8 Kasım 2020 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 4

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 4 


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz,
 

     Askeri Bürokrasi Türk siyasi hayatı tarihi boyunca siyasetin sınırlarını zorlayan 
ve onun alan genişletmesini engelleyen bir parametre olarak da etkisini göstermiştir. 
Askerî darbeler, Türkiye'de toplumsal olarak ortaya çıkan taleplerin meşruiyet 
içerisinde siyasileşerek devlete girdi sağlamasını engelleyen, normal demokratik 
mekanizmanın işleyişinin temelini teşkil eden süreci engelleyen bir geleneği 
oluşturmuşlardır. Bu durum toplumsal açıdan ülkenin kendi iç dinamiklerini harekete geçirerek sağlıklı bir modernleşme sürecinin tamamlanmasını mümkün kılacak gelişmelerin de önlenmesi anlamına gelmektedir. Şüphesiz millet iradesine dayalı demokrasiyi hukuk devleti içinde güçlendirmek iradesini münhasıran asker-sivil ilişkileri kapsamında irdelemek kâfi değildir. Gücün, millet egemenliği ve millet iradesi üzerindeki baskısının zaman içinde mahiyet değiştirdiği dikkate alındığında demokratik hukuk devletine yönelik tehdit odaklarının ve uygulamaları nın da aynı sonucu verebileceği de dikkate alınmalıdır. Nitekim askeri müdahale lerin yönteminin dahi zaman içinde doğrudan ve dolaylı şekilde farklı mahiyetler aldığı görülmüştür. Bu süreçler dikkate alındığında doğrudan askerin yönetime el koyması yanında, askeri gücün sivil yönetime uyarılar yapması, el koyma tehditleri, askeri gücün yargı, sermaye, medya ve siyasi kurum ve kişiler üzerinde oluşturduğu baskı veya vesayet yoluyla sivil yönetimi etkilemesi gibi süreçler demokrasi tarihimizde uzun süreli olarak yaşanmıştır (TBMM, 2012, s.19). 

Darbelerle, muhtıralarla siyaset hayatının oluşturduğu ana mecralar kesintiye 
uğratılmış, siyasi partilerin tecrübeleri yok sayılmış, halkın tercihleri köklü ve tecrübeli siyasi hareketler yerine konjonktürel partilere yönlendirilmiştir. Böyle bir yapısal gelişme demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan siyasi partileri etkilemiş, siyasi partilerin halkla kurumsal ilişkilerinin ve halka karşı sorumluluğunun yerine, daha dar alanda kişisel veya grupsal sorumluluklar etkin olmuştur. Böylesine bir durum, seferber edilen seçmen kitleleri oluşturmaya yönelik bir siyaset anlayışını doğurmuştur. Darbe ve müdahalelerin ortaya çıkardığı bir diğer sonuçta halk nezdinde doğurduğu mağduriyet algısı ile siyasette haksız rekabete yol açmasıdır (TBMM, 2012,s.21). 

Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar geçen hemen her dönemde “Yüce 
Türk Milleti’nin birlik ve bütünlüğü” adına demokratik hak ve özgürlükler devamlı 
kısılmıştır (İba, 1999, s. 127). Zaman içerisinde söylem şekli değişmekle birlikte; 
demokratik hak ve özgürlüklere yönelik her kısıtlama ve sınırlama, Cumhuriyet 
rejiminin kendini koruma ve kollama ideolojisine dönüşmüştür. Türkiye'nin elli yıllık demokrasi tarihi içinde üç kez askeri müdahale tecrübesi yaşanmıştır. Bazılarının post-modern darbe olarak adlandırdığı 28 Şubat süreci olarak bilinen ve ordunun dolaylı yoldan siyasal hayata müdahalesini anlatan son gelişmeler de Türk demokrasisinin yeterince kurumsallaşmadığını göstermektedir. Her ne kadar sistem içinde kendisine belli bir siyasal otonomi alanı yaratan silahlı kuvvetlerin bu müdahalesinin gerçekleşmesinde başka nedenler varsa da; yönetme kabiliyeti zayıflamış hükümetlerin, halk desteği zayıflamış kurumların ve meşruiyeti düşük bir demokratik sistemin de bunu kolaylaştırdığı inkâr edilemez. Zaten gerek 1960 gerekse 1980 Askeri darbeleri siyasal güvenin dibe vurduğu anlarda ve halkın alkışları arasında iktidara gelmiş ve geniş kesimlerden destek almıştır (Öcal, 2009, s.5). 

Siyasî hayatımızda 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Askeri darbeler ile 28 Şubat 1997 post-modern diye bilinen müdahale ve 27 Nisan 2007 e-Muhtırası ile demokrasiye hukuk dışı müdahaleler yapılmış; hükümetler cebir ve şiddet ya da baskı kullanılarak görevlerinden uzaklaştırılmış; millî iradenin yansıması olan yüce parlamento lağvedilmiş, yüz binlerce vatandaşımız mağdur edilmiştir. Hafızalardan silinmeyen büyük acılar yaşanmıştır (TBMM, 2012). 

Sonuç olarak baktığımızda ise Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren ve Cumhuriyet’in kurulması ile birlikte tek partili bir dönem başlamış ve bu dönem hariç tutulacak olursa daima Türk Silahlı Kuvvetleri ara ara siyasete karışmış ve çeşitli müdahaleler de bulunmuşlardır. Özellikle ordunun sahip olduğu güç ve konum Cumhuriyeti kuran kadroların asker ya da asker kökenli olmaları, Türkiye’nin sosyal ve kültürel yapısında önemli etken oluşturmaları ve ordunun Türk modernleşme sürecinde daima etkin rol oynaması neticesinde ordunun güç ve konumu daima üst seviyelerde tutmuştur. Bu güç ve konum itibari ile ordu 
1960’lı yıllardan itibaren çeşitli darbe ve müdahalelerde bulunmuş ve sivil yönetimi etkisi altına almıştır. 

28 Şubat dönemi için post modern darbe kavramı kullanılmış ve 28 Şubat 1997 
MGK kararları ise bir Askeri darbe niteliğinde olmuştur. 28 Şubat dönemi sadece tek bir gündemden ibaret kalmamış çok boyutlu olarak gelişmeler göstermiş ve yaşanan olaylar uzun bir olgular sonucunu doğurmuştur. 28 Şubat süreci Refah-Yol Hükümeti dönemi ile başlayan olay ve olgular zinciri etrafında şekillenmiştir. Özellikle ordunun neden siyasete karıştığı, hangi durumlarda siyasal iktidarlara müdahale ettiği ve bu gelişmeler sonucunda askeri yönetim, özellikleri ve sonuçlarını incelemek yarar sağlayacaktır. 

28 Şubat döneminde özellikle Refah-Yol Hükümeti’nin işbaşına gelmesiyle 
birlikte, irtica konusunda zaten hassas olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları büyük endişeye kapılmışlardır (Ilıcak, 2013, s.1). Özellikle çalışmamda anlatacağımız üzere Başbakan Necmettin Erbakan’ın yurtdışı seyahatleri, özellikle bu seyahatlerin ilkini başta İran ve Libya gibi Müslüman ülkelere yapması, bu geziler sonucunda yaşanan olaylar, Başbakanlık resmi konutunda verilen iftar yemeği ve bu yemeğe birçok tarikat ve cemaat lider ve mensuplarının davet edilmesi, olay yaratan Kudüs gecesi, başta Başbakan Necmettin Erbakan olmak üzere bazı Refah Partili milletvekillerinin söylem ve demeçleri 28 Şubat sürecini hazırlayan gelişmeler arasında yer almış başta Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları büyük endişelere sebebiyet vermiş olmakla beraber, bunun yanında muhalefet partileri üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, basın ve medya olaylar üzerine giderek bu sürecin daha da hızlanmasında etkili olmuşlardır. Bu korku ve endişelerin yaşanmasında sadece asker değil, Türkiye’nin aydın kesimi ve 
seçkinler zümresinin de katılımı büyük yankı uyandırmıştır. 

Özelikle 28 Şubat 1997 MGK kararları ile askeri darbe niteliğinde olaylar 
gelişme göstermiş olmakla beraber; Nazlı Ilıcak'a göre; “28 Şubat kararları, özü 
itibariyle dindarları hedef almıştı. İmam hatipliler, başörtülüler, cemaat ve tarikat 
mensuplarının faaliyetleri irtica tehdidinin unsurları sayılmıştır. İşte bu yüzden, 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim adı altında imam hatiplerin orta kısımları kapatılmıştır. YÖK (Yükseköğretim Kurumu) ve rektörler, üniversitelerde okuyan başörtülü kızları okullardan atmışlardır” (Ilıcak, 2013, s.1). 

28 Şubat 1997 günü 8,5-9 saat süren MGK toplantısının ardından yayımlanan 18 
maddelik bildiriyle, başta inanç ve ibadet özgürlüğü, basın özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, kılık kıyafet özgürlüğü, eğitim özgürlüğü, vb. konulara yönelik tartışmalar kamuoyunun gündemine oturmuştur. 28 Şubat müdahalesinde asker 12 Eylül'de olduğu gibi mektup ya da silahı değil, basını kullanmıştır. Böylelikle 28 Şubat müdahalesi siyasal literatürde ki klasik askeri müdahale şablonlarından farklıdır. Bu yöntem anayasal bir kurum olan MGK’nın kullanılmasıdır. Bu yüzden anayasal açıdan herhangi bir meşruiyet sorunu yoktur. Ayrıca alınan kararların altında askerlerle birlikte seçilmişlerin imzasının bulunması ve bu imzaların süngü zoruyla atılmamış olması da önemli bir unsurdur (Yüksel, 2004, s.143-144). 
28 Şubat sürecinin mimarları arasında olan ve devletin en güçlü konumunda 
bulanan TSK mensupları başta medya olmak üzere birçok kurumla işbirliği yaparak o zamanların önde gelen isimlerini manşetler taşımışlardır. Hürriyet Gazetesi’nin iri puntolarla verdiği “Bu Defa İşi Silahsız Kuvvetler Halletsin” cümlesi o dönem ve süreç için oldukça anlamlı ve manidardır. Gerçekten de Refah-Yol iktidarı, askerin gölgesi altında silahsız kuvvetlerle yürütülen psikolojik hareket sayesinde devrilmiştir ( Nazlı Ilıcak, 2013, s.1). 

28 Şubat 1997 yılında toplanan MGK ve alınan kararların Türkiye siyasi 
atmosferini başka bir zemine taşıması ve MGK sonrasında Başbakan Necmettin 
Erbakan’ın 28 Şubat 1997 MGK karalarını imzalaması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti tarihine “Post Modern Darbe” diye geçen yeni bir döneme girilmiş idi. MGK sonrasında alınan ve imzalanan 28 Şubat karalarının ardından alınan bu kararları fiiliyata dökmek için ve uygulanabilirliğini denetlemek için BÇG (Batı Çalışma Grubu), adı altında illegal bir yapılanma oluşturulmuştur. Bu süreç içerisinde siyasetçi, akademisyen, hukukçu, bürokrat, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere birçok kişi fişlenme olayları ile yüz yüze kalmıştır. 28 Şubat dönemi olaylar ve uzun süreli olgular zinciri ile gelişen bir süreçtir. İnsanların mimlendiği ve fişlendiği bir dönem olması, Türk Silahlı Kuvvetlerin faaliyetleri ve sivil vatandaşlar üzerindeki etkisi, yargı ve bağımsız mahkemeler üzerindeki korku ve sindirme faaliyetlerinin yapılması ve sonucunda ise Refah-Yol Hükümetini devirme işlemi olarak tanımlanabilir. Bunun yanında özellikle 28 Şubat dönemi içesinde Türkiye’de bir darbe iklimi ve atmosferi yaratılmak istenmiş, DYP’liler (Doğru Yol Partisi) RP ile kurulan ortak koalisyonu bozma fikirlerini gündeme getirmiş olmakla beraber Başbakan Necmettin Erbakan’ın, 18 Haziran 1997’de istifa etmesi ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, yaşanan bu sürecin daha kötüye gitmesi endişesi ile hükümet kurma görevini Tansu Çiller’e değil de Mesut Yılmaz’ı görevlendirmişti. Gelişen bu olaylarla beraber DYP’den istifa sesleri yükseldi ve istifa eden milletvekilleri Hüsamettin Cindoruk etrafında toplanırken, Mesut Yılmaz’da DYP’den istifa eden milletvekilleri sayesinde hükümeti kurabilmiştir. 



28 Şubat süreci, klasik bir darbe değildir. Özellikle sivil toplum kuruluşlarının, 
medyanın, üniversitenin, sermaye çevrelerinin, yargının ve sivil bürokrasinin desteği ile başarıya ulaşan bir müdahaledir. Bu defa işi “Sivil Kuvvetler” halletmiş gibi görünse de, arka planda askerin silahlı gücünün ve darbe tehdidinin olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir (Ilıcak, 2013, s.2). Özellikle dönemin Genel Kurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak’ın dediği gibi “post modern bir darbe” söz konusu dur. Ya da Fransız siyaset bilimci Duvarger’in tanımıyla bir zamanlar Güney Amerika ülkelerinde sıkça rastlanan “Prononciemento”: “Bu ülkelerde askerin fiilen iktidara el koymadan, geri planda uyguladığı tehdit, korkutma, beyin yıkama, düşman algısı oluşturma gibi yöntemlerle, yönetime ağırlığını koyabilmesi, arzu etmediği siyasi iktidarı bertaraf edebilmesi”. İşte Türkiye’de de 28 Şubat’ta böyle bir süreç yaşandı (Ilıcak, 2013, s.2). 

“28 Şubat süreci nedir?” sorusunun aslında tek bir cevabı yoktur; aksine pek 
çok cevabı vardır. Olaya nereden baktığınıza, aktörleri arasında yer alıp almadığınıza, sürecin maliyetlerinden ne kadar etkilendiğinize, daha genelde de demokratik sürece dışarıdan müdahaleye ilke olarak sıcak bakıp bakmadığınıza bağlı olarak vereceğiniz cevabın değişmesi kaçınılmazdır. Nitekim bu süreç aktörlerinden bazılarına göre “demokrasiye balans ayarı” yapmaktır. Bu sayede rayından çıkmakta olan demokrasi, tekrar olması gereken çizgiye çekilmiştir. Aktörlerinden kimine göre 28 Şubat süreci “post-modern darbedir”; silahlar konuşmadan askerler siyasete müdahale etmiş, iktidarı değiştirmiş, geleneksel darbe araçlarını kullanmadan aynı sonucu elde etmişlerdir. Yine aktörlerinden bazılarına göre; “28 Şubat bir Askeri darbeyi önleme hareketidir”, gelmekte olan Askeri darbe alınan önlemler sayesinde önlenmiştir. 

Bazılarına göre ise “28 Şubat süreci sivil bir darbedir”. Askeri-sivil bürokrasi, medya ve iş dünyası irtica tehdidi ve laikliğin elden gitmesine karşı el ele vermiş, mevcut iktidara karşı direnişe geçmiş ve yönetimi değiştirmeyi başarmıştır. Yine bir başka görüşe göre ise “28 Şubat bir darbe değildir”; zira Meclis kapatılmamış, partiler (bir-ikisi dışında) yerinde kalmış, anayasa lağvedilmemiş ve dolayısıyla darbenin tipik şartları gerçekleşmemiştir (Kongar, 2000, s.89-112). 

28 Şubat 1997’de gerçekleşen Askeri müdahalenin üstünden 17 yıl geçmiş 
olmasına karşın, 28 Şubat sürecinin etkileri hala devam etmekle beraber o dönemin sorunları günümüze ışık tutmaktadır. Bu kalıcı etki ve sorunlar hala gündemde tutulmakla beraber, o kalıcı etki ve sorunlarla da mücadele edilmekte dir. Türkiye’nin Askeri müdahaleler tarihinde 28 Şubat’ın nereye ve nasıl yerleştirilmesi gerektiği ise bir başka önemli sorun teşkil etmektedir. Sosyolojik, siyasal ve askeri boyutlarıyla 28 Şubat sürecini değerlendirmek Türkiye’nin dününü değil aslında bugünün ve geleceğini tartışmak ve öngörmek anlamına gelmektedir (Bayramoğlu, 2007, s.11). 

Çalışmamız 8 bölümden oluşmaktadır. Özellikle bu çalışmamızda RP ve DYP ortaklığında kurulan, yaklaşık 11 ay görevde kalan Refah-Yol Hükümeti döneminde Ordu-Siyasal iktidar arasında yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelerle beraber 28 Şubat sürecinde yaşanan olaylar ele alınıp, 28 Şubat sürecinin Türk Eğitim Sistemi üzerindeki etkileri incelenecektir. 

“28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri” adlı çalışmamız ın giriş ve Birinci bölümünde ilgili literatür özetlenerek tez konusu olarak ele alınan problemin ne olduğuna, araştırmanın amacına, araştırmanın önemine, araştırma nın sınırlılıklarına, araştırmaya başlarken yapılan varsayımlara ve tezde geçen önemli terimlerin hangi anlamlarda kullanıldığına ilişkin bilgilere yer verilmiştir.
 Bununla beraber darbe kavramı ve geleneği, darbenin etkileri vb. gibi bilgiler verilmiş, Osmanlı Dönemi asker-sivil ilişkileri ve Askeri darbeler, Cumhuriyet dönemi ve tek partili dönemler, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül klasik Askeri darbeleri hakkında genel bilgi verilmekle beraber asıl konumuz olan “28 Şubat 1997 Askeri Darbesi ve Türk Eğitim Sistemine Etkileri” hakkında ki gelişmeler ele alınmaya başlanacaktır. Bununla beraber özellikle çalışmamızın birinci bölümüne geçmeden önce konumuz ile ilgili olan ve Cumhuriyet Tarihi ve darbeler konusu ile bağlantılı olan ve izahından oldukça istifade edebileceğimiz bazı önemli temel kavramlar ele alınmış ve kavramların önemleri üzerinde durulmuştur. 

 Çalışmamızın; İkinci bölümünde; “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ordunun 
özellikleri, asker-siyaset ilişkisi, askeri eğitim ve MGK’nın yeri ve önemi” ele 
alınacaktır. Cumhuriyet’i kuran kadroların asker ve asker kökenli olması ve Osmanlı Döneminden beri süregelen bir emir-komuta zincirinin oluşması ve asker-siyaset ve sivil ilişkiler ele alınacaktır. Özellikle bu diyaloglarla beraber askeri eğitim ve amaçları anlatılacaktır. 28 Şubat dönemini iyi anlayabilmek ve siyaset alanında ki etkileri değerlendirebilmek için anayasal bir kurum olan MGK’nın yapısı, yeri ve işlevi ele alınıp incelenecektir. MGK, eğitimden ekonomiye, kültür politikalarından dış ilişkilere varıncaya kadar ülke yönetiminde etkili bir organ olması açısından oldukça önemlidir. 

Özellikle bu konum ve önemini 28 Şubat sürecinde daha iyi görmekteyiz. Özellikle 
MGK, 28 Şubat kararlarının alındığı merci olması açısından da oldukça önem arz 
etmektedir. 
Çalışmamızın Üçüncü bölümünde ise; 28 Şubat 1997 öncesindeki siyasi 
gelişmeler ve bu dönemde meydana gelen olaylar, siyasi ve sosyal açılardan ele alınıp incelenerek ülke üzerindeki etkileri ortaya konulmaya çalışılacaktır. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi sonrasında yapılan seçim sonuçlarının değerlendirilmesi ve özellikle; 1983, 1987 ve 1991 seçimleri sonrasında Türkiye siyasetinin nabzı ele alınacak, seçim sonuçları sonrası analiz ve Türkiye’nin siyasi atmosferi incelecektir. Bunun yanında özellikle 28 Şubat sürecini hazırlayan önemli toplumsal olaylar,1994 yılında ki önemli gelişmelerle beraber 27 Mart 1994 yerel seçimleri, 24 Aralık 1995 genel seçimleri ve sonrasında ki gelişmeler Ana-Yol Hükümeti’nin kurulması ele alınacaktır. 

28 Şubat süreci ve 28 Şubat kararlarının nedenleri ve sonuçları artık bu 
bölümden itibaren ele alınmakla beraber özellikle Refah-Yol Hükümeti dönemi, Refah-Yol Hükümeti’nin kuruluşu Necmettin Erbakan’ın siyaset ve sivil toplum kuruluşlarıyla olan ilişkileri ele alınacak ve Refah-Yol Hükümeti döneminde ki önemli siyasi ve sosyal olaylar ele alınmakla beraber 28 Şubat dönemi ve Refah-Yol Hükümeti’nin dış politikaları ve yaşanan olaylar, özellikle 28 Şubat süreci içerisindeki ABD ile olan ilişkiler ele alınacaktır. 

Çalışmamızın Dördüncü Bölümde; 28 Şubat süreci ele alınmakla beraber, 
28 Şubat MGK kararları ve sonuçları artık bu bölümden sonra ele alınmaya başlanacak tır., Kamuoyunun tutumu, yetkili makamlarda ki tutum, hükümet ve TSK’nın tutumu ele alınıp, 28 Şubat 1997 MGK’nın toplanma süreci ve 28 Şubat 1997 MGK toplantısı, toplantıda anlatılanlar, alınan kararlar ve kararların analizleri, 28 Şubat sürecinde aktif olan çevreler ve ortaya çıkan belgeler, medyanın tutumu ve bu süreçte önemli konumu bulunan Cumhurbaşkanlığı Makamı ele alınacaktır. 
28 Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısı sonrasında yaşanan siyasi gelişmeler 
anlatılmakla beraber bu dönemin Türk siyaseti açısından sonuçları araştırılıp, genel tespit ve değerlendirme yapılacak ve 28 Şubat sürecinin siyasi sonuçları Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesi ve kapatılması konuları ile Anasol-D Hükümeti’nin kurulması ele alınacaktır. 

Çalışmamızın Beşinci bölümünde ise bölümde ise; 28 Şubat 1997 Askeri 
darbesinin “Türk Eğitim” sistemine etkileri, askeri yönetim ve eğitim konuları ele 
alınacaktır, 28 Şubat sonrası eğitim alanında gerçekleşen ve uzun yıllar eleştirilmesine neden olan uygulamalarına değinilecektir. Türk siyasal hayatında ve Türk eğitim sisteminde büyük bir dönüm noktası olan ve tarihe “28 Şubat Süreci” olarak geçen bir dönemin, Türk Eğitim Sistemine etkisi, bu etki ile beraber bu süreçte yaşanan olaylar ve eğitim sistemine olan etkileri ele alınacaktır. 
Türkiye’de çeşitli dönemlerde eğitim seferberliği yaşanmıştır. Cumhuriyetin ilk 
yıllarından itibaren görülen bu eğitim seferberlikleri içinde hem eğitim müfredatı nın hem de okul binalarının yeniden yapılanmasını sağlayan 1997’den itibaren başlayan son eğitim seferberliği ile olmuştur. Temel eğitimin 5 yıldan 8 yıla çıkarılmasını kapsayan bu eğitim seferberliği müfredatta oluşturduğu temel değişikliklerden dolayı eğitim mekânlarında da köklü değişimleri mecbur hale getirmiştir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder