8 Kasım 2020 Pazar

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 9

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 9


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, 


2.3. Türkiye’de Askeri Eğitim.,
 

 “Maarif Programlarımızın, Maarif siyasetimizin temel taşı, Cehlin izalesidir.” 
 Mustafa Kemal ATATÜRK 

Eğitim kavramı oldukça zengin bir içeriğe sahip olmasından dolayı çok çeşitli 
şekillerde tanımlanmıştır. Kısa bir zaman öncesine kadar eğitimin en çok kabul gören tanımlaması, “kişiye istendik davranışlar kazandırılması” idi (Özdemir, 2011, s.41). 
Bununla beraber eğitimin genel kabul gören iki tanımı vardır; 
“İnsan davranışlarında bilgi, beceri, anlayış, ilgi, tavır, karakter gibi önemli sayılan kişilik nitelikleri yönünden belli değişmeler sağlamak amacıyla yürütülen düzenli bir etkileşimdir”. Kişinin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla istenilen yönde ve bir dereceye kadar kalıcı değişmeler meydana getirme sürecidir (TBMM, 2012, s.131). Eğitim kavramı oldukça zengin bir içeriğe sahip olmasından dolayı çok çeşitli şekillerde tanımlanmıştır. 

Eğitimin bu tanımlarıyla beraber, eğitimde asıl nokta insanın hedef ve konu olmasıdır. Orta Asya’da hüküm süren Türk Devletleri’ne kadar geriye gidildiğinde 
Türklerin düzenli ordulara sahip oldukları görülmektedir. Sırasıyla Büyük Selçuklu 
Devleti, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı Devleti de dâhil olmak üzere kurulmuş tüm Türk Devletleri’nde ordunun yeri ve önemi büyük olmuştur. TSK kendisini Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve onu önceleyen ilkelerin gerçek koruyucusu olarak görmektedir (TBMM, 2012,s.131). Osmanlı Devleti de kendisinden önce gelen Türk Devletleri’nin ordularının kuruluş teşkilatlarından istifade ederek kendilerine has bir ordu meydana getirmiş ve benimsedikleri disiplin, eğitim gibi temel özellikleri almıştır (Özgan, 2008, s.2). 

Askeri okullar ve bu okullara alınan öğrenciler, çok sıkı bir eleme ve kontrol 
soncundan geçmektedir. Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eğitim ve öğretimdeki hedefi; “Her zaman muharebeye ve göreve hazır, kazanmaya azimli, üstün vazife şuuruna, mutlak itaate, üstün fizik ve moral gücüne, çağın gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip, çok iyi yetişmiş personele sahip olmaktır.” şeklinde verilirken, TSK Eğitim-Öğretim Sisteminin ana felsefesinde “Her türlü tehdidi önleyecek şekilde harekât icra edebilecek bir eğitim ve öğretim seviyesine ulaşmak ve idame ettirmek” ifadesi de yer almaktadır (Komisyon, 2012, s.34). 

Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadroların asker kökenli olmalarından 
ötürü rejimin ve Cumhuriyetin asli koruyucu unsuru olarak daima kendilerini 
görmüşlerdir. Bundan ötürü asker ya da asker kökenli kişiler kendilerini bu yola 
adamışlardır. Özellikle bu anlamda korunması gereken unsurların başında; devlet 
otoritesi, cumhuriyet, demokrasi, ülkenin bütünlüğü ve laikliktir. Özellikle laiklik ilkesi TSK mensupları tarafından daima muhafaza edilmiş ve korunmuştur. 
27 Mayıs’ın etkili isimlerinden Orhan Erkanlı’nın Askeri eğitimle ilgili görüşlerine baktığımızda; “Türk subayının yetişme tarzı diğer ordulara hiç benzemez. Diğer ordularda subaylık herhangi bir devlet hizmeti gibi, profesyonel meslektir. Bizde ise, bir mesleğin çok üstünde millî bir vazifedir. Devlet muhafızlığıdır. Bütün okullarda bu telkinlerle yetişen subaylar, rütbeleri yükseldikçe, yetki ve imkânları arttıkça aynı fikirleri kendi muhitlerine de yayarlar ve böylece okulda başlayan, Cumhuriyeti korumak ve kollamak görevine bağlılık bütün ordu hayatları boyunca onlar için değişmez bir inanç haline gelir. Şartlar gerektirdiği zaman bu vazifeyi yapmak için ya kendileri harekete geçerler veya verilen müdahale emirlerini normal bir vazife yapmanın rahatlığı içinde yerine getirirler” (TBMM, 2012, s.132) şeklinde ki ifadesi Askeri eğitim sistemi içerisinde ki yetişen bireylerin özelliklerini göstermekle beraber, kendilerini Türk Devleti’nin bekçisi olarak görmüşlerdir. Askeri öğrenciler, diğer öğrencilere göre çok farklı bir eğitimden geçmektedirler. Onlara Atatürk’ün çocukları oldukları ve kötülüklerle dolu dünyada çıkarını düşünmeyen bir kadro oldukları defalarca söylenmektedir. İnsanlığın ve bireyin değerlerinden çok, devlet ve ulus değerlerini öğrenmektedirler. En başarılıları, derin bir görev duygusuyla, sadece askeri yönden değil, siyasi ve manevi yönden de Türkiye’nin kaderinin kendilerine bağlı olduğu inancıyla mezun olmaktadır (TBMM, 2012, s.133). Askeri eğitim alan bu kişiler zaman içerisinde düşünceleri o eğitim etrafında şekillenmesinden ötürü zengin bir ülkü ve görev duygusu ile yetişiyorlardır. Yetişen bu kişiler sadece asker olmakla kalmayıp, siyasi ve manevi yönden de Türkiye’nin geleceğine yön vermişlerdir. 

2.4. Milli Güvenlik Kurulu’nun Yeri ve Önemi 

Milli Güvenlik Kurulu bilindiği üzere özellikle II. Dünya Savaşı’nın sonlarına 
doğru birçok ülkede kurulmuş olan siyasi bir kurumdur. Bu kurum özellikle ABD’de NSC’nin (Ulusal Güvenlik Kurulu) oluşturulmasından sonra bütün ülkelerde yaygın olarak kurulmuş ve aktif olarak görev yapmıştır. MGK’nın ülkemizde ki teşkilatlanması ise özellikle Milli Mücadelenin ve Kurtuluş Savaşının başarı ile sonuçlanmasının ardında özellikle I.TBMM’de kurulan ve Anayasa ile kanunlaşan Harp Encümeni Kanunu’nda belirtilmiştir. Özellikle, MGK’nın işlev ve esaslarını çağrıştıran ilk kurul 1922 yılında kurulan “Harp Encümeni”dir ( Balcı, 2000, s.50). 1922 tarihli Harp Encümeni ile beraber ülkemizde Milli Güvenlik açısından baktığımızda 1933 tarihli “Yüksek Müdafaa Meclisi ve Umumi Kâtipliği” ve 1949 tarihli “Milli Savunma Yüksek Kurulu” ülkemizde milli güvenlik konusunda 1961 yılına kadar hükümete yardımcı olmuştur. 

1949 yılında kurulan Milli Savunma Yüksek Kurulu 12 yıllık bir geçmişten 
sonra yerini 1961 Anayasası ile anayasal bir organ olan Milli Güvenlik Kurulu’na 
bırakmıştır. Harp Encümeni, Yüksek Müdafaa Meclisi ve Milli Savunma Yüksek 
Kurulu’nun görevleri “milli savunma” ya yönelikken, yeni teşkil edilen MGK’nın 
görevi “milli güvenlik” gibi kapsamı daha geniş bir terime yerini bırakmıştır (Gürses, 2009, s.55). 
1961 Anayasası’nın ilk halinde ki Milli Güvenlik Kurulu’na ilişkin 111. madde 
şöyledir: “MGK, kanun dâhilinde ki Bakanlar ile Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet 
Komutanlarından oluşur. MGK’ya Cumhurbaşkanı Başkanlık eder, Cumhurbaşkanı 
bulunmadığı zaman, bu görevi hükümetin başkanı yani Başbakan yapmaktadır. MGK, millî güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sağlanmasında yardımcılık etmek üzere gerekli temel görüşleri Bakanlar Kurulu’na bildirir.” şeklinde izah edilmiştir. 
MGK’da sivil üye sayısı daima asker üye sayısından fazla olmuştur. Bu durum 
kararların alınmasın da sivil iradenin etkin olduğunu göstermekle beraber ve bu yüzden MGK’da sivil otoritenin askeri otoriteye bağlı hale gelmediğini göstermektedir. Bu düşünce doğru olmakla birlikte uygulamada askerlerin kendi tercihlerini hükümetlere dayattıkları görülmüştür (Yazıcı, 1997, s.83-84). 
129 sayılı Kanun’un 2’nci maddesine göre MGK’nın görevleri şunlardır: 
Milli Güvenlikle ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sağlanmasında Bakanlar Kurulu’na yardımcılık etmek üzere; 

1. Milli Güvenlik Politikası’nın esaslarının hazırlanması ve bu politikanın tadil ve tashihi, 
2. Bu esasların uygulanmasıyla ilgili olarak Milli Güvenlik konularının her biri 
için milli plan ve programların hazırlanması, bunların tahakkuku için, nihai ve 
ara hedeflerin tespiti ve bu konudaki faaliyetlerin ahenkleştirilmesi, 
3. Bütün devlet teşkilatına, her türlü özel müessese ve teşekküllere ve vatandaşlara düşecek top yekûn savunma ve milli seferberlik hizmetlerinin ve 
sorumluluklarının tespiti ve bu konuda lazım gelen kanuni ve idari tedbirlerin 
alınması, 
4. Bakanlıklar tarafından hazırlanacak Milli Seferberlik Planlarına (Sivil 
Olağanüstü Hal Planlarına) temel olacak esasların tespiti, bu planların 
ahenkleştirilmesi, izlenmesi ve değerlendirilmesidir. Milli Güvenlikle ilgili temel 
görüşler Bakanlar Kurulu’na bildirilir (Gürses, 2009, s.56). 

MGK’nın görevleri yukarıda izah edilmiş olmakla beraber, MGK ayda bir kez 
toplanır, bunun yanında Başbakan’ın gerekli gördüğü hallerde de istek üzerine 
toplanabilmektedir. Toplanan bu kurulda kararlar oy çokluğu ile alınmaktadır. Eşitlik halinde ise Başkan yani Başbakan’ın tarafının görüşü kabul edilir. Bununla beraber Milli Güvenlik Kurulu Sekreteri de toplantıya katılır ancak oy hakkı bulunmamaktadır. 

Gerekli görüldüğü hallerde ilgili bakanlar veya uzman kişiler de toplantıya katılır ve görüşleri alınmaktadır. MGK toplantılarından sonra Genel Sekreterlik tarafından kamuoyuna gerekli açıklamalar yapılmaktadır. 
MGK kararlarının hukuki niteliğine değinirsek; 1961 Anayasası’nın 111. 
Maddesinde de, MGK’nın çalışma usulünü düzenleyen 129 sayılı kanunda da MGK 
kararlarının hükümetler açısından uyulması yahut dikkate alınması mecburi kararlar olduğu konusunda bağlayıcı bir ifade yoktur. Aksine Anayasa “görüş bildirmek” gibi Bakanlar Kurulu’nun dikkate almak veya uymak konusunda serbestçe hareket edebileceğini anlatan bir ifadeyi tercih etmiştir. Bu yüzden MGK kararlarının hükümetler açısından sadece istişari bir nitelik taşıdığı açıktır. Ne var ki, istişari olmaları nedeniyle hukuki bağlayıcılıkları olmayan bu kararları hükümetlerin dikkate almamak veya bunlara uygun davranmamak konusunda ne ölçüde serbest oldukları tartışmaya açık bir konudur (Gürses, 2012, s.59). MGK, hakkında yapılan çalışmalar sonucunda ise özellikle 12 Mart 1971 Askeri müdahalesi sonrasında yapılan anayasa değişikliği ile MGK kararlarının hükümetler üzerindeki etkisi daha da güçlendirilmiştir. 

Klasik darbelerin sonuncusu olan 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile ise MGK’da ise yine değişiklikler yaşanmıştır. Özellikle yapılan bu değişiklikler ile beraber kararların hükümetler üzerindeki etkisi güçlü kılınacak şekilde ifadeler kullanılmıştır. Böylece Ordu, asıl görevi olan yurt savunması görevini yerine getirmenin yanında sivil iradeye ait olması gereken alanlara nüfuz edecek bir takım yetkiler elde etmiştir (Gürses, 2009, s.59). 
   Özellikle Askeri Darbeler tarih boyunca sivil hükümetlerden bir şeyler koparmıştır. 
Her Askeri müdahale, askeri alanın belli özerklikler kazanmasına ve siyasal 
iktidar denetiminden sıyrılmasına ya da siyasal alanda bir takım görevler yüklenmesine yol açmıştır (Gürses, 2009, s.60). Özellikle TSK bu siyasi darbelerle beraber daima kendine özerk bir alan seçmiş ve o olanda sivil hükümetler üzerinde ki etkisini göstermiştir. Bu özerkleşme sonucunda da MGK’da bazı değişiklikler yapılmış ve 
yapısını etkilemiştir. MGK Askeri darbe ve müdahaleler sonrası askeri cenahın daha 
çok ağırlığını hissettirdiği bir yapıya bürünmüştür (Tanör, 1986, s.121). MGK’nin 
özellikle bazı dönemlerde olduğu gibi, 1961 Anayasası’nın 1971 değişiklikleri ile 
beraber, 1982 Anayasası’nın 2001 değişiklikleri ile beraber MGK’da birtakım 
değişiklikler olmuştur. 
Anayasalarımıza göre MGK’nın kuruluş amacına baktığımızda; ilk olarak 1961 
Anayasası’nda, “MGK, millî güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve 
koordinasyonun sağlanmasında yardımcılık etmek üzere gerekli temel görüşleri 
Bakanlar Kuruluna bildirir.” 1971 Anayasa değişiklinde ise; “MGK; millî güvenlik ile ilgili kararların alınmasında ve koordinasyonun sağlanmasında gerekli temel görüşleri Bakanlar Kuruluna tavsiye eder”. 1982 Anayasası’nda ise; “MGK; Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli koordinasyonunun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirir.” 1982 Anayasası’nın 2001 yılında yapılan değişiklikle beraber; “MGK; Devletin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulanması ile ilgili alınan tavsiye kararları ve gerekli koordinasyonunun sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kurulu’na bildirir. Kurulun, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü tedbirlere ait kararlar Bakanlar Kurulu’nca değerlendirilir.” Görüldüğü gibi, 1982 Anayasası’nda kurulun amacı için oldukça kapsamlı bir tanım yapılmıştır (Gürses, 2009, s.73-74). 

 MGK; yasama, yürütme ve yargı organlarında olduğu gibi bir Anayasal organ 
değildir. Ancak MGK’nın bütün yetki ve görevleri Anayasa ile belirlenmiş ve 
düzenlenmiştir. MGK yasal bir unsur değil sadece görüş bildirme, tavsiye niteliği 
özellikleri taşımaktadır. Son olarak 18 Ocak 2003 yılında yapılan Anayasa değişikliği ile beraber Adalet Bakanı ve Başbakan Yardımcılarında MGK üyesi olmaları kararlaştırılmıştır. Böylece askeri üyelerin sayıları sabit kalırken sivil üyelerin sayılarında bir artış meydana gelmiştir. 

10. CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder