27 MAYIS YÖN HAREKETİNİN SINIFSAL ELEŞTİRİSİ, BÖLÜM 3
BATILILAŞMA: ŞEHİR - KÖY İKİLİĞİNİ KALDIRIR MI?
Onlar yanılıyor diye, herkesi yanıltmaya kimsenin hakkı olamaz. Hele Milli çabayı Kapitalizme yöneltmek kimin işi? Kimin ülküsü olur? Herhalde solların değil. Öyleyse Yönizm, Türkiye'nin Batılılaşmasından ne bekliyor? Bir değişiklik bekliyor. Batılılaşırsak: "Türkiye'deki, istihsal seviyesi yükseldikçe, memleketin sosyal yapısı değişecek." (Bildiri) diyor. Tabii değişip duruyor da. Ama hangi "Yönde"? Yön iki değişik sonuç muştuluyor: 1- "Şehir - Köy ikiliği ortadan kalkacak", 2- "Batı Uygarlığının temeli olan akılcı düşünce kitlelere yayılacaktır. " Doğru mu? Batı'da 15. yüzyıldan beri hızla, Türkiye'de 30-40 yıldan beri kaplumbağa çabukluğu ile de olsa değişiklikler oluyor. Bu değişiklikler nelerdir?
Şehirle köy ikiliği büsbütün artmıştır. Batı'da da Türkiye'de de, Kapitalizm, "istihsal seviyesi yükseldikçe", şehirler hıncahınç dolmuş, köyler ıssızlaşmıştır. Bunu, bumu "Batılılaşan" büyük şehirlerimizi sarmış Gecekondu ordugahları kadar hiçbir şey en kör göze batıramaz. Türkiye'ye, II. Emperyalist Evren Savaşı'ndan sonra "Batılılaşma" (yabancı sermaye başkanlığında) akın etmiş, o akın hızlandıkça Gecekondu faciası alıp yürümüştür. Son 1955 ile 1960 yılları arasında Köy nüfusu 17.1 milyondan 18.8 milyona çıkmış, artış % 10 olmuştur; şehirde nüfus 3.1 milyondan 4.5 milyona çıkmış, artış %43 olmuştur. (1963 "Türkiye istatistik Yıllığı, s. 58) Demek, Batı'da olduğu gibi Türkiye'de de şehir, köyün 4 buçuk katı daha çok büyümüştür. Şehirli köylü kadar doğurgan olmadığına göre, köylüler şehirlere kaçmıştırlar. Yönizm'in insanlarımıza bunun tersini söylemesi neden? Türkleri aşka getirmek mi istiyor? Yalan yanlışla değirmen dönmez. BATILILAŞMA TEMELİ AKIL MIDIR? "Akılcı düşünce" mi "Batı Uygarlığının temeli"dir? O da tersine konuyor. "Akıl" hangisidir? Batı'nın, korsanlıkla ve yabancı ülkeleri soyup soğana çevirmekle biriken sermayesini Yönizm belki "Akılcılık" sayıyor. Dolayısı ile biz Türklerin sermaye biriktiremeyişimiz akılsızlığımızdan olmalıdır. Batılı Emperyalizm de bunu söylüyor. Onlardan Hitler daha ileri de gidiyor. Ne yazık ki kazın ayağı hiç Öyle değil. 15 ile 19 uncu yüzyıllar arasındaki Batı kapitalizminin canavarlıklarının akılla ilgisi üzerinde durmayalım. Şu, Batıcı Ak/l'ın en sultan geçindiği 19. yüzyıl ile birlikte, her 5-10 yılda bir patlak veren Ekonomi Krizleri, 20. yüzyılla birlikte her 20-30 yılda bir patlak veren Emperyalist Evren Savaşları; hep: "Batı Uygarlığının temeli"nde yatan akıl almaz dinamitler midir? Yoksa "kitlelere yayılmış" o yaman "Akılcı düşünce" eseri midir? Sosyalizm, kapıkulu yakıştırması, derme çatma küçük burjuva bilgiçliğine çevrilir ve Marksizm kalpazanı Kadrizm esinlemesine kapılınır ise, kötü burjuva idealizmi, yeni kuşaklara bal gibi Tarihcil Materyalizm diye yutturulmaktan kurtulamaz. Her bezirgan Toplum gibi,"bat/ Uygarlığı" da, akıl değil, kör "Arz ve Talep" temeline dayanır. Ve bu madde temeli, yanlış, hatta tersine değerlendirmelerle yok edilemez.
TÜRKİYE'DE BATICI AKIL Yönizm:
"Hayır, biz onu demiyoruz. Biz Türkiye'de, hiç değilse Batı Uygarlığı ölçüsünde bir 'Akılcıl düşünce' istiyoruz. Türkiye'de onu gerçekleştireceğiz" diyecek. İlkin, eğer tam "Batıcı akılcıl düşünce"yi istiyorsak, onun doğuş kanunlarını ve şartlarını tersine çevirmenleriyiz. Batı Aklının, 500 yıllık Burjuva gelişiminden sonra doğduğunu, yoksa onun burjuva gelişimini doğurmadığını unutmamalıyız. Ondan sonra, Batı'da (Emperyalist Metropollerde) değil, Doğu'da (Sömürge Topluluklarda) yaşadığımızı "akıldan" çıkarmamalıyız ki, ayaklarımız yerden kesilmesin ve başımız dururken ayaklarımızla düşünmeyelim. Türkiye 250 yıldan beri "Batı Uygarlığı" yönünde yabalıyor. Şu en "Devrimci - Halkçı - Laik - Devletçi - Milliyetçi" Cumhuriyet çağımızın o çeşit çabalarla nerden nereye geldiği gözler önünde, yürekler acısıdır. "Atatürk Devrimlerinden 20 yıl sonra doğmuş "kitlelerde" değil, yüksek öğretim gençleri arasında bile halâ "Şeyh Said'i Nursi"yi Peygamber sayanlar var. Ya kitlelerin "Akılcıl düşünce"si ne alemde? Açın Osmanlı Fetva sayfalarını, en uyanık Anadolu köyünde, köylüleri sopa ile namaza götürme buyrukları doludur. Laik Cumhuriyet çağında bunun tersi oluyor. Aklına estikçe, hükümet her gün, yalnız köyde değil, İstanbul'un göbeğinde, gizli tören yapan bir Tarikat toplantısı basıyor. Sakallı, çarşaflı insanlar, uğradıkları işleme dehşet ve tiksinti ile tepki gösteriyorlar. Demek ne olmuş? En iyi dileklerle yarım yüzyıllık "Akılcıl düşünce" çabaları, tam tersi sonuç vermiş. Kabahat, Nurcu, Pilavcı, Süleymancı, Takunyacı halkta mı? "Akılcıl düşünce"de mi?.. Gerçeklik ortada: Kapitalizmin ölüm çağında, Finans - Kapital kılavuzluğu ile yapılan "Çağdaş Uygarlık" gazvesi, hemen Babil çağının Tefeci Bezirgan hacıağalarını iktidara getirmiştir. Olmuyor, demek. 20. yüzyılın ortasında Türkiye'ye "Batıcılık", Batı'nın "Akılcıl düşüncesini" getirmiyor. Osmanlılıktan da geri, Arabistan çöllerinde kalmış sandığımız 7 bin yıllık en "Akıl dışı" Babil büyücülüğünü getiriyor. Bizim "ilerici" veya "sol" yahut "sosyalist" "Batı Uygarlığı" taklidi yapınmalarımız tutmamış. "Denenmişi bir daha denemek"te yarar ne? Zarar, kendimizi ve başkalarını aldatmaktır. Zararın neresinden dönülse kâr sayılmaz mı? Ne yazık ki, bizde, eline bir "kürsü" geçirenin ilk işi, Yeni Cami İmamı gibi oraya çıkıp, kendi talkınlarından başka kimseye söz verdirtmemek olmuştur.
19. YÜZYILDA KALKINMA PAROLASI
Yönizm'in "Akılcıl düşünürieri 20. yüzyılda bulunduğumuzu bilmiyorlar mı? Biliyorlar. Bildiklerini de şu satırlarla belirtiyorlar: "1 - Batı memleketlerinin kalkınmaları sırasında, çok elverişli şartlara ve sömürgeciliğe rağmen, gelişme yavaş, israflı, fakat gücünü genel oydan almayan idareler altında gerçekleştirilmiştir. Ancak yirminci yüzyılda, esas itibarıyla istihsal seviyesinin yükselmesi sayesindedir ki, Batı memleketlerindeki iktisadi sistem az çok tatmin edici şekilde işleyecek hale gelmiştir." Bu sefer ne oluyor? Az önce "Batı Uygarlığının temelinde", "Akılcıl düşünce" bulan Yönizm, şimdi akla sığmaz "israf" ve Dikta ("gücünü genel oydan almayan") düzeni seziyor. Ve onu, "Kalkınma" diye mistikleştirdiği bir Totem - Formüle bağlıyor. Böyledir küçük burjuva "sağduyusu". Oysa, Batı'da "Kalkınma" diye soyut ve mutlak bir esnaf yakıştırması yoktur. 18. yüzyıl Fransız filozoflarının dillerine doladıkları "ilerleme" (Osmanlıda: "Terakki") ülküsü, "kalkınma"y\ yapmamış, 500 yıllık kapitalizm "kalkınması" gerçekleştikten sonra "İlerleme" felsefesini beyinlere yankılamıştır. "Kapitalizm" bir gerçekliktir. Şeylerin adlarını açık koymadan mistifikasyona "kalkınmayalım." Batı'da "Kalkınma" değil, "Kapitalizm" için: "çok elverişli şartlar ve sömürgecilik" olmuş. Hani Türkiye'nin Kapitalizmi geliştirecek "şartları" ve "sömürgeciliği?" Yok. Yalnız "gücünü genel oydan almayan idareler": sömürge ve "elverişli şartlar" temeli bulunmadan, üstyapı diktası ile Sermaye birikimi yapabilir mi? Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılı boyunca şehir nüfusunun köy nüfusuna oranla artışı %1'i zor geçmiştir. Yani idare, "gücünü genel oydan almadı" ve kapitalistçe "Kalkınma" olmadı. Öylesine olmadı ki, kırk yıllık durgun ekonomi altında yıpranan yığınlar, Finans - Kapitalin ansızın ilan ettiği: "vur, vuranın, tut, tutanın" yağma düzenini bile, hak rahmeti saydılar. Halâ "oylar": kurtarıcı pozunda görünen Finans - Kapital iğneli fıçısına akıyor. Ve bu "Batılılaşmaktır. 20. yüzyılın ikinci yarısında... 20. YÜZYILDA "TATMİN" PAROLASI Yoksa 19. yüzyıl boyu görülmeyen "Batılılaşma" mucizesi 20. yüzyılda mı doğdu? Yönizm onu söylüyor: "Ancak yirminci yüzyılda... Batı memleketlerindeki iktisadi sistem az çok çok tatmin edici" olmuş.
İşte küçük burjuva "akılcıl düşüncesi" için bir mistikleştirilmiş Tabu Sözcük daha: "Tatmin!" "Tatmin" nedir? Kimi etkiler? Nasıl ölçülür? Belirsiz. Esnaf duygusallığını bırakıp, sosyal sınıf objektifliği açısından konuya bakalım. 20. yüzyılda "kalkınma" değil "kapitalizm" daha mı "Tatmin" edicidir? "Esas itibarıyla istihsal seviyesinin yükselmesi sayesinde": İşçi Sınıfı içinde bir Aristokrat amele zümresi satın alındı. Sendika gangsterliği, "Sosyalist" kuzu postlarına bürünüp, işçileri Finans - Kapitalin dümen suyunda sürüklemeye çalışıyor... Gidiş, sınıf olarak işçileri mi "tatmin" ediyor, "kapitalizmi" mi? Ve bu gidiş dünyanın kaçta kaçında gerçekleşti? Gerçekleştiği yere göz atalım. I. Emperyalist Evren Savaşından önce Kapitalizm yeryüzünün %100'üne egemen, iken, ondan sonra %70'ine zor egemen oldu. II. Emperyalist Evren Savaşı'ndan sonra Kapitalizm dünyamızın ancak %30'unu tutabiliyor. Demek, en iyimser ve en dangalak Emperyalist uşakları için bile kapitalizmin "tatmin" edilerek "işleyebileceği" alan, 1918'den 1948'e değin 30 yılda 2.5 (iki buçuk) kez daralmıştır.
Geri kalan 2/3 dünyanın bir yarısında isçi sınıfı sosyalizmi kuruyor. O bir yarısında geri kalmış ülkeler Emperyalizmi temizlemek çabasındalar. 1900 yılı dünya "iktisadi sistemi" olan "Batılılaşmak": 1917 yılı dünyanın üçte ikisinde, 1945 yılı dünyanın üçte birinde ancak sağ kalabildiğine şükrediyor. Bunu Yönizm bilmez mi? Bilir. Daha eğlencelisi, bildiğini aynı "Bildiri" de şöyle açıklamaktan geri kalmaz: "Bununla birlikte, Sosyalist Partileri, düşünürleri ve hatta liberal eğilimli siyasetçiler, kendi memleketlerindeki iktisadi sistemin israflı olduğunu, zaruri ihtiyaçlarını ihmal ettiğini, hızlı bir gelişmeyi ve sosyal adaleli sağlamak bakımından da yetersiz kaldığını delilleriyle belirtmektedir." Öyleyse? Sonra "kaba konuştu" derler: bu perhiz ne, öteki lahana turşusu ne? Dünyada değil, kendi öz Metropolunda (Anayurdunda) iler tutar yeri kalmamış "Batılılaşma", hele kırk yıl sakalımızı yaktıktan sonra, Türkiye'nin Türklerine nasıl salık verilebilir? Hele, ondan sonra sırayla sayılacak: "Demokrasiye "Sosyal Adalet"e, "Sömürüyü kaldırtma"ya, nasıl "sağlam temel" edilir? Artık, her A.P.li mahalle imamının gözlerini kapayıp ağzını açar açmaz okuduğu gibi: "Çağdaş uygarlık" duası bitmiştir. Öyle ezbere Tanrı gibi Kaad ir'i Mutlak bir tek Uygarlık yok:
1- Çağdaş Kapitalizm,
2 - Çağdaş Sosyalizm vardır.
Kapitalizm yahut sosyalizm dışında ne "iktisat", ne "üretim" kalmıştır.
Arafat'ta kalmak, dinde bile "hayvanlara" yakıştırılır. Kapitalizm kapitalistlerle; Sosyalizm işçilerle yapılır.
II - İKTİSAT DOKTRİNİ
Yönizm'in ileri gelenleri", Batı bilimini yutmuş, "Akılcı düşünce" tiryakisi keskin "İktisat Uzmanı" imişler. Ve o uzmanlıklarına güvenerek, neredeyse Kadrizm ustaları gibi, Ekonomik Determinizme taş çıkartırlarmış. Genç "Yön"cüleri kart "Kadro"cularla karıştırmak hoşumuza gitmiyor. Bu gençlerin, tam 1961 yılı 20 Aralık günü, ansızın "Türk Toplumu"na vermek istedikleri "Yön", bütünü ile ele alınmazsa haksızlık edilmiş olur. "Ajitasyon" alanında kaldıkça epey olumlu açıklamalı yaptılar. Ama onların ambisyonları bu değil. "Dokt"turlar. Doktrin kurmak isterler. Yön Doktrinini en iyi özetleyen belge, yüzlerce imza toplayan "Bildiri"sidir. Bildiri'de hemen her şey iki ana tema üzerine oturtuluyor: 1- İktisat, 2- Devletçilik. Önce "Yön"ün İktisat Doktrini ve anlayışı üzerinde duralım.
HERŞEY "İKTİSADİ" MİDİR?
Yön için hangi toplum konusu ele alınırsa alınsın, hepsi "iktisadiden çıkar. Sırasıyla (usanmaksızın) okuyalım:
a) Buhran BUHRAN (Bunalım): 27 Mayıs ihtilalinden iki yıl sonra Yön Türkiye'nin bir "buhran içinde" olduğunu "keşf" ediyor!
İddia: "Türkiye bugün ciddi bir iktisadi ve siyasi buhran içindedir." (2/a) diyor.
Doğru. Bu "Lapalis'in hakikatı"na inanmamak için hiçbir sebep yok.
Siyasi buhranın sebebi nedir? Yön hemen karşılığı yapıştırıyor: İktisadidir. İspat: "Sosyal buhran iktisadi buhranın tabii bir sonucudur." (2/a)
Böylece Yön: sanki dersin, Marksist'tir.
b) Batıcılık BATICILIK: Yahut "Çağdaş uygarlık" nedir? Yön (Atatürk'ün ölümünden 22 yıl sonra) haber veriyor: Batıcılık Atatürk devrimlerinin amacıdır.
İddia: "Atatürk devrimleriyle amaç edinilen çağdaş uygarlık", "Atatürk devrimlerinin amacı olan batılılaşmak"tır. Doğru mu? "1- Batılılaşmak" doktrini sırasında gördük.
Batılılaşma amacına nasıl varılacak? Gene iktisatla. Hatta "iktisat" sözcüğü biraz ve çokça yuvarlak "Marksizm" kokuyor. Yön onu daha keskin "Marksizm" ile "İstihsal" (üretim)e çeviriyor. İspatı: "En geniş anlamıyla Batının istihsal seviyesine yaklaştığımız ölçüde (Atatürk devrimlerinin amacı olan çağdaş uygarlık) gerçekleşebilir." Böylece Yön: sanki dersin keskin Marksist'tir. İktisadı, temel yapmakla kalmıyor, iktisadın temelinin de üretim (istihsal) olduğunu söylüyor. Bundan daha alâ Marksizm olur mu? c) Demokrasi DEMOKRASİ nedir? Biliyoruz. Türkiye'de Tek Parti düzeninin "Değişmez Milli Şefi İsmet İnönü Paşa, Amerikan Akıl tröstünden (Basra körfezinde petrol adasına sahip) Thornbourg'a verdiği sözü yerine getirerek, Türkiye'de "sınıf esasına müstenit" çifteli parti, yahut "Çift parti" kurulabileceğini ilan ettiydi. Paşa: "Sözü ayağa düşürmeyecek" demokrasi istemişti. O paşaca istekten 16 yıl sonradayız. Demokrat Parti, bütün Anadolu ve Rumeli yollarını noktalamış bulunan Petrol Bayi istasyonları sayesinde kurulmuştu. Vatan Partisi'ni iki yıl zindanda boğmuştu. Ses eden çıkmamıştı.
Üç yıl sonra, bir geceyarısı D.P. batmıştı, İşte o sıra Yön ortaya çıktı.
1- İddia: "Türk Demokrasisini yaşatmak... ve Demokrasi rejimini sağlam temellere oturtmak" idi.
Nasıl oturtulacak? Hep iktisatla, istihsalle.
1- İspatı: "Ancak iktisadi alanda hızla kalkınmak, yani milli istihsal seviyesini hızla yükseltmek" Türk demokrasisini oturtur"!
2- İddia: "Demokrasi herşeyden önce insan haysiyetine dayanan ve insanı üstün değer sayan bir rejimdir."(1/c) İnsan "haysiyeti" ne ile korunacak? İstihsalle.
2- İspati: "Ne kadar çok gayret sarf edilirse edilsin, düşük bir istihsal seviyesiyle, kütlelerin kültür seviyesinde esaslı bir yükselme sağlamak sağlamak hayaldir. İşsizlik, açlık, çıplaklık, soğuk ve sefaletten yaşama içgüdüsü, öğrenme merakından daha ağır basacaktır." (1/2)
ŞEYTANIN DÜRTÜSÜ.,
Konu buraya gelince, insanı şeytan dürtüyor: "Amerika'da 'İstihsal Seviyesi' ne alemde?" Dünyanın en yüksek seviyesi! Amerika'da kültür var mı?
Öylesine var ki, kültürlü Ak derililer kültürsüz Kara derililere bulaşmamak için aynı otobüse dahi binmekten kaçınıyorlar; ve geceyarısı beyaz kukuleteli kefenlere bürünüp, siyah insanları linç etmek üzere tek tek avlıyorlar. Vietnam'da "insan haysiyeti"ni füzelerle, napalm bombalarıyla ve zehirli gazlarla savunuyorlar.
Bu çabalar, ne yazık ki Amerikan "İstihsal seviyesi"nin aşırıca yüksek bulunmasından ileri geliyor ve cür'et alıyor. Yöncüler: "-Canım, biz Türkiye için konuşuyoruz!" diyecekler... Biz de onu demek istiyoruz. Yarın Türkiye'de kör topal "istihsal seviyesi" yükseldikçe, "Türk Demokrasisi" oturacak mı?
Örneğin, Türkiye ansızın Almanya kesilse, bir Hitler'in çıkmaması için "istihsal seviyesi" yeterli garanti olur mu? Demek demokrasi için sırf "istihsal seviyesi" insanı kandıramıyor. Yöncül "Marksizm" buna ne buyurur?
İKTİSADİ = ANTİDEMOKRATİK!
Yön'ün Bildiri'sinde en anlaşılmaz söz şudur: "Böyle (özel teşebbüse dayanan)
bir kalkınma... siyasi gücü geniş ölçüde iktisadi güce tabi kılması yüzünden demokratik de değildir." (3/a) Bu, yukarıdan beri: Buhranı, Batıcılığı, Demokrasiyi, Sosyal Adaleti boyuna "istihsale" bağlayan Bildiri'nin, şimdi bütün o söylediklerini şüpheye düşürmüyor mu? Bizim bildiğimiz, "İktisat ilminin ve tarihin ışığı", sınıflı toplumda en son duruşmada Üstyapı'yı Ekonomi tabanı belirlendirir. Buna Ekonomik Determinizm denir. Ama bu, Üstyapı ile Tabanın karşılıklı etki - tepkisini yok etmez. Tam tersine, bu Determinizm, iktisadi gücü siyasi güce tabi tuttuğu gibi, siyasi gücü de iktisadi güce tabi tutar. Yön'ün. "keskin Marksizm" adını verdiğimiz bütün yukarıki iddiaları ve ispatları (tek yanlı ve üstünkörü olmakla birlikte), hep siyasi gücümüzü iktisadi güce (istihsale) tabi kılmak uğruna harcanmıştı.
Onun için, o tek yanlı ve skolastik "iktisat determinizmine" biz "keskin Marksizm" demiştik. Bu sefer Yön birden bire tersine dönüyor: İktisadi güce tabi olan siyasi
gücü antidemokratik sayıyor. Ya deminden beri "iktisadi"yi başımıza dikmenin alemi neydi? Yüreğimizi ne hoplatır durursun?
Maksadı "özel teşebbüs"ü haksız çıkarmak mı? İyi dilek doğru söylemekle "iyi"dir. Bir yanlış üzerine kurulan yapı, temelsiz ve "kötü"dür. Diyalektik tezat mı yapılıyor?
Kuru mantıkla zıtlıklara düşmek, Diyalektik değil "abes" olur yani saçma olur. Böyle acemice saçmalarla özel teşebbüs çürütülemez, kuvvetlendirilir.
Diyalektik bindiği dalı kesmek değildir.
III - DEVLETÇİLİK DOKTRİNİ
"Yönizm"in "Batılılaşmak Doktrini" de, "İktisat Doktrini" de laftır.
Söylenir. Kusuruna bakılmasa da olur. Saçmalasa da, dilin kemiksizliğine verilebilir. Ama "Devletçilik Doktrini" hiç şakaya gelmez.
DEVLET, som iştir. "Batılılaşmak" da, "İktisat ve İstihsal" yapmak da, Plan kurmak, Sosyal Adalet indirmek, İstismarı kaldırmak da ve daha nice bin eylem hep Devletçiliğimizle olacaktır.
Yön dergisi iyi hazırlanmış bir ajitasyonla alana çıktı, Bütün iddiası adında topluydu. YÖN... Kime yön verilecekti? Türk milletine.
Hangi yoldan? Devletçilikle. "KALUBELA"DAN BERİ DEVLETÇİLİK Devletçilik Türkiye'de yeni birşey değil. Cumhuriyet kuruldu kurulalı, idareciler kendilerinin Devletçi olduklarını söylediler. Anayasa'ya sokulan 6 oktan birisi Devletçiliktir. O yüzden, otuz küsur yıl önce, Paşa'nın emriyle kurulup dağılan Kadroculuk adlı iddialar da Devletçiliği "ideolojileştirme" görevini almışlardı. Ona bakarsanız, Birinci Cumhuriyetten önce de Türkiye Devletçi idi. İttihatçıların Vagon ticareti ile "Mutemet" ihaleciliği domuzuna Devletçilikti. Hatta Abdülhamit ve Öncesi Türkiyesine Şirketlerin girişi Devletçilik eliyle yapılmıştı.
Fethettiği toprakları eşit çiftçiler arasında paylaştırıp, Dirlikçilerin kontrolünde işleten, sonra Dirlikleri Kesimlere (Mukataalara) çeviren Osmanlı İmparatorluğu sapına kadar Devletçi idi. Nemrut'la Firavun bile, ilk Sümer Kentindeki tapınak ulusu İshakku bile ilk çeşit "Devletçi" den başka birşey değildirler. Onun için, "bizim bize benzeyen" Devletçiliğimiz üzerinde kısa bir açıklama yapmadan, konuyu aydınlatamayacağımız ortadadır. OSMANLI TOPLUMUNDA: SOSYAL BÖLÜNÜŞ Her ülke insanı, beden ve kafa yapısı ile kendi Tarihinin ürünüdür.
Türkiye insanının mayası veya tohumu Orta Asya'dan göçebe geldi. Osmanoğulları, Antika Bizans - İslam medeniyetlerinin kalıntılarından bir Rönesans yarattılar. İlk Osmanlı, bir avuç doğru, yiğit ve eşit göçebe çelik çekirdeği oldu. Sürülerle Medeniyet kalabalıklarını önüne katıp güttü. Osmanlı idaresi deyince göz önüne bu iki küme gelir: 1- Güden savaşçıl İlb'ler, Gaazi'ler; 2- Güdülen barışçıl Köylüler, Reaya... Arapça "Raiy" sözcüğü: "Sürüyü otlatmak", "Yaymak", "Gütmek" anlamına gelir. Osmanlı Devlet sistemindeki prensipler Çobanlık düzeninin ürünü olur: 1- Çobanlar (Savaşçıl güdücüler), 2- Sürüler (Barışçıl güdülenler). AYIRTLANIŞ VE YADLANIŞIN DOĞAL GÖRÜNÜŞÜ Bütün sınıflı toplumlarda iş başka türlü değildir. Yalnız Osmanlılıkta bu ayrılış iki ayrı üretim düzeni kaynağından geldi.
Savaşçı güdücüler: Çobanlık ekonomisinin, ele geçirilen güdülenleri, Tarım ekonomisinin insanları idiler. İlk Osmanlı güdücüleri, Toplum içinde gelişmiş bir üst sınıf olarak gelmediler. Yendikleri Toplumdaki yığınların başına dıştan geçirilmiş bir örgüt oldular. Bu ayırtlanış ve yadlaşıklık, zamanla Devletleşti. Kent (Site) içinde Tefeci - Bezirgan sınıfın doğması, toplumu bölmesi, ona egemen bir örgüt getirmesi yavaş, uzun, güç bir süreçti. Osmanlılık için aynı süreç çok çabuk, kestirme ve kolay geçti. O yüzden, yenik alt güdülenlere yabancı üstünlükleri tabii geldi. Devlet sanki gökten inmiş, insanları gütmeye memur, bağımsız, üstün bir güçtü. DİRLİK DÜZENİ Osmanlılığın politik üstyapısı havada durmadı. Osmanlılar, her Tarihöncesinin İlkel Sosyalisti gibi, kendinden saydıklarına karşı iyi çobandılar. İyi çoban bakımlı sürü getirir. Bakım yalnız "idare" değil, dişe dokunur besi bulmaktır. Koyun çobanı nasıl iyi Otlakla güdümünü sağlarsa, Osmanlı da Medeniyet sürüsü Reaya'sına iyi düzenlenmiş topraklar sağladılar. Bu da Osmanlı devletini daha başlangıçta uyruklarının rızkına dek karışabilir kıldı. 14. yüzyılda Osmanlı Devlet'i, Memleketi böyle yürüttü. Göçebe Çobanın Medeniyet sürülerini doğru toprak ilişkileri için-
de güdüsüne Dirlik Düzeni denildi. 6 bin 500 yıldır o düzenden iyisi bulunamamıştı. Dirlik Düzeni, hiç değilse ilk yüzyıllarında, çağına, göre ülkücül bir güdüm sistemi oldu. Dirlikçi Devlet, çoban güdücülüğünün altın çağı idi. Bu gerçeklik, Devlet güdücülerine yalnız üstünlük değil, az çok haklı bir öğüntülü güven geleneği bıraktı.
KESİM DÜZENİ
Sonra, uzun yüzyılların gelişimi, Dirlik Düzeni içine Tefeci - Bezirgan sermaye sızdı. Üretime, dolayısı ile Devlete el attı. Topraklar Reaya'nın (eşit çiftçilerin) tasarrufundan gittikçe uzaklaştırıldı. Kesimcilere (Mukataacı'lara) peşkeş çekildi. "Malikane" denilen sistemle, Kesim Düzeni yerleşti. Orada artık Osmanlı Toplumu kesin sosyal sınıflara ayrıldı. Dirlik Düzeninde, Mülkiye (politik idare), ilmiye (bilim, hukuk işleri), Seyfiye (askerler), Kalemiye (ekonomi, maliye işleri) ile 4 Devlet Sınıfı şartsız kayıtsız ekonomisini de, politikasını da elinde tutar güderdi. Kesim Düzeninde bu Devlet yapısı olduğu gibi kaldı. Yalnız roller, hiç kimse farkına varmaksızın, yavaş yavaş tersine döndü. Dirlik Düzeninde, "Nüfuz" (yetki, sorumluluk) dört Devlet Sınıfında, bütün ekonomi Devlet "Nüfus"u denileni çiftçi halkta idi. Kesim Düzeninde Devletin "Nüfuz"u ile "Nüfus"u arasına Tefeci - Bezirgan sınıfı girdi. Dirlik Düzeninde, Devlet Sınıfları, Devletin ve kendilerinin geçimlerine yarayan gelirleri (öşürleri, haraçları, vb.) kendi elleriyle toplarlar, paylaşırlardı. Kesim Düzeninde: "Devlet Nüfusunun yarattığı bütün değerleri ve artan değerleri Tefeci - Bezirgan sınıf topladı. Onlardan "Devlet Nüfuzu"nun "s/n/f'ına bir pay ayırdı.
İKTİDAR SINIF KARAKTERİNİN GİZLENİŞİ
Bu öylesine yapıldı ki, Tefeci - Bezirganlık Devlete sıkı gününde peşin para veriyora benzerdi. Sanki Devlet Sınıflarına: "Siz zahmet etmeyin. Ben toplar, gelirlerinizi oturduğunuz yerde ayağınıza getiririm." deniyordu. Tefeci -Bezirganlar: Devletin Nüfusunu (Çiftçileri) de, Nüfuzunu (4 sınıfı) da tırtıklayıp eline ve insafına geçirdi. Ama, görünüşte sanki egemen soysal sınıf dört Devlet Sınıfı idi; Tefeci - Bezirganlık onun hizmetçisi, angaryacısı idi.
Tefeci - Bezirganlık, altta güreşen kurnaz pehlivan oldu. Devlet Sınıflarının, eskisi gibi, astıkları astık, kestikleri kestik görünmelerine ses çıkarmadı. Üretim gelişmediği, verim ve ürünler azaldığı halde, (her gün daha çok soyup ezdikleri) Halk yığınlarını ayaklanmaktan alıkoyacak tek korkunç silah, Devlet Sınıfları idi. Devlet Sınıfları, Kesim Düzeninde bal gibi Tefeci-Bezirgan uşaklığı yapıyorlardı. Kendilerine sorulsa, onlar gene: 1 Tuğlu Bey, 2 Tuğlu Beylerbeyi, 3 Tuğlu Vezir (Mülkiye); Devlet hazinelerine karışan Nişancı, Defterdar (Kalemiye); Din ve dünya bilimlerini Allahtan başka kimse-den almayan kutsal ulu hoca (İlmiye); yedi iklim, dört bucağı kılıcı hakkına fethetmiş kahraman Gaazi (Seyfiye) idiler... Bütün Toprak gelirleri ve zenginlik, kaynakları (Memleket), Tefeci Bezirgan sınıfların (Eşraf, Ayan, Mütegallibe'nin) eline mi geçti? İdare (Mülkiye), Hazine (Kalemiye), İnanç - Bilim (İlmiye), hepsinden üstün baba kılıç (Seyfiye) Devletin elinde değil miydi? Kim demiş iki paralık tefeci, ciğeri mangır etmez "Haşa min huzur!" bezirgan gibi "başıbozuk" takımı, Devlet nüfuzu önünde Müslümanım diyebilsin? BATIDA - DOĞUDA MODERN DEVLET Devlet Sınıfları hep o kulak üstüne yattılar. O kuruntuyla şiştiler, işte Türkiye'de Devletçilik, dediği dedik?? olan bu görenekten gelir. Ne zaman "Devletçiliğimiz", Kadir'i Mutlak Tanrı gibi, Vatan ve Milletin alınyazısını çizen "essiz örneksiz" bir Anka Kuşu çalımı ile göklere çıkarılsa, hep o Osmanlı "Nüfuz'ü Devlet"i gözleri kamaştırır. İlk Kamucu (Müslüman Ortak Mülkiyetli Topraklarının denetçisi) Devletin başına gelenlerin, pişmiş tavuğun başına gelmediği unutuluverir. "Devlet Nüfuzu" Batıda da aşağı yukarı bizdeki mekanizma ile kuruldu. Ama daha 16. yüzyılla birlikte Kapitalist sınıfı Devlete kafa tutmaya başladı. 17. yüzyıl İngiltere'sinde, 18. yüzyıl Fransa'sında, 19. yüzyıl Karaavrupasında kapitalist sınıfların Devrimleriyle, Devlet, güçlü Burjuvazinin emrine geçti. Batıda o geçişler, belirli şartlarla dramatik birer Trajedi oldu. Derebeyi karakterli Devleti Burjuva Devleti kılığına soktu. Çok kanlar döküldü. Türkiye'de aynı geçiş, hep "Karma Derebeyi - Burjuva kırması" biçiminde gelişti. Hiçbir zaman "Kansız" olmaktan çıkmadı. O yüzden, bütün ciddiliğini yitirmiş "anemik" bir Komediden öte, fars dedikleri Ortaoyunu denli gülünçleşti.
Batıda Devletçilik (Fransa'da Louis Napoleon'la, Almanya'da Bismarck'la) oldu. Ama Vatanın yerli kapitalizmini Büyük Sanayileşme doruğuna çıkarır çıkarmaz, Derebeyi Nüfuzu olmaktan az çok kesinlikle çıkabildi. Devlet, dayandığı sosyal sınıfın avadanlığı idi. Bizim Devletçiliğimiz, sınıf dışı bir Zümrüt Anka değildir. Ancak, kapitalist sınıfımız Saltanat zamanı Komprador, Cumhuriyet zamanı Finans Kapital biçimiyle, cılız ve "kökü dışarıda" kaldığı için, Tefeci - Bezirgan sınıflarla ortaklaşa bir melez Devlet olarak sürüp gitti. Devletin yarı Derebeyi karakteri, keyfi çalımlarına sınıf mınıf dinlemezmiş çeşnisi kattı. Egemen sınıfların o kamuflaj pek hoşlarına gitti. Kimi kapıkullarının sağlı sollu Devletçi "ideolog"luklarını, dolgun maaş yahut kazançlı ün ile ödülleyerek, illüzyonu sürdürdü. Bir zaman "Kadroculuk" adıyla "cılk çıkan" ortaoyunu meddahlığı "kapıkulları" nezdinde epey parsa topladı. Bundan umutlananlar çok oldu. Olacaktır da. DEVLETÇİLİK YERİNE: MİLLETÇİLİK "Yön" gençlerini Kadroculuk lekesiyle damgalamak, en istenilmeyecek şeydir. Ama onların kendileri, "Devletçilik" illüzyonunu kadroculukla paylaşmak eğiliminde görünüyorlar. "Yön" gençleri görünmek istedikleri gibi iseler, biz kendilerine Devletçiliği değil, Milletçiliği layık görürüz. Başka dillerde "Etatizm: Devletçilik" terimi var. "Nasyonalizm: Milliyetçilik" terimi de var. "Milletçilik: Nationisme" deyimini hatırlamıyoruz. Ama Türkiye'de böyle bir deyim gereklidir. Milletçilik vardır. Milletçilik: Türkiye'nin uzak Tarihinden gelip, şimdiki gerçek yapısını etklemiş bir eğilimin en az yanlış karşılığıdır. UZAK TARİHİMİZİN GELENEĞİ Uzak Tarihimizden gelen Milletçilik geleneği Osmanlılıktan kalmadır. Kayı Boyu, Orta Asya'nın ilkel Komünizminden aktardığı sosyal geleneklerini Miri Toprak biçimine sokmuş ve Osmanlı Saltanatının sonuna dek sürdürmüştür. Bu sosyal gelenek ve göreneğimiz Türk köyünde imece veya Bektaşilik biçiminde yaşıyor. Devlet Sınıflarımızdan Silahlı ve Aydın gençliğimiz, özellikle ilk Türk İlb'lerinin toplum uğruna fedakâr ülkücülüğünü ayakta tutmuştur ve tutuyor. Bugün, Türkiye'nin insanlık ölçüsünde orijinal (kişiliği kendi tekelinde) sayılacak başlıca iki sosyal düşünce ve davranış karakteri ve ünü vardır:
4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder