9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 22

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 22


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 



28 Şubat 1997 MGK’sından önce toplanan 1996 yılı Aralık ayı sonunda ve 1997 
yılının Ocak ayında toplanan MGK’da yaşananlar, Cumhurbaşkanı Süleyman 
Demirel’in Genelkurmay Başkanlığı’na davet edilmesi ve kendisine verilen brifingler; 
Cumhurbaşkanı Demirel’in, gelmekte olan askeri müdahaleyi bütünüyle görmesini 
sağlamış olmakla beraber kendisini de bu süreç içinde önemli bir yere yerleştirmesini mümkün kılmıştır. 
28 Şubat tarihindeki olağan MGK toplantısından bir gün önce dönemin MGK 
Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e giderek ertesi gün yapılacak MGK toplantısına askeri kanadın 18 maddeden oluşan bir hazırlıkla geleceğini bildirmiş ve bu hazırlığın bir örneğini de Cumhurbaşkanına vermiş, Cumhurbaşkanı da bunu dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e vermiştir. Sonradan yapılan açıklamalardan ve yayınlanan eserlerden, dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in, ertesi gün yapılacak MGK toplantısı öncesinde, ordunun komuta kademesinin hem emekliye sevk edilmesini hem de darbe girişimi suçlamasıyla yargı önüne çıkarılması hazırlığı yaptığı ancak, hükümet ortağı Necmettin Erbakan’ın buna yanaşmaması ve uzlaşmacı bir tavır sergilemesi nedeniyle, Tansu Çiller tarafından yapılan hazırlığın gerçekleşmediği anlaşılmıştır (Özgan, 2008, s.75). 
28 Şubat 1997 tarihindeki olağan MGK toplantısından önceki yaşanan olaylar 
genel olarak böyle gelişme göstermiş olmakla beraber özellikle başta yargı ve üniversite gibi ülkenin önemli kurumları Genelkurmay Karargâhına önemli ziyaret ve temaslarda bulunmuşlardır. Bu ziyaretler, ordunun ve askerlerin endişe ve isteklerinin hem daha yakından anlatılmasına hizmet etmiş hem de bu kesimlerden destek gördüğüne işaret etmiştir. Bütün bu gelişmelerden sonra yapılan 28 Şubat toplantısında irticai faaliyetlere karşı alınması gereken önlemler belirlenmiş ve hükümetin bunları uygulamasına karar verilmiştir (Özgan, 2008, s.75). 
28 Şubat 1997 MGK toplanma süreci genel olarak yukarıda ki gibi şekillenmiş 
olmakla beraber toplantının resmi süreci şu şekilde planlanmış idi; “MGK Genel 
Sekreterliği, Genel Sekreter imzasıyla 3 Ocak 1997 tarihinde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine gönderdiği yazının ekinde, 28 Şubat 1997, Cuma günü saat 15.00'te Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde yapılacak MGK olağan toplantısı gündemi 
gönderilmiştir. Yazıda, “Kurul toplantıları hakkında gereksiz ve yanlış yorumlara 
meydan verilmemesi bakımından gündem ve gizlilik dereceli takdim konuları hakkında "BİLMESİ GEREKEN PRENSİBİNİN" uygulanması, toplantı gündemin de yer verilen takdimlerle ilgili koordinasyon toplantısının, 25 Şubat 1997, Salı günü saat 14.00'te MGK Genel Sekreterliğinde yapılacağı, bu toplantıya Genelkurmay İstihbarat Başkanı, MİT Müsteşarı, Emniyet Genel Müdürü ve OHAL Vali Yardımcısı dışında sadece MGK'da takdim yapacak personelin katılacağı” ifade edilmiştir” (Komisyon, 2012, s,153). 

28 Şubat MGK Toplantısının resmi süreci yukarıda ki şekilde planlanmış olmakla beraber özellikle 28 Şubat 1997 tarihinde yapılacak MGK toplantısına ilişkin toplantı gündemi, MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç imzasıyla 31 Ocak 1997 tarihinde Başbakanlığa, Genelkurmay Başkanlığına, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcılığına, Milli Savunma Bakanlığına, İçişleri Bakanlığına, Kuvvet 
Komutanlıklarına, Jandarma Genel Komutanlığına, MİT Müsteşarlığına, Emniyet Genel Müdürlüğüne, OHAL Bölge Valiliğine “gereği” için, Cumhurbaşkanlığı Genel 
Sekreterliğine ise “bilgi” için gönderilmiş (Komisyon, 2012, s.155) olup toplantı 
gündemi ve başlıkları şu şekilde ifade edilmiştir. 
Özellikle toplantının 1’inci gündem maddesi “Güvenlik Faaliyetleri”, 2’nci 
gündem maddesi “Özel Takdimler”, 3’üncü gündem maddesi ise “Özel Müzakereler” olarak ifade edilmiştir (TBMM, 2012, S.1033). 28 Şubat MGK Toplantısı gündemi olarak açıklanan bu 3 gündem başlığı ve toplantı gündemi incelendiğinde MGK Toplantısının toplam sürenin 3 saat olarak planlandığı görülmektedir. Ancak MGK Toplantı gündemi umulan 3 saatlik zaman diliminin aksine 8,5-9 saat sürdüğü bilinmektedir. Toplantının 3’üncü gündem bölümünde ifade edilen “Özel Müzakereler” bölümünde 28 Şubat döneminin en önemli siyasi nedenleri arasında yer alan ve laik-demokratik Cumhuriyet’in ilkeleri ile bağdaşmayan “irtica ve şeriat” konuları ele alınmıştır. 

28 Şubat MGK Toplantısının 2’nci bölümünü oluşturan “Özel Takdimler” 
bölümünde, söz konusu “irtica tehdidi” ne ilişkin olarak, sadece mevcut durum ortaya konulmamış, aynı zamanda bu tehdide karşı siyasi, ekonomik, hukuki, eğitsel, sosyo-kültürel alanlarda alınması öngörülen tedbirler bir paket halinde Kurul üyelerine sunularak konunun önemine vurgu yapılmak istenmiştir. Öte yandan, daha önce yirmi dakika içinde sunulması planlanan bu 41 sahifelik takdimin bu süre zarfında tamamlanamayacağı aşikârdır. Nitekim RP’li Adalet Bakanı Şevket Kazan, “Başbakan Necmettin Erbakan’ın bu takdim karşısında çok şaşırdığını ve tepki gösterdiğini” ifade etmişlerdir. 

4.5. Tarihi MGK Kararları Öncesi Yaşananlar ve Önlemler Paketi 

 28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK toplantısında alınan kararlardan önceki 
dönem, bu süreci hazırlayan etkenlerden oluşmaktadır. MGK Kararlarının alınmasıyla bir kesinti olmamış, aksine sürecin daha yeni başladığı ortaya çıkmıştır ( Arikan, 2010, s.119). 28 Şubat süreci ile başlayan olaylar, 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı ve 406 sayılı MGK Kararlarının alınması ile devam etmiş olmakla beraber gelişen bütün olaylar sonrasında artık TSK yaşanan bütün bu gelişmeler karşısında olaylara müdahil olmak istemiş ve ilk hamle olarak 28 Şubat 1997 MGK Toplantısında ortaya çıkmıştır. Türk siyasi tarihinde askeri müdahaleler genel olarak her 10 yılda bir vuku bulmuş olmakla beraber 28 Şubat sürecine kadar 3 klasik askeri müdahale yaşanmıştır. 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi “post-modern darbe” olarak isimlendirilmiş olmakla beraber sebep, sonuç ve sonrasında ki yansımaları ile Türk demokrasi tarihinde derin ve büyük yaraların açılmasına neden olmuştur. 

Demokrasi tarihimize damgasını vuran 28 Şubat süreci, 28 Şubat 1997 MGK 
Toplantısı ve 406 sayılı MGK Kararlarının alınması ile Türk Demokrasisi yeni bir 
döneme girmiş olmakla beraber artık bu süreç içerisinde bazı çevreler tarafından 
düğmeye basılmış ve bir kısım güç odakları Refah-Yol Hükümeti’ni harekete geçirmek için farklı yollar ve çeşitli girişimler içerinde bulunmaya başlamışlardı. Süleyman Kocabaş, bu gelişmeler içerisinde Akşam gazetesinin yazarlarından Behiç Kılıç’ın, 21 Aralık tarihli yazısına atfen şöyle aktarmaktadır, “Atina’da bir grup para babasının liderliğinde, bu geziye katılan medya patronlarının bir araya geldikleri ve üç ay içerisinde hükümeti devirme kararları aldıkları anlatılıyor… Bunun hükümeti devirmenin ilk adımı olduğu belirtiliyor.” Aynı şekilde bu sivil kuvvetlerin iktidarı devirmek için saldırılarını artırma kararı aldıkları belirtilmekte dir. Bu güç odakların ilk hedefi hükümeti yıkmak ikinci hedefleri ise tekelci sermayenin Pazar egemenliğini sağlayacak hükümeti kurmaktı. Bu istekler ve hedefler TSK’nı de hevesli tutumuyla hedefine ulaşacaktı” (Kocabaş, 1998, s.12) şeklindeki açıklamaları ile sivil hükümetlerin üzerindeki ordu ve askeri bürokrasinin etkilerini görmememiz açısından oldukça önemlidir. 

28 Şubat 1997 Askeri müdahalesi post-modern darbe olarak tanımlanmış 
olmakla beraber, 28 Şubat gerçekte ilkesel olarak darbelere izin vermemesi gereken anayasal yapının, anayasal normların yapı bozumuna uğratılması suretiyle gerçekleştirilen “Anayasal Darbedir”. Açık darbeler anayasaya rağmen ve karşı yapıldığı halde, 28 Şubat anayasal mekanizmalarla yapılmıştır. Çünkü bu darbe anayasal bir kurum yani MGK kararıyla ve bu kararın altında Refah-Yol Hükümeti Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzasıyla yapılmıştır. Başbakanın imzası ile 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı, bir süreç haline sokulmuştur (Arikan, 2010, s.119). RP ile TSK arasındaki gerginlik her geçen gün artmaktaydı (Özer, 2011, s.80). Askerin artık müdahale etmesi bütün çevreler tarafından beklenen bir tutum olmuştu. Asker artık yavaş yavaş harekete geçmeye başlamış ve sivil hükümet üzerindeki etkisini gösterir duruma gelmiştir. RP cephesi ise de kamu oyundan, medyadan, siyasetten ve TSK’dan yükselen bu tepkilere karşısında duyarsızdı ve gelişen olayları görmezden gelerek vurdumduymaz bir tavır takınmaktaydı. Başbakan Necmettin Erbakan’ın son grup toplantısında “Fesat merkezi olmayacağız; fesattan etkilenmeyeceğiz; fesadı etrafa yaymayacağız” ve yine son bakanlık divanındaki “Üst düzey komutanlarla aramız iyi, alt düzey subaylar gerginlik yaratıyor” sözleri Başbakan Erbakan’ın olayı küçümsediğinin ve gerçekleri görmezden geldiğinin en güzel kanıtıdır (Bayramoğlu, 2001, s.109). 
Ali Bayramoğlu’na göre “Başbakan Erbakan, bu tavrını ve üzerindeki bu siyasi 
görüşleri umursamamakla beraber içinden çıkılacak durumu ve üzerinde ki baskıları hafifletmek için farklı stratejilerin ve hamlelerin içerisinde olduğu bilinmekteydi:” 
1. “Laiklik; temelinde ortaya çıkan gerilimi hafifletmek. Bir yandan bu gerilimin 
müsebbibi olarak medyaya ve ince politikalarından hareketle TSK’nın içindeki bazı 
“sinirli” ama komuta kademesine sirayet etmeyen “ehemmiyetsiz” unsurlara işaret etmek. Sonuçta bu sorunun pek önemli olmayan bir sorun olmadığı imajını vermek. 
2. 28 Şubat 1997 tarihinde yapılacak olan kritik MGK toplantısında, TSK’ni teskin 
edeceği bir konuşma yapmak. 
3. Hepsinden önemlisi yeni medya atağıyla gündemi değiştirmeye çalışmak. Daha 
doğru bir deyişle, gündemin merkezine ekonomik politikaları ve bu doğrultularda ki gelişmeleri oturtmak.” 
Bütün bu gelişmeler yaşanırken tarihi MGK Toplantısına sayılı günler kalmıştı. 
Kamuoyu başta olmak üzere medya organları ve TSK yaşanan bütün bu gelişmeleri yakından takip etmekle beraber, RP’nin ve Refah-Yol Hükümeti’nin bütün faaliyetleri adeta mercek altına alınmıştı. Bununla beraber 28 Şubat MGK Toplantısından bir gün önce yapılan Bakanlar Kurulu Toplantısında ise yapılacak olan tarihi MGK Toplantısı hakkında görüşmeler yapılmış ve yapılacak toplantıya çeşitli atıflarda bulunarak açıklamalar yapılmıştır. 

Bakanlar Kurulu toplantısında Tansu Çiller “Bu hükümet kurulduğundan bu 
yana sürekli olarak önüne engeller konuldu” diye sözlerine başladı ve sonrasında ise şu açıklamalarda bulundu: 
“Ancak birliğimizi muhafaza edersek bu engellerin aşılması kolay olacaktır. Her 
engelin aşılmasından sonra hükümetimiz daha da güçlenecektir. Hükümetimiz başarılı oldukça, muhalefet partilerini de korku sarmaktadır. Başta ordu olmak üzere çeşitli kurumların yapmış olduğu olanca muhalefete ve ülkenin gerçek resmini çıkaramayan bir medya anlayışı ile karşı karşıyayız. Buna rağmen hükümet birliğini muhafaza etmiştir. Bu hükümet en az 2000 yılına kadar devam edecektir. Çünkü hükümetin başarısını, ancak uzun vadeli bir strateji ile halka mal etmek mümkündür” şeklindeki açıklamaları ile hükümetin içinde bulunduğu durumu izah etmekle beraber, sağlam strateji ve planın güvencesini veriyordu. Tansu Çiller konuşmasının devamında ise:  “Bu hükümet koalisyonudur. Ancak iki parti de ortak sorumluluk taşımaktadır. Partiler kendi tabanlarına mesaj verebilirler. Ancak hükümetler bu konumun üzerindedir. Çünkü hükümetler sadece parti tabanların değil, Türkiye’nin hükümetidir. Çok seslilik olsun, ama her kafadan bir ses çıkmasın. Eğer bugün tansiyon yüksekse bunu düşürmek iktidarın görevidir. Bu hükümet bir ailedir. Bu bakımdan hiçbir ferdin bu konumun dışında konuşmaması lazımdır. Ayrıca bu aile toplantısından hiçbir ferdin toplumsal tansiyonu yükseltecek bir yaklaşım içine girmemesi gereği vardır. Merak etmeyin, zaman bizi haklı çıkaracaktır. Yeter ki bu zamanı kazanalım. Kader birliği  içerisindeki bir ailenin yapmış olduğu toplantıda, bu ailenin bir ferdi ruhu ile konuşuyorum.” 

Tansu Çiller’in bu konuşması salonda büyük coşku ve içtenlikle karşılanmış 
olmakla beraber, Tansu Çiller’den sonra sözü Başbakan Necmettin Erbakan almış ve Tansu Çiller’e teşekkürleri ile şükranlarını sunmuştur (Aksoy, 2000, s.200-201). 

4.6. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı 

4.6.1. Toplantıda Anlatılanlar 

MGK Toplantıları ayda bir kez yapılıyordu. Toplantılara hükümet cephesinden 
Başbakan, İçişleri Bakanı, Dışişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı katılmakla 
beraber asker kanadından ise Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve MGK 
Genel Sekreteri katılıyordu. MGK Toplantılarında Türkiye’nin iç ve dış güvenlik 
meselelerinin, stratejik hedeflerinin tartışıldığı bu toplantıları Cumhurbaşkanı 
yönetiyordu. Önce bürokratların katıldığı bir toplantı oluyor sonra da devletin zirvesinin katıldığı toplantı oluyordu. Sonra devletin zirvesi bürokratlarının katıldığı ilk toplantıda konuşulanları kendi aralarında değerlendiriyorlardı. Konuşulan sorunlar ve çözüm için izlenecek yollar, toplantı sonrasında hazırlanan bir bildiri ile kayıtlara geçiriliyordu. Bu bildiri o günün hükümeti için bir tavsiye niteliğinde idi (Birand-Yıldız, 2012, s.207). 

28 Şubat 1997 tarihinde yapılan MGK Toplantısının kendinden önceki yapılan 
MGK Toplantılarından farklı olmakla beraber, toplantı öncesi ve sonrası yaşananlarda Türkiye gündemini uzun yıllar meşgul etmiştir. 28 Şubat 1997 MGK Toplantısına damgasını vuran “irtica tehdidi” ilk defa Refah-Yol Hükümeti zamanında gündeme gelmemiş olmakla beraber ANAP lideri Turgut Özal zamanında da gündeme gelmiştir. 

Ancak yaşanan bu “irtica tehdidi” 28 Şubat sürecinde ki olduğu gibi büyük bir yankı uyandırmamıştır. Özellikle 28 Şubat sürecine gelinmeden önce, 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile oluşturulan MGK, çeşitli kuruluşların temsilcilerinin katılımı ile iki kurul oluşturulmuş ve irticai akımların durumu ele alınmıştır. Bu kurumlar tarafından oluşturulan raporlarda daha çok dönemin İslami kesimi olan “Süleymancılar” üzerinde durulmuştur. Bu gelişmeler üzerine dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, MİT’ten irticai akımlar üzerine bir rapor hazırlanmasını istemiştir. Bunun en önemli nedeni ise Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Başbakan’ı Turgut Özal’ın tutumundan şüpheleniyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Evren’in bu kuşkusu boşa çıkmış ve bunu çeşitli açıklamalarında gündeme getirmiştir. Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in MİT’e vermiş olduğu bu görev sonucunda önüne neredeyse konu ile ilgili boş bir dosya gelmesi ile 
beraber, Cumhurbaşkanı Evren, bu seferde ayrıntılı bir araştırma yapmak için MGK’ni görevlendirmiştir (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180). 
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı öncesinden gazete manşetlerinde ve televizyon 
haber bültenlerinde 28 Şubat 1997 Cuma günü yapılacak olan MGK toplantısının uzun süreceği ve son derece tartışmalı geçeceğine dair haberler yapılmaya başlanmış idi. Bu gazete manşetlerinden verilen haber başlıkları ve televizyon bültenlerinden verilen haberler gergin olan siyaset atmosferini ve kamuoyunu iyice etkisi altına almıştı. 

Bütün bu gelişmeler paralelinde meydana gelen siyasi ve sosyal olaylar 
sonucunda ortaya çıkan kutuplaşma atmosferi ve gerginlikler sonucu 28 Şubat sürecinin kilometre taşları olarak bir bir döşenmiş olmakla beraber tarihi MGK günü yaklaşmış idi. Bazen Başbakan Erbakan ve arkadaşları askeri kanadın eline bazı fırsat ve imkânları vermiş olsa da, her olay abartılı bir şekilde kamuoyuna sunulmuş, medya, sivil toplum örgütleri ve yargıdan istifade etmek suretiyle psikolojik harekât ilk günlerden itibaren başarı ile sürdürüldü (Ilıcak, 2013, s.111). 

Özellikle 28 Şubat 1997 MGK Toplantısının günler öncesinden uzun ve tartışmalı geçeceği ifade ediliyordu. Toplantıda; irtica ve şeriat konusu, Kurul’un asker üyeleri tarafından ses bantları, videokasetleri tüm belge ve kanıtlarıyla ortaya konuluyordu. MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü, TSK vb. güvenlik ve istihbarat makamlarının ortak çalışmaları ile hazırlanan yaklaşık 70 sayfalık rapor, Başbakan ve Başbakan Yardımcısının en ufak bir itirazına fırsat vermeyecek şekilde ayrıntıları ile kurul üyelerine açıklanıyordu. Bu 70 sayfalık raporun bazı önemli maddelerine bakacak olduğumuzda; 
. Demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşman ve hedef gören bu 
hareketlerin amacı Türkiye’de şer’i hükümlerle yönetilen bir İslam devleti 
kurmaktır. 
. Kökten dinci hareketler bu amaçlarına, tebliğ, cemaat ve cihat yoluyla 
ulaşabileceklerini ifade etmekle beraber, amaçlarına ulaşmak için halkı silahlı 
bir mücadeleye sürüklemek ve bir İslam devleti kurmak istiyorlardı. Bununla 
beraber cemaat ve tarikatlar bir kurum şeklinde hareket eder hale gelmiştir. 
. Dini akımlar ise, daha çağdaş bir örgütlenmeyi benimseyerek, dernek, vakıf, 
Kur’an kursu, özel yurtlar, üniversiteye hazırlık kursları ve özel kolejlere önem 
veriliyor ve bu maksatla çok geniş kesimlere hitap ediliyor, etkileri altına 
alınıyordu. Bu anlamda örgütlenmeyi sağlayan bu kurumların finansal 
kaynakları da kimi sivil toplum örgütleri ve zengin iş adamları tarafından 
sağlanıyordu (Sunulan raporda bunların isimleri açıkça ilan ediliyordu) 
(Bölügiray, 1999, s.34-35). 

Tarikatların ve RP’nin faaliyetleri ve icraatları uzun süredir askerlerin dikkatini 
çekiyordu. Ancak durumun detaylı olarak ele alınması ilk defa RP’nin büyük bir seçim başarı ile çıktığı 1994 yılına rastlaması ve MGK Genel Sekreterliği’nin konu ile ilgili (irtica dini akımlar) büyük bir çalışma içerisine girmesi ile gündeme gelmiştir. Özellikle dönem içerisinde “irtica tehdidi” konuları üzerine inceleme ve araştırmalar yapılmış olmakla beraber “İslam’ın Gerçeği” adlı bir kitap hazırlanmıştır (Öztürk-Yurteri, 2011, s.180-181). 

24 Aralık 1995 yılında yapılan genel seçimlerden büyük bir zafer ile çıkan RP 
ülke gündeminde ve siyaset yaşamında oldukça uzun süreli tarihi bir olgununda 
temellerini atmış idi. Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasından sonra basın ve medya organları, askerin yeni silahı olarak işlev görmeye başlamıştır. Basın ve medya organları, Refah-Yol döneminde, TSK’nın siyaseti doğrudan yönlendirme çabalarını laik, demokratik Cumhuriyet’in güvencesi ve teminatı olarak görmüş; siyasete yapılan fiili müdahaleleri ya alkışlayarak gündeme getirmiş ya da göz ardı etmiştir. Bununla beraber, askeri müdahalelerin doğal ya da sıradan bir siyasi gelişme olduğu fikrinin kabul görmesi yönünde faaliyetini sürdürerek, iktidar mücadelesinin gerçek taraflarının RP ile TSK olduğu fikrini topluma benimsetmeye ve bunu meşrulaştırmaya çalışmıştır. TSK’nın kendi tarihinde ilk kez medyayla bu tarzda ve bu yoğunlukta ilişkiler içine girmesi, bu dönemin gerçekten ilginç bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, sivil otorite ve askeri otorite arasındaki ilişki giderek çatışma niteliğine bürünmüştür (Başkaya, 1999 s. 353). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısı’nın gündeminin irtica olayları olacağı bir aya 
önce ki MGK Toplantısı’nda kararlaştırılmıştı. Hükümet üyeleri ve komutanlar 
Çankaya Köşk’üne giderlerken laik kamuoyu, iş çevreleri, üniversiteler ve askerin evi olan kışlalar son derece huzursuzluk içerisinde idi (Birand-Yıldız, 2012, s.207). 
Başbakan Erbakan’ın söylemleri ve icraatları laik, demokratik Cumhuriyet’e karşı bir tehdit olarak algılanırken Tansu Çiller ise her fırsatta “Rejimin teminatı biziz” diyordu. İşte 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı bu söylemler etrafında şekilleniyordu. 28 Şubat 1997 de toplanacak MGK gündeminin irtica ve şeriat konularının olacağı belli olunca, hükümetin iki kanadı da Cumhurbaşkanı ve askerlerle yapılan görüşmeler oldukça dikkat çekici olmakla beraber amaç; yapılacak toplantının havasını bir nebze de olsa yumuşatmaktı. Ancak sanılanın aksine askeri kanat MGK’ya ellerinde kalın dosyalarla birlikte hazırlıklı gelmişlerdi. Laik demokratik Cumhuriyet’in komutanları ile tarihi MGK Toplantısı başlayacak idi. 

Yaşanan bütün bu olaylar üzerine siyasetin tansiyonu iyice yükselmiş ve 28 
Şubat 1997’de yapılacak MGK toplantısı öncesi Türkiye’de gerilim iyice artmıştır. 
MGK Genel Sekreteri Org İlhan Kılıç, toplantıdan bir gün önce Cumhurbaşkanı 
Süleyman Demirel’le görüşerek, toplantıda 18 maddelik bir liste sunacaklarını ifade etmiş, Cumhurbaşkanı Demirel de bu konuyu Başbakan Erbakan’la paylaşmıştır. 
Konuyu her aşamasında çok dikkatli bir şekilde takip etmiş olan Süleyman Demirel olacakları sezmişçesine daha önceden koalisyon ortaklarını uyarmaya çalışmıştır. 17 Ocak’ta Genelkurmay’dan brifing almış, 27 Ocak’taki MGK toplantısından önce Necmettin Erbakan’ı yazılı olarak uyarmış ve ülkede yaşanan rahatsızlığı dikkate almasını istemiş, daha sonra bunu Şubat ayında tekrarlamıştır (Arikan, 2010, s.106). 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısından önce, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 
Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay 
Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı, yaklaşık 10 dakika süren kısa bir toplantı 
yapmışlardır. MGK öncesi yapılan bu ön toplantı niteliğinde ki görüşmede, 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; üyelere gergin ve tartışmalı geçeceği MGK 
atmosferi öncesinde kısa bir konuşma yapmış ve sonrasında toplantı salonuna 
geçilmiştir (Kazan, 2013, s.267). Toplantı öncesinde gündem ve siyasi yaşam üzerinde oldukça etkili olan basın ve medya temsilcileri çeşitli fotoğraf kareleri aldıktan sonra salondan çıkartılmışlardır. 
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı saat 15.10’da başlamış idi. Toplantıya 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakan 
Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Milli 
Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, Kuvvet Komutanları Org. Hikmet Köksal, Ahmet Çörekçi ve Teoman Koman ve Ora. Güven Erkaya katılmış olmakla beraber Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Necdet Seçkinöz, MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç, Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel, OHAL Valisi Necati Bilican, Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner ve MGK Genel Sekreter Yardımcısı Korgeneral Necdet Timur’da katılmıştır (Kazan, 2013, s.267). MGK toplantı gündemi ve süresinin 3 saat olarak planlanmıştı. Ancak toplantının “Özel Müzakere” bölümünde “irtica tehdidi” konusunun ele alınması ile MGK toplantısı 8,5-9 saat sürmüş ve Türkiye’nin siyasi yaşamında uzun süreli bir dönüm noktası oluşturmuştur. 

28 Şubat 1997 MGK Toplantısında özellikle öncesi ve sonrasında etkin rol ve 
konumda olan basın ve medya kuruluşlarının haberlerine göre MGK Toplantısı 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in kısa bir sunuş konuşması ile başlamış ve 
OHAL’in 9 ilde 4 ay kadar daha uzatılması, terör örgütü PKK ile mücadelede MED TV yayınlarının izlenmesinin önlenmesi konuları yer almıştır. Görüşülen bu konulardan sonra ise, MİT tarafından hazırlanan “Radikal Dinci Akımların Rejime Etkileri” başlıklı irtica raporları okunması ve sonrasında Emniyet Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığının iç ve dış güvenlik raporlarının okunması ile devam etmiştir. MGK Toplantısı bu şekilde devam ederken Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan irtica ile ilgili ayrıntılı bir rapor takdim etmiştir. Takdim edilen bu raporda; “Radikal dinci akımların, vakıflar aracılığı ile örgütlenmesinden, çeşitli tarikatların Türkiye’de ki coğrafi dağılımına, Anadolu’da oluşan sermaye şirketlerinden, merkezi Almanya’da olan Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’nın Türkiye’de ki örgütlenmesine ve bu örgütlenmenin silahlı eylem aşmasına geldiğine (!)” dair gazete haberlerinden derlenmiş her türlü bilgi vardı. MGK Toplantısında sunulan bu raporlardan sonra Emniyet Genel Müdürü Alaattin Yüksel, OHAL Valisi Necati Bilican ve Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Çetin Saner saat 18.00 sıralarında toplantıdan ayrılmışlardır. 

Sunulan bu raporlardan sonra kurul üyeleri, raporları müzakere süreçlerine geçmişlerdir. 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder