20 Ekim 2017 Cuma

NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi BÖLÜM 1




NATO ve Türkiye: Dönüşen İttifakın Sorgulayan Üyesi , BÖLÜM 1


Tarık OĞUZLU
* Doç. Dr., Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü, İİBF, Uluslararası Antalya Üniversitesi, 
Antalya. E-posta: tarik.oguzlu@antalya.edu.tr
Doç. Dr., Uluslararası Antalya Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü 
Uluslararası İlişkiler Konseyi Derneği 
Uluslararası İlişkiler Dergisi 
Web: www.uidergisi.com 
E- Posta: bilgi@uidergisi.com 





ÖZET

Bu çalışma Türkiye’nin NATO ittifakının dönüşüm sürecine ilişkin benimsemekte olduğu tutumu ve politikaları incelemektedir. Çalışmanın temel savı Türkiye’nin tutumunun kimlik kaygılarından çok ulusal çıkarları daha fazla yansıtmaya başladığı ve Türkiye’nin bu süreçte gündeme gelen konulara ilişkin olarak daha çok eleştirel ve sorgulayıcı bir tavır takındığıdır. İttifakın politikaları tarafından tuzağa düşürülmek kaygısı, ittifak tarafından yalnız bırakılma endişesinin önüne geçmeye başlamıştır. Türkiye’nin bu tutumunun şekillenmesinde üç farklı 
gelişme etkili olmuştur. Birincisi, uluslararası sistemin yapısında ortaya çıkan gelişmeler, ikincisi NATO’nun kendi içinde yaşamakta olduğu kimliksel ve kurumsal kriz, üçüncüsü ise 2002’den bu yana ülkeyi yönetmekte olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin benimsemiş olduğu milli kimlik ile dış ve güvenlik politikası anlayışıdır. Bu çalışma, bu açıklayıcı faktörlerin etkisini NATO’nun dönüşümü sürecinde gündeme gelen bazı olaylar bağlamında göstermeye çalışacaktır. Bunlar, NATO’nun genişlemesi ve Rusya ile olan ilişkiler, NATO’nun alan-dışı 
görevleri, NATO’nun küreselleşmesi, NATO-Avrupa Birliği ilişkileri, füze savunma sistemi ve NATO Genel Sekreteri’nin atanmasıdır. 

Anahtar Kelimeler: NATO’nun Dönüşümü, Türkiye, Tuzağa Düşürülme,Yalnız Bırakılma, Çıkmazı, Adalet,Kalkınma, Partisi, Çıkarlar ve Kimlik,Tarık OĞUZLU, 


Giriş 

Bu makale Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası ortamda NATO ittifakına yönelik bakış açısının ne yönde değişmekte olduğunu tartışmaya ve bu süreçte etkili olan faktörleri analitik bir perspektiften incelemeye çalışmaktadır. Makalede iki ana iddia öne sürülmektedir. 

Birincisi, Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehdidin ortadan kalkmasından bu yana Türkiye’nin NATO’ya karşı geleneksel bakış açısını şekillendiren çıkar ve kimlik odaklı yaklaşımların ciddi zorlamalara maruz kaldığıdır. Türk karar alıcıları son yirmi yıldır NATO’nun politikalarına otomatik destek vermenin ortaya çıkarabileceği riskleri daha fazla vurgulamaya başlamışlardır. “Yalnız bırakılma ve tuzağa düşme”1 ikileminde “tuzağa düşme” vurgusu daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. İkinci iddia, Adalet ve Kalkınma Partisi (bundan böyle AKP) iktidarı boyunca kimlik odaklı yaklaşımın yerini daha fazla çıkar hesaplarına bırakmaya başladığıdır. Çıkar vurgusunun artması Türkiye’nin politikalarının 
daha sorgulayıcı olmaya başladığını göstermektedir. Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin NATO üyeliğini daha fazla sahiplenmeye başladığı ve ittifakın dönüşümünde daha etkin rol oynamak istediği şeklinde de yorumlanabilir. 

Bu makale Türkiye’nin NATO’ya ilişkin bakış açısını inceleyerek Türk dış 
politikasında Batı’dan bir kopuş yaşanıp yaşanmadığını da tartışmaktadır. Son yıllarda Türkiye’nin yüzünü Batı’dan çevirmeye başladığı yönündeki algı güçlenmiştir. Bu algının ortaya çıkmasında; AKP hükümetlerinin Orta Doğu bölgesinde aktif bir dış politika takip etmeye başlaması, İsrail’le ilişkilerin bozulması, Türkiye’nin İran ile Batı arasındaki nükleer krizde daha çok İran’ın yanında yer alıyor görüntüsü vermesi ve İran üzerine konan ambargolara katılmaktan kaçınması, siyasi İslamcı gelenekten gelen ve Batı’ya karşı 
eleştirel bakan Hamas gibi siyasi unsurlarla yakınlaşması, benzeri faktörler etkili olmuştur. 

Bu çalışma Türkiye’nin NATO’ya karşı sorgulayıcı bir tavır benimsemesinde ve 
“tuzağa düşme” vurgusunun güçlenmesinde üç temel faktörün etkili olduğunu iddia etmektedir. Bu faktörlerden birincisi uluslararası sistemin genelinde ve Türkiye’nin bölgesinde yaşanmakta olan dışsal gelişmelerdir. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra uluslararası sistemin çok kutupluluğa evrilmesi, Orta Doğu bölgesinin küresel politikaların merkezine oturmaya başlaması, yine Orta Doğu’daki gelişmelerin Türkiye’nin güvenliğini daha fazla etkilemeye başlaması ve Batı dünyasının küresel güç dengelerindeki hâkim konumunun aşınmaya başlaması, Türkiye’nin dış politika anlayışını ve NATO’ya karşı bakışını değiştirmektedir. Komünizm tehdidinin ortadan kalkması ve NATO’nun en 
başat üyesi olan ABD’nin stratejik vizyonunu giderek Avrupa dışı coğrafyalara kaydırmaya başlaması bir yandan Türkiye’nin dış politikası açısından manevra alanını genişletirken, diğer yandan da Türkiye’nin NATO’ya karşı bakışını daha sorgulayıcı bir hale getirmiştir. 

İttifaka yönelik sorgulayıcı duruşun ortaya çıkmasında etkili olan ikinci faktör 
NATO’nun bir örgüt olarak son yirmi yıldır yaşamakta olduğu ontolojik kimlik 
krizidir. Komünizm tehdidinin ortadan kalkmasıyla müttefikler arasında ortak tehdit tanımlamalarının yapılabilmesi zorlaşmış ve NATO’nun misyonu ve geleceğine dair farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıştır.2 

Böyle bir ortamda Türkiye’nin NATO’ya karşı daha sorgulayıcı bir tutum takınması kolaylaşmıştır. 

Makalenin altını çizdiği üçüncü faktör Türkiye’de son on yıldır iktidarda bulunan 
AKP’nin benimsediği dış politika anlayışı ve ulusal kimlik tasavvurudur. AKP’nin 
Türkiye’yi “merkez ülke” olarak tanımlaması ve çok-boyutlu ve çok-taraflı dış politika anlayışını benimsemesi NATO’yu Türk dış politikasının merkezine koyan geleneksel görüşü zayıflatmıştır.3 AKP döneminde NATO üyeliğinin Türkiye’nin “Batılı” kimliğini pekiştiren yönü geri plana düşmeye başlamıştır. Üyelik Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ve bölgesel politikalarına hizmet ettiği ölçüde anlamlı görülmeye başlanmıştır. AKP ile birlikte ortaya çıkan bir diğer gelişme AKP iktidarının Türkiye’yi NATO’nun dönüşüm sürecinde aktif bir aktör yapma arzusudur. Bu bakış açısına göre Türkiye NATO’nun dönüşüm sürecinde edilgen bir konumda olmamalı, tam tersine bu dönüşümü şekillendirmeye çalışmalıdır. Türkiye NATO’nun dönüşüm sürecinin bir konusu ve aracı değil, sahibi ve aktörü olmalıdır. NATO’nun dönüşümü sürecinde gündeme gelen konularda Türkiye’nin 
söz söyleme isteği AKP iktidarıyla birlikte daha fazla gözlenmeye başlanmıştır. Bu durum AKP iktidarının gerçek amacının sanıldığının aksine Türkiye’nin yüzünü NATO’dan ve Batı’dan çevirmek değil, aksine NATO üyeliğini sahiplenerek ittifakın dönüşümünü daha fazla şekillendirmek olduğunu göstermektedir. 

Türkiye’nin NATO’ya ilişkin bakış açısının analiz edilmesinde ampirik gözlemlere 
dayanmak gerekir. Bu çerçevede makale Türkiye’nin NATO’nun dönüşümü sürecinde gündeme gelen konulara ilişkin politikalarını mercek altına alacaktır. Bu konular NATO’nun genişlemesi ve NATO-Rusya ilişkileri, NATO’nun ”alan-dışı”na çıkması ve Afganistan ve Libya’daki operasyonları, NATO’nun küresel bir güvenlik aktörü olması, NATO’nun yeni genel sekreterinin atanması, NATO-Avrupa Birliği ilişkileri ve NATO’nun balistik füzelere karşı geliştirmeye çalıştığı füze savunma sistemidir. Sonuç bölümünde çalışmanın temel bulguları özetlendikten sonra geleceğe yönelik tahminlerde bulunulacaktır. 

Soğuk Savaş’ın Mirası ve Erken Soğuk Savaş Sonrası Dönem 

Soğuk Savaş sırasında Türkiye ulusal güvenliğini ve Batılı kimliğini NATO üyeliği sayesinde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu zaman diliminde Türk-ABD ilişkilerinde yaşanan bazı olumsuz gelişmeler Türkiye’de NATO’ya ilişkin eleştirel görüşleri ortaya çıkarmışsa da, iki kutuplu dünyanın temel dinamikleri Türkiye’nin NATO’ya olan bağlılığının sürmesini mümkün kılmıştır.4 

1964 yılında Johnson mektubu ile gerilen Türkiye-ABD ilişkileri Türkiye’de NATO’dan çıkılması yönündeki tartışmaları alevlendirmiştir.5 1960’lı yılların 
başında Jüpiter füzelerinin Türkiye’den ABD’nin tek taraflı bir kararıyla çekilmesinden sonra, NATO’nun inandırıcılığı ve Türkiye’nin güvenliğine olan katkısı sorgulanmaya başlanmıştır. Benzer bir durum 1970’li yılların ortasında ABD’nin Türkiye üzerine silah ambargosu koymasından sonra yaşanmıştır. 1960’lı yılların sonunda NATO’nun askeri stratejisinin “topyekün karşılık”tan ”esnek karşılık”a dönüşmesi NATO’nun nükleer garantisinin geçerliliği konusundaki kaygıları artırmıştır.6 Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye Soğuk Savaş sırasında kendisini NATO içerisinde konumlamaya ve NATO üyeliğini dış politikasının en önemli unsuru olarak görmeye devam etmiştir. 
Bunun üç temel nedeni vardır. 

Birincisi askeri imkânları Türkiye’nin Sovyet tehdidine tek başına karşı koymasını zorlaştırmaktaydı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’nin Boğazlarda üs sahibi olmak ve Kars ve Ardahan’ın kendisine verilmesi yönündeki taleplerine Türkiye’nin kendi başına direnebilmesi zor olduğundan ABD’nin de içinde bulunduğu NATO’ya katılmak en önemli güvenlik stratejisi olarak belirdi.7 

İkincisi, NATO üyeliği sayesinde Türkiye Avrupa’nın güveliğine katkıda bulunan 
bir ülke olarak değerlendirildi ve bu durum onun Avrupalı kimliğinin tescil edilmesinde etkili bir unsur oldu. NATO üyeliği Türkiye’nin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana takip etmekte olduğu “Batılılaşma” politikasıyla uyumluydu.8 Avrupa Topluluğu (AT) ve diğer Avrupalı uluslararası örgütler bu bağlamda NATO’ya rakip olmaktan uzaktılar. 
Bu örgütlerin kurulmasında ve Avrupa kıtasında federal bir bütünleşme sürecinin başlatılabilmesi de NATO’nun Avrupa kıtasındaki askeri mevcudiyeti hayati bir rol oynamıştır. Bu sayede Avrupalı devletlerin ellerindeki sınırlı mali imkânları savunma ve güvenlik yerine ekonomik kalkınma ve bütünleşme sürecinin derinleştirilmesine ayırmaları mümkün olabilmiştir.9 NATO tartışmasız bir şekilde Avrupa kıtasındaki en önemli güvenlik örgütüydü. 

Bu dönem boyunca NATO’yu Türkiye’nin gözünde anlamlı kılan üçüncü bir neden Türkiye’nin NATO içersinde ABD ile çok daha dengeli ilişkiler kurabilmiş/kurabilecek olmasıydı. ABD ile ikili temelde bir güvenlik ilişkisi kurmak son kertede Türkiye’yi ABD karşısında zayıf bir durumda bırakabilir ve ABD’nin Türkiye’nin güvenliğine olan garantisini sulandırabilirdi. ABD’nin Avrupalı müttefiklerini ciddiye aldığı ve Sovyet tehdidine karşı onların desteğini önemsediği bir ortamda NATO çok-taraflı kurumsal kimliğini daha kolay devam ettirebilmiştir. 

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Türkiye’de NATO’nun devamına ve ittifakın Avrupalı kimliğinin sürdürülebilmesine ilişkin kaygılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehditler varken NATO üyeleri arasında ittifakın özünde bir Avrupalı-askeri-savunma örgütü olduğu algısı güçlüydü. 1990’larla birlikte NATO içersindeki Avrupalı müttefiklerin Türkiye’yi daha çok Orta Doğu güvenlik sisteminin bir parçası olarak görmeye başlamaları ve NATO/ABD’den bağımsız kendi güvenlik kurumlarını oluşturmak istemeleri Türkiye’yi kaygılandırmaya başlamıştır. Paradoksal bir şekilde Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması Türkiye’nin NATO’ya olan güvenlik ihtiyacını azaltırken, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Türkiye’nin Avrupalı kimliğini 
ve olası AB üyeliğini sorgulamaya başlamaları Türkiye’nin bir süre daha NATO’ya kimliksel pencereden bakmasını mümkün kılmıştır. Türkiye açısından önemli olan konu, NATO’nun bir yandan Avrupalı ve bölgesel kalıp diğer yandan da küreselleşme sürecine uyumlu bir şekilde kendisini yenileyebilmesiydi. Tehditlerin hem kaynaklandıkları coğrafi alanlar hem de nitelikleri bakımından küreselleşmeye başlaması NATO’yu Avrupa alanı dışına çekerken, Türkiye bu sürecin NATO’nun Avrupalı kimliğinde ciddi bir erozyon yaratmamasını önemsemiştir. 

Bu arka plandan bakıldığında Türkiye’nin 1990’lı yıllarda ittifakın temel 
politikalarını ki genelde hepsi Avrupa kıtasını ilgilendirmektedir, desteklediği 
görülmektedir. Ankara NATO’nun merkezi ve doğu Avrupa’da yer alan eski komünist ülkelere doğru genişlemesini ve alan dışı olarak kabul edilen Balkanlar’da kriz yönetimi rolleri üstlenmesini desteklemiştir.10 Ankara, NATO’nun Bosna Hersek’teki iç savaşın sonlandırılmasında daha aktif ve müdahaleci olmasını istemiştir. Ankara’nın 1994’de ilan edilen Barış İçin Ortaklık (BİO) inisiyatifini desteklemesi, 1998’de Türkiye’de bir eğitim merkezinin açılmasına izin vermesi ve NATO’nun Bosna’da, Makedonya’da ve Kosova’da  düzenlediği askeri operasyonlara katılması dikkat çekicidir. 

11 Eylül sonrasında NATO tarihinde ilk kez Avrupa dışına çıkarak Afganistan’da 
operasyon düzenlemiştir. Türkiye buna destek vermiş ve bu amaçla oluşturulan çokuluslu güce komuta etmiştir.11 Türkiye ayrıca 2002 senesinde Prag’da ilan edilip 2006 senesinde Riga’da aktif hale getirilen NATO Acil Müdahale Gücü’ne katılmış ve NATO’nun Avrupa dışı birçok bölgede düzenlediği operasyonlara askeri katkıda bulunmuştur. Gerçekte bu tarz gelişmelerin NATO’nun Avrupalı kimliğini aşındıracağı ortadaydı. Bu ikilem sadece Türkiye tarafından değil, ittifakın diğer Avrupalı üyeleri tarafından da hissedilmiştir. NATO’nun Avrupa’nın post-modern mezarlığında ölüme terk edilme riski Avrupalı müttefikleri pek istemeseler de NATO’nun ABD’nin çıkarlarına uygun olarak Avrupa-dışılaşmasını ve küreselleşmesini desteklemek zorunda bırakmıştır. 

Soğuk Savaş sonrası ortamda ABD Avrupalı müttefiklerinden kendi güvenlikleri 
için daha fazla para harcamalarını ve bunu da NATO içersinde yapmalarını talep etmiştir. Avrupalı müttefikler ise bir yandan askeri harcamalarını azaltırken diğer yandan da savunma alanındaki işbirliğini daha çok AB içerisinde yapmaya başlamışlardır.12 Bu Türkiye’yi kaygılandıran bir diğer gelişme olmuştur. 

2000’li yıllarda AKP’nin iktidara gelmesiyle, Türkiye’nin NATO’ya ilişkin 
sorgulayıcı tutumu iyice belirgin hale gelmiş ve 1990’lı yıllarda geçerliliğini korumaya devam eden Avrupa temelli kimliksel kaygılar giderek arka plana düşmeye başlamıştır. 11 Eylül saldırılarından sonra NATO’nun bundan böyle sadece Avrupa kıtasıyla sınırlı bir savunma örgütü olamayacağının anlaşılmasıyla, Türkiye’nin ittifaka yönelik tutumunda başka kaygılar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu kaygıların en önemlisi NATO’nun politikalarının Türkiye’nin “yeni” dış politika anlayışıyla çelişmesi riskidir. Bu riskin 
azaltılması için Türkiye ittifakın politikalarının belirlenmesinde daha fazla aktif olmaya ve yerine göre sorgulayıcı bir tutum takınmaya başlamıştır. Makalenin bundan sonraki bölümünde 1990’lı yıllarda başlayan, ama AKP iktidarıyla birlikte giderek ivme kazanan Türkiye’nin NATO’ya yönelik sorgulayıcı tutumunun nedenlerini analiz edilmeye çalışılacaktır. 

Değişen Bakış Açısının Nedenleri 

Sistemsel ve Bölgesel Faktörler 

Bu bağlamda zikredilmesi gereken ilk faktör Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkmaya başlayan potansiyel tehditlerin hiç birisinin NATO üyeleri arasında Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehdit kadar ortak aidiyet ve kader birliği duygusu yaratmadığıdır. Nereden, ne zaman ve ne şekilde kaynaklanabileceği önceden kestirilebilen tehditlerin yerini muğlâk riskler ve zorluklar almaya başladıkça ittifakın üyeleri arasındaki kader birliği duygusu zayıflamaya başlamıştır. 

NATO’nun yeniden birleşen Almanya’nın Batı Avrupa kurumlarına bağlılığını 
garanti altına almak ve ABD’nin Avrupa’daki varlığını meşrulaştırmak işlevleri daha önemli olmaya başlamıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki NATO tarihinin hiç bir döneminde sadece üyelerini dış tehditlere karşı savunan bir örgüt olmamıştır. Üyelerinin ortak liberal ve demokratik değerlere bağlılığını temsil eden demokratik bir kulüp olması NATO’nun önemli bir özelliğidir. Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun normatif özelliklerine vurgu yapanların ve ittifakın politikalarını inşacı uluslararası ilişkiler kuramı penceresinden inceleyenlerin sayısında artış olmaya başlamıştır.13 

Yeni ülkelerin NATO’ya katılmaları, ittifakın kurucu değerlerini buralara 
taşıması ve ittifakın alan dışı bölgelerde kriz yönetimi tarzı operasyonlar düzenlemesi NATO’nun devamını mümkün kılmıştır. Kuruluşundan itibaren Avrupa merkezli bir ortak savunma örgütü olarak hareket eden NATO Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte daha çok küresel düzeyde hareket etmeye başlayan bir ortak güvenlik örgütüne dönüşmeye başlamıştır. NATO’nun siyasi ve normatif özellikleri onun askeri özelliklerinden daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır.14 

Alan-dışı görevlerin ağırlık kazanması, kitle imha silahlarının yayılmasının yarattığı riskler, ulus ötesi terörist faaliyetlerin ve yasadışı göç hareketlerinin ulusal güvenliği tehdit edici boyutlara ulaşması, açık denizlerdeki korsanlık faaliyetlerinin artması ve güvenliğin teknolojik gelişmelerden etkilenerek siber alanda tanımlanmaya başlanması NATO’nun askeri dönüşümünü etkilemiştir. Bu çerçevede yeni komuta merkezleri oluşturulmuştur. 

Dönüşüm Komutanlığı’nın (Transformation Command) kurulması, Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nin (TMMM) kurulması ve Acil Müdahale Gücü’nün hayata geçirilmesi askeri alanda yapılan reformların en önemlileridir. 

Bunun dışında ittifak Rusya ve Ukrayna gibi üçüncü ülkelerle stratejik ilişkilerini 
geliştirmeye başlamıştır. Akdeniz Diyalogu ve İstanbul İnisiyatifi çerçevesinde NATO’nun Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgelerindeki rolü kurumsallaşmaya başlamıştır. Küresel ölçekte bakıldığında NATO özellikle Uzak Doğu Asya’daki Avustralya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve Japonya gibi demokratik ülkelerle “ortaklık” çerçevesinde ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Bu ülkelerin NATO’nun Afganistan’daki operasyonuna asker yollamaları NATO’nun küreselleşmeye başladığını iddia edenlerin işaret ettikleri en önemli örneklerden bir tanesidir.15 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder