8 Kasım 2020 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 6

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 6


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


1.6. Kavramların Tanımı ve Önemi., 

Bir konunun daha iyi anlaşılabilmesi ve değerlendirilebilmesi için konu 
içerisindeki kavramların bilinmesi oldukça önemlidir. Konu içerisindeki önemli 
kavramaların somut olarak ele alınıp tanımlanması söz konusu kavramların ve 
tanımlamaların daha iyi anlaşılması sağlamakla beraber konu üzerine farklı düşünce ve açılımları da beraberinde getirmektedir. Anlatılan konu ile ilgili kavramların tanımlamaları tam olarak bilinmiyorsa ya da kullanılan kavramlar başka kavram içerisinde tanımlanıyorsa bu durum beraberinde kavram kargaşasını doğurmaktadır. 

Çalışmamızda böyle bir sıkıntının yaşanmaması için ilk olarak kavramların tanımı ve önemi üzerlerinde durulacaktır. Genel olarak konunun daha iyi anlaşılabilmesi, olası kavram kargaşasının önüne geçilmesi ve kavramların daha iyi anlaşılıp 
değerlendirilmesi için “Cumhuriyet, Darbe, Hükümet Darbesi, Askeri Darbe ve Post-Modern Darbe” kavramlarının tanımlamaları yapılacaktır. 

1.6.1. Cumhuriyet: 

Cumhuriyet kavramı dilimize Arapça’dan girmiş olan “Cumhur” kelimesinden 
doğmuş bir rejimin adıdır. Arapça kökenli “Cumhur” kelimesi yine “halk, yığın, 
kalabalık” anlamlarına gelmektedir. Cumhuriyet ise “yönetim şekli olmanın yanında halk ve kalabalıkların kendini yönetmesi, yönetim şekli” demektir. “Cumhuriyet kavramı siyaset felsefesi ve siyaset biliminde kullanılan önemli kavramlardan birisidir” (Özdemir, 2007, s.373). 

Kavramın Fransızca karşılığı olan République ise “kamusal varlık, cumhurluk” anlamlarına gelmektedir (Büyük Sözlük fr.tükçe, 1990, s.520-521). 
“Siyasal sistem olarak Cumhuriyet ise Sparta orijinli olup, demokrasiyi bünyesinde barındırır ve irsîliği reddeder” (Aktaş, 2011, s.8). “Cumhuriyet Arapça bir sözcüktür. 
Bir devlet ve hükümet biçimi olan Cumhuriyet, en genel anlamıyla bir ülkedeki temel organların, halkın yaptığı bir seçimle işbaşına gelmesidir. Bu sistemde egemenlik toplumun bütün kesimlerine aittir. Bütün vatandaşlar devlet yönetimine eşit olarak katılırlar ve devlet ise halkın ortak iradesi sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle bir ülkenin rejiminin Cumhuriyet olabilmesi için o ülkenin devlet başkanının ve siyasi kadroların seçimle işbaşına gelmiş olmaları gerekmektedir. Modern anlamlı ile demokrasinin en gelişmiş şekli ile olan Cumhuriyet, bir tarihi gelişmenin sonucudur” (Ertan, 2012, s.164). 

Bununla beraber Cumhuriyet devlet yönetiminde halkı temsil edecek kişilerin düzenli aralıklarla seçilmesi ve halkın özgür iradesi ile bu kişileri seçimle işbaşına getirme esasına dayanmaktadır. “Cumhuriyet; seçim aracı ile iktidarın 
halk çoğunluğunun tercihine göre belirlendiği; yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin birbirine karşı bağımsız ve birbirini dengeli bir biçimde denetleme esası üzerine kurulu yönetim sistemi” (Aktaş, 2011, s.9) olarak da tanımlanabilir. Bununla beraber Cumhuriyet kavramı birçok kişi tarafından da tanımlanmıştır. Örneğin; Hilmi Ziya Ülken’e göre Cumhuriyet; “Devletin bir soydan gelen aile veya ailelerle değil, millet tarafından seçilmiş bir başkanla temsil edilmesinden ibaret olan siyasî şekil” (Ülken, 1969, s.89) olarak ifade etmiştir. 

Yukarıdaki tanımlamalardan anlaşılacağı üzere Cumhuriyet seçimle işbaşına gelmiş bir devlet başkanının öngörmektedir. “Cumhuriyet kavramında en dikkat çeken nokta ise iktidarın bir aile ya da hanedanın tekelinde olmaması ve miras yolu ile devredilmemesi dir” (Aktaş, 2011, s.9). 

Siyasi tarihimize baktığımızda, gerek Osmanlı Döneminde gerekse Cumhuriyet 
döneminde darbeler ve müdahaleler oldukça sık yaşanmıştır. Türk milleti darbelere ve müdahalelere oldukça aşina olmasının yanında özellikle Cumhuriyet tarihinde üç klasik darbe, bir post-modern darbe ve bir de e-Muhtıra olarak bilinen toplam beş müdahale yaşanmıştır. Genel olarak darbelerin çıkış noktasına baktığımızda ise darbecilerin kendilerine meşrutiyet sağlama çalışmaları, rejimi koruma ve kollama görevini kendilerinde görme olarak bilinmektedir. Ancak yaşanan bütün darbe ve müdahaleler sonrasında başta Cumhuriyet ve Demokrasi olmak üzere birçok kurum doğrudan veya dolaylı olarak zarar görmüştür. 

1.6.2. Darbe: 

Darbe Arapça “arbe” isim kökünden gelen bir kelime olup yaygın olarak sözlükler de “Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan 
yararlanarak hükümeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi” anlamına gelmektedir. Darbe, siyasi iktidarın güç kullanılarak veya güç kullanma tehdidiyle, yasal olmayan yollardan değiştirilmesidir (TDK). Darbe; sözlük anlamı olarak “vuruş, vurma, çarpma; musibet ve bela” anlamlarına gelmektedir (Aktaş, 2011, s.9). 
Darbe genellikle bir ülkedeki en örgütlü ve kapsamlı silahlı güç olan ordu veya onun desteklediği bir grup eliyle gerçekleştirilir ve darbeden sonraki düzen ise aynı güç tarafından korunur, desteklenir ve sürdürülür. Darbeler; insan hak ve hürriyetlerinin, hangi elin tuttuğundan asla emin olunmayan, bir silahın namlusu na asıldığı uygulamalardır. Özellikle darbe kavramının tanımlarına bakıldığında dikkat çeken husus yapılan eylemlerde baskı ve zor kullanılması, bu eylemler sonucunda hükümet değişikliğinin yaşanmasıdır. 

Darbe zor kullanılarak hükümetin devrilmesi veya iktidarda olan siyasi otoritenin uzaklaştırılmasıdır. 

Bu bağlamda hükümet darbesine değinmek yararlı olacaktır. 

1.6.3. Hükümet Darbesi:
 
Hükümet Darbesi; “mevcut iktidarın herhangi bir güç ya da güçler birliği 
devreye sokularak gayr-i meşru ve gayr-i hukuki yollardan iktidardan 
uzaklaştırılmasına” denir (Özdemir, 2011, s.3). “Hükümet darbesi mevcut yönetimin herhangi bir güç ya da güçler ittifakı sonucunda iktidardan uzaklaştırılmasıdır” (Aktaş, 2011, s.10). 
Özellikle darbe; baskı ve zor kullanılarak mevcut siyasi otoritenin düşürülmesi ya da değiştirilmesidir. Bunun doğal sonucu olarak ise hükümet darbesi kavramı ortaya çıkmaktadır. Yapılan bu baskı ve zorlamalar yasal ve hukuki olmayan 
eylemlerdir. Birtakım güçler tarafından, meşru olmayan bir zeminde devlet yönetimine baskı ve güç kullanarak hükümeti iktidardan uzaklaştırma ve mevcut olan devlet yönetimini değiştirme eylemi olarak da bilinmektedir. Hükümet darbesi devletin resmî kurumları tarafından gerçekleştirilmektedir. Tarih boyunca Türkiye’de hükümet darbesini gerçekleştiren kurum TSK olmuştur (Aktaş, 2011, s.10). 

Şakir Altay’ın 1962 yılında yaptığı hükümet darbesi tanımı, “Bir memlekette 
siyasî kuvvetin tamamını cebir ve kuvvetle, icabında silahla zapt veya buna teşebbüstür. 
Milletleri idare edenlerin zulüm ve kanunsuz hareketleri bazen bu yolu zaruri kılar” (Aktaş, 2011, s.10) şeklindedir. Hükümet darbesini yapan kişiler halk ya da halkın desteklemiş olduğu kurumlar değil; bizatihi-i devletin resmi organıdır. Tarih boyunca da hükümet darbesini gerçekleştiren kurum TSK olmuştur. Anlaşıldığı üzere halkın darbelerde herhangi bir desteği ve etkisi olmamıştır. Özellikle hükümet darbesini yapan kişi ya da kişilere, devletin bütün kanalları ile iletişimi güçlü olan bir lider gerekmektedir. Çünkü darbe sonrasında hükümetin bütün siyasi organları darbe yönetiminin etkisi altına alınacaktır. Darbe gerçekleştiğinde hükümet dairelerinin tamamı etki altına alınır. Özellikle ulaşım kanallarından olan radyo, televizyon, PTT ve TRT ilk olarak idare altına alınan kurumların başında gelmektedir. Nitekim 27 Mayıs 1960 Askeri darbesinde ilk olarak PTT ve TRT yayın ve haberleşme kanalları askeri yönetim tarafından ele geçirilmiştir. 

Maalesef Türk Tarihi’nde sıkça rastlanan ve tarihsel bir gerçek olarak hükümet 
darbesi Osmanlı döneminde genellikle yeniçeri, ulema, esnaf ve eşrafın ittifakı ile 
gerçekleşirken, Cumhuriyetten sonra ordu, basın ve üniversite birlikteliği sonucunda ortaya çıkabilmiştir (Özdemir, 2011, s.3). 

1.6.4. Askeri Darbe: 

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihi aynı zaman da bir askeri darbeler tarihidir. 
“Askeri darbe” kavramına baktığımızda özellikle Tarih boyunca askeri darbeler 
yaşanmış ve etkileri uzun yıllar devam etmiştir. Darbe bir sonuçtur. Bütün sonuçlar gibi anların değil süreçlerin ürünüdür (TBMM, 2012, s.5). Anlaşılacağı üzere darbe bir sonuçtur, ancak bu sonucun uzun bir hazırlık safhası bulunmakla beraber uzun süreli bir olgunun ürünüdür. Cumhuriyet tarihindeki darbelerin mimarı bizatihi-i askerler olmuş ve mevcut iktidarı zorla yönetimden uzaklaştırmış lardır. Askerî darbe, “Devletin askerî kurumlarına mensup kişi veya kişilerin ani olarak anayasal olmayan yollarla hükümeti devirme ve iktidarı ele geçirme amacıyla yaptıkları hareket” (Aktaş, 2012, s.12),

 “Anayasal kaidelere bağlanmış güç kullanma yetkisinin, askeri bürokrasi hiyerarşisi içinde veya dışında kalan bir grup tarafından gasp edilerek 
kullanılması” şeklinde ifade edilmektedir (Sunay, 2010, s.2). 

Devletin çıkarlarını iç ve dış güçlerden koruma ve her ne sebeple olursa olsun 
ülke bütünlüğüne yapılan her türlü müdahalenin karşısında durma misyonunu yüklenen askerde, Askeri darbe geleneğinin başlangıcı İttihat ve Terakki ideolojisine dayandırılabilir. II. Meşrutiyet, Sultan Abdülhamit’in tahttan indirilmesi, Bab-ı Ali Baskını gibi olaylar askerin siyasete doğrudan müdahalesi ve Askeri darbe geleneğinin başlangıcıdır (Tüylü, 2012, s.9). 

Türk Tarihi’ne bakıldığında uzak geçmişten itibaren yaşanılan darbelerin 
genellikle askerler tarafından gerçekleştirildiğine şahit olunmaktadır (Aktaş, 2012, 
s.12). Türkiye’de ordunun politikada ki etkinliği Cumhuriyet’le başlamış bir olgu 
değildir. Osmanlı’da ve Osmanlı’dan önce kurulan Türk-İslam Devletlerin de de ordu siyasette belirleyici bir aktör durumundaydı (Söğütlü, 2000, s.56 ). 

Bu belirleyici etkin konum zaman zaman ordunun siyasete karışmasını beraberinde getirmiş olmakla beraber Askeri müdahalelerde kaçınılmaz olmuştur. Özellikle Osmanlı Devletinde isyan edip padişaha başkaldıran Yeniçeri askerleri padişahı alaşağı ederken Cumhuriyet döneminde ise seçimle işbaşına gelmiş olan hükümetler askerler tarafından baskı ve zor kullanarak mevcut yönetimden uzaklaştırılmıştır. Bu durum ise ülkede gerçekleşmiş olan darbelerin “Askerî Darbe” olarak nitelendirilmelerine olanak sağlamıştır. Bu durum ise ilk olarak 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi, 12 Mart 1971 ve son klasik darbe diye bilinen 12 Eylül 1980 Askeri darbesini beraberinde getirmiştir. Klasik darbelerin yanında 28 Şubat 1997’de post-modern darbe diye bilinen bir müdahale ve 27 Nisan 
2007 tarihinde ise e-Muhtıra dönemi yaşanmış ve TSK sivil hükümetler üzerinde ki etkinliğini sürdürme yoluna gitmiştir. 

1.6.5. Post-Modern Darbe: 

Post Modern kavramının ilk olarak hangi zamanda ve kim tarafından kullanıldığı 
konusunda Türkiye’de bir ittifak gözükse de konu ile ilgili dünyada yayımlanmış 
literatür incelendiğinde farklılıklar göze çarpmaktadır. Türkiye bilgi piyasasında mevcut olan bilgi post modern kavramının Hispanik kökenli olduğu ilk kez 1934’te, Madrid’de yayınlanan Federico de Onis’in Antologia de la poesia espanola e hispano – americana (İspanyol ve Amerikan Şiir Antolojisi) isimli eserinde yer alır. Federico de Onis’e göre post modern kavramı “modernizmin kendi içindeki muhafazakâr gerileyişi” ni ifade eder. 

Oysaki son zamanlarda post modern kavramının ilk olarak 21. yüzyıl Batı 
kültürünün Nihilizmini tanımlamak için Alman filozof Rudolf Pannwitz tarafından 
kullanıldığı ortaya çıkmış ve post modern kavramı İngiltere’de ilk defa 1939’da 
kullanıma sokulmuş ve iki farklı anlam yüklenmiştir. Bunlardan birincisi 
teolog(ilahiyatçı) Bernard Iddings Bell olup, post modern kavramını “modern laikliğin başarısızlığını tanıma / ortaya koyma ve dine geri dönüş” anlamında kullanılmıştır (Özdemir, Aktaş, Şimşek, 2008,s. 327-328). Bu tanımlamalarının yanında modernite ve postmodernite kavramlarının birçok tanımı olmakla beraber konumuz ile ilgisi olması açısından tanımlamalar yeterli görülmekle beraber konumuz ile yeri geldikçe değinilecektir. 

Modernleşme kavramı, çok boyutlu olduğu gibi oldukça sık kullanılan ve 
düşünsel dünyada önemli ağırlığa sahip bir kavramdır. Modernleşme kavramı, 
M.S.5.Yüzyılda “modo” kökünden üretilmiş, Latince bir kavramdır. Kökünün anlamı; “en son, en iyi, şimdi, hemen şimdidir”. Modo kökü, Türkçeye moda olarak geçmiş ve hemen hemen moda ile aynı anlamı taşımaktadır (Özdemir, 2011, s.120). Bununla beraber dilimize moda olarak geçen modo kelimesinin kök anlamı, “en son yeni” demektir (Özdemir, 2011, s.4). Post Modern kavramı ilk olarak 1930'ların Hispanik dünyasında, İngiltere ile Amerika'da ortaya çıkışından bir kuşak önce belirmeye başlamıştır. Postmodernismo terimini, Dnamuno ile Ortega'nın dostu Federico de Onis ortaya atmıştı. De Onis bu terimi, “modernizmin kendi içindeki muhafazakâr gerileyişi” olarak tanımlamıştı (Özdemir, 2004, s.312). Modernleşme; devleti ve toplum kültürünü çağına uydurarak canlandırmak, güçlendirmek ve böylece varlığını devam ettirmek gayesini güder. Modernleşme, nihai ideal bir amaç olarak değil toplumun yaşam standardını yükseltme, devlet karşısında hakların koruma aracı olarak ele alınmalıdır (TBMM, 2012, s.64). 

İlhan Tekeli ise; “postmodernizmi insanın kaderini yeniden insanın eline 
vererek, İnsanı özgürleştirmek amacıyla oluşturulan güçlü bir eleştirel akım” olarak tanımlamak suretiyle kavrama olumlu bir bakış yapmıştır (Özdemir, 2004, s.312). 
Gencay Şaylan’da; “post-modern söylem, insanın gelişmesinde, modernitenin 
deyimiyle tarihin ileriye doğru yürüyüşünde çok önemli bir yere sahip olduğu 
söylenebilen kritik düşüncenin ya da sorgulama geleneği mirasçısı olarak 
nitelenebilmektedir” diyerek postmodernizmin eleştirilebilir olduğuna dikkat çekmiştir (Şaylan, 2002, s.31). 

Yukarıda modernleşme ve postmodernizim kavramalarına açıklık getirilmeye 
çalışılmış olmakla beraber özellikle “postmodern tarih” kavramı da dikkat 
çekmektedir. Post-modern tarih, “eleştirel, yorumsamacı, kuşkucu, göreceli, demokrat, çoğulcu, eklektik (multidisipliner) bir anlayışa sahiptir ve bu anlayışın temel ilkeleri, süreksizlik, parçalanma, kişilik ve belirlenemezliktir” (Özdemir, 2004, s.319). 
Post-Modern darbe 1997 yılı Şubat ayında yapılan MGK’nın aylık toplantısı 
sonucu alınan ve 28 Şubat Kararları diye bilinen kararlar ile gelişen olayların ilk olarak Radikal Gazetesi yazarı Türker Alkan'ın 13 Haziran 1997 tarihli ve “Post Modern Bir Askerî Müdahale” başlıklı yazısında tanımlanmasıyla gündeme gelmiş ve Cengiz Çandar'ın etkisiyle yabancı basında da kullanılmaya başlanmıştır. Bu sözün ilk olarak Cengiz Çandar tarafından kullanıldığı iddia edilse de, Çandar ilk olarak 28 Haziran 1997 günkü yazısında bu olaydan “Post Modern Darbe” diye söz etmektedir. Yabancı basında da “28 Şubat Kararları” süreci kendisinden “post modern darbe” olarak söz ettirmiştir. Siyasi literatüre giren bu tanımlama ile birlikte 28 Şubat süreci birçok kitaba da konu olmuştur. 

28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail 
Hakkı Karadayı yerine iki ismin dikkat çektiği görülmektedir. Bu isimler dönemin 
Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak’ın adları daha çok ön plana çıktı bilinmektedir. 2001 yılında bir televizyon programına katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat Süreci’ni “post-modern bir darbe” olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu ifade etmiştir. 

28 Şubat süreci niçin “post modern darbe” sorusu elbette akıllarda bir soru 
işareti olarak kalmıştır. 28 Şubat süreci doğrudan TSK’nın diğer klasik darbelerde 
olduğu gibi askerin yönetime el koyduğu bir model olarak ortaya çıkamadı. Bunun en önemli nedeni, Türkiye’nin artık böylesi bir darbenin yapılması değilse de sürdürülmesi bakımından elverişli olmaktan çıkması idi. Çünkü dünya ile çok yönlü bağlar kurulmuş, çeşitli siyasi ve ekonomik sahalarda anlaşmalar yapılmış ve artık bu süreçte bir darbe yapmak demek herkesin gündelik hayatını etkileyecek ve olumsuz sonuçlar doğuracak bir dönemi başlatacaktı. Artık 1980’li ya da öncesinin toplumu yoktu. Doğrudan darbe yapmış bir güçle de ülkeyi yönetmek ve kontrol etmek kolay değildi. Doğrudan darbe yerine mevcut iktidarı darbenin gölgesi ile terbiye etmek oto kontrolü kendi eline almak ve sorumluluğu başka bir iktidara yıkmak daha kolay olsa gerekti (Bostancı, 2012, s.88). 

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder