9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 21

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 21

Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 




4.3. Türk Silahlı Kuvvetlerdeki Durum 

Türkiye ve Refah-Yol Hükümeti 28 Şubat 1997 MGK toplantısına doğru 
giderken özellikle ülke gündeminde siyasi tansiyon oldukça yüksekti. Özellikle 28 
Şubat öncesinde başta kamuoyu ve medya olmak üzere, TBMM, Cumhurbaşkanlığı ve TSK huzursuzluk içerisindeydi. Ancak yaşanan bu olaylar Hükümet Cephesin den rahat bir ortam varmış gibi lanse ediliyor ve ortada bir sorunun olmadığını iddia ediliyordu. Refah-Yol Hükümeti’nin bu rahat tavırları karşısında, şeriat ve irtica adeta tırmanışa geçmiş, ülke genelinde bir huzursuzluk ortamı oluşmuş, öfkeli halk içerisinde kutuplaşmalar meydana gelmiş olmakla beraber “Yaşasın Şeriat” diyen grupların yanında “Türkiye laiktir laik kalacak” diyen gruplarında ortaya çıkması ile ülkede ki siyasetin tansiyonu daha da yükselmiş ve gergin geçecek günleri adeta bekler olmuştuk (Bölügiray, 1999, s.31). 

“Türkiye laiktir laik kalacak” diyen grupların varlığı her geçen gün artmakla 
beraber, TSK’da da kıpırdanmalar ortaya çıkmaya başlamış idi. RP’nin kurulduğu ilk günlerden itibaren takip etmiş olduğu politikalar ülke gündeminde tepkiyle karşılanmış olmakla beraber ordu tarafından da yakından takip edilmiştir. Refah-Yol Hükümeti’nin kurulması ile başlayan bu süreç uzun yıllar ülke gündemini meşgul etmiş ve beraberinde bu iktidara başta ordu olmak üzere laik ve demokratik çevreler tarafından bir tepki oluşturulmuştur. Refah-Yol Hükümeti’ne hem kendi tabanından hem de ülkede ki komuta kademesi tarafından tepkiler gelmekle beraber duyulan rahatsızlık şu şekilde anlatılmaya çalışılıyordu; 

“Aşırı dinci akımlar toplumun ve devletin geleceğine karşı önemli bir tehdit 
oluşturmaktadır ve bu nedenle gerekli önlemler alınmalı… 
Bir kısım halk kesiminde ve hatta kimi siyasilerde gözlenen, irticanın ancak bir ordu müdahalesi ile önlenebileceği TSK’yı rahatsız etmektedir… RP’nin kendi radikal tabanını yatıştırmak amacı ile TSK’yı siyasete çekmek ve siyaset malzemesi yapmak istemesi tepkilere neden olmaktadır… YAŞ kararları sonucu irtica eylemlerinden ötürü ordu ile ilişkileri kesilen personel konusunda dincilerin TSK’yı yıpratan eylemleri sürmekte ve bu kişiler RP’si tarafından korunup işe alınmaktadır… (Bölügiray, 1999, s.31) bu şekildeki açıklamalar TSK’yı rahatsız etmekle, ordu duyduğu bu rahatsızlığı her ortamda dile getiriyor ve yetkili makamlara bildiriyordu. Özellikle TSK, ikili görüşmelerde Başbakan ve 
Hükümet üyelerine, YAŞ toplantılarında doğrudan Başbakan Erbakan’a, İrtica ve Şeriat tehlikesinin her geçen gün yükseldiğini iddia ederek hükümete yazılı açıklamalar yapılması, komutanların katılmış olduğu davet ve törenlerde ki açıklamaları, Cumhurbaşkanı’nın askeri törenlere katılımı gerçekleştiğinde Cumhurbaşkanı’na konu ile ilgili duydukları rahatsızlığı dile getirmeleri, yapılan MGK toplantıları vb. her vesile ile hükümeti uyarma yoluna gidiyorlardı (Bölügiray, 1999, s.32). TSK’nın bu konu ile ilgili duymuş olduğu rahatsızlık iyice artmış olmakla beraber 9-10 Aralık 1996 tarihinde ki MGK’nın gündemini irtica konusu oluşturmuş, Başbakan Erbakan’a verilen brifingde, iç ve dış tehdit kapsamında “İrticanın PKK’dan daha öncelikli bir tehdit” olduğu anlatılıyordu. İrtica sorunu, ilk kez Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya tarafından 1996 Ağustos ayı MGK toplantısında ele alınmıştır. Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya tarafından açılan konuda Cumhurbaşkanı’na “Burada hep terörü konuşuyoruz; ancak bir süredir aşırı dinci akımlar tırmanıyor ve ben bir yıldır bu konunun burada ele alındığına şahit olmadım… Televizyonlarda rejim değişikliği tartışılıyor. Bu durunda ne yapacağız? İrtica bir tehdit mi değil mi? Bunu gündeme alalım ve tartışalım… Uygun görürseniz hükümete tavsiye niteliğinde kararlar alalım…” şeklinde açıklama yapan Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya’dan sonra Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu öneriyi değerlendireceğini söylüyor ancak aylar geçiyor ve bu konu MGK gündemine alınmıyordu. Güven Erkaya, 1997 Ocak ayında 
konuyu tekrardan Cumhurbaşkanı’na hatırlatmakla beraber, “Ülkede şeriat ve irtica tehdidinin her geçen gün arttığı, dinin siyasete alet edildiği, laik Cumhuriyet’in temellerinin sarsıldığı…” Şeklinde açıklamalar yaparak tekrardan konuyu gündeme getirmeye çalışıyordu (Bölügiray, 1999, s.33). 

Ülke gündemini Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya’nın irtica ile ilgili sözleri 
oluşturmuştu. İrticanın bir numaralı tehlike olduğunu dile getiren Güven Erkaya; 
“İrtica, PKK’dan tehlikeli, “Aşırı dinci akımlar Türkiye'nin birinci sorunu haline 
geldi” şeklinde ki sözleri ile beraber “irtica” Şubat 1997’de MGK gündeminde ele 
alınmaya başlanmış idi. İrtica ve şeriat tehlikesi gün geçtikçe artmakta ve büyük bir potansiyel güç haline geliyordu. İrtica ve şeriatın kaygı ve korkusu tüm toplumu etkisi altına almıştı, buna karşın halkta biriken tepkilerde patlama noktasına gelmişti. Bu nedenlerden dolayı Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel irtica ve şeriat konularını gündeme almak zorunda kalmış ve TSK’nın konu ile duyduğu rahatsızlık Anayasal zemine taşınmış oluyordu. 

28 Şubat 1997 MGK toplantısı öncesi ülkenin ve siyasetin bu gergin atmosferi 
içerisinde nasıl bir çözüm yolunun bulunacağı merak konusu idi. Öncelikle bu gergin atmosferden kurtulmak için 4 seçenek üzerinde durulmuş ve kamuoyu bir nebzede olsa rahatlatılmaya çalışılmıştır. 

1. Refah-Yol Koalisyonu, seçim yılı olan 2000 yılına kadar iktidarda kalır. 
Bu durumda var olan gerginlik, belirsizlik ve bunalım artarak sürer, sonu belirsiz 
bir durum yaratabilir. 
2. Erken bir seçime gidilir. Bu durum içerisinde şuan olduğu gibi parçalanmış 
hükümetler, güçsüz ve istikrarsız koalisyonlar gelebilir. 
3. DYP’den vatansever ve sağduyu sahibi, ülke çıkarlarını kişisel çıkarlarının 
üzerinde gören yeteri sayıda milletvekili istifa ederek, Meclis dengelerinin 
Refah-Yol Hükümeti’nden kurtarıp yeni bir koalisyon kuracak şekilde 
değiştirebilir. 
4. Askeri rejim gelebilir. Bu ise istenmeyen bir seçenek olmakla beraber yeni 
sorunlar demektir (Bölügiray, 1999, s.33). 
Ülkenin geleceği bu şekilde görülürken siyasette tansiyon hiç düşmüyordu. 28 
Şubat süreci böyle bir atmosfer ve gündem içerisinde başlamakla beraber yapılan MGK toplantısının sert ve tartışmalı geçeceği Genelkurmay Başkanlığı’nın MGK’ya sunacağı raporun ana hatlarının günler öncesinde basında yer almasından anlaşılıyordu (Bölügiray, 1999, s.33). 

4.4. 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu’nun Toplanma Süreci 

27 Ocak 1997 günü yapılan bir önceki MGK toplantısında, irticai faaliyetler 
nedeniyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nde baş gösteren rahatsızlığın Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya tarafından tekrar dile getirilmesi üzerine, 28 Şubat tarihli MGK 
toplantısında “irticai faaliyetler” konusu ele alınmıştır (TBMM, 2012, s.1032). Toplantı gündeminin şekillenmesi sonrası, 28 Şubat’tan günler önce, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, gazetelerde yayımlanan açıklamasında, “Varlığını Cumhuriyete borçlu olan her kuruma sesleniyorum. Cumhuriyete, demokratik, laik rejime sahip çıkın” diyerek adeta birilerini uyarma ihtiyacı duymuştur. Basın ve medya organlarının kullanan Cumhurbaşkanı Demirel, adeta yaklaşmakta olan tehlikeyi anlamış olmakla beraber laik ve demokratik Cumhuriyet’in teminatı olan kesimlere mesaj gönderiyordu. 28 Şubat 1997 MGK’nın toplanma süreci öncesinde hükümetin yapmış olduğu faaliyetler 
neticesinde ülkede siyasi tansiyon her geçen gün yükselmekte idi. Refah-Yol Hükümeti döneminde özellikle yaşanan olaylar 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler arasında yer almış ve süreç üzerinde oldukça etkili olmuştur. 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hem Başbakan Erbakan’a hem de Tansu 
Çiller’e askerle konuşmaları yönünde ısrar ettiği öne sürülmüştür. Nitekim Refah-Yol Hükümeti iktidardan düştükten sonra Yalçın Doğan’la yaptığı röportajda 
Cumhurbaşkanı Demirel şunları söylemiştir: “Dilimde tüy bitti. İkisine de defalarca söyledim. Toplantıdan bir gün önce bile askerlerle görüşselerdi… Onların 
rahatsızlıklarını dinleselerdi, gelişmeler farklı olurdu” (Komisyon, 2012, s.174). 
Toplantının bir gün öncesinde, bazı gazetelerde kime ait olduğu belli olmayan “Türkiye yarın başka bir Türkiye olacak” başlıklı ilanlar yer almış ve 28 Şubat 1997 MGK’nın Türkiye gündemi için ne kadar önemli olduğunu bizlere göstermekle beraber uzun sürecek bir olay ve olgular zincirini de beraberinde getirecekti. 
28 Şubat Süreci, 28 Şubat 1997’deki MGK toplantısından hemen önce başlayan 
ve toplantı sırasında da bir süre devam eden bir süreç değildir. Ordu ve asker, 28 Şubat 1997’ye kadar olan dönemde, olaylardan duyduğu rahatsızlığı meşru platformlarda dile getirmişlerdir (Özgan, 2008, s.74). 28 Şubat süreci bir anda ortaya çıkmış bir olay olmayıp uzun süreli olguların bir ürünü şeklinde ortaya çıkmış ve etkileri uzun süreli olmuştur. Özellikle TSK’nın çeşitli kademelerinde görev yapan kuvvet komutanları ve askerler zaman zaman medya üzerinden durumu değerlendirmekle beraber konuşmalarında da hükümetin takip etmiş olduğu politikaları sert bir dille eleştiriyorlardı. 31 Ocak 1997 Kudüs Gecesi ve sonrasında Sincan sokaklarında tankların gövde gösterisi yapması hükümete bir ikaz niteliğinde olmakla beraber yaşanan süreç üzerinde de etkili olmuştur. 
Emekli Org. Kemal Yavuz’un 21 Ocak 1996’da katılmış olduğu bir televizyon 
programındaki konuşması, dönem içinde askerin tutum ve düşünceleri hakkında 
ayrıntılı bilgiler vermesi açısından oldukça önemli idi. “TSK, Anayasa’da belirtilen 
hususlara hangi parti ne kadar yakınsa, o partiye o derece yakındır. Hangi parti 
Anayasa’da belirtilen Atatürkçülük, Cumhuriyet ve demokrasi ilkelerine tavır alırsa TSK da o partiye tavırlıdır” (Cevizoğlu, 2001, s.57) şeklindeki açıklamaları ile askeri kanadın Refah-Yol Hükümeti ile olan ilişki ve tavrını anlamamız açısından oldukça önemlidir. 

Örneğin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek RP 
hedef alan ve onun iktidarına karşı olan tavrını şu açıklamaları ile ifade ediyordu. 
Tuğgeneral Osman Özbek RP’ni hedef alan bir konuşmasında şunları söylemiştir; 
“Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir. Tüm siyasi partiler, tüm gruplar bir kere bu temelde anlaşmalıdır. Tabii fikir ayrılığı olacaktır. Ama sen kalkıp da “Hayır efendim ben devleti yıkacağım, ben demokrasiyi tanımam, ben laikliği tanımam dersen”, yap da görelim o zaman… Nasıl yapacak sın? Değiştiremezsin, Atatürk ve arkadaşlarına, dedelerimize sor, sana tükürürler” (Aksoy, 2000, s.216) şeklinde açıklaması ile TSK’nın Refah Partisi ve onun iktidarına olan tavrını açıkça ortaya koyuyordu. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir Tuğgenerali iktidar partisine ve Başbakana adeta 
meydan okumaktaydı. Artık siyasi durum demokratik ortamdan çıkmıştı ve ülke sorunlu bir sürece gebeydi (Özer, 2011, s.89). Yaşanan bu olumsuz olaylar ülkede ki siyasetin nabzını tutan medya organları tarafından kamuoyuna duyuruluyor ve adeta yaklaşmakta olan krizin haberini veriyorlardı. Bunun yanında özellikle 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmelerin başında; RP’nin kamuda türbanı serbest hale getireceği, karayolu ile hacca gidilmesi, kurban derilerinin toplanması, Taksim’e ve Çankaya’ya cami krizlerini, kadın televizyon muhabirine saldırı, Kudüs Gecesi ve Sincan Olayları ile beraber yeni krizler yaratarak bu süreç daha da tırmandırılıyordu. 
Ülke gündeminin her geçen gün ısındığı ve siyasette ki tansiyonun yükseltildiği, 
RP ve iktidarına karşı günaşırı bir tepki ve aleyhte bir atmosfer oluşturulması gayreti açıkça ortaya çıkmış, Kasım 1996’da başlayan haber, yazı ve yorumlarda; “şeriat”, “tarikat”, “şeyh” “İran”, “Taliban”, “Afganistan” , “Kuran Kursları”, “İmam-Hatip” başlıklı haber ve yazılar 28 Şubat MGK’sının toplumsal altyapısının 
oluşturulması için işlendiği gözlenmiştir. Haberler içerisinde dikkat çekenler arasında toplumun neredeyse tüm kesimlerine dönük açık bir tehdit ve baskı göndermesinin yapıldığı gözlenmiştir (Komisyon, 2012, s.76). 

Refah-Yol Hükümeti’nin 1995'te kurulmasından sonra medya ve basın organları, 
askerin yeni silahı olarak işlev görmeye başlamakla beraber ülke gündemine adeta manşetleri ile yön veriyordu. Medya, Refah-Yol döneminde, Silahlı Kuvvetleri’n siyaseti doğrudan yönlendirme çabalarını demokrasinin güvencesi olarak görmüş; siyasete yapılan fiili müdahaleleri ya alkışlayarak gündeme getirmiş ya da göz ardı etmiştir. Hatta askeri müdahalelerin doğal ya da sıradan bir siyasi gelişme olduğu fikrinin kabul görmesi yönünde faaliyetini sürdürerek, iktidar mücadelesinin gerçek taraflarının RP ile TSK olduğu fikrini topluma benimsetmeye ve bunu meşrulaştırmaya çalışmıştır. TSK'nin kendi tarihinde ilk kez medyayla bu tarzda ve bu yoğunlukta ilişkiler içine girmesi, bu dönemin gerçekten ilginç bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak, sivil otorite ve askeri otorite arasındaki ilişki giderek çatışma niteliğine bürünmüş ve süreç içerisinde aktif olarak rol üstlenmiştir. (Başkaya, 1999 s.353). 

28 Şubat sürecinde özellikle basın-yayın ve medya organları etkin bir rol 
üstlenmekle beraber âdete sürece yön veren kurumlar arasında yerini almıştı. 
28 Şubat 1997 tarihine kadar yapılan MGK Toplantılarının hiçbiri, 28 Şubat 1997 tarihindeki kadar medya ilgisine mazhar olmamıştı. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerden gelip köşk kapısını kamp yerine çeviren ulusal medya ve televizyonların canlı yayın arabaları, en popüler haber spiker ve yorumcuları, yazılı basının köşe yazarları, yabancı gazeteciler vb. yerli ve yabancı bütün basın kuruluşları heyecanlı bir bekleyiş içerisindeydiler. 

Bununla beraber zaten 28 Şubat 1997 MGK’nın uzun süreceği ve tartışmalı geçeceğini basın-yayın ve medya organları tarafından ifade edilmiş ve 
kamuoyunda o hava günler öncesinden oluşturulmuştur (Kazan, 2013, s.266). 

. “En Kritik MGK” (18 Şubat 1997 Sabah) 
. “Erbakan MGK’da Terleyecek” (24 Şubat 1997 Radikal) 
. “Gözler Cuma’da” (26 Şubat 1997 Hürriyet) 
. “Herkes Çok Gergin” (26 Şubat 1997 Sabah) 
. “Erbakan Tırmandırıyor” (26 Şubat 1997 Radikal) 
. “Kritik MGK Bugün” (28 Şubat 1997 Haber) 
. “MGK Toplantısında Beşi de Konuşacak” (28 Şubat 1997 Sabah) 
. “Tarihi MGK Toplantısı” (28 Şubat 1997 Akşam) 

Yukarıda ki gazete ve haber başlıkları 28 Şubat 1997 MGK Toplantısı öncesinde 
kamuoyunun ve siyaset atmosferinin nabzını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Basın-yayın ve medya organları tarihi MGK Toplantısına göstermiş olduğu bu ilgi ve alaka Refah-Yol dönemi ve 28 Şubat dönemi içeresinde ki medyanın ne kadar etkin bir rol oynadığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. 

28 Şubat MGK’sından önce Susurluk Olayı, Başbakan Erbakan’ın Libya ziyareti, cezaevlerinde çıkan isyanlar, siyasi suikastlar, yolsuzluklara karışan 
siyasetçiler ve ülkenin peşini bir türlü bırakmayan asker ve aydın vesayetçiler, halkın belli bir kesiminde sivil uyanışı doğurmuştur. Kitlelerin seçtiklerinin bir süre sonra atanmışların gölgesi altında kalması, hukuksuzluğun herkese etki etmesi halkta çeşitli örgütlenmelere neden olmuştur. “Süpürge Eylemleri, Karanlıktan Çıkmak İçin 1 Dakika Aydınlık Eylemleri” bunlardan birkaçıdır. Bu eylemler, sivil otoriteye halkın varlığını bir kez daha hatırlatmak için yapılmış eylemlerdir. Ancak ne yazık ki ülkenin en önemli olayına bile “fasa fiso” diyen zihniyet, bu eylemleri önemsememiş “mum söndü oynuyorlar” ifadelerini kullanmış ve toplumun dokusunu hissedememiş, tepkileri ciddiye almamıştır. Bu da zaten hükümete karşı var olan tepkiyi daha çok artırmıştır (Tüylü, 2012, s.84). 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder