9 Kasım 2020 Pazartesi

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 37

28 ŞUBAT 1997 ASKERİ DARBESİ VE TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNE ETKİLERİ., BÖLÜM 37


Cumhuriyet Tarihi, Demokrasi, Darbe, Post Modern Darbe, Eğitim, 28 Şubat 1997 Askeri Darbesi,İsmail GÜLMEZ, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ÖZDEMİR,
Aczimendi, Fadime Şahin, Fadıl Akgündüz , Hüsamettin Cindoruk, Mesut Yılmaz, Tevhid-i Tedrisat Kanunu,Zaviye ve Medreseler, İmamhatip Liseleri,


Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasında ki tek partili yönetimin sona ermesi ve 1950’li 
yıllarda çok partili yaşama geçilmesi ile beraber her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni politikalar ortaya çıkmıştır. Özellikle 27 Mayıs 1960 Askeri darbesi ve sonrasında şekillenen askeri zihniyetle dolu olan eğitim politikaları ve sonrasında kurulan sivil hükümetler ile yeniden şekillenen eğitim sistemi, sonrasında 12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ile eğitim politikalarına tekrardan müdahale edilmesi oldukça ilginç ve anlamlıdır. Bu klasik darbe ve müdahaleler sonrasında 1990’lı yıllara gelindiğinde ise, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasal atmosfer ve siyasal karmaşa sonrasında ki süreçte 28 Şubat 1997 Tarihi MGK Toplantısında alınan karalar doğrultusunda eğitim alanında yeniden değişiklikler olmuş ve iktidar ile eğitim politikaları arasında ki ilişkiyi bir kez daha gözler önüne serilmiştir. 28 Şubat süreci sonrasında da eğitime tekrardan müdahale edilmiş ve bununla beraber 3 Kasım 2002’de iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi ve hükümetleri döneminde de eğitime müdahaleler olmuş ve eğitim alanında önemli değişiklikler ve yenilikler gerçekleşmiştir. 

Bilgi ile iktidar ilişkisi, sürekli bir etkileşim halinde olmuştur (Eroğlu, 2010, s.5). 
Bütün bu yaşanan dönemler içerisinde bilgi, eğitim ve iktidar ilişkileri genel olarak 
bu şekilde gerçekleşmiş ve eğitim politikaları askeri darbeler döneminde askerler 
tarafından, sivil iktidarlar döneminde ise hükümetler tarafından müdahale edilerek eğitim politikalarına yön verilmiştir. Bununla beraber, bilgi ve iktidar ilişkine baktığımızda ise; bilgi ve iktidar arasındaki ilişkilerin tarihi bir yönünün yanında, Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasında yaşanan darbeler ve sivil hükümetler döneminde ve günümüzde de bilgi ve iktidar arasında ki bağın hala sürmekte olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu bağlamda hükümette bulunan iktidarlar hakkında bilgi sahibi olmakla beraber 
iktidarda bulunan hükümetlerin tarihsel olarak fikir ve düşüncelerinde değişiklik olup olmadığını öğrenebilmemiz mümkündür. 
Sosyal Bilimlerde kesin bir tanım yapmanın güç olduğu herkes tarafından 
bilinmekle beraber konu ile ilgili kesin bir kanıya varmakta o kadar güçtür. Bundan dolayı özellikle Sosyal Bilimlerde bilginin ne olduğu ve hangi anlamlara geldiğine dair birçok görüş ve farklı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu farklı görüş ve yaklaşımlar aynı zamanda bilginin tanımını yaparken ve hangi anlamlara geldiğine dair bizlere yol göstermenin yanı sıra bir takım yaklaşımların da etkisi ile bilgi kapsamı dışında bırakılması bir anlamda iktidar ilişkisi de ortaya çıkarmaktadır. Zaman içerisinde ve dönemsel olarak benimsenen paradigmalar bilginin ne olduğunu ve hangi anlamlara geldiğini tanımlarken aslında çok geniş bir alanda da etki alanı oluşturmaktadır. Bu anlamda bilginin tanımının üzerinde durulması, konu ile ilgili birçok görüş ve yaklaşımın ele alınması ve bilgi ile iktidar ilişkisinin irdelenmesi ve eleştirilmesi bilginin eğitimdeki yeri ve önemi bakımından da önemli olmakla beraber, eğitim-iktidar ilişkisinin ele alınmasında da önemli hale gelmektedir. Bilginin ne olduğuna ve hangi anlamlara geldiğine dair sorunun ilk bakışta kolay cevaplanabilir görülmesine rağmen bilginin ne olduğuna dair ayrıntılar söz konusu olduğunda üzerinde mutabık kalınan bir tanımlamanın yapılamadığı savunulur. Ayrıca bilgi üzerinde düşünülmeye başlanılmasın sonra tanımlanmaya çalışıldığını ve bu tanımlama çabasının bu çaba içerisine giren insanların hayatlarında anlamlı değişikliklere neden olduğunu iddia edilir. Pears; “Bir bilgi parçası asla onu üreten kişiden bütünüyle kopartılamaz” olduğunu savunur ve bilginin tanımlanmasında somut bir şey kullanılacaksa bu somut şeyin, sanatkârın ürünü olması ve sanatkârın izlerini taşıması bakımından, sanat eseri olacağını ifade eder. Kendisi, bilginin tam olarak bir kalıba oturtulamamasından dolayı “yanlış bir biçimde üretilmiş olsa bile oyunu kazanan yine o olur” (Pears, 2004, s.13-19) diyerek bilgi üretiminin önemi üzerinde durmaktadır 
(Şimşek, 2012, s.8). 
Bununla beraber Süleyman Kocabaş’a göre ise bilgi “Gerçekliğin İfadesidir” 
şeklinde tanımlanmış bilginin, gerçekliği yansıttığı ölçüde bir bilgi ve veri olarak kabul edilebileceğini savunmaktadır. Kocabaş’a göre, bilgi insanın çevresiyle ilişkisinde “mevcut kuvvetlerin belli bir amaca yönelik olarak kullanılmasını sağlamada imkân kazandırması” bakımından kendisine sahip olana güç kazandırmakta olduğunu ifade etmekle beraber bilgi ve eğitim iktidarın elinde şekillendiğine dikkat çekmektedir (Kocabaş, 1998, s. 2265). 

İktidar kavramına yaklaşımlar dikkate alındığında insani ilişkilerin doğasında 
iktidar ilişkilerinin olduğu görülmektedir. Modern dönemde en etkin iktidar sahibi olan devletin eğitim alanındaki etkileri bireyin özgürlüğü bağlamında değerlendirildiğinde, üzerinde mutabık kalınan sınırların olmadığı sonucuna varılabilir. Diğer taraftan toplumsal hayattaki ilişkilerin niteliğini belirleyen iktidar sahibi merkezlerin çoğulluğu, toplumsal ilişkiler kadar eğitim üzerinden de yine çoğul etkilerin varlığını akla getirmektedir (Şimşek, 2012, s.15). 
Modern dönemde bilimin iktidar ile olan ilişkisinin bilim ve bilimsel bilginin 
doğasından kaynaklanmadığını, bu ilişkinin toplumsal hayatta bulduğu karşılık 
açısından farklılık kazandığı ifade edilmiştir. Bilginin toplumsal hayatla ilgili tümel bir açıklama çabası içerisinde olması ve evrensellik iddiası bilginin güç haline gelmesinde etkili olmuştur. Bununla birlikte, daha önceki dönemlerden farklı olarak Modern dönemde bilgiyi tekelinde tutma gayretinde olan siyasal iktidarların bu rolü küresel ölçekli sermaye sahipleri ile paylaşmak zorunda kaldıkları, finansal olarak güçlü olan bu sermaye sahiplerinin finansörlükleri ile doğru orantılı olarak bilimsel bilginin üretilmesinde ve denetlenmesinde etkin olduklarını da bilinmektedir (Karakaş, 2002, s.164, 168, 170). 
Modern dönemdeki bilgi anlayışı dikkate alındığında insan-insan, insan-çevre 
ilişkilerindeki derin anlayışın iktidar ve türevlerini barındırdığı görülmektedir. 
Zikredilen değişim, iktidar ve yansımalarında da herhangi bir değişikliğin olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir ki, bu soru doğrudan bilgiyi de ilgilendirdiğinden önemli hale gelmektedir (Şimşek, 2012, s.17). Bu bağlamda bilgi ile iktidar arasında sıkı bir bağın olduğu, bilginin yansımasında ve değerlendirilmesinde iktidarın payının olduğu ve iktidarın değişen bilgiler karşısındaki tutumunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. 
Bilgi ve iktidar arasındaki ilişki sadece yukarıdaki anlatılanlarla sınırlı olmayıp 
konumuz açısından genel anlamda değinilmiş ve sınırlı tutulmuştur. Bilgi ve iktidar arasında ki bu ilişkilerin yanında konumuz açısından asıl önemli olan “eğitim ve iktidar” arasındaki ilişkidir. 
Eğitim kavramı, dönemsel olarak farklı biçimlerde tanımlanmıştır (Şimşek, 
2012, s.22). Eğitim, bireylerin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişiklik meydana getirme sürecidir (Ertürk, 1998, s.12). Eğitim kelimesinin anlamsal karşılığı ise “bakım ve yetiştirmedir”. Eğitim kelimesi, günümüzde bir süreci veya bir süreç içerisinde elde edilen ürünü akla getirecek şekilde tanımlanmaktadır. 
Eğitim kavramının günümüzdeki çağrıştırdığı anlamı kazanmasında etkili olan 
tarihsel sürecin bilinmesinin yanında eğitim iktidar ilişkilerinin anlaşılması adına ortaya konulması gereken öncelikli konu olduğunu düşüncesi (Şimşek, 2012, s.23) ile beraber eğitimin tarihsel yönü, Sanayi Devrimleri, Reform ve Rönesans hareketleri içerisinde ki yeri ve öneminin yanında özellikle bilgi ve teknolojilerdeki gelişmenin en büyük etkeni olan eğitim büyük ölçüde devletin etki alanında ve zorunlu olarak uygulanmasının yanında eğitim iktidar bağlamında ele alınması oldukça önemlidir. 
Tarihsel sürecin önemli bir parçası olan ve bu süreç içerisinde gelişim ve 
ilerlemenin temeli kabul edilen eğitimin içeriğine, amacına ve yöntemine dair ortak bir kanı yoksa da, insanla eğitim arasında çok büyük bir ilişkinin olduğu herkesin katıldığı bir görüştür. Bu ilişki modern dönemde öyle boyutlardadır ki; var olmanın ön koşulu gibi değerlendirilmiştir. Hiç olmazsa zorunlu eğitim sürecini tamamlama toplumsal yaşamda anlamlı bir yer edinebilmede ön şartı haline gelmiştir. Bu açıdan gerekliliğinin sorgulanmaya bile kapalı olması hasebiyle eğitim, modern zamanlarda oluşanların içerisinde açık ara önde olan bir modern tabu ruhu haline gelmiştir. Eğitim almanın bir insan hakkı olarak değerlendirilmesi genel kabul görse de, bu konuda bireylerin seçme hakkının olmaması konuyu başka bir boyuta taşımaktadır. Devletin eğitim-öğretimi tekelinde tutma ısrarı, neo-liberal politikalara sahip olanlar da dâhil, tüm devletlerde devam etmektedir (Konuk, 2011, s.386). 

Genel olarak modern dönemdeki devlet algısı dikkate alındığında ya doğrudan 
ya da dolaylı olarak, vatandaşlarının hayatına müdahil olma durumunun iktidar sahibi olmanın doğal yansıması olduğu aşikârdır. Eğitim de diğer toplumsal süreçler gibi iktidarın kapsama ve etki alanında kalmış ve dolayısıyla bireyler de bu durumdan etkilenmiş ve iktidar talebinin etkilerine maruz kalmışlardır. Eğitim ile ilgili yaklaşımlarda “İnsanları belli amaçlara göre yetiştirme” olarak ifade edilebilecek eğitim tanımlamalarının da olduğu dikkate alınırsa eğitim-iktidar ilişkisi dikkat çekici olmaktadır. 
Eğitim ve iktidar ilişkisi, herhangi bir devletin benimsediği eğitim felsefesinin 
etkisinden uygulamaya koyduğu eğitim politikalarına; bireylerin aileleri ile 
ilişkilerinden okullarda öğretmenleri ile kurdukları ilişkilere kadar geniş bir yelpazenin içinde değerlendirilebilir. Bu nokta da insanın potansiyel olarak sahip olduğu kabiliyetlerini inkişaf ettirme iddiasında olan eğitimin, dayandığı felsefi temel ve eğitimde benimsenilen metodoloji çok önemli bir yere sahiptir. 

Anne-Babalar ile öğretmenlerin çocuk adına iyiyi ve doğruyu belirleme hakkını kendilerinde görmelerinin ve kendilerine göre olan iyi ve doğrunun çocuklar tarafından benimsenilmesini beklemeleri çocuğun tüm yaşantısında baskın bir etki 
oluşturabilmektedir (Şimşek, 2012, s.25-26). Bu bağlamda günümüzde eğitim alanında devletlerin ve iktidarlarda bulunulan hükümetlerin ağırlıklarının olması, eğitim konusunda ürettikleri politikaları önemli hale getirmektedir. Bu gelişmelerin doğal sonucu olarak ise devletin eğitime doğrudan ya da dolaylı olarak müdahalesi ni ortaya çıkarmıştır. Bu müdahale eğitim politikalarının değişmesinden ders kitaplarının içeriğine kadar olan geniş bir yelpazeyi ifade etmektedir. 

Eğitim konusunda gündeme gelen eleştiriler dikkate alındığında birey, toplum 
devlet ilişkilerine farklı bir pencereden bakma imkânı doğmaktadır. İnsani varoluşun en önemli özelliklerinden birisi olan irade ve bu iradenin özgürce kullanılabilmesi modern dönem ve devlet anlayışında klasik dönemlere nispeten faklı algılanmaktadır. İktidar sahiplerinin iktidarlarını devamlı kılma adına modern dönemin enstrümanlarını kullanmaları anlaşılır olmakla birlikte, özgür olduğunu düşünerek iktidar sahiplerinin çizdiği alanda sorumluluktan uzak yaşayan insanların iktidar mücadelelerine bilerek, isteyerek ve gönüllü olarak malzeme olmaları anlaşılır görünmemektedir. Bununla birlikte insanların kendileri ve eylemleri üzerinde düşünmelerini bile engelleyecek bir atmosferin oluşturulduğu iddiası komplo teorisi denilip geçilecek bir basitlikte değerlendirilmemelidir (Şimşek, 2012, s.33). 

Bilgi, eğitim ve iktidar bağlamında ki bu değişim ve gelişimin bir sonucu olarak 
devletlerin ve iktidarların tarihsel dönem içerisinde bilgi kavramı başta olmak üzere gelişen ve ilerleyen bütün unsurlar üzerinde etkin bir güç konumunda olduğu, eğitim ve iktidar açısından ise; tarihsel dönemler içerisinde devletlerin ve iktidarların daima eğitime etki ettikleri ve bu etkinin doğal sonucu olarak eğitim sistemlerinin ve takip edilen programlarının değişmesini sağladıkları bilinmektedir. Bu anlamda eğitim konusunda özellikle birey, toplum ve devlet ilişkilerinde farklı bir penceren bakılmasının gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. 

Genel olarak devletlerin ya da iktidarların zaman zaman eğitime müdahale 
ettikleri görülmektedir. Günümüzde de dünyanın hemen her yerinde devletler eğitime yoğun olarak müdahale etmektedir. Ancak, gerek eğitim sistemindeki başarısızlıkların gerekse çalışmaların devletin eğitime müdahale etmesi gerektiği iddiasını desteklemiyor olması, dünyada devletin eğitimdeki rolünün giderek artan bir biçimde sorgulanmasına yol açmıştır. 

Türkiye’de eğitim hizmeti önemli ölçüde devlet tarafından verilmekte, finanse 
edilmekte ve denetlenmektedir. Türkiye için devletin eğitime müdahalesinin 
meşruluğunu destekleyecek çalışmaların sayısı ise oldukça sınırlıdır. Dolayısıyla, 
Türkiye’de eğitimin kalitesinin arttırılması, kaynakların daha etkin kullanılması için 
mevcut politikaların gözden geçirilmesi ya da iyileştirilmesi, yeni politikaların da 
üretilmesi kaçınılmaz hale getirmiştir (Çokgezen, Terzi, 2008, s.15). 

Özellikle siyasal partilerin “Türk Eğitim Sistemi” içerisindeki eğitim hedefleri ve din eğitimi hakkındaki görüşleri genel olarak şöyle ifade edilmektedir: 

38. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder