19 Ekim 2017 Perşembe

Türkiye-NATO İttifakının Tarihsel Boyutu BÖLÜM 4


Türkiye-NATO İttifakının Tarihsel Boyutu BÖLÜM 4


   Hükümet 1952’de NATO nezdinde sivil ve askeri temsilcileri atadı. Buna göre, 
Genelkurmay İkinci Başkanı ve refakatinde Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanları, İktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı, Maliye Bakanlığı Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Kâtibi Umumi Muavini ve Dışişleri Bakanlığı Kâtibi Umumi İktisadi İşler Muavini NATO’da Türkiye’yi temsil edeceklerdi.50 

Mart 1952’de Müttefik Kuvvetleri Avrupa Yüksek Karargâhı Kumandanı 
General Dwight D. Eisenhower İstanbul’a resmi ziyarette bulundu. 1. Ordu Kumandanı Orgeneral Zekâi Okan tarafından ağırlanan Eisenhower’ın aslında çok olağan teşekkür mektubu gazetelerde yayınlandı.51 İlk aşamada NATO üyeliği Türk-Yunan ilişkilerinde bir yakınlaşma sağlamıştı. Türk ve Yunan Büyükelçilerin ABD’de NATO’ya girme konusunda nasıl bir dayanışma içinde bulundukları Feridun Cemal Erkin’in anılarında görülüyor.52 9 Haziran 1952’de Yunan Kralı I. Paul ve Kraliçe Frederika Türkiye’ye resmi ziyarette bulundular. İstanbul Ekspres gazetesi resimli haberinde “Dost Yunan Kralı I. Paul Haydarpaşa Garında”, Son Telgraf “Yunan Kral ve Kraliçesi Haydarpaşa rıhtımında ihtiram kıtasını teftiş ederlerken”, Akın “Majeste Kral I. Paul ve Kraliçe Frederica karaya ayak bastıklarında ihtiram vazifesini ifa eden 53. alaydan bir taburu teftiş ve sancağı selamlıyorlar” diye duyuruyordu.53 Refakatlerinde gene Orgeneral Okan bulunuyordu. 
26 ve 27 Temmuz 1952’de gazeteler Orgeneral Zekâi Okan’ın Genelkurmay İkinci Başkanlığına terfi ettiğini yazacaktı.54 Dört yıl sonra, Okan Afganistan’a Büyükelçi tayin edildi. 1956’da Dışişleri Bakanı Mehmet Fuat Köprülü de istifa edecek, yerine Fatin Rüştü Zorlu atanacaktı. Hüseyin Bağcı, Köprülü’nün iç politik nedenlerden dolayı istifa ettiğini yazar.55 Köprülü 1954’de başlayan Kıbrıs Sorununu İngiltere’nin iç işi olarak görüyordu. “İngiltere’nin adadaki egemenliğini bırakmaya hazırlandığı bir dönemde Yunanlıların ilhak politikası gündeme gelince, Türkiye bakış açısının yanlışlığını gördü. Yeni Dışişleri 
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu bu fark edişin asıl mimarı olacaktı.”56 

    On yıllık Demokrat Parti iktidarında Genelkurmay Başkanlarının dökümü ortaya ilginç bir tablo çıkarıyor. Ordunun zirvesindeki kişilerin hepsi 19. yüzyılın son çeyreğinde doğmuş, en yaşlısı Balkan savaşlarında bulunmuş, sırasıyla I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda çarpıştıkları için Alman Demir Haç nişanı, 
İstiklal Madalyası ve liyakat nişan sahibiydiler. Dışişleri Bakanı Köprülü dâhil, sosyal ve siyasi biçimlenmeleri o dönemde şekillendiğinden ülkenin siyasi, diplomatik ve askeri açıdan yalnız kalmaması gerektiğinin bilincinde oldukları için NATO üyeliğini destekleyen kimselerdi. Hatta 1956’da Sovyetlerin Türkiye’ye karşı kalkıştığı “barış atağı” üzerine Köprülü “Son zamanlardaki Sovyet girişimleri Türkiye’nin dış politikasında herhangi bir değişikliğe neden olmayacaktır. Hür dünya ile beraberce bindiğimiz gemiyi terketmek niyetinde değiliz. 
   Bu bizim için ölüm kalım meselesidir”57 diyerek konuya varoluş perspektifinden bakıldığını vurguluyordu. Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut 1950–1954 arasında görev yapmış, 1954’de kendi isteği ile emekli olmuştur. 1954–1955 arasında görev yapan Ahmet Nurettin Baransel yaş haddinden emekliye ayrılmıştır. Ardından İsmail Hakkı Tunaboylu 1955–1957 arasında görevde bulunduktan sonra, kendi isteği ile emekliye ayrılmıştır. 
Genelkurmay Başkanlığına 1957–1958 vekâlet eden İbrahim Fevzi Mengüç’ün yerine 1958’de Mustafa Rüştü Erdelhun atanmıştır. Askeri cenahın zirvesindeki nöbet devri bir olasılıkla adı geçen komutanların silahlı kuvvetlerin yapısını tıpa tıp Amerikan ordusunun kuralları yönünde değiştirilmesinden hoşnut olmamalarıyla açıklanabilir.58 Devlet geleneğinde bazı teamüller değişirken dış politikada kurumsal aidiyet açısından devamlılık siyaseti kendini gösteriyordu. 

ABD’nin Ankara Büyükelçisi (1951–1953) George McGhee’nin anı kitabının59 
kapak fotoğrafı 3 Mart 1952’de Müttefik Kuvvetler Avrupa Yüksek Karargâhı (SHAPE) Rocquencourt’da Türk ve Yunan bayraklarının göndere çekilme töreni sırasında çekilmiş. 

Resimdeki Türkiye Paris Büyükelçisi ise Numan Menemencioğlu’dur. Osmanlı’nın 
son döneminde Viyana’da ikinci kâtip Menemenlizade Numan Bey’den, İkinci Dünya Savaşı’nda Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı ve sonrasında Paris Büyükelçisi (1944– 1956) Menemencioğlu tarihsel devlet geleneğinin simgesidir.60 Ayrıca, bu çalışmanın ana teması olan dış politikada devamlılığın, varoluş sorununun, geçmişten alınan dersler çerçevesinde bu defa eşit koşullarda kurumsal aidiyet kazanmanın canlı kanıtıdır. 

Kurumsal aidiyete 1955 yılında NATO Parlamenter Asamblesi’nin kuruluşuyla yeni bir boyut eklendi.61 

George McGhee’nin 1954 tarihli bir makalesi, Stalin’in ölümünden sonra 
Sovyetlerden gelen barış taarruzuna Ankara’nın neden karşılık vermediğini geçmişten çıkartılan derslere bağlıyordu. Daha da ileri giderek, Dışişleri Bakanı’nın kökeni Osmanlı devlet adamları Köprülüler’e dek uzandığı, üç yüzyıl sıçramayla Moskova’ya karşı siyaseten doğru, ama mesafeli davranışın devamlılığını kaydediyordu. Örneğin, komünist olmayan ülkelerden bir tek Türkiye Stalin’in cenaze törenine temsilci yollamıştı. Öte yandan McGhee 
Türkiye’nin demokrasi ve ekonomik kalkınma yolundaki hamlelerinden söz ederken cari açığın artmakta olduğunu ve Ankara’nın Uluslararası Kalkınma Bankası’ndan (IBRD) proje finansmanı için alınan hâlihazırdaki 60 milyon dolar borcunu vurguluyordu.62 Başbakanlık Cumhuriyet arşivinde bulunan 1956 tarihli tercüme bir belge “Muhtıra” başlığını taşımakta.63 Burada, Amerikan hükümetinin 1955 mali yılından öteye askeri ve iktisadi destek yardımı sağlamak hususundaki niyetlerine dair o gün için herhangi bir taahhüde girişmesinin mümkün olmadığı hatırlatılıyor ve “Türkiye’nin önümüzdeki yıllar zarfındaki envestimanlarının ve müdafaa gayelerinin muvaffakiyeti için hayatî ehemmiyeti 
haiz olan sağlam iktisadî şartların tahakkukunu sektedar edebilecek bir takım temayüller hakkında bazı endişeler ızhar edilebilir” deniyordu. Açıkçası, ABD yardım miktarını arttırmayacaktı, çünkü verilen yardım ekonomik rasyonalite dışında popülist gayelere hizmet ediyordu.64 Plansız programsız kalkınma hakkında dış basında çıkan eleştiriler kendisine arz edildiğinde ise Menderes, fabrika, baraj ve rafineri kurmayı ham madde satmaya tercih ettiğini söylemekteydi.65 Öte yandan, Türkiye’nin Washington’la artık tek taraflı bağımlılık haline gelen ilişkisini karşılıklı bağımlılığa dönüştürmek gerekti. 

    Aynı yıl, ABD nükleer başlıklı füzelerin NATO ülkelerinde konuşlandırılmasını teklif edince, Menderes’in karşılıklı bağımlılık yaratma konusunda önü açıldı. 
Başbakan Menderes Sovyet karşıtı söylemini daha da sertleştirecek ve 1957’de 
Kuzey Atlantik Konseyi’nde verdiği beyanatta nükleer başlık taşıyan balistik füzelerin Türkiye’de konuşlandırılması konusunu açacaktı.66 Menderes’in hareket noktası Suriye’deki siyasi gelişmelere Sovyetlerin verdiği destekti. 

1950’lerin başında Baas Partisi ve Suriye’deki legal Komünist Partisi anti-koloniyalizm konusunda hemfikirdi. 1955’de Mısır lideri Nasır’ın yıldızı parlarken, Baas Partisi ile komünistler Sovyetlerle ne dereceye kadar işbirliği yapılacağı konusunda ayrı düştüler. Komünistler Baas Partisi’ne sızarak partiyi içerden çökertmeye çalışınca aralarında silahlı çatışmalar başladı.67 

Dolayısıyla, Suriye’de komünist darbe tehdidi karşısında Menderes Türkiye’nin iki cephe arasında kalacağını düşünüyordu. Başbakan NATO Konseyi konuşmasında şöyle demekteydi: 

Şayet Müslüman ülkelerin komünist etkisine girmeyecekleri düşünülüyorsa bu çok yanlıştır. Afganistan ve Suriye’nin durumları bunun aksini ispat etmeye yeter. Sovyetler Birliği gizli sızışları her ülkenin kendi özellikleri doğrultusunda yapar... Halihazırda NATO ülkelerinin çoğunda nükleer başlık taşıyan füze bulunmamaktadır. Bu durum bilhassa Sovyet Rusya ve uyduları ile hemsınır olan ülkelerde büyük bir huzursuzluğa yol açmaktadır. Ani bir saldırı karşısında NATO yardıma gelene kadar çok geç olacaktır. 

Bu nedenle, Menderes nükleer başlıklı balistik füzelerin konuşlandırılmasını 
bir caydırıcılık unsuru olarak görmekteydi. Hatta bu füzelerin kullanım yetkisi NATO kumandanlarına veya en yüksek rütbeli milli kumandana tanınmalıydı. Orta mesafeli balistik füzeler, kıtalararası balistik füzelerden daha işlevseldi, örneğin NIKE füzeleri caydırıcılık görevini yerine getireceklerdi. Başbakan bu arada Türkiye’ye 1958 askeri yardım programına iki NIKE füze birliği katmış olan ABD’ne teşekkür etmeyi ihmal etmiyordu. Bu konuşmada ilgi çeken başka bir nokta, Menderes’in saldırıya karşılık verebilme tartışmasını Sovyetlerden mutlaka konvansiyonel saldırı geleceği ve karşılığında kullanılacak balistik füze varsayımı üzerine kurmuş olmasıdır. 

Nükleer diplomasi üzerinden karşılıklı bağımlılığın yapılandırılması, 5 Mart 
1959’da Bağdat Paktı’nın çökmesiyle yerine kurulan CENTO’nun çekirdek üyeleri 
Türkiye, İran, Pakistan ve ABD arasında askeri işbirliği antlaşmalarının imzalanmasıyla oluştu. Henüz görüşme tutanaklarına erişemesek de, antlaşmalara ziyaret diplomasisiyle destek geldi. ABD Başkanı Eisenhower’ın 1959 Aralık ayı başında çıktığı İtalya, Türkiye, Pakistan, Afganistan, Hindistan, İran, Yunanistan, Tunus, Fransa, İspanya ve Fas gezileri bu bağlamda anlam kazanıyor.68 İşbirliği antlaşması Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonu kapsamında balistik füzelerin Türkiye’de konuşlandırılmasına hukuki 
bir altyapı sunacaktı. Nükleer başlıklı füzelerin kullanım yetkisi yasayla Beyaz Saray’ın uhdesindeyken Sovyetlerle sınırdaş bir ülkenin böylesine ciddi bir risk almasını karşılıklı bağımlılık yaratmak amacından başka türlü açıklamak imkânsızdır.69 Türkiye ve ABD arasında imzalanan ikili anlaşmanın NATO şemsiyesi altında yürürlüğe girmesi, ikili anlaşmalar ve NATO arasında ne denli ince bir çizgi olduğuna işaret ediyor.70 

Projenin finansmanında ev sahibi ülke olarak Türkiye’nin payına düşen 90 milyon doları Zorlu, ABD’nin askeri yardım bütçesinden ilave fon olarak karşılanmasını talep edecek, fakat ABD Dışişleri bu miktarın iktisadi devlet teşekküllerine akacağı şüphesiyle 1960 mali yılı yardımları için yapılacak görüşmelerde ele alınmasını kararlaştıracaktı.71 1961’de konuşlandırılması başlanan Jüpiter (SM–78) füzeleri kimsenin öngöremeyeceği 

Küba Füze Krizinden sonra 1963’de Türkiye’den çekildi. Şaibeli Yassıada duruşmalarının gölgesinde kalan Demokrat Parti iktidarı dönemi ülkede var olan siyasi fay hatlarını derinleştirmekle kalmadı, dönemin dış politikası ve NATO ittifakının ne anlama geldiği de haliyle tarihsel bir süreçte değil, Soğuk Savaş koşulları altında çalışıldı. Dolayısıyla, kurumsal aidiyetin devamlılığı açısından 20. yüzyılın ikinci yarısına bakmakta yarar olabilir.

27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin radyodan duyurulması esnasında, NATO 
ve CENTO’ya bağlı kalındığı özellikle belirtildi. Kore Savaşı sırasında Tokyo’da BM Komutanlığı nezdinde Türk irtibat heyetinde görev yapmış olan ve 27 Mayıs askeri müdahalesinde rolü olan Kurmay Yarbay Sami Küçük anılarında şöyle yazıyor: Biz harekâtın başlamasıyla birlikte ilk hedef olarak Ankara ve İstanbul radyolarını ele geçirmeyi, PTT telefon ve telgraf santrallerini kontrol altına almayı, başarıya kadar konuşma ve haberleşmeleri önlemeyi planlamıştık... Müttefiklerin herhangi bir müdahalesini önlemek için NATO ve CENTO gibi anlaşmalara bağlı olduğumuzu ilk andan itibaren bütün dünyaya duyurmak gerekiyordu.72 1997 yılında, bir kitap çalışması için Sami Küçük’e sorulan sorulardan biri “Ulusal bir dış siyasayı benimsediniz. Ancak, 27 Mayıs’ın ilk gününde Radyo’da CENTO’ya ve NATO’ya bağlılığınızı açıkladınız. Bunu ulusal bir dış siyaset izlemekle nasıl bağdaştırıyorsunuz?” idi. Yanıt, devlet politikalarında devamlılığı göstermesi ve yakın tarih dersi vermesi açısından ilgi çekici. 

Ulusal dış politikalarda NATO ve CENTO gibi savunma amaçlı anlaşmaların dışında tutulacağına ilişkin bir madde olduğunu anımsamıyorum. 
Bugün Sovyetler (Rusya) nüfuzundan kurtulan eski peyk devletlerin NATO üyesi 
olmak için yaptıkları çalışmalar bu pakta zamanında girmenin Türkiye için ne kadar iyi olduğunun delilidir. 

Unutmamak gerekir ki Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin (1923–1997) dönemindeki 75 yıllık barış dönemini, varolduğu sürece hemen hiç yaşamamıştır. Türkiye bugün emsallerine nazaran daha gelişmiş ve uygar ise bunu, bu barış dönemine borçludur. Bu barış dönemine, Türkiye’nin içinde bulunduğu NATO’nun katkısının olmadığını iddia etmek mümkün değildir. 

Ancak, NATO içinde bulunan Türkiye’nin, savaşla sonuçlanacak kışkırtıcı faaliyetlere meydan vermemek ilkesine sadık kalarak komşularıyla iyi ilişkiler içinde bulunmak, dış politikasında ana ilkelerden biri olmalıdır.73 

Bir önceki ekâbir ve iç siyasi düzene karşı silahlı müdahalede bulunmuş bir 
“ihtilalci” subayın devlet geleneğinin dışında düşünmesi söz konusu olmamıştı. 
Sami Küçük ile apayrı düşünsel boyutta olan 27 Mayıs müdahalesinin sözcüsü 
Albay Alparslan Türkeş’in NATO bağlamındaki görüşü tarihten ders alma ve dış politikada devamlılık tezini doğrular yönde. Anılarından öğrendiğimize göre, Sovyet Büyükelçisi Nikolai Rijov, Başkan Kruşçev’den bir mesaj iletir. Mesajda şöyle denmektedir: 

Bakınız, Kafkasya’daki Türkiye sınırından itibaren, Karadeniz kıyılarından itibaren 250 km derinliğine kadar, bütün bir alanı askerden arındıracağız. Ayrıca, size her yıl 500 milyon dolar hibe edeceğiz. Türkiye’nin ekonomisini kalkındırmak için sürekli yardımda bulunacağız.74 

Karşılığında, Türkiye’nin NATO’dan çıkıp, tarafsızlığını ilan etmesi bekleniyordu. 
Talep, Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e danışıldıktan sonra, böyle bir davranışın ahde vefaya sığmayacağı, fakat Türkiye toprakları üzerinden hiçbir zaman Sovyetler Birliği’ne bir saldırıya izin verilmeyeceği beyanatının eşliğinde reddedildi. 1960 sonlarına doğru ise üniversite gençliği ve sendikaların protesto gösterilerinde ABD ve NATO karşıtlığı yükselişe geçiyordu. 

Türk Atlantik Derneği’nin ilk yayını olan Türkiye ve NATO, NATO ve ABD 
karşıtı kitle gösterileri ve 16 Şubat 1969 Kanlı Pazar ertesinde, gösterilen şiddet karşısında, tarih belirtilmemesine rağmen, büyük bir olasılıkla 1969’da İhsan Sabri Çağlayangil’in ilk Dışişleri Bakanlığı (1965–1971) sırasında parlamenterler için yapılan seminer sunumlarını içermektedir.75 Eşzamanlı olarak Kuzey Atlantik Asamblesi ve Avrupa Konseyi Türk Grupları Başkanlık görevlerini yürütmekte olan Muammer Baykan açılış konuşmasında 
şunları söylemekteydi: 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder