9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 31

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 31


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 



4.10.1.2. Anasol-D Hükümeti’nin Kurulması 

18 Haziran 1997 tarihinde Başbakan Necmettin Erbakan’ın istifasından sonra 
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in hükümeti kurma görevini ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdiği gündeme gelmiş olmakla beraber, kurulacak hükümete DSP ve DTP’nin yanı sıra CHP'nin de dışarıdan destek vereceği bir koalisyon hükümetinin kurulacağı siyaset kulislerinde konuşulan konular arasında yerini almıştır. ANAP lideri Mesut Yılmaz, DSP lideri Bülent Ecevit ve DTP lideri Hüsamettin Cindoruk’un ittifakına baktığımız zaman; Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit arasındaki sıcak ilişkilerin Ana-Yol Hükümeti döneminden itibaren başladığı bilinmektedir. Bu gelişen olaylar zinciri ile beraber artık hükümeti kurma görevi Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Mesut Yılmaz’a verilmiş ve ANAP Liderinin ilk çalmış olduğu kapı DSP lideri Bülent Ecevit olmuş ve akabinde ise DTP lideri Hüsamettin Cindoruk olmuştur. Hüsamettin Cindoruk’un, DYP’den ihraç kararının ardından bir grup arkadaşı ile beraber DTP’ni kurmuş ve siyasettin gergin atmosferinde istifa eden bazı milletvekilleri de DTP saflarına geçmişlerdi. 
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın koalisyon için ortaklık teklifinde bulunduğu sırada ANAP’ın 129, DSP’nin 67 ve DTP’nin ise 7 olmak üzere toplamda 3 partinin 203 milletvekili bulunuyordu. Her 3 parti liderinin bir haftalık süren temaslarının ardından 27 Haziran’da Anasol-D Hükümeti’nin kurulması için anlaşmaya  varmışlar dır (Kazan, 2013, s.483). Mesut Yılmaz’ın aklında koalisyona CHP lideri Deniz Baykal’ı da dâhil etmek düşüncesi vardı. Ancak Bülent Ecevit’in olduğu yerde Deniz Baykal’ın, Deniz Baykal’ın da bulunduğu yerde Bülent Ecevit’in bulunması mümkün değildi. CHP’nin desteğinin sağlanması ile 203 olan milletvekili sayısı 252’ye çıkacak ancak bu sayıda yeterli değildi. Fakat bu sayıların da güven oylaması için yeterli olmadığının farkında olan ANAP lideri Mesut Yılmaz bir yandan milletvekillerinin transferleri ile uğraşırken öte yandan ise bağımsızlar üzerinde ki çalışmalarını sürdürüyordu. 

ANAP liderinin bağımsızlardan ziyade CHP’nin desteğine ihtiyacı vardı ve 
beklenen destek sonunda geldi. CHP desteğini şu şekilde verme yolunu seçmişti; 
“Koalisyon hükümetinde yer almayacak bazı isteklerini koalisyon protokolüne 
koydurma yoluna gidecekti.” CHP’nin, sunmuş olduğu bu formül ile Anasol-D 
Hükümeti’ni bazı şartlarla destekleyebileceğini açıklamıştır. CHP’nin destek şartları 
şunlardı; 
1. 8 Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Tasarısı kanunlaşacaktı. 
2. Susurluk olayı aydınlatılacaktı. 
3. Seçmen kütükleri yeniden yazılacaktı. 
4. Seçim Kanunundaki antidemokratik hükümler çıkarılacak ve tercihli sistem yeniden getirilecekti. 
5. Milletvekili dokunulmazlığı kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılacaktı (Kazan, 2013, s.483-484). 

Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesinin akabinde, Cumhurbaşkanı 
Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller ile olan diyaloglarının ardından hükümeti kurma görevini 20 Haziran 1997’de ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiş olması 54. Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesi ile başlayan bu süreç akabinde parti istifalarını ve transferlerini de beraberinde getirmiş olmakla beraber, 22 Haziran 1997’de İzmir DYP Milletvekili Hasan Denizkurdu ile Denizli DYP Milletvekili Haluk Müftüler partilerinden istifa etmiş ve bu süreç 26 Haziran'da Işılay Saygın ANAP'a, Köksal Toptan’ın DTP’ ye katılması ile sürmüştür. 
Bu transfer ve istifalar neticesinde RP-DYP-BBP koalisyonu 276 üstünlüğünü kaybetmiştir. Cumhurbaşkanı Demirel, 30 Haziran 1997’de Çankaya Köşkü'ne çıkan ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümeti formülünü onaylamış ve böylece Anasol-D Hükümeti’nin temelleri atılmıştır. 

30 Haziran 1997’de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, ANAP lideri Mesut 
Yılmaz’ın kurduğu ve CHP’nin de dışarıdan desteklediği, ANAP, DSP ve DTP’nin 
katıldığı 55. Hükümeti onaylamıştır. 55. Hükümet, 12 Temmuz 1997’de, 281 Kabul, 256 Ret, 2 Çekimser oyla güvenoyu almıştır (TBMM, 2012, s.1081). Refah-Yol Hükümeti’nin ardından ANAP, DSP ve DTP Anasol-D hükümetini kurmuş ve 12 
Temmuz 1997’de güvenoyu alan Anasol-D Hükümeti’nin kurulması siyaset yaşamında bir nebzede olsa tansiyonu düşürmüştür (Soncan, 2006, s.30). ANAP lideri Mesut Yılmaz Başbakanlığında kurulan Anasol-D Hükümeti 12 Temmuz’da 281 oyla güvenoyları iktidara gelmiş ve DSP lideri Bülent Ecevit’in “Ulusal Uzlaşı Hükümeti” adını verdiği yeni kabinede 21 ANAP, 11 DSP, 5 DTP’li milletvekili ile bağımsız Yalım Erez bulunmuştur. (Gürses, 2009, s.222). 

55. Hükümetin Başbakanı olan Mesut Yılmaz’ın güven oylaması sonrasında yapmış olduğu teşekkür konuşmasında; “Yüce Meclis, bir defa daha, inisiyatifin kendi elinde olduğunu ve milletin mukadderatına sahip çıktığını göstermiştir. Yüce Meclisin iradesine ipotek koymak mümkün değildir. Bugünden itibaren, Türkiye’de yeni bir dönem başlamaktadır. Bu yeni dönemde atacağımız ilk adım, her şeyin yeniden normale dönmesi olacaktır. 55. Hükümet gücünü milletin desteğinden ve Meclis’in iradesinden almaktadır. Uzlaşma, hoşgörü ve anlayış içerisinde çözülemeyecek sorun yoktur. Hükümetimizin yolu Büyük Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda çizdiği yol olacaktır.” 

Bu arada basın ve medya organlarında yeni hükümetin “Genelkurmay’ın isteği 
doğrultusunda kurulduğunu” ve “MGK kararlarını uygulayacak güdümlü ve vesayetçi bir hükümet” olduğu yönünde yorumlar yapılmaktadır. Bazıları bu hükümete “MGK Hükümeti” veya “Ordu destekli ulusal uzlaşı hükümeti” derken bazıları da bunun bir “Çankaya Hükümeti” olduğunu belirtmişlerdir. Görüldüğü gibi toplumsal güç dengeleri bozulmuş, korkutulmuş, emir-komuta zincirine dâhil edilmiş, bir sivil insiyatif ortadan kaldırılmıştır (Gürses, 2009, s.222). 

28 Şubat süreci biçimsel olarak Refah-Yol Hükümeti’nin istifası ile sonuçlanmıştır (Özgan, 2008, s.100). Hulki Cevizoğlu’na göre; daha sonra RP’nin 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından temelli kapatılması ve Necmettin 
Erbakan ile 5 arkadaşının 5 yıl siyaset yasağı almasıyla (Cevizoğlu, 2001, s.88) 
tamamlanacaktır. 
Anasol-D Hükümeti zamanında gerçekleşen 28 Şubat 1997 MGK Kararları 
doğrultusundaki uygulamalara baktığımızda ise; 28 Şubat 1997 tarihi MGK 
Toplantısında alınan kararlar Refah-Yol Hükümeti ve sonraki hükümetler tarafından uygulanarak devam ettirilmiştir. Alınan bu kararlar uygulama safhasında kimilerine göre sert bir şekilde uygulanırken kimilerine göre ise kararların uygulamasında yetersiz kalınmaktaydı. Bütün bu gelişmelerin arkasındaki gizil güç olarak kabul edilen ordu, 28 Şubat sürecini başlatan en önemli aktör olarak bilinmekle beraber Kenan Akın’a göre; “Mümkün sıklıkta yaşanan sürecin 28 Şubat ile başlamadığını vurgulamış, ordunun, Cumhuriyetin başlangıcından bu yana ortaya konan Cumhuriyet rejimini koruma gayretlerinin aynı kapsamda bulunduğuna dikkat çekmiş ve ordunun Cumhuriyet’i 
koruma ve kollama vazifesini kendisine bir görev kabul etmiş olduğunu” ifade etmiştir (Akın, 2000, s.66). 

30 Haziran 1997’de CHP’nin dışarıdan desteği ile kurulan Anasol-D Hükümeti 
çeşitli kesimlerce “Çankaya-Rantiye-Medya ve Asker” işbirliği ile kurulmuş ve askeri vesayet altında “Bir ara rejim hükümeti” olarak değerlendirildi. Anasol-D Hükümeti’nin kurulduğu gün açıklanan koalisyon protokolünde taraflar, Refah-Yol Hükümeti’nin Türkiye’yi rejim ve devlet bunalımına düşürdüğünden bahsetmekle beraber, bu duruma son vermek laik, demokratik Cumhuriyeti güçlendirmek için bir araya geldiklerinden ve 8 yıllık kesintisiz eğitim yasasının mutlaka çıkartılacağında bahsediyorlardı. Yukarıda da açıklandığı üzere Koalisyon Protokolüne göre, ANAP’a Başbakanlığın yanında 20 Bakan, DSP’ye bir Başbakan Yardımcılığının ile 10 Bakan, DTP’ye ise bir Başbakan Yardımcılığı ve 5 Bakan verilmiş ve DTP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk kabineye girmiştir (Kazan, 2013, s.486). Cumhurbaşkanı Demirel Anasol-D Hükümeti’nin kurulmasından son derece memnun olmakla beraber, memnuniyetini şu sözlerle ifade etmiştir: “Son aylarda çok zor anlar geçirdim. Şimdi ise tahribatı tamir dönemi başlıyor. Bütün taşlar yerine oturacak. Bu belki biraz zaman alacak ama kimse merak etmesin. Dışardan çok iyi mesajlar geliyor. İmajımız düzelecek (2 Temmuz 1997) Hürriyet. 
Refah-Yol Hükümeti’nin iktidardan düşmesi ile Mesut Yılmaz Hükümeti’nin 
kurulması dönemin gazete ve televizyonlarında sevinçle karşılanmıştır. Hürriyet 
Gazetesi, “Ülkeyi Silahsız Kuvvetler İrticadan Kurtardı” şeklinde manşet atmıştır. 
Anasol-D Hükümeti döneminde, EMASYA Protokolü imzalanmış, “irtica”nın öncelikli iç tehdit sayıldığı, yeni MGSB kabul edilmiş; Başbakanlık Uygulama Takip ve Koordinasyon Kurulu’nun teşkili gibi irticayla mücadele konusunda önemli adımlar atılmıştır (TBMM, 2012, s.1081). 

Anasol-D Hükümeti zamanında gerçekleşen 28 Şubat 1997 MGK Kararları 
doğrultusundaki uygulamalar yine bu dönemde de devam etmiş ve MGK’nın 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edilmiştir. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dâhil Meslek Liselerini ortaokul bölümleri kapatılmıştır. RP'nin yoğun engelleme taktiklerine rağmen, hükümet ortağı partiler ile CHP, bazı DYP ve bağımsız milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen yasa, Cumhuriyet tarihinin en önemli reformları arasında yer almış ve böylece eğitimde yeni bir dönem açılmıştır. 

İlköğretimi, kesintisiz 8 yıla çıkaran yasayla; İmam Hatiplerin, Anadolu liselerinin, 
mesleki teknik okulların ve özel okulların orta kısımları kapatılmış, meslek eğitiminin 14 yaşında başlaması kararı alınmıştır (Özgan, 2008, s.101). 
DSP lideri Bülent Ecevit ve CHP lideri Deniz Baykal’ın 8 yıl kesintisiz tasarısını 
Meclis gruplarında değerlendirmişlerdir. Bülent Ecevit konuşmasında; “Sekiz yıllık 
kesintisiz eğitim reformu, Cumhuriyet döneminin en önemli reformlarından biridir” şeklinde açıklama yaparken. Deniz Baykal ise konuşmasında sekiz yıl kesintisiz konusunda hükümeti MGK kararları ile tehdit edercesine, “Hükümet MGK kararlarının içinde mi, dışında mı?” diye sormuş ve hükümetin net tavır belirlemesini istemiştir. Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller ise bu tasarıyı eleştirirmişlerdir (Gürses, 2009, s.223). Bu dönemde içerisinde yine İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Siirt’te yaptığı “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz, camiler ise kışlalarımızdır. Okunan ezanı kimse susturamayacak. Türkiye'deki ırk ayırımına kesinlikle son vereceğiz. 
Yolumuzdan Dönmeyiz: 
Gökler yerler açılsa, üzerimize tufanlar yanardağlar saçılsayolumuzdan dönmeyiz. Benim referansım İslamiyet’tir. Bunu dile getiremiyorsam, yaşamamın ne anlamı var? Avrupa'da ibadete, başörtüsüne saygı duyuluyor. Ama Türkiye'de engelleme getiriliyor" konuşması yüzünden 6 Aralık 1997’de DGM’ce TCK’nin 312. maddesine göre "Halkı sınıf, din, ırk, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek" suçunu işlediği gerekçesiyle dava açılmış ve 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır (Özgan, 2008, s.102). 

Yaşanan bu olaylarla beraber o dönem de özellikle önemli bir kurum olan 
Diyanet İşleri Başkanlığı’na danışman olarak Em. Alb. Kalelioğlu görevlendirilmiş ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk asker kökenli danışmanı olmuştur. Dönemin Diyanet İşleri Başkan’ı Mehmet Nuri Yılmaz ise; “Albayım teşkilata çeki düzen verecek diyecek kadar kendisinden umutlu olduğunu belirten” (Opçin, 2004, s.89) açıklamalar yapmıştır. 

Bütün bu yaşanan gelişmeler 28 Şubat 1997 tarihi MGK Toplantısı öncesi ve 
sonrası ile demokratik sistemimize yönelik son Askeri müdahale olan 28 Şubat’tır. 
Ancak belirtmek gerekir ki iki tane 28 Şubat’tan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, 
Necmettin Erbakan'ın başbakanlıktan istifa ettiği 17 Haziran 1997'ye kadar olan 
dönemdir. Bu dönemde, yaşananlar özetle, askeri darbe söylentileriyle hükümetin 
istifasının sağlanmasıdır. İkinci ve etkileri bakımından kalıcı olan 28 Şubat ise 
Başbakan Erbakan’ın istifanın hemen ardından başlamıştır. 
Sivil siyasi düzen üzerindeki etkilerinin bu denli yüksek olmasının başlıca müsebbibi de, normalleşmeyi sağlayamayan Mesut Yılmaz başkanlığındaki Anasol-D Hükümeti olmuştur. 1997 Haziran’ında, Türkiye demokratik normalleşmeyi ararken ve bir an önce seçime gitmeyi istemektedir. Sonuçta bu hükümet, Cumhuriyet tarihinin yolsuzluk iddialı bir gensoruyla düşürülen ilk ve tek hükümeti olmuştur (Özgan, 2008, s.102). 
Dönemin Dz. Kuv. Kom. Ora. Güven Erkaya, daha sonrasında 28 Şubat MGK 
toplantısı öncesi ve sonrasında yaşananları gazeteci Yavuz Donat’a verdiği bir 
röportajda dile getirirken özellikle röportajda bir durum değerlendirmesi yapan Ora. Güven Erkaya; “Son aylarda biz grup olarak, yani komuta kademesi olarak bir misyon üstlendik… Bizim üstlendiğimiz misyonun iki ayağı vardı: Birincisi, irticanın bir tehlike olduğunun Türk toplumu farkına varmalıydı. İkincisi, bu işi asker değil, siviller çözmeliydi. Sivil toplum… Örgütler… Siyaset… Yani silahsız kuvvetler” (Gürses, 2009, s.225). 

Bütün bu yaşanan gelişmeler sonucunda; 28 Şubat süreci ismini her ne kadar 28 
Şubat 1997 tarihli MGK Toplantısından almış olsa da aslında bu sürecin başlaması 
MGK Toplantısı öncesinde yaşanan siyasi ve sosyal olaylara dayanmaktadır. 
Bu siyasi ve sosyal olaylar başta kamuoyu, medya, üniversiteler, siyasi örgütler, sivil toplum kuruluşları ve en önemli unsur olan ordu tarafından dikkatle izlenmiş olmakla beraber bu süreç, 28 Haziran 1996 tarihinde kurulan Refah-Yol Hükümeti, RP lideri Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller’in genel başkanlığını yaptığı DYP koalisyonu sonucunda kurulmuş olmakla beraber laik ve Cumhuriyet karşıtı söylemleri ile ön plana çıkmıştır. 

Yaşanan bu gelişmeler 28 Şubat sürecinin yerel bir hareket olmadığının bizlere 
göstermesi açısından oldukça önemlidir. Son günlerde adının sıkça duymuş olduğumuz “Toplum Mühendisliği” kavramı genel olarak Cumhuriyet’in kuruluşun dan itibaren kendisini göstermiş olmakla beraber özellikle Cumhuriyet’ten bu yana toplumun sosyal yapısı üzerinde adeta toplum mühendisliği yapan, ülke başta olmak üzere Cumhuriyet’in ve her şeyin sahibi olarak kendini gören bir çevre, adeta bir gizli el  bulunmaktaydı. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi tarihine baktığımızda neredeyse her 10 yılda bir 
askeri darbe ya da müdahale olduğunu görmekteyiz. Bu darbe ve müdahaleler başta ekonomi ve güvenlik meselelerinden ziyade en önemli sorunun demokratik rejimin işlerliğinin düzene sokulamayışı olduğu görülmektedir. Cumhuriyet tarihinin ilk Askeri darbesi olan 27 Mayıs 1960 Askeri darbesinden günümüze kadar her 10 yılda demokratik rejim sekteye uğratılmıştır. Bunun belki de en önemli nedenlerinden bir tanesi, Türkiye’nin demokratikleşmeyi ve bununla paralel olarak da modernleşmeyi sanayi devrimi, feodalitenin çöküşü gibi koşullara bağlı olarak değil, bir bağımsızlık savaşı sonucunda elde etmiş olmasıdır (Özgan, 2008, s.113). 
28 Şubat sürecine baktığımızda, bu süreç özellikle; toplumun demokratik bir 
ortam içerisinde seçmiş ve iktidara getirmiş olduğu bir hükümete karşı yapılmış bir müdahale olmasının yanı sıra özellikle oligarşik sınıflar başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve derneklerin o dönem içerisinde bulunan sendikaların, üniversitelerin, medya ve basın organlarının, muhalefet partilerinin, birlikte yaptıkları bir darbedir. 

Bilinmesi gereken önemli bir unsur ise Türkiye’de yaşayan sivil vatandaşların olmaları gerektikleri kadar demokrat, laik, cumhuriyetçi olmadıkları ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalınmadığı sürece, demokrasinin korunması ve gelişmesi hep sekteye uğrayarak gerçekleşecektir. Bunun en önemli nedeni ülkede bulunan başta siyasi partiler olmak üzere yargı, basın ve medya organları, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve dernekler vb. kurumlar demokrasiyi sahiplenmez tam tersi yönde hareket edip yapılan müdahale ve darbeleri destekler ve onaylarlar iseler demokrasiyi yaşatmak gerçekten çok zor olacaktır. 

28 Şubat süreci ile gerçekleştirilmek istenip de hayat bulmayan birçok talep ve 
istek o dönem içersin de gerçekleşmemiş olmakla beraber halkın kendi seçtiğinin seçim yolu ile değil de ancak başka yöntemler ile iktidardan uzaklaştırılmasına tepkisi yine geç olmamıştır. Nitekim 28 Şubat süreci ile siyaset sahnesinden silinmek istenen kadronun, yapılan müdahaleden 5 yıl sonra tek başına iktidara gelmiş olması, milletin 28 Şubat’ı onaylamadığının bir kanıtı olarak gösterilmektedir (Özgan, 2008, s.117). 
Ancak unutulmamalıdır ki bu süreç içersin de yapılan, haklı ya da haksız bütün 
uğraşalar Türkiye Cumhuriyeti’ne zarar vermiş, ülke karanlık dönemlere sürüklenmek istenmiştir. Bununla beraber Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihi aynı zamanda bir askeri darbeler tarihi olarak anılmış olmakla beraber bütün darbe ve müdahaleler de olduğu gibi 28 Şubat dönemi içerisinde de “Hükümet içeriden, devlet dışarıdan” yıpratılmaya çalışılmıştır. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder