19 Ekim 2017 Perşembe

Türk Kamuoyunda NATO Algısı BÖLÜM 1


Türk Kamuoyunda NATO Algısı, BÖLÜM 1 


Ebru Ş. CANAN-SOKULLU 
Yrd. Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü 
Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği | Uluslararası İlişkiler Dergisi 
Web: www.uidergisi.com | E- Posta: bilgi@uidergisi.com 

ULUSLARARASIiLiŞKiLER, Cilt 9, Sayı 34, Yaz 2012, s. 151 - 182 
Türk Kamuoyunda NATO Algısı 
Ebru Ş. CANAN-SOKULLU* 
* Yrd. Doç. Dr., Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, Bahçesehir Üniversitesi, İstanbul. 
E-posta: ebru.canan@bahcesehir.edu.tr

ÖZET 
Bu makale, Türk kamuoyunda son yıllarda giderek artan NATO-karşıtlığını, uluslararası ve bireysel düzlemde hissedilen tehdit algısı ve ABD ile AB’nin uluslararası politik liderliği konusunda tercihler bağlamında değerlendirmektedir. Türk kamuoyu, diğer NATO üyesi ülkelerdekinin tersine özellikle Afganistan savaşı sonrasında NATO’dan giderek uzaklaşmaktadır. Demokrasilerde kamuoyunun dış politika yapımının “domino taşı” olduğu göz önünde tutulduğunda, meşruiyeti, yetenekleri, sorumluluk ve görev alanı itibariyle 
mercek altında tutulan NATO’nun üye ülkelerin vatandaşları tarafından desteklenmesi son derece önemlidir. Öte yandan altmış yıldır NATO’ya sadakatle bağlı olan ve siyasa yapıcılarca NATO’nun Avrupa-Atlantik bölgesi için vazgeçilmez olduğu dile getirilen Türkiye’de bir ikilemle karşı karşıya kalınmaktadır. Türk kamuoyunda NATO algısı Transatlantik Eğilimler 
Araştırması (2004–2010) verilerinin iki sonuçlu lojistik regresyon analizi ile incelenecektir. 

Anahtar Kelimeler: NATO, Türk Kamuoyu, Tehdit Algısı, Küresel Liderlik, İki Sonuçlu Lojistik Regresyon, 

Giriş 

Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) 1949’da 12 üyeli bir ortak güvenlik örgütü olarak kurulmasından sonraki ilk genişlemesinde (1952) ittifaka katıldı. Üye ülkelerin, ittifakın savunma yeteneklerini geliştirmek ve korumak, birbirlerinin toprak bütünlüklerini korumak ve güvenliklerine yönelik tehditler karşısında birbirlerini savunmak konularında taahhüt verdiği Soğuk Savaş süresince ortak tehdit, NATO Sözleşmesi’nde hiçbir açık ibare olmasa da, Sovyetler Birliği’nin komünist yayılmacılığıydı. Bu tehdidin Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile ortadan kalkması, konu, coğrafya ve aktör bağlamında uluslararası topluma ve dolayısıyla NATO’ya yönelik tehdit algısında da 
önemli bir dönüşüme neden oldu. 

NATO’nun Soğuk Savaş sonrası ilk uluslararası askeri müdahalesi, Sırp yönetiminin siviller üzerinde uyguladığı şiddet karşısında diplomatik çabaların sonuçsuz kaldığı Bosna Savaşı’nda (1995) gerçekleştirildi.1 1999’da Kosova’da başlattığı insani müdahale operasyonu, 11 Eylül 2001 saldırılarına cevaben Afganistan’da başlattığı uluslararası terör ile savaş ve devamında yeniden yapılandırma operasyonu gibi örnekler düşünüldüğünde NATO’nun görev alan ve amaçlarının da ortak savunma dışında 5. Maddenin öngördüğü hususlarda alan dışı görevlere yönelmesiyle oldukça genişlemiş olduğu görülmektedir. NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye’nin, Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO tarafından yürütülen tüm harekâtlara etkin olarak katılması NATO’nun dönüşümüne verdiği desteği açıkça ortaya koymaktadır.2 
Her ne kadar, Türk dış politika yapıcıları son yıllarda sıklıkla Türkiye’nin Batılı müttefiklerinin yanı sıra diğer bölgelerdeki ve özellikle Orta Doğu’daki komşularıyla diyalog kurarak işbirliği düzeyini arttırmasının önemini vurgulasalar ve dış politika önceliklerinde Batı merkezcilikten Doğu merkezciliğe doğru bir “eksen kayması” olduğu iddia edilse de resmi söylemlere göre “Türkiye, ittifakı kendisinin de ayrılmaz bir parçası olduğu Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğinin dayanağı olarak görmektedir”.3 Buna rağmen, 2011 yılı başında NATO Kamu Diplomasisi Birimi Türkiye Sorumlusu Knut Kirste’nin Türk kamuoyu desteğindeki büyük düşüşün endişe verici olduğunu ve bu nedenle de Türk halkına NATO’nun yeni bir iletişim stratejisi ile anlatılması ve desteğin arttırılması için kamu diplomasisi yürütülmesinin gerekliliğini vurgulaması, NATO’nun “sadece karar verici elitlere değil, Anadolu’daki halka da ulaşmak” istediğini de ortaya koymuştur. 4 

Araştırmalar göstermektedir ki, Türkler, 1999 yılında NATO’nun Kosova Savaşı’nı yüzde 92 oranında desteklerken,5 2001 yılında tüm NATO üyesi ülkelerin katılma kararı aldığı Afganistan Savaşı’nda ABD yanında savaşma fikrine yüzde 71 oranında karşı çıkmaktaydılar.6 Canan-Sokullu ve Ertunç, 2003 Irak Savaşı sonrasında Türk kamuoyundaki mevcut NATO algısını incelemiş7 ve 2004–2010 yılları arasında Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler ile ABD’deki tutumlar ile kıyaslandığında, NATO’nun ülke güvenliği için “gerekli” olduğu görüşünün 2004–2010 aralığında yüzde 26 oranında düştüğünü tespit etmişlerdir (Tablo 1). 

Aynı çalışma, NATO karşıtlığında siyasal tercihler ile iç politikada hâkim olan NATO söylemlerin rol oynadığını gözlemlemiştir.8 


Tablo 1. Transatlantik Kamoyunun NATO’nun Gerekliliğine Verdiği “Destek” (%) 

2012’de üyeliğinin 60. yılını kutlayacak olan NATO’nun sadık üyesi Türkiye’de acaba kamuoyunda NATO’ya duyulan destek neden bu derece düşmektedir? Bu 
makalenin amacı, Türkiye’de NATO’ya duyulan kamuoyu desteğindeki düşüşü, 
(a) Soğuk Savaş döneminin uluslararası güvenlik tehdit parametrelerindeki değişime bağlı olarak ve Soğuk Savaş sonrası (özellikle de 11 Eylül saldırıları sonrası) dönemde uluslararası sistemde karşı karşıya kalınan tehditler ekseninde (b) Soğuk Savaş sonrası çok kutuplu dönemde bölgesel bir güç olma yolunda ilerleyen Türkiye’de ABD ve AB’nin küresel liderliğinin ne derece önemsendiği ile ilintili olarak değerlendirmektir. 

Uluslararası ilişkilerde tehdit ve riskler Soğuk Savaş sonrasında büyük ölçüde çeşitlenmiştir. Özellikle 11 Eylül sonrası dünya düzeninde güvenliğe yöneltilen tehditlerin fiziki sınırları, orduları ya da devletleri yoktur. Öte yandan, uluslararası toplum bu tehditlere nasıl cevap vereceğine dair bir görüş birliği içerisinde de değildir. 

Yeni tehditlerin ortak paydası, tehditlere karşı ortak bir mücadele içerisine girilmesi gerektiği anlayışı ve buna paralel olarak tasarlanması gereken ortak hareket eden bir güvenlik ittifakıdır. Bunun için küresel bir “liderlik” anlayışı gerekmektedir. 

Türk dış politikasının en eski sacayaklarından birisi olan transatlantik ortaklık olgusu, 11 Eylül sonrası dönemde ortaya çıkan yeni tehditlerle mücadelenin ayrılmaz bir parçası olunması gerekliliğine de vurgu yapmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesi tehditlerin yöneldiği “referans nesneleri”ni ve tehditlerin tiplerini daha karmaşık bir şekilde ele almayı gerektirmektedir.9 11 Eylül saldırıları, modern ve gelişmiş sanayi ülkelerinin aslında konvansiyonel olmayan tehditler karşısında ne kadar hazırlıksız ve kırılgan bir yapıya sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Yeni küresel güvenlik gündemi devletlerin yeni tehditlere nasıl cevap vereceği sorusuna karşı çok taraflı mücadelenin kaçınılmaz 
olduğunu da ortaya koymuştur. Bu durum özellikle batı demokrasilerinde bireyler ve yöneticiler tarafından çok taraflı uluslararası aktörlerin gerekliliğini tartışmaya açmıştır. 

NATO, Birleşmiş Milletler (BM) ve AB öncelikli güvenlik aktörleri olarak sorgulanırken, uluslararası finans kurumları da çok taraflı ve çok kutuplu sistemde güvenlik için gerekli olan aktörler bağlamında düşünülmeye başlamıştır. Dolayısıyla yeni küresel güvenlik gündemi devletlerin sosyo-ekonomik dokuyu ne kadar koruyabileceğini, sınır ötesi eylemleri ne derece kontrol edebilme yeteneği olduğunu; tüm bunları yaparken uluslararası toplumla ekonomik, siyasal ve askeri meselelerde ne ölçüde işbirliği içine 
girebileceğini ve yeni tehditler karşısında devletlerarası işbirliği mekanizmalarında ne sıklıkla yer almaları gerektiğini tartışmaya açmıştır. 

Pek çok araştırmacı dış politika yapımı sürecinde kamuoyunda hâkim tercihlerin dikkate alınması ve sürece dâhil edilmesi liberal demokrasiler için vazgeçilmez bir unsur olarak tanımlamaktadır.10 Özellikle revizyonistler kamuoyunun bu sürece dâhil edilmesinin gereğini daha da vurgulamaktadır.11 Fakat yabancı literatürün12 dış politika ve kamuoyu analizi konusunu geniş bir şekilde çalışmasına rağmen Türk kamuoyu ve dış politika alanı gelişememiş, kamuoyu çalışmaları daha ziyade iç siyaseti ilgilendiren başlıklar üzerinde yoğunlaşmıştır.13 Öte yandan Türk kamuoyu ve dış politika konusunda konu temelli alan çalışmaları ile ilgili (özellikle ağırlıklı olarak AB ile ilgili) pek çok çalışma varken,14 dış politika ve güvenlik konularında kamuoyunda hâkim algı ve tercihlerin sistematik olarak araştırılması diğer ülkelerdeki benzer çalışmalara kıyasla oldukça dar bir alanda kalmıştır.15 Ampirik olarak ise Transatlantik Eğilimler Araştırması (TEA) 

Türk kamuoyundaki çeşitli dış politika konuları ile ilgili tutum ve davranışları Avrupa ve ABD ile kıyaslamalı bir şekilde ve her yıl sistematik olarak aynı sorularla gözlemiştir. Bu gözlemlerden yola çıkarak, bu makale Türk kamuoyunda NATO algısını çalışarak Türkiye’deki kamuoyu ve dış politika literatürüne de katkı yapmayı da amaçlamaktadır. Özetle, bu çalışmaya yön veren temel amaç NATO’nun Türkiye’nin güvenliği için hala gerekli olup olmadığının, Türklerin uluslararası tehditler karşısındaki tutumları ile 
ABD ve AB’nin küresel bir lider olarak arzu edilmesi bağlamında değerlendirilmesidir. Teorik çerçeveyi çizebilmek için “uluslararası ittifak”, “tehdit” ve “küresel liderlik” kavramları kamuoyu ve dış politika literatürü çerçevesinde incelenecektir. Kavramsal tanımları takiben, veri ve yöntem bölümünde, analiz edilecek değişkenlerin işlemselleştirilmesi 
ve TEA verileri ile ilgili detaylar açıklanacaktır. Bu verilerin ampirik analizi için temel istatistiksel araç olarak logit tekniği uygulanacaktır. 

Kuramsal Tartışma: İttifak ve Tehditler 

Demokrasilerde karar alıcılar kamuoyuna ve tercihlerine karşı sorumlu ve yükümlü davranmak zorundadırlar.16 Bütün demokratik sistemlerde kamuoyu hükümetlerin kararlarının meşruiyet kaynağıdır. Özellikle savunma ve güvenlik odaklı dış politika konularında kamuoyu dış politika kararlarının ayrılmaz bir belirleyicisidir.17 Bu temel yaklaşımdan yola çıkılarak bu çalışmada üzerinde durulan, Margolis ve Mauser’in de ileri sürdüğü gibi, kamuoyunun bir bağımlı değişken olarak değerlendirilmesi hususudur.18 

Kamuoyunun dış politika yapımındaki rolü ile ilgili zengin literatürü de reddetmemekle birlikte, bu makalenin temel çıkış noktası uluslararası sistemdeki tehdit algısı ekseninde kamuoyunda mevcut olan NATO ittifakı algısını analiz etmektir. 

İttifak Kavramı 

İttifaklar uluslararası ilişkiler literatürünün en önemli olgularından birisidir.19 Dünya tarihine bakıldığında yüzlerce yıldır büyük ve küçük güçler sayısız ittifak kurmuşlar ve bu ittifaklar dünya siyasetine ve devletlerin dışişleri politikalarına doğrudan etki etmişlerdir. Bu etkinin önemli nedenlerinden birisi şüphesiz ittifakların ulusal çıkarlara sağladığı faydalardır. Çıkarlar, “güvenlik toplulukları” bağlamında devletlere dış ve iç tehditlere karşı koruma sağlar.20 Daha az maliyetli olmaları ve sorumlulukların paylaşımına olanak sağlamaları da ittifakları cazip hale getirir. 

İttifak kavramı, literatürde genel olarak güvenlik ekseninde tanımlanır. Walt’a göre ittifak, “iki ya da daha fazla egemen devlet arasındaki resmi ya da gayrı resmi güvenlik işbirliği ilişkisi” olarak ifade edilir.21 İttifakların askeri amaçlı örgütlenmeler olduğu görüşünü savunan Snyder ise ittifakların esas amacını “ittifak üyelerini birbirlerine karşı korumak değil, ortak düşmana karşı askeri gücün birleştirilmesi” olarak tanımlar.22 Bu görüşe göre ittifaklar dışarıdan gelecek tehditlere karşı kurulmaktadır. Dolayısıyla benzer görüşü benimseyenlerin hemfikir oldukları konu “ortak dış tehdit algısı” ve “askeri güç” bağlamında ittifakların savunma amaçlı olduklarıdır. İttifakların oluşumları ile ilgili literatüre bakıldığında iki yaklaşım ağırlık kazanmaktadır. Gerçekçi okul, ittifakları “yeteneklerin kümelenmesi modelleri” (capabilities aggregation models) ile açıklar.23 Bu görüşe göre ittifakların ortaya çıkmasında ve devamında en belirleyici etmen, devletlerin askeri yeteneklerini birleştirerek güvenliklerini maksimize etme arayışıdır. Özellikle “güçler dengesi” açısından bakıldığında devletlerin tek tek güçlerini maksimize etmeleri daha maliyetli 
olacağından, görece zayıf devletler güçlü bir devlete karşı ittifak kurarak güç dengesini sağlayabilirler.24 

Uluslararası sistemde güçler dengesi ve güç maksimizasyonu ekseninde ittifak oluşumunu açıklayan gerçekçilere karşı, liberaller güç dengesi mücadelesinin aslında bir “tehdit dengesi” durumu yarattığını iddia eder. Dolayısıyla liberal kuramsal çerçeve, hâkim belirleyiciler olan kültürel, ideolojik ve kurumsal faktörlere odaklanır. Anarşik uluslararası yapıda “hegemonik güç”25 odaklılık yerine, ortak tehdit algısının nasıl oluştuğunu anlamak gereklidir diyen liberal görüş, özellikle demokrasinin ve uluslararası sistemde hiyerarşinin ittifak oluşumunu ve devamlılığını daha kuvvetli ve uzun ömürlü kıldığını öne sürer.26 Bu görüş, ittifakların gerekliliğini ortak değerler sistemi yaratmak amacı doğrultusunda ortaya koyar. 

NATO ittifakı bu iki kuramsal çerçevede değerlendirilebilir.27 Sovyetler Birliği’nin yarattığı askeri-siyasal tehdit, ABD’nin Avrupa’daki stratejik çıkarları da göz önünde tutulduğunda gerçekçiler NATO’yu Soğuk Savaş dönemi güvenlik ikilemleri karşısında kaçınılmaz bir savunma bloğu ve birçok üye devletin dış politikasının temel unsurlarından birisi olarak kabul eder. Liberaller ise aslında nükleer silahlar, operasyonlara ne kadar konvansiyonel silahla ve hangi büyüklükte askeri katkı sağlanacağı gibi konularda Soğuk Savaş süresince görüş ayrılıkları yaşandığını ve bu noktada iç siyasal dinamiklerin ve normların rol oynadığını iddia eder. 

Sovyetler Birliği’nde başlayan çözülme süreci ve NATO bloğu için varoluşsal dış tehdit olarak algılanan sosyalist ideolojinin ortadan kalkması, Sovyetler Birliği tehdidinin yerini, çok kutuplu dünya düzeninde yeni tehdit ve risklerin alması NATO üyelerinin ittifakın gerekliliğini yüksek sesle sorgulamalarına yol açtı.28 Bu süreç ittifakın kendini dönüştürmesi için de bir itici güç haline dönüştü. Örneğin, ittifak üye sayısını arttırdı, kendine yeni görev alanları tanımladı ve bir savunma bloğu olmak yanında barış tesisini amaç edindi. NATO’nun 1999 yılında Kosova’da yürüttüğü insani müdahale amaçlı operasyon,29 bunu takiben kriz yönetimi ve devlet-inşa etme operasyonu,30 Afganistan’da terörle savaş kapsamında Washington Antlaşması’nın müşterek savunmayla ilgili 5. Maddesini devreye sokması, 2011’de Libya’da sivil halkı savunma amaçlı müdahalesi 
NATO operasyonlarının amaçlarındaki bu genişlemeye örnek olarak gösterilebilir.31 Uluslararası ilişkiler literatüründe yoğun biçimde incelenmiş ittifak kavramı ve NATO çalışmalarından yola çıkarak, aynı literatürde az çalışılmış olan kamuoyunda NATO algısını yeni risk ve tehditler bağlamında ele almak literatürde bu konudaki boşluğu doldurmada önemli bir katkı sağlayacak tır. 32 

NATO’nun uluslararası güvenlik için hala ne kadar gerekli olduğunu değerlendirmek ve hem yeni hem de eski tehditleri  harmanlayan bir tipoloji oluşturabilmemiz için, uluslararası ilişkiler literatüründe üç ana kuramsal akımı yol gösterici kabul etmemiz gerekir: Bunlar kısaca (i) Gerçekçi okulun vurguladığı askeri tehditler, (ii) liberal okulun vurguladığı askeri olmayan tehditler ve uluslararası işbirliği; (iii) inşacılar ve Kopenhag Okulu’nun ileri sürdüğü tehdidin hedef aldığı aktör (devlet, birey, rejim, ekonomi ve çevre) ve tehdidi yönelten aktör (Devlet ve devlet olmayan) olarak özetlenebilir.)

Yeni Tehditler ve Kamuoyu 

Gerçekçiler, tehditleri, devletlere yönelik ve devletlerden kaynaklanan tehditler, savunma ve karşılık verme amacıyla konvansiyonel veya konvansiyonel olmayan (biyolojik, kimyasal ve nükleer) silahların kullanıldığı, tek veya çok taraflı askeri operasyonlar bağlamında irdelerler. Caldwell ve Williams tehdidi, “zarar verme gücünde ve niyetinde olan potansiyel bir düşmanın niyetleri ve yeteneklerinin bir bileşkesi” olarak tanımlar.33 Yetenekler daha ziyade askeri olanak ve donanım ile açıklanırken, niyetler karar alıcıların arzu ve hedefleri ile ölçülür. Fakat Soğuk Savaş sonrası dönemde Snyder tehditlerin “artık yetenekler ve niyetler bağlamında düşünülemeyeceğini ve bunların nesne ya da ajan olarak sadece 
devletlere atfedilemeyeceğini” ileri sürer.34 

Bundan yarım yüzyıl önceki çalışmasında ittifakların toprak bütünlüğü bağlamında devletin “sert kabuğu”nu dönüştürdüğünü iddia eden Herz’ten ilhamla, bugün “sert kabuğu” çevresel tahribat, zayıf devlet yapıları, etnik çatışma gibi yerel meselelerden kaynaklanan tehditlerle ilintili olarak düşünebilmekteyiz.35 Liberaller bu görüşe paralel olarak, tehditleri, konvansiyonel silahlar, kitle imha silahlarını da içeren geleneksel askeri boyutun yanı sıra çevre felaketleri, terörizm, radikal dincilik gibi yumuşak güvenlik 
bağlamında da değerlendirir.36 

Diğer bir ifadeyle, tehdidin devlet olmayan aktörler tarafından ve bu tip aktörlere karşı kullanılabilecek, askeri amaç gütmeyen (örneğin insani müdahale, baskı altındaki sivillere yardım, diktatörleri devirmek) operasyonlar bağlamında ele alırlar. 

Kirchner ve Sperling’in ileri sürdüğü gibi Soğuk Savaş döneminde tatmin edici bir tehdit tipolojisi ya da tehdit kapsamı, tipi ve ajanı hakkında kavramsal bir oydaşma olmadığı gibi, bir güvenlik tehdidinin içeriği, nasıl ve kim tarafından yöneltildiği konusunda görüş farklılığı vardır.37 Bu açıdan, tehditleri salt devlet-merkezci güvenlik bağlamında düşünmek indirgemeci bir yaklaşım olacaktır.38 İnşacı kuram ve özellikle de Kopenhag Okulu, bireyleri, toplulukları, hatta ekonomi gibi devlet dışı unsurları dahi güvenliğe yöneltilen tehditlere maruz kalan referans nesneleri olarak tanımlar; tehditleri birey güvenliği, ulusal güvenlik ve uluslararası güvenlik, hatta ara seviyedeki güvenlik 
aktörleri bağlamında irdeler. Açmak gerekirse, birey güvenliği, bireylerin ekonomik, sosyal ve fiziksel varlığına yönelik tehditleri konu eder. Ulusal güvenlik, tehdidin ulusal sınırlar içerisindeki toplumsal dinamiklere, ekonomik yapıya ve toprak bütünlüğüne yöneltilmesi ile ilgilenir. Uluslararası güvenlik ise uluslararası sisteme yönelik tehditler ile ilgilidir. Tehditler sadece tek bir aktörü (birey, ulus, sistem) hedef alabileceği gibi aynı anda her birini farklı boyutlarda ilgilendirebilir. Özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde çevre sorunları, insan kaçakçılığı, komşu devletlerin askeri yeteneklerinde artış, terör, devrim hareketleri, ulusal ekonomilerin çökmesi, depremler, ya da salgın hastalıklar gibi pek çok tehdit aynı anda bireyleri, ulus devletleri ve uluslararası sistemi etkileme gücüne sahiptir. İnşacılar ekonomik krizler, çevreyle ilgili tehditler, sınır aşan örgütlü suç ya da salgın hastalıklar gibi askeri nitelik taşımayan tehditlere odaklanırlar. 

Daha ziyade liberallerin ve inşacıların üzerinde durduğu, kapsamı, tipi ve ajanı bakımından devlet dışı aktörlerin yönelttiği, askeri olamayan yeni tehditlere (ekonomik, çevresel, terör odaklı, ya da sosyo-kültürel) yönelik kamuoyu algısı ve bu bağlamda ittifakların gerekliliği konusu literatürde pek çalışılmayan bir alandır. Yeni tehditlerin bir bölümü ekonomik güvenliğe yönelik tehditlerle ilgilidir. Siyaset bilimciler faydacı (utilitarian) hesaplamaların, kamuoyu tercihleri üzerindeki etkilerini çeşitli dış politika konuları bağlamında değerlendirdiler. Uluslararası politik ekonomi literatüründe bireylerin genel olarak ekonomik koşullar hakkında az bilgiye sahip oldukları ve bu nedenle de stratejik tercihler yapmakta zorlandıkları iddia edilir.39 Oysa ki ampirik bulgular göstermektedir ki, kamuoyu bireylerin gündelik yaşantılarını doğrudan ilgilendiren ekonomik krizlerin etkileri gibi hususlarda ekonomik sorunları daha yakından takip etmektedir.40 Kamuoyu literatüründe ekonomik tercihler ile ilgili olarak 
makroekonomik (‘sosyotropik’) ve mikro ekonomik (egosantrik) faydacı hesaplamaların çalışıldığı iki alan vardır. Her iki yaklaşım bireyleri rasyonel aktörler olarak tanımlarken, sosyotropik yaklaşımda kamuoyu tercihleri üzerinde ulusal/uluslararası ekonomik koşulların, egosantrik yaklaşımda ise bireylerin ekonomik ve mali durumlarının tercihler üzerindeki etkileri incelenir.41 Kamuoyunda algılandığı şekliyle ekonomik güvenliğin ve tehditlerin tipolojisini oluşturmak içinse dış kaynakları içeren arz (tedarik) zincirlerinin 
güvenliği, pazara ulaşma güvenliği, ekonomik krizlerin önlenmesi için gereken finans sektörü güvenliği, tekno-endüstriyel yetenek güvenliği, ve sosyo-ekonomik paradigma güvenliği gibi konuları göz önünde tutmak gerekmektedir.42 

Kamuoyunda güvenlik ve tehdit algısını özellikle 11 Eylül sonrası değiştiren önemli diğer bir etmen “göç” olgusudur. Göç, ve özellikle Akdeniz havzasından 
Avrupa’nın içlerine uzanan,43 Latin Amerikalı komşularından ABD’ye akan,44 ya da Orta Doğulu komşularından (genelde Avrupa’ya ulaşmak için) Türkiye’ye göç eden ve çoğu kez transit ülke olan Türkiye’de kalıcı yaşamlar kuran kitleler göçmenlerin nasıl entegre edileceklerine dair pek çok soruyu beraberinde getirmektedir. Göçmenlerin ev sahibi topluluklarda tehdit olarak algılanmasına McLaren iki farklı açıdan yaklaşır. Gerçekçi tehdit olarak tanımlanan ilk tehdit tipinde göç alan toplumlarda mevcut iş piyasasında göçmenlerin ucuz işgücü olarak ev sahibi toplumlarda işgücü rekabetine neden olur.45 McLaren’a göre “baskın grubun üyeleri belirli kaynakların kendilerine ait olduğunu düşünürler ve o kaynaklar bir azınlık grubu tarafından tehdit edildiğinde baskın grubun üyeleri düşmanca davranışlar sergilerler”.46 Sembolik tehdit ise daha önce tartışılan 
kimlik tartışmaları bağlamında “kendi” ve “öteki” arasındaki çatışma ile ilintilidir. McLaren, bir kültüre karşı diğer kültürler tarafından duyulan nefret ya da husumet olarak açıkladığı sosyo-kültürel tehditlerin, sadece realistlerin faydacı kar zarar hesaplamaları doğrultusunda değil aynı zamanda sembolik olarak ‘öteki’ kültürden algılanan kimlik tehditi bağlamında oluştuğunu ileri sürer.47 McLaren, Matonyte ve Morkevicius’un kimliksel (identitarian) olarak da tanımladığı tehdidi “sembolik tehdit” olarak tanımlar ki bu “öteki”nin yerel kültürü değiştireceğinden duyulan korku ile alakalıdır.48 Carey bunu “içerdeki grubun kimliğini dışarıdan gelen gruba karşı koruma” güdüsü olarak 
tanımlar.49 Buzan’a göre ise göç nüfusun etnik, kültürel, dinsel ve dilsel karakteristiklerini değiştirme suretiyle tehdit eder.50 

O yüzden dışarıdan gelen grup toplumun “kendi”ne bir tehdit olarak görülür. 

McLaren, sosyo-kültürel tehdidin, özellikle Sovyetler sonrası dünyada etnik ve dinsel kimliklerin kendilerini siyasal olarak ifade fırsatı bulmasına paralel olarak, 
köktendinci eğilimlere ve göç gerçeğine bağlı olarak ortaya çıktığını iddia etmektedir. 11 Eylül saldırıları sonrasında İslami köktendinciliğin Batıda önyargı ve korkunun hedefi olmasını ve steriyotipik bir İslam karşıtlığı başlamasına neden olduğunu ileri sürmektedir. Akram’ın da belirttiği gibi “İslam kaçınılmaz olarak ‘kutsal bir savaş’ ve terör ile ilintilendirildi”.51 Casanova, İslam’ın bu şekilde sunulmasını dinsel ve kültürel ötekiliğe duyulan korkuyu ve dışlamayı beraberinde barındıran “İslam korkusu” (İslamofobi) olarak tanımlanmakta dır.52 

Dolayısıyla İslamofobi Batıya karşı en önemli tehditlerden biri olarak kabul edilmektedir.53 

Öte yandan iklim değişikliği hem bireysel hem de küresel güvenliğe yönelik ciddi bir başka tehdit olarak kabul edilmektedir. Ani hava değişimleri, salgın hastalıkların yayılması gibi durumlar göz önünde tutulduğunda, küresel ısınmanın bir sonucu olarak kabul edilen iklim değişikliği ozon tabakasının incelmesi, sera gazı salınımları veya biyolojik çeşitlilikte azalma gibi küresel boyutta; gıdaların besin değerlerinin azalması, morötesi ışınlara maruz kalma ya da su kaynaklarının yetersizliği gibi konularda da bireysel boyutta kronik tehditler ortaya koymaktadır.54 Bilim insanları küresel ısınmayı ve buna bağlı iklim değişikliğini ulusal ve uluslararası platformlarda çözüm aranması gereken küresel bir tehdit olarak tanımlarken, mücadele etmek için gerekli olan araçların “devletler, uluslararası sistem, özel sektör, hatta sivil toplum ve tüketiciler tarafından tasarlanması” gerektiğini vurgularlar.55 Bu bağlamda çevresel tehditlere ve iklim değişikliğinin çevreyle ilgili etkilerine maruz kalanların esas itibariyle bireyler olması kamuoyunu da ortak karar alma sürecine dâhil olması anlamını taşımaktadır.56 

Terör tehdidi ise, örgütlü bir grup tarafından, siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için kullanılan şiddetin genelde sivil halkı hedef aldığını ve devlet dışı aktörlerden kaynaklanan bir tehdittir ki,57 küreselleşme ve özellikle 11 Eylül sonrası dönemde hedeflerinden, tekniklerine ve düşünsel kaynaklarına kadar terör tehdidinde bir çeşitlilik gözlenmektedir.58 Terörle mücadele konusunda, sivil hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemeler, yerel güvenlik birimlerince yürütülen ön alıcı tedbirler ya da yargılama gibi önlemler ulus devletlerin uygulayabileceği yöntemlerken, istihbarat paylaşımı, antlaşmalar, ittifaklar gibi uluslararası işbirliği gerektiren mücadele yöntemleri de giderek önem kazanmıştır.59 Kamuoyu ve terör literatürüne bakıldığında pek çok çalışma terör ile mücadelede siber terörden çevre terörüne kadar pek çok terör türüne karşı uluslararası işbirliğinin önemini vurgulamakla birlikte, bireylerin sadece ulusal bir tehdit değil, aynı zamanda terörü toplumsal ve bireysel güvenliğe yönelik bir tehdit olarak algıladığının da altını çizmektedir.60 

Özetle, bugün tehditlerin artık salt bir devlete, bölgeye ya da topluma yönelik olduğunu düşünmek yanıltıcı olacaktır. Nasıl ki bazı tehditler sadece bir devlete yönelmiş gibi görülse de aslında küresel düzlemde bakıldığında tehdit zamanla komşu devletler ve toplumlar, hatta uzaktaki ticaret ortakları için bile soruna dönüşebilir. Örneğin, ABD dolarının değer kaybetmesi ya da Suriye’deki iç çatışmalar sadece ABD ve Suriye için bir sorun olarak kalamayacak, küresel toplum için bir sorun haline dönüşecektir. Aynı şekilde biyolojik ya da kimyasal saldırılar, uyuşturucu trafiği, etnik çatışmalar, makroekonomik istikrarsızlık, çevre felaketleri, siber savaşlar, ticari yapılara karşı girişilen siber vandalizm 
ya da göç küresel güvenlik alanında devletlerin tek başlarına mücadelem edemeyeceği tam tersi yoğunluklu ittifaklar kurarak mücadele etmesi gereken tehditlerdir. 

Kamuoyunda NATO Algısı 

Tehdit algısı ve ittifak kavramları bir arada düşünüldüğünde literatürdeki mevcut çalışmaların NATO ittifakını geleneksel askeri tehditler ile ilintilendirdiği ve kamuoyundaki NATO algısını NATO’nun çok taraflı katılımla yürüttüğü askeri operasyonlar bağlamında değerlendirdiği görülür. 1995’te Schlesinger Amerikan uluslararasıcılığının yani dış müdahalecilik evresinin Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kapandığını ve yeni Amerikan dış politikasının içe kapanmacılığa ve tek taraflılığa yöneldiğini ve buna paralel olarak Amerikan kamuoyunda da tek taraflılığa yönelik artan bir kamuoyu desteği olduğunu ileri sürdü.61 

Buna karşılık Holsti 11 Eylül saldırılarının Amerikan dış politikasında “çok taraflılığa doğru artan destek” olduğunu iddia ederek Amerikan halkının müttefiklerle işbirliği istediğini ve dış müdahalede bundan destek alınması gerektiğini ileri sürdü.62 Benzer biçimde Soğuk Savaş sonrası kamuoyu araştırmaları ve çok taraflılık ile ilgili çalışmalar özellikle NATO algısının uluslararası meşruiyet, ahlaki, toplumsal, ekonomik maliyet ve yükümlülüklerin paylaşımı ile ilintilendirildiğini tespit etmiştir.63 Ruggie çok taraflılığı “üç ya da daha fazla devletin genel ilkeler etrafında bir araya gelerek kurumsal olarak koordine edildiği biçim” olarak tanımlarken,64 Wittkopf “militan-işbirlikçi 
uluslararasıcılık” tipolojisini geliştirmiş ve daha pek çok çalışma Amerikan kamuoyunda NATO çerçevesinde girişilen çok taraflı operasyonların daha geniş kamuoyu desteği bulduğunu tespit etmiştir.65 Buna karşılık Schlesinger kamuoyunda tek taraflı girişimlerin daha fazla destek bulduğunu ve herhangi bir tehdit karşısında NATO ittifakının gerekli olmadığı görüşünü benimsemektedir. 66 Devlet kendini antlaşmalar, ittifaklar gibi herhangi bir dış unsurla bağlı hissetmemelidir. Bu görüşe göre herhangi bir dış politika kararı verilirken ya da herhangi bir tehdidi bertaraf etmek için askeri seçeneğe başvurulurken, meşruiyet ya da çerçeve unsuru olarak NATO’ya gerek yoktur. Tam aksine NATO yerine meşruiyeti ortaya koyması gereken varlığın BM olması gerektiğine dair de bir kanı ortaya çıkmaktadır. 67 Tüm bu tartışmalar ekseninde kamuoyunda NATO algısını, ittifak kavramı, hangi koşullarda ve durumlarda NATO’nun bir gereksinim olduğu ve tehditlerle ilintilendirildiğinde bu algının nasıl şekillendiği hem normatif hem de ampirik olarak çalışması gereken konulardır. 

Yöntem ve Veriler 

Bu çalışma, Türk kamuoyundaki NATO algısını ve bu algıdaki değişimleri 2004 ile 2010 yılları aralığında incelemektedir. Çalışmada Alman Marshall Fonu (German Marshal Fund-GMF) ve Compagnia di San Paolo tarafından finanse edilen Transatlantik Eğilimler Araştırması (TEA) verileri analiz edilmektedir.68 Veri seçimindeki en önemli ölçüt, test edilecek tüm bağımlı, bağımsız ve kontrol değişkenlerinin işlemselleştirilmesi için gerekli soruların her yıl için, birbirinin aynı soru kalıpları ile ölçülmesi ve böylelikle yıllara dayalı kıyaslanabilirliğindeki geçerliliğin yüksek olmasıdır. 

Bağımlı Değişken 

Transatlantik Eğilimler Araştırmaları 2004’den bu yana her yıl, bir güvenlik ve savunma ittifakı olan NATO’nun uluslararası barış ve güvenlik korumadaki rolü ve gerekliliği konusunda kamuoyunda hâkim eğilimleri tespit etmektedir. Bu makalede, bağımlı değişken olarak analiz edilecek olan NATO’nun ülke savunması için hala gerekli olup olmadığına dair algı “Bazı insanlar NATO’nun ülkemizin güvenliği için hala gerekli olduğunu söylemektedir. Bazıları ise NATO’nun ülkemizin güvenliği için artık gerekli olmadığını söylemektedir. Sizin görüşünüz bu görüşlerden hangisine daha yakındır?” sorusu ile işlemselleştirilmiştir.69  

Bu değişken 
(1) “NATO ülke güvenliği için gereklidir” ve 
(0) “NATO ülke güvenliği için gerekli değildir” cevap kategorileri itibariyle nominal ölçme seviyesindedir.70 

Bağımsız Değişkenler 

Analize dâhil edilecek bağımsız değişkenler, dış politika tehditleri ve bunların ülke ya da birey güvenliğine yönelttikleri tehditler, küresel güç dengelerindeki dönüşüm nedeniyle NATO ittifakına alternatif teşkil edebilecek AB ya da ABD liderliği konuları ile ilintilendirilen bağımsız değişkenlerden oluşmaktadır. 

İlk bağımsız değişken grubu olan ‘makro tehditler’ grubu kişilerin ulusal ya da uluslararası düzeyde karşılaştıkları “İslami köktendincilik”, “uluslararası terörizm”, “çok sayıda göçmen ve mülteci gelmesi”, “küresel hastalıkların yayılması”, “büyük bir ekonomik kriz” ve “küresel ısınma” ile ilgili tehdit algılarını ölçmektedir. TEA bu konuları ölçebilmek için “Şimdi size önümüzdeki 10 yıl içinde Avrupa’ya yönelik muhtemel uluslararası tehditlerden oluşan bir liste okuyacağım. Lütfen her biri için ne düşündüğünüzü (1) çok önemli 
bir tehdit, (2) önemli bir tehdit ya da (3) hiç önemli bir tehdit değil ifadelerini kullanarak söyler misiniz?” sorusunu 2004, 2005 ve 2006 yıllarında yöneltmiştir. Bu sorulardan oluşan bağımsız değişkenlerin etkileri Model II’de incelenmektedir. 

2005, 2007 ve 2008 yıllarında bireylere yöneltilebilecek tehdit algısı ile ilgili ‘mikro tehditler’ grubu sorusu “Önümüzdeki 10 yıl içerisinde okuyacağım tehlikelerin her birinin sizi kişisel olarak etkilemesi ne derece olasıdır? 

Çok olası (1), 
Biraz olası (2), 
Çok olası değil (3) ve 
Hiç olası değil (4)” şeklinde yöneltilmiştir. 

Bu cevap kategorileri dikotomik olacak şekilde “olası” (1 ve 2 = 1) ve “olası değil” (3 ve 4 = 0) şeklinde tekrar kodlanmıştır. 
Bireysel tehdit algısı sorularından oluşan bağımsız değişkenler 

Model III’de analiz edilmektedir. 2005 yılında hem ulusal/uluslararası tehdit soruları hem de bireysel bağlamda aynı soruları yöneltilmesi nedeniyle altı tehdit teması için “bireysel (mikro)”*“ulusal (makro)” tehdit algısı etkileşimleri hesaplanmış ve bunların etkileri Model IV’te incelenmiştir. 

ABD ve AB’nin küresel lider olarak ne derece benimsendikleri ve bu iki aktöre karşı duyulan yakınlık hisleri de transatlantik ittifakının değerlendirilmesi konusunda bilişsel açıdan önem taşıdığından her iki aktör için duyulan ‘yakınlık derecesi’ ile bunların küresel liderlikleriyle ilgili tercihleri de bağımsız değişkenler olarak analize dâhil edilmiştir. “Yakınlık hissi”, “Şimdi sizden ABD / Avrupa Birliği’ni 100’ün “çok olumlu düşünüyorum”, sıfır’ın “çok olumsuz düşünüyorum” 50’nin ise” ne olumlu ne olumsuz düşünüyorum” anlamına geldiği bir skala üzerinden değerlendirmenizi isteyeceğim. Sıfırla yüz arasında herhangi bir puan verebilirsiniz. Eğer o ülke ya da kurum hakkında hiçbir fikriniz yoksa ya da o ülke ya da kurumu hiç duymadıysanız lütfen belirtiniz” termometre sorusu ile ölçülmüştür. 

Bu soruya verilen cevaplar, 

0–25 derece (4), 
26–50 derece (3), 
51–75 derece (2) ve 
76–100 derece (1) 

şeklinde olumsuzdan olumlu fikre doğru tekrar kodlandı. ABD ve AB’nin liderliği ile ilgili tercihler her ikisi için de ayrı ayrı “uluslararası konularda güçlü bir liderlik göstermesi iyi midir? 

Çok iyidir (1), 
Oldukça iyidir (2), 
Pek iyi değildir (3) 
ve Hiç iyi değildir (4)” sorusu ile ölçülmüştür. 

Bu soruların cevapları ‘pozitif ’ ve ‘negatif ’ olmak üzere dikotomik olarak yeniden kodlanarak kukla değişkene döndürülmüştür. Yeni “yakınlık hissi” ve “liderlik” kukla çarpımları hesaplandıktan sonra bunların karşılıklı etkileşimleri analizdeki tüm modellerde test edilmiştir. 

TEA’da 2005 yılında NATO ittifakı ile ilgili dört ayrı soru yöneltmiştir. Deneklerin çeşitli koşullarda NATO ittifakına verdikleri desteğin gözlemlendiği sorular: 

“Lütfen her bir soru için katılıp katılmadığınızı belirtiniz: 
a) NATO askeri operasyonları daha meşru kılar 
b) NATO demokratik ülkelerin birlikte hareket etmesine olanak verir 
c) NATO Avrupa devletlerini askeri bir operasyon başlatmayı düşünmesi durumunda ABD’yi etkilemesine olanak verir 
d) NATO ABD güdümünde bir ittifaktır ve Avrupa kendi bağımsız savunma ittifakını kurmalıdır” olarak sorulmuştur. 

Cevap kategorileri ‘katılıyorum’ (1) ve ‘katılmıyorum’ (0) olarak tekrar kodlandıktan sonra dikotomik olarak düzenlendikten sonra, NATO’nun askeri meşruiyet kaynağı olması, demokratik ülkelerin ortak platformu olması, ABD hegemonyası ve alternatif AB ordusu konuları ile ilgili soruların kamuoyu tercihlerine yansıması Model V’te analiz edilmiştir. 

Son olarak, birçok çalışma sosyo-demografik değişkenlerin kamuoyunun dış politika değerlendirme ve tercihlerini önemli ölçüde etkilediğini ortaya koyar.71 Bunu esas alarak, bu çalışmada dört önemli sosyo-demografik değişkenin etkileri de mercek altına alınmıştır. Kamuoyundaki hâkim tutumların mikro dinamikleri sırasıyla, “ideolojik konumlandırma”, “yaş”, “cinsiyet” ve “eğitim seviyesi”dir.72 

Modeller 

Yukarıda tanımlanan bağımsız değişken grupları göz önünde tutulduğunda beş adet iki sonuçlu lojistik regresyon (binary logistic regression) modeli oluşturulmuştur. 

Model I: Logit (NATO algısı) = f (ABD’ye yakınlık*ABD liderliği, 
AB’ye yakınlık*AB liderliği, yaş, cinsiyet, eğitim, ideoloji) 

Model II: Logit (NATO algısı) = f (ABD’ye yakınlık*ABD liderliği, AB’ye yakınlık*AB liderliği, makro tehditİslami köktendincilik, makro 
tehditGöçmen ve mülteciler, makro tehditUluslararası terörizm, makro tehditKüresel hastalıkların yayılması, makro tehditEkonomik kriz, makro tehditKüresel ısınma, yaş, cinsiyet, eğitim, ideoloji) 

Model III: Logit (NATO algısı) = f (ABD’ye yakınlık*ABD liderliği, AB’ye yakınlık*AB liderliği, mikro tehditİslami köktendincilik, mikro tehditGöçmen ve mülteciler, mikro tehditUluslararası terörizm, mikro tehditKüresel hastalıkların yayılması, mikro tehditEkonomik kriz, mikro tehditKüresel ısınma, yaş, cinsiyet, eğitim, ideoloji) 

Model IV: Logit (NATO algısı) = f (ABD’ye yakınlık*ABD liderliği, AB’ye yakınlık*AB liderliği, (makro*mikro)İslami köktendincilik, (makro*mikro) 
Göçmen ve mülteciler, (makro*mikro)Uluslararası terörizm, (makro*mikro) Küresel hastalıkların yayılması, (makro*mikro)Ekonomik kriz, (makro*mikro)  Küresel ısınma, yaş, cinsiyet, eğitim, ideoloji) 

Model V: Logit (NATO algısı) = f (ABD’ye yakınlık*ABD liderliği, AB’ye yakınlık*AB liderliği, NATO-askeri meşruiyet, NATOdemokrasi, 
NATO-ABD hegemonyası, NATO-AB ordusu, yaş, cinsiyet, eğitim, ideoloji) 

Bu makalede analiz edilen modelleri test etmek için TEA 2004–2010 yılları arasındaki her bir veri seti birleştirilerek havuzlanmış (pooled) veri kümesi elde edilmiştir.73 

Her model, nominal bağımlı değişken ile bağımsız değişken grupları arasındaki ilişkiyi analiz etmeye olanak sağlayan iki sonuçlu lojistik regresyon tekniği ile analiz edilmiştir.74 

Logit modelleri NATO’nun gerekliliğinin ne derece önemli olduğunu çalışabilmek için uygun bir tekniktir. Tüm modellerin analizi için regresyon metodu olarak bağımsız değişkenleri bir blok olarak tek adımda girilip değerlendirildiği metot olan “enter” metodu kullanılmıştır. Böylece, adımsal bir işlem yapılmayıp, tüm değişkenlere ait katsayının önemliliği tek adımda istatistiksel olarak değerlendirilmektedir.75 Pozitif ve negatif görüşler, sırasıyla, NATO gereklidir (1) ve NATO gerekli değildir (0) şeklinde kodlanarak her bir değişkenin analizde aldığı pozitif B değeri NATO’nun gerekliliği cevabının olasılığını arttırırken, negatif B değerleri NATO karşıtlığına delalet etmektedir. Standard hatalar üstünlük oranı (odds ratio) için talep edilen yüzde 95 güven aralığını tahmin etmek için gerekli olan parametrelerin hesaplanmasına yardımcı olmuştur.76 

Ampirik Analiz 

Lojistik regresyon analizine başlamadan önce, bağımsız değişkenlerin birbiriyle ne derece lineer olarak ilişkide olduklarını tespit etmek için doğrusal bağlantı 
(collinearity) testi yapıldı. Menard’ın ileri sürdüğü gibi 0.1’in altındaki tolerans değerleri ciddi doğrusal bağlantı sorununa işaret eder.77 Fakat Myers’a göre varyans enflasyon faktörü (VIF) 10’dan yüksekse sorun var demektir. Bu makalede, her model için gerek VIF gerekse tolerans değerleri belirtilen aralıklar içerisinde olduğundan doğrusal bağlantı sorunu gözlenmemiştir.78 Değişkenler arası bir doğrusal bağlantı olmaması nedeniyle tüm modellerin analizinde “enter” metodu kullanıldı.79 

Lojistik regresyon analizinin tüm modeller için parametre tahminleri makalenin sonunda yer alan Tablo 2’de gösterilmektedir. Model I, kişilerin ABD ve AB’ye duydukları yakınlık ve onların küresel liderliklerine verdikleri desteği, kontrol değişkenleri ilebirlikte analiz etti.80 Model I’de, ABD ve AB’ye duyulan yakınlık ve bu iki transatlantik gücün de uluslararası konularda etkinlik göstermesini tercih edenlerin, NATO’nun hala uluslararası platformda güvenliğin korunması için gerekli olduğu görüşünü benimsedikleri görüldü. 

ABD ve AB’ye duyulan yakınlık hissi ile etkileşim içinde olan bu iki aktörün uluslararası liderliğine verilen desteğin bir birim artması NATO’ya verilen desteğin de sırasıyla .074 ve .089 kat arttığı görüldü (Model I). Model I’de yıl bazında yapılan bu incelemede 2005–2010 aralığında bu etkinin giderek azaldığı gözlendi. Sosyo-demografik etmenlerin NATO algısına etkisi incelendiğinde, Model I’de sol görüşlü olmanın haricinde, NATO algısı üzerinde hiçbir demografik farklılığın istatistikî olarak anlamlı bir etkisi gözlenmedi. 

Buna göre, sol görüşlü kişilerin NATO’ya karşıt olduğu bulundu. Model 2’de, ABD ve AB hakkındaki liderlik algısı ve duyulan sempati değişkenleri 
ve kontrol değişkenleri sabit olmak üzere makro düzlemde uluslararası güvenliğe yönelik “İslami köktendincilik”, “uluslararası terörizm”, “çok sayıda göçmen ve mülteci gelmesi”, “küresel hastalıkların yayılması”, “büyük bir ekonomik kriz” ve “küresel ısınma” tehditleri karşısında Türkler’in NATO ittifakı çerçevesinde güvenlik tercihleri analiz edildi. Buna göre, Türklerin NATO’ya verdiği destek sadece “uluslararası terörizm” tehdidi olasılığı karşısında istatistiksel olarak anlamlı bir oranda artış gösterdi (B = .698, p < .01). Küresel 
terörün önümüzdeki 10 yıl içerisinde önemli bir tehdit olacağına ilişkin korkunun bir birim artması durumunda, NATO ittifakının gerekliliğine duyulan inancın da .698 birim arttığı gözlendi. Diğer makro tehdit olasılıklarının ise istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde NATO algısına etki etmediği de bulgular arasındaydı. 

Üçüncü model, tehdit algısını 2005, 2007 ve 2008 TEA’ya dâhil edilen bireysel güvenlik bağlamında ölçtü ve mikro tehdit algısının NATO desteği ya da karşıtlığına yaptığı etkiyi inceledi. Tablo 2’te gösterildiği gibi Türkler kendilerine yönelik realist ya da sembolik tehdit arz edebilecek büyük göç dalgaları, mülteci akımları ya da küresel bir salgın hastalık karşısında NATO’nun gerekliliğini daha da önemsediler. Model II’deki makro tehdit algısına kıyasla, Model III’ün ortaya koyduğu bulgu, Türk kamuoyundaki NATO algısında anlamlı rolü olan tehdit algısı ülke ya da küresel sistemden çok bireysel güvenlik ile ilgiliydi. Gerek Model II gerekse Model III’te İslami kökten dincilik, ekonomik kriz ya da küresel ısınma gibi üzerinde durulan tehditlerin NATO algısı üzerinde istatistiksel olarak herhangi anlamlı etkisine rastlanmadı (p > .05). Öte yandan, mikro ve makro tehdit etkileşiminin NATO sempatisi ya da karşıtlığına olan etkisini test eden Model IV’te büyük ölçekteki göç dalgalarının ve terör tehditlerinin hem bireye hem ülkeye yönelik birleşik tehditleri Türklerin bu tehditler karşısında bir rol oynayacağını umdukları NATO’ya destek vermelerine neden oldu. 
Son olarak Model V, sadece NATO ile ilgili dört koşul altında NATO’ya verilen desteği modelledi. Tablo 2’te gösterildiği gibi, NATO’nun onay ve destek verdiği askeri operasyonları daha meşru kabul edenler ve NATO’nun demokratik ülkelere birlikte hareket etme olanağı veren bir teşkilatlanma olduğu fikrini benimseyenlerin NATO’nun Türkiye’nin güvenliği için bir gereklilik olduğu görüşüne verdikleri destek arttı. Meşruiyet ve demokrasi bağlamında gözlenen etki, NATO’yu Avrupa ve ABD arasında bir mücadele platformu olarak düşünmek söz konusu olduğunda herhangi bir anlamlı etkiye yol açmadı. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder