9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 40

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 40


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu,Zaviye ve Medreseler, İmamhatip Liseleri,




Refah- Yol Hükümeti’nin düşürülmesi sonrasında, Cumhurbaşkanı Süleyman 
Demirel Hükümeti kurma görevini ANAP lideri Mesut Yılmaz’a vermiştir. ANAP, DSP ve DTP’ den oluşan ve CHP’nin de dışarıdan destek verdiği Anasol-D Koalisyon Hükümeti kurulmuş olması ile beraber askeri kanat MEB’in ve Diyanet İşlerinden sorumlu bakanlıkların DSP’ye verilmesi arzulamış ve bu şekilde daha doğru olacağını ifade etmiştir. Çünkü ANAP içerisinde bulunan Korkut Özal, Cemil Çiçek gibi muhafazakârların 8 yıllık eğitim konusunda ki görüşleri herkesçe biliniyordu. DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in bu iki önemli bakanlığı istemesinde ki temel amacı ise “laik-anti laik” tartışmaları sırasında CHP’ye gittiği sanılan oy potansiyelinin yeniden sağlanması ve bu kurumların ANAP’lı yöneticilerin elinden alınmasının daha doğru olacağı düşüncesi idi. Netice itibariyle DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit amacına ulaştı ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesinde sıkıyönetim komutanlığı yapan MGK eski sekreteri emekli korgeneral Ragıp Uluğbay’ın kardeşi Hikmet Uluğbay Milli Eğitim Bakanlığına getirilmiştir. 

Anasol-D Hükümeti’nin koalisyon protokolüne baktığımızda; ülkeyi 54’üncü 
hükümet tarafından içine düşürüldüğü rejim ve devlet bunalımından kurtarmak, 
toplumda ki gerginliği ortadan kaldırarak uzlaşmayı sağlamak, ahlaki yozlaşmayı 
durdurmak, kamu yönetiminde ki yıpranmaya son vererek temiz toplum özlemini 
gerçekleştirmek, ülke ekonomisini tekrardan üretken hale getirmek ve devletin 
saygınlığını artırmak, laik, demokratik Cumhuriyet’i güçlendirmek amaçları ile 
kurulduklarını ifade etmişlerdir. 
Protokolde ki eğitimle ilgili maddeler ise şöyleydi; “8 yıllık zorunlu ve kesintisiz 
temel eğitim uygulamaya konulacaktır. Anayasanın 24’üncü maddesine uygun olarak, temel eğitim kurumlarında zorunlu din kültürü ve ahlak öğretimine devam edilecek; bunu dışında ki din öğretimi ve eğitimi ailelerin istemesine bağlı olarak, “devletin gözetim ve denetimi” altında verilecektir. Ülkenin geleceğinin ve çağdaşlaşmanın öncüsü olan gençlerimizin eğitim ve öğrenim sorunlarına özel bir önem verilecektir. Eğitimde sadece fırsat eşitliği değil olanak eşitliği de sağlanacak tır. Eğitimin tüm kademelerinde, Atatürk ilke ve inkılaplarını özümsemiş, milli, manevi ve ahlaki değerlerimizi benimsemiş, bilimsel düşünceye yatkın, bilgi çağının gereklerini yerine getirebilecek bilgi ve becerilerle donanmış insanlar yetiştirmek temel amaç olacaktır” (Çetinkaya, 2005, s.99-100) şeklinde ifade edilmiştir. Anasol-D Hükümeti’nin göreve başlaması üzerinden daha 1 ay bile geçmemiş iken 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi tekrardan gündeme gelmiş konu adeta kriz ve hükümet kavgasına dönüşmüştür. 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi, 22 Temmuz 1997’de yasa tasarısı olarak meclise sunulmuş ancak öncesinde ANAP’lı bazı bakanların Bakanlar Kurulunda yasayı imzalamaması tekrardan kavganın çıkmasına sebebiyet vermiştir. Sabah saat 5’e kadar süren Bakanlar Kurulu toplantısında “8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi” ele alınmış DSP’li Bakanlar yasa tasarısını imzalanmış ve Bakanlar Kurulundan ayrılması sonrasında yasa tasarısı ANAP’lı Bakanlar arasında uzun bir süre tartışılmıştır. Yaşanan bu kavga sonrasında çıkan krizin temel sebebi ise; DSP’li Bakanların Kur’an Kurslarının MEB’e bağlanması isteği üzerine çıkmış ve daha sonra DSP’li Bakanlara “Kur’an kursları Diyanet’te kalacak ama denetimin MEB’in yapacağı” bir ara formül iletilmiş ve bu konu üzerinde DSP’li Bakanlar ikna olunca konu uzlaşı ile çözümlenmiştir (23 Temmuz 1997), Milliyet, s.1. Anasol-D Hükümeti’nin 8 yıllık kesintisiz eğitim ve Kur’an kursları konusundaki tutumu hükümet içerisinde kavga ve kısa süreli bir kriz ortamının yaşanmasına neden olmuştur. Bu durum MGK Genel Sekreteri Org. İlhan Kılıç’ı harekete geçirmiş ve Başbakan Mesut Yılmaz’ı ziyaret eden Org. İlhan Kılıç görüşmeden ayrılırken gazetecilerin soruları karşısında; “8 yıllık kesintisiz eğitime bu yıl geçilecek” açıklamasını yapmıştır. 

MEB Hikmet Uluğbay, 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası daha meclis gündemine 
gelmeden jet hızıyla işe koyulmuş ve illere birer genelge gönderen Bakan Uluğbay; yasanın uygulama esaslarını belirleyerek il ve ilçelerde “8 yıllık kesintisiz ilköğretimin uygulamasını izleme ve icra kurullarının” oluşturulmasını istemiştir. 
8 yıllık kesintisiz eğitim yasası mecliste görüşülürken DYP lideri Tansu Çiller 
ve eski MEB Mehmet Sağlam’ın yasa hakkındaki düşünceleri yasaya muhalefet 
olmaları bazı kesimlerin tepkisini çekmiştir. MGK’nın 31 Mayıs’ta ki toplantısının 
zabıtları kamuoyuna açıklanıyor ve o dönem içerisinde “kesintisizi” savunanların nasıl bir U dönüşü yaptıkları anlatılıyordu. Eski Bakanın yasa hakkında ret oyu kullanması ve bu durumun medyaya sızdırılması skandal haber olarak ülke gündeminde yer etmiş ve sonrasında seçim bölgesi Kahraman Maraş’ın DYP’li ilçe ve belediyelerde ki hayali kadroları sahte evraklarla bakanlığa aldığı yönündeki haberlerle eski MEB Mehmet Sağlam hakkında adeta siyasi linç girişimleri başlatılmıştı (Çetinkaya, 2005, s.101). 
28 Şubat sürecinde gerek basın ve medya organları, gerekse muhalefet 
partilerinin etkin bir konumda bulundukları bilinmekle beraber bunların üzerinde asıl önemli ve potansiyel gücün asker olduğu herkes tarafından bilinmekte idi. Bu süreç içerisinde özellikle 8 yıllık kesintisiz eğitim meselesi aylarca tartışılmış TBMM’de sabahlara kadar süren 37 saatlik çalışma sonrasında 277 milletvekilinin oyu ile 16 Ağustos 1997 tarihinde yasallaşmıştır. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Süha Sevük üniversitenin açılış konuşmasında; “Hepimiz kabul etmeliyiz ki Türk silahlı 
kuvvetlerinin baskısı olmasaydı, parlamentomuz bu kanunu çıkaramazdı” (24 Eylül 1997), Hürriyet, s.1 şeklindeki açıklaması askeri baskı olmasaydı 8 yıllık kesintisiz eğitim kararı çıkmazdı şeklinde yorumlanmıştır (Çetinkaya, 2005, s.101). “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kararının tarihi MGK’da ki serüveni 
genel olarak bu şekilde gerçekleşmiş olmakla beraber sonuç olarak 8 yıllık kesintisiz eğitim ve Kur’an kursları konusunda başarıya ulaşılmıştır. Bu bağlamda İmam Hatip liselerinin orta kısımları kapatılacak, ilköğretimi bitirmeden hiç kimse Kur’an kurslarına gidemeyecekti. 

Uzun ve mücadeleli sürecin sonunda perde arkasında fırtınaların koptuğu eğitim 
meselesinde yukarıdaki kararlar alınmış (Çetinkaya, 2005, s.102) ve Türkiye’nin 
2000’li yıllarında ki eğitim sistemi ve uygulanacak olan eğitim politikalarına olan etkisi karar sonrasında da tartışılmış ve günümüzde de hala tartışılan konular arasında yerini almıştır. 

5.1.6.1. Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim tartışmaları 

Cumhuriyet dönemiyle birlikte başlayan eğitim alanında ki reform hareketleri 
daha sonraki süreçlerde de devam etmiştir. Özellikle Tevhid-i Tedrisat (Eğitim-
Öğretim Birliği) yasası, yeni Türk alfabesinin kabulü, 1961 yılında çıkarılan 222 sayılı ilköğretim kanunu ve bununla beraber 1973 yılında çıkarılan 1739 sayılı “Milli Eğitim Temel Kanunu” ile eğitimde önemli reform hareketleri sağlanmıştır. 
Türkiye’de 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısı ile başlayan süreçte meydana 
gelen siyasal iktidar değişimi ve uygulamaları demokrasi açısından hala 
sorgulanmaktadır. “28 Şubat süreci” ile başlayan dönemde uygulamaya konulan 
zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılmasına dair uygulamanın, İmam-Hatip Okulları’nın orta kısımlarının kapanması ve Kur’an Kursları bağlamındaki bir tartışma alanına hapsedilmiş olması uygulamanın geniş ölçekli yansımalarının görülememesi ne neden olmuştur (Şimşek, 2012, s.177). 28 Şubat sürecinde, toplumun önemli bir kesiminden tepki almasına rağmen -aslında İmam Hatip liselerinin ortaokul kısmı hedef alınarak- kesintisiz olarak uygulama konulan zorunlu eğitim, ilköğretim müfredatında ve okulların mekânsal yapısında bir değişiklik gerektirdiği için uzun süre millî eğitim planlamasını alt üst etti (Özoğlu, 2012, s.32). 
Türkiye’de zorunlu eğitim süresinin, 14.06.1973 tarihli ve 1739 sayılı “Millî 
Eğitim Temel Kanunu’nun” 24. Maddesinde değişiklik yapılarak 18.08.1997 tarih ve 23084 sayılı Resmi Gazete ’de yayınlanması sonrasında, zorunlu eğitim süresi 8 yıla çıkarılmıştır. 24. Madde ile yapılan değişiklik “Bütün İlköğretim kurumları sekiz yıllık okullardan oluşur. Bu okullarda kesintisiz eğitim yapılır ve bitirenlere ilköğretim diploması verilir” şeklinde düzenlenerek yürürlüğe girmiştir (Resmi Gazete, nr: 23084, 1997,s.3). 
1973 tarihli 1739 sayılı “Millî Eğitim Temel Kanunu’nun” 24. Maddesinde 
yapılan bu değişiklik ile beraber “Zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıl olarak 
düzenlenmesi ve İmam-Hatip Okulları da dâhil olmak üzere tüm meslek liselerinin orta kısımlarının kapatılmasına” neden olunmuştur. Bununla beraber, 22 Temmuz 1999 yılında yürürlüğe giren 633 sayılı kanunun Ek 3. maddesinde “İlk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri dışında, Kur’an-ı Kerim ve mealini öğrenmek, hafızlık yapmak ve dini bilgiler almak isteyenlerden ilköğretimi bitirenler için Diyanet İşleri Başkanlığınca Kuran Kursları açılır. Bu kurslardaki din eğitim ve öğretimi kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır. Ayrıca ilköğretimin 5’inci sınıfını bitirenler için tatillerde ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetim ve gözetiminde yaz Kuran Kursları açılır. Kuran Kurslarının açılış, eğitim öğretim ve denetimleriyle bu kurslarda okuyan öğrencilerin barındığı yurt veya pansiyonların açılış ve çalışmalarına dair hususlar yönetmelikle düzenlenir.” hükmü yer almaktadır (Şimşek, 2012, s.178). 
28 Şubat süreci ve sonrasında eğitim alanında yapılan uygulamalar genel olarak 
yukarıdaki kanun değişiklikleri ile sağlanmış olmakla beraber 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu “8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi” benimsemesi, ancak geçici bir maddeyle ortaokul bu zorunluluk dışında tutulması, 1973 yılından 1997 yılına kadar Türkiye zorunlu eğitimin süresinin artırılmasına yönelik uzun vadeli ve sistemli bir çalışma yapmadan uluslararası ve iç politikalardaki gelişmeler sonucu 8 yıllık zorunlu eğitim gündeme gelmiş ve aniden plansız bir şekilde 16.08.1997 tarihinde 4306 sayılı yasayla sekiz yıllık zorunlu ilköğretim uygulamasına geçilmiştir. Oysa 8 yıllık zorunlu eğitim uygulamasına geçiş çalışmaları 1973 yılında sistemli ve planlı bir şekilde başlasaydı, belki de bugün zorunlu eğitime geçiş sorunlarının birçoğunu tartışır durumda olmayacaktı (Kıran, 2000, s.1). 
Yaşanan bu gelişmeler ile beraber, zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla 
çıkarılmasından sonraki süreçte 1998 yılında MEB tarafından hazırlanan 
“Cumhuriyet’in 75. Yılında Gelişmeler ve Hedefler: Milli Eğitim” isimli yayınında 
(MEB,1998, s.9) zorunlu eğitim sürecinin örgün eğitim sınıflaması içerisinde en önemli bölümünü meydana getirdiğini ifade edilmiştir. Bununla beraber, zorunlu eğitim süreci ile öğrencilerin iyi insan, iyi yurttaş olarak yetiştirilmeleri, kendileri ve toplum yaşamları için gerekli genel bilgi, tavır, tutum ve davranışlar ile ekonomik anlamda üretkenlik kazanmalarının amaçlandığı ifade edilmiştir (Şimşek, 2012, s.179). 
Zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılmasını destek verenler ve 
Türkiye’de 28 Şubat sürecinde 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesinden dolayı İmam-Hatip Okulları’nın orta kısımlarının kapatılmasını olumlu bir gelişme olduğunu ifade etmektedir. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle birlikte velilerin uyandığını, İmam-Hatip Okulları’na yapılan kayıtlarının %50 oranında düştüğünü ve bu okullardan mezun olanların devam edebilecekleri yükseköğretim programlarının sadece din eğitimi ile ilgili programlarla sınırlandırılmasıyla da din eğitimi konusunda olması gerekenin gerçekleşeceğini ifade etmektedir. Türkiye’de din görevlisi yetiştirilmesine yönelik kurulan İmam-Hatip Meslek Okulları’nın yerine Tevhid-i Tedrisat Kanunu delinerek kurulan ve şeriat telkini yapan din liselerinin kurulmasıyla başlayan sorunlu süreç, Türkiye’de ihtiyaç duyulan dini hizmetlere yönelik din görevlilerinin yetiştirilmesi için din meslek okullarına dönülmesiyle bu durumların son bulacağını ifade etmiştir (İlhan, 1999, s.282). 
Türkiye’de zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılması ve eğitim 
alanında yaşanan bu tartışmalı sürecin tarihsel temelleri bulunmaktadır. 
Zorunlu eğitim süresinin kesintisiz 8 yıla çıkarılması tartışmaları ilk defa 12 Mart 1971 askeri muhtırası ile gündeme gelmiş olmakla beraber söz konusu bu uygulama konusunda 28 Şubat 1997 post-modern Askeri darbesiyle demokratik yollarla iktidara gelmiş bir hükümetin düşürülüp baskı ve dayatmalarla yeni bir ara rejim hükümetinin kurulmasına kadar 
herhangi bir adımın atılmadığı bilinmektedir. 
28 Şubat sürecinde çokça dile getirilen “irtica tehdidi ve şeriat” kavramının aslında o dönemde Türkiye’de siyasi düşünce ve tercihlerdeki farklılaşmaları ve pozitivist-materyalist tek parti ideolojisi olan Kemalizm’in ve ona dayalı devlet anlayışının gerilemesi içerisinde olduğunu ifade eden Dursun; irtica tehdidi ve şeriatın bedelinin İmam-Hatip Okulları’na ve Kur’an Kurslarına ödetilerek halkın arkasında durduğu bu kurumların önünün kesilmesi adına 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin araçsallaştırıldığını ifade etmesi bakımından oldukça önemlidir. 
Bununla beraber yaşanan 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim uygulaması eğitimle ilgili herhangi bir iyileştirme çabası veya eğitimle ilgili bir kaygı neticesinde  uygulamaya konulmamıştır. Bu uygulama her zaman olduğu gibi Türk siyasetine 
egemen dayatmacı ve totaliter karar alıcıların, toplumdaki siyasi değişmelerin, 
farklılaşmaların, yeni talep ve yönelişlerin önünü kesmeye yönelik bir proje olduğunu ve 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin amacının siyasi temelli olduğu ve topluma mal edilemeyen ideoloji ve değerlerin devlet eliyle yaşatılmak istenmesi çabası şeklinde yorumlamıştır (Dursun, s.1999, s.222-230). 

28 Şubat 1997’de MGK’da zorunlu eğitim-öğretim süresinin 8 yıla çıkarılması 
yönünde görüş belirtilmesinin teknik bir konu olmasına rağmen, kendisine yüklenen farklı anlamlardan dolayı konu siyasal bir olay haline gelmiştir. Bu dönemde 8 yıllık zorunlu eğitim fikrine karşı çıkanların da, uygulamaya destek olanların da aslında nesillerin nitelikli yetişmeleri kaygısından ziyade, kendi ideolojilerine göre eğitim sisteminin nasıl şekilleneceğinin kavgasını verdiklerini, ağacı yaşken kendilerine göre eğmek istediklerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu bağlamda eğitimin devletin tekelinde olmasına karşı çıkmakla beraber 8 yıllık eğitimle öğrencilerin devletin resmi ideolojisine daha çok maruz kalarak entelektüel bir kişilik geliştiremeyecekleri öngörüsünde bulunmuştur (Erdoğan, 1999, s.55-59). 
28 Şubat sürecinde post-modern darbeyi yapanlar tarafından 8 yıllık zorunlu 
kesintisiz eğitimin olmazsa olmaz hedef haline getirildiği ve bu hedefin gerçekleşmesi adına dönemin Refah-Yol Hükümeti’nin yıkılmasının sebebinin Türkiye’nin eğitim ile ilgili ihtiyaçlarının gözetilmesinin olmadığı; bu adımın altında yatan temel sebebin ideolojik tahrikler neticesinde laikçi-sekülarist çevrelerde gelişen din sendromu olduğunu dile getirmiştir. Dönemin hükümet ortağı olan RP’nin oylarını artırmasını İmam-Hatip Okulları, İlahiyat Fakülteleri ve Kur’an Kursu mezunlarının sayısal olarak artmasına bağladığına dair iddiaların bu tür eğitim kurumlarının karşısında duran laikçi-sekülarist çevrelerde din eğitimi sendromunu meydana getirdiğini bu dönemde 2005 yılında RP tabanının desteklediği siyasal partinin %65 oyla tek başına iktidara geleceğine dair hesaplamaların yapılması da bu eğitim kurumlarının önünün kesilmesine yönelik 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçiş sürecini hızlandırmıştır. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin ana amacı İmam-Hatip Okulları’nın ve Kur’an Kursları’nın budanmasıdır. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim yasasının uygulanmasının 
hemen akabinde İmam-Hatip Okulları’nın orta kısımlarının kapandığını, Kur’an 
Kurslarına zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılmasından dolayı öğrenci alınamaz hale 
gelindiğini ve YÖK tarafından İmam-Hatip Okulu mezunlarının devam edebilecekleri yükseköğrenim alanların sınırlandırılması neticesinde 1997-1998 eğitim öğretim senesinde İmam-Hatip okullarının öğrenci kayıtlarının yarı yarıya düştüğünü ifade etmektedir (Kocabaş, 1999, s.178-179). 
1997 yılında, 2005 yılına dair seçim sonuçları üzerinden iktidar sahiplerinin 
düşünce üretmeleri her ne kadar normal kabul edilebilse de, üretilen düşüncelerin hayata geçirilmesinde eğitimin en önemli bileşen olarak ele alınması dikkat çekicidir. 1997 yılında Türkiye’de iktidarda bulunan hükümetin bir ortağının (Refah Partisi) seçim başarısını bazı eğitim kurumlarına bağladığı doğru kabul edilerek ilgili partinin eğitimi siyasetin malzemesi haline getirmesi gibi bir durum ne kadar kabul edilemezse, yine eğitim kurumları üzerinde, insan merkezli düşünceden uzaklaşılarak, sırf iktidar hesaplarına binaen bazı tasarruflarda bulunulması o kadar kabul edilemez. Bu süreçte istemediği halde devletin yasal zorunluluk olarak bireylerin önüne koyduğu ve evrensel insan hakları bakımından da izahı güç yasaklar neticesinde bireylerin yaşadıkları psikolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel çıkmazların Türkiye’ye ve Türkiye’de yaşayan insanlara zarar verdiği ise tartışılan konular arasında yerini almıştır (Şimşek, 2012, s.183). 

5.1.6.2. Zorunlu eğitimin tanımı, amacı ve nedenleri 

Zorunlu Eğitim; “Milli Eğitim Temel Kanunda ve Anayasada tüm vatandaşlara bir hak olarak verilen ilköğretimin, bireylerin kendi isteğine, keyfiyetine bırakılmaksızın herkesin kullanması gereken zorunlu bir haktır şeklinde ifade edilmiş ve bireyin bunu kullanma ve kullanmama hakkı sınırlı tutulmuştur. Bu bakımdan eğitim, özellikle ilköğretim bir hak olmaktan çok, bir zorunluluktur” (Kıran, 2000, s.1) şeklinde ifade edilimiştir. 

Zorunlu Eğitim, bireyin belli bir yaşa geldiğinde eğitime başlamasını zorunlu kılan bir kavram olmasının yanında devletin vatandaşı yükümlü kıldığı, vatandaşın da bu ödevi yerine getirme yükümlülüğü olduğu bir eğitim sistemini ifade etmektedir. Temel eğitimin zorunlu eğitimden farkı ise, zamanının ve sabit bir mekânın olmamasıdır. Yani, temel eğitim kavramı zorunlu eğitimden daha 
kapsamlı bir niteliğe sahiptir (Öztürk, 2001, s.89). Temel Eğitim, “Her yurttaşa yaşamında karşılaştığı ve karşılaşacağı kişisel ve toplumsal sorunları çözmede; toplumun değerlerine, düzenlemelerine uyum sağlamada; üretken ve tutumlu olmada temel yeterlilikleri, alışkanlıkları kazandıran bir eğitim türüdür. Temel eğitim; ülkelerin daha ileri eğitim ve öğretim düzeylerini ve türlerini, sistemlerini bir biçimde oluşturacakları, yaşam boyu sürecek bir öğrenmenin ve insan 
gelişiminin temelini teşkil etmektedir” (Kol, 2003, s.9). 

Zorunlu Eğitim, temel eğitim, ilköğretim, 8 yıllık okul adı verilen 7-14 yaş grubunda ki çocukların devam etmeleri gereken ilköğretim okullarında 
yapılan eğitimi ifade etmektedir (Taymaz,1993, s.59). 
“Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim”, 16.08.1997 tarihinde yürürlüğe giren 
4306 sayılı kanun kapsamında Türkiye’de uygulanmaya başlanan temel eğitim 
modelinin adıdır ve 6-14 yaş arasındaki öğrencilerin eğitim ve öğrenim sürecini 
kapsamaktadır. “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kavramında yer alan “sekiz yıl”-“kesintisiz” ve “zorunlu” sözcüklerinin Cumhuriyet öncesi dönemden günümüze eğitim alanındaki gelişmeleri ve eğitim politikalarını izlemeye imkân veren bir hikâyesi vardır. Bu hikâye, salt eğitim politikalarının gelişimi ile sınırlı değildir, aynı zamanda ulusal ve uluslararası ölçekte toplumsal, sosyal ve ekonomik gelişmeleri de kapsamaktadır. 

Zorunlu Eğitim; “Sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim” kavramında, her 
öğrencinin sekiz yıl eğitim almaya mecbur olduğu “zorunlu” sözcüğü ile ifade 
edilmiştir ve bu yeni bir olgu değildir, aksine 19.yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’na kadar uzanır. II. Mahmut Dönemi’nde 1824 yılında yayınlanan bir ferman ile zorunlu 
ilköğretim kavramı dile getirilmiş, kaç yıl olduğu kesin olarak belirtilmese de 
çocukların ergenlik çağına kadar eğitim almalarının zorunlu olduğu ve bu hükme 
uymayanların cezalandırılacağı bildirilmiştir 1876 Anayasası ile birlikte ilköğretimin 
“ Zorunlu ” hale getirilmesi yasallaşmıştır (Çınar, Çizmeci, Akdemir, 2007, s.190). 
Eğitimin amaçları toplumsal beklentileri karşılayacak şekilde düzenlenmelidir. 
Beş yıllık bir süreci ifade eden temel eğitim, zaman içerisinde toplumsal beklentileri karşılayamadığı için sekiz yıllık zorunlu kesintisiz eğitime geçmeyi zorunlu kılmıştır. 
Zorunlu eğitimin temelinde ise, eğitimi yaygınlaştırmak, eğitimin niteliğini yükseltmek, maliyeti azaltmak vb. nedenler etkili olmuştur (Baş, 2001, s.3). 
Zorunlu Eğitimin temel amacı; meslek becerisi kazandırmak, mesleki bilgi ve 
beceri öğretmek değil, mesleki yatkınlığı ortaya çıkarmak olmalı, seçimlilik dersler ve ders dışı etkinlikler bu anlayışla düzenlenmelidir (Baş, 2001, s.20). Sekiz yıllık zorunlu eğitim sistemi, beş yıllık eğitim sisteminin yetersiz kalması ve beklentilere cevap vermemesinden dolayı ortaya çıkan bir eğitim sistemidir. Bütün bu gelişmeler ile beraber eğitim ve öğretim faaliyetleri devlet gözetim ve denetimi altına alınmış olmakla beraber; Anayasanın 42. Maddesinde: “Kimse eğitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılamaz” şeklinde ifade edilmiştir. Bu yasa ile beraber, eğitim hakkı devlet ve yasa güvencesi altına alınmıştır. Zorunlu eğitim ile beş yıl olan zorunlu eğitim süresi, sekiz yıla çıkmış; aynı zamanda, pansiyonlu ve yatılı ilköğretim olmak üzere üç türlü eğitim verilmeye başlanmıştır (Yabancı, 2004, s.17). 
Zorunlu Eğitim kavramı, bazı ülkelerde sadece ilköğretimi kapsarken, bazı 
ülkelerde ise ilköğretim ile sınırlı kalmayıp, orta öğretimi ve daha uzun bir zaman 
dilimini kapsamış olmakla beraber bu durum Türkiye’de ise ortalama sekiz yıl olarak ifade edilmiş ve gelişmiş ülkelerde ise bu süre 10-12 yılı bulmaktadır (Öztürk, 2001, s.17). 

Zorunlu Eğitimin amacı genel olarak; toplumsal refahı yükseltmek, eğitimde kaliteyi sağlamak, bireyin zihinsel, psikolojik sosyal ve ekonomik yönden ileri bir 
seviyeye yükseltmektir. Bununla beraber zorunlu eğitim sosyal açıdan şu gerekçelere dayandırılabilir; 
. Bireyin meslek kazanımını daha erken bir süre içerisinde sağlayıp kalifiyeli elemanlar yetiştirmek, 
. Bireyin sosyal uyumunu sağlamak ve toplum bilinç oluşturmak, 
. İlköğretim çağındaki çocuklara toplumsal rol ve görevlerin öğretilmesini sağlamak. Bu sayede farklı ortamlara giren çocukların uyum sorunun ortadan 
kaldırmak ve sosyalleşmesini sağlamak, 
. Zorunlu eğitimin ülke genelinde uygulanması ile devletin fırsat ve imkân eşitliğini sağlamasına bağlı olarak devlete olan güvenin artması. Bu sayede 
devletin itibarını artırmak, devlete karşı işlenen suçları engellemek ve azaltmak, 
. Türkiye’nin fiziki ve coğrafi şartlarından kaynaklanan gelir düzeyi ve eğitim düzeyleri arasındaki farkı en aza indirmek. Toplumda ki eşitsizliği kaldırıp 
toplumsal barışı sağlamak, 
. Küçük yaşta evlenmelerin önüne geçmek ve erken yaşta doğuma bağlı olarak oluşan, bebek ve anne ölümlerini en az seviyeye indirmek ve nüfusun kontrol 
altına alınmasını sağlamak. 
. Küçük yaşta çocuk işçiliğinin önüne geçmek, çocuklara gereğinden fazla sorumluluk verilmesini engellemek, 
. Çocuk suçluluğunu en az seviyeye indirmek, töre suçlarında çocukların suç işlemesini engellemek. Çocukların işlediği suçların önüne geçmek. Çocuk 
işçiliğinin ve zorla yaptırılan; dilencilik, mendil satma gibi kabul edilmeyen davranışların önüne geçmek. 
Zorunlu Eğitimin tanımı ve nedenleri yukarıdaki ifade edilmiş olmakla beraber özellikle “İlköğretim Kurumları Yönetmeliği” incelendiği zaman 
ilköğretimin amaçları, Türk Milli Eğitimin genel amaçları ve temel ilkeleri doğrultusunda baktığımızda; 
. Öğrencileri ilgi, istidat ve kabiliyetleri istikametinde yetiştirerek hayata ve üst öğrenim kurumlarına hazırlamak, 
. Öğrenciye, Atatürk ilkelerine ve inkılaplarına Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na ve demokrasinin ilkelerine uygun olarak haklarını kullanabilme, 
görevlerini yapabilme ve sorumluluklarını yüklenebilme bilincini kazandırmak, 
. Öğrencinin milli kültür değerlerini tanımasını, takdir etmesini, çevrede benimsemesini ve kazanmasını sağlamak. 
. Öğrenciyi toplum içindeki rollerini yapan, başkaları ile iyi ilişkiler kuran, iş birliği içinde çalışabilen, uyum sağlayabilen iyi ve mutlu bir vatandaş 
olarak yetiştirmek, 
. Bulundukları çevrede yapacakları eğitim, kültür ve sosyal etkinliklerde milli kültürün benimsenmesine ve yayılmasına yardımcı olmak, 
. Öğrenciye fert ve toplum meselelerini tanıma, çözüm arama alışkanlığı kazandırma, 
. Öğrenciye sağlıklı yaşamak, ailesinin ve toplumun sağlığı ile çevreyi korumak için gereken bilgi ve alışkanlıkları kazandırmak, 
. Öğrencinin el becerisi ile zihni çalışmasını birleştirerek çok yönlü çalışmasını sağlamak, 
. Öğrencilerin araç ve gereç kullanmasını sağlama yoluyla sistemli düşünmesini, çalışma alışkanlığı kazanmasını, estetik duyguların gelişmesini, 
hayal ve yaratıcılık gücünün artmasını sağlamak, 
. Öğrencinin mesleki ve ilgi yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayarak gelecekteki mesleğini seçmesini kolaylaştırmak, 
. Öğrenciye üretici olarak geçimini sağlaması ve ekonomik kalkınmaya katkıda bulunması için bir mesleğin ön hazırlığını yaptıracak, mesleğe girişini 
kolaylaştıracak ve uyumunu sağlayacak davranışları kazandırmak (Yabancı, 2004, s.18-20). 

Yukarıda izah edilen açıklamalar ile beraber ilköğretim temel amacı bireyin sosyal yaşamında başarılı olmasını sağlamak, içinde bulunduğu topluma uyumunu 
sağlamakla beraber, kültürel yönden gelişmesini sağlamak, sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak gelişmesini sağlayıp topluma sağlıklı bireyler kazandırmaktır. 

41. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder