Demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Demokrasi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ekim 2021 Salı

Türkiye - ABD Stratejik Diyaloğu Düşünce Diplomasisi: Yeni Dünya Yeni Ufuklar

 Türkiye - ABD Stratejik Diyaloğu Düşünce Diplomasisi: Yeni Dünya Yeni Ufuklar




TASAM  12 Eki 2021

Türkiye - ABD Stratejik Diyaloğu Düşünce Diplomasisi: Yeni Dünya Yeni Ufuklar
ABD ise geniş yüzölçümü, 330 milyonu yakın nüfusu, sanayileşme ve teknolojide elde ettiği ilerleme, büyüyen ve gelişen ekonomisi, doğal kaynakları, demografik yapısı, Birleşmiş Milletlerdeki veto gücü, IMF ve NATO içerisindeki yeri, uluslararası alandaki saygın konumu ile tüm dünyanın dikkatini her daim üzerine çeken bir güç görünümündedir....

“Düşünce Diplomasisi: Yeni Dünya Yeni Ufuklar“

Dünyadaki temel trendlere bakıldığında “toprak ve makineyi“ takiben “bilgi ve bilgiye dayalı ürünler“ temelli yeni ekonomi çağında küresel rekabet “mikro-milliyetçilik“, “entegrasyon“ ve “öngörülemezlik“ üzerinden gelişmekte, hayatın ve devletin yeni doğasını belirleyen meydan okumaların; “kaynak ve paylaşım krizi“, “üretim-tüketim-büyüme“ formülünün sürdürülemezliği, Çin kaldıracı ile “orta sınıfın tasfiyesi“, “enerji, su ve gıda güvensizliği“, hayatın her alanında “4. boyuta geçiş“, “işgücünde insan kaynağının tasfiyesi“, değişen devlet doğası ve beklenti yönetimi temelinde “sert güçten yumuşak ve akıllı güce geçiş“ olduğu temel referanslar olarak şekillenmektedir.

Tüm bu temel parametreler içerisinde, teknolojideki dönüşümler; yapay zeka, sanal/artırılmış gerçeklik ve mobilite merkezli gelişerek tüm insan hayatını ve doğasını değiştirmeye adaydır. “Endüstri 4,0“ ve “Toplum 5,0“ kavramlarının dünyanın dönüşümünü endüstri ve toplum boyutları ile yönetmek açısından önemli başlıklar olduğu aşikârdır. Bir diğer etken de Çin’in dünya sahnesinde her geçen gün etkinleşmeye başlamasıyla oluşturduğu türbülanstır. Yeni İpek Yolu projesi “Kuşak ve Yol“; hem karadan hem denizden yüzden fazla ülkeyi ilgilendiren bir küresel entegrasyon projesi olarak şekillenmekte, iktisadi pastanın dağılımını kalıcı olarak değiştirmektedir. Orta sınıfı olmayan ülkelerde, otoriter rejimler ya da kaos, iki seçenek olarak önümüzde durmaktadır. Bölgesel ve küresel güvenlik anlamındaki iş bölümünün nasıl yapılacağı ve bedellerinin nasıl paylaşılacağı da önümüzdeki dönemin tartışma konuları olmaya adaydır.

Güvenlik üzerinden yeni ittifakların gelişmesi ise başat ülkelerin aldıkları risklerden ve inisiyatiflerden okunabilmektedir. Mülkiyet ve güç kavramlarının niteliği ile iş modeli tarihsel olarak değişmektedir. “Başarıda Başarısızlık“ sendromu yaşayan AB’nin geleceğini; Brexit sonrası Batı’da yeniden canlanan kamplaşmanın sonuçları belirleyecektir. Tüm bu gelişmelerle birlikte, “Güvenliğin Ekosistemi“, hukukuyla birlikte değişmektedir. “Güvenlik - Demokrasi“ ikilemini bundan sonra çok daha fazla yaşanacaktır. Çünkü orta sınıfı eriyen ve güvenlik ekseni sofistike bir zemine kayan ülkelerde demokrasinin yaşatılması zordur. “Güvenlik bize otoriter rejimler mi getirecek“ sorusunun daha fazla tartışılması gerekmektedir.
Türkiye; 84 milyonluk nüfusu, gelişerek büyüyen ekonomisi ve Afro-Avrasya ana kıtası ortasındaki jeostratejik konumu ile öne çıkmaktadır. Avrupa, Karadeniz, Kafkaslar, Asya, Orta Doğu ve Afrika ülkeleri ile arasındaki tarihî, siyasi ve kültürel bağları, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere uluslararası alanda yükselen aktivitesi, NATO, AGIT ve CICA gibi örgütlerin önemli üyelerinden olması ve son dönemde geliştirdiği aktif dış politikası ile küresel platformda önemi gittikçe artan bir aktör hâline gelmiştir.

ABD ise geniş yüzölçümü, 330 milyonu yakın nüfusu, sanayileşme ve teknolojide elde ettiği ilerleme, büyüyen ve gelişen ekonomisi, doğal kaynakları, demografik yapısı, Birleşmiş Milletlerdeki veto gücü, IMF ve NATO içerisindeki yeri, uluslararası alandaki saygın konumu ile tüm dünyanın dikkatini her daim üzerine çeken bir güç görünümündedir.
Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ilk temaslar 18. yüzyılın sonlarında Akdeniz’deki Türk limanlarında sürdürülen deniz ticareti ile başlayıp gelişmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile ABD arasındaki diplomatik ilişkiler ise 1927’de başlayıp bilhassa 2. Dünya Savaşı sonrasında hızla genişleyip derinleşmiştir.

Türkiye ile ABD arasında; ikili, bölgesel ve küresel birçok konuda her düzeyde yoğun ilişki ve ziyaret trafiği söz konusudur. Temaslarda, ikili ilişkilerin yanı sıra, terörizm ile mücadele, Suriye, Libya ve Irak’ta yaşanan gelişmeler, PYD/YPG/PKK ve DAİŞ tehdidi öne çıkmakla birlikte, Kıbrıs sorunu ve Doğu Akdeniz, İran, Kafkaslar, Venezuela ile NATO konuları, enerji güvenliği, kitle imha silahlarının yayılması gibi konular da ele alınmaktadır.
Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi sonrasında iki ülke ilişkilerinde hassas bir döneme girilmiştir. Bu bağlamda, FETÖ faaliyetleriyle mücadele ve örgüt liderinin iadesi ikili gündemde en üst sıralarda bulunmaktadır. Karşılaşılan zorluk ve sınamaların aşılması, ikili ilişkilerin gündeminde öne çıkan konuların ele alınması ve işbirliğinin daha da ileri götürülmesi amacıyla iki ülke arasındaki temaslar her düzeyde yoğun şekilde sürdürülmektedir.

Türkiye - ABD ekonomik ve ticari ilişkilerinin hukuki çerçevesini 1990 tarihli “Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması“; 1997 tarihli “Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması“ ve 2000 tarihli “Ticaret ve Yatırım Çerçeve Anlaşması“ (TIFA) teşkil etmektedir.
ABD Türkiye’nin önemli ticaret ortaklarından biridir. Türkiye - ABD ikili ticaretinde, 2020 yılında ticaret hacmi yaklaşık 22,1 milyar dolar, ticaret açığı ise Türkiye aleyhine yaklaşık 1,8 milyar dolar civarında olmuştur. ABD 2020 yılında Türkiye'nin en çok ihracat yaptığı 3. ülke ve en çok ithalat yaptığı 5. ülke olmuştur. Türkiye’nin ABD’ye ihraç ettiği başlıca ürünler; motorlu taşıtlar, kazanlar, makine aksam ve parçaları, demir ve çelik, halılar, mineral yakıt ve yağlardır. ABD’nin Türkiye’ye ihraç ettiği başlıca ürünler; hava taşıtları, demir ve çelik, mineral yakıt ve yağlar, kazan, makine ve mekanik cihazlar ile optik, tıbbi ve cerrahi cihazlardır. İki ülke de ikili ticaret hacmini 5 katına çıkarmayı hedeflemektedir.

Türkiye’de 1.874 Amerikan şirketi faaliyette bulunmaktadır. Türkiye'yi 2019 yılında 585.303 Amerikalı turist ziyaret etmiştir.

Demokrasi, laiklik, G20 üyeliği, Dünya Ticaret Örgütü üyeliği ve kalkınmacı ekonomilere sahip olmaları iki ülkenin ortak özellikleridir. Türkiye, büyüyen ekonomisi, geniş pazarı, askerî gücü, bilişim teknolojisindeki üstünlüğüyle küresel alanda etkin bir güç olan ABD’ye gereken önemi vermektedir.

Türkiye, ABD için kilit müttefik olmayı sürdürmektedir ve hâlâ ABD’yi fazlasıyla önemli bir ortak olarak görmektedir. Bu iki ülke Orta Doğu’da barışı ve istikrarı destekleme, terörizme ve aşırıcılığa karşı mücadele, açık ve küresel bir ekonomiye teşvik etme, güvenli enerji taşımacılığı sağlama, Karadeniz’de, Kafkaslar’da ve Orta Asya bölgelerinde güvenliğin sağlanması, Birleşmiş Milletler ile yararlı işbirliğinin devamı gibi çok sayıda ortak menfaati paylaşmaktadır. Böylesine önemli stratejik çıkar örtüşmesi, karşılıklı yararlı işbirliği için gelecek vaat eden spektrum fırsatı sağlamaktadır.

Ancak bugün Türkiye - ABD ilişkileri daha önce sahip olduğu stratejik kaliteden yoksundur. “Model Ortaklık“ beklentileri şöyle dursun; iki taraf da güncel konu alanlarının ötesini görebilmenin zor olduğu kanısında olup gerçek çıkarları ile siyasi amaçları arasında etkili bağ kurmakta zorluk yaşamaktadır. Bu ilişki yapısı, her iki ülke için daha geniş stratejik çıkarlara hizmet edebilmesi adına genişletilmeli ve derinleştirilmelidir. Bu bağlamda Haziran 2021’de yapılan son NATO Zirvesi'nin ve Devlet Başkanları düzeyinde yapılan görüşmenin sonuçları, rol paylaşımı ve önceliklerin yeniden belirlenmesi için yeni bir milattır. Yaşanacak gelişmeler; sürdürülebilir, reel politik ve karşılıklı önceliklere dayalı bir süreç gelişip gelişmeyeceğini teyit edecektir.

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle ivme kazanan küreselleşme ve ardından çok boyutlulukla gelen temel eğilim, ülkelerin tek başlarına değil belirli bölgesel işbirlikleri ve bölge-ötesi ortaklıklar vasıtasıyla güçlenmesi yönündedir. Ülkeler artık ekonomik, siyasal, kültürel bakımdan diyalog ve iş birliğine dayalı açık bir yapıya doğru yönelmekte, uyum sağlayamayanlar ise ciddi istikrarsızlıklar yaşamaktadır.

İki ülkenin, bölgesel meselelere çözüm bulunması hususunda işbirliği içinde çalışmalarına duyulan ihtiyaç da derinden hissedilmektedir. Çok boyutlu şekillenen dünya güç sistematiği içerisinde Türkiye - ABD ilişkilerinin ifade edilen “model ortaklık“ niteliği kazanabilmesi için, yalnızca siyasi ve stratejik temelli değil, her parametrede karşılıklı derinlik oluşturacak bir yapıya doğru yönelinmesi gerekir. Tarih; iki ülkeye karşılıklı bağımlılığı derinleştirecek stratejik fırsatlar sunmaktadır. Bu bağlamda sektör temsilcilerini stratejik boyutu da kapsayan bir yaklaşımla bir araya getirecek olan Türkiye - ABD Stratejik Diyaloğu önemli bir işlev görecektir.

Ana Tema
Düşünce Diplomasisi Yeni Dünya Yeni Ufuklar
***

23 Mart 2021 Salı

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA ) BÖLÜM 3

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA )  BÖLÜM 3


Francis Fukuyama, Tarihin Sonu, Şule ŞAHİN CEYLAN, liberalizm, komünizm, diyalektik, demokrasi,

Ekonominin kötüye gidisini durdurmak için özel sektörün rolünü arttırması ve dışarıya açılması halinde, totaliter devleti bir başka tehlike beklemektedir: 
Ekonomide modernleşme, tüm diğer alanlara yansıyacak, düzeni eleştiren yeni bir aydın sınıfı oluşacaktır. Ayrıca yönetime kimin geleceği anayasayla belirlenmediği 
için, politikacılar reform vaatlerinde bulunup destek toplamaya çalışırlar, ki bu zaten modernleşmeyi tetiklemektedir (Fukuyama, 1999:49). 
Fukuyama’ya göre, ekonominin merkezi bir planlamayla yürütülmesi, sadece rasyonel yatırımları ve teknolojik gelişmeleri engellemekle kalmamış, aynı zamanda çalışma ahlakını da bozmuştur. Diğerlerinden daha verimli ve iyi çalışan kisi, bu yönünün takdir edilmemesi halinde, az emek harcayıp aynı parayı kazanma yoluna gidebilir. Çalışma ahlakı açısından, komünizmin benimsetmeye çalıştıgı grup ruhundan sa, bireysel çıkarlar daha teşvik edicidir ( Fukuyama, 1999:105, 234). 
Totaliter rejimlerin uygulamadaki bir başka olumsuzluğu, çevreyle ilgilidir. Vatandaşlar rejimin katılıma imkan vermeyen yönünden ötürü, çevreyi kirletip 
ekolojik dengeyi bozan kuruluşların faaliyetlerini engelleyemedikleri gibi, devlet politikaları da böyle bir izin vermemekte, bu konuda her hangi bir duyarlılık 
göstermemektedir (Fukuyama, 1999:130). 

3.1.2. Sağ Otoriter Rejimler 

Sağ otoriter rejimler ya faşizm ya da askeri diktatörlük biçiminde karşımıza çıkar. 
Askeri diktatörlüklerin uzun vadeli ve ortak bir felsefi, siyasi, ekonomik dayanağı 
olmadığı gibi, faşizm de felsefi ya da siyasi bakımdan bir bütünlük taşımadığı için, 
kesin sınırlarını belirlemek kolay değildir. Ancak faşizmin genel ögelerinin, kişisel 
haklar yerine ödevlerin ağır basması, eşit ve evrensel olmayışı, ulusal çıkarların ve devletin ön planda bulunması, ekonomik sorunların çözümünde bağımsız bir teori geliştirilmemesi, dış dünyaya karsı saldırgan bir milliyetçiliği beslemesi, ırkçı bir politika gütmesi, parlamenter rejimin temel ilkelerinin reddedilmesi olduğunu 
söyleyebiliriz (Tanilli,1993:67-72). 

Fukuyama’ya göre meşruiyet, sadece sol totaliter rejimlerin değil, aynı zamanda sa otoriter rejimlerin de temel sorunudur. Bireye özgürlük tanımayan, iktidarı tek bir kişinin veya bir grubun iradesine bırakan faşizm ve diğer askeri diktatörlükler, 
yapıları gereği baskıcı ve kısıtlayıcıdır lar. Bu yönü devre dışı bırakmak için, fasist 
rejimler bazı durumlarda plebisit yoluna giderek, iktidarı meşru bir temele 
oturtmaya çalışmışlardır (Tanilli, 1993:71-72). 
Ancak böyle bir gerekçelendirme tek basına yeterli değildir. Sadece zora ve baskıya dayanarak yönetilen bir ülkede, meşruiyet sorunu farklı görünümlerde ortaya çıkabilir. Meşruiyetin sağlanması, itaat eden kişilerden hiç değilse bir kısmının yönetime ve iktidarının haklılığına inanmasına bağlıdır. Meşruiyetin bir soruna dönüşmesi, sıradan halkın inançsızlığından ziyade, yönetime yakın olanların desteğini çekmesiyle gündeme gelmektedir. Temelde meşruiyet krizi, yüksek rütbeli kişilerin, düzenin haklılığına inancını yitirmesinin bir uzantısıdır ( Fukuyama, 1999: 32). 
Sağ otoriter rejimlerde bu sorun iki şekil de ortaya çıkar. Ya faşizm egemendir ve 
insanlar demokrasi ile eşitliğin dışarıda bırakıldığı yüksek bir ülkü etrafında 
birleştirilirler. Ya da mevcut toplumsal düzeni sağlamanın ötesinde bütünsel bir 
amacı olmayan, askeri diktatörlükler, bu amacı gerçekleştirmek için görevi 
devralırlar. 
İlkinde rasyonel olmayan bu yüce hedefe ulaşılamaması, ulaşıldığı hallerde ise, otoriteyi meşru kılan amaç ortadan kalktığı için, rejimin anlamsızlaşması söz konusudur. 
İkincisindeyse, yönetimdekilerin düzeni korumak veya yeniden sağlamak dışında bir rolleri olmadığından, meşruiyetleri de aynı amaçla sınırlıdır. İlk modelden farklı olarak, demokrasi ve halk egemenliği ilkesini reddetmez, ancak toplumun henüz buna hazır olmadığı gerekçesiyle ertelerler. 
Burada amaç ve meşruluk kısa sürelerle sınırlıdır. Böyle bir diktatörlük, saglam bir 
zemin üzerine kurulmadığından, toplumsal düzenin teminiyle meşruiyetini yitirir ya da geniş kapsamlı kalkınma planları yapılmadığı ve vaad edilen düzen 
oturtulamadığı için iktidardakiler kendi rızalarıyla çekilirler. Fukuyama istatistiksel 
bir değerlendirmeyle, terörizmle mücadele, eski düzenin sağlanması, ekonomik 
karışıklıktan kurtulunması gibi sınırlı amaçları bulunan askeri diktatörlüklerin, 
çoğunlukla kendi rızalarıyla en iyi rejimin demokrasi oldugunu ve yerlerini yeni 
yöneticilere bıraktıklarını vurgulamıştır ( Fukuyama, 1999: 34-38). 

Özetle faşizm ya da askeri diktatörlük görünümüyle tarih sahnesinde yerini alan 
otoriter rejimler, uzun süreli meşruiyet sağlayamadıkları ve demokrasi karsısında 
kuvvetli bir seçenek sunmadıkları için daha bastan eksik ve yetersizdir. Yönetenleri, ‘ideoloji’ kavramının soyut ve gerçekliği doğrudan betimlemeyen niteliğini dışta bırakmak için, kendi savlarını ‘dünya görüsü’ olarak tanımlasalar bile (Özcan,  2001:128), böyle bir kavram değişikliği meşruiyet zorunluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. 

3.1.3. İslam 

İslam, toplumsal yasama iliskin bir takım ekonomik ve siyasal düzenlemeler getirmesi bakımından, diğer dinlerden ayrılmakta, bütünsel bir ideoloji olma özelliği de taşımaktadır. Bütün insanları ulusal özelliklerinden ayırarak sadece insan olma vasfıyla değerlendirmekte ve bu bakımdan evrensel bir yönü bulunmaktadır. Hatta bazı ülkelerde liberal demokrasiye baskın gelmekte ya da hiç değilse tehdit unsuru oluşturmaktadır (Fukuyama, 1999:60). 
Fukuyama İslamın bu yönünü ve dünyada azımsanmayacak sayıda insan tarafından benimsenmesini kabul etmekte, ancak liberalizme alternatif oluşturabileceğine inanmamaktadır. O’na göre, İslam sadece su anda kabul gördüğü ülkelerde gücünü devam ettirebilir ya da en fazla eski yandaşlarını yeniden kazanabilir. Evrensel bir yanı bulunmakla beraber, getirdiği dünya düzeninin benimsenmesi inanç boyutundan ayrılamaz. Liberal demokrasinin egemen olduğu ülke halkları açısından cazibe kazanmasını ve tarihin sonunda İslamın mutlak egemenliğini, Fukuyama mümkün görmemektedir ( Fukuyama, 1999: 60). Çünkü İslam demokratik bir hükumet sistemiyle bağdaş sa bile din ve vicdan özgürlüğü ile özgür ibadet hakkı gibi temel haklarla uyumlaştırılması çok zordur (Fukuyama, 1999: 219). 
    İslam dünyasını diğer dünya kültürlerinden ayıran şey, demokrasinin temel ilkelerinden olan dinsel hoşgörüyü reddeden tek sistem olusudur. 
Batıda, devletin dine hizmet etmek yerine, dinsel hoşgörü ve çoğulculuğu benimsemesi, İslam anlayışıyla uyuşmamaktadır (Fukuyama, 2002: 255). 
Ayrıca devletin belli bir dini benimseyerek, vatandaşlarına karsı ısrarcı bir tutum göstermesi, sanıldığının aksine, dinin kisiler üstündeki etkisini azaltmakta 
ve hatta soğumalarına neden olmaktadır (Fukuyama, 2000: 304). 

3.2. Fukuyama’ya Yöneltilen Eleştiriler 

Francis Fukuyama’nın tarihin sonuna erisildigi ve tüm dünya için düşünülebilecek en iyi rejimin liberal demokrasi olduğu tezi, iddialı yapısı dolayısıyla, çok sayıda eleştiriye neden olmuştur. 
Bu eleştirilerin bir kısmı, tezini kuvvetlendirmek için felsefi temel arayışına, Hegel diyalektiğini yanlı yorumlamasına, felsefece düşünme ve gerekçelendirme yönünün zayıflığına ilişkindir. Bazıları tarihin sonu ve liberal demokrasi tezine karsı çıkmamakta ancak bu sonuca varış yolunu eleştirmektedir. 
Bazılarıysa tarihin bir sona ulaştığını bütünüyle reddetmektedir. Hepsine bu metin kapsamında yer vermek mümkün olmamakla beraber, bir kısmına değinmeye çalışacağız. Fukuyama’ya ‘Medeniyetler Çatışması’ teziyle karsı çıkan Samuel P. Huntington, tarihin devam ettiğini, buna dayanarak liberal demokrasi ve hukuk devletinin evrenselleşmedigini, çatışmaların sürdüğünü belirtmiştir (Çağlar, 1996: 168). 
Dünyadaki diğer medeniyetlerin, batıyı taklit etmelerini engelleyecek farklı özellikler taşıdıklarını iddia eder. O’ na göre, yeni dünyadaki mücadelelerin gerçek 
nedeni, ekonomi yahut ideolojiler değil, kültürler arası farklılıklardır. Dünya olaylarında, milli devletlerin rolünü benimsememekte, ancak asıl mücadelenin, farklı medeniyetlere mensup milletler arasında gerçekleşeceğini ileri sürmektedir. Burada belirleyici etken olarak dine ve kültüre yer vermiştir, ki asıl ayrım batı medeniyeti ve diğerleri arasındadır (Yılmaz, 2002: 14). 
Fukuyama, kültürel faktörlerin varlığını reddetmemekte, hatta bunlara bazı durumlarda demokrasiye geçişi engelleyici rol tanımaktadır. Ancak O’na göre, asıl 
belirleyici kültür değildir. Toplumsal özelliklerden ötürü demokrasiye geçiş yavaş olsa bile, herhangi bir medeniyetin mensubu olmak, bu geçişi imkansız  kılmamak tadır. Demokratikleşme sürecindeki siyasi tutum, kültürden daha belirleyicidir. Ayrıca ülkelerin demokratik bir geleneğe sahip olması gerektiği iddiasını da reddetmekte ve başlangıçta ya da sonradan, katı bir otoriter geleneğe sahip hiçbir halkın ve ülkenin bulunmadığını söylemektedir (Fukuyama, 1999: 221-223). 

Kaldı ki ‘‘çağdaş liberal devlet, siyasal barışın temini için, dinsel ve geleneksel kültürlerin sunduğu farklı ahlaki öneriler arasında, hükumetlerin taraf 
tutmayan bir tavır sergilemeleri kavramı üzerine kuruludur’’ (Fukuyama, 2000/b: 19). Fukuyama ve Huntington’ın tezlerinin birbirine zıt yapısı, ilkinin Soguk Sava sonrasında dünya siyasetinin daha az anarşik olacağı, ikincisinin ülke içi 
çatışmaların yerini, medeniyetler arasındaki çatışmaların alacağı tezleri arasında, bir görüş ayrılığını da getirir (Hüseyin, 2002:203). 
Fukuyama’nın tarihin sonu teziyle ilgili şüpheleri ve eleştirileri arttırıp, Huntington ’un söylemini kuvvetlendiren en belirgin yakın tarihli olay, 11 Eylül saldırılarıdır. İşte bu noktada Fukuyama tezinin hala geçerli olduğunu ve yeni durumun bile liberal demokrasinin gücünü sarsamayacağını ileri sürmektedir. O’ na göre, demokrasinin kültürel bir temeli olmakla beraber, Huntington’un iddia ettiği gibi yalnızca batıda geçerli bir işlerliği bulunmamaktadır (Fukuyama, 2002/a: 249). 
Dünyanın birleşmeye doğru gittiği yönündeki bu iyi niyetli varsayım aslında, Batının değerlerinin küreselleşme aracılığıyla tüm dünyaya yayılması arzusunun başka türlü ifade edilişidir (Touraine, 1997: 202). 
Bu noktada İslamın, Fukuyama’nın tarihin sonundaki liberalizm anlayısına bir alternatif olabileceği iddiaları yoğunlaşmaktadır. İslamın, 11 Eylül olayları 
gerçekleşmeden önce de liberal demokrasi karsısında bir seçenek olduğu görüsü, bir nebze kuvvet kazanmıştır. Bu yöndeki eleştiriler, dünya nüfusunun önemli bir 
bölümünün müslüman olusuna, farkında olarak ya da olmayarak dünya tarihini bu kitlenin şekillendirdiğine, liberalizmin siyasal alana yansıyan tarafıyla, ekonomik 
yönünün birbirlerinden ayrı değerlendirilmesine ve İslamın özünde demokrasiyi dışlamadığına ilişkin dir. Öyle ki demokrasiyi dışlamayan İslamın, dünya nüfusunun beşte biri tarafından benimsendiği de göz önüne alınırsa, bir zaman sonra İslami değerlerin, müslüman olmayan ülkelerde bile geçerli kılınması mümkündür (Mazrui, 2002: 143-145). 

Hatta tarihin sonunu batı demokrasisiyle özdeşleştiren anlayış, kendisine yönelik böyle bir tehdit in varlığını sezinlediği ve bu nedenle gerildiği için, İslamın bir alternatif olamayacağını vurgulamaktadır (El-efendi, 2002: 189). Fukuyama ise 11 Eylül’de ortaya çıkan şiddeti, İslam dünyasının, tarihin sonunun gerçekliğini sezerek, kapıldığı bir endişenin açığa vurulması olarak algılamaktadır. 


***

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA ) BÖLÜM 2

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA )  BÖLÜM 2


Francis Fukuyama, Tarihin Sonu, Şule ŞAHİN CEYLAN, liberalizm, komünizm, diyalektik, demokrasi,Monarşi,



2.2. Tarihin Sonu Düşüncesinin Felsefi Dayanakları 
2.2.1. Hegel’de Diyalektik: 


Hegel’in diyalektik anlayışı, bir düşünce veya gerçek bir olguyu önce karşıtına dönüştüren, daha sonra tez ve antitez dediğimiz bu iki şeyi, bir senteze ulaştıran 
süreci temsil eder. Yani düşünce ve varlık alanında tez, antitez ve sentez olmak üzere üç temel öge bulunmaktadır ve zıtların birliği olan sentez, bir başka sahada tez ya da antitez olarak karsımıza çıkabilir (Cevizci, 2002:294-296). Hegel’in gerçek bilgi yöntemi saydığı diyalektiğin, oluşma ma, olumsuzlama, olumsuzlamanın olumsuzlanması şeklinde niteleyebileceğimiz yasaları (Buhr ve Kosing, 1999: 111), hem düşüncenin hem de varlığın gelişme biçimini betimlemektedir. Öyle ki 
düşünce de varoluş da, karşıtların uzlaşımıyla gelişirler. Her varılan uzlasma, kendi içinde yeni bir karşıtlık barındırmaktadır. Karşıtların uzlaşıma dönmesi ise belli bir 
sona dek devam eder (Gökberk,1996:437). 
Diyalektik olarak gelişen varlık, bir ilkenin belli bir sona, ereceği doğru ilerlemesini ifade eder. Hegel bu temel ilkeyi ‘geist’ ‘ide’ olarak adlandırmaktadır. ‘İde’, 
diyalektiğin üç aşamasından geçerek, kendi kendini bulmayı, bilinç ve özgürlüğe erişmeyi hedeflemektedir (Gökberk,1996:438). Hegel’in diyalektik anlayışı, sadece düşüncede sınırlı kalmayıp, varlığı açıklarken de bir anahtar islevi görmekte; hatta insanlık tarihini de aynı noktaya dayanarak aydınlatmaktadır. 
Hegel, tarihi, idenin diyalektik olarak açıklandığı, özgürlüğe doğru bilinçli bir süreç olarak nitelemiş, tarihin rastgele olaylar toplamı olduğunu kabul etmemiştir. O’na 
göre, özgürlük esastır. Bu mutlak ereğe ilerlerken, çeşitli dönemlerde, çeşitli toplumlar ve devlet tipleri, gelişme basamaklarını temsil etmektedir. Bu anlamda, 
dünya tarihi rastlantıların değil, özgürlük bilincinin gelişmesinde katedilen yolun tarihi (Cevizci,2002:478-479), özgürlük bilinci içinde sürekli bir ilerleyiş tir 
(Özlem, 1994:88). 
Devletlerin kurulması ve yıkılması bir bakıma insanların dogmasına ve ölmesine benzetilebilir (Akarsu, 1994:85). 
Diyalektik örgüde gelişen tarihsel süreç, farklı ekonomik ve düşünsel sistemlerin karsı karsıya gelip çatıştığı, güçlü ve daha az çelişkili sistemler ayakta kalırken 
diğerlerinin çöktüğü; bazı durumlarda, her iki zayıf sistemin karşılaşmasından bir üçüncünün ortaya çıktığı, evrensel bir arenaya benzetilebilir. Ulaşılması hedefle nen nokta özgürlük olunca, her yeni oluşum öncekinden bazı mirasları devralarak ilerleyecek ve nihayetinde insanlık özgürlük bilincine erişecektir. Böylece, 
uygarlıklar birbirlerini yalnızca teknik ve maddi bakımdan degil, bilinç düzeyinde de izleyeceklerdir (Fukuyama,1999:72). 

İşte burada devreye Hegel’in tarihe bakışındaki ‘tarihselci’ tutum girmektedir. ‘’Tarihselcilik, her tarihsel dönemin o zamanın koşulları ve düşünsel altyapısı 
dikkate alınarak yorumlanabileceğini, her şey ancak kendi tarihsel sürecinde açıklanabileceği için zaman dışı, değişmez kıstasların kabulünün anlamsızlığını 
savunan bir öğretidir’’ (Cevizci, 2002:1005). 

Tarih, doğa bilimlerinin yöntemiyle ya da herhangi bir ussal yaklaşımla değil, ancak kendi bütünselliğinde ve akısı içinde kavranabilir (Bochenski,1997:152). Her tarihsel dönem için, farklı bir dünya görüsü ve kavrayış modeli vardır (Özlem,1994:90). 
Hegel’e göre bilgi, bilincin kendini tanıyarak ilerlemesidir. 
Bilimsel gelişme sürecinde doğayı mantık yoluyla açıklayan bilinç, doğayı sadece kendi öz izlenimiyle değerlendirme imkanına erişecektir. Dolayısıyla doğanın 
anlaşılabilirliği, ayırt edici başkalığıyla sınırlıdır. Böyle bir çelişkinin ve sınırlı anlaşılabilirliğin sonucunda, bilinç bu başkalığı yükseltmek için uğraşacak tır. 
Bilincin doğayı anlamadaki her çabası, yeni bir çelişki sürecini başlatacak ve her aşamada tarih yinelenen dönüşümlerle örülecek tir. Bilincin gerçekliği inşa tarihi, 
bilinç ve doğa terimlerinin anlamları devamlı değiştiği için, sürekliliğin olduğu kadar süreksizliğin de tarihidir. Öyle ki bilinç ve doğanın kesin bir tanımına 
eriştiğimiz durumlarda bile, bunun anlamı, yalnızca her sürecin kendi bağlamında anlaşılabileceği bir bütünsellikte gizlidir (Hamilton, 1996: 47-48). 
Kendi zamanı ve koşullarıyla sınırlı olan insan bilinci, ancak kendi tarihselliği içerisinde kavranabileceği için, insanlık tarihi boyunca bilinç düzeyleri birbirlerini 
izlemiştir. Farklı dönemlerde ortaya çıkan ve kendi zamanı içinde anlam kazanan farklı görüşler, birbirleriyle çelişmekte ve yanlı bilinç ürünleri yerlerini yenilerine bırakmaktadır (Fukuyama,1999:74).
İnsan, değişmeyen bazı doğal niteliklerin toplamı değil de, tarihsel ve toplumsal koşulların bir yansıması olduğu için (Fukuyama,2002:23), 
Ne insan ihtiyaçları, ne de doğruluğuna inanılan bireysel özellikler, tüm zamanlara yayılacak denli değişmez ve mutlak değildir. İhtiyaç ve arzuları toplumsal koşullar belirlemekte, insan doğası önceden oluşan kültürel yapının üzerine eklemeler yaparak değişmektedir. 
Bu değişim, ‘ İde’ nin nihai hedefi olan özgürlüğe erişinceye dek devam edecek, akıl ve özğürlügün daha üst basamaklara ilerlemesiyle mutlak bilince ulaşılacaktır (Fukuyama,1999:75). 

Hegel toplumları özgürlük bilinci bakımından, Doğulu, Grek, Roma ve Hristiyan-Cermen olarak değerlendirmiş, bu sıralama doğrultusunda bir ilerleme 
kaydedildiğini belirtmiştir. Doğuda tek kisi yani hükümdar, Grek ve Roma’da bir kaç kisi özgürken, Hristiyan - Cermen dünyasında herkes özgürdür. 
Bu, sonuncuda, herkesin özgürlük bilincine sahip oluşuyla ilişkilidir. Hatta Hegel’e göre, Fransız Devrimi’ ile birlikte son nokta koyulmuş, bazı Avrupa devletlerinde özgürlük gerçekleşmiştir (Özlem, 1994: 91). 
Fukuyama’ya göre Hegel, dünya olaylarının tamamen bitmesini değil, son noktayı temsil eden, kendinden önceki düşüncelerin eksikliklerini barındırmayan, 
eşitlik ve özgürlük ilkelerinin egemen olduğu liberal devlet anlayışına erişilmesini kastetmektedir (Fukuyama,1999:76). 
Fukuyama, Hegel diyalektiğinden yararlanmış ancak diyalektiğin Marx’ta ifadesini bulan materyalist görünümünden sakınmak amacıyla, diyalektik anlayışa farklı bir 
yorum getiren Kojeve’e sıklıkla başvurmuştur. Bu nedenle Kojeve’e ve felsefi dayanaklarına ayrıca yer vereceğiz. 

2.2.2. Kojeve’in Hegel Yorumu: 

Hegel’in diyalektik anlayışı çerçevesinde mantıgın üç temel görünümü vardır. 
Bunlardan ilki soyut veya anlaşılabilir yönü; ikincisi diyalektik veya olumsuz rasyonel yönü; üçüncüsü ise spekülatif veya olumlu rasyonel yönüdür. Diyalektiğin diğer iki özelliği dışta bırakarak, mantığın ikinci yönüne indirgendiği düşünülebilir. Oysa mantığa diyalektik niteliğini her üçü birlikte vermektedir. Burada belirtilmesi 
gereken Hegel’de mantığın klasik anlamının dışında, bir varlık bilimi olusudur. 

Bu yüzden varlığı simgeleyen her üç özellik araştırma ve açıklama yöntemleri ya da mantığın parçaları değil, her mantıksal ve gerçekte var olanın kurucu unsurları dır (Kojeve, www.marxist.org). 

Kojeve’e göre Hegel’de diyalektik, sadece bir yöntem olmayıp, varlığın kendisidir. Doğru olan her şey ve doğrunun kendisi zaten varlıktır. ‘Kavram’dan anlaşılması 
gerekense, gerçekte var olandan çıkar sanan soyut bir niteleme değil, mantıksal ve gerçek bir şeydir. Çünkü doğruluğu varsayılan ‘mantıksal’ düşünce ve yeterli 
sayılan bir ‘kavram’, varlığı hiçbir şey eklemeden ya da değiştirmeden olduğu gibi tanımlamaktadır. Düşünce varlığa bağlı olduğu için, mantıksal düşüncenin üç yönü varsa, bu, varlığın diyalektik niteliginden kaynaklanmaktadır (Kojeve, www.marxist.org). 
Aynı şekilde Hegelci düşünürlerin, düşünce ve konuşmalarının diyalektik olusu, sadece gerçekte olanın, yani varlığın, diyalektik hareketini 
yansıtmalarıyla ilgilidir (Boucher, www.marxist.org.). Hegel’in izinden giderek varlığı ve sonraki aşamada tarihi, diyalektik bir süreç olarak açıklayan Kojeve, 
varlığa diyalektik özelliğini, mantığın olumsuz rasyonel veya diyalektik yönünün verdiği kanısındadır (Kojeve, www.marxist.org). 
Kojeve, Hegel diyalektiğinin ayırıcı özelliği olarak olumsuzlamayı ve insanı merkeze almaktadır. Bu anlamda Hegel diyalektiğini arzu, istek, mücadele ve 
çalışmaya, dışa vurum biçimlerine indirgemekte, diyalektiğin merkezine insanı koymaktadır. Kojeve’e göre olumsuzlama, insan ve dünya arasındaki birliğin 
bölünmesi anlamına gelir. Her ayrışım neticesinde, yeni bir senteze yani bir esime ulaşılacaktır. Bu durumda insan, kendini gelecekte simdi olduğundan daha iyi 
gerçekleştirebilecek, olumsuz rasyonel yön sayesinde, özgürlüğüne kavuşabilecek tir. O’na göre hiçlik, insanın bir karsı çıkıştan daha fazlası olduğunu, göstermektedir 
(Kaloianov, www.academyanalyticarts.org.). 

Kojeve’in tarih anlayışına baktığımızda, Hegel’in en temel hatasını, kozmik ve tarihsel zamanı ayırması olarak değerlendirdiğini görüyoruz. O’na göre, gerçek 
dünyada zamanın varlığı, arzu olarak isimlendirilir ve bu da yalnızca insana ait olan arzudur. Bu nedenle dünyadaki zamanın gerçek varlığı ve doğal gerçekliğin zamanı gerektirmesi, ancak ve ancak insan merkezli olusuna bağlıdır. Şimdiki zamanda beliren gelecek düşüncesi, bir başka arzuya, sosyal kabul görme isteğine, yönelik arzunun ifadesidir ve tarihi de bu arzudan kaynaklanan eylemler yaratmaktadır (Boucher, www.marxist.org). 

Zamanın merkezine insanı ve insan arzularını yerleştiren Kojeve, Hegel’i anlamanın anahtarını efendi ve uşak diyalektiğinde bulmuştur. Bir kabul görme mücadelesi olan tarih sürecinde, onuru ve diğerleri tarafından kabul görmeyi hedef koyan ve bu uğurda yaşamları pahasına savaşmayı göze alanlar ile risk almayıp böyle bir kabulden vazgeçenler her zaman olmuştur. İlkine efendi, ikincisine uşak denmektedir (Boucher, www.marxist.org). İnsanın kabul görme isteği ve bu 
uğurdaki mücadelesi, kendini koruma güdüsünün önüne geçmekte, içgüdüleriyle çelişebilmektedir. Saygınlık için risk almak ve hayatını ortaya koymak, başkaları na özgür ve gerçek bir insan olduğunu kabul ettirmenin bir yoludur. Ayrıca temel ve hayvani ihtiyaçlar dışında bir amaç için çatışa bilmek, bunun salt insani bir tarafı olduğunu da göstermektedir (Fukuyama,1999:157). 
Ancak söz konusu kabul görme ve saygıyla karşılanma olunca, bu arzunun uşaklar tarafından karşılanması efendiye yetmemekte, dengi saydığı kişilerin saygısını 
beklemektedir (Boucher, www.marxist.org). Efendinin tatminsizliği, hayatını ölüm korkusu nedeniyle tehlikeye atamayan ve uşak olarak kalmayı seçen kişiden 
gördüğü saygının, kendi dengi olan bir başkasının kinin yerini tutmayışından kaynaklanmaktadır. Efendi, hem bu sonuçtan memnun değildir, hem de islerini onun yerine uşaklarının yapması, onu tembelleştirip sadece tüketimle sürüp giden bir hayatı beraberinde getirmektedir (Fukuyama, 1999:198). 
Burada devreye çalışma girmekte ve var oluşu dönüştürerek, tarihsel bir gelişime neden olmakta; dünyayı değiştirirken, uşakları eğitmektedir (Boucher, 
www.marxist.org). Uşak, ölüm korkusuna yenilerek yitirdiği insanlığını, görev bilinci ve öz disiplini çalışarak kazanır. Efendi için çalışırken, bu yolla doğayı ve 
kendi öz doğasını değiştirebileceğini keşfeder. Efendi, saygınlık uğruna hayatını tehlikeye atarak özgür olduğunu kanıtlarken, uşağın özgürlük düşüncesi efendi için çalışarak gelişir. Uşak gerçekte özgür olmadığı, buna rağmen özgürlük bilinci taşıdığı için, felsefi ve bilinçsel bakımdan efendisinden daha ileridedir. 
(Fukuyama,1999:199-200) 

  Uşakların bulunduğu bir düzen, gerçek anlamda özgürlüğü engellediği için, tarih, uşakları vatandaşlara dönüştürmenin ve eşitler ile eşit biçimde çalışanların tarihi olmaktadır. Uşak, özgürlük bilincine ve sonrasında özgürlüğüne çalışma yoluyla ulaşsa bile, Kojeve’e göre insanı hayvanlardan ayıran en temel özellik, kabul görme amacıyla mücadele edişidir. Çalışma ve üretim ikinci sıradadır (Boucher, www.marxist.org). 

Kojeve, tarihin bir sonu bulunduğunu ve bu son geldiğinde, akıllı bir insanın zaten tüm gerçek ve ideal olumsuzlamayı, dönüştürme veya eleştiriyi, yani diyalektik 
yöntemi bırakacağını da öngörmektedir. Kojeve’e göre tarih, mücadele ve çalışmanın gerçek diyalektiğiyle sonlanacaktır. Kojeve bilincin, ölüm bilincini 
zorunlu kıldığını ve insanların ölümden kendi ölümleri gibi bahsedebildik leri, ölümü kavradıkları vakit, tarihin tamamlanacağını düşünmektedir. O’ na göre ölüm, kabul görme mücadelesinde bir başkaldırı yı ve açık bir dışa vurumu simgelemektedir. Efendi-uşak, bağımsızlık-bağımlılık noktasından bakınca, kendilik bilinci ile ölüm bilinci, birbirleriyle ilintili şeylerdir. Her ikisi de arzudan kaynaklanır ve korkuyla neticelenir (Boucher, www.marxist.org). 

Kojeve’in tarihin sonuyla kastettiği, aklın egemenliğinde, evrensel ve homojen bir devletin kurulduğu, sanat ve felsefe yapma imkanının sınırlanmadığı felsefi bir 
gereklilik ve siyasal tamamlanma dır (Bloom,2002:52-53). Böyle bir donanımı sağlayacak olan ise, liberal devlet ve liberal demokrasidir. Efendi ile uşak arasında 
bir dengenin sağlanması; efendinin özgürlük isteği, kabul görme arzusunda ve bu uğurda mücadelede gerçeğe dönerken, uşagın çalışmayla özgürlük bilincine 
kavuşması; tüm taleplerin karşılandığı bir ‘son’ hale ulaşılması da ancak liberal devlette mümkündür. Liberal devlet, efendi ve uşak ilişkisini barındırmadığı ve tüm insanlara ayrım yapmaksızın aynı kabulü sağladığı için evrensel, sınıfsız bir toplum yarattığı için homojendir (Fukuyama,1999:208-210). Asıl siyasal gerçekliği yansıtan modern devlette, tek tek uluslar değil, daha kapsamlı bir birlik, evrensellik söz konusudur (Laurent, www.wapol.org). Böyle bir yapının, tüm insanları tamamen tatmin etmesi, kabul görme yönündeki arzularını karşılaması, insanlık tarihinin en son devlet biçiminin bu olduğunu ve tarihin sonunu müjdelemektedir (Fukuyama,1999:210). 

3. ELEŞTİRİLER 

3.1. Fukuyama’nın Demokratik Olmayan Rejimleri Eleştirisi 

Francis Fukuyama, dünya tarihinin siyasal ve ekonomik alanda gelebileceği son nokta olarak liberalizmi koyarken, bunu sadece bir tercih değil, zorunlu bir son 
olarak da nitelemiştir. Önceki bölümde değindiğimiz tarihselci anlayısa göre ilk kabulü, tarihin gelişiminin basit tekrarlardan ibaret olmadığı; amaçlı ve planlı bir 
ilerleyişin sadece insanlar ile nesneler dünyasını değil, ülkeler ve yönetim biçimlerini de kapsadığıdır. Belli bir ereğe doğru ilerleyişi genel ilke sayarken, 
dünya tarihinden aldığı çeşitli örneklerle tezini kuvvetlendirmiştir. Bunu yaparken, tarihin sonu dediği liberal demokrasiye, bir dönem alternatif sağlamı dünya görüşlerini eleştirmiştir. S.S.C.B’nin dağılmasına dek liberalizmin karsısındaki en kuvvetli cephe olan komünizm, O’na göre başarısızlığıyla liberal demokrasinin tekliğini perçinlemiştir. 
Bir diğer eleştiriyi ise faşizme yöneltmiş, uzun soluklu devlet anlayışına imkan vermediğinin zaten dünya tarihinden çıkar sanabileceğini vurgulamıştır. 
Fukuyama’ya göre islam, siyasal bir yönü bulunsa ve dünya nüfusunun beste biri bu dine mensup olsa bile, büyük kitleleri sürükleyip tüm dünya için yeni bir düzen getirecek güçte zaten değildir. Çalışmamızın bu bölümünde Fukuyama’nın söz konusu dünya görüşlerini hangi açılardan eleştirdiğine yer vereceğiz. 

3.1.1. Sol Totaliter Rejimler 

Komünizm, ortak mülkiyet ve sınıfsız toplum düşüncesine dayanan, eşitlik temelli dünya görüsünü ifade eder (Cevizci, 2002:622). Komünizmin ilk ortaya çıkısı Karl 
Marx’la olmamakla beraber, en etkili kuramı O’nun tarafından geliştirilmiştir. Genel hatlarıyla özel mülkiyet yerine kamu mülkiyetini, iş bölümü yerine işbirliğini ve 
komünal dayanışmayı, liberal demokrasinin bireyci özgürlük anlayışı yerine herkesin kendiliğinden başarması gereken özgürleşme ve bağlarından kurtulmayı 
esas alır (Miller vd, 1995:35-36). Özel mülkiyetin var olmadığı ve üretim araçlarının toplumun tümüne ait olduğu böyle bir düzen, proleterya diktatörlüğü nün ve sosyalizmin hazırlık evresinden sonra ortaya çıkar (Cevizci, 2002: 622). 
Fukuyama’yı, liberal demokrasinin tarihin sonu olusunu açıklarken, öncelikle komünizm eleştirisine sevk eden etkeni, bu görü ve devlet sistemini çok özgün 
bulmasında degil, tarih sahnesinde azımsanmayacak sayıda ülke tarafından benimsenmesinde aramak gerekir. 
Fukuyama, sol totaliter rejimlerin, liberal demokrasinin bireysel özgürlük anlayısı karsısındaki, güçlü devlet, zayıf sivil toplum yapısını eleştirmektedir. O’ na göre 
devletin, kişilerin yasamını tüm ayrıntılarıyla denetlemesi, geleneksel otorite kurumlarıyla (din, dil, aile, tarih örnek verilebilir) bağlantılarını kesmesi, mevcut 
ilişkileri ve değerleri değiştirmesi hep aynı güçlü devlet idealinin yansımasıdır. Özel yaşamla ilgili bir özgürlükten bahsetmek mümkün değildir. 

Her tür yasam alanını kontrolü altına alan devlet, kişilerin kendi özel hayatlarıyla ilgili karar verme özgürlüklerini çeşitli baskı araçlarıyla engellese bile, bunu tam anlamıyla başaramadığı gibi, S.S.C.B’nin dağılma sürecinde görüldüğü üzere, düşünme yeti ve alışkanlığını tam olarak zarara uğratamaz. Kişisel inanç ve değerler, mutlaka bir yerde ortaya çıkacaktır. Fukuyama’ya göre bu insan doğasının özelliklerindendir (Fukuyama,1999:39-43). 

Buna bağlı olarak, başlangıçta eşitlik ve refah dileğiyle zorlamaya karsı gelmeyen fertlerin, bir zaman sonra, gereksinim ve beklentilerinin karşılanmamasından ötürü, içinde yasadıkları düzenin temel ilkelerine inançlarını yitirmeleri tehlikesi her zaman vardır. Bu da meşruiyet sorununu gündeme getirmektedir. Komünist düzen, meşruiyetini büyük ölçüde vatandaşlarına iyi ve kaliteli bir yasam sağlama hedefine dayandırmıştır. Ekonomideki kötüleşme, kisilerin düzenle ilgili inançlarını 
zedelemektedir. Fukuyama’ya göre, kapitalizm çerçevesinde serbest piyasa ekonomisinin egemen olmayışı, zaten ekonomide zayıflamaya neden olacaktır. 
Düzenin meşruluğunu, sınıfsız toplum fikrini benimsemiş kişilerin, yolsuzluk ve ayrıcalıklar yoluyla yeni bir sınıfın oluştuğunu görmeleri, zedelemektedir. 
Ayrıca meşruiyetin bulunmayışında, iyi konumdaki kişilerin rahatsızlığı, diğerlerine oranla daha önemlidir ve çöküş dönemini hızlandırır. 
Bu ise sol totaliter rejimlerde kaçınılmazdır. Meşruluğu yeniden kazanmak için baskı ve zorlamanın azaltılması, amaçlanandan farklı bir etki yaparak, devlet ile toplum dengesini toplum yararına çevirir. Devletin tüm yasam alanlarını denetleme imkanı kalmaz. Böylece yozlaşma ve bozulmanın önü açılır 
(Fukuyama, 1999:44-47). 

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA ) BÖLÜM 1

TARİHİN SONU ( FRANCIS FUKUYAMA )  BÖLÜM 1





 Francis Fukuyama, Tarihin Sonu, Şule ŞAHİN CEYLAN, liberalizm, komünizm, diyalektik, demokrasi,

Şule SAHİN CEYLAN * 
* Arş. Gör., Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı., 
Üsküdar -İstanbul. 
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:5 Sayı:10 Güz 2006/2 s.233-252 

ÖZET 
Bu makalede, Francis Fukuyama’nın ‘ Tarihin Sonu ’ kuramı, liberalizm ve Kojeve’in Hegel diyalektiğine getirdiği yorumla baglantısı üzerinden ele alınmıstır. Fukuyama’ya göre, Monarşi veya Komünizm gibi yönetim biçimlerinin başarısızlıgı, insanlara özgürlük ve refah sunmaktaki eksikliklerinden kaynaklanmaktadır. İslamın alternatif bir yönetim sekli olarak düşünülmesini engelleyen de, özgürlük ve demokrasinin bulunmayısıdır. İslamın, modernitenin bazı önemli degerlerini saglayabilecek araçlara sahip olmaması, liberal demokrasi ve kapitalizmle tanımlanan moderniteyle bagdaşmasına imkan tanımamaktadır. Verili bir toplumda, özgürlügün geliştirilmesini için, en elverisli sosyal ve siyasi sistem 
liberal demokrasidir, ki zaten ideolojier arasındaki mücadelenin de liberalizmin zaferiyle sonuçlandıgı açıktır. 

Şule Şahin Ceylan,
 
1. GİRİŞ


Bütün ideolojiler aslında insanların refahı ve mutluluğunu öngörmekte; her yeni dünya görüşü, bu amaç doğrultusunda bir öncekinin eksik yanlarını ortaya koyarak, daha iyi olduğu düşünülen çözümler üretmektedir. Dünya tarihinin düşünsel altyapısı bu yönüyle, bir arayı ve buluşlar tarihi sayılabilir. Liberalizm de refah arayışında önemli bir adımı, hatta Fukuyama’ya göre, insanlığın gelebileceği ve dahi gelmiş olduğu son noktayı simgelemektedir. 
Kuskusuz tarihsel akısın, ilerleme gelişme veya evrim fikriyle ilk ele alınısı, Francis Fukuyama’nın kuramıyla değildir. Ondan önce, Aristoteles, Augustinus, Fontenelle, Saint-Pierre, Concordet, Comte, Spencer, Tylor, Turgot, Herder, Ferguson, Spencer, Durkheim, Maine, Hegel, Marx gibi düşünürler, farklı açılardan da olsa, ilerlemeden bahsetmişlerdir (Bock, 1990: 53-86). Genel anlamıyla ilerleme, uyğarlıgın belli bir yönde gelişmesini, sıçramalı değil ancak sıralı bir iyileşmeyi ifade eder (Pons, 2003:433). 

Fukuyama, tarihin bir amaca doğru ilerlediği görüsüyle, diğerleriyle benzeşmekte; bu amacın liberalizm olduğunu savunmakla onlardan ayrılmaktadır. 

O’na göre, farklı dinsel, kültürel, geleneksel yapılardaki her devlet, eninde sonunda aynı düzlemde buluşacaktır. Bu ortak noktayı ifade etmek için kullandığı ‘tarihin sonu’ kavramı, tarihsel olayların tamamen son bulması anlamına gelmemektedir. Fukuyama bununla, beşeri, siyasi ve iktisadi kurumların, gelisip değişerek ulaşabilecekleri en ideal formda, yani liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin zaferinde, birleşmelerini kastetmektedir (Fukuyama, 2002/c: 252). 
Francis Fukuyama’nın liberalizm anlayışının ve liberalizmin egemenliğini dünyanın sonu saymasının, iki temel dayanagı vardır. Bunlardan ilki, modern doğa biliminin 
gelişmesinin, insanlık tarihinin bütününde ve dolayısıyla devletlerin askeri ve ekonomik konumlanışında, bir ilerlemeyi beraberinde getirdiğidir. 
Doğaya hakim oluş sürecini daha evvel başlatan ve görece tamamlayan uluslar, sahip oldukları teknolojik imkanlardan, yalnızca insan istek ve ihtiyaçlarını 
karşılarken değil, askeri yapılarını ve savunma güçlerini kuvvetlendirirken de yararlanmaktadırlar. 
Uluslararası ilişkilerde belli bir güç ve kabulün, ülke içinde ise bolluk ve refahın temin edilmesi sürecinde, kültürel farklılıklarından arınan devletler, aynı 
aşamalardan geçen diğerleriyle benzer bir yapılanmaya erişmektedirler. Modern bilim ve teknolojinin imkanlarından yararlanma, bunlar aracılığıyla ekonomik 
büyüme ve uluslararası alanda itibar sağlama gayesi, ekonomik liberalizmi tüm devletler için zorunlu kılmaktadır 
(Fukuyama, 2002/b:172-173; Fukuyama, 2002/c: 253). 
Bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişimin getirisi olan homojenlik, ekonomik liberalizmi açıklamakta, ancak liberal demokrasinin de aynı şekilde zorunlu 
oluşunu aydınlatmada bir başka anahtara ihtiyaç duyulmaktadır. İşte burada devreye Fukuyama’nın, liberal demokrasiyi bütün insanlığın nihai kaderi 
sayar ve belli bir amaca doğru rastlantısal olmayan gidisi benimserken yararlandığı, ikinci dayanak girmektedir. 
Bu, Hegel’in diyalektik anlayışı ve ilerleme fikridir. Hegel’de ilerleme, eksik olandan daha eksiksiz olana doğru bir gidisi simgeler. Tarih, kendinin 
bilincine varma, mutlaklaşma ve özgürleşme amaçlarına dogru ilerlemekte, bu olusu ise diyalektik süreç yönlendirmektedir (Bayar Bravo, 2005: 126). Fukuyama 
diyalektiği, K.Marx’ın üzerine inşa ettiği diyalektik materyalizmden arındırarak, Aleksandre Kojeve’in yorumuyla ele almıştır. 
Tarihin sonunu açıklarken kullandığı bu iki anahtarı es geçen devlet düzenleri, yıkılmı ya da yıkılmaya yüz tutmuştur. O’na göre, liberalizm her devletin 
kaçınılmaz ve nihai sonudur. Bu iddiasını pekiştirmek için, diğer dünya görüşlerinin uygulamadaki sonuçlarını, olumsuz yönleriyle ortaya koymus; örnek 
olarak sa otoriter rejimler, sol totaliter rejimler ve islami göstermiştir. 

2. FRANCIS FUKUYAMA’NIN DEMOKRASİ ANLAYIŞI 

2.1. Fukuyama’nın Bakışıyla Liberal Demokrasinin Özellikleri 

      Liberalizmin iktisadi ve siyasi olmak üzere iki yönü vardır. Liberalizmin iktisadi yönünü temsil eden ekonomik liberalizm, bireylerin görece özgür ve bağımsız olduğu fikrine dayanır. Bu özgürlük karsısında devletin, edilgen, sınırlı ve tarafsız olması, piyasaya en az düzeyde müdahale etmesi gerekmektedir (Caslin, 1993: 313). Fukuyama, ekonomik liberalizmin temel ilkelerini, özel mülkiyet ve piyasa eksenindeki özgür ekonomik faaliyet ve ilişkiler olarak belirlemiştir. O’na göre, bu temel ilkelerin yerine başkalarının konması, liberalizm ve liberal devlet anlayışıyla bağdaşmaz (Fukuyama,1999: 57-58). 
Siyasi liberalizm, girişim ve ticaret özgürlüğü seklinde özetlenebilen ekonomik liberalizmin, tamamlayıcısıdır. En genel hatlarıyla, çoğulculuk, genel katılma, 
çogunlugun yönetme hakkını ifade eder. Çoğulculuk, birbirinden farklı düşüncelerin bulunması ve bunların siyasi ve hukuki düzlemde varlık kazanmaları 
anlamına gelir. 
Düşünme, düşünceleri açıklama ve bunlar etrafında örgütlenme hakkını kapsamaktadır. Genel katılım, farklı düşüncelerin siyasi alanda ifade edilebilmesi, 
herkesin oy kullanma, seçme ve seçilme yoluyla siyasal iktidarı belirleyebilmesidir. Siyasal iktidarın, çoğunluk görüsüne uygun biçimde oluşması ise, halk egemenliği ilkesinin doğal uzantısıdır (Tanilli, 1993: 38-42). 

Fukuyama, liberalizm ve demokrasiyi, birbirine yakın ancak farklı kavramlar olarak tanımlamaktadır. Liberalizm, belli kişisel hak ve özgürlükleri devletin 
müdahalesinden koruyan hukuk düzenini; demokrasi, halkın çok partili bir sistemde gizli, genel ve eşit seçimler yoluyla yönetimi belirlemesini ve bu 
yolla siyasi iktidarı paylaşmasını ifade eder (Fukuyama, 1999: 57:58). 
Ancak yönetenlerin halk tarafından seçilmesi, demokratik bir siyasal sistemi tanımlamaya yetmemekte; İktidardakilerin, sahip oldukları yetkiyi, 
kişi özgürlükleri, İnsan hakları ve çoğulculuk ilkesine zarar vermeyecek şekilde kullanmaları gerekmektedir. (Tanilli,2003:18-19). 
    Devletin sınırlarını belirleyen ve yönetimdekilerin faaliyetlerini sınırlayan olgu, bireysel hak ve özgürlüklerdir (Fukuyama, 2000/a: 373). 

Liberal Demokrasinin, bireylere devlet karsısında tanıdığı bu hak ve özgürlükler, kisi özgürlükleri ve siyasal haklar; iktisadi, sosyal, kültürel haklar ve özgürlükler; çevre, gelişme ve barı hakları olarak gruplandırılabilir (Kaboğlu, 2002)1. 
Fukuyama, sınıflandırmayı sivil haklar, dinsel haklar ve siyasi haklar arasında yapmaktadır. 
Sivil haklar, bireyin, kişiliği ve mülkiyetiyle; dinsel haklar, dinsel inançları ve ibadetleriyle; siyasi haklar ise, yönetime katılımıyla ilgili olan, denetimden bağımsız olduğunu gösteren haklardır. Çalışma, konut ve sağlık hakkı gibi, ikinci ve üçüncü kuşak hakları temel haklar sınıfına sokmanın, mülkiyet ve özgür ekonomik etkinlik hakkı gibi, diğer haklarla uyumlaştırılmasının sorunlu ve zor olacağını düşündüğünden, bunları listeye dahil etmemektedir (Fukuyama,1999, 57-58). 
Liberal demokrasinin egemen olduğu bir devlet rasyonel, homojen ve evrenseldir. Rasyonelliği, yarışan çıkarları herkesin insan olma kimliği çevresinde 
uzlaştırmasın dan ve bilinçli biçimde açıklanmış ilkelere dayanmasından; homojenliği, kisiler arasındaki eşitsizlikleri kaldırarak sınıfsız bir toplum 
yaratmasından; evrenselliği ise bütün yurttaşlarını, sadece insan olma özellikleri dolayısıyla kabul etmesinden ve herhangi bir ayrım gözetmemesinden kaynaklanır. 
Evrensellik, en açık ifadesini herkesin doğmakla bir takım haklara sahip olmasında bulur. Burada herhangi bir din, dil, ırk, renk ayrımından bahsedilemez. Diğerlerinin ve devletin dokunamayacağı mülkiyet, her konuda istedigi gibi düşünme, açıklama, istediği dine mensup olup bu dinin gereklerini yerine getirme, siyasi iktidarı oylarıyla belirleme ya da aday olup yönetim kademesinde yer alma haklarına sahiptir (Fukuyama, 1999: 206). Kişilerin devlet ve diğerleri karsısında kazandığı özgürlük, evrensel ve homojen devlet anlayışının bir getirisidir (Kumar, 2002:119). 

Liberal demokrasi çerçevesinde devletin rolü, yurttaşlarını korumak, haklar tanımak, bu hakları kullanmalarının önündeki engelleri kaldırmak, ancak zorunlu olduğu durumlarda, belli insani ilkeleri asmadan, sınırlamalara gitmektir. Devlet söz konusu hakları temin ederken, yurttaşların yükümlülüğü yasalara uymaktır. Zaten, liberal toplumların özlerinde savaşçı olmadıkları ve bunun, kendi aralarındaki ilişkiye de yansıdığı kanaatindedir. Liberal demokrasi, doğal saldırganlık ve şiddet güdüsünü dizginlemekte hatta öldürmektedir. Demokratik yasallık, doğası gereği barısı zorunlu kılar (Fukuyama,1999: 206, 278). 
1 Kisi özgürlükleri ve siyasal haklar kendi içerisinde bireysel özgürlükler, toplu eylem özgürlükleri, siyasal haklar olarak ayrılır. Bireysel özgürlükler güvenlik içinde yasama ve seyahat hakkı olmak üzere bedeni özgürlükleri, düşünce ve ifade özgürlüğünü, vicdan, inanç ve din özgürlüğünü kapsar. Toplu eylem özgürlükleri dernek, toplantı, yürüyüş ve gösteri özgürlükleridir. Siyasal haklar seçme ve katılma hakkıdır. Mülkiyet hakkı ve girişim özgürlüğü iktisadi özgürlükler kapsamındadır. Sosyal haklar grubuna çalışma, sosyal güvenlik ve toplu bir sosyal hak olan sendika özgürlüğü girer. 
Eğitim hakkı ve öğrenim özgürlüğü, sanatsal yaratma özgürlüğü, basın ve görsel-işitsel iletişim özgürlüğü kültürel haklar kapsamındadır. 

Ayrıca çevre, gelişme ve barı hakları da vardır (Kaboglu, 2002). 
Ancak istikrarlı bir liberal demokrasinin oluşmasında, çesitli kültürel engeller vardır. 
    Bunlardan İlki ulusal, etnik ve ırksal bilinçle ilgilidir. 
Ulusal bir birlik duygusu, demokrasinin kurulması bakımından önemli olmakla beraber, farklı gruplardan kişileri dışlayacak kadar gelişmesi ve insanların 
kendilerini, sırf bu nedenlerle, diğerleriyle eşit hissetmemesi bir engel teskil eder. 
   İkincisi, dinin eşitlikçi ve hoşgörülü olmaktan uzaklaşmasıdır. 
Bu iki kültürel olgu, aslında demokrasiyle çatışmamak ta ancak aşırılıkları istikrarlı bir demokrasiye engel olmaktadır. 
   Üçüncüsü, büyük çaplı sosyal eşitsizlikler ve devletin bunun karsısındaki tutumu; 
   Dördüncüsü, kişilerin, grup bilinciyle kendilerini yönetme yetilerinin gelişmemi  olmasıdır (Fukuyama, 1999:217-220). Tüm bu kültürel olguların varlığı 
demokrasiyi zorlaştırsa bile, yoklukları halinde mutlaka demokrasiye geçileceği de garanti değildir. Ayrıca kültürel etkenler, demokrasi için zorunlu değil, 
kolaylaştırıcı koşullardır ve bunların engel düzeyinde olması dahi demokrasiyi imkansızlaştırmamakta dır. 
Çünkü demokrasi söz konusu olduğunda, kültürel değil siyasi koşullar belirleyici rol oynar. Fukuyama, istikrarlı demokrasinin oluşmasındaki engellerin, 
siyaset sanatından anlayan ve halkın eğilimlerini karşılayabilen, akıllı ve etkin devlet adamlarının varlığı sayesinde aşılabileceğini vurgulamıştır 
(Fukuyama, 1999:221-223). 
Liberal demokrasi, kişilerin talep, yasam biçimi ve tüketim alışkanlıklarının zamanla birbirine benzediği bir homojenliğe sahip olsa bile, bu, kültürel 
kökenli farklılıklarının tamamen kaybolması anlamına gelmez (Fukuyama,1999:235). 
Fukuyama, liberal demokrasinin tarihin sonu olduğunu söylerken, dünya üstünde hala bir takım eşitsizliklerin bulunduğu, herkesin aynı şekilde tatmin olmadığı 
gerçeğini reddetmemektedir. Ancak O’na göre issizlik, yoksulluk gibi sorunlar, liberal demokrasilerin eksikliği ya da kusuru değildir. Bütün liberal toplumlar, zaten eşitsizlik nedenlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Diğer rejimlere bakıldığında, daha ciddi toplumsal düzensizlikler ve eşitsizlik görülmektedir. 

Yani Fukuyama’nın yaklaşımıyla, liberalizm eşitsizliğe neden olmamakta, aksine gidermeye çalışmaktadır (Fukuyama,1999:284-286). 
Fukuyama’nın demokrasi anlayışı çerçevesinde en çarpıcı açıklaması, tarihin sonuna gelindiği, bu sonun liberal demokrasi olduğu ve dünyada alternatif olabilecek her hangi bir rejimin bulunmadığıdır. Liberal demokrasinin egemen olduğu şimdiki dünya düzeninden, daha farklı ve daha iyi bir dünya tasavvuru mümkün değildir (Fukuyama,1999:60). 
O’na göre, endüstriyel gelişmeler demokrasinin oluşumunu zorunlu kılmakta, demokratik ilişkilere yol açmaktadır. Aralarındaki zorunlu ilişkiyi, Hegel’in ve 
ardı sıra Kojeve’in diyalektik anlayışıyla açıklaması, O’ nu, bu savı destekleyen diğerlerinden ayırmaktadır. Endüstriyel gelişmelerin neden demokrasiyle 
sonuçlandığına ilişkin, Fukuyama’nın diyalektik çözümlemesi dışında, üç tez vardır. 
Bunlardan İlki, sanayileşme sürecinin ortaya çıkardığı çıkar gruplarını sadece demokrasinin uzlaştıra bileceği görüşüdür. Demokrasinin diktatörlüklerden daha 
elverişli olması, çeşitli uzlaşmazlıkların hukuk aracılığıyla ve gönüllü biçimde çözülmesinde kendini gösterir. 
   İkincisi, Diktatörlüklerin zaman içinde yozlaştığı, ileri teknolojiye sahip toplumları yönetmekte zorlandığı ve demokrasinin bu yüzden kaçınılmaz olduğudur. 
Fukuyama’nın diğerlerine nazaran daha makul bulduğu 
   Üçüncü görüş, sanayileşme ile eğitim düzeyindeki artısın orta sınıf toplumlarına neden olduğu ve bu tip toplumların er geç eşitlik talep ettiğidir  (Fukuyama, 1999:122-125). 
Fukuyama, endüstriyel gelime ve demokrasi arasındaki ilişkiyi, liberal demokrasinin insanlık tarihinin son etkin ideolojisi olduğunu, tarihin mutlak bir sona doğru düzenli biçimde ilerlediğini ve tarihteki olayların rastlantı olmadığını açıklarken, hep aynı noktadan hareket etmiştir. Bu amaçla, Hegel’in tarihi diyalektik örgüde açıklamasından ve Kojeve’in Hegel yorumundan faydalanmıştır. Tezini güçlendirmek için, sırf olguları değerlendirerek çoğulcu demokrasi ve Piyasa Ekonomisini savunması mümkünken, bunu felsefi bir temel arayarak yapması (Akyol, 2002:150), çalışmamızın bir sonraki bölümünde Hegel diyalektiği ve 
Kojeve’in Hegel yorumundan bahsetmemizi gerektirmektedir. 


***

15 Mart 2021 Pazartesi

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 8

GÜÇ VE POLİTİKA KAVRAMSAL BOYUTLAR. BÖLÜM 8


Siyasi İdeolojiler, Sait YILMAZ, Politika,liberalizmin yükselişi, Muhafazakar,Stratejik İstihbarat, demokrasi, Küreselleşme, Güç İlişkileri, Nükleer, Biyolojik, Kimyasal Silahlar,

       1.6.4. Stratejik İstihbarat:

Sherman Kent ile birlikte uluslararası veya dış politika düzeyinde istihbaratı tanımlamak için kolaycı bir yöntem ile “stratejik istihbarat” ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Sherman Kent, stratejik istihbaratı; "Karar alıcıların hatalı plânlama ve hareketleriyle kendi politikalarına zarar ve taahhütlerine zarar vermeyecek şekilde diğer devletlerle ilgili olarak sahip olmaları gereken bilgi türüne verilen addır. " şeklinde nitelemekte idi. Stratejik istihbarat, diplomasinin, askeri gücün, propagandanın, psikolojik savaşın, örtülü savaşın, ekonomik baskının kısaca politik hedefi ve hedefe götürecek stratejinin belirlenmesinde en önemli faktördür .  

Stratejik istihbarat açısından önemli bir gayret alanı uzaydan istihbarat amaçlı istifade edilmesidir. AB ve ABD uzay bütçesi arasındaki fark 1’e 20 oranında ABD lehinedir. AB’nin uzay ile ilgili bir stratejisi olmadığı gibi Helios birkaç ülkenin kendi arasında geliştirip son bölümde başkalarına açmaya çalıştığı bir proje olarak eleştirilmektedir. GPS-Galileo sistemi için de yeterli bütçe olmadığından Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerin davet edilmesi düşünülmekte ancak ABD’nin tepkisinden çekinilmektedir . AB pek çok alanda işbirliği önermesi ne rağmen ABD uzay teknolojisini paylaşmak istememektedir. Hatta AB devletleri uzaya kendi silahlarını yerleştirmeye başladıklarında ABD tarafından elektronik karıştırmaya tabi olacaklarından endişe etmektedirler. AB, Torejon’daki Uzay Merkezi vasıtası ile kontrol ettiği kendi uydularını korumayı hedeflemektedir. 

Geçen 50 yıl içinde stratejik istihbarat ortamı çok değişmiş ve istihbarat analizcilerinin işi çok daha zorlaşmıştır. İstihbaratın toplanması, tasnifi ve analizinde karşılaşılan sorunlar yanında; istihbaratı kullanacak adreslerin çeşitlenmesi, iç içeliği, memnun edilme güçlüğü; öte yandan istihbaratın süreç içinde etkin konumunu sürdürme zorluğu da istihbaratçılar için önemli bir sorun haline geldi . Teknolojik gelişmelere ilave olarak uluslararası ilişkilerde savaş dışı yöntemlere daha çok yer verilmesi ile birlikte istihbaratın kapsamı çok genişledi. Örtülü operasyonların yanında propaganda faaliyetleri de güvenlik ve ulusal çıkarların muhafazasında güncel hale geldi. Gelinen bilgi ve iletişim ortamında bilgilerin toplanması kadar toplanan bilgilerin istihbarat haline getirilmesindeki süreç de zorlaştı. 

İstihbaratın bugünkü zorlukları arasında ülkedeki politik yapılanmanın sürekli değişimi, politikanın daha açık hale gelmesi bulunmaktadır.  

Politikaların belirlenmesi ve uygulanmasında çeşitli istihbarat organlarının varlığı ve rekabeti ortaya çıkmıştır.  

Halkın değişen değerleri ve artan sivil toplum örgütleri ve kamuoyu ile birlikte medyanın gücü ile yerine göre işbirliği yerine göre mücadele etmeyi 

gerektirmektedir. Konuşma ve basın özgürlüğü, insan hakları gibi konular demokrasinin gereği olmakla beraber istihbarat kaynak ve metotlarının korunması gibi konularda istenmeyen sonuçlar doğurma riski taşımaktadırlar. 

KAYNAKÇA DİPNOTLAR;

  1 Andrew HEYWOOD: Siyasi İdeolojiler, Adres Yayınları, Çev.: A.K. BAYRAM, (Ankara, 2007), 4.
  2 John BAYLİS, Steve SMITH,. (2005), The Globalization of World Politics, An Introduction to International Studies, Oxford University Press, (New York, 2005), 232.
  3 Born again: Hıristiyanlığı özellikle Protestan muhafazakarlığı yeniden benimseme.
  4 John BAYLIS, Steve SMITH: a.g.e., ( 2005), 5.
  5 Stephen D. KRASNER: Structural Causes and Regime Consequences: Regimes As Intervening Variables, The International Organization, C.36, No.2, (1982), 47.
  6 Tayyar ARI: Uluslararası İlişkiler Teorileri; Çatışma, Hegemonya, İşbirliği, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2002), 7.
  7 John BAYLIS, Steve SMITH: a.g.e., ( 2005), 273.
  8 Tom BARRY: Toward A New Grand Strategy For U.S. Policy, IRC Strategic Dialogue No.3, (13 December 2004), 1.
  9 Charles KRAUTHAMMER: Democratic Realism: An American Foreign Policy For A Unipolar World, American Enterprise Institute, (2004).
     www.aei.org/doct_ib/20040227_book755text.pdf
 10 The Progressive Policy Institute: Progressive Internationalism: A Democratic National Security Strategy, (October, 2003).
      www.ndol.org/documents/Progressive_Internationalism_1003.pdf, www.ırc-online.org
  11 G.John IKENBERRY, Charles A. KUPCHAN: Liberal Realism. The Foundation Of A Democratic Foreign Policy, National Interest, (Fall 2004).
      www.nationalinterest.org/ME2/default.asp
  12 Clifford KUPCHAN: Real Democratik, (Fall 2004).  www.findarticles.com/p/articles/mi_m2751/is_77/ai_n6353160.
  13 Robert NOLAN: Bush II: Balancing Realism And Idealism,  Foreign Policy Association, (20 January 2005).
  14 Karikatür: caple.msnbc.com: Aktaran: Radikal Gazetesi, (7 Aralık 2007)..
  15 Stephen M. WALT: Güvenlik Çalışmalarının Rönesansı, Avrasya Dosyası, Güvenlik Bilimleri Özel. Ankara, ((2003), 85.
  16 Zbigniew BRZEZINSKI: Tercih, Çev. Cem KÜÇÜK, İnkıkap Kitapevi, (İstanbul, 2004), 178.
  17 Y. Furkan ŞEN: Globalleşme  Sürecinde Milliyetçilik Trendleri ve Ulus Devlet, Yargı Yayınevi, (Ankara, 2004), 197.
  18 Veysel BOZKURT: Küreselleşme Kavramı, Gelişimi ve Yaklaşımlar, Küreselleşmenin İnsani Yüzü, ALFA Basın Yayım, (İstanbul, 2000), 28.
  19 Engin YILDIZOĞLU: Globalleşme ve Kriz, Alan Yayıncılık, (İstanbul, 1996), 165
  20 Turan MORALI: “Küreselleşmenin Siyasi Boyutları ve Güvenlik Stratejilerine Etkileri”, Gnkur. Başkanlığı, Küreselleşme ve Uluslararası Güvenlik, Birinci Uluslararası Sempozyum Bildirileri, Genelkurmay ATASE Başkanlığı Yayınları,  (Ankara, 2003), 1-5.
  21 Institute of Defence And Strategic Studies: “Globalization and Defense”, Nanyang Technological University, Report of Globalization and Defense Conference (15-16 March 2006), 15. (Singapore, 2006). Website: http://www.idss.edu.sg
  22 Sait YILMAZ: 21. Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat, ALFA Yayınları, (İstanbul, 2006), 97-98.
  23 Sıtkı M. ERİNÇ: “Post Modernizm’in Tanımı”, Anadolu Sanat Dergisi, Sayı 2,  (Eskişehir, Kasım 1994), 31.  
  24 Yaygın biçimde post-modernizm üç biçimde ele alınabilmektedir; (1) Bir dönem olarak postmodernizm, (2) Bir biçim olarak postmodernizm, (3) Bir düşünce tarzı ya da söylem olarak postmodernizm. (Fuat KEYMAN: Postmodernizm ve Radikal Demokrasi, Toplum ve Bilim Dergisi, (İstanbul, 1993), 131.
  25 John BAYLIS, Steve SMITH: a.g.e., (2005), 285-287.
  26 E. Fuat KEYMAN: Küreselleşme, Devlet, Kimilk/Farklılık: Uluslararası İlişkiler Kuramını Yeniden Düşünmek, Alfa Yayınevi, (İstanbul, 2000), 101.
  27 Molly COCHRAN: Postmodernism, Ethics and International Theory, Review of International Studies, C.21, (1995), 240.
  28 Metinsel stratejiler içerisinde en çok dikkati çeken ise Jacques Derrida’nın dünyayı kolayca kavranamayacak ve açıklanması gereken bir metin olarak görmesi idi. Derrida bu açıklamayı yapabilmek için iki vasıta önermekteydi; yapıyı çözme ve çift okuma.
  29 Robert COOPER: Ulus Devletin Çöküşü, Güncel Yayıncılık, (İstanbul, 2005),179.
  30 Jim GEORGE: Discourse of Global Politics: A Critical (Re) Introduction to International Relations, Boulder, (1994), 27.
  31 John BAYLIS, Steve SMITH: a.g.e., (2005), 287.
  32 Michele BARRETT: Ideology, Politics, Hegemony: from Gramsci to Laciau and Mouffe, Mapping Ideology, Ed. Stavoj ZIZEK, Verso, (London, 1997), 239.
  33 Robert W.COX: Social Forces, States and World Orders: Beyond International Relations Theory, Millenium Journal of International Studies, 10(2), (1981), 126-155.
  34 Andrew HEYWOOD: a.g.e., (2007), 392.
  35 Robert O. KEOHANE: The United States and the Postwar Order: Empire or Hegemony?, International Peace Research Institute, Journal of Peace Research, Vol. 28, No. 4, (oslo, 1991), 435-439.
  36 Duncan SNIDAL: The Limits of Hegemonic Stability Theory, MIT Press, International Organization, Cooperation and Conflict, XXI, Vol.: 39, (1986), 579-614.
  37 Robert WRIGHT: U.S. and Manhood: Leadership is About Respect, not Just Fear, New York Times, (August 3, 2004), www.iht.com/articles/532228.html.
  38 Robert COX: Gramsci, Hegemony and International Relations, An essay in Method, in Stephen GILL, ed., Gramsci, Historical Materialism and International Relations Cambridge University Press, (Cambridge, 1993), 49-66.
  39 Joseph S. NYE: The Paradox of American Power: Why The World’s Only Superpower Can’t Go It Alone, Oxford University Press, (Oxford, 2002).
  40 Robert O. KEOHANE: After Hegemony: Cooperation and Discord in the World Political Economy, Princeton University Press, (Princeton, 1984).
  41 Thomas J. VOLGY, Kristin KANTHAK, Derrick FRAZIER, Robert S. INGERSOLL: Resistance to Hegemony within the Core: Domestic Politics, Terrorism, and Policy Divergence within the G7, Matthew B. Ridgway Center for International Security Studies,University of Pittsburgh ,(2005), 1-2. 
  42 Susan STRANGE: Toward a Theory of Transnational Empire, Ernst-Otto Czempiel and James N. Rosenau (eds.), (1989), 165.
  43 John BAYLIS, Steve SMITH: a.g.e.,  (2005), 337.
  44 Oral SANDER: İlkçağlardan 1918’e Siyasi Tarih, İmge Kitabevi, (Ankara, 2000),  91.
  45 Robert COOPER: a.g.e., (2005),18.
  46 Çetin ÖNGÜN: Amerikan Gücüne Tarihsel Bir Yaklaşım, Asil Yayın Dağıtım, (Ankara, 2007), 40.
  47 Şener ÜŞÜMEZSOY: Dünya Sistemi ve Emperyalizm, İleri Yayınları, (İstanbul, Ekim 2006), 10.
  48 İlhan UZGEL: “Hegemon Güç Kutusu”, Ed. B. Oran, Türk Dış Politikası, Cilt I, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2003), 31.
  49 Immanuel WALLERSTEIN: Amerikan Gücünün Gerileyişi, Metis Yayınları, (İstanbul, 2004), 19.
  50 Fahir ARMAOĞLU: 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, Cilt: I, Alkım Yayınevi, (Ankara, 1993), 419.
  51 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 62.
  52 Franz SCURMANN:  The Foreign Politics of Richard Nixon: The Grand Design, Berkeley University of California, (1974), 3-8.
  53 Terence K. HOPKINS, Immanuel WALLERSTEIN: Geçiş Çağı, Dünya Sisteminin Yörüngesi: 1945-2025, Avesta Yayınları, Çev. N.ERSOY, (İstanbul, 1999), 29.
  54 IRDB: International Reconstruction and Development Bank (Uluslararası Yeniden Yapılandırma ve Kalkınma Bankası; sonraki adı ile Dünya Bankası).
  55 Melvyn P.LEFFLER: A Prepondeance of Power: National Security, The Truman Administration, and the Cold War, Stanford University Press, (Stanford, 1992), 233.
  56 William S.BORDEN: The Pasific Alliance: United States Foreign Economic Policy and Japanese Trade Recovery: 1947-1955, University of Wisconsin Press, (Madison, 1984), 220.
  57 Onur ÖYMEN: Ulusal Çıkarlar: Küreselleşme Çağında Ulus Devleti Korumak, (İstanbul, Ekim 2005), 391-393.
  58 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 169.
  59 Stephan G. RABE: Controlling Revolutions: Latin America, American Policy 1961-1963, Oxford University Press, (New York, 1989), 105-122.
  60 Thomas McCORMICK: America’s Half Century United States Foreign Policy In The Cold War, John Hopkins University Press, (Baltimore, 1989), 182.
  61 Simon BROOMLEY: American Hegemony and the World Oil: The Industry, The State System and The World-Economy, Polity Press, (Cambridge, 1991), 141.
  62 Susan GEORGE: Debt Boomerang, How Third World Debt Harms Us All. Boulder Co., (Westview, 1992), 151. 
  63 Osman Metin ÖZTÜRK: Amerika Çökerken: Yeni Kutuplaşma, Fark Yayınları, (Ankara, 2007), 11-16.
  64 Milli Güvenlik Akademisi: Terör ve Terörle Mücadele,  Yayın No:10, (Ankara 2004), 38-39
  65 Amerikan literatüründe çok geçen bir kavram olan RMA: ‘Revolution in Military Affairs’in kısaltmasıdır.
  66 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 24.
  67 Milli Güvenlik Akademisi: a.g.e., (2004), 189-190
  68 Wolfram F. HANRIEDER: The International System: Bipolar or Multibloc? in the International Political System: Introduction & Readings, Ed. Romano Romani, Wiley, (New York, 1992,) 188-189. 
  69 Charles KRAUTHAMMER: The Unipolar Moment, in Rethinkig America’Security: Beyond Cold War to New World Order, Eds. Allison and Treverton, (New York, 1992), 295-306.
  70 Joseph NYE: What New World Order?, Foreign Affairs: 70, (Spring 1992), 83.
  71 Institution For Strategic Studies: Strategic Assesment, 1997, INSS Publications, Executive Summary, (Washington D.C., 1997), i-xi. 
  72 Barry BUZAN, Ole WAEVER: Regions and Powers, The Structure of International Security, Cambridge Sudies in International Relations: 91, Cambridge University Press, (Cambridge, 2003), 13.
  73 Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., (2007), 30.
  74 The Einstein Forum, The Federation of German Scientists, and the German Association for Peace and Conflict Research: Project on Defense 
       Alternatives Report: Arms Control In An Age Of Strategic And Military Revolution, (Berlin, 28 Oct.2005), 2-3.
  75 Dünya standartlarında bir siber savaş kabiliyetinin yıllık 100 milyon dolar harcama ile 10 yılda kazanılabileceği ve bunu yapmak için halen 100’den 
       fazla ülke ve şirketin gerekli potansiyele sahip olduğu tespiti yapılmıştır.
  76 Yılmaz TEZKAN: Jeopolitikten Milli Güvenliğe, Ülke Kitapları, (İstanbul, 2005), 137.
  77 Joseph S. NYE: Amerikan Gücünün Paradoksu, Literatür Yayınları, Çev.Gürol Koca, (İstanbul, 2003), 5-7.
  78 Stephen GILL, David LAW: Global Political Economy, Perspectives, Problems and Policies, Harvester-Whesatsheaf,-Hertfordshire, (1988), 73-74.
  79 İ. UZGEL: a.g.e., (2003), 31.
  80 Brzezinski: a.g.e., (2004), 147.
  81 Susan STRANGE: The Persisting Myth of Lost Hegemony, International Organisation, C.41, No.4, (1987), 565.
  82 Joseph S. NYE Jr.: a.g.e., (2003), 15.
  83 Joseph S NYE Jr.: Hard and Soft Power in a Global Information Age, Re-Ordering the World, (Oxford, 2002), 6.   
  84 Mert BAYAT: Milli Güç ve Devlet, (Sunuş: Ertuğrul Zekai Ökte), Belge Yayınları, (İstanbul, 1982), VII.
  85 Yılmaz TEZKAN: a.g.e., (2005), 148.
  86 Oswaldo De RİVERO: Kalkınma Efsanesi, Çitlembik Yayınları, Çev.: Ömer Karakurt, (İstanbul, 2003), 34-35.
  87 Sam C. SARKESIAN: U.S. National Security: Policy Makers, Processes, and Politics, Sec.Ed., Lynne Rienner Publishes, (Colorado, 1995), 25.
  88 Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği: Devletin Kavram ve Kapsamı, (Ankara, 1990), 91.
  89 Ray S. CLINE: “World Power Trends and U.S. Foreign Policy for the 1980s,” Westview Press, (Boulder CO, 1980), 13.
  90 David JABLONSKY: “Why is the Strategy Difficult?”, Boone BARTHOLOMEES, Jr.: “Guide to National Security Policy and Strategy”, U.S. Army War College, 
      (Washington DC, June 2006), 138. 
  91 Ulusal güç unsurlarının kapsamı ile ilgili bakınız; Yılmaz TEZKAN: Jeopolitikten Milli Güvenliğe, Ülke Kitapları, (Ankara, 2005), III ncü Bölüm.
  92 David JABLONSKY: a.g.e., (2006),  130-137.
  93 Onur ÖYMEN: Ulusal Çıkarlar, Küreselleşme Çağında Ulus-Devleti Korumak, Remzi Kitabevi, (İstanbul, 2003), 165.
  94 Barry YEOMAN,  Michael SCHERER, Louis NEAVER: Dirty Warriors,  Mother Jones, Vol. 29 Issue 6, (Nov/Dec 2004), 30. 
  95 The International Consortium of Investigate Journalists: Privatizing Combat, The New Order, The Center For Integrity, Web sitesi: www.publicintegrity.org/wow/bio.aspx.html
  96 Umur TALU: Yeni Lejyonerler (2) Bazen Jandarma, Bazen Mafya, Milliyet Gazetesi, (31 Ocak 2001).
  97 Joseph S Nye Jr.: Soft Power and American Foreign Policy, Political Science Quarterly; Summer 2004; 119, 2; Research Library Core, p.256.
  98 Andreas WENGER: The Growth of Soft Power and the Challenges of Global Govenence, Information & Security, Volume 7, (2001), 5-11.
  99 Yılmaz TEZKAN: a.g.e., (2005), 141.
  100 Javier NOYA: The Symbolic Power of  Nations, Real Instituto Elcano, Working Paper (WP) 35/2005, (2005), 16.
  101 Nye, Joseph S. (6 Eylül 2006), Daha Çok Yumuşak Güce Başvurmalıyız, The DailyStar, (Çev. Radikal Gazetesi, 08 Eylül 2006).
  102 Yılmaz TEZKAN:a.g.e., (2005), 181.
  103 Nevzat DENK: 21 nci Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Jeopolitik Durumu ve Jeostratejik Öneminin Yeniden Belirlenmesi, HAK Yayını, (İstanbul, 2000), 23-24. (Kıt’asal güç merkezleri olarak Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa’yı; bölgesel güç merkezi olarak Türkiye’yi; birleşik güç merkezleri olarak NATO, Arap Birliği vb. örgütleri; sınırlı güç merkezleri olarak OPEC vb. kuruluşları göstermektedir.)
  104 Osman ULAGAY: 21. Yüzyılda 'Ulusal Güç' Olmanın Yolları, Milliyet Gazetesi, (13 Şubat 2006). http://www.milliyet.com/2006/02/13/yazar/ulagay.html
  105 William I. ROBINSON: Promoting Polyarchy: Globalization, U.S. Intervention and Hegemony, Cambridge Studies in International Relations, (Cambridge, 1996), 36.
  106 Tayyar ARI: Uluslararası İlişkiler, ALFA Yayınları, 2. Baskı, (İstanbul, 1997), 256.
  107 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 279.
  108 Barry BUZAN, Ole WAEVER: Regions and Powers, The Structure of International Security, Cambridge Sudies in International Relations: 91, Cambridge University Press, (Cambridge, 2003), 3.
  109 Harp Akademileri Komutanlığı: Geçmişte ve 21 nci Yüzyılda Savaşlar, Stratejiler ve Stratejler, Harp Akademileri Basım Evi, (İstanbul, 2002), 336.
  110 Sait YILMAZ: Küresel, Bölgesel ve Ulusal Düzeyde Türkiye için Yeni Bir Yaklaşım, Cumhuriyet Strateji Dergisi Yıl : 3, Sayı : 152,  (26 Mayıs 2007), s.16-17. 
  111 Barry BUZAN, Ole WAEVER: a.g.e., (2003), 394-394.
  112 Joseph S NYE Jr.: Soft Power and American Foreign Policy, Political Science Quarterly; 119, 2; Research Library Core, (2004), 263.
  113 Nevzat DENK: 21 nci Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Jeopolitik Durumu, H.A.K. Yayınları, (İstanbul, 1998), 24.
  114 Ufuk LEVENT: 21 nci Yüzyılın Eşiğinde Türkiye, H.A.K. Yayınları, (İstanbul, 1997), 2.
  115 Nevzat DENK: a.g.e., (1998), 24.
  116 Beril DEDEOĞLU: Dünden Bugüne Avrupa Birliği, Boyut Kitapları, (İstanbul, 2003), 418.
  117 Şeklin hazırlanmasında Barry BUZAN ve Ole WAEVER: Regions and Powers, (2003) adlı kitabında yer alan şekil ve açıklamalar esas alınmıştır. 
         Buzan, Avrupa ve Karadeniz güvenlik bölgeleri içine dahil etmemekle birlikte; Türkiye, bu bölgelerin doğal ve merkez ülkesi olarak kabul edilmiştir.
  118 Erol BİLBİLİK: Amerikan Kuşatması, Otopsi Yayınları, (İstanbul, Ağustos 2003), 22.
  119 Çetin ÖNGÜN: Amerikan Gücüne Tarihsel Bir Yaklaşım, Asil Yayın Dağıtım, (Ankara, 2007), 133.
  120 National Intelligence Council: (NIC): Mapping the Glolbal Future, Government Printing Office, (Washington D.C., Dec 04), 51.
  121 2003 yılında RAND isimli şirket gelecek 10 yılda hızlı gelişen Çin ekonomisinin başlıca 8 risk altında olduğunu belirlemiştir: 
         Kırılgan finansal sistemleri ve devlet teşebbüsü; rüşvetin ekonomik etkileri; su kaynakları ve aşırı nüfus; doğrudan yabancı yatırımcının azalma 
         ihtimali; HIV/AIDS ve salgın hastalıklar; işsizlik, yoksulluk ve sosyal huzursuzluk; enerji tüketimi ve fiyatlar; Tayvan ve diğer ülkeler ile olacak 
         potansiyel anlaşmazlıklar.
  122 National Intelligence Council: a.g.e., (Dec 04), 56.
  123 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 15-16.
  124 National Intelligence Council (NIC): a.g.e., (2004), 51.
  125 Osman ULUGAY: Türkiye’ye Avrupa’nın Dışında Hayat Var mı?, Milliyet Gazetesi, (20 Ocak 2004).
  126 Charles F. DORAN: Systems in Crisis: New Imperatives of High Politics at Century’s End, Cambridge University Press, (Cambridge, 1991), 212.
  127 Charles F. DORAN: Confronting the Principles of the Power Cycle: Changing Systems Structure, Expectations and War, Manus ı. Mildarsky (der.), Hadnbook of War Studies, Michigan Press, (2000), 338.
  128 Bu durum Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası politikalarını anlatan “Turkey: Thwarted Ambition (Niyetlenip Yapılmayan İstekler Ülkesi: Türkiye), Simon V. Mayall, National Defense University, Washington D.C., 1997)” adlı kitaba konu olmuştur.
  129 Charles F. DORAN: Systems in Crisis: New Imperatives of High Politics at Century’s End, Cambridge University Press, (Cambridge, 1991), 197.
  130 Çetin ÖNGÜN: a.g.e., (2007), 147.
  131 Zbigniew BRZEZINSKI: Büyük Satranç Tahtası, İnkılap Kitapevi, (İstanbul, 2005), 43. 
  132 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 163.
  133 Anıl ÇEÇEN: ABD Süper Güç Olarak Kalabilir mi?, Avrasya Dosyası, (İstanbul, 2000), 251.
  134 Chas W FREEMAN Jr.:  Restoring America, Vital Speeches of the Day, Vol. 73,  Iss. 5,  (New York, 2007), 188-192.
  135 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 303.
  136 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 221.
  137 Joshua KURLANTZICK: The Decline of American Soft Power, Current History.  Vol. 104,  Iss. 686,  (Philadelphia, Dec 2005), 419-424.
  138 Chas W FREEAMAN: a.g.e., (2007), 192.
  139 Joshua KURLANTZİCK: a.g.e., (2005), 424.
  140 Sami KARAMISIR: Türkiye’nin Siyasi Meseleleri, OSAV, (İstanbul, 1994), 237.
  141 Dennis S. IPPOLITO: Budget Policy, Deficits, And Defense: A Fiscal Framework For Defense Planning, Strategic Studies Institute, U.S. Army War College, (Carlisle, June 2005), 2.
  142 Evelyn GOH: Hegemonic Constraints: The Implications of September 11 For America Power, Institute of Defence and Strategic Studies, (Singapore, Oct 2002), 7.
  143 Hans MORGENTHAU: Uluslararası Politika, 1. Cilt, Çev. B. Oran ve Ü. Oskay, Sevinç Matbaası, (Ankara, 1970), 47.
  144 Tayyar ARI: a.g.e., (1997), 261-291.
  145 Robert COOPER: a.g.e., (2005), 91
  146 Yılmaz TEZKAN: a.g.e., (2005), 130.
  147 Erol MÜTERCİMLER: 21. Yüzyıl ve Türkiye: Yüksek Strateji, Erciyaş Yayınları, (İstanbul,1997), 38.
  148 Nevzat DENK: 21 nci Yüzyıla Girerken Türkiye’nin Jeopolitik Durumu ve Jeostratejik  Öneminin Yeniden Belirlenmesi, HAK Yayını, (İstanbul, 2000), 2.
  149 Harp Akademileri Komutanlığı: Jeopolitik, Jeostrateji ve Strateji, Harp Akademileri Basımevi, (İstanbul, 2000), XI.
  150 SAM C. SARKESIAN: a.g.e., (1995), 154-155.
  151 Tayyar ARI: a.g.e., (1997), 264-265.
  152 Onur ÖYMEN: a.g.e., (Nisan 2003), 25.
  153 Faruk SÖNMEZOĞLU: Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Der Yayınları, (İstanbul, 1995), 307.
  154 NSEA: National Security and Education Act.
  155 B.CUMINGS: “Sınır Kayması: Soğuk Savaş ve Sonrasında Bölge Araştırmaları ve Uluslar arası Araştırmala”r, Ed. C.Simpson; Üniversiteler ve Amerikan İmparatorluğu, Çev. M. Ceylan, (İstanbul, 2000), 178-182.
  156 Harry R. YARGER: Strategic Theory For The 21 st Century: The Little Book on Big Strategy, US Government Strategic Studies Institute, (Washington D.C. Feb 2006), 2.
  157 Barry R. POSEN, Andrew ROSS: “Competing Visions for U.S. Grand Strategy”, International Security: 21, (Winter 1996/1997), 5-53.
  158 J.Boone BARTHOLOMEES, Jr.: Guide to National Security Policy and Strategy, U.S. Army War College, (Washington DC, June 2006), 93-95.
  159 Gregory F.TREVERTON, Seth G. JONES: Measuring National Power, Rand Corporation, (Arlington, 2005), 17.
  160 Quintus Fabius Maximus Verrucosus isimli Roma Generali.
  161 Frank KITSON: Low Intensity Operations: Subversion, Insurgency, and Peacekeeeping, Stackpole Books, (Harrisburg PA, 1971), 67-143.
  162 Robert B. ASPERY: War in the Shadows: The Guerilla in History, Doubleday & Co., Inc. (New York, 1975), 263. Thomas Edward Lawrence: Seven Pillars of Wisdom: A Triumph, George Doran Publishing Co., (New York, 1926).
  163 Charles C.CALDWELL: Small Wars-Their Principles and Practices, 3rd Ed., His Majesty’s Stationary Office, Reprinting EP Publishing, (London, 1976), 125-148.
  164 Mao TSE-TUNG: On Protracted War, Foreign Language Press, (Peking, 1960). Mao TSE-TUNG: “An Anthology of His Writings”, Anne Fremantle Ed., New American Library, (New York, 1972).
  165 Roger TRINGUER: “Modern Warfare: A French View of Counterinsurgency”, Daniel Lee, Trans, Frederick A. Praeger, (New York, 1964), 17-26.
  166 Ernesto Che Guevera de la SERNA: “Che Guevara on Guerilla Warfare”, Introduction by Major Haris-Clichy Peterson, USMRC, Frederick A. Preager, (New York, 1961), 15.
  167 David GALULA: Counterinsurgency Warfare: Theory and Practice, Frederick A. Praeger, (New York, 1964), 6-10.
  168 Albert WOHLSTETTER: The Delicate Balance of Terror, RAND Publications, (Santa Monica, CA, 1958).
  169 Bernard BRODIE: Strategy in the Misilse Age, Princeton University Press, (Princeton NJ, 1959).
  170 Herman KAHN: On Thermonuclear War, Princeton University Press, (Princeton NJ, 1960).
  171 Herman KAHN: a.g.e., (1960), 126.
  172 John BAYLIS, James WIRTZ, Eliot COHEN, Coli S. GRAY: Strategy in the Contemporary World, Oxford University  Press, (Oxford, 2006), 174-175. 
  173 Alfred Thayer MAHAN: The Influence of  Sea Power Upon History 1660-1783, 1890, Little, Brown and Company, (Boston, 1970), 29-88.
  174 Julian S.CORBETT: “Some Principles of Maritime Strategy”, J.Boone BARTHOLOMEES, Jr.: “Guide to National Security Policy and Strategy”, U.S. Army War College, (Washington DC, June 2006), 101. 
  175 Giulio DOUHET: The Command of the Air, Trans. Sheila Fischer, Rivista Aeronautica, (Rome, 1958), J.Boone BARTHOLOMEES, Jr.: “Guide to National Security Policy and Strategy”, U.S. Army War College, (Washington DC, June 2006), 101. 
  176 Faruk SÖNMEZOĞLU: a.g.e., (1995), 408.
  177 NDC Research Branch: NATO and Interventionism: Some Possible Criteria for the Future, NATO Defense College Publications, (Rome, 5 May 2004), 4-6.
  178 NDC Research Branch: a.g.e., (2004), 7-8.
  179 Karikatür: The Herald Tribune: Aktaran: Radikal Gazetesi, (13 Mayıs 2006).
  180 John NAISBITT: Megatrendler Asya, Altın Kitaplar, Çev. U. KAPLAN, (İstanbul, 1997), 31.
  181 Ersel AYDINLI: Küreselleşme ve Güvenlik, Avrasya Dosyası, Güvenlik Bilimleri Özel, Sayı: 2, Ankara, (Ankara, 2003), 45.
  182 David A. BALDWIN: Güvenlik Kavramı, Avrasya Dosyası, Güvenlik Bilimleri Özel, ASAM Basım Evi, Cilt: 9, Sayı: 2, (Ankara, 2003), 5.
  183 M.Hakkı CAŞIN: Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma, Yayınlanmamış Doktora Tezi, (İstanbul, 1993), 14.
  184 Ken BOOTH: Güvenlik ve Özgürleş(tir)me, Avrasya Dosyası, Güvenlik Bilimleri Özel, Cilt: 9, Sayı: 2, (Ankara, Yaz 2003), 59.
  185 Beril DEDEOĞLU: Uluslararası Güvenlik ve Strateji, Derin Yayınları, (İstanbul, 2003), 12.
  186 Buzan BARRY: “Is International Security Possible?” in Booth Ken (Ed.), New Thinking About Strategy and International Security, HarperCollins, (1991), 34.  
  187 Milli Güvenlik Genel Sekreterliği: Devlet’in Kavram ve Kapsamı, (Ankara, 1994), 33.
  188 Harp Akademileri Komutanlığı: a.g.e., (2002), 46.
  189 Harp Akademileri Komutanlığı: Milli Güvenlik Siyaseti ve Stratejisi. (Yenilevent-İstanbul, Mart 1996), 43.
  190 Mert BAYAT: a.g.e., (1982), 24.
  191 Harp Akademileri Yayınları: a.g.e., (1996), 33-49.
  192 Institute For National Strategic Studies: Instruments For Shaping, (Washington, 1998), 24.
  193 Plamen PANTEV: Why Is Post-Conflict Rehabilitation Important for Preserving and Developing Transatlantic Relations, The Quarterly Journal, (Summer 2005), 83.
  194 International Peace Research Institute: Wars (1946-2002), Department of Peace and Conflict Research at Uppsala University, (Oslo, 2003). 
  195 Kofi ANNAN: Foreword to “A More Secure World: Our Shared Responsibility, Report of the High-level Panel on Threats, Challenges and Change;  www.un.org/secureworld/.
  196 Monty MARSHALL, Ted Robert GURR: Peace and Conflict 2005, (College Park, University of Maryland, 2005). http://www.cidcm.umd.edu/inscr/PC05print.pdf
  197 Michael MİHALKA:  Cooperative Security in the 21st Century, The Quarterly Journal, (Winter 2005), 114-115.
  198 Andrej KARKOSZKA: Crisis Management: The Transformation of National and International Systems of Response, The Quarterly Journal, (Summer 2005), 36.
  199 Chas W. FREEMAN, Jr.: The Diplomat’s Dictionary,  National Defense University Press, (Washington, D.C., 1996).
  200 Colin I. BRADFORD, Jr.: Global Governance Reform for the 21 st Century, Brooking Institution, (Washington D.C., Oct 2005), 5-6.
  201 Beril DEDEOĞLU; a.g.e., (2003), 112-121.
  202 Beril DEDEOĞLU: a.g.e., (2003), 111-112.
  203 John BAYLIS, Steve SMITH: a.g.e., (2005), 357.
  204 J.G. MERRILS: International Dispute Settlement, Cambridge University Press, 3 rd. Ed. (Cambridge, 1998), v-vii.
  205 Karikatür: Herald Tribune, Aktaran: Radikal Gazetesi, (28 Ekim 2007).
  206 Sadi ÇAYÇI: Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Hukuk, ASAM Yayınları, (Ankara, 2006), 8.
  207 O. Metin ÖZTÜRK: a.g.e., (2004), 46-47.
  208 David P. FORSYTHE: The U.S. and Transatlantic Relations: On the Difference Between Dominance and Hegemony, Danish Institute for International Studies, DIIS Working Paper No. 2005/16, (Copenhagen, 2005), 4-5.
  209 NPT: Non Proliferation Treaty.
  210 START: Strategic Arms Reduction Talks.
  211 ABM: Antiballistic Missile Treaty.
  212 CTBT: Comprehensive Test Ban Treaty.
  213 Andre BANDEIRA: A Common Concern: Weapons of Mass Destruction and Proliferation, NATO Defence College Occasional Paper: After İstanbul, (Rome, 2004), 61-63.
  214 Karikatür: Herald Tribune, 06 Sep 2006, Aktaran: Radikal Gazetesi: (08 Eylül 2008).
  215 Joseph F. PILAT, David S. YOST: NATO and the Future of the NPT, NATO Defense College and the Los Alamos National Laboratory Workshop, (12 September 2006), 8.
  216 Martin BRIENS: The Future of the NPT: A Prognosis, Ministry of Foreign Affairs, (Paris, 2006), 41-42.
  217 Jimmy CARTER: ABD'nin Nükleer Çifte Standartı Barışın Altını Oyuyor, The DailyStar, (20 Eylül 2007), Aktaran: Radikal Gazetesi, (23 Eylül 2007).
  218 BTWC: Biological and Toxin Weapons Convention.
  219 CWC: Convention for the Prohibition and Stockpiling of Chemical Weapons.
  220 House of Commons Select Committe on Defence: Examination of Witnesses, UK Ministry of Defence, Strategic Defense Review Public Discussion Paper, MoD, (London, 2002), 7. www.parliament.the-stationery-fice.co.uk/pa/cm200102/cmselect/cmdefence/644/2032008
  221 Ulusal Savunma Enstitüsü’nde 8 Haziran 2001’de yaptığı konuşma: www.elysee.fr
  222 Senate Armed Services Committe: Hearing on the Nuclear Posture Review, (February,14th), 7.
  223 Alexei ARBATOV: Democracy and Nuclear Weapons, Russia in Global Affairs, Vol.3, No.3, (July-September 2005), 174.
  224 Necdet PAMİR: Enerji Arz Güvenliği ve Türkiye, ASAM Yayınları, Stratejik Analiz, Mart 2007, (Ankara), 14-18.
  225 OPEC: Annual Statistical Bulletin, (London, 2005) ve BP: Statistical Review of World Energy, (2005), 4-5.
  226 Kaynak: www.bp.org.com (01 Ağustos 2007).
  227 Şener ÜŞÜMEZSOY: Avrasya’da Enerji ve Enerji Savaşları, Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Paneli, (01 Mart 2007).
  228 Ümit ÖZDAĞ: Avrasya’da Enerji ve Enerji Savaşları, Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi (BÜSAM) Paneli, (01 Mart 2007).
  229 BP: Statistical Review of World Energy, (2005), 39.
  230 BOTAŞ: Yıllık Faaliyet Raporu, (Ankara, 2005), 54.
  231 Deborah G. BARGER: Toward A Revolution in Intelligence Affairs, National Security Research Division, Rand Corporation, (Arlington/VA, 2005), 88.
  232 Larry KAHANER: Competitive Intelligence, Touchstone, (New York, 1997), 75.
  233 Tyrus G. FAIN: The Intelligence Community. R.R. Bowker, (New Jersey, 1997), 319.
  234 Bekir ÇINAR: Devlet Güvenliği, İstihbarat ve Terör, SAM Yayınları, (Ankara, 1997), 134.
  235 SIGINT: Signal Intelligence.
  236 Ioannis L. KONSTANTOPOULOS: Macroeconomic Espionage: Incentives And Disincentives, Research Institute For European And American Studes (RIEAS) Research Paper No. 103, (Athens, 2006), 22.
  237 Michael KRISTEN.: Business Counterintelligence and the Role of the U.S. Intelligence Community, International Journal of Intelligence and Counterintelligence, Vol. 7, No. 4 (1995), 417.  
  238 Johnson K. LOCH: Secret Agencies: U.S. Intelligence in a Hostile World, Yale University Press, (1996), 148.  
  239 Deborah G. BARGER: a.g.e., ( 2005), 108-109.
  240 DNI: Director of National Intelligence.
  241 Geneva Centre for the Democratic Control of Armed Forces (DCAF): What is the Purpose of Intelligence Services? Backgrounder Series, (March 2006), 3.
  242 Geneva Centre for the Democratic Control of Armed Forces (DCAF): a.g.e., (2006), 1.
  243 Alvin TOFLER: Yeni Güçler Yeni Şoklar, Altın Kitaplar,  (İstanbul, 1992), 316-317.
  244 İstihbarat fonksiyonları istihbarat servislerinin ötesine geçen aktörler edindiği için tüm bu aktörleri içerecek bir kavram olarak ABD kaynaklarında yer aldığı gibi “istihbarat toplumu (intelligence community)” tanımının kullanılmasının uygun olacağı düşünülmüştür.
  245 Aziz YAKIN: İstihbarat, Casusluk ve Casuslukla Mücadele, Dışişleri Akademisi Yayınları, Sayı 3, (Ankara, 1969), 49.
  246 Büyük Larousse, Milliyet: Cilt 10. (1993), 4891.
  247 Tyrus G. FAIN: a.g.e., (1997), 973.
  248 Lorne TEITELBAUM: The Impact of the Information Revolution on Policymkers’ Use Of Intelligence Analysis. Pardee RAND Graduate School, Browse Books & Publications, (Arlington VA, 2005), 28-29.
  249 Gültekin AVCI: İstihbarat Teknikleri: Aktörleri-Örgütleri ve Açmazları, Timaş Yayınları,  (İstanbul, Nisan 2004), 41-46.
  250 Bruce D. BERKOWITZ and Allan E. GOODMAN: Strategic Intelligence For American National Security, Princeton University, (Princeton, 1989), (1989), 31.
  251 Bruce D. BERKOWITZ and Allan E. GOODMAN: a.g.e., (1989), 73.
  252 U.S. Congress: Office of Technology Assessment, Countermeasures, and Arms Control, U.S. Government Printing Office, (Washington D.C., 1985), 33-39.
  253 Francis Gary POWERS: Operation Overflight, Tower Books, (1970), 21-22.
  254 Jay MILLER: Lockheed U-2” and “Lockheed SR-72, Tex.: Aerofax, (Arlington, 1985).
  255 Faruk SÖNMEZOĞLU: a.g.e., (1995), 305. Joseph FRANKEL: International Politics, Conflict and Harmony, Allen Lane the Penguin Press, (London, 1969), 156.
  256 Harry ROSITZKE: CIA’nın Gizli Operasyonları: Casusluk, Karşı Casusluk ve Gizli Faaliyetler, Westview Press Home, Boulder, (Colarado,1988), 162.
  257 Zbigniew BRZEZINSKI: a.g.e., (2004), 44.
  258 Chris Hables GRAY: Postmodern Savaş: Yeni Çatışma Politikası, Çev. Derya KÖMÜRCÜ, Alfa Yayınları, (İstanbul, 2000), 44-45.
  259 Deniz Ülke ARIBOĞAN: Globalleşme Senaryosunun Aktörleri, Der Yayınları, (İstanbul, 1997), 152; Leonard SUSSMAN: Power the Press and Technology of Freedom; The Coming Age of ISDN, Fereedom House, (New York, 1989).
  260 AP: Assosiated Press.
  261 UPI: United Press International.
  262 Halid ÖZKUL: a.g.e., (2001), 71-72.
  263 William BLUM: Haydut Devlet, Yeni Hayat Kütüphanesi 2. Baskı, (İstanbul, Ağustos 2003), 78-79.
  264 Theodore SHACKLEY: “The Third Option. An American View of Counterinsurgency Operations”, Reader’s Digest, (New York, 1981), 6-7.
  265 Theodore SHACKLEY, a.g.e., (1981), 7.
  266 Mustafa YILDIRIM: Sivil Örümceğin Ağında, Ulus Dağı Yayınları, (İstanbul, 2004), 238-239.
  267 Chris Hables GRAY: a.g.e., (2000), 42.
  268 Office of the National Counterintelligence Executive: National Counterintelligence Strategy of The United States, (March 2005), 4.
  269 Gültekin AVCI: a.g.e., (2004), 204.
  270 Andrej KARKOSZKA: a.g.e., (2005), 38.
  271 Bruce D. BERKOWITZ and Allan E. GOODMAN: a.g.e., (1989), 109.
  272 Tyrus G. FAIN: a.g.e., (1977), 87. 
  273 Lorne TEITELBAUM: The Impact of the Information Revolution on Policymkers’ Use Of Intelligence Analysis, Rand Corporation, (Arlington VA, 2005), 15.
  274 Lorne TEITELBAUM: a.g.e., (2005), 113.
  275 Council on Foreign Relations: Making Intelligence Smarter, Task Force on the Future of U.S. Intelligence, (1996), 4.
  276  Sherman KENT: Stratejik İstihbarat, ASAM Yayınları, (Ankara 2002), 11.
  277 Mehmet ATAY: Stratejik Ulusal Güvenlik İstihbaratı, Strateji Dergisi No.5, (İstanbul,  1998), 89.
  278 John CHAPMAN: Space and Security in Europe, New Defence Agenda, (Bruselles, 6 December 2004), 6-7.
  279  Bruce D. BERKOWITZ and Allan E. GOODMAN: a.g.e., (1989), 34.

***