8 Kasım 2020 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 11

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 11


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


3.1.3. Sivas Olayları., 

Tansu Çiller tarafından kurulan 50.Hükümet daha güvenoyu almadan (TBMM, 
2012, s.942) Türkiye’nin siyasi yaşamına ve o döneme damgasını vuran öyle bir olay meydana geldi ki, Cumhuriyet tarihinin en kötü olayları arasında yerini aldı. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas Olayları meydana geldi. Sivas Olayları, kimler tarafından ve nasıl planlanmıştı hala tam olarak anlaşılamamıştır. Dönemin en önemli olayları arasında yerinin alan, 2 Temmuz 1993 Sivas ve Madımak Oteli… 
Sivas’ta Pir Sultan Abdal şenlikleri için, aydınlar, sanatçılar, dönemin kanaat 
önderleri, yazalar ve Alevi önderleri bir araya gelmişti. Paneller, konferanslar, konserler ve çeşitli yazarlar tarafından imza günleri düzenlenip, 400 yıl önceki Hızır Paşa’nın düzenini eleştiren Pir Sultan Abdal’ı anıyorlardı. Pir Sultan Abdal’ın düşüncelerinin, değerlerinin mirasçısı konumunda olan yazar Aziz Nesin’de Sivas’a gelmişti. Aziz Nesin, Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabını Türk okuyucularla buluşmasını sağlamıştı. Bu nedenle yazarın Sivas’a gelişi büyük bir tepkiyle karşılanmış ve özellikle radikal İslamcıları bu geliş yeterince rahatsız etmişti. 

Sivas’ın Banaz Köyü’nde düzenlenen bu şenlikler ilk defa yaşanan bu olaylar ile 
beraber gergin olarak başlamış ve şehirde soğuk rüzgârların esmesine sebebiyet 
vermiştir. Bu olayların yaşanması gölgesinde ziyaretçilerin Sivas’a gelmeden önce 
radikal dinci ve İslami grupların provokatör eylemleri başlamış ve şehirde marjinal gösteriler düzenlenmiştir. 
Pir Sultan Abdal şenliklerinin onur konuğu olan Aziz Nesin’in kitaplarının imza 
gününde, yazar hem kitaplarını imzalıyor, hem de sevdikleri ile buluşmanın sevinç ve heyecanını yaşıyordu. Ancak aynı ortamda bulunan gazetecilerin sıkıştırmaları ile de baş başa kalmıştı. Ortamın atmosferi iyice gerilmiş, çevrede toplananlar yazar hakkında hakaret dolu sözler söylemeye başlamışlardı. Bu olayların yaşanması ile beraber Aziz Nesin’in korumaları, yazarı konukların kalmakta olduğu Madımak Oteli’ne götürmüşlerdi. Olaylar iyice çığırından çıkmış ve 10-15 kişilik gruplar sloganlar atarak gösteri yürüyüşlerini sürdürüyorlardı (Birand, Yıldız, 2012, s.31). Ancak asıl protestocu grup tam olarak toplanmamıştı. Bununla beraber Kültür Merkezi’nde Arif Sağ’ın dinletisi dinlemek için yaklaşık 1500 kişi salonda toplanmıştı. Ancak dışardan bir grup gösterici salonu taşlamaya başlamış ve Kültür Merkezi’nin içerisine girmeye başlamışlardı. Madımak Oteli çevresinde toplanan göstericiler ile beraber yaşanan olaylar iyice büyümüş, Cuma namazın dan çıkan gruplarında desteği ile artık olayların önü alınamaz olmuştu. 

Protestocuların gösterileri iyice artmış Pir Sultan Abdal heykeli parçalanmış ve daha birçok gelişmeler sonrasında otel ateşe verilmişti. 

Genel olarak yaşanan bu olaylara baktığımızda; Salman Rüşdi’nin “Şeytan 
Ayetleri” kitabını Türkiye’de yayımlayan Aziz Nesin’in Sivas’ta Pir Sultan Abdal 
Kültür Derneği tarafından 1-4 Temmuz 1993 tarihleri arasında düzenlenen 4. Pir Sultan Abdal Kültür Şenlikleri’ne davet edilmesi ve Kültür Merkezinde yaptığı konuşma sonrasında Aziz Nesin’i protesto gösterileriyle başlayan olaylarda, şenlikler için Sivas’a gelen şair ve yazarların kaldığı Madımak Oteli önünde sloganlar atılmış, Cuma namazından çıkan cemaatin de tahrik edilmesiyle kalabalık tarafından Otel ateşe verilmiş, çıkan yangında, otelde kalan toplam 35 sanatçı ve gazeteci ölmüş, 40 kişi de yaralanmıştır. Ölenler üzerinde yapılan otopside, bazı kimselerin dumandan zehirlenerek, bazılarının da ateşli silahlarla vurularak öldürüldüğü tespit edilmiştir. 2 Temmuz 1993 Cuma günü cereyan eden Sivas hadiselerinin bu boyuta ulaşmasında, idarenin yönetim zafiyeti ve devletin Ankara’ya bu kadar yakın mesafedeki bir ilde, takviye kuvvet noktasında yetersiz kalması, polis ve jandarma tarafından gerekli önleyici tedbirlerin alınamamış olması, devletin ihmali, gafleti ve vahim bir hatası olarak değerlendirilmiştir (TBMM, 2012, s.942-943). 

Yaşanan bu olaylar; kamuoyunda şeriatçı grupların organize ettiği, gerici bir 
ayaklanma olarak sunulmaya çalışılmış. Sünni-Alevi ayrışmasını körükleyen Sivas 
Olayları, kimilerine göre 28 Şubat sürecine gidişin bir kilometre taşı olarak 
görülmüştür. 

3.1.3. Başbağlar Olayı., 

1993 yılı Türkiye ve Cumhuriyet Tarihi için bir dönüm noktası olması ile beraber kara bir leke olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. Terör, Türkiye’nin en 
önemli sorunu ve neredeyse tek gündemi olmuştu. PKK terör örgütü köyleri basıyor, masum insanları öldürüyordu. Türkiye 1993 yazında Madımak Olayı’ndan 3 gün sonra, 5 Temmuz 1993 tarihinde Erzincan’ın Kemaliye İlçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 vatandaşımızın katledilmesi, Türkiye’de “Sünni-Alevi” çatışması yaratmaya yönelik planlı bir eylem olarak değerlendirilmiştir (TBMM, 2012, s.943). 
Akşamüzeri gerçekleşen bu acı olayda 100'e yakın PKK mensubu köyü basmış 
ve ezanın okunduğu sırada camiye giren örgüt mensupları cemaati zorla dışarı 
çıkarmışlardı. Yaklaşık 1,5 saate aşkın bir süre örgüt propagandası yaptıktan sonra tüm erkekleri kurşuna dizmiş, burada 29 kişi hayatını kaybetmiştir. Daha sonrasın da ise köy ateşe verilmiş ve 214 ev, köy okulu, köy camii, halkevi yakılmıştır. PKK terör örgütü tarafından acımasızca gerçekleştirilen bu olay neticesinde 33 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 3 vatandaşımız ise ağır yaralanmıştı. Bununla beraber köyde bulunun vatandaşlara ait ev ve araçlar da yakılmıştı. Bununla beraber yakılan evlerde de saklanan 1'i kadın 4 kişi de yanarak hayatını kaybetmiştir. Başbağlar Olayı tarihin karanlık sayfalarında yerini almakla beraber, 5 Temmuz 1993'de, Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar Köyü'nde PKK terör örgütü tarafından 33 sivilin öldürülüp sonrasında köyünde ateşe verildiği acı bir olay olarak hala hafızalarda ki yerini korumaktadır. PKK lideri Abdullah Öcalan olaydan habersiz olduğunu ve olayın sorumlusunun Dr. Baran kod adlı bir PKK sorumlusu olduğunu ifade etse de, yaşanan bu acı olayı terör örgütü PKK düzenlediğini kabul etmiştir. 

Yaşanan bu olay sonrasında olayla ilgisi olduğu düşünülen 20 kişi gözaltına alınmış ve haklarında idam ile çeşitli sürelerde hapis cezası istemiyle dava açılmıştır. Açılan dava da sanıkların 18'i beraat etmekle beraber, 2 kişi mahkûm edilmiştir. 

3.1.4. 1994 Yılındaki Önemli Gelişmeler ve 27 Mart 1994 Yerel Seçimleri 

1994 yerel seçimleri, 27 Mart 1994 tarihinde yapılmış ve seçimlere 13 parti 
katılmıştır. Ancak seçimlere katılan bu 13 partinin sadece 4’ü ulusal barajı 
geçebilmiştir. Bu partiler; DYP, ANAP, SHP ve RP’dir. Yapılan bu yerel seçimlerde 
DYP ve ANAP oy oranı bakımından ilk iki sırayı paylaşsa da asıl seçim zaferini % 19,1 oy oranı ile 22 il ve 329 belediyede seçimleri kazanan RP elde etmiştir (TBMM, 2012, s.944). Bu başarının en önemlisi ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını RP’nin kazanmasıydı. 
Seçim öncesinde ki gelişmelere baktığımızda ise yerel seçimlerin genel seçimler 
gibi algılanmasını beraberinde getirmiş ve yapılan hazırlıklar bu bağlamda ele 
alınmıştır. Seçim öncesine ve seçim propagandalarına baktığımızda; Güneydoğu 
Anadolu Bölgesi, şeriat ve laiklik olmak üzere üç temel üzerine çalışmalar yapılmış olmakla beraber, Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz seçim malzemesi olarak pek fazla kullanılmamıştır ancak seçimlerin hemen ardından 5 Nisan Kararları alınmıştır. 
Bununla beraber seçim sandıklarının ve oyların çalınması yerel seçimlere gölge 
düşürmüş olsa da RP’nin özellikle Büyükşehir Belediyeleri’nin çoğunu alması zafer 
olarak nitelendirilmiştir. 
Özellikle 1994 yılının en önemli olayları içerisinde belki de Türkiye’nin büyük 
bir ekonomik krizle karşı karşıya kalması ve bu darboğazdan çıkabilmek için 5 Nisan kararlarını alınmasında etkisi olmuştur. Bu dönem içersin de hükümet daha ucuz borç bulabilmek için faizleri düşürmek istemiş, ancak parası olanlar hükümete güvenmediğinden sistem işlememişti. Kimse düşük faizle devlete borç vermek istemediği için ihaleler art arda iptal oldu ve sonunda Türkiye kendini kriz içerisinde buldu (Birand, Yıldız, 2012, s.51). Ekonomik sıkıntılar iyice artmış, Türk lirası dolar karşısında iyice gerilemeye başlamıştı. Ancak bütün bu yaşanan olaylar karşısında herkes, bu kötü atmosferden çıkışın ekonomi profesörü Tansu Çiller’i bir umut olarak görmesi, kötü giden ekonomiyi düzelteceği ve gerekli hamleleri yapacağı inancındaydı. Ancak beklenenin aksine olayların gelişmesi ile beraber kriz artık kaçılmazdı. Ekonomi piyasaları alt üst olmuş ve bu durum sokağa, halka yansımıştı. Devletin elinde ki en önemli para rezervi olan Merkez Bankası faizleri düşürmüş olmakla beraber, döviz satışına başlamış idi. Yerel seçimlerin yaklaşması ile beraber artık ekonomik sorunlarda iyice artmış, cari açık büyümüş, Türkiye’nin kredi notu ise aşağılara çekilmeye başlamış idi. Bu kötü atmosfer içerisinde bankalar kredi verimlerini kesmiş, büyük şirketler neredeyse iflasa sürüklenmekle beraber işten çıkarmalar had safhalara yükselmiş idi. 

Yapılması gereken artık tek çare kalmıştı o da hükümetin acilen ekonomiye müdahale etmesi idi. Ancak bu müdahale ve alınan kararlar koalisyon hükümetinin (Çiller ve Karayalçın) oy oranını düşürmekle beraber sandıktan çıkarmayabilirdi. Bu olaylar çerçevesinde alınan tedbirlerin 27 Mart yerel seçimlerden sonra açıklanması uygun görüldü. 
Başta Tansu Çiller olmak üzere bürokratları ile yapılan çalışmalar sonrasında “5 
Nisan Kararları” olarak bilinen bir ekonomi tasarruf paketi hazırlandı. Alınan bu 5 
Nisan Karaları düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. 

Genel olarak; 5 Nisan 1994 tarihli istikrar tedbirleri ekonomideki sıkıntıları artırmış, 9 Nisan günü Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den Anayasa’nın 119’uncu maddesine istinaden “Olağanüstü hal ilan ederek ekonomiye el koymasını” istemiştir (Birand, Yıldız, 2012, s.54). 
1994 seçimlerinde, DYP birinci parti olarak çıkarken asıl başarıyı RP yakalamış 
ve oy oranını artırmıştı. ANAP ise beklediği başarıyı yakalayamamış ve büyük bir oy kaybına uğramış olmakla beraber oyları sol parti ile bölünmüştü. Seçim ayının 
yapılacağı Mart ayı içerisinde Türkiye gündemi iyiden iyiye ısınmakla beraber 
yurtdışından da Türkiye gündemi hakkında haberler yapılmaya başlanmış idi. 
2 Mart’ta DEP'li milletvekillerinin polis tarafından meclisin kapısından alınıp 
götürülmeleri, gündemi uzun bir süre meşgul etmiştir. 6 DEP'li ve 2 Bağımsız 
milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması ve gözaltına alınması, yurtdışında geniş yankılar uyandırmıştır. Batılı ülkelerde bu durum siyasi darbe olarak nitelendirilmiştir. 
Avrupa Parlamentosu, bu olayı kınayan ve özerklik de dâhil Kürt Sorununa siyasi bir çözüm isteyen bir karar tasarısını kabul etmiş ve olayı incelemek üzere Türkiye'ye Marc Galle adlı bir gözlemci göndermiştir. 

Marc Galle, gözlemlerini ifade ettiği raporunda, 
“Türkiye'de seçilmemişlerin daha etkili olduğunu, dokunulmazlıkların kaldırılmasının siyasi olduğuna hiç şüphe olmadığını belirtmiştir” 1 (Özgan, 2008, s.56). 1 Nokta, 27 Mart 1994, Yıl.2012, sayı.14, s.26–27, Galle, “Türkiye”de Gizli Diktatörlük Olduğunu” bu raporda belirtir. 
 
   27 Mart 1994 yerel seçimleri yaklaşırken 26 Şubat tarihinde DEP, seçimlerden 
çekildiğini ilan etmiştir. Bu açıklamanın ardından özellikle Güneydoğu Anadolu 
Bölgesindeki DEP’in oylarının ne olacağı ve bu bölgede yaşayan insanların oylarını 
hangi partiye kayacağı tartışma konusu olmuş, PKK terör örgütü halkın seçimleri 
boykot etmesini istemiştir. DEP’in seçimlerden çekildiğini ilan etmesi üzerine Diyarbakır’da CHP’li başkan adayının öldürülmesi (18 Mart 1994, Hürriyet) hemen ardından Diyarbakır SHP seçim bürosunun bombalanması (19 Mart1994, Hürriyet) seçime birkaç gün kala Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 14 adayın seçimden çekildiklerini açıklaması (26 Mart 1994, Hürriyet) bölgede seçim öncesi tedirginliği ve korkuyu gösteren olaylar olarak gündemdedir (Özgan, 2008, s.56). 

27 Mart 1994 yerel seçimleri, katılım oranı yüksek bir yerel seçim olmuştur. 
Bu seçimden ANAP’ın % 25’lik bir pay ile birinci parti olarak çıkması beklenirken, DYP birinci parti olarak çıkmıştır. ANAP açısından % 21'lik oy oranı başarısızlık olarak değerlendirilmiştir. Herkesin çok telaffuz etmediği ancak beklenen sonuç her şeye rağmen herkesi şaşırtmıştır. RP 3. parti olmuş ancak daha önemli olan Büyükşehirlerde gösterdiği başarı olarak belirmiştir. 15 Büyükşehirden 6’sında belediye başkanlığını RP almıştır. SHP büyük illerde başarılı olmasına rağmen, il genel seçimlerinde başarılı olamamıştır. Refah Partisi il genel meclisi seçimlerinde 5,4 milyon oy alarak, toplam oyların %19,1’ini almıştır. En fazla belediye başkanlığı kazanan üçüncü parti olarak 329 belediye başkanlığını almıştır. 
Ancak büyükşehir belediye başkanlıklarında sağladığı başarı daha çarpıcı olmuştur. 
Bu grupta 6 büyükşehir belediye başkanlığını alarak, birinci sıraya yerleşmiştir. 
Bu başarı, il merkezi belediye başkanlıkları için de geçerlidir. 

22 belediye başkanlığı alarak ilk sıraya yerleşmiştir. İlçe merkezi belediyeleri ile kasaba belediyelerinde ise ancak dördüncü sıraya yerleşebilmiştir. 
(www.yerelnet.org.tr.secimler/secimanalizleri1989.php Erişim tarihi:19.11.2013) 
Seçim sonrası atmosfere baktığımızda ise; RP’nin hem oy oranının yükselişi 
hem de 6 Büyükşehir Belediye Başkanlığını almış olması ve RP’nin yükselişi ile 
ilgilidir. Basın ve medya organları RP’nin başarısını manşetlere taşımış olmakla beraber DEP’in seçimlerden çekilmesinin ardından, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde ki boşluğu RP’nin doldurması ayrıca 6 Büyükşehir Belediye Başkanlığını almış olması da ülke gündeminde olay yaratmıştır. Bununla beraber asıl olay ise 6 Büyükşehir Belediye Başkanlığını almış olması ve bunlar arasında Ankara ve İstanbul’unda bulunması ve Milli Görüşün artık iktidara yürüyüşün başlamış olması idi. RP’nin bu başarısı sonrasında özellikle laik çevrelerden ses çıkmıyor, adeta 
ağızlarını bıçak açmıyordu. RP’nin bu başarısının ardından özellikle partinin imajı iyice değişmiş olmakla beraber parti özellikle sakallı ve cübbelilerin toplandığı yer olduğu düşüncesini tamamen yıkmıştır. Bununla beraber RP’ne oy verenlerin sadece dinci kökenli olmadığı ortaya çıkmış, her kesimden oy alarak iktidara yürümüştür. 
Refah-Yol Hükümeti’nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’de; 
“Alınan oyların büyük bölümünün tepki oyları olduğunu dile getirmiş ve RP lideri 
Necmettin Erbakan’ın çekirdek oyunun % 5 ile 7’yi geçmediğini, tepki oylarının 
tamamen mevcut siyasi hareketleri ret anlamında olduğunu, seçmenlerin RP’yi mutlak benimseyerek oy vermiş bir kitle biçiminde değerlendirmenin mümkün olmadığını” ifade etmiştir (Çelik, 2004, s.88). 

27 Mart 1994 yerel seçimleri RP’nin mutlak zaferi şeklinde yorumlanmış ve RP 
iktidara gelmiştir. Bununla beraber Tansu Çiller Başbakanlığında ki DYP ve SHP 
koalisyon hükümeti döneminde özellikle Sivas Madımak Olayı, yaşanan ekonomik kriz ve 5 Nisan Kararları, İSKİ skandalı vb. olumsuz olayların yaşanması yerel seçimlerde büyük oy kayıplarını da beraberinde getirmiş idi (Birand, Yıldız, 2012, s.66). 
Sistem içi ve sistem dışı parti tartışmalarının yapıldığı, laik düzenin düşmanı 
olarak gösterilen ve de lanse edilen RP’nin yükselişi yerel seçimlerde, yerel vurgusunu önemsizleştirmiştir. Seçimlerin yerel seçimler olduğunu vurgulayan bir iki köşe yazarına rağmen, herkesin bu seçimi, bir genel seçim provası olarak gördüğü kesin bir kanaat olmuştur (Özgan, 2008, s.58). 
Genel olarak baktığımızda 27 Mart 1994 yerel seçimleri RP’nin adeta bir gövde 
gösterisi şeklinde olmuş ve büyük bir başarı ile seçimlerden çıkmıştır. 1994 yılı önemli olayları içersin de sadece RP’nin seçim başarısı değil aynı zamanda medya ve siyaset yaşamında uzun süre etkili olacak olayların yaşandığı bir dönem olması açısında da önemli bir yıldır. 
13 Nisan 1994 tarihinde RP lideri Necmettin Erbakan’ın “Refah Partisi iktidara 
gelecek, adil düzen kurulacak, Sorun ne; geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı, tatlı mı olacak, kanlı mı olacak? Bu kelimeleri kullanmak bile istemiyorum ama bunların terörizmi karşısında herkes gerçeği açıkça görsün diye bu tabirleri kullanmaya mecburiyet hissediyorum” şeklindeki konuşması üzerine, 14 Nisan 1994 günü, DGM ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma başlatılmıştır. 
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın Belediye Meclisi 
toplantısını “Fatiha” ile açması; Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih 
Gökçek’in Altınpark’taki bir heykel için sarf ettiği “Böyle sanatın içine tükürürüm”  şeklindeki sözleri merkez medyada tepkiyle karşılanmıştır (TBMM, 2012, s.944). 



***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder