1947’den GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ BÖLÜM 1
AVRASYA DOSYASI
Yrd. Doç. Dr. Nasuh USLU*
* Kırıkkale Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi.
NASUH USLU / AMERİKAN İLİŞKİLERİNİN GENEL PORTRESİ
Giriş
1947'deki Truman doktriniyle sıkı ilişkiler içine giren ve NATO’ya üye olarak aralarındaki ilişkileri ittifak düzeyine çıkartan Türkiye
ve Amerika Birleşik Devletleri, bundan sonraki siyasî ve askerî ilişkilerini NATO çerçevesinde imzaladıkları değişik anlaşmalarla yürüttüler.
Bu bakımdan iki devlet arasındaki ilişkileri ittifaklarla ilgili teorileri göz önünde bulundurarak açıklamak daha faydalı olabilir. Genel olarak bakıldığında, Türkiye'nin üç temel nedenle ABD'yle ittifak kurduğu söylenebilir: Güvenliğini korumak, askerî ve ekonomik yardım elde etmek ve Batı tipi devlet yapısını güçlendirmek.
Amerikan yöneticilerini Türkiye'yle ittifak ilişkileri kurmaya iten başlıca neden ise ABD'nin Orta Doğu'daki çıkarları ve SSCB'yi çevreleme politikası açısından Türkiye'nin taşıdığı stratejik önemdi. Bu makalede Türk-Amerikan ittifakının temeli açıklandıktan sonra nasıl yürüdüğü yine teoriler çerçevesinde ele alınacak ve günümüze kadar nasıl bir tarihî seyir izlediği ortaya konmaya çalışılacaktır.
Türkiye ve ABD Niçin İttifak Kurdu?
Teori, devletlerin, kendi olanaklarıyla karşı koyamayacakları büyük bir dış tehdide karşı daha güçlü devletlerin ittifak ve yardımlarını elde etmeye çalıştıklarını, buna karşın daha zayıf bir devletle ittifak kuran büyük devletin de bu yolla nüfuzunu stratejik yerlere doğru yaymak ve temel düşmanının başka devletlerin kaynaklarına sahip olmasını engellemek istediğini söyler.1 ABD ve Türkiye'yi bir ittifak sistemi içinde biraraya getiren temel neden, Sovyetler Birliği'nin Türkiye'nin güvenliğine karşı oluşturduğu tehditti. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Sovyet yöneticilerinin, Türkiye ve SSCB arasındaki 1925 tarihli dostluk anlaşmasını tek taraflı olarak feshetmeleri, 1936 tarihli
Montrö Sözleşmesinde Karadeniz'e kıyısı olan devletler lehine değişiklikler yapılmasını istemeleri ve Doğu Anadolu'da toprak talebinde bulunmaları,
Türk liderleri ABD’nin askerî ve diplomatik desteğini kazanmaya itti. Ekim 1946'dan itibaren Sovyet liderleri Türkiye üzerindeki isteklerini dile getirmekten vazgeçseler ve 1953 yılından sonra da Türkiye'yle dostluk ve barış içinde yaşamak istediklerini gösterir jestlerde bulunsalar da Türk yöneticiler, SSCB'yi Türkiye için potansiyel bir tehdit olarak algılamaya devam ettiler ve bu yüzden özellikle 1947-1964 döneminde ABD ve NATO’yla sıkı ilişkiler içinde olmaya büyük önem atfettiler.2 Amerikan yöneticilerinin gözünde ise Türkiye, Yakın ve Orta Doğu'daki Sovyet yayılmacılığını durdurma politikalarının önemli bir parçasıydı.3 Bu arada ortak tehdit algılamasına rağmen tehdit anında büyük devletlerin, müttefikleri zayıf devletlerin yardımına gidip gitmemede, yardımı geç ulaştırmada, yardım karşılığında önemli tâvizler istemede ve hatta gerekli
gördüklerinde düşman güçle zayıf devletler aleyhine işbirliği yapmada kendilerini serbest hissetmeleri gerçeği4 Türk-Amerikan ilişkilerini de rahatsız eden bir unsurdu.
1964 yılında Amerikan Başkanı Johnson’ın Kıbrıs sorunundan dolayı Sovyetlerin saldırısına uğraması durumunda ABD’nin Türkiye’nin yardımına gitmeyebileceğini ilân ettiği dönüm noktasından sonra Türk yöneticiler, ihtiyaç anında ABD’nin yardıma gelmeyebileceği ve bazı konularda SSCB’yle uzlaşmaya gidebileceği endişesinden hareketle seçenekleri artırma adına Doğu Blokuyla ve Üçüncü Dünyayla ilişkileri geliştirmeye çalıştılar. Ancak yine de güvenlikleri için birinci derecede ABD ve NATO’ya güvenmek durumundaydılar.
Gelişmekte olan ülkelerin, ekonomik yapılanma ve gelişme planlarını uygulayabilmek ve modern savunma ve silah sistemlerini elde edebilmek için daha güçlü bir devletin ittifakını elde etmeye çalıştıkları bir gerçektir.5 Bu bağlamda Türkiye'nin askerî ve ekonomik yardım ihtiyacı ve ABD'nin Türkiye'nin yardım isteklerine verdiği karşılık Türk-Amerikan ilişkilerinde her zaman önemli rol oynamış önemli bir unsurdur. Daha fazla refah ve özel sektörü destekleme vaadiyle 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, ekonomik plan ve projelerini uygulamaya koyabilmek ve Türk ordusunun modernleştirilmesi de dahil askerî harcamalarını karşılayabilmek için büyük ölçüde Amerikan askerî ve
ekonomik yardımına güvenmekteydi.6 Türk yöneticilerin ABD'yle savunma ilişkilerine girmede ve NATO'ya katılmada çok istekli olmaları, bu amaçla belki de Sovyet tehdidini olduğundan biraz fazla göstermelerinin önemli bir nedeni de Amerikan yardımı elde etmek istemeleriydi. 1947 yılından itibaren ABD hep Türkiye'nin en önemli ekonomik ve askerî yardım kaynağı oldu. Fakat bu yardım hem Türk yöneticilerinin istediği miktarda olmadı, hem de onları rahatsız eden yabancı unsurlar taşıdı; böylece iki ülke arasında hep sorun olmaya devam etti.
Teoride bir devletin büyük bir devletle ittifak kurma ihtiyacı duyması halinde genellikle coğrafî olarak kendisinden uzak olan bir devleti tercih ettiği de söylenir. Bununla beraber, uzak olan büyük devletle yapılan ittifakın sonuçta daha az güvenilir olduğu ortaya çıkabilir.
Çünkü uzak olan devletle bölgesel anlaşmazlıklar konusunda ortak politika takip etmek öncelikler farklı olduğu için zordur.
Saldırı durumunda uzak olan devletin yardıma gelmesi daha az olasıdır, gelse bile o gelinceye kadar müttefiki öldürücü darbeyi yemiş olabilir. Bu olumsuzluk ları gidermek için bazen bir devlet, müttefiki olan büyük devletin, toprakları üzerinde üs ve silah bulundurmasına izin verebilir, bu şekilde otomatik yardım gelmesini sağlamaya çalışabilir. Bir devletin tehditkâr bir süper gücün coğrafî olarak yakınında bulunması, coğrafî ve stratejik konumunun büyük devletler açısından önem arzetmesi de bu devletin ittifaklara katılmasında önemli rol oynar. Bir devlet bir süper gücün doğal yayılma alanı içinde bulunuyorsa, bu bölgesel gücü dengeleyebilmek için daha güçlü bir devletin ittifakını elde etmeye çalışır.7 Büyük devlet ise temel düşmanına karşı konumunu güçlendirme açısından stratejik önemi bulunan devletin kendi ittifakı içinde bulunmasını tercih eder.
Türkiye, sosyalist blokun lideri olan Sovyetler Birliği ile çok uzun bir sınıra sahipti ve bu devletin doğal etki ve yayılma alanı içinde bulunuyordu.
Bu yüzden Türkiye, bu dev gücü dengeleyebilecek tek ülke olan ABD'yle ittifak kurmaya ve kurduğu ittifakı devam ettirmeye büyük önem verdi. Türk liderler, saldırıya uğrama durumunda ABD'nin otomatik yardımını sağlayacağını düşündüklerinden toprakları üzerindeki Amerikan üs ve silahlarının bulunmasını memnuniyetle karşıladılar. Türk yöneticiler Türkiye'nin Batı ittifakı dışında kalamayacağını savunurken en fazla kullandıkları argüman, Türkiye'nin büyük devletler açısından stratejik öneminin büyüklüğünün tarafsız ve yalnız kalmasına imkan vermediğiydi. Amerikan politika yapıcılarının gözünde de Türkiye, Orta Doğu ve Sovyetler Birliği arasında doğal bir engel oluşturduğu ve Boğazlar, sayıca büyük bir ordu ve toprağı üzerindeki askerî üsler gibi Batı'nın vazgeçemeyeceği önemli unsurlara sahip olduğu için Batı ittifakı içinde tutulması gerekli bir devletti.
Teoride ideolojinin, ittifakların kurulmasında güvenlik ihtiyacından sonra geldiği ve ancak ikincil bir önem taşıdığı, bununla beraber aynı ya da benzer ideolojiye ve kültürel değerlere sahip olan devletlerin kurdukları ittifakların daha etkili ve dayanıklı olduğu, daha çok fayda ve daha az problem getirdiği belirtilir.8 Türk yöneticiler açısından ise ABD’yle ilişkilerde ideolojik boyut büyük önem arzetmekteydi. Türkiye'nin Batı dünyasıyla ortak değerler paylaşan, demokratik ve laik bir ülke olduğunu sürekli olarak vurgulayan Türk liderlerin gözünde
ABD’yle kurulan ittifak, Batı'yla ilişkileri sıkılaştırmada ve ülke içinde
Batılılaşma politikalarını uygulamada yardımcı olacak önemli bir araçtı. Türkiye’nin geçirdiği anti-demokratik tecrübelere fazlaca tepki gösterme melerinden anlaşıldığı gibi Amerikalıları daha fazla ilgilendiren ise ideolojik kaygılar değil, fakat Amerikan çıkarlarının korunmasıydı. Yine de Türk yöneticilerinin siyasî, ideolojik ve ekonomik sistemler konusunda Amerikan liderleriyle aynı fikirleri paylaştıklarını iddia etmelerine rağmen Türk ve Amerikan uluslarının kültür, din ve demokratik deneyim açılarından farklılık göstermesi zaman zaman birbirlerini anlamama ve kızgınlık duyma şeklinde problemler de çıkartabilecekti.9
Türk yöneticilerin ABD’yle ittifakta ısrarlı olmalarının nedenleri arasında iç politikadaki hatalarını örtmek, içte istikrar sağlamak ve konumlarını güçlendirmek istemelerinin de önemli yer tuttuğu söylenebilir. Bir yönetimin güçlü ve uluslararası alanda saygı duyulan bir ittifakın siyasî, askerî ve ekonomik desteğini elde etmesinin, onun durumunu potansiyel ve var olan düşmanları karşısında güçlendirdiği ve içte de halkının gözünde prestijini artırdığı düşünülmektedir.10 Türk liderleri, Batı'yla kurdukları ittifakı, Türkiye'nin siyasî ve demokratik gelişiminin sigortası ve uygar bir Batı devleti olarak büyüklüğü nün kanıtı olarak gördüler hep. ABD'nin yaptığı ekonomik ve askerî yardım ise Türkiye'nin belli başlı güç kaynaklarından biriydi. Türk yöneticiler içerde siyasî ve ekonomik krizlerle karşılaştıklarında da Batı devletlerinin
yardımlarla ve yaptıkları açıklamalarla kendilerini desteklemelerini beklediler. Bazen de ekonomi ve dış politika alanındaki başarısızlıklarını Batılıların olumsuz tutumlarına bağlayarak faturayı Batı'ya çıkarma yoluna gittiler. Haziran 1964'te Başbakan İnönü, Kıbrıs'a çıkarma yapmanın maddî koşullar açısından mümkün olmadığını anlayınca, prestijini kurtarmanın yolunun çıkarmayı engelleyenin ABD olduğunu göstermek olduğunu düşündü ve Amerika'nın tepkisini çekebilmek için Türk ordusunun yapacağı müdahaleden Amerikalıları haberdar etti.
Genel olarak devletlerin, büyük tehlikeleri beraberinde getirme olasılığı yüksek olduğu için, büyük devletlerle ittifak kurmaktan çekinmeleri tavsiye edilir. İttifaklara taraf olmama politikasını takip edebilmesi içinse bir devletin şu özelliklere sahip olması gerektiği belirtilir:
Bir blokun yanında yer aldığında genel güç dengesini bozacak derecede güçlü olmamalı. Vatandaşları genel dünya olaylarında uzak durma konusunda istekli bulunmalı.11 Stratejik açıdan önemli ve siyasî olarak kışkırtıcı olmamalı.
Güçlü bir devletin tehdidi altında da bulunmamalı. Türk yöneticiler hiçbir zaman tarafsızlığın Türkiye açısından uygun bir politika olduğunu düşünmediler. Çünkü onlara göre Türkiye, büyük devletlerin gözlerinin üstünde olmasına neden olan önemli bir stratejik konuma sahipti, Sovyet tehdidine karşı güvenliğini korumasını sağlayacak yeterli ulusal kaynakları ise bulunmuyordu.
Türk-Amerikan İttifakı Nasıl Yürüdü?
İttifakın, üye devletlerin haklarını ve yükümlülüklerin belirten resmî bir anlaşma olarak tanımlanmasından12 anlaşılacağı gibi bir ittifak ilişkisi faydanın yanında mâliyet ve sorunlar da getirmektedir. Devletlerin bir ittifaka katıldıklarında haklarını maksimize ve yükümlülüklerini minimize etmeye ya da en azından ikisi arasında bir denge kurmaya özen göstermeleri, ittifakın işleyişi sırasında da dengenin aleyhlerine bozulmaması için sürekli konumlarını gözden geçirmeleri doğaldır. ABD’nin, 1964 yılı içinde Türkiye’nin en önemli meselesi olan
Kıbrıs sorununda yalnız bırakmaya varacak derecede olumsuz tavır takınması nın, Türk kamuoyunu Türkiye’nin ABD’yle ittifaktan kazandıklarını ve kaybettiklerini sorgulamaya yöneltmesi de bu açıdan beklenen bir gelişmeydi. Türk eleştirmenlerin bu çerçevede dile getirdikleri görüşlerin şu teorik açıklamalarla yakından ilgisi vardı: İttifak, kışkırtıcı bir rol oynayarak devleti, karşı ittifaktaki süper gücün ve onun müttefiklerinin tehdidi altına sokabilir ve eğer devlet ittifak içinde en zayıf halkayı oluşturuyorsa düşman saldırısının ilk hedefi haline gelebilir. Bir süper güçle ittifak kurmuş olmaktan ve o devletin üslerini ve silahlarını toprakları üzerinde barındırmaktan dolayı bir devletin
iradesi dışında çatışmalara girmesi de olasıdır. İttifak diğer taraftan devletin zaten kısıtlı olan güçlerinin çok gerekli olmayan yerlere dağıtılarak genel gücünün azalması sonucunu doğurabildiği gibi sağladığı faydadan fazla mâlî yükümlülük getirebilir; savunma bütçelerinin yüksek olmasına, haberleşme harcamalarının artmasına ve askerî bürokrasinin büyümesine neden olabilir. Son olarak, bir ittifaka dahil olmak, devletin bağımsızlığının zedelenmesine, içte ve dışta prestijinin ve etkisinin azalmasına da sebebiyet verebilir.13
Bu eleştiriler karşısında ana muhalefet partisi CHP, ABD'yle ittifakın daha az zarar verir hâle getirilmesini savunurken, iktidar partisi AP de Türk-Amerikan ilişkilerinin genel havasını değiştirecek derecede ABD'yle ilişkileri yeniden gözden geçirme yoluna gitti. Ancak yine de Türk yöneticiler, yukarıda bahsedilen ittifak kurma nedenleri dışında, ABD’nin politikalarına ve hareketlerine etkide bulunarak daha elverişli hâle getirmek ve Amerikalıların kendilerine karşı düşmanca politikalar takip etmelerini önlemek için ABD’yle ittifakı sürdürme taraftarı oldular.
Bu arada ABD’yle ittifakın ikili ilişki olmaktan çok NATO çerçevesinde yürüyen çok taraflı bir ittifak olduğunu vurgulayarak zararları bir dereceye kadar azaltmayı ümit ettiler. Çünkü çok taraflı bir ittifakın iki taraflı ittifaka göre daha faydalı olduğu teoride dile getirilen bir gerçekti.
Çok taraflı ittifak, düşmanı caydırmada daha etkilidir, savunmayı güçlendirir, üyeleri saldırıya uğrayana yardım etmeye daha zorlayıcıdır, daha fazla devletin siyasî ve maddî desteğini sağlar, üyelerin pazarlık gücünü artırır, üyelerin uzlaşarak karar vermelerini temin eder ve küçük üyelere kendi görüşlerini diğerlerine kabul ettirmeleri açısından daha fazla imkân tanır. Çok taraflı ittifakın, bir büyük devletin politika aracı haline gelmesi olasılığı da daha zayıftır. Böyle bir ittifak içindeki küçük devlet daha az dış baskıya mâruz kalır ve halkının etki altında kalma açısından ittifaka gösterdiği tepki de daha az olur.14
Ortak ya da aynı olan çıkarlardan ve amaçlardan çok paralel olan çıkarların ve amaçların ittifakın önemli temellerinden biri olduğu teoride ağırlıklı olan görüştür. Diğer taraftan ittifaktan beklentileri çok farklı olan devletlerin birbirleriyle uzlaşmaları olasılığının çok zayıf olduğu ve ancak amaçlarının sınırlı, muğlaklıktan uzak ve açık olması durumunda dayanıklı ve istikrarlı bir ittifak kurabilecekleri de söylenmektedir.
15 Türkiye ve ABD, başlangıçta Sovyet etkisinin yayılmasını durdurmak gibi oldukça açık bir ortak hedefe sahiptiler. Daha sonraları ortak tehdidi algılamalarında bazı farklılıklar ortaya çıktı. Ayrıca ittifaktan beklentileri de farklılaştı, her iki taraf ittifakı daha çok kendi özel çıkarları için kullanma eğilimi içine girdi. Türk yöneticiler ittifaka yaptıkları katkılarla ABD'nin ulusal çıkarlarına hizmet ettikleri inancında idiler, bu yüzden ittifakın dışında gözüken konularda bile Amerikalıların kendilerini desteklemesini beklediler. Kıbrıs konusunda ABD’nin kendi tezlerini desteklemesini beklemeleri buna örnek gösterilebilir. Diğer taraftan Amerikalılar da Türkiye'nin NATO İttifakı dışında ABD'nin global
stratejisiyle uyuşmayan çıkarları olabileceğini16 ve SSCB'den başka ulusal çıkarlarını zedeleyebilecek düşmanları bulunabileceğini görmediler.
Gücü ve büyüklüğü dikkat çekici şekilde farklı olan devletlerin kurdukları ittifakta sorunlarla karşılaşmaları, dünya olaylarını farklı algılamaları ve uluslararası alanda ulaşmaya çalıştıkları amaçlarının farklı olması doğal kabul edilmektedir. Böyle bir ilişkide zayıf olan devletin, siyasî, fiziksel ve kültürel varlığının karşı tarafın tehdidi altına gireceğinden endişe duyması ve karşı tarafın etki ve kontrolünü artırmak üzere ittifak ilişkisini kullanacağından korkması da oldukça yaygın yaşanan bir durumdur. Zayıf olan devletin güçlü müttefikinden
önemli miktarda askerî ve ekonomik yardım alması durumunda uydu haline geldiği ise oldukça sık işitilen bir eleştiridir. Diğer taraftan zayıf tarafın bazı durumlarda istediklerini gerçekleştirme konusunda güçlü müttefikinden daha fazla etkiye sahip olabileceği de söylenmektedir.17
Kapasite eşitsizliğinin açık olduğu Türk-Amerikan ilişkileri örneğinde, Türk halkının ve yöneticilerinin, tarihsel tecrübeden kaynaklanan, Türkiye’yi Batılı devletlerle eşit görme ve yabancı etkisine karşı çok duyarlı olma özellikleri göz önüne alındığında, sol kesimden yükselen, Türkiye’nin ABD’nin uydusu haline geldiği iddialarının kamuoyunda büyük sarsıntıya yol açması kaçınılmazdı.18 ABD’nin Kıbrıs konusundaki olumsuz tavrıyla beslenen ve halkın büyük kesimini etkileyen bu iddialar karşısında Türk yöneticiler hem kesin reddetme yoluna gidecekler, hem de iddiaların yanlışlığını ispatlamak için bazı girişimlerde bulunacaklardı ki, bu da Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrinde önemli
değişikliklere neden olacaktı.
Bir ittifakın sağlamlığının, üyelerin kendisinden fayda elde etmeye devam etmesine, ortak dış tehdidin varlığını sürdürmesine, tarafların birbirlerine danışarak hareket etmelerine, kararlara uzlaşarak ulaşmalarına ve sorumluluk larını yerine getirmede tereddüt göstermemelerine bağlı olduğu açıktır. Sorumlulukların yerine getirilmesindeki tereddütün özellikle zayıf tarafı güvenliği konusunda endişeye sevkettiği, danışma olayında da hep güçlü tarafın kendisine danışılmasını beklemesinin huzursuzluğa neden olduğu teoride belirtilen
bir husustur. Ayrıca sistemin iki kutuplu, bloklar arasındaki çatışma ve gerginliğin de ileri derecede olması durumunda da her bir ittifak sistemi içindeki dayanışmanın kuvvetli olacağı, çok kutupluluk ve yumuşama hallerinde ise ittifaklar içindeki devletlerin bağımsız hareket etmede kendilerini daha serbest hissedecekleri söylenir.19
Doğu-Batı çatışmasının oldukça şiddetli olduğu ve Sovyet tehdidinin daha belirgin olduğu 1950’lerde Türk-Amerikan ilişkileri oldukça samimiydi.
1960’ların ikinci yarısından itibaren, uluslararası sistemde yumuşamanın hâkim olduğu, çok kutupluluğa gidiş sürecinin yaşandığı ve Sovyet tehdidinin azalmış göründüğü dönemde ise Türkiye ve ABD birbirlerine danışmadan daha farklı politikalar güdebildiler. Türk yöneticiler, Amerikan üslerindeki faaliyetlerden haberdar edilmemekten ve Jüpiter füzelerinin bilgileri dışındaki nedenlerle kaldırılmasından şikâyet ederken, diğer bloklarla ilişkileri geliştirmede kendilerini daha rahat hissettiler. Amerikalılar da kendilerine haber verilmeden Kıbrıs'a
çıkarma yapılmasından rahatsız oldular, ayrıca yumuşama döneminde Türkiye'nin öneminin azaldığını düşünüp yardım sağlama konusunda daha isteksiz hâle geldiler.
1960’larda Türkiye’nin ABD’nin uydusu haline geldiği yolunda yoğun eleştiriler yapılması, iki devlet arası ilişkileri, bu konuda teoride söylenenler 20
çerçevesinde de ele almayı gerekli kılmaktadır. ABD'nin, askerî kapasite açısından Türkiye'den çok daha ileri düzeyde olması ve Türkiye'ye askerî ve ekonomik yardım sağlayan başlıca devlet konumunda bulunması nedeniyle, Türkiye'yle olan ilişkilerinde çok daha fazla pazarlık gücüne sahip olduğu açıktı. Ancak Türkiye'nin stratejik önemi de Amerikalıları Türk yöneticilerini etkilemede (örneğin Kıbrıs sorununda) kısıtlayan önemli bir faktördü. Amerikan liderlerinin, Sovyetler Birliği'nin çıkış yollarını önemli düzeyde kontrol eden, sağladığı üslerle Amerikan çıkarlarına hizmet eden Türkiye’den vazgeçmeleri zordu. Diğer tarafta Türk liderler de ABD'nin sağladığı askerî korumayı ve maddî yardımı başka hiçbir devletten aynı düzeyde elde edemeyeceklerine inanmışlardı. 1950'lerde ve 1960'ların ilk yarısında Türkiye’nin uydu görünümü verecek şekilde uluslararası alanda ABD'nin bütün politikalarını desteklemesi, ABD’yle ittifaktan büyük
beklentiler içinde olmasının bir sonucuydu. 1964 Kıbrıs kriziyle ABD’yle ittifakın en önemli ulusal meselede bile işe yaramayacağı anlaşıldığında ise Türk yöneticilerin başvurdukları yol, uluslararası alanda daha bağımsız hareket etmeye çalışmaktı. Amerikalıların başlarda bu tepkiyi mâkul karşılarken daha sonra haşhaş sorununda aşırı baskı yapmaları ve Türkiye’yi gözden çıkarır konuma gelmeleri, Türkiye’nin haşhaşta ABD’ye rest çekmesiyle sonuçlanacak, 1974 Kıbrıs krizi ve
Amerikan silah ambargosuyla ilişkiler kopma noktasına gelecekti. Türk liderler için ABD’den aldıkları ekonomik ve askerî yardım büyük önem taşımaktaydı, ancak yardımın baskı aracı olarak kullanılması kabul edilemezdi. Yumuşama dönemlerinde Türk liderlerin ekonomik gelişmeye daha fazla değer verip Sovyetler Birliği'nden bile ekonomik yardım alma yoluna gittikleri de bir gerçekti. Amerikan Kongresi, Kıbrıs ve haşhaş konusunda yardımı baskı aracı olarak kullanmayı deneyecek, fakat Türkiye’ye istediklerini yapmakta başarılı olamayacaktı. Türk yöneticilerin Batılılaşmayı amaç olarak seçip ABD’yle ittifaka bu çerçevede bakmaları ve bunun gereği olarak uluslararası alanda
ABD'yle sürekli dayanışma içinde olmaları iki devlet arası ilişkileri samimileştiren bir faktördü. Ancak Kıbrıs sorununda yalnız bırakılış bu defa Türkiye’de Batı’ya karşı bir antipati uyandıracak ve Türk yöneticileri Arap-İsrail çatışması ve sömürgecilik gibi konularda ABD’nin zıttı bir tavır takınmaya itecekti. Sonuçta özellikle 1964'ten sonra Türkiye’nin Amerikan politikalarını adım adım takip etmekten vazgeçerek bağımsız hareket edebileceğini ortaya koyduğu, fakat ABD’den tamamen kopmayı ya da ABD’ye tam olarak cephe almayı da asla düşünmediği söylenebilir. Bu arada Türkiye’nin, 1963 yılına kadar BM. Genel Kurul oylamalarında neredeyse tamamen ABD'yle aynı doğrultuda oy kullanırken, 1964’ten sonra soğuk savaş ve silahsızlanma konularında yine ABD’nin yanında yer alması, fakat Arap-İsrail çatışması ve sömürgecilik konularında zıt yönde oy kullanması,21 Türk yöneticilerin ilişkilere vermek istedikleri yönün de ip uçlarını vermekteydi. Güvenlikte sadece ABD’ye dayanılacaktı ama başka konularda ABD dışındaki seçenekler de dikkate alınacaktı.
Uydu durumuna gelmese bile Türkiye’nin ne derece ABD’nin etkisi altında kaldığı da teoriler22 göz önünde bulundurularak incelenebilir.
,
İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde süper güç konumuna yükselen ve Batı blokunun liderliğine soyunan ABD, dünyadaki gelişmelere etkide bulunma eğilimi içine girerken, Türk yöneticilerin değişik amaçlarla ABD'yle sıkı ilişkiler kurma konusunda fazlasıyla istekli olmaları 1950'li yıllarda ABD'nin Türkiye üzerindeki etkisinin oldukça fazla olmasına neden oldu. Uyduluk iddialarına karşın Türk yöneticilerin daha dikkatli hareket etmeleri ise Amerika'nın Türkiye üzerindeki etkisini eskisine göre büyük oranda azalttı. Türk liderlerin ideolojik boyuta önem vermeleri, Sovyet tehdidini yakından hissetmeleri ve Amerika'nın yardımına ihtiyaç duymaları da ilk başlarda onları Amerikan etkisine daha açık hale getirirken, diğer tarafta Türkiye'nin Sovyet blokuyla mücadelede taşıdığı önem, Amerikalıları ilerleyen yıllardaki Türkiye'nin bağımsız hareket etme çabalarını bir dereceye kadar hoş görmeye itti. Amerika’da Başkan Johnson’ın müdahaleci kişiliği ABD’nin Türkiye üzerinde etki kurma politikasını belirginleştirdi, ancak bu, ilişkilerde soğumayı da beraberinde getirdi. Türkiye'de de Başbakan Bülent
Ecevit’in, Amerikan etkisine karşı çok hassas olması Türkiye’nin ABD’den bağımsız hareket etmesini sağladı, ancak ilişkileri kriz noktasına ulaştırdı. Ekonomik sorunlarının fazlalaştığı dönemlerde, ABD'nin ekonomik desteğine ihtiyaç duyan Türkiye’nin, Amerikan etkisine daha açık olması kaçınılmazdı, ancak Türk liderler bir taraftan da Amerikan etkisini kırabilmek için Doğu bloku devletleriyle bile ekonomik ilişkileri geliştirmek için çaba sarfettiler. Türkiye'nin ABD'ye en fazla bağımlı olduğu, dolayısıyla Amerikan isteklerini en çok reddedemediği alan savunmaydı. Ancak ambargo döneminde bu gerçek tüm çıplaklığıyla açığa çıktıktan sonra Türk yöneticiler Türk savunması üzerinde ki Amerikan tekelini kırabilmek için reformlar gerçekleştirme yoluna gittiler, bunun kolay olmadığı da ortaya çıktı. Arap petrolüne olan bağımlılık nedeniyle Türk yöneticiler 1960’ların sonundan itibaren Arap-İsrail sorununda ABD’nin tersine Arap tarafını desteklerken Türkiye'nin önemini takdir eden Amerikalılar bu durumu kabullenmek zorunda kaldılar. Türk diplomatların üstün yetenekleri ve tecrübeleri özellikle Kıbrıs konusunda Türkiye üzerindeki Amerikan etkisini azaltan bir faktördü. Türkiye'de askerî rejimlerin bulunması ise ikili anlaşmaların
onaylanmasının kolaylaştırılması, haşhaş üretiminin yasaklanması ve Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına dönüşüne vetonun kaldırılması
örneklerinde görüldüğü gibi ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisini artıran bir etkiye sahipti. Türk kamuoyunun Kıbrıs konusundaki hassasiyeti ve fikir birliği içinde olması Türk liderlerin ABD’ye rağmen işi müdahaleye kadar vardırmasını sağlarken, Amerikalıların da hareket kabiliyetini sınırlayan bir etki doğurdu.
Türk halkının Amerika'ya karşı dostça duygular taşıdığı 1950'lerde ABD, Türkiye'ye daha fazla etkide bulunabilirken, Kıbrıs konusundaki tutumuyla
Türk halkının kızgınlığını çektiği 1960'larda eski etki gücünü yitirdi. Son olarak, Soğuk Savaş gerginliğinin zirvede olduğu 1950'lerde Amerika, Türkiye üzerinde daha fazla etkiye sahipken, yeni güç odaklarının ortaya çıktığı yumuşama döneminde Türkiye’nin daha bağımsız politika takip etmesine fazla ses çıkaramadı. Genel olarak bakıldığında 1940'ların sonunda en yüksek noktasında bulunan ABD'nin Türkiye üzerindeki etkisinin 1970'lerin ortasına kadar dereceli olarak azaldığı söylenebilir.
2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder