26 Kasım 2020 Perşembe

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 6

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 6


Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,


Yani faizleri az mı işlettiler?

Bize bilgi verilmedi. Kaç para üzerinden hesap edildi, nasıl hesap edildi? Nereye,
ne kadar gitti? Bunlar hakkında hiçbir bilgimiz yok ve bu para, niye biz şey yapıyoruz?
Bu para çıkmış, alınmış, haberimiz yok. Konuşuyoruz, ne oldu durumlar,
daha siz hesap cüzdanlarınızı çıkarın, bize getirin, paralar yattığı zaman ödeyeceğiz gibi bir şey çıktı. Ama para alınmış.
Kim almış parayı?
Avukatın şeyine yatmış para daha önceden. Bunu dışarıdan araştırıyorlar zaten.
Çünkü çok zaman oldu. Dört buçuk sene, dört buçuk senede olabilir mi? Şu İş
Mahkemesi’nin şeyde kendi muhabbeti varmış yani biz sormuyoruz, diyor ki,
[…] firmasının altı ay içinde bitirecek bu mahkeme diyor. Hangi altı ay? 2003’ün
Kasım’ı, 2008’in Mart’ı...

Yani beş sene!

Evet. Hani altı ayda bitecekti mahkemeleriniz? Nasıl bir uygulama? Bir kere
bilirkişiye gitti, bilirkişi allem etti, kellem etti ona göre bir hesap çıkardılar. Biz
itiraz ettik, avukat itiraz etti. Hayır dedi, bu şekilde bir hesaplama olamaz, yanlış
hesaplama bu. Hadi tekrar bilirkişi, bir süreç daha başladı. Uzuyor da uzuyor
yani... Dört buçuk sene. Ondan sonra bir daha bilirkişi hesaplamasına gidildi.
O hesaplama da bitti. Ona göre biz bekliyoruz tabii, kendi kararımıza karşın bu
anaparaya göre artık ne alırız, tabii ki ben onun hesabını yapacağım, zaten dört
buçuk sene beklemişim o paraları, ne alırız, ne gideriz diye. Çeşitli kişilere de
hesap ettirdik biz bunu. Ondan sonra oradan bir şey geldi. İşte bir şekilde ne
şey yapıldığı, karar verildiği halde bize, tamam arkadaş para geldi, gelin hesap
kitapla şu paraları alın... (Eskişehir 1)
İstanbullu bir görüşmeci, Hazine’nin el koyduğu bir arsayla ilgili davanın uzayıp
durduğundan söz etti. Bu durum adaletin tecelli etmesinden ziyade, “idare etmek” ti ona göre:
Arkadaşlarımın arsaları vardı. Arsaya devlet bir şekilde el koymuş. Bunun karşısında para vermiş, beş sene olmuş hâlâ daha paralarını almaya çalışıyorlar ve
alamadı. Hâlâ daha uzuyor işte. (İstanbul 5)
Bir başkası da, benzer bir soru üzerine, dört yıldır temyiz sonucunu beklediğini ve
bu yüzden mahkemeleri “kesinlikle güvenilir” bulmadığını anlattı:
[Mahkeme] kesinlikle incelenmiyor. Ben kendi yaşadığım bir olayı anlatayım
yani… Dört sene temyizden cevap gelmedi çok enteresan bir şey... Bizim köyümüzde […] olayı vardı, bununla ilgili olaraktan muhtarı şikâyet ettim. Savcı dosyasını hazırladı, etti, muhtarı suçlu buldu. İlk celsede muhtarı aldı içeriye. Ağır
Ceza’da görülüyor, kaymakam inceledi ilk önce, o yargılanabilir diye o izin verdi.
Ve enteresan bir şey, kendi getirmiş olduğu üç tane şahit, biz çünkü davaya
müdahale edemiyor durumundayız, müvekkil konumunda kalıyorsunuz. Müşteki
durumunda olduğunuzdan davaya müdahale edemiyorsunuz. Ama nereye geleceğim şimdi, kamu davası açıldığından dolayı bu vatandaş suç olmadığını, ikiüç tane yalancı şahitle davayı kendi lehine doğru çevirdi ufak bir cezayla. Bir de
ondan sonra beni de, bana tazminat davası açtı, ben müdahale edemiyorum...
Ondan sonraki yapmış şeyi de tamamen mesela birtakım yasadışı olaylarda hepsi
o şekilde düzeltilmesi için gönderdim temyize, dört seneden beri halen temyizden
bir cevap alamadım.
Deprem mağduru görüşmeci de, açtığı davanın uzamasını ve bunun yarattığı bıkkınlığı şöyle anlattı:
Mücadelemiz var. Sekiz sene oldu ve biz hâlâ, sekiz sene oldu derken, depremin
ilk senesi başlattım. Bir üç buçuk sene sonra dava bitti, arkasından bir davayı
daha başlattık. Dördüncü senede, dört senedir de devam ediyor. Herhalde biriki
sene sonra, bir-iki sene daha devam eder. Öyle, avukatımın söylemesi o oldu
tabii ki de. Ben bu arada Engelli Derneği’ni kurduktan sonra biraz şey yapamadım,
İstanbul’daydı avukatım. Önce davalarımı ben kendim takip ettim. Üç sene
davayı kendim takip ettim, hiçbir avukata bile güvenmeden. Dedim ya bir güvensizlik oldu yani artık her şekilde. Öyle İstanbul’dan bir arkadaşım gönüllü olarak avukatlık yaptı yani, para filan almadan gönüllü girdiği için. Gönüllü girince
herhalde dedim sorumluluğunu aldı ve güvendiğim de bir avukat arkadaş, zaten
kardeşleri falan tanıdık. Fakat son mahkemem biraz ret olması benim çok canımı
sıktı. İşte temyize yolladım dedi. Ne kadar sürecek? İki sene. Davanın temyize
gidip gelmesi bir-iki sene, bilmiyorum bu nasıl adalet işlemi, nasıl sistem iki sene
süren, ben bunu bilmiyorum... (Kocaeli 1)

Bir görüşmeci davalarda haksız olan tarafların zamanın uzamasından yararlanarak
davaları lehlerine çevirebildiklerini söyledi. Ona göre, özellikle davalarda güçlü olan taraflar bu yola başvurarak ya da mahkemelerin bu zaafından yararlanarak avantaj sağlıyorlar:

Babamın mahkemesi var, dört-beş yıldan fazladır mahkemesi sürüyor; davacı
[babam]; davalı olan taraf çok büyük bir firma olduğu için birkaç tane avukatı var
ve olayları haksız olduğu halde [...] kendi tarafına yontabiliyor. Yani bu yüzden bir
sene içinde sonuçlanabilecek bir dava, yıllarca sürebiliyor. [...] Çok basit davalar,
çok nasıl diyeyim gereksiz yerlere takılabiliyor. İnsanlar karşıdaki insanları zorlayabiliyor.

Ne bileyim işte, damım aktı bunu şikâyet için mahkemeye gidebiliyorsun,
bunu bile aylarca, yıllarca uzatabiliyor. Karşı taraf tarafından sallanabiliyor.
(Samsun 2)

Başka bir görüşmeci de, davaların uzamasının, bazı durumlarda bilinçli bir taktik
olduğunu ima ederek, sözü zamanaşımına getiriyor. Özellikle “devlet görevlilerinin
işlediği” veya görüşmecinin verdiği örnekte olduğu gibi, “devlet adına işlenen” suçlarda, bu durumun yaşandığını belirten görüşmecimizin açıklamaları şöyle:
Zaten davaların gecikmesi başlı başına bir sorun. Zamanaşımı olayını ben hiç
anlamış değilim ve bu çok oluyor bizde. Birisi suç işleyecek, sonra altı-yedi sene
geciktir ve suçlu kurtulsun. Bunun bence hukukla hakkaniyetle bir ilişkisi yok. Ya
savcı aramaz birilerini ya polis yakalamaz. Mesela Haluk Kırcı gibi... Sonra da
serbest kalıyorlar. Bu nedenle adalete olan güven de sarsılıyor tamamen. Yapı
çok hantal. Dava çok uzuyor. Davayı kazansanız da çoğu zaman artık bir anlamı
kalmıyor çünkü çok gecikmiş oluyor. Yani bu nedenle Türkiye’de bu yapı işlemiyor.
(Diyarbakır 3)
Van’da görüştüğümüz şahıslar da, yargı sürecinin çok uzun sürdüğünü, bu durumun hak arama konusunda caydırıcı etki yaptığını örneklerle anlattılar:
Benim geçen seneki [olayımdan] mahkemeye gittik, bir sene sonra, iki sene sonra
mahkemeye gidebildik. Davacıydım... aslında davacıydım. Gittim oraya baktım,
davamdan vazgeçtim. Çocuğa bir şey olmadı, çünkü güvenemedim, iki sene
sonra benim çocuğum öldükten sonra iki sene sonra hakkı gelse ne olacak?.. Yani
köylü, yani mahkeme o kadar aciz ediyor ki! En ufak davanın, en çabuk, en çabuk
olanı altı ay. Bunda öyle kararlar vardır, köyde vardır dört sene, beş sene sürer.
(Van 1)

Vallahi 25-30 senedir devam eden davalar var. (Van 3)
Gitmiyor köylü, istemiyor. (Van 1)
Komşu köyle arazi davası 30 yıldır davalı! 30 yıl! (Van 3)
Bizim bir davamız daha var. Bu […] ile Bahçesaray arasında bir mera davası
var. Ve o alüvyon vadi üzerinde tam on iki kişi vuruldu şu ana kadar. 1999’dan
bugüne... On iki kişi vurulmuş, ölmüş gitmiş. Sekiz kişi […] ve şu anda devletin
defalarca, avukatlar devrede, hâkimler gidiyor geliyor, şu ana kadar bir karar verilemedi.

Kaç yıl oldu... Dokuz senedir, hâlâ daha karar verilemedi. (Van 1)

IV) Mahkemelerİn İş Yükünün Ağırlığı

Mahkemelerin, ağır iş yükü altında ezildikleri, bu durumun da adaletin gerçekleşmesini engellediği, yine kamuoyunda sıkça dile getirilen bir husustur. 
Bu durum, özellikle yargı çevreleri tarafından önemli bir sorun ve ciddi bir şikâyet konusu olarak sürekli gündeme taşınmaktadır. Hiç mahkeme deneyimi olmayan kişiler bile, mahkemelerin iş yükünün ağırlığına vurgu yaparak davaların uzaması konusunda benzer algılara sahiptirler:

Bir bilgim yok ama mahkemelerde çok fazla davanın görüşüldüğünü ve hâkim ve
savcıların bu yoğunluktan etkilendiklerini biliyorum. (Sivas 1)
Sivaslı görüşmeci, adalet sisteminin düzgün işlemeyişinin çeşitli nedenleri olduğunu belirtirken, iş yükünün ağırlığına ve çalışma şartlarının elverişsizliğine de
vurgu yapıyor:
Şu anda [yargının düzgün] işlediğini sanmıyorum. Hâkimler ve savcılar siyasî
baskı altında, mahkemelerdeki dava dosyalarının çok fazla olması, çalışma şartlarının düzgün olmaması ve mahkeme süreçlerinin uzun olması yargının düzgün işlemesine engel oluşturuyor. [Mahkemelerin] çok yoğun olduklarını biliyoruz, aynı zamanda savcı ve hâkim sayısının ve mahkemelerimizin fizikî ortamlarının yetersiz olduğu kanaatindeyim. (Sivas 3)
Denizlili görüşmeci de, kendi davasında yaşadığı mağduriyeti hâkimin iş yoğunluğuyla ilişkilendiriyor:
Muhtemelen [...] çok davada benzer şeyler yaşanıyordur. Bence çok fazla davalarının olmasından dolayı olabilir yani, işlerinin yoğunluğundan dolayı olabilir. Yani bir an önce bitsin, yeni birine bakayım diye olabilir diye düşünüyorum. (Denizli 1)
Antalyalı eğitimli bir görüşmeci, iş yoğunluğu nedeniyle hâkimin kendisine ilgisiz
davranmasına ilişkin bir tecrübesini aktarıyor:
Avukat aracılığıyla iki kere gittim mahkemeye... Zaten hâkim sizi istemiyor bir
süre sonra. Yani bir-iki kere görüyor, ondan sonra hâkim sizi çağırmıyor. Çağırmıyor adam, vakti yok zaten. Yani mesela ne bileyim mahkemenin, diyelim ki saat dokuzda veriliyor size, [ancak] birde-ikide girebiliyorsunuz içeri. Öyle durumlar var, hâkim geçiştiriyor her şeyi. (Antalya 1)
İstanbullu görüşmecilerden birisi de iş yoğunluğunun, karar verme yeteneğini ve
çalışma verimini doğal olarak düşürdüğünü söylüyor:
Mesela adlî hâkim aynı günde iki yüz tane davaya bakıyorsa bu adamın karar
verme yetkisinin, karar verme yeteneğini ne ölçüde etkilendiği mi [konuşayım]? Bu da önemli, bu da benle ilgili, alakalı bir şey. Yani adalet dediğiniz sadece hakkın bulunması olarak değil de, aynı zamanda kullanılan kişilerin, çalışan kişilerin de bu işle ne kadar verimli olabilecekleri konusunda... [konuşmak lazım]. (İstanbul 1)

V) Hak Aramanın Pahalı Olması

Görüştüğümüz kişilerin çoğunun, “hak arama” ile “paralı olmak” arasında doğrudan ilişki kurduklarını gözlemledik. Özellikle vurgulanan husus ise, avukat tutmak zorunda kalacakları ve bu yüzden paraya ihtiyaçları olduğudur. Karslı bir görüşmeciye göre, mahkemede asıl mesele, kişinin kendini savunabilmesidir; ama o kendini savunamayacağına göre avukat tutması gerekecektir. Ne var ki parası olmadığı için bunu yapamayacak, dolayısıyla hakkını arayamayacaktır. (Kars 13) Aynı vurgu şu sözlerde de seçilmektedir:
Bazı insanlar zengin olduğu zaman bakarsın avukat tutar, fakirler haklı olduğu
halde hiçbir şey yapamadıkları için haksız durumuna düşerler... Bakıyorsun haklı
insan […] haklı insan ceza çekiyor, haksız insan elini sallayarak gezebiliyor yani.
(Kars 14)
Bazı görüşmecilere göre “hak aramak” masraflı bir iştir. Kişinin maddî gücü yoksa
ya da güçlü değilse, adalete erişmesi de mümkün değildir. Bursalı görüşmecilerin
ifadeleri, bu algıya örnek oluşturuyor:
Örneğin bir boşanma davası bile açıyorum dediğiniz takdirde, en ucuz aslında şey
olaraktan görüyorum ben, adlî takip, evrak takibi tahsilatla ilgili, diyelim ki bir
senetti şuydu buydu en ucuz onlar herhalde, öbür türlü daha fazla. Bilmiyorum
bir milyardan aşağı boşanma açamıyor, ilk önce bir milyarı alıyorlar, çünkü avukatlar da artık şey, yarın öbür gün […] vazgeçiyor dava[dan], o peşin tahsil ediyor, o da haklı... [Bu masraflar karşısında kişi] kesinlikle [hak] arayamaz. Neden arayamaz? Avukatını bulamaz, boşanma davasında açamaz. Boşanma davasında farklı bir şahit getirdi, iş bitiyor. Yani siz de iyi biliyorsunuz, bunlarla ilgili olaraktan iki tane şahit kendi tarafından getirdiği takdirde, yazılı bir şeyiniz olmasa da şahitlerin vermiş olduğu ifade geçerli. Bitti! Yani geçerli oluyor, bu sefer yani o şahit yalancı şahitliği yaptığı ortaya çıkmış olsa, üç tane yalancı şahidi içeri
atmış olsa, emin ol insanlar yalancı şahitlik yapmaktan çekinecekler. Herkesin
yaptığı yanına kâr kalıyor. Bilmiyorum benim izlenimim bu. Ya hep bana böyle
denk geldi. (Bursa 1)
Yine insanların başına gelmeden bilmez. Bir dava açacaksınız; yok dosya parası,
yok harç parası dediğiniz gibi, yok pul parası, yok bilmem ne parası. Bende varsa,
ben getiririm dava açarım size. Olmayan adam nasıl açacak bu davayı? (Bursa 2)
Van’da başına gelen arsa olayını anlatan kişi, mağdur durumdaki kişinin elde edeceği kazanç ile avukata ödemesi gereken bedelin aynı olduğunu söyleyerek, adalete erişim bakımından maddî imkânların önemine dikkat çekiyor:

Şimdi hocam, burada arsanın bedeli zaten 2 milyar, avukatın istediği para 2 milyar.

Yani burada çok değişik hocam, çok değişik!
Yani adalet aramak için biraz da…
Biraz da maddiyat olmak lazım... (Van 2)
İstanbullu bir görüşmeci de, yargıya başvurmanın “pahalı bir şey” olduğunu, bunun da hak aramayı engellediğini düşünüyor:

Hemen aklıma gelen birkaç aksaklıktan bahsedeyim isterseniz. Bir kere çoğu
insan için pahalı bir şey galiba. Yani hakkını aramak çok kolay değil. Çünkü davalar için, her dava için sanırım avukat verilmiyor size. Davacı […] gibi bir şey değil ve uzun sürüyor. Bir öyle, yani ekonomik yönü var. Ondan sonra hani insanların inancı yok galiba sonunda işlerin çözüleceğine dair. (İstanbul 3)

Gölcüklü görüşmeci de, depremde kaybettiği çocuğunun bulunması için giriştiği
hukuk mücadelesinde, daha en başta maddî güçlükle karşı karşıya kaldığını
anlattı:
Bana bir mahkemede on gün süre verildi para yatırmam için. Ben deprem yaşamışım,
enkazdan çıkmışım, hiçbir şeyim yok, hastanelerde kalmışım. On günde
benim yedi buçuk milyar bulmam kolay bir şey değil yani... Tabii ki, tamamen
parası olmayan dava açamıyor, böyle bir şey yok. Hani diyorlar ya işte Baro’dan
avukat veririz, yok ki versinler. Baro’dan avukat yok ki versinler yani. Onun için
tamamen engelleyici benim için. Benim şu anda [...] var, davası görülecek,
gönüllü avukat bulamıyorum ben. Bir sürü haklarım var, alınması gereken, devletin vermiş olduğu üç kuruşu şimdi faiziyle geri alma hikâyesi var. Geri aldı,
faiziyle, katlanaraktan. Belki haklılardır, ama bir engelliye haklı olamazlar. Yani
tamam kesersin maaşını, yollamazsın, ama onun yok olan bir şeyini icrayla geri
alamazsın. Hangi hak bu, hangi adalet bu? (Kocaeli 1)

Maddî zorluklar nedeniyle mahkemeye avukatsız müracaat eden mağdur, bu yüzden davayı kaybetmiştir, görüşmeciye göre.
Kayserili bir görüşmeci de, daha az para ödeyerek tutulan avukatın, davayla yeterince ilgilenmeyeceği kanısında:
Mesela diyelim ki vardın, selamünaleyküm, aleykümselam bana bir avukat lazım.
Tamam, eyvallah tutalım. Tut. Maddî kısımla, malî kısımda, kaç olur kirası, avukatı
tuttum mesela, 5 milyar veya 10 milyar. 
Ha ben bütçem kabul etmiyor, veremediğim için 10 milyar değil de 5 milyara veya 3 milyara tutuyorum. O zaman mesela avukat da onu savunma yapamıyor mesela maddî durumdan... (Kayseri 4)
Bu görüşmeci, avukatların da aralarında anlaşarak davaları yönlendirdiğini düşünüyor:
Şimdi şöyle, avukatlar kendi aralarında anlaşıp, kendi aralarında mesela mağdur
taraf bir suçlu tarafa dava açtığı zaman şimdi bu avukatların ikisi bir araya gelip
bu avukatlar kendi aralarında anlaşıp karşı tarafının [lehine] anlaşıp, kendi aralarında bölüşüyorlar yani. […] Devletin en büyük açığı bu. Benim görüşüm budur yani. (Kayseri 4)

Bu ifadeler, avukatlara güvenin de temel sorunlardan birisi olarak görüldüğüne
işaret ediyor. Avukatlar, adaletin tesisinde rol oynayan vazgeçilmez unsurlardan biri olarak değil, çıkar ilişkilerini düzenleyen, kendi ilişkilerini ve becerilerini haksızlar lehine kullanabilen aktörler olarak görülmektedir. Denizli’de görüştüğümüz ve karısından boşanıp çocuğunu görme problemi yaşayan görüşmeci, çocuğunu görmesi konusunda yaşadığı sorunu avukata bağlamaktadır:
Aslında hâkimden çok avukatlarda problem bence! Mesela benim şimdi bir kızım
var, onu ayda bir kere görebiliyorum, aslında bilmiyordum böyle bir şey olduğunu.
Haftada bir kere de görebilirdim aslında. Yani böyle bir hakkım olduğunu ben o
zamanlar bilmiyordum. Hâkim de bana aynı şeyi bu şekilde söylemedi, yani sen
haftada bir kere de görmek istersin diye bir olay geçmedi. Dolayısıyla işte mahkeme bitti, ama ben sonuçta kızımı ayda bir kere ancak görebiliyorum. Bunun
dışında işte karşı taraf göstermek de istemiyor. Bir hakkım var, ama zor bir hak.
Uğradığınız haksızlığın kaynağı ne sizce?

Bence işte mahkeme de suçlanabilir, suçlamaktansa ben avukatları suçluyorum.
(Denizli 1)

Hak aramanın ve adalete erişmenin önündeki bu tür engellerin kalkması, bir görüşmeciye göre, yargı mensuplarının iyi ücret almalarına ve iyi şartlarda çalışmalarına bağlı:
Yani bir hâkim iyi kazanıyorsa veyahut da sadece hâkim de değil yani adalet sistemi dediğiniz zaman iyi kazanırsa, daha iyi şartlarda çalışırlarsa çok daha iyi
olur. (İstanbul 1)

VI) Yargı Süreçlerİ Dışında Adalet Arayışı

Görüştüğümüz kişilerin çoğu, mahkemelere ve yargı sürecine ne denli az güvenleri
olursa olsun, bir ihtilaf yaşadıklarında başvuracakları başka bir merciin bulunmadığını da teslim etmektedir: “Yani ne kadar doğru olmasa da, adalet adalettir.
[Sorunlarımı çözmek için] mahkemeye giderim.” (Kars 6; Kars 7; Kars 15; Kars 18; Samsun 1; Samsun 2) Yargılanıp ceza alan bir görüşmeci bile mahkemeyi adres göstermektedir:
Bugün en geçerli olan mafya usulü yollar, ama ben hiçbir zaman mafyayla bir
işim olmadı, olamaz da. Kendim yargılamaya çalışırsam aldığım bütün eğitimin
boşa gittiğini hissederim. Yine mahkemeye başvururum ama pek de bir beklentim
olmaz. (Trabzon 1)
Eğitim düzeyi en düşük olanından yüksekokul mezununa kadar birçok görüşmecinin gözünde, mahkeme hâlâ bir “çare yeri”dir. Erzurumlu, okur-yazar olmayan yaşlı bir kadının algısı ile (“Mahkeme açarım, hallederim, hakkımı ararım, vatandaşı ararım, hakkımdan vazgeçmem” [Erzurum 1]) yukarıdaki yüksekokul mezunu kişinin algısı arasında bu açıdan kategorik bir fark yoktur.

Görüşmecilerin genelinde gözlediğimiz, devlete tevdi edilmiş “adalet sağlama”
görevinin bireysel çözüm arayışlarından üstün olduğuna inanma eğilimini, eğitimli
bir görüşmeci şöyle anlatıyor:
Sonuçta hukukî bir sorunsa tabii ki mahkeme yoluyla çözmeyi denerim. Neden
derseniz, en başta da söyledik, toplumdaki bireyleri belli bir düzen içerisinde
tutmak için adalet dediğimiz bir kavram var, eğer bireyler olarak bu kavramları
yok sayar da, her birimiz kendimize göre yeni kurallar ortaya koyarsak... o zaman
sorunlar yumağı çıkar; çünkü o da sorun yaratır, o da sorunu çözmek için farklı
bir yöntem geliştirmek gerekir, o yüzden elimizde hazır olan bir adalet kavramı
ve bunun için yazılmış kavramlar varken, elbette ki kanunlarla çözmeyi yeğlerim;
bunu da mahkeme aracılığıyla yaparım... Hukukî her sorun mahkemede çözümlenmeli. (Samsun 1)

Arabası çalınan, ancak kendi aracını polis yardımıyla değil, kendi çabasıyla bulan
ve savcılık prosedürlerini tamamlayıp aracına kavuşan bir görüşmeci bile, her halükârda tek çare yerinin mahkeme olduğunu vurgulamıştır. Bu kişiyle aramızda geçen diyalog, genel algının tipik bir örneği olarak da okunabilir:
Ben [arabamı] kendi çabamla buldum yani, polisle hiçbir şey olmadı. İsterse
hemen bulabilirlerdi yani.
Peki, polise mi güvenirsiniz mahkemeye mi?
Mahkemeye güveneceksin... İlk önce polise dedim ki, benim arabam kayboldu
dedim karakola, güvenmediğim için ben kendim buldum arabayı, ondan sonra
benim arabam burada dedim.
Peki, her şeye rağmen mahkemelerin adalet dağıttığına inanıyor musunuz?
Valla benim şimdi […] ama ne bileyim valla herhalde çare olur gibi geliyor bana.
Yani bir işiniz düşse mahkemeye gitmekte tereddüt eder misiniz, etmez misiniz?
Etmem. Başka bir yerimiz yok yani.
Neden başka bir yeriniz yok?
Mahkemeden başka kime güveneceksin?
Yani mahkemenin sorunu çözeceğine inanıyorsunuz!
Tek güvenimiz o yani, başka bir şey yok. Şu ağaca çıkarsanız, orada boşluk varsa
oraya basmazsınız, dal varsa dala basacaksınız, o dala basmak zorundayız.
Yani bu tutunacak tek dal gibi...
Tek dal gibi görüyorum evet.
O zaman bu çok önemli bir kurum sizin için, hayatiyet arz ediyor.
Tabii, tabii. Öyle değil mi ama?
Peki, adliyeye giderken herhangi bir tereddüt yaşadınız mı?
Yok. Hiç tereddüt yaşamadım. Dediğim gibi bir güvencemiz ora. Başka yok, kime
güveneceksin? (Yozgat 1)
Buradan yargının adil ve etkili bir şekilde işlemesinin Türkiye toplumu için ne
denli önemli bir konu olduğu sonucunu çıkarabiliriz. “Adaleti temin etmek için ne
yaparsınız” sorusuna verilen ve bu algıyı destekleyen diğer cevaplardan bazıları da
şöyle:
Yok, mahkeme usulü yapmamız lazım, kana kanlan o bir türlü kendin halletmenle
zaten edemeyeceğin bir şey mahkeme usulü devlet usulü onunla halledebilirsin
ancak bizim burada bu böyle. (Kars 1)
Adaleti temin etmek için mahkemeye gitmek gerekir, zaten insan kendisi halletse
ülkede adalet diye bir şey olmaz. (Kars 8)
Önce mahkemeye başvururum. (Erzurum 2)
Elbette mahkemeye. Mahkemeye güvenirim. Yani belki sonuç alamayacağımı
bilirim. Ama doğru olduğunu da biliyorum, yoksa bunu kendim çözmeyi denesem,
diğer insanlardan farkım kalmayacak bu noktada. Medeniyet dediğimiz
şeyin içinde yaşamaya çalışıyoruz; ne kadar yaşıyoruz o da tartışılır. Yani bunu
denerim, şansımı denerim en azından, ne kadar şansım varsa, olabilecek bütün
koşulları zorlarım olması yönünde, ama doğru olarak, adaletli olması için uğraşırım.
Adalet dedik ya, adalet burada başlıyor bence işte. Bir şeylerin doğru yerine,
taşların doğru yere oturması işte adalet bu bence bir olayda. O yüzden mahkemeyi denerim. Ama bazen mahkemeden sonuç alamazsam, kendi yollarımı da denerim bilmiyorum. (Samsun 2)
Aslında [mahkemeye gitmekte tereddüt] etmem... mahkemeye giderim, ama o
şeyi yaşarım içimde, o sıkıntıyı, o şeyi yani biz gidiyoruz ama ne olacak hani ya
bundan bir şey çıkarsa? Başka yapacak bir şey yok, hani kural koyucu biz değiliz,
kanun koyucu da biz değiliz. Yani atıyorum komşum benim tavuğumu kesti diye,
ben de onun tavuğunu kesmem. (İstanbul 1)
Eğer kendimin çözebileceğine inandığım bir konuysa kendim halletmeye çalışırım.
Eğer ki hukuksal bir bilgi birikimine gerek varsa ya da hukuksal yollarla
çözülmesi gerekiyorsa muhakkak ki mahkemeye başvururum ve sorunlarımı halletmeye çalışırım. (Sivas 2)


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder