9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 36

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 36


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu,



    5.1.4.2.4. XV. Milli Eğitim Şurası’nın sonuç ve uygulamaları: 

1. XV. Milli Eğitim Şûrası ile oluşturulmak istenen Türk Eğitim sistemi çağdaşlarından belki ileriydi ama geri değildi. Türkiye’nin eğitim yapısı için 
çağdaş çözümler üretmişti. Üstelik demokratik ve eğitimle ilgili kesimlerin, öğretmen sendikalarının katılımıyla kararlara ulaşılmıştı. 
   Şûrada alınan en önemli karar olan “8 yıllık temel eğitime geçilmesi” kararı 4306 sayılı yasa ile 1997’de uygulamaya konulmuş olması, XV. Milli Eğitim Şurası’nda hem alınan kararlar olarak hem de alınan kararların yaşama geçirilmesi bakımından en önemli başarısıydı. Öğrencilerden “eğitime katkı payı alınması” kararı dışında toplumun hemen hemen bütün kesimlerince alınan kararlar olumlu bulunuyordu. Yalnız, 8 yıllık temel eğitim kararı konusunda toplumun önemli bir bölümü uygulamanın 5 + 3 biçiminde olmasından yana idi. Karar ve uygulamanın kesintisiz 8 yıl olarak gerçekleşmesi toplumun bazı kesimlerince olumlu karşılanmadı. Yalnız, -diğer şûralarda olduğu gibi- önemli bir sorun vardı. Kararların alınıp alınmaması, şöyle ya da böyle alınmasının da üstünde olan sorun, uygulamada idi, yani alınan kararların uygulamaya aktarılmasında idi. 
2. Önceki Şûralarda da yer alan Milli Eğitim Akademisi’nin kurulması kararı yine XV. Milli Eğitim Şurasında ’da karardan uygulamaya geçememiştir. 
3. Yeni Milli Eğitim Personel Kanunu, Öğretmen Personel Kanunu çıkarılmamıştır. 
4. Yukarıda ifade edilen olumsuz çıkarımlarının yanında, Şura süreci bakımından olumlu yönde kararların alındığında göz ardı edilmemelidir. Bu çıkarımlarda, 
dönemin Milli Eğitim Bakanı Turhan Tayan’ın şûra açılış konuşmasındaki sözlerine baktığımızda; 

“Şûraya, Milli Eğitim Şûrası Yönetmeliği gereğince, TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı ve üyeleri, Milli Eğitim eski bakanları, Müsteşarları, Talim ve 
Terbiye Kurulu eski başkanları, her bölgeden seçilmiş vali, il ve ilçe belediye başkanı, il ve ilçe belediye encümeni üyeleri, muhtarlar, milli eğitim müdürleri, ilköğretim müfettişleri, okul yönetici ve öğretmenleri, YÖK Başkanı ve vekilleri, çeşitli üniversiteden bilim adamları, olan uzmanları, Bakanlığımız üst düzey yöneticileri ve Bakanlık müfettişleri, diğer bakanlıkların, sendikaların, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcileri katılmaktadır. Bu ifadelere göre toplanan Milli Eğitim Şûrasına 1000’e yakın üye ve gözlemci (müşahit) katılmaktadır. 
Bu şûra, toplumumuzun barış ve hoşgörü anlayış ve duygularının yansıtılacağı, eğitimdeki ihtiyaç ve beklentilerin dile getirileceği, görüş, öneri ve çözümlerin sunulacağı bir demokrasi platformu olacaktır.” Yine burada göz ardı edilemeyecek bir olgu, olumsuz, bir olgu olarak, ya da çelişki olarak şu söylenebilir. Yukarıda geçen demokratik platform ’un ne kadar demokratik yöntemle seçilip şûraya katıldığı ile ilgilidir. Şûraya seçilen Milli Eğitim Bakanlığı yönetici ve diğer personeli kendi meslek gurubu ya da öğretmen ve diğer eğitim çalışanlarının seçimi ile değil, bakanlığın kendi seçimi, kendi tasarrufu ile olmasıdır. 
5. Anadolu öğretmen liselerinin bünyesindeki döner sermaye işletmelerinin kaldırılması hakkında şûranın aldığı karar öğretmen okullarının geleneksel 
yapısından uzaklaşmasını sağlamak çabası olarak değerlendirilebilir. Bu değerlendirmenin bir başka yönü de; uygulamada, döner sermayelerin çoğu 
yıllardır zarar etmekte ve bu yönüyle de eğitim sistemine yük olmaktaydı. 
6. Şûra kararlarından genel ve mesleki liselerin bünyesinde bulunan ortaokulların ayrılması ve şûranın yapıldığı yılı izleyen yıl, 16.08.1997 tarihli ve 4306 sayılı 
yasanın yürürlüğe girmesi ile uygulamada ki yerini aldı. 
7. Şûra kararlarından; ilke olarak alanında yetişmemiş olan üniversite mezunları, ilköğretim okullarına (sınıf veya dal öğretmeni olarak) atanmamalıdır, kararına 
karşın, diğer kararlarda bu ilkeye aykırı, hatta tam tersi kararlar vardır. 
Yukarıdaki ilkenin yer aldığı paragraf “ancak” diyerek devam etmekte ve yukarıdaki ilkeyi etkisizleştirmektedir. Şöyle ki; “Ancak; son yıllarda MEB’de ki 
sınıf öğretmeni açığının çok büyük olması ve bunun gelecek birkaç yıl içinde daha da artmasının beklenmesi nedeniyle; Eğitim Fakültelerinin farklı bölümlerinden mezun olanların istihdamını mümkün kılmak üzere sınıf öğretmenliği alanında en az bir yıl süreli “Öğretmenlik Meslek Eğitimi Programları düzenlenmelidir” demektedir. 
Bu şekilde çözüm yerine, “sınıf öğretmenliği” ile ilgili kontenjanların daha önceden planlanarak kontenjanlarını artırılması kararı verilerek ve bu karar uygulanarak 
daha sağlıklı çözüme gidilebilirdi. 
8. Yine bu çelişkili kararlarla beraber kendi içinde 7. Maddedeki çelişkiyi taşıyan bir karar ise; “Öğretmenin vekili olmaz” ilkesinden hareketle, vekil öğretmen 
kadroları kaldırılmalıdır. Böylece, eğitim-öğretimin asil öğretmenler tarafından verilmesi sağlanmalıdır. Raporlu ve asker öğretmenlerin yerine 3/2 maaşla 
görevlendirilenler olabilir. Ancak bunların da yüksek öğrenimli olmasına titizlik gösterilmeli, sözleşmeli olmaları sağlanmalıdır. 
9. Bu Şûrada yönlendirmeye önem verilmesine ve bakanlığın bu yöndeki çabalarına karşın uygulamada kendini hissettirememiştir. Etkin bir yönlendirme 
sistemi kurulamamıştır. 
10. Daha ilk adımında eğitimde niteliği düşürmeye getirecek bir karar ve daha da olumsuz yanı bu kararın uygulamada yerini almış olmasıdır: 

Yüksek öğretimde kapasiteyi artırmak için; 

. İhtiyaç duyulan alanlarda ikinci öğretim teşvik edilmelidir. 
. Çok kampüslü büyük üniversitelerin daha küçük üniversitelere bölünmesi ve bölünen üniversitelere de yeni birimler eklenerek kapasite artırımına 
gidilmelidir. 
. Gelişmekte olan üniversitelere daha fazla olanak verilerek kapasite artırımı sağlanmalıdır. 
Yukarıdaki üç maddenin hepsinde görülen olgu nitelikten ödün verilerek nice gelişme sağlamayı amaçlamaktadır. 
11. Eğitim sisteminin finansmanı konusunda alınan; siyasal erk kamu kaynaklarının tahsisinde eğitime öncelik verilmelidir, yatırım programlarının uygulanmasında politik etkiler kaldırılmalıdır, kaynakların yerinde kullanılması açısından eğitimde yerel yapılanmaya geçilmeli, yönetici, öğretmen, öğrenci, veli, sendika ve meslek kuruluşlarının eğitim yönetimlerine katılmaları sağlanmalıdır. Ancak bu kararlarından hiç biri uygulamaya konamamıştır. 
12. Şûrada eğitime kaynak sağlama çabasında, sağlanacak kaynak dağınıklık ve çok fazla çeşitlilik göze çarpmaktadır. Karmaşayı getireceği gözlenmektedir. 
Eğitime finansman sağlanmak istenirse ülkenin başka bir alanda yapılanması için aktarılan kaynaklara da göz dikildiği ve böyle olunca da karmaşaya, 
kurumlar arasında gerginliğe yol açacağı ve daha baştan uygulanmayacağı kestirilebilir. Örnek; THK’nin (Türk Hava Kurumu) gelirinin bir bölümünün 
MEB’e aktarılması, KOSGEB gelirlerinin en az % 5’inin MEB’e aktarılması. 
13. MEB’e kaynak bulmak için yapılan bu çabalara karşın bir taraftan da eldeki mevcut kaynakların özel okullara teşvik niteliğinde sübvanse edilmesini ve özel 
okulların öğrenci başına harcamalarının (kamu okullarında birim öğrenci başına harcanan) % 50 sini aktarmasını getiriyordu ve bakanlık kendi 
finansmanı için aldığı kararları uygulamazken, kendi okullarına kaynak aktarmazken (İlköğretim Okullarına MEB hiç ödenek ayırmamakta, ortaöğretim 
kurumlarına ise ihtiyaçlarının yarısı kadar bile ödenek ayırmamaktadır. Bu durum 21. yüzyıla girdiğimiz 2000 yılında da aynıdır), kendinize bağlı okullar 
kaynak yokluğundan bocalarken, eğitimin niteliğini düşürürken -anlaşılmaz bir anlayışla- özel okullara kaynak aktarılması kararını alıyor ve uygulamaya da 
hemen geçiyordu. Bu durum, doğadaki, toplumdaki her organizmanın genel işleyiş, yaşama, varlığını sürdürme ilkelerine ters bir tutumdu. 
14. Eğitime yapılan bağışların vergi matrahından düşülmesi kararı uygulamaya konulamadı. 
15. Kararlardan, “Açık Öğretim Lisesi ve Açık Yükseköğretim etkinleştirilip yaygınlaştırılacak” kararları uygulandığı gibi bir adım daha atılarak Açık 
İlköğretim uygulamasına ve Açık Öğretim Lisesi bünyesinde Mesleki Açık Öğretim uygulamasına da geçildi. 
16. Yerel yönetimlere yetki verilmesi ve kaynakların yerel olarak kullanılmasını destekleyen; 222 sayılı kanunun daha önce iptal edilen 76-C maddesi yeniden 
konularak, Belediye gelirlerinin % 5 i (ile) emlak vergisi ile çevre ve temizlik vergisinden pay ayrılmalıdır kararı uygulanamadı. 
17. Milli Eğitim sistemindeki sorunların büyük bölümünü çözecek güce sahip olabilecek ve hiç uygulanamayan ve yakın gelecekte de uygulanması 
beklenmeyen karar şöyledir: “Kamu eğitim bütçesinin konsolide bütçe içindeki payı en az % 20, GSMH içindeki payı en az % 8 düzeyine yükseltilmelidir. 
18. Bu Şûrada yeni bir yapılanma olarak her ilde ön komisyon raporları hazırlandı. Sonra bu raporlar 13 il merkezinde birleştirilerek 13 bölge raporu halinde Şûra 
Sekreterliğine sunuldu. Katılımcılık ve sinerji açısından uygulama şûra için olumlu bir adım olmuştur. (Bu konuda ilk uygulama Dokuzuncu Şûrada 
gerçekleşmiş, fakat sürekliliği sağlanamamıştı.) (Deniz, 2001, s.92-95). 

5.1.4.3. Bilgi, eğitim ve iktidar ilişkisi üzerine genel bir değerlendirme 

“Siyasetin tamamı devlet olmasa da, devlet etkinliğinin tamamı siyasettir.” 
Bir ülkenin kalkınmasında eğitimin ne denli önemli olduğu tartışılmaz bir 
gerçekliktir. Halkın eğitim seviyesi, o ülkenin gelişmişlik düzeyiyle paralellik gösterir. 
Bu nedenle ülkede kalkınma hamlesinin istenilen hızda gerçekleşebilmesi için öncelikle eğitilmiş ve eğitimin önemine inanmış yurttaş sayısını artırmak gerekir. Çünkü eğitim seviyesi yüksek olan toplumlarda daha istikrarlı ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel bir gelişme görülür. Sadece gücü elinde bulunduranların değil, tüm vatandaşların daha iyi bir yaşam sürdüğü, eşitlikçi, özgürlükçü bir çoğulcu demokrasi anlayışının daha iyi yerleştiği, insanlara daha fazla hak ve özgürlüklerin tanındığı, barış ve huzur ortamının sağlandığı, refah düzeyi daha yüksek bir toplum söz konusudur (Tok, 2012, s.280). 
Bilgi, düşünsel düzeyde girdi ve çıktı olma özelliğine sahip olan anlamlı bir 
birikim olarak tanımlanabilir. Bilgi ile doğrudan bağlantılı bir süreç olarak 
gerçekleştirilen eğitim ise, sistemli veya sistemsiz olarak muhataplarında gözlenebilir düşünce ve eylem farklılıklarının temelini oluşturan ve altyapılarını kuran bilgi hareketliliğidir (Şimşek, 2012, s.1). Bilgi anlamlı birikim olarak tanımlanabilirken eğitim ise sistemli veya sistemsiz olarak gerçekleşen bilgi hareketliliğidir. Bilgi sahiplerinin doğrudan elde ettiği iktidar kavramı ise, bilgiyi ve eğitimi kendi duygu ve düşüncelerine göre şekillendiren, bilgi ve eğitim kavramları üzerinde doğrudan etki ve müdahalesi olan bir alanı ifade etmektedir. Bilginin anlamlı birikim olarak ilerlemesi ve eğitim ile çok yakından ilişkisi olması ve bunun yanında bilgi hareketliliğinin eğitime yansıması doğrudan eğitim-iktidar ilişkisinin boyutlarını ortaya çıkarması açısından oldukça önemlidir. 
Eğitim, devletin varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek 
için kullandığı en önemli ideolojik araçlardan birisidir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitimi kullanmaktadır (Çetin, 2001, s.206). 

Devlet, elinde bulundurduğu tüm imkânlarla topluma, kendi ideolojik ilkelerini 
öğreten, toplumu bu ilkelere göre terbiye eden bir kurumu temsil etmektedir. Eğitim aracılığıyla devlet, tüm halkın düşünce ve değer yargılarının bir “eritme potası” içinde kaynaştırılıp bütünleştirilmesini gerçekleştirme amacına yönelmiştir (Black, 1989, s.114). 

Eğitim ile siyasal sistem arasında sıkı bir etkileşim vardır. Eğitim; devletin 
varlığını, gücünü ve temel ilkelerini topluma kabul ettirebilmek için kullandığı önemli ideolojik araçlardan biridir. Devlet, toplumsal düzenlemeyi, belirlediği ideolojik amaçlar ve ilkeler çerçevesinde yeniden kurmak için eğitim sistemini ve eğitim kurumlarını kullanır. Bir yandan toplumun ve bireylerin eğitim alanındaki 
gereksinimlerini karşılarken, diğer taraftan devletin ve ideolojik sistemin geleceğini güvence altına alacak uygun biçimde eğitilmiş bireyleri, grupları yetiştirir (Tok, 2012, s.280). 

Türkiye’de iktidarda bulunan siyasal partiler, parti programlarında belirttikleri 
eğitim siyasalarını MEB aracılığı ile ülke genelinde hayata geçirirler. Eğitim sistemi 
üzerinde bütün bunları gerçekleştirebilmek için öncelikle gerekli yasal düzenlemeler yapılır, sonrasında gerekli alt yapılar istenilen amaca uygun hale getirilir (Tok, 2012, s.281). 

Devlet, eğitim kurumları aracılığıyla tüm toplumu kendi ideolojik ilkeleri 
doğrultusunda kodlamakta, eğitmekte ve kendi ideolojik formlarından kaynaklanan sembolleri, simgeleri ve dili topluma yaymaktadır. Eğitim, bir toplumsal ve siyasal kontrol mekanizması olarak modern devletle beraber çok yoğun ve etkin bir alana hâkim olmuştur. Modern devletin öngördüğü egemenlik, ulus yaratma ve merkezi güçlü iktidar ilkeleri eğitimi bu ilkelerin gerçekleştirme alanı olarak görmüştür. Bu yüzden eğitim; siyasal ve toplumsal kabulün, statülerin, kişilik gelişiminin ve birey olmanın bir yolu olarak siyasal iktidarlar tarafından toplumsal alana dayatılan zorunlulukların başında gelmektedir. 
Eğitimin gücü, bilgi ve bilim tekelinin siyasal iktidar tarafından üretilip 
kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bilgi ve bilim üretme tekelinin siyasal iktidarın kontrolünde olması, toplumu bu güce bağlı ve bağımlı kılmaktadır. Toplumsal itaatin siyasal iktidara bağlı ve bağımlı olma derecesi, ona muhtaç olma derecesi ne kadar artarsa siyasal iktidarın meşruluğu da o kadar artacaktır. 

Eğitim ve dolayısıyla bilgi işte bu bağımlılığın en güçlü alanlarından biri olarak siyasal iktidarın meşruiyetine hizmet eden araçların başında gelmektedir (Çetin, 2001, s.207-208). 

Modern dönemde eğitimin bireysel ve toplumsal süreç içerisindeki öneminin 
artması sonucunda, bilgi ve eğitimle ilgili değerlendirmeler de çeşitlilik arz ederek 
süreklilik kazanmıştır. Bilgi ve eğitim hep birlikte bir süreklilik kazanarak gelişme 
göstermiş olmakla beraber, aralarındaki bu ilişki sarmalı günümüz modern toplumların ve sanayi devrimlerinin de temellerini oluşturmuştur. Bununla beraber modern ve gelişmiş toplumlarda bireyler eğitimlerine daha çok önem vermesinin yanında devletin ise eğitim alanında yapmış olduğu yatırımların her geçen gün arttığı bilinmektedir. 

Bireylerin kendi eğitimlerine özen göstermesinin yanında, devletin eğitime olan 
yatırımları ve eğitim politikalarına doğrudan müdahale etmesi ise oldukça anlamlı ve üzerinde düşünülmeye değer konular arasındadır. 
Bir iktidar sahibi olarak devletlerin, tarihsel süreç içerisinde eğitimle ilişkilerinin 
hep aynı nicelik ve niteliğe sahip olmadığı görülmektedir (Şimşek, 2012, s.2). Bu 
anlamda özellikle 18.yüzyıl sonlarında, 19.ve 20.yüzyıllar içerisinde yeni devletlerin ve toplumların ortaya çıkması ile yeni bir dünya görüşün oluşması, yeni felsefi akımlar ve toplumsal olayların başlaması, yeni bir nesil ve modern bir oluşumun başlaması gibi gelişmeler ister istemez bilgi ve eğitim kavramlarını da etkisi altına almıştır. Bütün bu yaşanan gelişmeler ile beraber; idari ve yönetim yapısında da büyük değişiklikler meydana gelmiş, monarşilerin halkın cahil bırakılarak yönetilmesi esasına dayalı eğitim politikalarının yerine “milli, kitlesel” ve devletin denetimindeki okullar aracılığıyla yürütülen “resmi eğitim anlayışı” egemen olmuştur. “Modern yönetim biçimi, toplumsal hiyerarşide yer edinmenin vasıtasının eğitim olduğu paradigmasını yücelterek milli ve kitlesel bir eğitimin gerekli olduğunu ifade etmiştir” (Toku, 1996, s.26-27). Yeni toplumlar ve devletlerin oluşmaya başlaması, yeni yönetim biçimlerini meydana getirmiş, modern devlet yönetimlerinin oluşmasını sağlamış bütün bu yaşanan  gelişmelerinin temelinde ise bilgi ve eğitim kavramlarına verilen önemin her geçen gün arttığı ve resmi eğitim politikalarının yürürlüğe konulmasının etkisi olduğu 
bilinmektedir. 

Yeni toplumların ve devletlerin ortaya çıkması sürecinde, Avrupa’da bilim, 
sanayi, teknoloji, eğitim, sanat, kültür ve din alanında yaşanan önemli gelişmelerin meydana gelmesi bunun sonucunda Reform ve Rönesans hareketlerinin ortaya çıkması sonucunda yeni bir dünya görüşünün yanında, siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerinin artmasının yanında yeni bir dönemi de beraberinde getirmiştir. Bu yeni dönem “modern” kelimesiyle ifade edilmiştir. 

Bu yeni dönemde hâkim olan modernizmin, meşruiyetini sağlama adına bir takım kurumların meydana getirildiği bilinmektedir. Bu kurumlar içerisinde modern eğitim kurumları en önemli yeri işgal etmiştir. Eğitim sistemi ve kurumları yeni oluşan yaşam algısı ve tarzının sağlamlaşması ve devamı adına en temel yardımcı faktör olarak görüldüğünden devletler önceki zamanlarda hiç olmadığı kadar bu dönemde eğitim kurumları ile ilgilenmişlerdir (Gündüz, Doğan, 2011, s. 20). 

Avrupa’da 15. yüzyıldan itibaren bu gelişmeler yaşanırken, Avrupa ile paralel 
bir şekilde olmasa da, Osmanlı Devleti’nde de klasik dönemden ayrılan uygulamalar göze çarpar. Avrupa’daki gelişmeleri takip etme ve uygulama konusunda geç kalındığı iddia edilse de, Osmanlı Devleti de zamanın ruhuna uygun olarak eğitim konusunda özellikle Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonra, önceki dönemlerden farklı tutumlar geliştirmiştir. 
18 ve 19. yüzyılda Batı’nın ekonomik ve mekanik üstünlüğe bağlı olarak, 
Osmanlı Devleti’nde de gelişmenin ve ilerlemenin sağlanması noktasında Batılılaşma ideali benimsenmiştir. Bu ideale ulaşma adına idari, toplumsal ve ekonomik hareketlilikler yaşanmıştır. Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma ideali yönündeki değişim bu zaman dilimleri ile sınırlı kalmamış ve 20. yüzyılda da devam etmiştir. 20. yüzyılda, devletlerin niteliksel dönüşümü ve ulus devlet yapısının idari yapılarda yaygınlaşmasının neticesinde insanların iktisadi yaşantılarından eğitim ile ilgili aktivitelerine kadar birçok alanda köklü değişiklikler meydana getirmiştir. Aslında dönemin koşulları gereği bir süreç içerisinde gerçekleşmesi beklenen ulus devlet olma aşaması, birçok devlet tarafından halkın biçimlendirilmesi yoluyla bir ulus meydana getirilmesi şeklinde oluşturulmaya çalışılmıştır. Türkiye’de de Cumhuriyet’in ilanından sonra ulus devlet olma amacını gerçekleştirmek için ve dünya konjektürüne bağlı olarak Osmanlı Devleti’nin hemen hemen bütün izleri silinmeye çalışılmıştır. Ayrıca kültürel hayatın içindeki birçok pratik uygulamanın yok sayılması beklenmiş ve 20. yüzyıl itibariyle, teknolojik ve ekonomik olarak ileri bir seviyeyi yakalamış olan Batı’nın tüm 
standartları yakalanmaya çalışılmış; milli bir ülkü olarak Batılılaşma hedeflenmiş tir. Bu süreçte birçok kurumda, zor kullanma söz konusu olsa bile, değişme, eskiyi terk etme ve Batı’nın kurum ve değerlerinin ülke insanı tarafından benimsenilmesi amaçlanmıştır. 

Bu amaçların gerçekleşmesinin sağlanması adına yürütülen çalışmalardan, diğer 
toplumsal kurumlar kadar, eğitim kurumu da kendi payına düşeni almıştır (Şimşek, 2012, s.2-4). 

Özellikle Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadelenin başarı ile sonuçlanmasının 
ardından ulus devleti olma yolunda önemli adımlar atılmış, yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmış Cumhuriyet ilan edilmiştir. Cumhuriyet’in ilanından sonra ise her alanda yapılan inkılaplar ve köklü değişimler ister istemez sancılı olmuş bir kısım sorunlarında ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu sorunların çoğu günümüze kadar uzanmakla beraber Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi bugün de hala tartışılmakta ve çözüm yolu aranmaktadır. Cumhuriyet’in ilanından sonra her alanda köklü değişiklikler ve yeniliklerin yapılmaya başlanması ile beraber eğitim alanında da köklü değişimler meydana gelmiştir. Özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra Tekke, Zaviye ve Medreselerin kapatılması, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim-öğretimim alanında birliğin sağlanması, Harf Devrimi ile Latin Harflerinin kabul edilmesi, Halk Evleri’nin açılması ve Köy Enstitüleri’nin de içinde bulunduğu eğitim alanındaki 
uygulamalar Cumhuriyet’in ilk yıllarında ki eğitim politikalarını şekillendirmiş olmakla beraber yeni kurulan ulus devletinin de her alanda olduğu gibi eğitim alanında da ilerlemesini sağlamıştır. 


37. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder