9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 17

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 17


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


3.2.1.10. Taksim’e cami projesi ve yaşanan kriz 

    Taksim’e Cami Projesinin geçmişi Adnan Menderes’in iktidarda olduğu 1950 yılına kadar uzanmaktaydı. Sağ kesimin o dönemden günümüze kadar hayalinde 
Taksim’e cami yapma projesi vardı ama her seferinde bu proje muhaliflerin tepkisine neden olmuştur. 
Bu projenin en çok tartışılıp, gündeme taşındığı dönem hiç kuşkusuz Refah-Yol Hükümeti dönemiydi. Bu dönemde cami projesi yine ülkenin gündemine 
oturmuştu (Özer, 2011, s.61). 
Başbakan Necmettin Erbakan’ın ramazan çadırında, Taksim’e cami yapacaklarını söylemesi medyanın harekete geçmesi için yeni bir vesile oluşturmuştur 
(Ilıcak, 2013, s.47). Özellikle, Milliyet, Yeni Yüzyıl ve Radikal gazeteleri başta olmak üzere “cami” konusu gündemde adeta bomba etkisi yaratmıştı. 
RP’nin Taksim’e cami projesi büyük tartışmalara neden olmuştu Anıtlar Yüksek Kurulu’nun isteği doğrultusunda RP’li Kültür Bakanı İsmail Kahraman Taksim’e 
cami projesini onaylamıştır. 
Daha sonra Refah Partili Beyoğlu belediye başkanı cami temelinin yılsonunda bizzat Başbakan Necmettin Erbakan tarafından atılacağını duyurmuştur (Özer, 2011, s.61). Bu konuyla ilgili tartışmalar sürerken Erbakan bu projeye karşı çıkanlara “Sen kimsin yüzde üçsün konuşamasın…” diye gönderme yaptı (Akpınar, 2001, s. 96). O dönem Taksim’e cami bir siyasi yatırım ve politik tartışma olarak algılanıyor ve yorumlanıyordu (Donat, 1999, s.368). 

1997 yılı Ocak ayı, aynı zamanda Taksim’e cami projesi, türban yasağının 
kaldırılması ve karayolu ile Hacca gidiş tartışmalarını kamuoyunun gündeminde yer almış ve uzun süren tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Dönemin Bakanı Necati Çelik’e göre “Türkiye’de çok ciddi bir gerilim ortamı yaşanırken, böyle bir ortamda Sayın Başbakan’ın torunlarına, torunlarının bakıcılarına varıncaya kadar büyük bir kafileyle hacca gitmiş olması başlı başına yapılmış tarihi bir hataydı, hiçbir izahı yoktur” (Çelik, 2004, s. 77) şeklinde ki açıklaması oldukça dikkat çekicidir. 
Taksim’e Cami Projesi aslında 1970’li yılların başlarından beri düşünülmüş ve ilk ciddi çalışma 1977 yılında Süleyman Demirel’in başbakanlığında ki “Milliyetçi  Cephe” hükümeti zamanında yapılmıştır. Dönemin Kültür Bakanlığı, Taksim’e Cami yapım projesi için Anıtlar Yüksek Kurulu’na başvurmuştur. Taksim’e Cami projesi aslında siyasal İslamcı kesime karşı bu bakış açısının göstergesidir. “Taksim’e Cami” projesi olarak zihinlere kodlanan bu projenin geçmişi 1977 yılına dayanmaktadır. Yukarıda da izah edildiği gibi o zaman da bu projeyi yapmaya çalışmakla itham edilen siyasal oluşum 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Süleyman Demirel liderliğindeki Milliyetçi Cephe Hükümeti olmuştur. Bu durum ilginç bir çelişkiyi de ortaya koymakta ve bazı konuların zaman zaman kullanılmak üzere adeta yedekte bekletildiğine işaret etmektedir (Arikan, 2010, s.85). 

Hükümetin inisiyatifiyle, Ziraat Bankası'na ait Sular İdaresi'nin arkasındaki 1624 
metrekarelik arsa, cami yapılmak için Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne devredilmiştir. 
Ancak devir yapılmasına rağmen, arsaya yıllarca cami yapılmamıştır. Bunun üzerine Ziraat Bankası, satış devir sözleşmesinde yer alan ilgili maddeye dayanılarak, 10 yıl içinde devir amacına uygun kullanılmadığı gerekçesiyle arsayı geri istemiştir. İstek yerine getirilmeyince, banka 1990 yılında dava açmıştır (28 Mayıs 1998), Hürriyet. Mahkeme, Ziraat Bankasını haklı bularak arsanın iadesine karar vermesi üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü Yargıtay’a giderek itiraz etmiştir. Yargı sonrasında ise mahkeme Taksim’de ki arsanın Ziraat Bankası’na ait olduğu kararını vermiştir. Banka arsanın kendisine verilmesi kararı ardından yönetim olarak toplanmış ve Taksim’de ki arsanın yeşil alan ilan edilmesi ve “Ziraat Park” adı ile bir park yapılıp İstanbul için sosyal yaşam alanı olarak kullanılması kararı alınmıştır. Ülke gündemi ve siyaset atmosferinin tansiyonu bu kadar yüksek bir ortamda kutuplaşmaların oluşması, laik kesim ve İslami çevrelerin karşı karşıya gelmesi, İslam’ın demokrasi karşıtlığı şeklinde bir zihniyetin ortaya çıkması beraberinde derin ayrılıklar açacak bir kutuplaşmayı beraberinde getirecektir. 

3.2.2. 28 Şubat Süreci ve Dış Politika 

28 Şubat döneminde, başta ABD olmak üzere dış güçler, resmi düzeyde 
Türkiye’de demokrasinin sekteye uğratılmaması koşuluyla, iktidarda bulunan Refah-Yol Hükümeti’nin uluslararası alanda atmış olduğu bir kısım adımlardan 
rahatsızlıklarına dair açıklamalar yaparken, bu güçlerin fiili bir darbeye de ışık 
yakmaması, darbe heveslisi kesimlerde hayal kırıklığına yol açmıştır (TBMM, 2012, s.959). Özellikle 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin, 28 Şubat 1997 MGK 
Kararları sonrasında ciddi bir açıklama yapmadıkları ya da tarihi MGK kararları olarak bilinen 28 Şubat kararları hakkında bir eleştiride bulunmamaları 28 Şubat sürecini açıkça desteklediklerinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Yine bununla beraber siyaset atmosferinin yüksek ve gergin olduğu 28 Şubat sürecinde ABD’nin ve AB’nin bu sürece müdahil olduğunu gösteren herhangi bir açıklaması da mevcut değildir. 
Öte yandan, Avrupa Komisyonu tarafından 1998 yılından itibaren yayımlanan 
İlerleme Raporlarında ve diğer resmi belgelerde, “sivil-asker ilişkileri” başlığı altında, üst düzey askerlerin demeçleri, MGK ve MGK Genel Sekreterliği’nin yapısı ve rolü, MGK Kararlarının siyaset üzerindeki etkisi, YAŞ, Jandarmanın konumu ve diğer hususlarda çeşitli eleştirilerin mevcut olduğu aşikârdır (TBMM, 2012, s.959). 

Refah-Yol Koalisyon Hükümeti’nin Programında, bir yandan “Ankara Antlaşması ve Gümrük Birliği’yle amaçlanan nihaî hedeflere ulaşılabilmesi için, yasal düzenleme  ler dâhil gerekli çalışmaların yapılacağı” belirtilirken; diğer yandan da “Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkeleriyle ekonomik, ticarî, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için yürütülen faaliyetlere hız kazandırılacak; bu ülkelerle olan, işgücü, mal, hizmet ve sermaye dolaşımının kolaylaştırılması için gerekli tedbirler alınacaktır” çok boyutlu ve “şahsiyetli” dış politika yürütüleceği” vurgusu yapılmıştır. Hükümet Programında kullanılan “Batı” ve “Doğu” arasındaki bu dengeli dil, hükümetin görevi süresince yumuşak karnı olarak görülecekti (Komisyon, 2012, s.61). 

Necmettin Erbakan, Başbakan olarak ilk resmi gezisini KKTC’ye yapmış, daha 
sonrada İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’yı kapsayan başka bir gezi programı planlanmıştır. Gezilere çıkarken yaptığı konuşmada asıl amacının bu ülkelerle ticari ilişkileri geliştirmek olduğunu ifade etmiştir (Arikan, 2010, s.87). 

 3.2.2.1. Başbakan Erbakan’ın islam ülkeleriyle olan temasları 

 Başbakan Necmettin Erbakan, Türkiye’nin kuruluşundan bu yana devam eden 
Yüzünü Batıya Dönme” tavrını bir nebze olsun değiştirmek, İslam ülkeleri arasında alternatif bir işbirliği modeli oluşturulmasına öncelik etmek ve Ortadoğu, Asya ve Afrika ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek maksadıyla, Ağustos ve Ekim 1996 aylarında, Müslüman ülkeleri ziyaret etmiştir (Komisyon, 2012, s.61). 

İnançlı ve şuurlu kadroların çekirdeğini RP teşkilatının temsil ettiğine işaret 
eden RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan “İslam Birliği Kurulması” yolunda önemli adımlar atmakla beraber şu 5 maddeyi sıralıyordu; 

1. Taklitçilik bırakılacak, Milli Görüşe geçilecek, 
2. Kapitalizm bırakılacak, Adil düzene geçilecek, 
3. Uşaklıktan vazgeçilerek, yeniden büyük Türkiye kurulacak, 
4. Hristiyan birliği değil, İslam birliği kurulacak, 
5. Zulme dayanan bir dünya değil barışı esas alan bir dünya kurulacak (25 Şubat 
1995) Milli Gazete, s.7. 

 3.2.2.3. Libya gezisi ve yaşanan kriz 

 Necmettin Erbakan, Başbakan olarak ilk resmi gezisini KKTC’ye yapmış ve 
daha sonrasında ise Ağustos ayı içersin de Müslüman ülkelere gerçekleştirdiği ikinci yurtdışı gezisini 1996 yılı Ekim ayı içersin de Mısır, Libya ve Nijerya’yı kapsayacak şekilde yapmıştır. 10 gün süren bu gezi programında özellikle Libya gezisinde meydana gelen olaylar basında yoğun olarak eleştirilmiştir (Komisyon,2012, s.61). 

Başbakan Necmettin Erbakan’ın ilk yurtdışı gezisini İran’a yaparak kaybettiği 
prestiji Libya gezisi ile yeniden kazanmayı hedefliyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.159). 

Bu ziyaret asker tarafından tepki ile karşılansa da ama asıl sorun Başbakan Erbakan’ın Libya lideri Kaddafi ile görüşmesi sırasında ortaya çıkacaktı. Libya, Erbakan’ın Afrika ülkelerine yapacağı gezinin ikinci durağını teşkil etmekteydi. Basın ve yayın kuruluşları gezi programı ile ilgili “Saltanat Gezisi” yorumunda bulunulmuş olmakla beraber Afrika ülkelerine yapılan gezinin ilk durağı olan Mısır’da ki resmi karşılama töreninde bayrağımızın göklere çekilmemesi ile patlak vermiş ve gezinin ikinci durağı olan Libya ile daha da alevlenmiştir. Tansu Çiller bu durum karşısında “Mısır’da hava karardığı için direğe bayrak çekilmemiştir” derken meclisteki muhalefet grupları adeta ateş püskürüyorlardı (Birand, Yıldız, 2012, s.159). Yaşanan bu bayrak krizi, Mısır ile yapılan iki milyar doları aşkın ticaret anlaşmasını da gölgede bırakmıştır. Bu durum siyasetteki tansiyonu yükseltmekle kalmamış gezini ikinci durağı olan Libya’da adeta bir krize dönüşecektir. 

Başbakan Erbakan ilk görüşmesini dönemin Başbakanı Abdulmecid El Gaud ile 
yapmıştır bu görüşmede Türk müteahhitlerinin alacaklarının ödenmesi için girişimlerde bulunulmuştur aynı zamanda bu görüşmelerde iki ülke arasında “iman bağı ve derin muhabbet bulunduğu” belirtilmiştir. Batı tarafından terörist ilan edilen ve dışlanan Libya ile iyi ilişkiler kurmak gerektiğine vurgu yapılmıştır (Akpınar, 2004, s.104). Müteahhitlerin 160 milyon alacağı vardı ve bunların tahsili için girişimlerde bulunuluyordu (Yıldırım, 2010, s.96). 
Libya lideri Kaddafi, başka ülke müteahhitlerine ödeme yaptığı halde, Türk müteahhitlerin parasını ödememektedir (Özgan, 2008, s.64). 

Başbakan Erbakan’ın Kaddafi ile görüşmesinde ki amaç ise, uzun süredir Libya’dan alacaklarını tahsil edemeyen Türk müteahhitlerine yardımcı olmaktı. Ancak Libya liderinin bir başka şov hazırlığı içerisinde olduğu bilinmiyordu (Birand, Yıldız, 2012, s.160). 

RP’li Devlet Bakanı Abdullah Gül ve DYP’li Devlet Bakanı Namık Kemal 
Zeybek, Başbakan Erbakan'dan önce Libya'ya yaptıkları geziden pek hoş izlenimlerle dönmemişlerdir. Libya adeta herkesin kara listesindedir. Libya'daki Türk Büyükelçisi Ateş Balkan, “uluslararası koşulların ve Libya liderliğinin içinde bulunduğu bu durumun, Türkiye başbakanının ziyaret etmesine uygun olmadığı yolunda” Ankara’ya mesajlar geçmiştir. 
Libya, 1988'de iki ajanının Pan-Am 103 sefer sayılı yolcu uçağının İskoçya, Lockerbie üzerinde patlatılarak düşürülmesinden sorumlu tutulduğu için uluslararası kara listeye alınmıştır (Özgan, 2008, s.64). 
RP'li Devlet Bakanı Abdullah Gül ve DYP'li Devlet Bakanı Namık Kemal 
Zeybek, Türkiye’ye döndükten sonra Başbakan Erbakan’a gördüklerini anlatmış ve Erbakan’ın Libya’ya davet edildiğini kendisine bildirmişlerdir. Başbakan Erbakan böyle bir ziyarete okey vermesi üzerine RP'li Devlet Bakanı Abdullah Gül’e ilk tepki Mehmet Ağar’dan gelmiştir. Ağar Erbakan’ın Libya’ya gitmesine karşıydı nedenini ise şöyle açıkladı; “Kaddafi Türk düşmanıdır. Daha geçen günlerde MED TV’de yaptığı açıklamalar ortadadır. Türklerin Kürtleri kestiğini Güneydoğu’nun Kürdistan olduğunu söylüyor. Kürtlerin bağımsız devlet kurması gerektiğini söylüyor. Böyle bir insanın davetini olumlu karşılamak bize yakışmaz. Sayın Başbakana düşende bu geziye gitmemektir” (Özer, 2011, s.46-47). 
Başbakan Necmettin Erbakan ise; “tartışmayı alevlendirmemek için konuşmayı 
sessiz bir şekilde dinledi ve Mehmet Ağar’a bunu daha sonra konuşuruz” dedi (Aksoy, 2000, s.179). Devreye giren Tansu Çiller, “Bunu daha sonra konuşuruz.” dedi (Tayyar,2009, s.36). İki lider bu konuyu daha sonra tartıştılar ama Başbakan Erbakan programını iptal etmedi ve 5 Ekim’de Libya’ya hareket etti. 
Başbakan Necmettin Erbakan’ın resmi gezi yapmak amacıyla tercih ettiği 
yerlerden en çok ses getireni Libya olmuştur. Libya gezisi öncesinde kararname krizi yaşanmış, hükümetin DYP kanadındaki bakanların gezi kararnamesini imzalamama eğilimleri ağır basmıştır. Her şeye rağmen yapılan gezi esnasında yaşanan olaylar ise halen Necmettin Erbakan’la ilgili bir konu gündeme geldiğinde kullanılmaktadır. Necmettin Erbakan’ın o günün konjonktüründe ABD ve Avrupa ülkeleri ile problemler yaşayan İslam ülkeleri ile ilişki kurmayı amaçlayan bu seyahatleri yaşanan protokol problemleri ve yabancı liderlerin sorunlu üslupları nedeniyle adeta 28 Şubat sürecine yardımcı olmuştur (Arikan, 2010, s.88). 
Star TV Muhabiri Işın Gürel; “Gerek Başbakan Erbakan, gerek gazeteciler 
otelde bekletildik, yani Libya liderinin bizi kabul etmesini bekledik. Sonra son derece elverişsiz bir uçakla çölün ortasına indik; arabalara, otobüslere bindik. Otobüslerin pencereleri kapatıldı. Döndük, döndük, döndük sonunda Kaddafi’nin de çadırının olduğu bir komplekse geldik. Orada indirildik ve o sırada bazılarımız iki üç tane Kaddafi ile burun buruna geldik. Çünkü biliyorsunuz, kendisi güvenlik amacıyla böyle bir yöntem kullanıyor. Daha sonra çadıra alındık ve yerlere oturmak suretiyle notlarımızı almaya başladık” (Birand, Yıldız, 2012, s.160). 
Libya lideri Kaddafi, Necmettin Erbakan'ı başkentte karşılamamıştır. Erbakan’ın 
Kaddafi ile görüşmesi başkent Trablusgarp’ta yapılmamış onun yerine bir uçak tahsis ederek istirahat ettiği 400kilometre uzaklıktaki yerleşim yeri olan Sirte’ye getirtmiştir. 
Libya lideri Kaddafi, Başbakan Erbakan’ı bedevi çadırına davet etmiştir ve burada olay yaratacak açıklamalarını yapmıştır. Tüm bunlara ek olarak Türkiye'ye hakaretler yağdırmıştır. Çünkü Kaddafi’ye göre Türkiye laikliği seçerek İslami geçmişini reddetmiş, Kürtlerin bağımsızlığına engel olmuştur. Kaddafi’ye göre Türkiye NATO'dan ve Batı ittifakından kopmalıdır (Özgan, 2008, s.64). Kaddafi’nin yaptığı konuşmada Türkiye’yi küçümseyici ve terör örgütlerine destek verici ifadeler kullanması Erbakan’ı ve partisini sonraki günlerde çok sıkıntıya sokmuş tur. Erbakan’ın Libya ziyareti dakikalar geçtikçe adeta bir krize dönüşüyordu. Çünkü Kaddafi, diplomatik gelenek ve nezaketi artık hiçe saymaya başlamış, Türkiye’nin Kürtlere soykırım uyguladığına kadar uzatmış ve Türkiye’nin dış politikasından memnun olmadığını vb. söylemleri ile beraber birçok konuda da Türkiye’yi uluslararası alanda zora sokacak beyanatlarda bulunmuştur. 

Libya lideri Kaddafi’nin Türkiye hakkında söylemiş olduğu sözler karşısında, o 
an için hükümet cephesinden herhangi bir açıklama gelmemesi kamuoyunda meselenin daha da büyümesini beraberinde getirmiştir. Başbakan Erbakan’ın Libya liderine gerektiği şekilde bir cevap vermemesi ve geziyi yarıda bırakıp ülkeye dönmemesi olayların daha da büyümesine sebep olmuştur. Yaşanan bu olaylar karşısında muhalefet partilerinin tepkilerinin yanında Refah-Yol koalisyon ortağı DYP’de bu duruma büyük bir tepki göstermiştir. DYP lideri Tansu Çiller, “Bir çöl bedevisinin etmiş olduğu laf karşısında bizim yumruğumuz masaya inerdi! ”(Birand, Yıldız, 2012, s.160) diyordu. 

Yaşanan bu olumsuzluklar, Türkiye'de de, dünyada da tepkilere yol açmıştır. 
CHP bu gezi ile ilgili olarak gensoru vermiştir. MHP'lilerden koalisyon ortağı 
DYP'lilere dek herkes ayaklanmıştır. Bir darbe ihtimalinden ilk kez o günlerde söz 
edilmeye başlanmıştır (Özgan, 2008, s.65). Başbakan Erbakan’ın Kaddafi’yle yaptığı görüşme, iç basında “skandal” olarak değerlendirilmiştir. 16 Ekim 1996 tarihinde TBMM’de yapılan görüşmelerde söz alan Devlet Bakanı Abdullah Gül, Kaddafi’nin “Yanlış, hatalı, tasvip etmeyeceğimiz bir konuşma yaptığını” fakat basında anlatılanın aksine orada kendisine gereken cevabın verildiğini ifade etmiştir. Tepkiler üzerine, Tansu Çiller, Erbakan’a haber vermeksizin, Trablusgarp Büyükelçisi’ni geçici olarak Ankara’ya çağırmıştır. Libya gezisi, sadece muhalefet tarafından değil, ABD tarafından da resmi düzeyde eleştirilmiştir (Komisyon, 2012, s.63). 
Türkiye kamuoyu Libya gezisini, Türkiye için uluslararası alanda küçük 
düşürücü ve onur kırıcı olarak değerlendirmiştir. Ancak Erbakan’ın, ülkeye döndüğünde hava alanında yaptığı konuşmada hiçbir şey olmamış gibi davranması, kendini adeta “savaş kazanmış kumandan gibi görmesi” ve bununla beraber ortada hiçbir sorunun olmadığı ve yapılan Libya gezisinin son derece başarılı geçtiği düşünüyordu. İran gezisinin hemen ardından, Libya gezisinin programa konmuş olması; başlı başına konuşulması gereken bir konudur ve istismara çok açıktır (Çelik, 2004, s.79). 

Ancak dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’e göre “Erbakan’ın Libya gezisinden pişman olduğu konusunda bir bilgi yoktur. Çünkü Erbakan ve ekibinin herhangi bir özeleştiri yaptıkları görülmemiştir” (Çelik, 2004, s.81). 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder