8 Kasım 2020 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 12

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 12


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


3.1.5. 24 Aralık 1995 Genel Seçimleri 

1995 senesi aslında Türkiye’nin bir eksen değişikliğine girdiğinin en önemli 
işaretini vermiştir (Birand, Yıldız, 2012, s.119). 27 Mart 1994 yerel seçimlerinde ki RP’nin başarısının ardından Türkiye 1995 sonbaharında kendini bir erken seçim 
atmosferinde bulmuştu. 24 Aralık seçimleri gerçekten ilginç sonuçlar doğuracaktı. 
Özellikle 1990’lı yılların merkez sağ ve sol partilerine baktığımızda sanki seçimlere ilk kez giriyorlarmış, daha dün kurulup siyasi arenada yerlerini almışlar gibi, belli bir siyasi birikim ve tecrübeleri yokmuşçasına davranıyorlardı. Özellikle 1991 genel seçimlerinde merkez sağın başarısı ile sonuçlanmış, sağ partiler bir önce ki seçimlerde küçük oy kayıplarını telafi ederek güçlerini daha da artırmışlardır. Özellikle sağ partiler kaybetmiş olduğu güçlerini büyük ölçüde geri alarak toplam güçlerini % 66.36’dan % 67.92’ye taşımıştır. Sağın oy oranındaki bu kıpırdanma meclis aritmetiğine de yansımış ve siyasi yelpazenin sağı, toplamda 355 milletvekili çıkararak, parlamentoda % 78.89’luk bir temsil gücü elde etmiştir (Özgan, 2008, s.58). 

24 Aralık 1995 seçim öncesi ülkedeki atmosferi Ali Bayramoğlu şöyle izah 
etmekteydi; “ANAP ve DYP’nin aynı cephe içerisinde yer alan, siyasi rakip olarak 
birbirlerini tarif eden, karşı cephenin lideri RP’yi ise kendi aralarındaki çatışmalar dan malzeme olarak kullanan iki siyasi parti haline geldiği, arzu edileni talep etmekten çok arzu edilmeyene uzak tutmaya yönelik garip bir demokrasi anlayışının egemen olduğu,” bir siyasi atmosfer içerisindeydi (Bayramoğlu, 2007, s.33). Özellikle yapılan seçimlerde seçmen kitlesi önemli rol oynamaktadır. Seçmen yapısı, yapılan seçimlerde kime ve neden oy vereceğini iyi bilmesi gerekmektedir. Kürtler, İslami kesimler, bir ölçüde Aleviler, sosyal, ekonomik ve rasyonel bir refleksiyonla ülkenin genel sorunlarından hareket etmemektedirler (Özgan, 2008, s.58). 

Bir grup seçmen ise kime ve neden oy vereceğini tam olarak bilememektedir. 

Bir başka grup ise eski parametrelerle hareket eden, ekonomik ya da geleneksel kriterlere göre düşünen bir seçmen türüdür (Özgan, 2008, s.59). 
Özellikle ülkede ki seçmen kitlesi ve onun siyasi tercihini yaparken göz önüne 
almış olduğu kriterler yukarıda verilmiş olmakla beraber, Türkiye’de Türklerden 
Kürtlere, Laik kesimden İslami kesime kadar, Alevi kesimden Sünni kesime kadar 
birçok etnik köken ve mezhebin bulunması toplumsal bütünleşme ve kimlik sorunlarını da ön plana çıkararak farklı bir atmosfer ortamı oluşturmuştur. 
Bu farklı köken ve mezheplerin hepsi ülkede birlik, beraberlik ve bütünlük içerisinde yaşamaktadırlar. 24 Aralık 1995 seçimleri ve Türkiye’nin bir eksen değişikliği içine girdiği dönem işte böyle bir atmosfer içerisinde gerçekleşmişti. 
24 Aralık 1995 genel seçimleri ardından Meclis'teki milletvekili dağılımı şu 
şekilde olmuştur: RP: 158, DYP: 135, ANAP: 132, DSP: 76, CHP: 49. Seçim 
sonuçlarına göre RP % 21,38 ile birinci, % 19,6 oy oranıyla ANAP ikinci ve %19,2 oy oranıyla da DYP üçüncü sırada gelerek 24 Aralık 1995 seçimleri bu şekilde 
sonuçlanmıştır. Bu seçim sonuçları ardından ise ilk ayrılma müdahalesi, ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın iyi bir fikir olacağı düşüncesiyle seçime birlikte girdiği BBP (Büyük Birlik Partisi) lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve altı milletvekilinin yollarını daha işin başında, 28 Şubat 1996’da ayırmasıyla gelmiştir (Özgan, 2008, s.60).Bu seçim ile beraber artık Türkiye’de yeni bir dönem başlamış ve bu seçim sonuçları Türkiye Cumhuriyet’i siyasi tarihinin en önemli dönüm noktaları arasında yerini almıştır. 
Özellikle 1990’lı yıllara damgasını vuracak koalisyon hükümetlerinin bir yenisi daha bu seçim sonuçları ile gelecekti (Birand, Yıldız, 2012, s.115). 
24 Aralık 1995 genel seçimleri sonucunda ortaya çıkan parlamento tablosu ise 
gerilim ve krizlerin çözümsüz bırakılması, toplumun kendisini yeniden üretme 
kanallarının tıkanmasının, toplum ile siyaset arasında ki ilişkilerin kopmasının bir 
sonucu olarak değerlendirilebilir. 1995 genel seçimlere katılım çok partili dönem 
içerisinde Türkiye ortalaması olan % 80,8’den daha yüksek bir seviyede ve % 85.20 olarak gerçekleşmiştir. Böylece, alınan oy oranı ile birlikte ilk üç sırayı da sağ partilerin paylaştığı bu seçimlerde, Türk siyaseti ve toplum hayatında çok büyük bir önem taşıdığı anlaşılmıştır (Arslan, 2003,s.30). 

Kimilerinin post modern darbe olarak da nitelendirdiği 28 Şubat sürecini büyük 
ölçüde, seçim sonuçları ile ortaya çıkan bu siyasi tablo ile hazırlamıştır. 13 siyasi parti ve bağımsız adayların belirli oranlarda oy desteği elde ettiği bu genel seçimlerde, 5 siyasi parti yüzde % 10’luk genel oy barajını aşmış ve meclis çatısı altında temsil edilme hakkını kazanmıştır (Özgan, 2008, s.60). Özellikle bu seçimlerde umduğu başarıyı elde edemeyen CHP seçim barajını zor aşarak sol partiler içerisinde tek partili resmi ideolojiyi temsil ederek meclise girmiştir. Bununla beraber özellikle SHP 1991 seçimlerinden sonra DYP ile girmiş olduğu muhalefet sonrası siyasi kimliğini bir nebze de olsa yitirmiş ve belirsiz bir muhalefet yoluna girmiştir. Bu belirsiz muhalefet sonucunda ise SHP-CHP’den uzaklaşmasına sebebiyet vermiştir. Böylece tek partili dönemden beri süregelen temel ilkeler sarsılmış ve altı oku o dönemlerden beri tutucu bir sembolizmle bu partiye bağlı kalan yaşlanmış neslin özlemli oylarını çeken bir mıknatıs konumuna düşürmüştür (Özgan, 2008, s.61). 

24 Aralık 1995 genel seçimlere katılım oranı çok yüksek olması ile beraber 
özellikle RP’nin seçimlerden büyük bir başarı ile çıkmasının yanında birçok kesimden de oy almayı başarabilmişti. RP bu seçimlerde özellikle dışlanmışlardan da destek almakla beraber İslami kimliğinin daha ön plana çıktığı ve bu imajın siyasi bir partiye dönüştüğü bir konuma gelmiştir. RP’nin bu siyasi anlamda ki büyüme potansiyeli sadece diğer merkez sağ partilerinin zayıflaması sonucu değil birçok kesimden oy alabilme potansiyelini de beraberinde getirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Necati Çelik’e göre; “Türkiye’de ezen ezilen ikilemi, emek kesimini önce sola, daha sonra da büyük ölçüde Siyasal İslam diye nitelenen siyasal akıma yönlendirmiştir” (Çelik, 2004, s.98). Bu seçim sonuçları artık toplumda bulunan tıkanıklığı açmakla kalmamış, merkez sağ ve sol partiler artık küçülürken bu küçülmeye nazaran kimlikleri ön planda olan siyasi partiler ise büyüme yoluna girmeye başlamışlardı. Daha doğrusu 24 Aralık 1995 genel seçimlerinde kimlik ve köken sorunları toplumsal yaşamı etkisi altına aldığı 
gibi şimdilerde ise siyasi yaşamı etkisi altına almıştır. 

Ancak 24 Aralık 1995 genel seçimlerinden birinci parti olarak RP’nin çıkmasına 
rağmen hükümeti kurma işinin ikinci parti olarak sandıktan çıkan ANAP’a verilmesi, 28 Şubat sürecinin Refah-Yol Hükümeti’nin kurulmasından önce oluşmaya başladığı anlamına geldiği görüşünü hâkim kılmaktadır (Özgan, 2008, s.61). 

3.1.6. ANA-YOL Hükümeti’nin Kuruluşu 

 24 Aralık 1995 tarihinde gerçekleştirilen erken genel seçimler, Türkiye siyasi 
tarihinin en önemli kilometre taşlarından birisi olmuştur (TBMM, 2012, s.945). Bu 
seçimler sonrasında da siyasetin dalgalı atmosferi bir kez daha görülmüş olmakla 
beraber siyasi yaşamın parçalı seyri hala devam etmekte idi. Şöyle ki; Hürriyet Gazetesi 24 Aralık genel seçimlerini, “En Kritik Seçim” olarak vurgulamış, “Türk halkı, Cumhuriyete ve demokrasiye sahip çıktığını oylarıyla kanıtlayacak” şeklinde ifade etmiştir. 

Özellikle 28 Şubat sürecinin başlangıcı olarak kabul edilen 24 Aralık 1995 genel 
seçimleri sonrasında RP: 158, DYP: 135, ANAP: 132, DSP: 76, CHP: 49 milletvekili çıkarmış olmakla beraber, ANAP saflarında seçime katılan BBP, toplamda 8 milletvekili çıkararak meclise sokmuş, %10’luk seçim barajını geçemeyen MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ise meclise girememiştir. 
Yapılan bu seçimlerde RP’nin birinci parti olarak çıkması ve iktidara emin 
adımlarla yürüme politikası medyada “Rejim Sorunu” olarak ifade edilmiştir. Meclis Başkanlığı seçiminde ANAP ve DYP ile sol partiler tarafından RP’ye karşı ortak blok oluşturulmuş, neticede RP’nin adayı Aydın Menderes’in yerine, üçüncü parti olan ANAP’ın adayı olan Dr. Mustafa Kalemli Meclis Başkanlığına getirilmiştir. Bu sonuç, RP açısından ilk yenilgi olarak değerlendirilmiştir (TBMM, 2012, s.946). 
1996 yılının Mart ayına gelindiğinde hala hükümet kurulamamıştı. Cumhuriyetçi 
ve laik çevreler tarafından daima korkulu ve endişeli gözlerle bakılan Necmettin 
Erbakan, RP’nin Genel Başkanıydı. Gözler RP lideri Necmettin Erbakan’ın 
üzerindeydi. Çünkü ilk ve tek başbakan adayı oydu (Birand, Yıldız, 2012, s.134). 
Necmettin Erbakan, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den görevi alınca ilk yaptığı iş ANAP’ın kapısını çalmak ve koalisyona ikna etmek olmuştur. Nitekim 1995 genel seçimlerinden ikinci olarak çıkan parti DYP’si olmuştur. Temayüller gereği, Necmettin Erbakan’ın ilk önce DYP lideri Tansu Çiller ile görüşmesi gerekirken iki liderin seçim öncesi tartışmalarından ötürü iki lider arasında soğuk rüzgârlar esiyordu. Bu atmosfer ortamında Çiller’in, Erbakan’ı uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlamasına kadar gitmiştir. 

Bu sebeplerden ötürü ilk olarak RP lideri Necmettin Erbakan, ANAP’ın kapısını çalma gerekliliğini hissetmiş olmakla beraber görüşme gizlice Abdulkadir Aksu’nun evinde olmuştur. Bir müddet sonra ise iki siyasi parti arasında resmi boyutta görüşmeler başlamış idi. Ancak yapılan bu görüşmeler sonucunda Necmettin Erbakan ve ANAP lideri Mesut Yılmaz koalisyon konusunda anlaşamadılar. 
RP’nin Genel Başkanı Necmettin Erbakan çareyi diğer parti liderleriyle görüşmekte aradıysa da kimse Erbakan ile görüşmek istemiyor hatta Erbakan ile görülmek bile istemiyordu. Bütün bu kötü gidişat gizli bir el tarafından yönlendirircesine bir atmosfer oluşturulmuş ve Erbakan çareyi görevi devretmekte buldu. Yaşanan bu olaylar üzerine Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1995 genel seçimlerinde en çok oy alan ve mecliste en çok sayıda ikinci milletvekili bulunduran Tansu Çiller’e hükümeti kuma görevini vermiştir. Bunun üzerine siyaset atmosferi tam 
tersi bir havaya bürünmüş ve hemen herkes ANAP ve DYP koalisyonunu bekler 
olmuştur. Toplumsal çevreler, iş dünyası, medya başta olmak üzere hemen herkes bu koalisyonu bekliyor ve destekliyorlardı. Ancak bu samimi siyaset atmosferi uzun soluklu olmamış ve iki lider arasında “Kimin Başbakan Olacağı” tartışması patlak vermiş ve koalisyon gerçekleşememişti. Erbakan’dan sonra Çiller’de hükümeti kurma görevini yerine getirememişti. Tansu Çiller, hiçbir parti liderini ikna edememiş ve çabaları boşa çıkmıştı. 
RP’nin Genel Başkanı Necmettin Erbakan ile başlayan hükümeti kurma görevi 
Tansu Çiller ile devam ettirmek isteyen Cumhurbaşkanı Demirel, Çiller’in de başarısız olması ile hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiştir. Siyaset asla boşluk kaldırmazdı. Günler haftalar geçiyor Türkiye hükümetsiz yaşıyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.138). Sorun yine aynı sorundu. Refah Partisiz bir koalisyon ve hükümet kurulması idi. ANAP lideri ikinci kez RP’nin kapısını çalmaya hazırlanırken beklenmedik bir sürpriz gerçekleşmiş ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Meclis Başkanı Mustafa Kalemli’yi arayarak “DYP ve ANAP Koalisyonunun Kurulmasını” istemişti, bunun üzerine Kalemli, ANAP lideri Mesut Yılmaz’ı aradı ve olanları anlattı artık ağır güçler Yılmaz’ı, Tansu Çiller’le Ana-Yol Koalisyonuna itiyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.139). 

RP ise bu koalisyonu istemiyor ve ilk amaç bu koalisyonun önlenmesiydi. 
Sonunda siyasi atmosfer bir nebzede olsa durulmaya başlamış ve Çiller-Yılmaz 
önderliğimde “Ana-Yol Hükümeti” kurulmuştu. Bu koalisyon sonucunda bir de siyasi kavram ortaya çıktı ki “Dönüşümlü Başkanlık” sistemi idi. Kurulan koalisyon 
ittifakında ilk önce Mesut Yılmaz Başbakan olacak, sonra başbakanlık görevini Tansu Çiller’e devredecekti. 

Dönüşümlü Başbakanlık esasına dayalı hükümet protokolü 3 Mart 1996 günü 
imzalanmış, Ana-Yol Hükümeti Cumhurbaşkanı tarafından 6 Mart günü onaylanmıştır. Hürriyet Gazetesi’nde Ana-Yol Hükümeti, “Umut Hükümeti” olarak tanımlanırken, Milliyet Gazetesinde “Tarihi Uzlaşma” manşeti atılmış; Akit Gazetesinde ise “Zoraki İzdivaç” tanımı kullanılmıştır (TBMM, 2012, s.947). 
Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından ANAP Genel Başkanı Mesut 
Yılmaz’ın Başbakanlığında kurulan ANAP-DYP Koalisyon Hükümeti 6 Mart 1996 - 28 Haziran 1996 tarihleri arasında görev yapmıştır. Seçimlerden sonra, koltuk sayısı bakımından 2. parti olan DYP ile kurduğu Ana-Yol Hükümeti ancak 3 ay kadar sürmüş, Başbakan Yılmaz’ın 4 Haziran’da Cumhurbaşkanı Demirel’e istifasını sunmasıyla Ana-Yol Hükümeti 6 Haziran 1996 tarihinde sona ermiştir. Böylece bu koalisyonun siyasi ömrü yaklaşık 3 ay sürebilmiş, ülke yeniden hükümet kurma tartışmaları içine sürüklenmiştir (TBMM, 2012, s.948). RP’nin Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru sonucunda Ana-Yol Hükümeti’nin güven oylaması iptal edilmiştir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 7 Haziran’da kabineyi kurma görevini RP lideri Necmettin Erbakan’a vermiştir. Süleyman Demirel’in hükümeti kurma görevini, Meclis’teki en büyük grup olması nedeniyle 28 Haziran 1996’da Erbakan’a vermesi, “Erbakan’ın da DYP lideri Tansu Çiller'le anlaşacağının belli olmasına bağlı bir olaydı” şeklinde yorumlanmıştır (Özgan, 2008, s.61). 

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder