15 Kasım 2019 Cuma

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 10

27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ,   BÖLÜM 10



SOSYALİZM ZÜĞÜRTLÜĞÜ VE ÖDLEKLİĞİ 

Bizde bugün "Sosyalist Düşünce" uğruna yapılan bütün savaşların "zengin değil" züğürt kalışı, "memleketin gerçeklerine oturmayışı" şundan ileri geliyor. Yazarlarımız, sırf yazmak ve okumakla doğru yolun bulunabileceğini sanıyorlar. Pratiği, işi, yığınlar içinde çalışmayı hiçe sayıyorlar. İlk sapıtma oradan başlıyor. İkinci sapıtma: Kendilerinden önce bu ülkede sosyalizm uğruna savaşmış olanları hiçe sayıyorlar. Burjuvazi kendi çıkarına güzel bir yol tutmuş, dün sosyal konu üzerine ağzını açanı engizisyon cenderesinde mahkum etmiş, lanetlemiş. Şimdi, bütün sosyalistçe düşünenlere o lanetlileri parmakla gösteriyor: "Bu mel'unlara sakın yaklaşmayın. Yoksa!" Taze sosyalistlerimiz bu öğüdü "akılcı düşünceleri"ne uygun buluyorlar. Burjuvazinin lanetlediklerini bir yol da sosyalistler lanetliyorlar: Dilleriyle değilse, davranışlarıyla...

Sosyalistçe adam lanetlemenin özel biçimi vardır. Lanetlilere: "Sizi burjuvazi lanetlediği için biz de lanetlemeye mecburuz" diyemezler. 

Bu onların "sosyalistliklerine" dokunur. Öyleyse ne diyecekler? içlerindeki komplekslerine göre: "Siz yanılmışsınızdır", "Siz düşüncesizsiniz", "Siz yetersizsiniz", "Siz vakti geçmiş molozsunuz", "Siz şüpheli adamlarsınız" ve bunların özeti "Siz yenilmişsiniz"dir. Hiçbir vakit "Biz korkuyoruz" diyemezler. Çünkü hepsi yeni bir cesaretle ortaya atıldıklarına inanmıştırlar. Bu inançlarında samimidirler. 

EMPERYALİZME YARAR YOZLAŞMA 

0 zaman ne olur? Bugünkü "Sosyalist düşünce ortamı" ortaya çıkar. 
1 - Sosyalizm işinde az çok denemesi ve düşüncesi bulunanlar, gizli polisin gösteremediği bir "başarı" ile tecrit edilirler. 
2 - Yeni bir sosyalizm kurmaya çıkan "Allah yaratıcılar" gibi bir çok "Sosyalizm yaratıcıları", Türkiye'nin her türlü pratiğinden kendi kendilerini tecrit ederler. 

Hareketin tarihinden, tecrübesinden, pratiğinden kopmuş olan yeni "sosyalizm yaratıcıları", eskilere dönüp, "Gördünüz mü?" derler, lisanı halleriyle, "Biz sizin gibi enayi değiliz, beceriksiz, yetersiz, düşüncesiz, moloz, müstehase, fosil değiliz" derler. Teşkilatta, yayınlarda yalnız pratikten kopmuş olmanın sosyalizmi ne derece yozlaştıracağını bilen günün egemen güdücüleri, yeni "sosyalizm yaratıcıları"na hatırı sayılır kolaylıklar sağladığı için, her şey yolunda gibi görünür. Dört yıllık TİP ve YÖN faaliyeti ile sosyalist yazarlıklar sonunda artık iyice duyulan boşluk ve eksiklik bundan ileri gelir. Türkiye'de yeni bir sosyalizm yaratıcılarını ne yadırgıyoruz, ne kınıyoruz. Lanetlemelere çok alışığız. Gene lanetlenmeyi kolayca göze olarak, yaptıklarımızı değil, hiç değilse düşündüklerimizi açıklamaktan kendimizi alıkoymayacağız.


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 27 Mayıs ve İktidar


27 MAYIS VE İKTİDAR 

27 Mayıs, denildi mi, göz önüne hemen 9 Subay olayı gelir. 9 Subay olayı, 27 Mayıs'ın başarısız bir provasıdır. 1960 Devrimini yapanlar, 6 yıldan beri nasıl canlarını dişlerine takarak ihtilal hazırladıklarını söylerler. Demek ihtilal hazırlığı 1954 yılı, tam Vatan Partisi'nin kurulduğu yıl başlamış. 1957 yılı, ihtilalci 9 Subay ile Vatan Partililer Harbiye'de tutuklandıkları zaman, birbirlerinden tüm habersizdiler. Vatan Partililer mi, 9 Subay mı daha çok işkence çektiler? Kestirilemez. Vatan Partililerden, 7-8 ay geceli gündüzlü gün ışığı görmeyen, karanlık mezar darlığında hücrelerinde, sağlam dişlerinin peynir gibi kırıldığını görenler oldu. Vatan Partisi de, 9 subay da beraat ettiler. Bu paralellik, başka birçok bakımlardan Vatan Partisi ile 9 Subay olayları arasında uzar gider. Ne var ki, paralel, hiçbir yerde birbirlerine değmeyen çizgiler oldu. Değmemekle de kalmadı. 9 Subay, kendilerinden sonra gelen hareketlerce aforoz edildi. Vatan Partisi de öyle; kendisinden sonra gelen hareketlerin afokonunu kaldırdı, durdu. 9 Subay olayı, 27 Mayıs'ın alabildiğine küçük modeli olmaktan çıkmadı. 9 Subay olayı denildi mi, göz önüne şu manzara gelir: Genç Subaylar, içlerinden birinin hanımını evden gezmeye göndererek toplanırlar. Toplandıkları ev, Vatan Partisi Genel Başkanının evi ile şaşılacak kertede yan yana, aynı kıyıda sallanan iki eski konaktan biridir. Genç Subaylar, gece yarısından sonra, geç saatlere dek DP Hükümetini nasıl devireceklerini görüşürler. İçlerinden başkan seçerler. Tutulacak Stratejik ve Taktik bütün davranışları incelerler. Kuvvet hesapları, durum muhasebeleri ayrıntılarına dek tartışılır, ihtilalin hemen her problemi karara bağlanır. Karşılıklı sadakat, namus, şeref ve ihtilale bağlılık yeminleri edilir.
Daha düşünülecek bir şey kaldı mı? Hayır. Düşünülenleri uygulamaktan başka hiçbir eksik kalmamıştır. Evel Allah, şu zalim, gerici, memleketi uçuruma götüren DP Hükümetini devirmek yolunda herkes sözbirliği etmiştir. İşbirliği tamamdır. Sabah olmadan, kem göze görünmeksizin, işlerin başına gidilmek üzere kalkılır. Sarmaşılarak helalleşilir. Ayrılınır. Kapıya doğru yürünür. Eşikten dışarı adım atılacağı anda, ihtilalcilerden birinin ansızın aklına gelip soruverir: - Pekiy, arkadaşlar. Bu alçak Hükümeti devirdik demektir. Silah gücü bizde. Ordu iktidardakileri sevmiyor. Bir vuruşta yıkacağız. Yalnız ihtilal başarı ile sonuçlanır sonuçlanmaz ne yapacağız? Herkes şaşırarak birbirlerinin yüzlerine bakar. Öyle ya, iktidardaki düzeni devirmekten kolayı yok. Devrilince yerine yeni, daha iyi bir düzen kurmak gerekmez mi? İyi veya kötü, yıkılacak düzenin yerine nasıl bir düzen konulacaktır? Genç subaylar, işte onu hiç akıllarına getirmemişlerdi! Bunun akıllarına gelmediğini de ancak, son ayrılık dakikasında içlerinden yalnız bir kişicik farketmişti! Bir dünya yıkacaktık. Ama nasıl bir dünya yapılacağını düşünmemiştik. Bu durumu anlatan İhtilalci subay, ayaküstü iki üç saniye bakışıldıktan sonra her evlinin evine ve köylünün köyüne gittiğini söylüyor. 

Bir daha da, o son dakikada akla esen o münasebetsiz sorunun açılmadığı kendiliğinden anlaşılıyor. Kızkulesi karşısında, Vatan Partisi Genel Başkanının belki de derin uykulara daldığı yıkkın eski yalının, kapısı önünden geçen genç subaylar, yollarına o azmürezm ile gittiler. İçlerinden kimileri, daha önce tutuklanılıp Harbiye zindanına atılmış Vatan Partililerden habersiz tutuklandılar. Tutulmayanlar 27 Mayıs'ı yaptılar. Yaptıktan sonra farkettiler ki, Hükümeti devirmekten kolayı yokmuş. Asıl güç olan şey, devrilenin yerine hangi hükümetin, hangi düzenin geçebileceğini bilmektir. "Hükümet", "Düzen" demek İKTİDAR demektir. Politikada "İktidar" büyülü, mistik bir küçük burjuva "bilim kategorisi" değildir. Doğrudan doğruya, şartsız kayıtsız ve yalnız SOSYAL SINIF egemenliği demektir. Özünde ondan başka hiçbir şey değildir. Bilimin nesnel ve somut verisi budur. Sınıf egemenliği çok kez Sınıf Diktası (Tehakkümü) ile karıştırılır. Bunu özellikle en söven diktacı olan Finans - Kapital
karıştırır. Maksadı açıktır. Fahişenin kendisini namuslu göstermek için bütün mahalleyi fuhuşla suçlayışı olağandır. Firans - Kapital de, kendi kimi "Demokratik" maskeli sınıf diktatörlüğünü açıklayanları Dikta ile suçlar. İktidar ne zaman Tehakkümdür? Bir avuç sömürücü azınlık, çoğunluğu aldatma veya zorla kendi oyununa getirirse, o zaman tehakkümdür. İster Faşist, ister Demokrat olsun, Finans - Kapital hiçbir vakit çoğunluğu sömürmekten cayamaz. Finans - Kapital iktidarı her zaman tehakkümdür. Modern Toplumda burjuva tehakkümüne karşı çıkan tek İK- TİDAR alternatifi, Proletarya Sosyalizmidir. Proletarya da azınlıktır. Ama sömürücü bir sınıf değildir ve kendisinin sömürüden kurtulması için, yeryüzünde hiç kimsenin sömürü ve dolayısı ile de tehakküm altında kalmaması gerektiğine inanır. Onun için, daha ilk adımında, Finans - Kapital tehakkümüne karşı bütün köylü, esnaf, aydın tabakalarını, hatta burjuva liberallerini ve bütün insanlığı çağırır. 27 Mayıs Devrimcileri bu çok aşırı basit gerçekliği akıllarına getirmeden bir İktidarı devirdiler. Devrilen Finans - Kapital iktidarı mıydı? Açıkça oydu. 27 Mayısçılar öyle sanmadılar. "Kişileri" devirdiklerine inandılar. O kişi kuklaları oynatan Sınıfları görmediler. Öylesine görmediler ki, iş başa düşünce, devirdikleri adamların halkı kandırıp sömürme aygıtlarını ve avadanlıklarını yerden "kaldırıp, yapma solunumla dirilttiler. Ve iktidarı bu Finans - Kapital dikta araçlarına kendi elceğizleriyle teslim etmeyi, dünyanın en akılcıl işi saydılar. Geri kalan her eğrilti veya doğrultu ayrıntıdadır. 27 Mayıs ayrıntılar içinde boğuldu. İktidarı teslim ettiği öteki, yedek Finans - Kapital ekibinden ummadığı tepki ve tekmeleri yedikçe şaşakaldı. Genç 27 Mayısçılar bu aldanışlarında ayıplanamazlar. 40 yıllık iktidar tilkisi ve kafası içinde 40 tilki yatan CHP bile o ince işin farkında görünmüyor. Demirel'e karşı Bayar'ı, yahut Ecevit'e karşı Feyzioğlu'nu sahneye çıkarmakla bir "düzen değişikliği" olabileceğini sanıyor. Aşağıki satırlar, biraz acele olarak 5 yıl önce kaleme alınırken, yalnız o temel yanıltıyı somut örneklerle vermeye çalışmıştı. Halâ, sağda solda bu İKTİDAR konusunun karıştırıldığı görülünce, "eski" satırların bir işe yaraması düşünüldü. Bir sözcüğüne dokunmaksızın çırpınan yeni kuşağa bir daha sunulur. Kimi eksik gedikleri, sıcağı sıcağına bağışlansın. Daha eleştiricil ilgiye kapı açabilir kanısındayız.

 AMERİKA'NIN KUKLALARI VE UŞAKLARI 

   27 Mayıs ihtilalinin anılarını, yapanların ağzından heyecanla dinledik. En son Gölgedeki Adam, acıklı 27 Mayıs ve sonrası olaylarını bir başka açıdan aydınlattı. 27 Mayıs sabahı, ihtilalciler iktidardaki DP hükümetinden değil, Amerika'nın araya karışmasından korkuyorlardı: "...arada, resmi veya gayrı resmi gelen haberlere göre ihtilal: iktidara nefes dahi aldırmadan tam bir başarı ile sonuçlanmıştı. İktidarın bir yere sığınarak kendisine artık Amerikalıları yardımcı olarak çağırması bahis konusu değildi." (D. Seyhan: Gölgedeki Adam, 31.5.1966) Demek Türkiye'de DP iktidarı değil, Amerikan karışması mühimdi... O atlatılınca, ihtilalciler Türkiye'nin en yetkili ulu görevlileriydiler. Herkesin istediğinden ala "Millet kaderine hakim" bulunuyorlardı. Şimdi ne yapacaklardı? Ellerinde sosyal sınıf pusulası yoktu. Anadan doğma, Devletçi yetişmişlerdi. Devlet bütünüyle ellerinde idi. İstediklerini yapabilirler miydi? Her Devletçinin kalemine doladığı bütün meseleleri Ortaya atabilirlerdi. Ancak o meselelerin sosyal sınıf açısından çözüm yolları açık değildi. İLK ADIMDA PANİK Sınıf pusulasızlığı yüzünden, iktidar ihtilalcileri adeta paniğe uğrattı. Net, belirli bir davranış yerine, herkes başının derdine düştü. D.S. yazıyor: "İhtilalin geçici Anayasası yapılıp Komitece kabul edilinceye kadar, hiç kinişe yarınından emniyet duymadığı için, bilhassa ilk 15 gün zarfında ihtilalciler kendi gelecek stratejilerinin derdine düşmüşlerdir" (Keza) Ulu görevliler eğer Türk milletini önlerinde yuvarlak bir bilmece - bulmaca gibi görmeyip de, oradaki sosyal sınıf münasebetlerini olduğu gibi kavrayabilselerdi, tutacakları yanı daha ilk adımı atarken bilirler ve o yana yönelirlerdi. Onlar D.P.'yi "meşru yoldan iktidara gelmiş" sayıyorlardı: yani, D.P.'ye oy verenlerin ne yaptıklarını bilerek oy verdikleri ipotezine inanmışlardı. Menderes sonradan "meşruiyetini yitirmişti". Onlar da Menderes'i alaşağı edince mesele kalmamıştı. Her şey kendiliğinden tıkırına girecekti. Bütün mesele ihtilalcilerin ne olacaklarına kalıyordu.

FİNANS - KAPİTAL VE İŞÇİ SINIFI 

   Oysa DP iktidarında, Türkiye'yi ve cihanı sarmış bir Finans - Kapital adlı sosyal sınıf bölümünün tehakkümü vardı. DP Finans - Kapitalin teşkilatıydı; Menderes onun sembolü idi. Sembolün kalkması, ne cihanda emperyalizmi, ne Türkiye'de onu destekleyen Tefeci - Bezirgan eşraf ve ajanlar topluluğunu eli kolu bağlı bırakamazdı. Türkiye'de bir İşçi Sınıfı vardı. Finans - Kapitalin tehakkümünden hiçbir yararlığı bulunmayan, durumu ve çıkarı Finans - Kapital ile hiçbir noktada uzlaşamyacak olan, yerli Finans - Kapital yalanlarına en az aldanabilecek bulunan ve en çabuk uyarılabilen, en kolay, en geniş teşkilatlanma kabiliyeti ortada duran halk yığınımız İşçi Sınıfımızdı. Ezilen, soyulan Türk milletinin önüne, sömürmenin her biçimini kökünden ve kesince gidermeye hazır bulunan İşçi Sınıfı tutulup geçirilebilseydi, o zaman ulu görevlilerin tereddüt ve telaşına yer kalmazdı. "Kendi gelecek stratejilerine", yani can kaygısına düşmezlerdi. "Sosyal sınıflar stratejisine" bel bağlarlardı. Böyle hallerde kurmay nitelikleri en iyi stratejici olmalarını sağlayabilirdi. Öyle olmadı. İhtilal başarı ile sonuçlanır sonuçlanmaz, devrimciler iğneli fıçıya düşmüş çocuğa döndüler. İşte en ulu görevliydiler, ama yuvarlak "reform, demokrasi, kültür" gibi sözcüklerin, kendilerini hangi görevle nereye iteceğinde şaşırıyorlardı. İlk akıllarına gelen Üniversite cankurtaran simidine sarılmak oldu. "Bilim" tanrısı Önüne kılıçlarını adadılar. Üniversite ise, kendilerinden daha "muhtacı himmet bir dede" idi; "nerde kalmış gayriye himmet ede!" İhtilalle şoke olmuştu. Bir avuç genç üniversiteliyi, Uzakdoğu Kore'sindeki "Öğrenci ayaklanmaları" örneğine kimin için ve nasıl sığdıracaklarını bilmiyorlardı. Her şey oluruna bırakıldı. En ampirik "Akıl ve Sağduyu", "battı balık yan gider" oldu. SİYASET YASAKLISI: BAŞ SİYASETÇİ "Muzaffer Özdağ, İzmir'den Gürsel'i alarak Ankara'yı götürür." (Bir "görevli", Paşayı Özdağ'ın değil kendisinin getirdiğini pek öfkelice bir yalanlamada açıkladı. Hepsi bir.) Gürsel gelir gelmez de etrafını, ihtilalin tevkif ederek içeri atmadığı generallerle çevrili bulur. Çevresinde dolaşan ve ortalıktaki kargaşalığa bir YÖN vermeye çalışan gerçek ihtilalciler de vardır
ama, Gürsel bunların kim olduklarını bilmez, çünkü tanımaz." (Böyle ecinniler arasında kalmışa dönen Paşa, ilk radyo konuşmasında, bu işi yalnız başına yapmış gibi konuşmuştu: "Geldim. Haksızlığı gördüm. İktidarı aldım" dedi). "Nihayet emir verir. Türkeş başbakanlık müsteşarlığına, Baykal kalemi mahsus müdürlüğüne gidecektir. Diğerlerine de döner: "Siz kısımlarınıza, vazifelerinizin başına dönün. Lazım olursa ben sizi çağırırım" der." (D.S: Gölgedeki Adam, keza) Yani, bütün ömrünce "Siyasetle uğraşma yasağına" uymuş bir emekli Paşa, beklemediği bir geceyarısı, ansızın getirildiği o yüce görevde, Türkiye'nin bütün siyasetini tek başına güdecek!... İKİ DUDAK BİR İHTİLALDEN ÜSTÜN "Bu emir karşısında ilk ayı lan Sezai Okan olur, Arkasına ihtilalci grubu katar ve Başbakanlığın yolunu tutar. Gürsel'e, ihtilali kendilerinin yaptıklarını ve neticeyi almadan yetkiyi de hiç kimseye bırakmaya niyetleri olmadığını açıkça beyan etmiştir. İstanbul'daki arkadaşlar: Kabibay, Erkanlı, Esin ve diğerleri, bir askeri uçakla Ankara'ya ulaşırlar. Bu esnada Sezai Okan Ankara'daki arkadaşlarla kişiliklerini Gürsel'e kabul ettirebilmiştir." (D.S., Keza) Ama, yetkiyi basbayağı gene Paşa'ya bırakmışlardır. "Niyetleri ne olursa olsun, kısmetleri olan "netice"yi ilk adımda 14'lerle aldılar. Çünkü (9) kişilik bir komisyon "olağanüstü olaylarda külah kapmasını becerebilen... fırsat düşkünü... türedileri tasfiye" eder, "38 kişilik komiteyi tayin eder" ise de: "Komite teşkil edilinceye kadar bütün yetki ve ihtilalcilerin akıbeti, Cemal Gürsel'in iki dudağının oynamasına bağlıdır. Aslında, ihtilale, yıllarca çalışmış bir komite önayak olmuştur ama, Cemal Gürsel, pekala Ordu'nun yüksek rütbelilerinden bir konsey kurarak, duruma bir anda istediği şekilde hakim olabilirdi." (Keza) FİNANS - KAPİTAL GÖZBAGI Dikkat edelim. İhtilal iktidara çıkıyor. "Hakim" "mevkilere gelmiş" olanlar kim? Bir küçük burjuva ellerini çırpacak: "gördünüz mü, işte kalkınma felsefeleri yok da ondan bu kargaşa - lık!" diyecek. Nasıl yok? Sonradan hemen bütün yazılanları, biz çok daha önce Cumhuriyet gazetesinde okuduk. Milli Birlik Komitesi üyelerinden her biriyle ayrı ayrı yapılan röportajlarda, Birlik Üyelerinin ağızlarından çok şey dinlemiştik. Burada saymayalım.

   Milli Birlikçilerin tek bilmedikleri şey, küçük burjuvaların 4 yıldır göz göre göre bilmezlikten geldiği pusuladır. Onlar halâ, milleti karınca yuvası gibi kaynaşan bir küçük burjuva kara kalabalığı olarak görüyorlardı. Bu kalabalıklar içindeki sosyal sınıf billurlaşmalarını birbirine karıştırıyorlardı. Bir avuç kökü dışarıda Finans - Kapitalisti en "köklü" millet temeli ile karıştırıyorlardı. Çevreleri Finans - Kapitalin en göze görünmez ağları ile sarılı olduğu için, koca Türk milletinin sosyal ve ekonomik münasebetlerini, Finans - Kapital münasebetlerinden ibaret sayıyorlardı. Bu "sınıfgözbağı", kendilerine pusulayı şaşırtıyordu, başka hiçbir şey değil. 

ŞOK MU, OLTA MI? 

Bu durumlarıyla ihtilalciler; tabana, temele inmeyi akıllarına getiremiyorlardı. Millet önünde geçerli, sınanmış bir otoritenin (yüce görevlinin) büyük rütbeli heykelini dikip, onun gölgesine sığınmak zorunda kaldılar. Halk yığınlarının muazzam denizinde yüzeceklerine, Finans - Kapital ağları ve oltaları içine girdiler. Bu olta ve ağ, onları daha ilk günden kıstırıp, kendi selamet sahilindeki torbasına atmadıysa, çok tehlikeli durumlarda, çok ince hesapları yapmakta usta olduğundan yapmadı. Mademki balıklar ağı görmüyorlardı, bıraktı onları, rahatça dolsunlar. Ne çeşit ve ne sayıda ve kalitede balıklar olduklarını zevkle ve bilimle ayırdetti. Canı ne zaman çekerse, ağı o zaman çekmek elinde idi. İhtilalci balıklar bunu bilmedikleri için, 15 gün (bir ihtilal için 15 yıl) akıbetleri "Cemal Gürsel'in iki dudağı" arasında kaldı. Bu dudakların "oynamayışını" Paşa'nın şok geçirdiğine veriyorlar. "Gerçekte, diyorlar, Cemal Gürsel de manzaradan şoke olmuştur. Neye uğradığından ve devlet kuşunun böyle bir anda, bu kadar kolaylıkla başına konmasından kısmi şaşkınlık içerisindedir. Fakat, ne olursa olsun, evvela, kendi şahsi yetki ve emniyetlerinin bir esasa, hukuki bir statüye bağlanmasını öngörmektedirler." (D.S., Keza) 

DEVRİMCİLİK KARAGÖZCÜLÜK MÜDÜR? 

Yani, gene hep kişicil izah! Sosyal sınıf yok. "Millet kaderine hakim" yüce "görevliler" var; ve kimin başına konacağını "iyi saatte olsunlar"m bileceği "Devlet kuşu" var... Yön'ün "Kalkınma Felsefesi"ni, bu yüce "görevli" "hakim" kişiler veya "çevreler" mi uygulayacak?

    Küçük burjuvaların dört yıldır "ılımlı sosyalizm" ve "40 yıllık el kitapsız Marksizm" adına, "Perde kurdum, şema yaktım, gösterem zıl'lü hayal!" deyişi, yeni bir şey değildir. 27 Mayısçıları tasfiye eden, en son tutundukları Tabii Senatörlük mevzilerinde bile topa tutulmaya götüren. "Kalkınma Felsefesi"dir. Yanlış anlaşılmasın. Biz, Karagöz perdesi oyunlarına karşı değiliz. Elbet çoluk çocuğumuzu da kimi anlamda eğitmek ve eğlendirmek lazımdır. Hatta yön karagözlerinin karşılarına, TİP liderliği gibi hacıvatları da alıp, sille tokat "ehli irfan olmayana bunu bilmek pek muhal!" diye böbürlenmelerine bile karışmak istemedik. Bir şartla: Karagöz, kendi tekerlemelerinden başka hakikat bu ülkede söylenmemiştir ve söylenemez, dememelidir. Hacivat, kendi davranışlarından başka davranış bu ülkede yapılmamıştır ve yapılamaz, sanmamalıdır. 

KONULMUŞ PRENSİPLER VE TAHRİFLERİ 27 

Mayıs ciddi bir atılganlıktı. Onun zaruretini Türkiye'de 1954 yılı işçilerin (ama parlak sendikacıların değil, sıradan işçilerin) kurduğu bir Siyasi Partinin Gerekçesi, Programı ve Tüzüğü ve üyelerinin hayatı, kaçıncı defa. ortaya attı ve bu uğurda kanlı savaşı verdi. (Üyelerine o yolda kan kusturuldu). O zaruret: "İkinci bir Kuvayımilliye seferberliği" yahut "Mübarek iktisadi Kuvayımilliye seferberliği" (V.P. Tüzüğü), "Yeni bir Kuvayımilliyeci mukaddes hamle" (Gerekçe) idi. Karagöz kalkar: "Yeni bir İkinci Kurtuluş Savaşı" teorisini Yön icat etti derse, ona "Karagöz, yapma Karagöz!" denir. Hacivat kalkar, Vatan Partisi Gerekçesinin ruhunu kavramadan, tüzük ve programının maddelerini sulandırıp bozarken, İkinci Kuvayımilliyeciliği tahrif ederse, ona, "Hacivat, denir, etme Hacivat!" Neden? En basit bilim dürüstlüğünü çiğnemeleri ayrı konu, "Emek" savunuculuğu yapılırken başkasının emeğinin, sömürücülüğünü yaptıkları için mi? Hayır. Düşünceleri ve davranışları bulandırdıkları için. 

27 MAYIS YIPRATILIYOR 

27 Mayıs, Karagözle Hacivata çok ilham, çok kabadayılık vermiş olabilir. 27 Mayıs karagözcülük değildir, oyun değildir, iştir. Bu ciddi iş geçip gitmiş olsaydı, Karagözlerle Hacivatlar da varsın o ciddi işin "Bu kubbede baki kalan hoş bir sada"s\ olarak sahneyi kaplasınlardı.

   27 Mayıs yaşıyor. 27 Mayıs'ı yaralayanlar öldürmek istiyorlar. Bu kötü kasti besleyenler, sırf 27 Mayıs'ı pusulasız yakalayabildikleri için metodlarına güveniyorlar. Karagöz kalkıp pusula sosyal sınıf değil, "Kalkınma felsefesidir komedisini inatla oynamamalıdır. Hacivat kalkıp, pusula sosyal sınıftır ama, bu sınıf "yüce görevli" avukat torbasında kekliktir dramını oynamamalıdır. Dergi kapatmak, kitap okuyan, eski sosyaliste selam veren üyeyi kapı dışarı etmek ile sahneyi doldurursa... bunların millete pusulayı şaşırtmak istedikleri şüphesi uyanır. Yaptıkları intihal ve tahrifleri hatıra getiriverir. Hele bunlar 27 Mayıs'ın çömezi bile olamazken, akıl-hocası pozunu takınırlarsa, müdahale gerekli bir görev olur. 27 Mayısçılar, savaş veriyorlar. Roller tersine döndü: Yassıada suçluları 27 Mayısı suçluyor. Dünyanın böyle tersine dönüşü, neden? Hep sosyal sınıf bilinci ile davranış yerine, yüce "görevli kişi" ve "çevre"yi geçirmekten. 

GÜVENCE KİŞİYE Mİ, DEVRİME Mİ? 

Bakın Gölgedeki Adam nasıl görüyor halâ meseleyi: "Aslına bakarsanız, bizce o günkü tutum, ihtilalin doğal bir sonucudur. Kimsenin kimseye darılmaya hakkı yoktur. Yıllarca emek ve gayretle çalışan ihtilalcilerle, 27 Mayıs'a takaddüm eden son aylarda, bulundukları yer ve makam yüzünden harekete katılan bir takım kimselerin birlikte ele geçirdikleri iktidarı paylaşmada her şeyden evvel, kendi yetki ve şahıslarını garanti altına almayı esas kabul etmeleri kadar tabii bir davranış olamazdı... 1 İhtilalci evvela kendini düşünen adamdır.' Bunun dışında çok fazla düşünceye yer veren ihtilalci, ana hedefi ve esasları kaybeder, dağılır ve ayrıntıların malı olur. Keski ihtilalci arkadaşlarımız, ele aldıkları her konuda bu prensipten hiç ayrılmamış olsalardı, çok şey kurtarılmış olurdu." (D.S., Keza) Gölgedeki Adamın burada ihtilalciyi kötü bir egoist saydığını öne sürmek, anlayışsızlık olur. Elbet ihtilalci sağ kalırsa ülküsüne yararlı olur. Ama sağ kalmak var, sağ kaim acık var. İhtilalci kendisine sırça saraylar kurup, çevresini yedi kat polis ve silahlı adamlarla sararak da sağ kalır; çarıksızlarla bir arada yaşayarak, halk sevgisinden örülmüş zırhlar içinde de... Ancak, kendi ülküsüne en elverişli sosyal sınıfı seçmek, Hasan Sabbah'ın Kan Kalesi içinde nefsini emniyet altına almaktan çok daha garantilidir. Kişi için garantili olmasa bile, dava için garantilidir. 27 Mayıs bu noktada yanılmıştır. Onun için, tabii senatörlük değil, sayılı Cumhurbaşkanlığı bile, kişi için de, dava için de gereği gibi "emniyetli" olamamıştır. 

NE YAPILABİLİRDİ? 27 

Mayıs ihtilalcileri, sabah namazından sonra kimseyi sokağa çıkartmayacaklarına, halka güvenebilirdi, çarıklı köylünün yanma gitmenin bütün yollarını açabilirdi. Hırpani işçinin teşkilatlarını Amerika'dan milyon sağlayan sendika gangsterlerinden kurtarabilirdi. İktisadi kurtuluş savaşının manivelası gibi kullanabilirdi. Rızkını zor çıkaran küçük memuru, aydını, sermayeye haraç vermek üzere Tasarruf Bonosu ile yaralamayabilirdi. 27 Mayıs'ın daha kuvvetli olduğu günlerde, Üniversiteli gençlere karşı vurgunculara sadakat telgrafı çekmiş bir polis yetiştirmesi sendika köpekbalığı ne yaptı? İçki sofrasında Subayların ırzına dil uzattı. Hapishaneden bir muzaffer kahraman gibi şimdiki "İşçi mümessilleri" tarafından şölenli törenlerle ka rşılandı. Bu kadar acı hayal kırıklığına uğratır adamı sosyal sınıf pusulasızlığı, ve bir avuç Finans - Kapital uşağını bu kadar başarının doruğuna çıkarır. Küçücük bir teorik söz yanlışlığı nedir? Olmasa da olur dikkatsizlik gibi görülen pusulasızlık, dalgalı siyaset enginine, hele 27 Mayıs gibi fırtınalara açılan gemiyi pratikte batırmaya yeter. "Kalkınma Felsefesi" karagözlüğü; yahut "biçimsel demokrasinin seçimsel" hacivatlığı için söylenenler kişicil gerekçelerle ölçülerek küçümsenebilir. Pratikte iş işten geçtikten sonra, atı alan Üsküdar'ı aşıverir. Ve yavuz hırsız ev sahibini bastırır.

 NASIL ÜRKÜTÜLDÜLER? 

27 Mayıs sonuna dek "Kansız ihtilal" ülküsünde kusur etmedi. Karşı taraf öyle mi davrandı? Gölgedeki Adam: "Bir siyasi organizasyon haline gelebilmek için ciddi gayretler gösterdik, diyor. Eski ihtilalci grupları, (14) leri, (11) leri, 22 Şubatçıları, üniversiteyi, basını ve partilerin ileri görüşlü kişilerini içine alan siyasi bir örgütlenmeye gitme teşebbüsü, yeniden ihtilal yapmak için sarf edilen gayretlerin mahsulü gibi gösterilmek istenmiştir." (D.S., Keza, 41)

   Bir küçük burjuva Devletçiğinin bütün "Sorumlular"ı bir arada, Rakamlı (Osmanlıca: "merkum" derdi) Subaylar, Profesörler, Yazarlar, Siyasiler... hepsi hazır. "Millet kaderine hakim" olmak şöyle dursun, bir araya gelseler: "İhtilal mi yapacaksınız?" diye kovuşturuluyorlar artık. "Yön"den öğrenecek hiçbir şeyleri yok. Yön kadar, "Marksist" gibi de konuşuyorlar: "İhtilaller ancak, kendilerini doğuran sosyal ve ekonomik sebepler bertaraf edilebildiği takdirde barajlanabilir." (D. S., Keza, 41) diyorlar. Kasıla kasıla "Teori" döktüren küçük burjuva doktları daha mı "akılcı" konuşuyorlar? 27 Mayısçıların hiçbirisine "Kalkınma felsefesiz" diyemeyiz. Hepsi "Çağdaş uygarlıkçı" idiler: "İhtilal, o günlerdeki görüşüme göre, Türkiye'yi "Muasır medeniyet seviyesine" ulaştırabilecek bütün şartları bir hamlede bir araya getirebilmiş muazzam bir eserdi." (D.S., Keza, 6) Devrimciler, biçimcil demokrasinin milleti taş devrinde bırakacağını açıklıyorlardı: "Yüzyıllarca el sürülmemiş Türkiye problemlerinin, demokratik bir sistem içerisinde çözülmeye kalkılması bence mümkün değildi; yahut çok uzun zaman Türklerin, ızdırap içinde bocalaması, yokluk içinde kıvranması sonunda, belki, o da çok güçlükle, gerçekleştirilebilirdi. Bunun için de, geleceğin birçok kuşakları, yüzyıllar boyunca kurtulamadığı taş devri koşullarında savaşmaya mahkum edilecekti." (D.S., Keza, 7) Her şeyi mutlak Devletçilikle yöneltmek istiyorlardı. Ordu mu dediniz: "Silahlı kuvvetlerin, eğitiminde, ikmalinde, sevk ve idaresinde, personelinin sosyal güvenliğinin ele alınmasında ve nihayet memleket kaynaklarının sağladığı imkanlara göre kendi kendine yeter ve güçlü bir hale getirilmesinde tam bir zihniyet modernizasyonuna ihtiyaç vardı." Sivil idare mi dediniz: "Sivil sektör de tensik edilecekti. Bu tensikte vazedilen en önemli prensip, yetişmiş ihtisas sahibi elemanların idari mevkilerden uzaklaştırılarak kendi ihtisaslarının gerektirdiği yer ve kadrolarda çalıştırılması düşüncesidir." (D.S., Keza, 10) Doktor başhekimlikte, Öğretmen okul müdürlüğünde, Profesör dekanlıkta, Mühendis bürolarda harcanmayacak, yüzlerce ilçe, binlerce bucak ehil kaymakamsız, müdürsüz bırakılmayacak! Bu "Devletçiliğimiz"in en son perdesi idi.

11.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder