı, zorunlu nitelikler gerektirdiği belirtilmelidir. Türkiyemizin yeniden kurulurcasına “yeniden Atatürk!” denilerek yola çıkılması gerekir. Atatürk’e, laik Cumhuriyet’e dönüşün biçimsel oluşumlara değil, anlayıştan başlayarak her alanda Atatürk’e yaraşır olma çabasıyla geçerli olacağı vurgulanmalıdır. Atatürkçüyü karalayıp engelleyen, bu tür kişi ve kuruluşlara işbirliği yapan bencil, çıkarcı, tembel, kavgacı, ilkesiz, tutarsız, ahlaksız, Atatürkçü olamaz. Atatürkçü olmayanın da, yukarıda Atatürk’ün ne anlama geldiğini belirtmiştim, Türkiye ve Türk ulusu için hiç bir yararı söz konusu edilemez. Atatürk çizgisinde birleşmedikçe yakınmalardan kurtulacağımızı, sorunları çözeceğimizi sanmıyorum. Türkiyemize özgü, kendini her zaman yenileyen, evrensel değerleri ulusallaştırarak yaşamamızı gönendiren ilkeleri yadsımak, demokrasi amaçlanarak kurulan Cumhuriyet’i numaralandırmak, gerçek dışı savlar, terbiye dışı söz ve yazılarla bozukluklarını yansıtan görüşlerini dayatmak, insanlıkla bağdaşmaz. Kanımca ne çektiysek Atatürk’ü unutmak ve unutturmaktan kaynaklanmaktadır.

Türkiyemizi, Atatürk’ü, Atatürk ilkelerini, öncelikle bu ilkelerin üzerinde yükselen Türk Devrimini anlamalı anlatmalı, tanımalı ve tanıtmalıyız. Türk hukuk kurumunda tanık olduğum konuşmasında Atatürk’ün büyük söylevinin okullarda zorunla ders olarak okutulacağını söyleyen önceki Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yapamadığı yapılmalıdır. İnsanlığın; demokrasinin, barışın, çağdaşlığın bağımsızlık ve özgürlükle ulusal egemenlik ortamında nasıl gelişeceği yinelenerek eğitim-öğretim düzeni ve izlenceleri yeniden düzenlenmelidir. Zorunlu-kesintisiz eğitimi 12 yıla çıkarılmalıdır. Din dersleri zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Kültüre, sanata, felsefeye ağırlık verilmelidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi ödünsüz uygulanmalıdır. Söyleye yaza bıkıp uzandığımız Anayasa, siyasal partiler, Seçim yasaları ile öbür yasalar değiştirilmelidir. Doğal kaynaklarımız üretime açılmalı, üretim arttırılarak tutumlu yaşam yeğlenmeli, iç ve dış borçlar hızla giderilmeli, işsizlik önlenmelidir.

İlerici güçler kişiyi ve kuruluş olarak ayrıntıda ayrılmayı bırakmalı duygusallıktan uzaklaşmalı, Türkiye için her özveriye katlanarak bir araya gelmeyi, dayanışmayı ve birlikteliği arttırmayı görev bilmelidir. Yapaylık, savsaklama, tembellik, ilgisizlik, tepkisizlik, bölücülük, bozgunculuk, yıkıcılık, çekememezlik, engelleme en tehlikeli toplumsal sayrılıklardır. Yabancıların ve içimizdeki işbirlikçilerinin oyunları bozulmalıdır. Kimlerin satılık ve kiralık olduğu ortaya konulmalıdır. Demokratik kitle örgütleri bilinçli çabalarla, el birliğiyle, gönül birliğiyle kara bulutların ufkumuza çöküşünü durdurabilir. Bu bağlamda en iyi örnek 1919 yürüyüşü , Atatürk’ün Anadolu İhtilalidir. Yoktan var eden, ölüm-kalım savaşındaki koşullardan daha kötüsü ile henüz kuşatılmış değiliz. Bizi bu günlere getiren başlıca neden: Türk Devrimi’ne ve en büyük Türk devrimi Cumhuriyet’e tam sahip çıkılmaması, köktendincilere verilen siyasal kaynaklı ödünler, eğitim-öğretimdeki düzensizlik ve yetersizlikler, umursamazlık, tembellik, zıtlaşma ve inatlaşma ile ekonomik güçsüzlüktür. Yolsuzluk, soygun, hortum, kayırma-torpil, rüşvet, mafya ve çoğunluk diktası heveslisi siyasal yapılar bu saydığım olumsuzlukların üzerine oturmuştur. Çocuklarımızı ezbercilikten kurtarıp tartışarak gerçeği arama, kendini eleştirip sorgulayarak eğitime, düşünerek ve araştırarak yaratma, toplumsal etkinliklerle donanma, demokratik yaşamın tüm gerekleriyle güçlenme için yetiştirmeliyiz. İnançlarıyla akıllarına tavan koymamalıdırlar. Vatanı olmayanın dini, aklı olmayanın Allahı olmayacağını bilmelidirler. Gericiliğin insanlık için en büyük tehlikelerden biri oduğunu asla unutmamalıdırlar. Din siyasallaşırsa demokrasi dinselleşir. “Hukuku siyasallaştırmak yerine siyaseti hukuksallaştırmak gerekir” sözlerimi içtenlikle yineliyorum. Çalışmak gençlerimizin en iyi alışkanlığı, Atatürkçülük en büyük tutkusu, yurtseverlik en benzersiz onuru olmalıdır. Yalnız değerleri yitirdiğimiz zaman birleşirsek daha bir çok değeri yitiririz. Değerlerimizi yaşattıkça yaşarız. Yüreğiyle, beyniyle inan ve güven duyuran ilkeli, ülkülü, kişilikli, nitelikli yurttaşlarla yurdumuzda sonsuza değin bağımsız yaşamak mutluluğunu tadarız. Özellikle ulusal konularda duyarlığımızı, özenimizi diri tutmalıyız. Günümüzün olayları karşısında milletvekili niteliği ile yasama dokunulmazlığı konularına önem vermeliyiz. Demokrasiyi parti içi yaşamda gerçekleştirmeye öncelik ve ivedilik verilmelidir. Halkevleri ile köy enstitülerinin kapatılması, Türkiye aydınlanmasını durdurup geriye çeviren, karanlığa dönmemize neden olan büyük yanlışlıktır. Eğitime, okumaya çok önem verilmelidir. İmam hatip okullarının yan bahçeleri öğrencileri militanları gören siyasal anlayışın, terörü geçirle sayan kökten dinciliğin amacından asla vazgeçmediğini, takiyyelerle sonuç alma hırsını sürdüreceğini unutmamak gerekir. Okuyanları çoğaltmak için yayın izlencesi ivedilikle ele alınmalı, kağıt, baskı ederleriyle öbür öğelerde kolaylıklar sağlanmalıdır. Adaleti hızlı doyurucu ve yansız çalışan bir ülkede sorunlar azalır. Adaleti daha etkin kılmak, yakınma nedenlerini gidermek için af yasaların dönülmelidir. Demokrasinin bir öğreti bir disiplin olduğu, kuralsızlık olmadığı bilinci kökleşmelidir. Temeli bireylerin yüreğinde ve beyninde olmayan hiçbir değer yaşatılamaz.

Daha bir çok öneri getirilebilir. zaman almamak ve sayfa ölçüsünü aşmamak için bu özetlerle yetiniyor, okuyucularına geçen yıllardan her yönden daha iyi yeni yıl diliyorum.

Yekta Güngör ÖZDEN, Aralık 2002


***

Milliyetçiliğimiz Ve...

Milliyetçiliğimiz Ve...



Yekta Güngör Özden

Milliyetçilik Ezilen Ulusların Kapitalist Emperyalist Büyümeye Karşı Direnme Gücüdür

Sanayi toplumlarının değişik görünümlü açılımlarının aydınlanma ve demokrasiyle birlikte ateşlediği bir akım olan milliyetçilik, sovanizmden ırkçılığa sert ve ters içeriklerle tartışılan bir kavram durumuna geldi. 18. yüzyılda sömürgeci devletlerin yoksul ülkeleri ezmesiyle gündeme gelen, genelde duygusallık taşıyan bu akım giderek siyasal ve ekonomik öğelerle dokunarak bağımsızlığın ve özgürlüğün bayrağı oldu. Osmanlı’ların son yüzyılı Avrupa’da çaba gösteren Jön Türkler’ in girişimleri ve öyküleri ile doludur. Avrupa’da insanlık tarihinin, dinsel bağın üstüne çıkmasıyla, Türkiye’de ise Atatürk’ün kotardığı devrimlerle yurttaşlığın tebaanın, ulusun da ümmetin önüne çıkmasıyla önemini arttırmıştır.
Ezilen ulusların, sanayi toplumlarının tekelci, kapitalist emperyalist büyümesine ve uluslar arası egemenliğine karşı direnmesinin gücü olan milliyetçilik, Atatürk Türkiyesi’nde büyüklenme, üstünlük kurma, yayılma, ele geçirme, egemenliğini benimsetme değil, ulusların eşitliğini, karşılıklı güven ve saygıyı öngören barışçı bir anlayışa dayanmaktadır. Türk Devrimi’nin birbirini tümleyen ilkelerinden biridir. Türk Ulusu’nun varlığını sonsuza değin bağımsız biçimde özgürce sürdürmesi, güzel gelenekleriyle üstün niteliklerini koruması, aşağılanmaya ve ezilmeye karşı ulusal dayanışma içinde bulunması, uygunluk olanaklarını paylaşarak, karşılıklı saygı, güven ve dostluk duygularıyla barış ortamında, eşit konumda uluslar arası ilişkileri amaçlar. Saldırganlığı, yaşamsal olmayan savaşı, dayatmaları, üstünlük güdülerini dışlar, insanlık ve esenliği içerir. Her tür bölücülüğe ve ayrımcılığa, ulusal değerlerden ödün vermeye karşıdır. Gruplaşma, kümeleşme, güç gösterme nedeni değil, ulusal doğrulukta birleşme ve güçlenmedir. Ülkemizde milliyetçilik soylu, çağdaş, yapıcı bir anlayışla benimsenmiştir.
Son 60 yılda ırkçılık-turancılık kalkışmaları, faşist akımlara temel oluşturmuş, üzücü olaylar yaşanmıştır. Milliyetçiliği kötüye kullanmaların birbiriyle birleşmesi olanaksız kavramlarla kurmaya çalıştıkları yapı, alınmak istenen sonuçlar kimi sakıncalar taşımaktadır. Ulusalcılık ile Arap milliyetçiliği olan ümmetçiliğin birlikteliği gibi. Din öğesine ağırlık ve üstünlük tanıyıp soy bağını, din bağına teslim etmek gibi. Gençliğe kapı açan Türk-İslam sentezi anlayışı böyle yayılmak istenmiştir.

Atatürk’e Karşı Olan Asla Milliyetçi Olamaz

Feodalizme, ümmetçiliğe karşı, insana, bireye, yurttaşa değer veren ilerici bir içerik taşıyan milliyetçilik, tüm bu olguları bize veren, çağdaş Türk milliyetçiliğinin kaynağı Atatürk’e karşı kullanılmıştır. Atatürk’e, Türk Devrimi’ne, bu devrimin dayanakları Atatürkçülüğe karşı olan, şeriatçılığa omuz veren, asla milliyetçi, Türk milliyetçisi olamaz.
Küreselleşme-globalleşme adıyla yürütülen uluslar arası tekelciliğe, yeni sömürgeciliğe karşı ulusal çıkarlarımızı korumak, milliyetçiliğin en doğal gereğidir. Lozan’ın intikamını almak için Sevr’i gündeme getirenlerin, kürt milliyetçiliğini kışkırtarak çoğunluğun içindeki insanları azınlık yapmak isteyenlerin, Irak’ta polislik yapmaya heveslenenlerle Galiçya’yı, Yemen’i, vatan sayıp Kıbrıs’ı AB eliyle Yunanistan’a vermeye yeltenenlerin birlikteliği-ortaklığı, varlığını yüceltip güçlendirerek korumaya, eşit yaşamaya çalışanları düşündürmelidir. Milliyetçilik, Türkiye’de dinciliğin baskısı ve tehdidi altındadır. Ulus devlet, AB beslemelerinin saldırısına uğramıştır. Laiklikle çağdaş milliyetçiliği birlikte yaşama geçirmek, alt-üst kimlik tartışmalarını gereksiz kılan ulusal kimlikle yoğunlaşmak-birleşmek, gelecek yönünden en sağlıklı kurumsal güvencedir. Yanlış “azınlık” savları ve oyunlarıyla ulusal birlik yıkılırsa kimseye bir şey kalmaz. Pusudaki Avrupa, saldırgan ABD kendileri için savunduklarını Türkiye için gereksiz görmekte, Yugoslavya’da dağılmayı, Kıbrıs’ta birleşmeye çalışmaktadır.
Atatürk ilkeleri, önderi Atatürk’ün başardığı, gerçekleştirdiği yenileme atılımlarını yaşama geçiren dizgeler, yollar, yöntemlerdir. Konuşmaları, söylev ve demeçleri, buyruk ve önerileri, örnek aldığımız çalışma, çaba ve uğraşları bu kapsamdadır. Atatürk bizim için ışıklar kaynağıdır. Bizim için bağımsızlık, özgürlük, egemenlik, onur, erdem, ahlak, adalet, şan ve şereftir insanlıktır, ülküdür. Bizim için her şeydir, bizim her şeyimizdir. Atatürkçülük (Kemalizm), bu özellikleri bu güzellikleri sürekli yaşamında tutarak kendini yenileyip aşarak insanlığımızı esenliğe, mutluluğa, gönence, erince taşıma sorumluluğu ve yükümlülüğüdür. Atatürkçü düşünce usla, bilimle, bilince bu doğrultuda çağdaş koşunun yürek ve beyin gücüdür.
Milliyetçiliği bu bağlamda değerlendirdiğim bir konuşmamın (Ege-Koop, İzmir 1998) ilgili bölümünü vererek görüşlerimi sunmak istiyorum. Zamanım elvermediği için bu yolu yeğliyorum. Anlaşılma kolaylığını seçiyor, bilimsel ağırlıktan özellikle kaçıyorum.

Ege-Koop Konuşması

“Milliyetçilik” sözlüklerde “ulusçuluk” diye geçiyor. “Ulusalcılık” diyenler de var. Millicilik değil, milliyetten geldiği için “ulusçuluk” daha uygun düşüyor. Önemli olan kullanma amacı ve anlatım gücü, bir de alışkanlık. Millliyetçiliğin değişik tanımları yapılabilir. Ben “ideoloji mi, psikoloji mi, karma bir kurum mu?” ayrıntıya bilimsel ağırlığa girmeyeceğim. “Bergson, Anderson şöyle dedi. Marks böyle dedi, Gellner ile A. Smith şunları anlattı, Ziya Gökalp şunu savundu, şimdiki siyasal amaçlı yorumcular ve parti yandaşı bilimciler ise şöyle yazıyor.” diye yollamalı bir anlatımdan da uzak kalacağım. İçten, yalın ve daha çok günümüzle ve özellikle ülkemizle ilgili durumlara, bunun için de öncelikle nasıl açıklanabileceğine değinmeyeceğim. Türlerine, örneğin “liberal milliyetçilik, tarihi milliyetçilik” gibi girmeyeceğim. Şimdi “saldırgan milliyetçilik, savunan milliyetçilik” gibi türlerden de söz ediliyor. Milliyetçilik, kanımca, bağnazca bir soy güdüsü değildir. Aynı zamanda bir disiplindir. Soyunun üstün değerlerini koruyarak ve güçlendirerek ulusal yapıyı her yönden daha iyi duruma getirmektir. Bizim için, Devrimin değerlerini geliştirip sürdüren bir anlayış olarak da tanımlanabilir. Türkiye için bir güç kaynağıdır. Bu bağlamda Atatürk milliyetçiliği, Türkiye’de yaşayan herkesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kurumunda tam eşitlikle birleştirip soy ve inanç özelliğini özgürce açıklama olanağı veren bir ilkedir. Tüm ayrımları dışladığı, akılcı, ilerici, uygar ve gerçekçi olduğu için “çağdaş milliyetçilik”tir. Toplum yapısını özellikleri ile kavrayan sağlıklı bir anlayışa oturtmaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halk, hangi soy ve inanç bağından olursa olsun, ulusu oluşturduğuna göre açılımları bu yapıya göre tanımlayıp yönlendirmek gerekir. Ulusal birliğin temel öğesi, dil ve ortak yaşam istenci ile tarihsel değerlerdir. Din nedeniyle acılar çekilmiş, saldırılara uğranılmış olsa da din, milliyetçiliğin gerçek öğesi sayılamaz. Irkla din karıştırılmışsa da, milliyetçilikte, ulusalcılıkta din dayanak olamaz. Ulus yapısında olması ayrıdır. Uluslaştıktan sonraki aşama için değildir. Irkçılık, ulusal birliği dil, gelenek, ülkü öğelerine, insanlık ilkelerine değil de ırk temeline bağlamak isteyen kafatasçılık, bana göre çağdışı bir akımdır. Ulusçuluk yayınları da ulusalcılık, “soy” ağırlığını da geride bırakan, dinsel birlikteliğe karşın ortak değerlerde yükselen, bu değerlerden kaynaklanan bir olgudur. Sanayileşmeyle başlayan uluslaşma süreci, bağımsızlık tutkularıyla aşama kazanmıştır.
Milliyetçiliğin, bizde, laiklikten çok dinciliğe dayandığını görmek istemeyen, siyasal ve etnik kimliklerin savaşımı gibi sunan, savaşımcıları vardır. Çağın gerçeklerini kavrayamayanlar, ümmetten ulusa, kapıkulu-kölelikten-tebaalıktan bireyliğe geçmeyi anlayamamışlardır. Milliyetçilik, tutuculuk; tutuculuk da milliyetçilik değildir. “Milli-manevi değerler” ile “milliyetçi muhafazakarlar” sözlerini dillerinden düşürmeyenlerin çoğu, bu kavram ve sıfatların ne olduğunu bilmediği gibi adlarının karıştığı çirkin olaylar, çete-mafya ilişkilerine uzanan durumlar, siyasal çıkar aracı türü kullanmalar da sözde kaldıklarını göstermekteir. Milliyetçilik, geriye çeken, gereksizleri, yarasızları da koruyan bir tutum değil, ilerici atılımcı, insana ve değerlerine saygılı bir anlayıştır. Aynı topraklar üzerinde yaşayan insan topluluklarının bu birlikteliği koruma amacı, ayrılıkçı duygu ve düşünceleri geçersiz kılar. Geçmişi özetleyen tarih ortaklığı; toplumsal varlığın en güçlü dayanağıdır. Dil, düşünce, ahlak, kültür-gelenek ortaklığıyla geleceğe ilişkin amaçla birleşmek, tüm bunları koruma güçlendirme, yüceltme çabasında yoğunlaşmak, çağımızın milliyetçiliği olarak algılanmalıdır.
Ulus olmadan, uluslaşma, ulusallaşma söz konusu olamaz. Ulus, hepimizin bildiği gibi, ülke, ilke ve ülkü birlikteliği ile kaynaşmış yurttaşlardan oluşan siyasal ve toplumsal bir yapıdır. Yurttaşlar arasındaki bağları kuran öğeler bu kavramlar içindedir. Etnik öncelik, üstünlük ve ağırlık savıyla ayrıcalık istemi, ırkçılığa götürür. Gerçek, içtenlikli milliyetçilik, tutsaklığa, sömürgeciliğe ve her tür bağımlılığa temelden karşıdır. İçte, soy ve inanç ayrımı gözetmemeyi; dışta uluslararası eşitliği benimser. Tersine tutum kavgacıdır, barışçı değildir.
Çevremize baktığımızda milliyetçiliği ırkçılıkla eş tutmaktan ötede, özdeşleştiren eğilimler görmekte, kimi sakıncalı durumlara tanık olunmaktadır. Hatta dinselleştirenler vardır. Türbanla ve dinsellikle ilgisi olmayan, sıkmabaş, başbohçalama, kara örtünme olaylarında “Tekbir!” çığlıklarına uyarak kargaşa çıkaranların elleriyle yaptığı işaretler bu durumu açıklamaktadır. Böyle olursa yani dinleşirse ulus, ümmet olur. Milliyetçilik ümmetçilikle birleşemez ona destek veremez. Ümmetçilik, Arap milliyetçiliğidir. Ülkede, bir ırkın, bir etnik grubun üstünlüğü savına dayanan tutum, ulusu daraltmak, bölmek, milliyetçiliği küçültmektir. Milliyetçiliğin ahlakla ilgisi, ıranın (karakterin) belirginleşmesidir. Ekonomik amacı olmayan milliyetçiliğin kültürel temelini savunmak da inandırıcı olmaz. Milliyetçilikte ekonomik amaç, bağımlılığın önlenmesidir. Ekonomik bağımlılık, milliyetçiliği gölgeler ve engeller. Belirgin özellik, eşitlik özgürlük, birliktelik, geçmişe bağlılıkla gelecekte de var olmak amacıdır.

Atatürkçülükte Milliyetçilik

Az önce belirtmeye çalıştığım anlayışla özetlenebilir. Sunuşlarım, benim kişisel görüş ve düşüncelerimdir. Şimdi böyle düşünüyorum, böyle görüyorum. Katılmayanlar olabilir, doğaldır. Toplumsal barış, ulusal dayanışmanın temelidir. Soylu bir ulusun bireyi olarak kıvanç duymak başka, bu bağı baskı, üstünlük aracı olarak kullanmak başkadır. Büyük Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı tam birliktelikle zafere ulaştırmıştır. “Büyük işleri büyük uluslar yapar. Türk ulusu dünya uygarlığı ve insanlığı için örnek çalışmalar yapmıştır. Devrimler yapan yetenekli bir ulustur. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek amaçlar uğruna ölmesini biliriz.” sözlerinde yansıyan anlayış, bugün için de en iyi örnektir. “Ne mutlu Türk’üm diyene!” özdeyişinin “Ne mutlu Türk olana!”dan ayrılığı açıktır. Hangi soy kökeninden olursak olalım “vatandaşlık” bağımız hepsinin üstünde, hepsi bu bağın altındadır.
Her Türk’ün özgür doğup özgür yaşadığı gerçeğine uygun yaşam, en çağdaş milliyetçilik olduğunu söylediğim Atatürkçülüğün, her alandaki tam bağımsızlık ilkesine uygun ereğidir (hedefi). Türk ulusu, insanlığa karşı sorumluluğunun bilincinde, insanlık ailesinin bağımsız ve onurlu bir üyesidir. Kurtuluş ve ilerlemenin özgücü olan özgürlük, Türk milliyetçiliğinin değişmez doğrultusudur. Türk milliyetçiliği halkçılıkla içiçedir. Halkın sorunlarına sırtını çeviren milliyetçi olmaz, milliyetçi olan halkçı, halkçı olan milliyetçi olur, tersini düşünmek yanlıştır. Milliyetçilik, gerçek, bilimsel ve en olumlu anlamıyla ulusal yaşam ve yönetim sürekliliğidir. Ulusun üstün niteliklerini, güzel geleneklerini koruyarak varlığını barış içinde, uyum ve uzlaşma ile sürdürmesi, ulusun gücüne inanıp dayanmayı, ulusunu sevip saymayı, varlığıyla övünmeyi, ahlak ve adaletle yönetmeyi bilgi ve bilimle çalışıp ilerlemeyi gerektirir.

Atatürk Milliyetçiliği Turancılığa Karşıdır

Atatürk “Türk milliyetçiliği, ilerleme gelişme yolunda uluslararası ilişki ve görüşmelerle, tüm çağdaş uluslara koşut ve onlarla yanyana yürümekle birlikte Türk toplumunun özel karakterini ve başlı başına bağımsız kimliğini korumaktır.” demiştir. “Türkiye halkı, ırksal yayınları da dinsel ve kültürel yönden birleşmiş, birbirine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, kaderi geleceği ve çıkarları ortak bir toplumdur.” Serüven, düş ve gerçekdışılık Atatürk’ün anlayışında yoktur. Milliyetçiliğin başka yerlere çekilmesi, başka nedenlerle kullanılması, sakıncalı eğilim ve akımlara araç kılınması da Atatürkçülükle bağdaşamaz. Atatürk, Turancılığı “Büyük ve boş hayaller peşinde koşup yapamayacağı şeyi yapacak gibi gösteren sahtekarlardan değiliz” sözleriyle eleştirirken Suriye’de, Yemen’de yitirdiği binlerce evladının acısını çeken Anadolu halkına nasıl kıyıldığını vurguluyordu. Ana-babaların çektiği acıyı yüreğinde duymayan, milliyetçi olamaz. Enver Paşa’nın 1915’te Sarıkamış yöresinde, Allahuekber Dağları’nda, Rusları arkadan çevireceğini sanarak, aralık ayının buzlu gecelerinde, yazlık giysili 65-85 bin evladımızı şehit vermesi unutulamaz. Halkına karşı sorumluluk duymayan da milliyetçi olmaz. Atatürk “sorumluluk duygusu, ölüm duygusundan ağırdır” sözleriyle bu gerçeği belirtmiştir. “Türk Ulusu, Kurtuluş Savaşı’ndan beri, hatta bu savaşa atılırken bile tutsak ulusların özgürlük ve bağımsızlık uğraşlarıyla ilgilenmeyi, o çabalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının özgürlük ve bağımsızlığına ilgisiz kalması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası, bilinçsiz ve ölçüsüz bir dava biçiminde düşünülmemeli ve savunulmamalıdır. Milliyet davası siyasal bir savaşım (mücadele) konusu olmadan önce bilinçli bir ülkü (ideal) sorunudur. Bilinçli ülkü demek, bilimlere, bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir ve amaç demektir.” yaşamında tek onur kaynağı ve servetinin Türklükten başka bir şey olmadığını söyleyen Atatürk, Medeni Bilgiler kitabının 376-378. sayfalarında görüşlerini şöyle sürdürmektedir: “bugünkü Türk Ulusu’nun siyasal ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik düşüncesi ve hatta Lazlık düşüncesi yayınları da Boşnaklık düşüncesi propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve yurttaşlarımız vardır. Fakat geçmişin, bu keyfi yönetim zamanlarının sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici beyinsizden başka hiçbir yurttaşımız üzerinde üzüntü yapmaktan başka bir etki yapmamıştır. Çünkü, bu ulusun bireyleri de, genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyorlar. Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar yazgılarını ve geleceklerini Türk Ulusu’na vicdani istekleriyle bağladıktan sonra yan gözle, yabancı gözüyle bakmak, uygar Türk Ulusu’nun soylu ahlakından beklenebilir mi?”
Yine Atatürk, 1931’de, “Ülkenin ve Devrimin içerden ve dışardan gelebilecek tehlikelere karşı güvenliği için tüm Cumhuriyetçi ve milliyetçilerin bir yerde toplanması gerekir.” demiştir. Bu sözüyle cumhuriyetçilikle milliyetçiliğin ayrılmaz birlikteliğine değinmiştir. Altıok’un birbirinden ayrılması olanaksız, birbirini tümleyen anlamı daha iyi anlaşılmıştı.
Şu sözler de Atatürk’ündür: “Türk Ulusu, ulusal duyguyu, dinsel duyguyla değil, insancıl duyguyla düşünmekten zevk alır. Vicdanında, ulusal duygunun yanında insancıl duygunun onurlu yerini sürekli korumakla övünür. Türk Ulusu’nun uygarlık yolunda tüm uygar uluslarla ilişki kurması gereklidir. Ulusumuz her uygar ulus gibi uygarlığa hizmet etmiş insanların ve ulusların değerini bilir ve anılarını saygıyla korur.” 1929’daki bu sözlerini, aşırılıktan kaçınma ve inançla sarılma yönündeki şu sözleriyle tamamlamak istiyorum: “Biz doğrudan doğruya ulusseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Bu toplumun bireyleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa o topluma dayanan cumhuriyet de o kadar güçlü olur. Biz öyle milliyetçileriz ki bizimle işbirliği yapan tüm uluslara saygı duyarız. Onların milliyetlerinin her gerçeğini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, bu durumda, bencil ve gururlu bir ulusseverlik değildir.”
Türk Ulusu’nda kimi yapı değişikliklerinin doğal olduğunu, binlerce yıl kaynaşmış, eski bir toplumun birbirine tam benzemesi de çocuklarının aynı kök, uzun ve ortak geçmişin belirli tipi olduğunu söyleyip Türk! Övün, çalış, güven!” buyruğuyla da varlığıyla övünürken çalışmayı, kendine ve ulusuna güvenmeyi öğütlemiştir.
Görülmektedir ki Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı gerçekten insancıl ve barışçıdır. Ulusal birliğin ve ülke tümlüğünün harcı ve güvencesi olduğunu 57. hükümetin programında da saptıyoruz. Evrensel boyutla da barışçı, insancıl ve laiktir. “Ne zaman İslam birliği, Türk birliği oldu?” sorusu da günümüzdeki gerçeklere uygundur. Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve son olarak SSCB. Dayanamadı, uluslaşmaya karşı çıkmada başarı sağlayamadı. Bağımsızlık ve özgürlük ateşi sonuç aldı. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonundaki ulus devlet yapımız bu nedenle gerçekçi, sürekli ve sağlıklıdır. Tito, küçük kültürleri bağımsızlaştırarak, birlikteliği sağlayacağını sandı, aldandı. Atatürk onları birleştirip uluslaştırarak birlikteliği sağladı ve başarılı oldu. Yalnız din bağı etkili olsaydı İran-Irak savaşmaz, yalnız soy bağı olsaydı Sırplar’la Boşnaklar çatışmazdı.
Güneydoğu sorunu, Türkiye’yi güçlendirmemek, engellemek çabasının ürünüdür, yapaydır. Ama, içte barışı ve birlikteliği koruyamazsak başka örgütlerle, başka kukla ya da maşalarla biz uğraştıracaktır. Demokrasimiz diktatörlükleri, laikliğimiz köktendinci yönetimleri için kötü örnek olan ülkeler de bizi zayıf kılmaya çalışmaktadır. Atatürk’ün Amasya’dan Cafer Tayyar’a “Tüm milleti mahvetmeden Kürt devleti kuramazlar.” dediğini unutmamalıdır.
Ekonomi önemli bir katkıdır. Sanayileşme, kaynaşmayı sağlar. Ekonomide kendinize özgü gücünüz olmalı. İnsan kaynaklarıyla desteklenmeli sosyal adalet gerçekleşmeli, emek ve alınteri, karşılığını hakça almalı.

Türkiye Halkı Denilmesi Sakıncalıdır

Ayrıca, Rusya’yı karşımıza geçiren, bağımsızlıklarını yeni kazanan Türk Cumhuriyetlerini çekingenliğe ve duraksamaya düşünen “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar...” sözleriyle “Türk Ulusu” ya da “Türk halkı” yerine “Türkiye Halkı” denilmesini de yararlı bulmuyorum. Atatürk nasıl “TBMM’de yalnız Türk yalnız Kürt, yalnız Çerkez yok demişse ülkemizde değişik kökenden toplulukları vardır. Ve hepsinin ortak adı, ulusal kimliği “Türk”tür. Ulusal kimliğini yadsıyan, yurttaş olamaz. Yurttaşlıkta birleşince de sorun kalmaz. Kışkırtmalarla söylenen yalanlara kimse inanmaz. Hakkari’deki Mehmet’le Ankara’daki Yekta’nın Anayasal ve yasal hak özgürlüklerde, yurttaşlık olanaklarında hiçbir ayrımı yoktur. Bu topraklara “Türkiye” adını da 10. yüzyılda Avrupalılar koymuştur. Çoğunluğun dili dilimiz, adı adımızdır. Çağdaş, özgür bireylerinden ayrılan oluşan toplum hepimizin amacıdır. Atatürk, 1927’deki Büyük Söylev’inin sonunda “Bu sözlerimle ulusal varlığı sona ermiş sayılan bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş devletin nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.” derken yurt tümlüğüne duyarlı, birlikteliğe özen gösteren tutumunu ulusal düzeyde açıklamıştı. 10. yıl söylevindeki “Türk Milleti” vurgulamaları ile “Ulusal Ülkü” ve “Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişmesiyle geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” sözleri boşuna değildir. Bunlarla “Türk’ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve çok büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa, yokolsun daha iyidir. Bu nedenle, ya bağımsızlık, ya ölüm!” sözleri birleştirilip değerlendirilirse ulusal amacı tüm açıklığıyla ortaya çıkar. Bilge Kağan da Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, biliniz ki Türk ulusu, Türk yurdu, Türk devleti, Türk töresi bozulmaz demişti. Usu (aklı), bilimi, gerçeği ve karakteri dışlamadıkça, çağdaş milliyetçilikten uzaklaşılmaz.
Atatürk’ün, Misak-ı Milli sınırları içinde ve tam bağımsızlık temelinde, tüm yurttaşları özgür ve her yönden eşit yaşatan, yayılmacılığa, sömürgeciliğe yaşamsal olmayan savaşlara, siyasal ve ekonomik bağımlılıkları karşı çıkan ulusal egemeliği ve birliği üstün tutan yapıyı amaçladığını Recep Peker’in 9-16 Mayıs 1935’teki CHP 4. Kurultayı’ndaki şu sözler de doğrulamaktadır: “Atatürk ulusçudur. Ulus devletçidir. Bu nedenle de sosyalist değildir. Karmaşık devlet yapısının zararlarını yaşayan Atatürk’ü 5.2.1937’de TBMM’de yaptığı konuşmayla Şükrü Kaya da desteklemiştir. “Uygarlık düzeyine ulaşmak, bunun için de millici olmak gerekir. Ama dar ve tekelci değil. Tüm dünya için, insanlık için erinç ve mutluluk amaçlayan bir milliyetçilik.” Atatürk’ün birleştirici ve tümleyici ulus devletini benimsediği milliyetçilik kökenci değildir, sınıf ve zümreci değildir. Ulusal egemenliğe karşı değildir. Tersi olursa ulusun değil, sınıf zümre ya da ırkın egemenliği olur. Dinsel de değildir. Dinsel olursa bir din ya da mezhebin egemen olma kavgası-savaşı gündeme gelir. Gerici ulusalcılık (daha önce değindiğim siyasi ninni ve masallarla) da milliyetçilik olamaz. Donmuş ve kalıplaşmış 19. yüzyıl milliyetçiliği (Cemal Kutay Gözlem, 17.05.1999), Ziya Gökalp’in “pantürkizm”ini yenilenmiş göstererek gündeme getirmek sakıncalıdır. Tarihsel ve toplumsal temellere dayanan uygar bir anlayışı soy ve yapı özelliği ile ayrımcılığa dönüştürüp, uygar dünyadan soyutlamak büyük yanlıştır. Öbür uluslarla uyumu ve karşılıklı saygıyı gözeten anlayıştan ayrılmamalıyız. Atatürk 1933’te “Doğu’dan yükselecek güneşe bakınız. Bugünün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan tüm Doğu uluslarının uyanışını da öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüğüne kavuşacak çok kardeş ulus vardır...” sözleri çağdaş, uygar, barışçı milliyetçiliğin, akılcı milliyetçiliğin açıklanışıdır. Ulusun, soyların karıştığı bir tümlük; toplulukların, halkların, soyların, kucaklaşması olduğu, yayılmacılık ve kavganın anlamsızlığı anlatılmaktadır. Kültürleri ayrıştırmak yerine birleştirmeyi seçen Atatürk, siyasal, ekonomik, hukuksal, yepyeni bir örgüt oluşturdu. Anlayışından bireylerine, ilkelerinden kurumlarına yepyeni, milliyetçi, demokratik, laik, sosyal Türkiye Cumhuriyeti.

Anayasalarda Milliyetçilik

1921 Anayasası’nın laikliğin de temeli olan 1. maddesi egemenliğin bağsız koşulsuz Ulus’un olduğunu öngörmektedir. Bu madde 1923’teki değişiklikte de korunmuştur. 1924 Anayasası’nın 3. maddesine alınan ulusal egemenlikten sonra 1937 değişikliğiyle bu Anayasa’nın 2. maddesinde devletin “milliyetçi” olduğu belirtilmiştir. 1961 Anayasası başlangıcında ulusal özellikler, ulusal bilinç ve ülkü, ulusal birlik, “Milli Mücadele Ruhu”ndan sonra, ulusal dayanışmaya yer verilmiş, 2. maddesinde de Türkiye Cumhuriyeti’nin öbür nitelikleri yanında “ulusal (milli)” bir devlet olduğu öngörülmüştür. 1982 Anayasası’nın birinci paragrafında “Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı...” beşinci paragrafında “(...)milli menfaat(...)”, “Atatürk milliyetçiliği (...)” altıncı paragrafında “milli kültür (...)”, yedinci paragrafında “(...) milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerle, milli varlığa karşı hak ve ödünlerde (...)” belirlemeleri yer almıştır. “Cumhuriyetin nitelikleri başlıklı 2. maddesinde “(...) milli dayanışma (...) Atatürk milliyetçiliğine bağlı (...)”anlatımları bulunmaktadır. 4. maddesi bu niteliklerin değiştirilmesinin önerilemeyeceğini pekiştirmektedir. 42. maddede eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yapılacağı açıklığından sonra, milletvekili andında (Madde 81) ve Cumhurbaşkanı andında (Madde 103) “Atatürk ilke ve devrimleri” yinelenmiştir.
Anayasa’nın konuyla ilgili “Türk vatandaşlığı” başlıklı 66. maddesi, anlatımlarımızı doğrulayacak bir biçimde “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” açıklığını içermektedir. Bundaki “Türk Devleti” 1. ve 3. maddedeki “Türkiye Devleti”, 2. maddedeki “Türkiye Cumhuriyeti”dir.
Milliyetçilik, soyun “en üstün soy” olduğunu, başka ulusların aşağılanmasını öngörmez, ulusun varlığına, bağımsız yaşamına tutkunlukla, üstün değerlerini yükseltip güçlendirmeyi amaçlar. Özseverlik değil, özgüvenle çağdaşlaşıp başka uluslarla kendi kendi özgünlüğüyle yarışmaktır. “Soydaş”lıkla “yurttaşlık” aynı değildir. Atatürk milliyetçiliği ayrılıkçı “soydaşlığı” değil, birleştirici yurttaşlığı seçmiştir. Üstelik ulusal “Türk” kimliğiyle çoğunluğu tartışmasız biçimde odağa yerleştirerek. “Kavm-i necip” üstün soy anlayış, çağdaş milliyetçilikle bağdaşmaz. Ayrılıklarla savaş ve bölünme yerine birleşerek büyüme ve güçlenme yeğlenir. Milliyetçilikte kültür de evrensel kültüre ulaşmayı amaçlar. Bu nedenle alt kültürleri bağımsızlaştırmak değil, ulusallaştırarak evrenselleştirmekten sözedilir. Bu gelişmelerle birlikte öz, özellik korunur, yitirilmez.

Anayasa Mahkemesi Kararlarında Milliyetçilik

Geçmişi yadsımadan geleceğe tüm varlığıyla koşmak olarak da tanımlanabilecek milliyetçilik konusunda Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararı vardır. Atatürk milliyetçiliğinin vurgulandığı bu kararlardan Esas 1984/9, Karar 1985/4; Esas 1989/1, Karar 1989/12 ile Esas 1993/3, Karar 1994/2 sayılı olanları ve şu ortak yargıyı belirtmekle yetiniyorum: “Atatürk milliyetçiliği, gelişme ilerleme yolunda, uluslararası uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yeteneklerini ve bağımsız kimliğini koruma olarak tanımlanan Türk milliyetçiliğinin, Türk olmak mutluluğunu duyan herkesi kapsayan biçiminin adıdır. Atatürk milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan; dil, ırk ve din gibi düşüncelerle yapılacak her türlü ayrımı reddeden, birleştirici ve bütünleştirici bir anlayışı temsil eder.”
Ulusu oluşturan öğeler dil birliği, ulusal duyguyla yanyana insanlık duygusu, siyasal varlıkta birlik, yurt birliği, tarihsel birlik, ahlak, gelenek ve geçmiş ortaklığı, geleceğe yönelişte birliktelik milliyetçiliğe de yansır. Medeni Yasa’nın gerekçesinde, laikliğin siyasal ve hukuksal birliğin yanında ulusal birliğin de harcı olduğunun belirtilmesi, yurttaşlık bağının gücünü ortaya koymaktadır.
Milliyetçilik, bölücülüğe, ayrılıkçılığa, köktendinciliğe, ırkçılığa, Turancılığa, faşizme, komünizme de karşıdır. Yargı kararlarında devletin tek’liğinin, ülkenin tüm’lüğünün, ulusun bir’liğinin ödünsüz korunacağı yinelenmiştir.
Ziya Gökalp’in deyişiyle “Orduyu yeniçerilerle, yargıyı kadılarla kotaracak kara ve kızıl tehlike”nin silahlı kuvvetlerine karşıtlığı da içerdiği, millliyetçilikle uyuşmadığı gözardı edilmemelidir. Söz milliyetçiliği değil, öz milliyetçiliği gerekir. Hiçbir yararlı davranışı olmadan, çığırtkanlıkla bir yere varılamaz. Soygun, çete-mafya, çıkar oyunları, gözdağı, işkence ve öldürme olayları milliyetçilikle bağdaşmaz. Ezmeyen, ezilmeyen soylu duruş, milliyetçiliğe yaraşır çizgidir. Ayrılıkçı tezler ileri sürülerek milliyetçi olunamaz, milliyetçilik yapılamaz. Milliyetçilik, ulusa hizmetle olur, eziyetle olmaz. Milliyetçilik yalnız “ad”a değil, tüm varlıklara sahip çıkmaktır, geleceği güvenceye almaktır. “Küreselleşme, globalleşme” adıyla yürütülen dış ekonomik dayatmalara, “özelleştirme” adıyla gerçekleştirilmek istenen gelişigüzelliğe, yağmaya-talana, her tür yolsuzluğa, haksızlığa, “uluslararası tahkim” adıyla ulusal yargıyı dışlamaya, borç bağımlılığına karşı çıkmayı gerektirir. Bunlar kafatası ölçüsüyle değil, kafa içi aydınlığı ve yürek gücüyle olur. Siyasal simge olarak kullanılan, inançla ve dinsel gereklerle ilgisiz örtü ve giysilerin, sarı-kırmızı-yeşil bölücü simgeden ayrılığı yoktur. Amaçta ve sonuçta ikisi de ayrılıkçı, bölücü ve yıkıcıdır. Milliyetçiliği ırkçılıkla özdeşleştiren anlayış da böyledir. Ulus-devlet, ulusun devletinin sahibi olması, ulusallığın hukuksal aşamasıyla somutlaşmasıdır. Barışçılığı, gerçekçiliği, ırkçılık ve Turancılığa kaymaması nedeniyle Atatürkçülük, Atatürk milliyetçiliği, bizim ulusal ülkümüzdür. Jeopolitik konumumuz da bunu zorunlu kılmaktadır. Söyleyecek bir şeyi bulunmayan kimileri telaşa kapılıp köktendinciliğe destek vermeye hatta ona sarılmaya başlamışlardır. Bu çarpık tutumun milliyetçilikle ilgisi yoktur. Ülke sevgisi, ulus saygısı, laikliğe bağlılık içermeyen milliyetçilik, geçerli olamaz.
Bir bez parçasını için laik cumhuriyete karşı çıkanların milliyetçilik anlayışına gülünür. Bayrağa, İstiklal Marşı’na ayağa kalkmayanlar, Atatürk’e ve Atatürkçülüğe karşı çıkanlar milliyetçi olamazlar. En büyük Türk milliyetçisi Atatürk’e saldıranlar, insan olamazlar ki inançlı olsunlar, Türk olamazlar ki Türk Milliyetçisi olsunlar. Benim için günümüzdeki Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğidir. Bu milliyetçilik akıl, bilgi, ahlak, bilinç, yürek ve kişilik ister.
Şimdilerde başkalarından daha yurtsever ve inançlı olduğunu, bayrağa, ezana saygılı olduğunu söyleyen sözde, yapay, sanal milliyetçilere rastlanmaktadır. Özü olmayanın sözüne de inanılmaz. Dış baskılara, ekonomik-siyasal bağımlılıklara karşı uyanık olmalı, Sevr özlemcilerini sevindirmemeliyiz. İçimizdeki barış, karşılıklı sevgi, saygı ve güven duygusuyla dokunan ulusal dayanışma, en etkin gücümüzdür.

Etnik Sorun

Ülkemizde Lozan Barış Antlaşması’nda belirtilenlerle Bulgaristan’la imzalanan anlaşmada gösterilenler dışında “azınlık” yoktur. PKK davasında hiç kimseye göstermediği anlamsız ilgiyi örgüt başına gösteren Batının kışkırtması, demokrasi ve insan hakları savıyla yürütülen siyasal oyunlar düşmanın uyumadığının belirtileridir. Etnik sorun yoktur, çıkarılmaya çalışılmaktadır. “Kürt sorunu” yoktur, “Güneydoğu sorunu” vardır, işsizlik, yargı, üniversite sorunları gibi.
Alparslan Türkeş’in adıma gönderdiği 19/09/1991 günlü yazısından şu bölümü aktarmakla yazımı bağlıyorum:
“Ulus birliği-ülke bütünlüğü üzerindeki açıklamalarınız, yaşamakta olduğumuz şu karanlık dönemde her yurtseverin çoşkuyla sarılacağı kutsal bir ülküdür. Bunun için yaşamakta ve savaşmaktayız. Yüce Atatürk’ün ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ sözü yolumuzu aydınlatmaktadır. Yüce konuşmanız içinde ’çağımız özgürlük, vs, bilim ve adalet çağıdır’ ve ’her siyasal çıkarın üstünde ülke yararı vardır’ görüşleri hayranlıkla kabul edebileceğimiz düşüncelerdir. Baştan aşağıya memleketimize huzur ve yükseliş yolunu gözeten konuşmanız...”
Umarım, kimilerinin, kimi düşünceleri daha saydamlaşacaktır. Boş yere zaman ve güç yitirmeden kurtulacaklardır.
Gelelim, sonuca... Söylenecek çok şey var. Altı büyük kentimizin en zenginleri Kürt kökenli yurttaşlarımız. Cumhurbaşkanı oldular, Başbakan oldular, Meclis Başkanı oldular, bundan iki dönem önceki mecliste 160’tan fazla Kürt kökenli milletvekili vardı. Neyi olamadılar? Hepsi yalandır. Onun için Türkiye’de hiçbir etnik ayrım yoktur. Neredeyse ben kuşkulanacağım, acaba ben mi azınlığa düşüyorum diye.
Türkiye’de Musevi inancında olan yurttaşlarımızın, Hıristiyan yuttaşlarımızın şikayeti yok. Geçen gün Ermeni Patriği söyledi, hiçbir şikayet yok da Türk adını kıvançla taşıması ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” derken göğsü kabarması gereken Kürt kökenlilerin mi sorunları var? Hiçbirinin yok... Burada açıkça söylüyorum, etnik köken ayrımcılığı ve dayatmacılığı Türkiye’yi Türkiye olmaktan çıkarmak isteyen, sözde Batılı dostlarımızın oyunlarından başka bir şey değildir. Biz de toplumsal ve ekonomik önlemlerle, katkılarla Güneydoğu’yu kalkındırmalıyız.
Aynı şey küreselleşme, globalleşme adı altında Türkiye’ye dayatılan ekonomik ilericilik ve yenilikte vardır sözde. Ama kendileri yapıyorlar. Kutsal toprakta baldırı çıplak Amerikalı kadın askeri nöbet bekliyor ama demiyorlar ki Suudi Arabistanlılar’a “demokrasiyi kurun!”.
Sözü Türkiye’ye getiriyorlar. Nereye getirdiler? DGM dayatmasına getirdiler. Peki, Türkiye’nin adaletinden kuşku duyanlar, Türkiye’den şeffaf adalet beklediğini söyleyenler, Türkiye’ye akıl öğretmeye kalkışanlar ne yaptılar? Baader-Mainhof Çetesi’ni bir gecede kim ortadan kaldırdı Almanya’da? Ağzı bantlı Amerikalı yurttaşlarını duruşma salonlarına, üstelik ayaklarında demirlerle kim soktu? Bakın medya burada. Amerika’daki duruşma salonlarına bir tane gazeteci girebiliyor mu? Peki, Korsikalılar’ın yurttaşlığını Fransız yurttaşlığı kapsamında saymak isteyen yasayı, toprağı ayrı, ırkı ayrı, inancı ayrı Korsikalılar’ı bu ek tanımı bile kendi anayasalarına aykırı bulup iptal eden anayasa konseyi Fransa’da değil mi? Niye Türkiye’ye bunu söylüyorlar? İtalyanlar Apo’yu dolaştırıp dolaştırıp baş konuk gibi ağırladılar. Kendi üzerlerine düşen “iade” görevlerini yerine getirmedikleri gibi yargılamaktan da kaçındılar. Ondan sonra bizden şeffaf yargı bekliyorlar. ETA ne yaptı? İspanya’da nasıl karşılandı?
IRA İrlanda’da nasıl işlem gördü bana söyleyebilir misiniz? Türklerin adaleti yansızdır, bağımsızdır, şanlı ve şereflidir. Bize söylemek isteyenler önce kendilerine dönüp bakmalıdırlar. Onu söylemek istiyorum.
Şimdi burada milletvekili arkadaşlarımda var ben isterdim ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tutanaklarına geçsin ama vekillerimizin tutanağa geçirtmediklerini millet geçirtsin istiyorum. Biz, DGM yasasındaki değişikliği, “askeri yargıçlarımız bağımlıdır, komuta altında, emirle karar verip uygulamıştır” diye değiştirmiyoruz. İmza koyduğumuz anlaşmaların gereğini, onlar kötüye de kullansa, ona uyum sağlamak için yapıyoruz. Yoksa DGM’de çalışan askeri yargıçların kimilerinin, sivil yargıçlardan çok daha yürekli olduğunu buradan hukukçu olarak söylüyorum. Onun için kimse kimseyi kandırmasın.
Değerli İzmirliler, son sözlerim şudur. Biz en az Avrupalılar kadar demokratız. Birbirlerine Haçlı Seferlerinde kıyanlar, “Doğu-Batı” diye ayıranlar, komünizmi yaşayanlar, işte Mussolini unutuldu, Stalin gitti, Salazar gitti, Franco gitti. Hepsi gitti ama Atatürk kaldı. Daha iki yıl evvel Küba’nın lideri Castro, “Yeniden Atatürk” dedi. Düşünebiliyor musunuz? Onlar biliyor ama içimizde bunu anlamak istemeyenler var. İnşallah onların kulağındaki paslar, dillerindeki kirlikler, beyinlerindeki küfler bir an önce çözülür, aydınlığa kavuşurlar.
Her şeyin üzerinde insanlık vardır. İnsan olarak birleşebiliyorsak, anlaşabiliyorsak, soydaşlığın üzerindeki yurttaşlık kavramında da el ele tutuşabiliyorsak, hangi etnik kökenden olursak olalım, hiçbir önemi yoktur.
Ama bir şeyin önemi vardır: Atatürkçü olmanın...”

Ulusalcılık Solculukla Bağdaşır ve Kaynaşır

Uluslararası tahkime, gereksiz özelleştirmelere, dış dayatmalara, kullanılmaya, el koymalara, yabancı egemenliğine karşı çıkmayan, ulusal çıkarlarını ve ulusal güvenliğini gözetmeyen, tam bağımsızlığını, ulusal varlıklarını, doğal kaynaklarını, ulus-devletini düşünmeyen milliyetçi olamaz. Gerçek milliyetçi asla faşist, diktacı, kökten dinci ve gerici olamaz.
Solculuk, devlet yönetiminde, yönetimlerin tüm olanaklarından eşit biçimde yararlanmayı, bilimselliği, ulusallığı, barışı, kardeşliği, dostluğu, ahlak ve adaleti öngören bir anlayışı özetler. Benim için konunun özü budur. Ulusalcılık solculukla bağdaşır ve kaynaşır. Solculuğu uyduluk, uşaklık, uluslar arası ilişkilerde teslimiyet gibi algılamak yanılgıdır. Bilimsel sosyalizmin ülkeye özgü solculuğu ölçmek de yanlıştır. Bugün ve bizim için anlaşılması gereken, ulusal gericiliğe, bağımlılığa karşı olmaktır.
Kuva-yı Milliye, bu anlayışı benimseyenlerin, bu ruhta olanların gerçekleştirdiği güçtür. Ulusalcı atılımın kaynağı olan ulusal kurumlaşma, ulus bilincinin ateşidir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştıran, bu soylu birliktelik olmuştur. Bugün de varlığını özlediğimiz, sıcaklığını korumasını istediğimiz ulusal dayanışmanın temelidir. Milliyetçiliğin şahlanışıdır.

KAYNAK;
http://www.turksolu.com.tr/ileri/18_19/ozden18.htm

ALINTI;
http://eyvatan1923.blogspot.com/2015/09/milliyetciligimiz-ve.html


***