9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 29

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 29


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


4.9. 28 Şubat Süreci ve Cumhurbaşkanlığı Makamı 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 28 Şubat süreci içerisinde ki faaliyetleri 
ve MGK Toplantısı öncesi yapmış olduğu açıklamalar uzun süreli bir olgunun ürünü olmakla beraber özellikle bu dönem içerisinde hükümete, askerlere ve vatandaşlara çeşitli mesajlar gönderme yoluna gitmiş özellikle Cumhurbaşkanı Demirel’in konuşmalarında “Dini siyasete alet etmek isteyenleri hem günah hem de suç işlemekle” itham etmiş ve hükümet kanadına; “Dini İstismar Etmeyin!” uyarısında bulunmuştur. 

Bununla beraber laikler ve Müslümanlar şeklinde bir ayrım yapılmasının dinen caiz olmadığı gibi, hukuka da aykırı olduğunu izah etmiştir. Din duygularının, dince kutsal sayılan şeylerin siyasi amaçlarla istismar edilmesinin anayasal bir suç olduğu ifade etmiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Hükümet kanadına bu uyarı mesajlarını göndermekle beraber özellikle askeri kanada ise “Çare Demokrasi de” uyarısında bulunmuş ve devletimize ve demokrasiye olan inancımızı kaybedemeyeceğimizi, demokrasiyi; öfke üzüntü ve hiddetin kurbanı edemeyeceğimizi, demokrasinin dışında çare aramaya kalkarsak sorunların daha da çoğalacağını ve aydınlık yarınlar için demokrasiye bağlı kalmamız gerektiğini ifade etmiştir. 

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümet ve askeri kanatlara vermiş 
olduğu bu ılımlı ve yapıcı mesajlar ile beraber kamuoyuna da “Nemelazımcı Olmamak” gerektiğine dair mesajlar veren Cumhurbaşkanı Demirel; “Demokrasiyi işleten kamuoyudur. Kamuoyunun takipçiliği ve hassasiyeti işin ruhudur. Giden ağam gelen paşam, bana dokunmayan yılan bin yaşasıncı toplumlarda haksızlığa karşı çıkılması mümkün değildir. Vatandaşlarımızın, Cumhuriyet’e her zaman sahip çıkacağına olan güvenim tamdır.” (9 Şubat 1997) Hürriyet, s.1 şeklindeki açıklamaları ile Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel süreç içerisindeki Cumhurbaşkanlığı Makamının ve yaşanan bu sürecin hassasiyetini vurgulamıştır. 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in yaşanan bu süreç içerisinde ki açıklamaları ve tarihi mesajları RP dışında diğer tüm partiler ve sendikalar tarafından olumlu karşılanmış olmakla beraber; ANAP Lideri Mesut Yılmaz; “Cumhurbaşkanı’nın 
çıkışını gayet olumlu buldum” CHP Lideri Deniz Baykal; “Cumhurbaşkanı kendisinden bekleneni yapmıştır. Tam da bu ortamda böyle bir değerlendirmeye ihtiyaç vardı” Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden; “Cumhurbaşkanı Anayasal sorumluluğuna uygun, görev anlayışını en uygar bir biçimde yansıtan özen ve duyarlılığının örneğini vermiştir” Yıldırım Aktuna ise “Benim günlerdir söylediklerim de bu doğrultudadır.” şeklindeki açıklamaları ile Cumhurbaşkanı Demirel’e aynen destek vermişlerdir (9 Şubat 1997) 
Hürriyet, s.20. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hükümete, kamuoyuna ve askeri kanada  vermiş olduğu bu mesajlar RP cephesinden hoş karşılanmamış ve Necmettin Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel’in bu mesajları karşısında adeta şaşkınlık içerisinde kalmıştır. 
Yaşanan bu olaylarla beraber özellikle Taksim’e cami projesi krizinin gündemde 
olduğu tarihlerde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Taksim'e cami yapılması için 17 yıl önce kararname çıkardığını, bu sırada gürültü kopmadığını belirtirken, itirazın Kur’an’a olmadığını; onu siyasete alet edenlere olduğunu belirtmiştir (Özgan, 2008, s.96). 
Süleyman Demirel'in 1991 yılında Yeni Asya yayınlarından çıkmış olan “İslâm, 
Demokrasi, Laiklik” adlı kitabının ilgili bölümlerinin yayınlayan Hasan Celal Güzel 
Süleyman Demirel’ in “İslâm, Demokrasi, Laiklik” adlı kitabından öne çıkan 
düşüncelerini şu şekilde aktarmıştır: 
“Atatürk'ün kurduğu laik devlet değil İslâm devletidir (s. 85). Devlet 
hayatımızda da, devletimizi idare edenlere Kur’an’daki hakikatler yol göstermiş, yön vermiştir (s. 193). Temelinde ahlâk, temelinde manevî değerler manzumesi olmayan memleketlerin büyük sıkıntılara düştüğünü tarih göstermiştir (s. 107). Bu memleketin her vatandaşı göğsünü gere gere Ben Müslüman’ım diyemezse, Türkiye'de huzur olmaz (s. 65 ve diğer sayfalar). İslâm’ın getirdiği ana kaidelerle, hukukun üstünlüğüne dayanan anayasa devletinin kaideleri arasında çelişki yoktur (s. 36). Kişi başını örtmek istiyorsa örtsün. Ona niye karışılıyor. Başörtüsünün laiklikle bir alâkası yoktur. Anadolu kadınının yüzde sekseninin başı örtülüdür (s. 94). Benim söylediğim şu: Serbest bırakalım. İsteyen bağlasın, isteyen açsın (s. 116). İrtica dendiği zaman, bu iddialar mesnetten yoksun; zaman, makam ve kişi hayatına bağlı değilse, ciddi telâkki olunamaz (s.101) (Demirel, 1991). Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu düşünceler ile beraber 28 Şubat Kararları karşısında ki tutumu ise “28 Şubat kararları denen kararların 1’inci maddesi demokrasinin, laikliğin korunması maddesidir. Sonuncu maddesi de Atatürk'e dil uzatanlara karşı tavır takınılmasıdır. Kimse dine siyaseti karıştırmasın” demiştir (29 Şubat 2000) Hürriyet, s.1. 
Nazlı Ilıcak göre; “ Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel için, 28 Şubat post-
modern darbe olarak literatüre girdiğinden dolayı üç darbenin muhatabı da olmuştur. 
Türk siyasetinin 40 yılında iniş çıkışlarla yer alan Süleyman Demirel, söyleminin 
vazgeçilmez motifini demokratlığı olarak tanımlamıştır” yorumunu yapmıştır. 
Murat Yetkin ise 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı’na giden süreçte bazı önemli 
dönüm noktaları olduğundan bahsetmiş ve bu dönüm noktalarını şöyle açıklamaktadır: 
 “4 Şubat 1997’de, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Başbakan Erbakan'a 
yazdığı mektup, Süleyman Demirel, 17 Ocak 1997’de Genelkurmay'da aldığı brifingin ardından 27 Ocak 1997 MGK'sı öncesinde Başbakan Erbakan'a yazılı bir uyarı yapmış, ülkede yaşanan olaylardan duyduğu rahatsızlığı dikkate almasını istemiştir. Anayasa'nın 120, 121, 122. maddeleri, devletin korunması ile ilgili tedbirler öngörmüştür ibaresini de mektubuna eklemiştir. Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Erbakan açıkça olağanüstü dönem koşullarının kapıda olduğunu söylemiştir”. 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı’ndan önce Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel; Başbakan Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve Genelkurmay Başkanı Org. İsmail Hakkı Karadayı ile yaklaşık 10 dakika süren bir toplantı yapmışlardır. Ön değerlendirme toplantısı olarak da değerlendirilen bu süreçte Cumhurbaşkanı Demirel; üyeleri gergin geçeceği belli olan MGK’nın atmosferine hazırlayıcı nitelikte bir konuşma yaptıktan sonra toplantı salonuna geçilmiştir (Kazan, 2013, s.267). 

Yaşanan bütün bu gelişmelere baktığımızda ise sonuç olarak Başbakan Erbakan 
18 Haziran 1997 istifası ile beraber başbakanlığı DYP Lideri ve koalisyon ortağı Tansu Çiller’e devretmeyi düşünmüş, ancak beklenen olmamıştı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz'a vermiş ve Anasol-D Hükümeti’nin temelleri Mesut Yılmaz ile atılmış oldu. 
4.10. 28 Şubat 1997 Tarihi MGK Toplantısı Sonrasında Yaşanan Siyasi Gelişmeler 
Demokrasilerde, “milli iradenin” dokunulmazlığı esastır. Türkiye’de her 10 
yılda bir gerçekleştirilen darbeler ve müdahaleler, “milli iradeyi” yok ederek, 
demokrasinin kesintiye uğramasına yol açmış; Türkiye’nin “kanun devletinden”, bir “hukuk devletine” dönüşmesine engel olmuştur. Milletin temsil hakkını tehlikeye düşürecek her müdahale demokrasi, hukuk ve insan hakları gibi evrensel değerleri çiğnemek anlamına gelmektedir. Millet iradesinin sürekliliği ve aksatılmaya uğratılmaması temsili demokrasinin temelidir. Bu yüzden demokrasi, her koşulda korunması gereken ve kültür benliğimize nakşedilmesi gereken bir değerdir (Komisyon, 2012, s.510). 

Özellikle 28 Şubat sürecinin en önemli unsurları olarak Refah-Yol Hükümeti ve 
TSK teşkil etmektedir. Bu süreç içerisinde TSK’nın irtica ve şeriat karşısındaki tutumu ile bunun yanında Refah-Yol Hükümeti’nin 28 Şubat Kararları’nı uygulamamakta ve irticai akımlara olan desteğini sürdürmekteydi. 
28 Şubat 1997 Tarihli MGK Kararları sonrası genel olarak yapılan tesbit ve 
değerlendirmeler şu yönde idi. Refah-Yol Hükümeti’nin gitmemesi durumunda, 
TSK’nın bir müdahale içerisinde olup olmayacağı idi. Bununla beraber ordunun açık bir darbeye yönelip yönelemeyeceği daima tartışılan konular arasında yer almıştır. Yani askeri müdahale tek bir olasılığa bağlı idi. O da, şeriatçı grupların ülke çapında sokağa dökülerek eylemlere giriştikleri, Cezayir türü kanlı eylemlerin gerçekleşmesi olasılığıdır. BÇG’nun kamu görevlilerinin siyasi eğilimlerinin tespit edilmesini öngören talimatlar hazırlamasının ardındaki saik, bu olasılıktır. 

Bu talimatlar, kitlesel olayların patlak vermesi ve Ordu'nun müdahale etmesi durumunda askerlerin hangi kesimlerden destek alabileceği, hangi kesimlere karşı dikkatli olması gerektiğinin saptanmasına ilişkin kapsamlı bir ihtimal planlamasının bir uzantısıdır. Ordu, kendisini bu nitelikte bir çatışmanın ortasında bulduğunda hazırlıksız yakalanmak istememektedir Bu olasılık dışında bir darbe hazırlığı söz konusu değildir (Özgan, 2008, s.98). 
Ülkemizde meydana gelen 3 Askeri darbede de bunun başarı sağlamadığı 
görülmüş olmakla beraber farklı bir yol ve yöntem denenmek istenmiştir. Bu farklı yol ve yöntem ise TBMM’de ki Başbakan Erbakan’ın en büyük desteği konumunda 
bulunan DYP lideri Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olan Tansu Çiller’in 
Başbakan Erbakan’a vermiş olduğu desteği kırıp Tansu Çiller’i koalisyondan çekilmeye ikna etmektir. Bu başarılabilirse Türkiye’de ki Refah-Yol Hükümeti ile başlamış olan ve 28 Şubat süreci içerisinde ki bu yaplanma ve kriz ortamıda sona ermiş olacaktır. 

4.10.1. 28 Şubat Sürecinin Siyasi Sonuçları 

4.10.1.1. Refah-Yol Hükümeti’nin düşmesi ve Refah Partisi’nin kapatılması 

Türkiye’de yaşanan Askeri darbelerin nedenleriyle ilgili olarak; birçok siyaset 
bilimci tarafından, çeşitli yaklaşımlarda bulunulmuştur. Bir grup siyaset bilimci; 
“TSK’nın fiziksel gücü, amacı ve verilen eğitim bakımından zaten müdahaleye hazır olduğunu savunurken; diğer bir grup siyaset bilimci ise, bu faktörlerin yeterli olmadığını, toplumda çevresel bazı faktörlerin de oluşması gereğine işaret etmektedir. 
Bu faktörler, sırasıyla; siyasal kültür, sosyo-ekonomik yapı, siyasal yönetimin 
başarısızlığı sonucu oluşan meşruluk sorunu, ordunun yapısal özellikleri ve 
modernleşme” şeklinde sayılmaktadır (Örs, 1996, s.42 akt. Güler, 2006, s.27). Özellikle 28 Şubat döneminde yukarıdaki unsurlar başta olmak üzere siyasi muhalefet partileri, basın ve medya organları, anayasal kurumlar, sivil toplum örgütleri ve sendikalar, kamuoyu ve aydın çevreler özellikle bu dönemde aktif rol oynamışlardır. 
28 Şubat 1997 MGK Toplantısı öncesi ve sonrasında ki yaşanan bütün bu 
gelişmeler ile beraber artık Refah-Yol Hükümeti sona yaklaşmıştı. Yaşanan bu 
gelişmeler özellikle Refah-Yol Hükümeti koalisyonunun ortağı olan DYP’de büyük 
kopuş ve istifalar ile başlamış olmakla beraber bu istifalar iktidarı zor duruma sokmuş ve koalisyon hükümetiyle ilgili yoğun eleştirilere sebebiyet vermiştir. 
RP yaşanan bu durumu idare ederek iktidarını seçimlere kadar sürdürmek 
istiyordu. Gelişen olayları ve eleştirileri görmezden gelen RP her şey yolundaymış gibi bir tavır takınarak hükümeti devam ettirmek istiyordu. Fakat RP’nin dışında gelişen olaylar bu hükümetin geleceğini tayin etmekle beraber ipler artık tamamen hükmedenin elinde değildi (Özer, 2011, s.96). 

RP’de ki yaşanan bu kriz ve çıkmaz karşısında, hükümetin koalisyon ortağı olan 
Tansu Çiller bu durum karşısında Necmettin Erbakan’dan eleştirilerin azalması ve 
hükümetin devam etmesi için başbakanlığı talep etmiştir. Dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’e göre; “Tansu Çiller RP’nin bu zor durumundan faydalanmak istiyordu ve yoğun bir şekilde Necmettin Erbakan’dan başbakanlığı talep ediyordu. Bu durum Tansu Çiller tarafından bir fırsat olarak kullanılıyordu. O dönem Tansu Çiller başbakanlığa gelebilmek için her türlü fırsatı değerlendirmek amacındaydı” (Çelik, 2003, s.165) diye ifade etmiştir. 

Ülkenin içinde bulunduğu gergin dönemden bir an önce kurtulmak için bu gergin ortamda, hükümette değişikliğe gidilerek, Başbakan Erbakan’ın istifa etmesinin 
ardından Necmettin Erbakan ile Tansu Çiller’in yer değiştireceği ve bu kez Başbakan’ın Tansu Çiller olacağı yeni bir Refah-Yol Hükümeti’nin kurulması gündemde gelmiştir (Özgan, 2008, s.98). 

Yaşanan bu siyasi kriz gün geçtikçe içerisinden çıkılmaz bir hal almakla beraber 
koalisyon ortağı Tansu Çiller’in, Necmettin Erbakan ile yaptığı bir görüşmede, 
Başbakanlığı Necmettin Erbakan’dan resmen istediği ve nedenini de artık partisini 
kontrol edemediği şeklinde izah etmiştir. O dönem içerisinde Tansu Çiller partisiyle ilgili yaşadığı sorunları Başbakan Necmettin Erbakan’a şu şekilde açıklamıştır;  “Başbakanlığı bana verin. Benden buraya kadar, artık tıkandım. Buraya gelmeden önce milletvekilleri ile tek tek görüştüm. Tamamı başbakanlıkta değişiklik istiyor. 
Yaptığımız protokolün dolmasına daha üç yıl var. Üç yıl uzun bir süre. Bu üç yılda 
hükümetin gitmeyeceği, yürümeyeceği kesindir ve bu ortaya da çıkmıştır. Partimin yetkili organlarını toplayacağım ve onlara kararımı açıklamak zorundayım” Ancak bu durum ve yaşanan olaylar gerek muhalefet partileri tarafından gerekse kamuoyundan yakından takip ediliyordu. Necmettin Erbakan başbakanlığı Tansu Çiller’e devretmek istemiyordu ve bunu da Tansu Çillere şu şekilde izah ediyordu, “Başbakanlığın devri sonucunda kamuoyunda RP’nin imajı zedelenecek ve ödün verdiği ileri sürülecekti.” Ayrıca RP de bu duruma sıcak bakmazdı (Aksoy, 2000, s.221). 

Başbakan Erbakan’ın bu şekilde ki açıklamaları ile adeta durumu idare ediyordu. 
İlkesiz popülizme ve muğlâk politikalarıyla RP, ters gibi görünse de, son zamanlarda parti içinde denetimi ve disiplini sağlamakta zorlandığı izlenimini vermektedir. 
Bu denetimsizlik ve dağınıklık RP’nin izlediği politikaların tartışma konusu yapılmasından kaynaklanmamaktadır (Bayramoğlu, 2007, s.179). RP’nin sorunu, Başbakan Erbakan’ın izlediği ince ayarlı politikaları partililerin kavrama ve izleme zorluğu çekmesinden ileri gelmektedir. 
Bunun nedeni Başbakan Erbakan’ın politika ve taktiklerinin tamamen mevcut güç dengeleri ve hesapları üzerine temellendirmesi dir (Özgan, 2008, s.99). 
Muhalefet ve ordu hep bir koldan koalisyonun üzerine gitmekteydi. Gensoru 
üzerine gensoru verilmekteydi (Özer, 2011, s.96). Yaşanan bu olaylar koalisyon 
hükümetinin daha fazla gitmeyeceğini açıkça ortaya çıkarıyordu. Refah-Yol Koalisyonu sonunda bir gensoruyla düşürülecek ve bu durum Başbakan Erbakan’ın söylemi ile hükümetin imajı için hiç ama hiç iyi olmayacaktı. Başbakan Necmettin Erbakan ve kurmayları yavaş yavaş ortada bulunan sorunun her geçen gün ne kadar büyük bir çıkmaza girdiğini anlamaya başlamışlardı. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder