DEMOKRATİKLEŞME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DEMOKRATİKLEŞME etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Kasım 2020 Perşembe

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 9

 BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 9


Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,


Hukuk Sistemi Hakkında Farkındalık ve Bilinç Düzeyi...,

Görüşmelerimiz sırasında, hukuk sistemi hakkında genel bir bilgisizlik havasının
egemen olduğunu tespit ettik. 
Kuvvetler ayrılığı ilkesi gibi soyut ve kuramsal konulardan başlayarak mahkemeler in görev alanlarına, hukukî metin hiyerarşisinden yargıya müracaatta gözetilecek sıraya gelinceye kadar geniş bir hukuk alanının, yurttaşların bilgi dağarcığı içinde neredeyse hiç yeri yok.
Van’da görüştüğümüz kişilerden biri, vatandaşın “cehaletinin” adaletin tecellisinde
önemli bir engel olduğunu vurgulamış ve buna şöyle bir örnek vermiştir:
Yani adam eğer kendisini yeteri kadar ifade edebilmiş olsaydı, ben işte okuma yazmam [yok] diyor vesaire, başta işte avukatın ne olduğunu bilemiyor veya işte
bu kadastronun yaptığı işlem[i], bedeli ödenmeden tapu devri niye yapıldı onları
bilseydi bu duruma düşmezdi. (Van 2)

Aynı şekilde, Denizlili görüşmeci de hukuk ve yargı konusunda “hiçbir şey bilmediğini” söylemekten çekinmiyor:

Sorarak öğreniyorsun yani bir şekilde oradakilere... [Onlara] muhtaç kalıyorsun.
Onlara bile belli bir miktarda para ödüyorsun, dilekçe yazıyor. Sormak zorundasın,
bilmiyorsun çünkü. Şey var mahkemelerin aslında içlerinde bir danışma gibi
yerler oluyor ya işte onlar o kadar şey değil, bilgili değiller. (Denizli 1)
Bilgisizliğin adaletin tecellisinde ve hak arayışında çok önemli bir eksiklik olduğu,
görüşmecilerin tümü tarafından teslim edilmektedir. Eğitim sisteminin bu bilgisizliği gidermek bakımından hiçbir etkisinin olmadığı da anlaşılmaktadır. Vanlı görüşmecilerden biriyle aramızda geçen diyalog, eğitim sisteminin de yardımıyla, hukuk ve yargı konusunda temel bilgilerin edinilmesinin yaratabileceği sonuçlara dair kanaatin iyi bir ifadesi sayılır:

Eğitim sistemi içerisinde hukukla ilgili bilgi aldınız mı veya hani şu mahkeme
şu işe yarar, hakkını arama yolları budur diye size bir eğitim, bilgi verildi mi hiç
herhangi bir safhada?   Yok! Peki, buna ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?
Düşünüyoruz evet. [Sulh Hukuk Mahkemesi ile Asliye Hukuk Mahkemesi arasındaki farkı...], ikisinin aslında ne işe yaradığını hakikaten de bilmiyoruz. Hocam, köylü bunu bilirse, zaten bu köydeki ağalık sistemi kalkar. Köylü hakkını aramaya kalkarsa olay bitti. Köylü haksızlığa da uğramayacak. Ya oradaki işte aşiret reisinden dolayı, ağadan dolayı. Hakkını arayınca işte Kemal Sunal’ın filminde vermiş.

Hani yurttaşlık dersi vardı eskiden, şimdi o da yok. Köyde hocanın dili döndükçe,
evvelsi gün hani oradaki öğretmene düştüyse, öğretmen bildiği kadar sistemi
anlatıyor. Ama hiçbir öğretmen de Asliye... (Van 1)

Hukuk sistemi ve yargının işleyişi konusunda bilgilenme ihtiyacı olup olmadığını
sorduğumuz Hakkârili görüşmeciden şu cevabı aldık:

Tabii ki var. Mesela az önce siz bir şeyler söyleyince, ben kendimi çok geri kalmış
hissettim.

Estağfurullah.

Ama doğru bu. Şimdi siz Ağır Ceza Mahkemesi deyince acaba “ağır” ne iş yapıyor
veya ben dara düştüğümde şu an herhangi bir olayla karşılaştığımda hangi birime
gideceğimi ben şahsen bilmiyorum. Sokakta geçen insanlara da sorsak insanların
herhalde yüzde 70’i bilmiyor. Belki rakamı biraz az söyledim, belki çok söyledim
ama... (Hakkâri 1)

Bu genel bilgisizlik halinin birkaç istisnası vardır. İstisnalar şu şekilde gruplanabilir:

1) Hukuk alanına yakın işlerde çalışanlar.
2) Eğitimli kişiler.
3) İşi mahkemeye düşüp, yaşayarak bilgi sahibi olanlar.

Birinci ve ikinci kategoriye örnek olarak Samsunlu hekim görüşmeciyi verebiliriz.
“Biriyle yaşadığınız sorunu nasıl çözersiniz?” sorusu karşısında bu görüşmeci,
ombudsmanlık, mahkeme öncesi hakem heyeti gibi kurumların gerekliliğine işaret ediyor:
Tüketici hakları anlamında girelim mesela konuya, mesela ne var? Bir mal aldınız,
bu malda sorun var, direkt mahkemeye gitmiyorsunuz. İllerde, ilçelerde, ilçelerde
kaymakamlıklarda, illerde valiliklerde tüketici hakem heyeti var, buraya başvuruyorsunuz.
Öncelikli olarak malı aldığınız yere gidersiniz, dersiniz böyle böyle
bir sorun var, orası olayı sahiplenmezse hakem heyetine girersiniz, hakem heyetinden çıkan sonuç sizi tatmin etmezse veya sonucu uygulamaya koymazsa ne yaparsınız, Ticaret Mahkemesi’ne gidersiniz, Tüketici Mahkemesi’ne gidersiniz.
(Samsun 1)
Aynı kişi, görüşmeciler arasında mahkemelerin görev alanlarına dair bilgisi olan
ender kişilerden biriydi. Bir başka eğitimli görüşmeci de aynı soruya ayrıntılı bir
cevap verdi:

Az çok bilgim var. Her mahkemenin ayrı görevleri vardır. Davanın, mahkemenin
konusuna göre mahkemenin görevleri değişir. Örneğin bir vergi davası ile
boşanma davasının görevleri aynı olamaz. (Sivas 2)

Genellikle mahkemelere işi düşmüş olanlar, örneğin boşanma, ölüm gibi durumlarda mahkemeyle tanışmış olanlar, ilgili mahkemelerin görevlerini ve alanlarını bilmektedirler (örneğin Kayseri 5; Yozgat 1). Esasen adalete erişim konusunda karşılaşılan zorluklar da, aynı kişiler tarafından dile getirilmiştir. Örneğin Hakkârili görüşmeci “yasa ve mevzuat dili”nden şikâyetçidir. Bir adlî süreci anlamak için, ona göre, sözlükle dolaşmak lazımdır. (Hakkâri 1) Benzer biçimde Bursalı görüşmeci, işlemlerde kullanılan dilin yarattığı erişim sorununu şu şekilde ifade etmiştir:
Bence kesinlikle yasalar, mesela en ufak şeyi biz noterlerde yaşıyoruz. Noterlerde
kullanılan belli bir yasa dili vardır. Bilmiyorum bu konuda siz daha iyi bilirsiniz,
orada bir vekâletname yapıyor, bir kelimeler geçiyor, bir kelimeler geçiyor yani
okuyarak anlamıyorsunuz. Sadece kime verdiğiniz, adını, soyadını, doğum
tarihini, doğum yerini biliyorsunuz. Yani bunların daha yalın bir hale getirilmesi
lazım diye düşünüyorum.
Hukuk dili insanların hak aramasına da engel olacak boyutlarda karmaşık bir
dil mi size göre?
Evet, yani şöyle söyleyeyim; yazıların ne olduğunu bilmeden imza attığınız takdirde yarın öbür gün ben yargıya şey yaptım mı yargı, senin imzan var diyor. Bu sefer vatandaş hakkını arayamaz haline geliyor, hukuk onu tamamlıyor. 
(Bursa 1)
Bir başka görüşmeci de, usule uygun müracaatlar için arzuhalci veya avukat dolayımını kullanmak zorunda olduklarından yakınıyor. Ona göre, en basit konularda bile böyle bir sıkıntı var:
Arzuhalciye sürekli para veriyorsun canım. Sürekli avukatın yanına gidersen para
şey etmiyor [yetmiyor], mesela avukat tutarsan avukat senin işlemlerini vekâletle
yürütüyor. (Kayseri 4)
Görüşmeciler arasında, hukuk sistemindeki değişikler hakkında bilgi sahibi olanların sayısı da çok az. Bu az sayıdaki kişiler de, eğitimli kesime dahil. Mesela Samsun’da görüştüğümüz hekim, çapraz sorgu yönteminin ceza muhakemesi usulüne girmesiyle birlikte daha hakkaniyetli ve adil sonuçlar elde edileceğine inandığını söylüyor:

Bizim Ceza Kanunumuzda artık çapraz sorgulama denen bir uygulama gündeme
geldi. Nedir çapraz sorgu? Tanıkların sanıklarla karşılıklı, yine mahkeme huzurunda, avukatlar aracılığıyla birbirine soru sorabilmeleri, olayları teyit ettirebilmeleri ve vuku bulan olayın, tekrar bir nevi animasyon halinde, görsel olarak değil de sözsel olarak teyitlerin alınması... Bu çapraz sorgu dediğimiz olay sistemimizde hakkaniyetle bir şekilde yerleşirse, bu tür hataların önlenmesi [sağlanacak], büyük ölçüde yanlış kararların önüne geçilecek. (Samsun 1)

   Hukuk düzeyinde yaşanan değişimin farkında olanların çoğu, yeni düzenlemeler in uygulamaya tam olarak yansımadığını düşünüyor. Mesela Samsunlu diğer görüşmeci, Medenî Kanun’da kadın haklarını genişleten düzenlemeler için böyle bir
değerlendirme yapıyor:
Mesela medenî hukuk açısından evet değişti. Kadınlar biraz daha hak sahibi
olmaya başladı, eskisi kadar değil en azından. Ama yine insanları tatmin edici
yönde değil, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar değil, daha düne kadar para cezaları
çok cüz’i miktardaydı, çünkü eskiye göre ayarlanmıştı. Bunun gibi bir sürü şey var.
(Samsun 2)
Aynı görüşmeci, trafik cezalarını ağırlaştıran düzenlemeleri örnek vererek, değişikliklerin hayata geçirilebilmesi için zihniyet dönüşümüne ihtiyaç olduğunu vurguluyor:
Mesela bugün trafik cezalarına şey getirdiler, bir sürü yeni kanunlar çıkardılar,
ehliyetler bile iki yıl deneme süreli oldu, bu çok doğru bir karar ve yerinde bir
karar ama bunu kapatacak şey yine şey insanların üst makamlardan tanıdıkları,
bizim kafamızdaki bu şey kalkmadığı sürece kanunlara ne kadar ağırlaştırırsan
ağırlaştır, bunun bir faydası olmayacağını düşünüyorum. (Samsun 2)
Sonuç Yerine..,
Modern toplumlarda yargının temel işlevi, bireylerin birbirleriyle ve devletle
olan ihtilaflarını “tarafsız bir usul ve süreç” içinde çözmek, böylece toplumsal
barışı korumaktır. Yargının bu işlevi yerine getirebilmesi, büyük ölçüde toplumun
güvenine mazhar olmasına bağlıdır. Bu ise, yargının adil bir şekilde işlediğine
dair toplumda yaygın ve kuvvetli bir inancın bulunmasını gerektirir. TESEV
yargı araştırmaları serisinin ilk kitabı olan Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler
ve Savcılar için görüştüğümüz hâkimlerden birinin sözleri, bu durumu çarpıcı bir
tarzda özetlemektedir: “Halkın yargıya düşmanlığı önemli değil. Bana göre halkın
yargıya güvensizliği önemlidir. Eğer güvensizlik doğarsa, işte asıl felaket o zaman
başlamıştır.”
Toplumda yargıya yönelik güvenin varlığını ve derecesini araştırmak, hukuk
sosyolojisinin ve onun bir alt dalı olan yargı sosyolojisinin uğraş alanında önemli
bir yer tutar. Batı’da bunun için özellikle anket uygulamasının çeşitli türlerinden
bolca yararlanıldığı görülüyor. Anketlerin ve sayısal ölçümlerin güvenilirliği haklı
nedenlerle sorgulanmaktadır. Anket yönteminde belli seçeneklerle cevaplanması
gereken kapalı uçlu soruların, güven konusundaki algıyı tam anlamıyla ortaya
çıkarmaya elverişli olmadığı, bu tartışmalarda en sık dile getirilen tezdir. Bu
eksikliği gidermek için, yargıya dair algı kalıplarını tanımayı sağlamak amacıyla
“derinlemesine mülakat” yöntemine başvurulur. Kuşkusuz bu yöntemin de sınırları
vardır; bunların başında da, araştırma ölçeğinin ve evreninin belirlenmesi gelir.
Toplumun tümünü temsil edecek bir örneklem oluşturmak, derinlemesine mülakat
tekniğinin doğasıyla çelişir. Bu nedenle, bu yöntemle yürütülen çalışmalarda,
genellenebilir sonuçlara ulaşma iddiası, daha baştan bir kenara bırakılır. Aynı
nedenle, bu tür çalışmalara bir “sonuç” yazmak da zordur ya da yazılacak sonuç,
esas itibariyle, görüşmelerden çıkan verilerin bir özeti olmaktan öteye gidemez.
Bununla beraber, böyle bir özetin anlamsız olduğunu düşünmek de doğru değildir.
Zira dar bir görüşmeci evreninde bile olsa, tespit edilen algı kalıpları, yargıya
yönelik onay veya eleştirilerin örnekleri olarak değerlendirilebilir. Bilhassa olumsuz
algıların, yargının topluma karşı sorumluluğunu hatırlatan birer uyarı işlevi görmeleri dolayısıyla, yargının kamusal denetimine ve demokratik hesap verebilirliğine ilişkin arayışlara destek sundukları kabul edilir. Çalışmamızın bulgularını da, bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Bu çalışmanın “sonuçları” arasında, özellikle vurgulanmaya değer gördüklerimizi
kısaca şöyle özetleyebiliriz.
Yargı erki, görüşmecilerin çoğu tarafından, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir
bilinçle değil, bütünsel devlet kavrayışıyla algılanmaktadır. Yargıya yönelik bu
algının, en iyi anlatımını Franz Kafka’nın Şato ve Dava romanlarında gördüğümüz
evrensel sayılabilecek nedenleri vardır. Mesela yargı, genel olarak “nihaî otorite”
gücüyle donanmıştır; otoriteyi sürekli hatırlatan ritüellerle işler vb. Ancak demokratik hukuk devleti bilincinin gelişmiş olduğu toplumlarda, bu özellikler, yargıyı devlet iktidarının doğrudan temsil mekânı veya tam bir izdüşümü olarak algılamaya yol açmazlar; ya da bu algı, en azından görüşmecilerimiz de saptadığımız ölçülere ulaşmaz. Şu halde, yargı–devlet özdeşliği olarak nitelediğimiz bu algının Türkiye toplumuna has nedenleri olduğunu kabul etmek, makul görünüyor. Burada devleti, yurttaşlara hizmet sunan bir organizasyondan çok, toplumu kontrol ve terbiye etmeyi hedefleyen dışsal bir güç ve yapı olarak gören zihniyetin etkisinin önemli rol oynadığı söylenebilir. Esasen mahkemelerin soğuk ve korkutucu makamlar/mekânlar olarak görülmesi de, devlete bakışın bu özgül alana tercümesi sayılabilir.

Görüşmecilerin büyük bir kısmında mevcut olan “yargıda devletçilik” algısı da bu
bağlama yerleştirilebilir. Görüşmeciler arasında, devletin veya devlet görevlilerinin
taraf olduğu davalarda mahkemelerin az ya da çok, ama mutlaka devleti kolladıkları yönündeki algının yaygın ve güçlü olduğunu hatırlatalım.
Görüşmecilerin bu konuda dile getirdikleri fikirlerin çoğunun, Demokratikleşme
Sürecinde Hâkimler ve Savcılar çalışması kapsamında görüştüğümüz hâkim ve
savcıların büyük bir kısmının değerlendirmeleriyle örtüşmesi, bizce üzerinde
ciddiyetle durulması gereken önemli bir bulgudur.
Yargının bağımsız olmadığı yönündeki algının değişik tezahürlerinde de, güçlünün
iradesini dayattığı algısının etkileri açıkça görülebilir. Yargı bağımsızlığına en büyük tehdidin hükümetten geldiğini söyleyen görüşmeciler, AKP’nin toplumsal iktidar noktalarını ele geçirdiğine ve bu iktidar üzerinden yargıyı etkilediğine inanıyorlar.
Buna karşılık, başta ordu olmak üzere değişik güç odaklarının yargıyı hükümet
aleyhine manipüle ettiklerini düşünenler ise, AKP’nin “gerçek iktidar”a sahip
olamadığı öncülünden hareket ediyorlar.
Yargıya güven duygusunun zayıflığı, çalışmamızın bir başka bulgusudur. 
Bu duygunun temelinde, kayırmacılığın ve güç ilişkilerinin yargılama sürecini etkilediği inancı yatmaktadır. Burada da, ister devlet ister özel şahıslar olsun, güçlünün çoğu zaman haklı çıktığı algısının belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Bir görüşmecinin şu sözleri, bu algının sade ve çarpıcı bir ifadesi olarak okunabilir: “Garibanlar hep yenik düşüyor…”
Bu ifadenin anlamı, Türkiye’de devlet kavramında tecessüm eden iktidar
yapısının ve ilişkilerinin, herkese eşit şekilde uygulanan hukuk fikrinin inandırıcılık
kazanmasını engellediğidir. Buna rağmen, görüşmecilerin çoğunun mahkemeleri bir çare olarak görmesi, bir çaresizlik itirafı olarak da değerlendirilebilir.

Netice itibariyle, görüşmelerden çıkan tablo ışığında, yargıya dair sıkıntıların sadece adalet sisteminin örgütsel yapısı ve işleyişiyle sınırlı görülemeyeceğini, genel olarak egemen yönetim zihniyeti ve yerleşik devlet–yurttaş ilişkisi modeli çerçevesinde ele alınması gerektiğini vurgulamak isteriz.



YER / KİŞİ  YAŞ GRUBU  MESLEK/ MEŞGALE  CİNSİYET EĞİTİM DURUMU    DİĞER   ( YER VE AİDİYET )

Kars 1 35-40 Çiftçi E İlkokul Yeni Polat köyü/Kürt
Kars 2 35-40 Çiftçi E İlkokul Polat köyü/Kürt
Kars 3 35-40 Çiftçi E İlkokul Polat köyü/Kürt
Kars 4 25-30 Esnaf E Lise Arpaçay/Terekeme
Kars 5 50-55 Ev kadını K okuryazar Polat köyü/Kürt
Kars 6 20-25 İşsiz K Yüksek Arpaçay/Terekeme
Kars 7 35-40 Çiftçi E İlkokul Carcı köyü/Kürt
Kars 8 20-25 İşsiz E Yüksek Arpaçay/Yerli
Kars 9 45-50 Esnaf E Lise Arpaçay/Yerli
Kars 10 30-35 Esnaf E Lise Kars/Terekeme
Kars 11 15-20 İşsiz E Lise Polat köyü/Kürt
Kars 12 65-70 Ev kadını K okuryazar Polat köyü/Terekeme
Kars 13 40-45 Çoban E İlkokul Polat köyü/Kürt
Kars 14 30-35 Ev kadını K İlkokul Polat köyü/Kürt
Kars 15 35-40 Şoför E İlkokul Polat köyü/Terekeme
Kars 16 40-45 Çoban E Lise Polat köyü/Kürt
Kars 17 25-30 Aşçı E İlkokul Kars merkez/Kürt
Kars 18 40-45 Esnaf E Lise Çakmak köyü/Yerli
Rize 1 35-40 Mühendis E Yüksek Rize
Rize 2 30-35 Ormancı E Lise Çamlıhemşin
Trabzon 1 35-40 Esnaf E Yüksek Trabzon
Erzurum 1 75-80 Ev hanımı K - Köprüköy/Kürt
Erzurum 2 20-25 Esnaf E Yüksek Alevi
Nusaybin 1 25-30 Öğretmen E Yüksek Kürt
Samsun 1 40-45 Hekim E Yüksek Adli tıp uzmanı
Samsun 2 20-25 Öğrenci K Yüksek Muhasebe öğrencisi
Sivas 1 25-30 Serbest E Lise Sivas merkez
Sivas 2 40-45 Ev hanımı K Yüksek Sivas merkez
Sivas 3 50-55 Öğretmen E Yüksek Sivas merkez
Kayseri 1 60-65 Emekli E İlkokul Yeşilhisar/Soğanlı köyü görüşme Listesi (devam)


YER / KİŞİ YAŞ GRUBU MESLEK / MEŞGALE CİNSİYET EGİTİM DURUMU DİĞER (YER VE AİDİYET)

Kayseri 2 35-40 Çiftçi E İlkokul Yeşilhisar/Soğanlı köyü
Kayseri 3 40-45 Memur E Yüksek Kayseri merkez
Kayseri 4 30-35 İşçi E İlkokul Merkez/Karahüyük köyü
Kayseri 5 35-40 İşçi E İlkokul Merkez/Karahüyük köyü
Yozgat 1 55-60 Aşçı E İlkokul Kadışehri
Van 1 45-50 Esnaf E İlkokul Van merkez
Van 2 45-50 Teknisyen E Lise Van merkez
Van 3 33-40 İnş. işçisi E İlkokul Van merkez
Hakkâri 1 30-35 Esnaf E Lise Hakkâri merkez
Denizli 1 30-35 Garson E Lise Kış: Denizli/Yaz: Marmaris
Antalya 1 35-40 Resepsiyonist E Yüksek Antalya merkez
Eskişehir 1 50-55 Em. işçi E Ortaokul Eskişehir merkez
Eskişehir 2 40-45 İşçi E Lise Eskişehir merkez
Bursa 1 35-40 İş adamı E Lise Mobilyacı/Beyaz Eşyacı
Bursa 2 30-35 İşçi E Lise Bursa merkez
Kocaeli 1 45-50 STK Yöneticisi K Lise Gölcük
İstanbul 1 35-40 Yayıncı E Lise
İstanbul 2 20-25 Öğrenci E Yüksek Yüksekokul öğrencisi
İstanbul 3 20-25 Öğrenci E Yüksek Yüksekokul öğrencisi
İstanbul 4 30-35 Yayıncı E Yüksek
İstanbul 5 45-50 Hizmetli K İlkokul
İstanbul 6 25-30 Teknisyen E Lise
Ankara 1 45-50 Öğretim Üyesi E Yüksek
Diyarbakır 1 40-45 Serbest E Yüksek
Diyarbakır 2 60-65 Emekli E İlkokul
Diyarbakır 3 50-55 Esnaf E Ortaokul
Diyarbakır 4 45-50 Esnaf E Lise
İzmir 1 30-35 Grafiker E Yüksek
İzmir 2 30-35 Kaportacı E Ortaokul

Yazarlar Hakkında.;

Mithat Sancar.,


  1963 Nusaybin doğumlu. 1984’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1985 -1990 yılları arasında Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Ankara Üniversitesi’nde yaptı. 
  “Devlet Aklı” Kıskacında Hukuk Devleti (2000), Mülteciler ve İltica Hakkı (2002, Bülent Peker’le birlikte) ve Geçmişle Hesaplaşma – Unutma Kültüründen Hatırlama Kültürüne (2007) kitaplarının yanı sıra, çeşitli dergilerde çok sayıda makalesi yayımlandı. Bir süre Birgün gazetesinde köşe yazarlığı yaptıktan sonra, Taraf gazetesinde yazmaya başladı. Halen Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’n de profesör olarak çalışıyor.

Suavi Aydın.,

1962 yılında Ankara’da doğdu. 1986 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü’nden mezun oldu. Aynı alanda yüksek lisans yaptıktan sonra doktorasını
Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde tamamladı. Halen aynı bölümde
öğretim üyesidir. Etnisite, milliyetçilik, devlet sorunsalı, etnotarih, yerel tarih ve
yerleşim tarihi alanlarında çalışmaktadır. Halen Toplum ve Bilim, Tarih ve Toplum veKebikeç dergilerinin yayın kurulunda yer alan yazarın çok sayıda makalesinin yanısıra, yayımlanmış çalışmaları arasında.,Modernleşme ve Milliyetçilik (1993), 
Kimlik Sorunu, Ulusallık ve “Türk Kimliği” (1998), Mardin: Aşiret, Cemaat, Devlet (2000 –Kudret Emiroğlu, Oktay Özel ve Süha Ünsal ile birlikte), 

Antropoloji Sözlüğü (2003 –Kudret Emiroğlu ile birlikte), 
Küçük Asya’nın Bin Yüzü: Ankara (2005 – Kudret Emiroğlu, Ömer Türkoğlu ve E. Deniz Özsoy ile birlikte) bulunmaktadır.


***

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 8

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 8


Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,


Yargının hükümetten yana değil, aksine hükümete ve onun temsil ettiği değerlere
karşı olduğunu düşünen görüşmecilerin sayısı da az değil. Örneğin yargının siyasallaşıp siyasallaşmadığına ilişkin bir soru karşısında, Van’da görüştüğümüz kişilerin aklına Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü hakkında verdiği karar geliyor:
Anayasa Mahkemesi’nin kararını kastediyorsan tamamen taraflıdır diyorum,
benim görüşümü ben söylüyorum sadece, halkın değil. Tamamen siyasî bir karardır.

Bizi, beni şahsen derinden yaralayan bir karar çıktı diye düşünüyorum. Fikrim
benim bu. Nedeni de, yıllarca bütün vatandaşların, bütün halkın söylediği gibi
özgürlük, demokrasi, demokraside herkes bir olsun diyorsa neticede bu anamız,
bacımız bir şekilde üniversiteye gidip okumalı, bizim düşüncemiz o. Adaletli bir
karar mı diyorsan hayır, benim açımdan hemen size şunu söyleyeyim; hayır.
Adaletli bir karar değil.
Yargının burada hukuku gözetmediğini, aynı bir tür siyasî taraf haline geldiğini
mi söylüyorsunuz?
Evet, aynen. Aynen düşüncem odur. Peki, başörtüsü olayı bizim kültürümüzle,
Doğu’da yaşayan insanın kültürümüzle iç içe, başörtüsü bizim köyümüze gittiğiniz
zaman köyümüzdeki kızın on yaşından sonra başı bağlanır, taa ki ölünceye
kadar. Bunun başörtüsüyle bir ilgisi yok. Bizim kültürümüz, ibadet şeklimiz, yani
dinî vecibelerimiz bunlar. Bizim çocuğumuzu okula zorla götürüyorlar, kimin
çocuğu okumuyorsa gelip kaydediyor, başı açık ceza, ondan sonra çocuğa diyor
ki, başını kapatma, açacaksın diyor. Çocuk da her konuda bir kültürü vardır, köy
yaşamı vardır, başını bağlamak zorundadır. O zaman baba diyor ki her çocuk okusun ama... Hakkı yoktur, bana göre hakkı yoktur.
O zaman size göre bu yüksek yargı kararlarının hukukîliği problemli gözüküyor.
Evet, problemlidir... Hocam, çok enteresan bir durum; şimdi üniversitelere galiba
başörtüsüyle girilmeye başlandı. Şimdi bu üniversiteli çocuğa devlet burs veriyor.
Diyor ki, okul bitene kadar ben sana burs vereceğim, okulu bitirip bir yere girip
çalıştıktan sonra benim bursumu ödeyeceksin. Başı bağlı oku, burs vereceğim
diyor. Devlet dairesinde çalışana da başındakini çıkart diyor! Burada çok büyük bir
tezat oluşuyor. Yani bu adamı okutuyorsun, para veriyorsun, ondan sonra devlet
kurumlarına da diyor ki, başı bağlı giremezsin! Çok büyük bir tezat. Ne olacak?
Yarın öbür gün ne yapacak? Dava açacak, diyecek ki beni bu şekilde okuttun, ben
bu adama borçlandım, borcumu ödemek için de kurumda çalışmak zorundayım.
Yani çok çelişkili. Yani şahsî... benim kendi kız çocuklarım var. Ondan dolayı ilkokuldan sonra okutmadım.

Sırf bu yüzden mi okutmadınız?

Hep bu yüzden. Ve bununla tek benim şeyim bir siyasî simgeye bağlı olunca asla!
Dinimiz, inancımız gereği olaraktan buna müsaade etmiyorum. Çünkü ben biliyorum...
Peki şunu soracağım, mesela kızınız 18 yaşını geçti başı bağlıyken. Ya ben böyle
yaşamayacağım, başımı açacağım dese ne yaparsınız?
Ben ne yaparım? Ben babası olarak ilk önce şeyi bir usulünde söylerim. Benim
inancıma aykırı bir şey senin bu yaptığın, inancıma aykırı. Baş edemezsem bir şey
de yapamam, ne yaparım yani. Yani bu gerçek. (Van 1)
Bir standart uyguluyor orada, mesela okul yaşındaki kızları zorla okula gönderiyor,
kampanya yollarıyla gönderiyor. Belli bir yaşa, belli bir okuma yaşına geldiği
zaman orada durduruyor. Orada engelliyor. Bu haksızlık oluyor, bu şey değil yani.
Bu karara tamamen karşıyız. Artı hocam, çocuk 18 yaşına kadar geliyor, okuyor,
bu ilköğretimi okuyor, liseyi okuyor, ama 18 yaşına gelip yani kendini, kendini,
fikrini beyan edecek yaşa geliyor hani yasal olaraktan, hukuk olaraktan, temsil
olarak çocuk belli bir yaşa geliyor orada dur diyor, okuyamazsın! Bu çifte standart
oluyor bize göre. Yani ben istemiyorum. (Van 2)
Aynı görüşmeciler, bu kez AKP’nin kapatılması davasının yargının siyasallaşması
açısından ne tür anlamlar taşıdığı üzerinden, şunları ifade ediyorlar:
Kapanma davasından dolayı olan güvenimizi de kaybettik diyebiliriz. (Van 1)
Bağımsız yargıya güvenmiyoruz, evet... Neye güveneceğiz? (Van 2)
Aynı Adnan Menderes’i idam ettiler, yirmi sene sonra, altmış sene sonra yeniden
yargılıyorlar. Yani bu sistem hâlâ devam ediyor. Bizde devam ediyor bu sistem.
Yani belli bir adalet yok.
Bir hükümetin hakikaten hükümet etmesi mümkün mü böyle bir sistemde? Hayır,
mümkün değil. Cumhuriyet’ten bu yana hükümetin varlığı sadece ekonomik,
para toplama görevidir. İstedikleri zaman belli kısım bir şey istediği zaman devleti
devre dışı edebilir, vatandaşı devre dışı edebiliyor. Bizim hiç... (Van 1)
Şu anda görülmüyor. Bizim en son yaşadığımız olay, 411 milletvekili seçilen, milletvekili bir kanuna evet dediler... (Van 2)
On bir tane üyeye talimat verildi.
Talimat verildiğini mi düşünüyorsunuz?
Düşünüyoruz evet, kesin düşünüyoruz. Çünkü on bir kişinin şeyi değil...
Aynı görüşmeciler, “367 kararı da mı böyleydi sizce?” şeklindeki sorumuz üzerine şu açıklamaları yapıyorlar:

Evet, o da aynıydı. Çünkü on tane, on bir tane Cumhurbaşkanı seçildiğinde hiçbir
olay yoktu böyle, bu problem yoktu. Buna gelince, yani istedikleri zaman yönlendirebiliyorlar. (Van 1)
İstediklerini kendi aleyhlerine çevirebiliyorlar, lehlerine çevirebiliyorlar. Hani bilmiyorum,şu ana kadar... (Van 2)
Çok enteresan bir durum var; yani anketlere bakıldığı zaman, işte Türkiye’nin
yüzde 60, yüzde 50 oyunu almış bir parti tepe aşağı geliyor. Ya şimdi hükümetleri
kimler yıkar? Seçimle gelir seçimle giderler. İcabında kim yıkıyor ki bu partiyi,
kim yıkıyor? Hani bu yüzde 60’la başa gelen hükümeti kim devirir? Hakikaten gizli
devlet, derin devlet mi var? Hani dışardan bazı insanlar mı bunu karıştırıyor veyahutyön veriyorlar? (Van 1)
Şu ana kadar o konular pek fazla bilinmiyordu, ama sonra da yavaş yavaş onlar
da ortaya çıkmaya başladı. Yani diyelim ki hükümetin ağırlığı mı, artık sistemin
şeyi mi bilmiyorum onu tam olarak, ama o gizli, derin devlet olayları, gizli çeteleşmeler falan yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Bunlar biraz bizi umutlandırıyor yani. (Van 2)
Dünkü gazetede şey vardı, Arap gazetesinde, Kara Kuvvetleri Komutanı ile Anayasa Mahkemesi Başkanı görüşmüşler mesela. (Van 1)
Görüşmüşler, CHP aynı anda olaya girdi, bu tamamen insanları endişelendiriyor
ya. (Van 2)
Şimdi nasıl güvenebiliriz bu yargıya? Bir tenekeye 40 milyondur, bu 8 litrelik bir...
bu parti kapatma dolayından 80 milyona çıktı. Bir kilo pirinç, maalesef vatandaşa
gidiyor.

Yani şu andaki bu ekonomik kriz de buna mı bağlı?

Krizi de tamamen buna bağlıyorum. Çünkü hükümet ne yaptığını bilemiyor,
hükümet eli ayağı durmuş… Geçen ben Bahçesaray’daydım, devletin beş tane
ihalesini bir vatandaş olarak devletin beş tane işini yaptım ben. Yanımda 20-30
kişi çalışıyorlar. İstikrar vardı o zaman, bir güven vardı. Piyasadan alabiliyordum,
verebiliyordum, yapabiliyordum, çevirebiliyordum. Bu sene o yok, tamamen bitti
yani. Nedeni neydi bunun? Birdenbire niye bu böyle oldu? Tabii bunun nedeni
düşündüğün zaman ortaya siyasî istikrarsızlıkla ki tamamen bu bir güvensizlik
meselesi ortaya çıkıyor... Ekonomistliği, biz hepimiz de biliyoruz, yani bir Başbakan, Cumhurbaşkanı’na gittiği zaman çıktıktan sonra yüzü asıksa ekonomide
dalgalanmalar olur. Bunu köydeki çoban da biliyor, yargı da biliyor, başka bütün
insanlar da biliyor. Yani böyle hassas konuda Türkiye’de, yani yargının başındaki
insanlar bunu böyle yaptıkları zaman Türkiye’nin ekonomisi çok büyük bir şekilde
çökeceklerini göremiyorlar mı? Göremiyorlar. Ve de bunu başka bir değişiklik
yapma yolu yoktur. (Van 1)

Anayasa Mahkemesi’nin özellikle AKP karşısında siyasî bir tutum takınarak tarafsızlığını zedelediğini bir başka görüşmeci de vurguluyor:
Mesela Anayasa Mahkemesi genellikle politik davranıyor. AKP’nin kapatılma
davasında olduğu gibi. (Diyarbakır 4)
İstanbullu eğitimli bir görüşmeci de, özellikle 367 kararına atıf yaparak hukuka karşı zaten duymakta olduğu güvensizliğin bir kez daha teyit olduğunu şu sözlerle ifade ediyor:

367 çok güzel bir oyun, çocuk bahçesine döndü Millet Meclisi de.
Bu tür durumlar hukuka olan güveni sarsmaz mı sizce?
Yani hukuka çok büyük güven duymuyorsanız, böyle gelmiş böyle gider derseniz
her şey kolay. Teyit ediyor diyorsunuz?

Tabii tabii. Zaten genelde şu an içinde bulunduğumuz durum biraz o, ataleti doğuruyor.
Yani her kurumuna karşı, devletin her kurumuna karşı olduğu gibi yargı
organına da böyle bir hissizlik var. Belki böyle tanımlayabilirim. Benim kendi ruh
halim böyle belirsizliğin içinde, beni çok şaşırtmayan aksine işte dediğiniz gibi,
“yaparlar, bunları da yaparlar”. (İstanbul 2)
Hakkâri’de görüştüğümüz kişi de, yargının “en azından son dönemde siyasîleştiği ni” düşünmektedir. (Hakkâri 1) Görüşmecimiz, yargının siyasallaşmasında, özellikle bölgedeki uygulamalarda, ordunun payı olduğunu; belli konularda adalet
görevlilerinin baskı gördüklerini vurguluyor:
Emekli bir general bile şöyle söyledi, yani “hâkim ve savcıların kendilerine gelmesi
için ben bomba patlattım” dedi. 
Yani Şırnak’taki olaya, yani şimdi buna yok dersek de, o söz insanın aklına gelir. (Hakkâri 1)
Görüşmecimizin bu algısının, bu projenin ilk ayağı için görüştüğümüz hâkim ve savcıların bazıları tarafından açıkça dile getirilen değerlendirmelerle birebir örtüştüğüne dikkat çekmek isteriz.
Aynı görüşmeci, yine bir hâkimin ilk kitapta yer alan yorumuna paralel olarak, yargının tarafsızlığını kuşkulu hale getiren durumların, anayasal sistemde ve toplumsal hayatta karmaşaya yol açtığını düşünüyor:
İşte Yargıtay’ı, Danıştay’ı bunlar trafikteki akıştaki şeritleri karıştırdılar. Yani Türkiye’de olduğu gibi sağ şeritten mi, yoksa başka bir ülkede olduğu gibi sol şeritten mi gidiliyor onu şaşırdılar. Yasama mı önce, yürütme mi önde önce ona biraz bir karar vermeleri gerekir. Çünkü kendi üstüyle bu defa çelişkiler yaşıyor, hayır, sen bunlara bu kanunu çıkartmazsın veya bunu yapamazsın...
Yani parlamentoya müdahale anlamında mı diyorsun?
Yani tabii ki, ona da kim üstünse, onu da bilmek lazım. Kanunlar eksikse kim
düzeltecekti? Yani bu düzenleme… Yani biri birine hakaret ediyor, e dolayısıyla
Meclis’e hakaret ediliyor ki, edilirse bu ülkenin tümüne. E, Meclis hukuka hakaret
ediyorsa dolaylı olarak yine bana edilen bir hakaret. Yani her türlü halka, yani o
ülkenin halkına... o ülkenin vatandaşına yansıyor tabii ki. (Hakkâri 1)
Görüşmecimiz, hukuku işlevsiz hale getiren bu karmaşanın temel nedenini, ordunun sistem içindeki konumuna ve rolüne bağlıyor; ama Türkiye’de hukuk devletinin yerleşeceğine olan inancını da koruyor:
Yani şimdi bana sorarsanız, devlet kim? Çankaya Köşkü mü, Başbakanlık mı,
direk Genelkurmay derim. Yani devlet ora.
Nereden bu kanaate varıyorsunuz?
E, bir gecede bir savcının işini bitiriyorsa, bir Cumhurbaşkanı’nın, yani Başkomutanlığın yemin törenine bile gitmiyorsa ve bunu unutmamak için kendi fikrime
[…] yemin törenine katılmıyorsa ve hâlâ çeşitli bahanelerle Başkomutanlığı rencide
eden medya gruplarına bile susarak, ki susma da çeşitli anlarda desteklemektir,
hakkını veriyor. Yani bu çalışmalar her birini etkiliyor, bizi zedeliyor yani
insanların güveni bitiyor.
Hukuka güven biterse ne olacak? Neye güveneceğiz?
İnşallah bitmez. […] hukuk herkese lazım, yani illa da ben dara düştüm bana
lazım oldu diye bakmamak lazım rahat rahat yatağınızda uyurken. (Hakkâri 1)

Mahkemelerde Ayrımcılık..,

Mahkemelerde karşılaşılan ayrımcılık durumlarını da, yargının tarafsızlığı bağlamında değerlendirmek gerekir. Bazı görüşmeciler, ayrımcılık sayılabilecek uygulamalara değinmiş, bazıları da maruz kaldıkları örnekleri aktarmışlardır. Bu örnekler arasında “dil”le, yani Kürtçeyle ilişkili olanlar çoğunluktadır.
Bir görüşmeci, mahkemelerde Türkçe dışında bir dilin kullanımı karşısında
heyetlerin eskiden tepkili olduğunu, ama bu durumun giderek düzeldiğini şu sözlerle anlatıyor:

Bir dönem mahkemelerde Türkçe dışında bir dille konuşulduğunda çok kötü tepki
alınıyordu. Şu anda bu tepkiler azaldı, eskisi kadar değil. (Diyarbakır 2)
Aynı görüşmeci, mahkemelerde giyim-kuşamın da zaman zaman sorun olduğunu
söylüyor:
Mahkemelerde giyim-kuşam sorun oluyor. Özellikle dinî kıyafetler... Ama sonucu
çok etkilediğini sanmıyorum. (Diyarbakır 2)
Diyarbakırlı bir başka görüşmeci, Kürtçenin bir ayrımcılık nedeni olduğunu anlatırken, bir ayrım yapıyor:
Valla geçmişte [dille ilgili sorun] çok yaşanıyordu. Ama son süreçte mahkemelerdeki tavır değişti biraz. Siyasî olarak, Türkçe bilmenize rağmen Kürtçe savunma yaptığınızda tepkiyle karşılaşabiliyorsunuz. Ama gerçekten Türkçe bilmiyorsanız, tercüman çağırıyorlar. (Diyarbakır 4)

Bir diğer Diyarbakırlı görüşmeci de, mahkemelerdeki dil uygulamasının ayrımcılıkla
ilişkisini kuruyor:
Evet, [kimi kişilere farklı] davranılıyor. Mesela Kürtlere farklı davranılıyor. Kürtlerin kendi dilinde savunma verememesi bile buna bir örnektir. (Diyarbakır 3)
Aynı görüşmeci, yargının işleyişinde güç, para, prestij, yakınlık gibi kayırmacılık
konuları dışında, siyasî ve dinî nedenlerle ayrımcılık yapıldığına inanıyor:
Bence rüşvetten daha çok siyasî kayırmacılık var. Siyasî ve dinî kayırmacılık çok
fazla. Bunlar sağ ve muhafazakâr kesimlerdir. Bildiğim tek doğru şey var; o da
solun hiç adaletten yararlanamadığı ve sola hiçbir zaman adil davranılmadığıdır.
(Diyarbakır 3)
Bu görüşmeciye göre, örneğin mafya babaları “iyi hal”den salıverilirken veya onlara ceza indirimleri uygulanırken, aynı tutum siyasî sanıklara gösterilmemekte dir: Mafya babaları bir takım elbiseyle mahkemeye çıkınca, iyi halden cezaları epey indirilebiliyor. Siyasî tutuklulara bu tür ayrıcalıklar tanınmıyor. Bunun etkisi var ama bence yanlıştır. (Diyarbakır 3)

Bir başka Diyarbakırlı görüşmeci de, Kürt olmanın, hele bir de siyasî bir nedenle
yargılanıyorsanız, ciddi bir ayrımcılık ölçütü olarak işlem gördüğüne inanıyor:
Düşünce suçlarından yargılandığınızda çok daha fazla tedirgin oluyorsunuz.
Zaten siyasî davalarda yargı da siyasî kararlar veriyor. Bu bölgede çok yaygın.
Adi suçlarda insanlar kendini daha rahat hissediyor. Siyasî suçlar, hele de bu bölgede ve Kürt’seniz sonuç değişiyor ve duygular da değişiyor. Yani pek çok kişi
siyasî suçlardansa adi suçlardan mahkemeye çıkmayı yeğler. [...] Eğer Kürt’seniz
size farklı davranıyorlar. Mahkeme heyetleri siyasî nedenlerden dolayı ve basın
yayının etkisiyle Kürtlere farklı davranabiliyor. Dinî gruplara karşı yaklaşımda da
bu durum var. Bu durum kararları da etkiliyor. (Diyarbakır 4)

Aynı görüşmeci, kadınlarla ilgili davalarda mahkemelerin ataerkil bir tavır takındığını, bu durumun özellikle “töre cinayetlerine” ilişkin davalarda açıkça görülebildiğini söylüyor:
Töre cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunda farklı kararlar verilebiliyor.
Bazen infiallere de yol açıyor. Yargı kadının hak ve hukukunu güvence altına alabilmelidir. (Diyarbakır 4)

Özel Mahkemelere Dair Değerlendirmeler.,

Geçmişte yaşanmış özel mahkemeler deneyimi de, bazı görüşmeciler tarafından
tarafsızlıktan sapmanın ya da yargının siyasal amaçlarla kullanımının örnekleri
olarak anılmıştır. Özellikle Yassıada Yargılamaları, Sıkıyönetim Mahkemeleri ve
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin bu görüşmecilerin hafızasında yarattığı etkiler, bu
tür uygulamalara tepki duyma şeklinde dışa vurulmuştur. Bazı istisnalar dışında,
görüşmecilerimiz genellikle özel mahkemelerin varlığını şüpheyle karşılıyorlar.
Örneğin Kars’taki bir görüşmeci, Sıkıyönetim Mahkemeleri bağlamında, bizatihi
sıkıyönetim rejiminin sakıncalarını şöyle anlatıyor:
Hayır olmamalı, bence olmamalı! Halksak, biz halksak böyle şeyler olmamalı!
Sıkıyönetim olmamalı, halkımız özgür olmalı, özgürce yaşamalı, birbiriyle iyi
geçinmeli, bu gibi şeyler olmamalı bence yani. (Kars 1)
Özel mahkemeleri “hukuk devleti ilkesinin yanlış yorumlanması” olarak gören bir
görüşmeci şunları söylüyor:
Tabii ki bunlar hukuk devleti ilkesini[n] bence yanlış yorumlamaları. Hukukta,
yargıda yürütmenin, Devlet Güvenlik Mahkemeleri, İstiklal Mahkemeleri, tabii
ki bunlar devletin işleyişini kolaylaştırıyor ve devletin belki illegal uygulamalarını
meşrulaştırmak, yasallaştırmaktan öteye gitmeyen mahkemelerdir.
Bir tür hukuksuzluk mu yani?
Aynen öyle! Ama tabii ki, burada işte hukuk üyelerinin, hukuk personelinin çalışması da başka bir ironi, hani manidar. Evet, bu İstiklal Mahkemelerinde hâkimler görev almıyor. İstiklal Mahkemelerinde seçilmiş, milletvekili komisyonlarından seçilmiş insanlar görev alıyordu ama... (İstanbul 2)

Bir başka görüşmeci de, özellikle İstiklâl Mahkemelerini örnek göstererek, bu tür
mahkemelerin esasen hukukî olmadığını düşünüyor, ancak o zamanın şartlarında
“maalesef işe yaradığını” da ekliyor:
İstiklâl Mahkemeleri... Onu tabii içinde bulunulan zamanın dinamiklerine göre
belirlemek gerekiyor. İstiklâl Mahkemeleri kurulduğu zamanlarda tam anlamıyla
hani bırakın bağımsızlığı, devlet olduğundan bile söz edilmek tam anlamıyla
mümkün değildi, maalesef kurulma aşamasında olan bir millî iradenin insanı
birtakım, yine zararlı ot diyeceğim, ama ayıklamak için kullandığı bir sistemdi.
Maalesef o zaman işe yaramış.
Hukukî midir sizce?
Hukukî değil ama çok işe yaramış. (İstanbul 3)
Aynı görüşmeci, kanunda işleyişi ve yargılanma koşulları çok sağlam belirlendiği
takdirde, DGM türü mahkemelerin olabileceğini söylüyor:
[...] Ama hani savaş olmasaydı [İstiklâl Mahkemeleri gibi] bir şey olmayacaktı
gibi bir şey. Devlet Güvenlik Mahkemeleri ise normal seyrinde giden bir demokraside de olabilecek bir şey gibi gösteriliyor en azından. Devlet Güvenlik Mahkemesi denen şey, eğer devletin çıkarlarını koruyan bir yargı sistemiyse ya da mekanizmasıysa, olabileceğini düşünüyorum. Ama hani bu sonuçta gazeteleri okuyup da köşe yazarlarının sevmediğimiz ifadelerinden dolayı yargılanabileceği bir şey olmamalı. (İstanbul 3)

Bir görüşmeci, sadece siyasî suçlar için özel mahkemelerin olması gerektiğini söylüyor, “onun haricinde normal suçlar için olmamalı” diyor. (Kars 9)
Başka bir görüşmeci ise, bu tür mahkemeleri genel olarak kabul ediyor, ama “daha adaletli karar verebilmek için tarafsız olmak şartıyla” diye ekliyor. (Kars 11)
Karslı görüşmecilerden birisi, “bu tür mahkemelerin işleri daha çok uzattığını”
düşünüyor. (Kars 10)
Ancak, mağdur olduğunu düşünen bir görüşmeci, bu tür mahkemelerin gerekliliği ne inanıyor. Normal mahkemeyi “gevşek”, cezaları yetersiz buluyor. Olağanüstü mahkemelerin daha “sıkı” (dolayısıyla sert) olacağını düşünüyor. (Kars 5)
Tabii hâkim ilkesinin uygulanmasıyla ilgili bir diğer tartışma, Askerî Mahkemelerin
varlığı üzerinden yapılmaktadır. İnsanların bu konuda kafaları oldukça karışık
olmakla birlikte, bu durumun tabii hâkim ilkesiyle bağdaşmadığına ve askerî sistemin kapalılığı yüzünden muhakemenin aleniyeti ilkesini ihlâl ettiğine ilişkin bir
sezgileri mevcuttur.
Mesela özel mahkemeler konusunda ayrıntılı açıklamalar yapan İstanbullu görüşmecinin, Askerî Mahkemelere dair değerlendirmesi, bu tereddütleri ve çekinceleri yansıtıyor:
Askerî Mahkeme’nin [olmasında], yani orada bir yargılama sistemi olmasında bir
sakınca yok bence. Askeriye’nin kendi içinde bir yargılama sistemi olabilir. 
Ama bu[nun] diğer yargılama sisteminin bir alt dilimi gibi işlemesi daha normal geliyor.
Yani sonuçta askerlerin yaptıkları her şey [...] Askeriye’deki yargı sisteminin
sorunu, yani onların bakması bu işlere biraz tuhaf geliyor. Ama [...] hani Askerî
Mahkeme bildiğimiz yargı sisteminden bağımsız bir küçük, kendi içine hapsolmuş
ve kendisinden sorumlu yargı sistemi olmasaydı, yani seçilebilseydi rahatlıkla,
o zaman bir sakınca olmazdı yani. İnsanların şöyle bir güvencesi olurdu: Zaten
diğer mahkemede görülecek davalardan farklı bir karar olmayacak orada. Ama...
O izlenimi alamıyorsunuz...
Evet, almıyorum o izlenimi.
Bu izleniminizi güçlendiren ne gibi şeyler var?
Neden onların kendilerine has bir yargılama sistemi olduğu konusu mu? Bir kere
şöyle bir şey var; ben askere gittim, orada kaldım. Orada başıma gelecek herhangi bir şey konusunda Askeriye dışındaki herhangi bir insan müdahale edemezdi.

Yani orada kendimizi teslim etmişiz, biliyorsunuz ve bu hissi engelleyecek
hiçbir şey yok. O yüzden orada infaz etmeye kalksalardı, sanki yapabilirlermiş
gibi... Mesela orada bir komutan gelip sizi öldürse, ondan sonra da kendi yargı
sistemlerinde bir gerekçeyle bunun suç olmadığını söyleseler kimse buna itiraz
edemez gibi hissediyorum. (İstanbul 3)



***

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 6

BİRAZ ADİL, BİRAZ DEĞİL... DEMOKRATİKLEŞME SÜRECİNDE TOPLUMUN YARGI ALGISI. BÖLÜM 6


Demokratikleşme, sürecinde, Yargı Kurumunun, Toplumsal Algılanışına, Bakarken, Biraz adil, Biraz değil, Ethem Mahcupyan,


Yani faizleri az mı işlettiler?

Bize bilgi verilmedi. Kaç para üzerinden hesap edildi, nasıl hesap edildi? Nereye,
ne kadar gitti? Bunlar hakkında hiçbir bilgimiz yok ve bu para, niye biz şey yapıyoruz?
Bu para çıkmış, alınmış, haberimiz yok. Konuşuyoruz, ne oldu durumlar,
daha siz hesap cüzdanlarınızı çıkarın, bize getirin, paralar yattığı zaman ödeyeceğiz gibi bir şey çıktı. Ama para alınmış.
Kim almış parayı?
Avukatın şeyine yatmış para daha önceden. Bunu dışarıdan araştırıyorlar zaten.
Çünkü çok zaman oldu. Dört buçuk sene, dört buçuk senede olabilir mi? Şu İş
Mahkemesi’nin şeyde kendi muhabbeti varmış yani biz sormuyoruz, diyor ki,
[…] firmasının altı ay içinde bitirecek bu mahkeme diyor. Hangi altı ay? 2003’ün
Kasım’ı, 2008’in Mart’ı...

Yani beş sene!

Evet. Hani altı ayda bitecekti mahkemeleriniz? Nasıl bir uygulama? Bir kere
bilirkişiye gitti, bilirkişi allem etti, kellem etti ona göre bir hesap çıkardılar. Biz
itiraz ettik, avukat itiraz etti. Hayır dedi, bu şekilde bir hesaplama olamaz, yanlış
hesaplama bu. Hadi tekrar bilirkişi, bir süreç daha başladı. Uzuyor da uzuyor
yani... Dört buçuk sene. Ondan sonra bir daha bilirkişi hesaplamasına gidildi.
O hesaplama da bitti. Ona göre biz bekliyoruz tabii, kendi kararımıza karşın bu
anaparaya göre artık ne alırız, tabii ki ben onun hesabını yapacağım, zaten dört
buçuk sene beklemişim o paraları, ne alırız, ne gideriz diye. Çeşitli kişilere de
hesap ettirdik biz bunu. Ondan sonra oradan bir şey geldi. İşte bir şekilde ne
şey yapıldığı, karar verildiği halde bize, tamam arkadaş para geldi, gelin hesap
kitapla şu paraları alın... (Eskişehir 1)
İstanbullu bir görüşmeci, Hazine’nin el koyduğu bir arsayla ilgili davanın uzayıp
durduğundan söz etti. Bu durum adaletin tecelli etmesinden ziyade, “idare etmek” ti ona göre:
Arkadaşlarımın arsaları vardı. Arsaya devlet bir şekilde el koymuş. Bunun karşısında para vermiş, beş sene olmuş hâlâ daha paralarını almaya çalışıyorlar ve
alamadı. Hâlâ daha uzuyor işte. (İstanbul 5)
Bir başkası da, benzer bir soru üzerine, dört yıldır temyiz sonucunu beklediğini ve
bu yüzden mahkemeleri “kesinlikle güvenilir” bulmadığını anlattı:
[Mahkeme] kesinlikle incelenmiyor. Ben kendi yaşadığım bir olayı anlatayım
yani… Dört sene temyizden cevap gelmedi çok enteresan bir şey... Bizim köyümüzde […] olayı vardı, bununla ilgili olaraktan muhtarı şikâyet ettim. Savcı dosyasını hazırladı, etti, muhtarı suçlu buldu. İlk celsede muhtarı aldı içeriye. Ağır
Ceza’da görülüyor, kaymakam inceledi ilk önce, o yargılanabilir diye o izin verdi.
Ve enteresan bir şey, kendi getirmiş olduğu üç tane şahit, biz çünkü davaya
müdahale edemiyor durumundayız, müvekkil konumunda kalıyorsunuz. Müşteki
durumunda olduğunuzdan davaya müdahale edemiyorsunuz. Ama nereye geleceğim şimdi, kamu davası açıldığından dolayı bu vatandaş suç olmadığını, ikiüç tane yalancı şahitle davayı kendi lehine doğru çevirdi ufak bir cezayla. Bir de
ondan sonra beni de, bana tazminat davası açtı, ben müdahale edemiyorum...
Ondan sonraki yapmış şeyi de tamamen mesela birtakım yasadışı olaylarda hepsi
o şekilde düzeltilmesi için gönderdim temyize, dört seneden beri halen temyizden
bir cevap alamadım.
Deprem mağduru görüşmeci de, açtığı davanın uzamasını ve bunun yarattığı bıkkınlığı şöyle anlattı:
Mücadelemiz var. Sekiz sene oldu ve biz hâlâ, sekiz sene oldu derken, depremin
ilk senesi başlattım. Bir üç buçuk sene sonra dava bitti, arkasından bir davayı
daha başlattık. Dördüncü senede, dört senedir de devam ediyor. Herhalde biriki
sene sonra, bir-iki sene daha devam eder. Öyle, avukatımın söylemesi o oldu
tabii ki de. Ben bu arada Engelli Derneği’ni kurduktan sonra biraz şey yapamadım,
İstanbul’daydı avukatım. Önce davalarımı ben kendim takip ettim. Üç sene
davayı kendim takip ettim, hiçbir avukata bile güvenmeden. Dedim ya bir güvensizlik oldu yani artık her şekilde. Öyle İstanbul’dan bir arkadaşım gönüllü olarak avukatlık yaptı yani, para filan almadan gönüllü girdiği için. Gönüllü girince
herhalde dedim sorumluluğunu aldı ve güvendiğim de bir avukat arkadaş, zaten
kardeşleri falan tanıdık. Fakat son mahkemem biraz ret olması benim çok canımı
sıktı. İşte temyize yolladım dedi. Ne kadar sürecek? İki sene. Davanın temyize
gidip gelmesi bir-iki sene, bilmiyorum bu nasıl adalet işlemi, nasıl sistem iki sene
süren, ben bunu bilmiyorum... (Kocaeli 1)

Bir görüşmeci davalarda haksız olan tarafların zamanın uzamasından yararlanarak
davaları lehlerine çevirebildiklerini söyledi. Ona göre, özellikle davalarda güçlü olan taraflar bu yola başvurarak ya da mahkemelerin bu zaafından yararlanarak avantaj sağlıyorlar:

Babamın mahkemesi var, dört-beş yıldan fazladır mahkemesi sürüyor; davacı
[babam]; davalı olan taraf çok büyük bir firma olduğu için birkaç tane avukatı var
ve olayları haksız olduğu halde [...] kendi tarafına yontabiliyor. Yani bu yüzden bir
sene içinde sonuçlanabilecek bir dava, yıllarca sürebiliyor. [...] Çok basit davalar,
çok nasıl diyeyim gereksiz yerlere takılabiliyor. İnsanlar karşıdaki insanları zorlayabiliyor.

Ne bileyim işte, damım aktı bunu şikâyet için mahkemeye gidebiliyorsun,
bunu bile aylarca, yıllarca uzatabiliyor. Karşı taraf tarafından sallanabiliyor.
(Samsun 2)

Başka bir görüşmeci de, davaların uzamasının, bazı durumlarda bilinçli bir taktik
olduğunu ima ederek, sözü zamanaşımına getiriyor. Özellikle “devlet görevlilerinin
işlediği” veya görüşmecinin verdiği örnekte olduğu gibi, “devlet adına işlenen” suçlarda, bu durumun yaşandığını belirten görüşmecimizin açıklamaları şöyle:
Zaten davaların gecikmesi başlı başına bir sorun. Zamanaşımı olayını ben hiç
anlamış değilim ve bu çok oluyor bizde. Birisi suç işleyecek, sonra altı-yedi sene
geciktir ve suçlu kurtulsun. Bunun bence hukukla hakkaniyetle bir ilişkisi yok. Ya
savcı aramaz birilerini ya polis yakalamaz. Mesela Haluk Kırcı gibi... Sonra da
serbest kalıyorlar. Bu nedenle adalete olan güven de sarsılıyor tamamen. Yapı
çok hantal. Dava çok uzuyor. Davayı kazansanız da çoğu zaman artık bir anlamı
kalmıyor çünkü çok gecikmiş oluyor. Yani bu nedenle Türkiye’de bu yapı işlemiyor.
(Diyarbakır 3)
Van’da görüştüğümüz şahıslar da, yargı sürecinin çok uzun sürdüğünü, bu durumun hak arama konusunda caydırıcı etki yaptığını örneklerle anlattılar:
Benim geçen seneki [olayımdan] mahkemeye gittik, bir sene sonra, iki sene sonra
mahkemeye gidebildik. Davacıydım... aslında davacıydım. Gittim oraya baktım,
davamdan vazgeçtim. Çocuğa bir şey olmadı, çünkü güvenemedim, iki sene
sonra benim çocuğum öldükten sonra iki sene sonra hakkı gelse ne olacak?.. Yani
köylü, yani mahkeme o kadar aciz ediyor ki! En ufak davanın, en çabuk, en çabuk
olanı altı ay. Bunda öyle kararlar vardır, köyde vardır dört sene, beş sene sürer.
(Van 1)

Vallahi 25-30 senedir devam eden davalar var. (Van 3)
Gitmiyor köylü, istemiyor. (Van 1)
Komşu köyle arazi davası 30 yıldır davalı! 30 yıl! (Van 3)
Bizim bir davamız daha var. Bu […] ile Bahçesaray arasında bir mera davası
var. Ve o alüvyon vadi üzerinde tam on iki kişi vuruldu şu ana kadar. 1999’dan
bugüne... On iki kişi vurulmuş, ölmüş gitmiş. Sekiz kişi […] ve şu anda devletin
defalarca, avukatlar devrede, hâkimler gidiyor geliyor, şu ana kadar bir karar verilemedi.

Kaç yıl oldu... Dokuz senedir, hâlâ daha karar verilemedi. (Van 1)

IV) Mahkemelerİn İş Yükünün Ağırlığı

Mahkemelerin, ağır iş yükü altında ezildikleri, bu durumun da adaletin gerçekleşmesini engellediği, yine kamuoyunda sıkça dile getirilen bir husustur. 
Bu durum, özellikle yargı çevreleri tarafından önemli bir sorun ve ciddi bir şikâyet konusu olarak sürekli gündeme taşınmaktadır. Hiç mahkeme deneyimi olmayan kişiler bile, mahkemelerin iş yükünün ağırlığına vurgu yaparak davaların uzaması konusunda benzer algılara sahiptirler:

Bir bilgim yok ama mahkemelerde çok fazla davanın görüşüldüğünü ve hâkim ve
savcıların bu yoğunluktan etkilendiklerini biliyorum. (Sivas 1)
Sivaslı görüşmeci, adalet sisteminin düzgün işlemeyişinin çeşitli nedenleri olduğunu belirtirken, iş yükünün ağırlığına ve çalışma şartlarının elverişsizliğine de
vurgu yapıyor:
Şu anda [yargının düzgün] işlediğini sanmıyorum. Hâkimler ve savcılar siyasî
baskı altında, mahkemelerdeki dava dosyalarının çok fazla olması, çalışma şartlarının düzgün olmaması ve mahkeme süreçlerinin uzun olması yargının düzgün işlemesine engel oluşturuyor. [Mahkemelerin] çok yoğun olduklarını biliyoruz, aynı zamanda savcı ve hâkim sayısının ve mahkemelerimizin fizikî ortamlarının yetersiz olduğu kanaatindeyim. (Sivas 3)
Denizlili görüşmeci de, kendi davasında yaşadığı mağduriyeti hâkimin iş yoğunluğuyla ilişkilendiriyor:
Muhtemelen [...] çok davada benzer şeyler yaşanıyordur. Bence çok fazla davalarının olmasından dolayı olabilir yani, işlerinin yoğunluğundan dolayı olabilir. Yani bir an önce bitsin, yeni birine bakayım diye olabilir diye düşünüyorum. (Denizli 1)
Antalyalı eğitimli bir görüşmeci, iş yoğunluğu nedeniyle hâkimin kendisine ilgisiz
davranmasına ilişkin bir tecrübesini aktarıyor:
Avukat aracılığıyla iki kere gittim mahkemeye... Zaten hâkim sizi istemiyor bir
süre sonra. Yani bir-iki kere görüyor, ondan sonra hâkim sizi çağırmıyor. Çağırmıyor adam, vakti yok zaten. Yani mesela ne bileyim mahkemenin, diyelim ki saat dokuzda veriliyor size, [ancak] birde-ikide girebiliyorsunuz içeri. Öyle durumlar var, hâkim geçiştiriyor her şeyi. (Antalya 1)
İstanbullu görüşmecilerden birisi de iş yoğunluğunun, karar verme yeteneğini ve
çalışma verimini doğal olarak düşürdüğünü söylüyor:
Mesela adlî hâkim aynı günde iki yüz tane davaya bakıyorsa bu adamın karar
verme yetkisinin, karar verme yeteneğini ne ölçüde etkilendiği mi [konuşayım]? Bu da önemli, bu da benle ilgili, alakalı bir şey. Yani adalet dediğiniz sadece hakkın bulunması olarak değil de, aynı zamanda kullanılan kişilerin, çalışan kişilerin de bu işle ne kadar verimli olabilecekleri konusunda... [konuşmak lazım]. (İstanbul 1)

V) Hak Aramanın Pahalı Olması

Görüştüğümüz kişilerin çoğunun, “hak arama” ile “paralı olmak” arasında doğrudan ilişki kurduklarını gözlemledik. Özellikle vurgulanan husus ise, avukat tutmak zorunda kalacakları ve bu yüzden paraya ihtiyaçları olduğudur. Karslı bir görüşmeciye göre, mahkemede asıl mesele, kişinin kendini savunabilmesidir; ama o kendini savunamayacağına göre avukat tutması gerekecektir. Ne var ki parası olmadığı için bunu yapamayacak, dolayısıyla hakkını arayamayacaktır. (Kars 13) Aynı vurgu şu sözlerde de seçilmektedir:
Bazı insanlar zengin olduğu zaman bakarsın avukat tutar, fakirler haklı olduğu
halde hiçbir şey yapamadıkları için haksız durumuna düşerler... Bakıyorsun haklı
insan […] haklı insan ceza çekiyor, haksız insan elini sallayarak gezebiliyor yani.
(Kars 14)
Bazı görüşmecilere göre “hak aramak” masraflı bir iştir. Kişinin maddî gücü yoksa
ya da güçlü değilse, adalete erişmesi de mümkün değildir. Bursalı görüşmecilerin
ifadeleri, bu algıya örnek oluşturuyor:
Örneğin bir boşanma davası bile açıyorum dediğiniz takdirde, en ucuz aslında şey
olaraktan görüyorum ben, adlî takip, evrak takibi tahsilatla ilgili, diyelim ki bir
senetti şuydu buydu en ucuz onlar herhalde, öbür türlü daha fazla. Bilmiyorum
bir milyardan aşağı boşanma açamıyor, ilk önce bir milyarı alıyorlar, çünkü avukatlar da artık şey, yarın öbür gün […] vazgeçiyor dava[dan], o peşin tahsil ediyor, o da haklı... [Bu masraflar karşısında kişi] kesinlikle [hak] arayamaz. Neden arayamaz? Avukatını bulamaz, boşanma davasında açamaz. Boşanma davasında farklı bir şahit getirdi, iş bitiyor. Yani siz de iyi biliyorsunuz, bunlarla ilgili olaraktan iki tane şahit kendi tarafından getirdiği takdirde, yazılı bir şeyiniz olmasa da şahitlerin vermiş olduğu ifade geçerli. Bitti! Yani geçerli oluyor, bu sefer yani o şahit yalancı şahitliği yaptığı ortaya çıkmış olsa, üç tane yalancı şahidi içeri
atmış olsa, emin ol insanlar yalancı şahitlik yapmaktan çekinecekler. Herkesin
yaptığı yanına kâr kalıyor. Bilmiyorum benim izlenimim bu. Ya hep bana böyle
denk geldi. (Bursa 1)
Yine insanların başına gelmeden bilmez. Bir dava açacaksınız; yok dosya parası,
yok harç parası dediğiniz gibi, yok pul parası, yok bilmem ne parası. Bende varsa,
ben getiririm dava açarım size. Olmayan adam nasıl açacak bu davayı? (Bursa 2)
Van’da başına gelen arsa olayını anlatan kişi, mağdur durumdaki kişinin elde edeceği kazanç ile avukata ödemesi gereken bedelin aynı olduğunu söyleyerek, adalete erişim bakımından maddî imkânların önemine dikkat çekiyor:

Şimdi hocam, burada arsanın bedeli zaten 2 milyar, avukatın istediği para 2 milyar.

Yani burada çok değişik hocam, çok değişik!
Yani adalet aramak için biraz da…
Biraz da maddiyat olmak lazım... (Van 2)
İstanbullu bir görüşmeci de, yargıya başvurmanın “pahalı bir şey” olduğunu, bunun da hak aramayı engellediğini düşünüyor:

Hemen aklıma gelen birkaç aksaklıktan bahsedeyim isterseniz. Bir kere çoğu
insan için pahalı bir şey galiba. Yani hakkını aramak çok kolay değil. Çünkü davalar için, her dava için sanırım avukat verilmiyor size. Davacı […] gibi bir şey değil ve uzun sürüyor. Bir öyle, yani ekonomik yönü var. Ondan sonra hani insanların inancı yok galiba sonunda işlerin çözüleceğine dair. (İstanbul 3)

Gölcüklü görüşmeci de, depremde kaybettiği çocuğunun bulunması için giriştiği
hukuk mücadelesinde, daha en başta maddî güçlükle karşı karşıya kaldığını
anlattı:
Bana bir mahkemede on gün süre verildi para yatırmam için. Ben deprem yaşamışım,
enkazdan çıkmışım, hiçbir şeyim yok, hastanelerde kalmışım. On günde
benim yedi buçuk milyar bulmam kolay bir şey değil yani... Tabii ki, tamamen
parası olmayan dava açamıyor, böyle bir şey yok. Hani diyorlar ya işte Baro’dan
avukat veririz, yok ki versinler. Baro’dan avukat yok ki versinler yani. Onun için
tamamen engelleyici benim için. Benim şu anda [...] var, davası görülecek,
gönüllü avukat bulamıyorum ben. Bir sürü haklarım var, alınması gereken, devletin vermiş olduğu üç kuruşu şimdi faiziyle geri alma hikâyesi var. Geri aldı,
faiziyle, katlanaraktan. Belki haklılardır, ama bir engelliye haklı olamazlar. Yani
tamam kesersin maaşını, yollamazsın, ama onun yok olan bir şeyini icrayla geri
alamazsın. Hangi hak bu, hangi adalet bu? (Kocaeli 1)

Maddî zorluklar nedeniyle mahkemeye avukatsız müracaat eden mağdur, bu yüzden davayı kaybetmiştir, görüşmeciye göre.
Kayserili bir görüşmeci de, daha az para ödeyerek tutulan avukatın, davayla yeterince ilgilenmeyeceği kanısında:
Mesela diyelim ki vardın, selamünaleyküm, aleykümselam bana bir avukat lazım.
Tamam, eyvallah tutalım. Tut. Maddî kısımla, malî kısımda, kaç olur kirası, avukatı
tuttum mesela, 5 milyar veya 10 milyar. 
Ha ben bütçem kabul etmiyor, veremediğim için 10 milyar değil de 5 milyara veya 3 milyara tutuyorum. O zaman mesela avukat da onu savunma yapamıyor mesela maddî durumdan... (Kayseri 4)
Bu görüşmeci, avukatların da aralarında anlaşarak davaları yönlendirdiğini düşünüyor:
Şimdi şöyle, avukatlar kendi aralarında anlaşıp, kendi aralarında mesela mağdur
taraf bir suçlu tarafa dava açtığı zaman şimdi bu avukatların ikisi bir araya gelip
bu avukatlar kendi aralarında anlaşıp karşı tarafının [lehine] anlaşıp, kendi aralarında bölüşüyorlar yani. […] Devletin en büyük açığı bu. Benim görüşüm budur yani. (Kayseri 4)

Bu ifadeler, avukatlara güvenin de temel sorunlardan birisi olarak görüldüğüne
işaret ediyor. Avukatlar, adaletin tesisinde rol oynayan vazgeçilmez unsurlardan biri olarak değil, çıkar ilişkilerini düzenleyen, kendi ilişkilerini ve becerilerini haksızlar lehine kullanabilen aktörler olarak görülmektedir. Denizli’de görüştüğümüz ve karısından boşanıp çocuğunu görme problemi yaşayan görüşmeci, çocuğunu görmesi konusunda yaşadığı sorunu avukata bağlamaktadır:
Aslında hâkimden çok avukatlarda problem bence! Mesela benim şimdi bir kızım
var, onu ayda bir kere görebiliyorum, aslında bilmiyordum böyle bir şey olduğunu.
Haftada bir kere de görebilirdim aslında. Yani böyle bir hakkım olduğunu ben o
zamanlar bilmiyordum. Hâkim de bana aynı şeyi bu şekilde söylemedi, yani sen
haftada bir kere de görmek istersin diye bir olay geçmedi. Dolayısıyla işte mahkeme bitti, ama ben sonuçta kızımı ayda bir kere ancak görebiliyorum. Bunun
dışında işte karşı taraf göstermek de istemiyor. Bir hakkım var, ama zor bir hak.
Uğradığınız haksızlığın kaynağı ne sizce?

Bence işte mahkeme de suçlanabilir, suçlamaktansa ben avukatları suçluyorum.
(Denizli 1)

Hak aramanın ve adalete erişmenin önündeki bu tür engellerin kalkması, bir görüşmeciye göre, yargı mensuplarının iyi ücret almalarına ve iyi şartlarda çalışmalarına bağlı:
Yani bir hâkim iyi kazanıyorsa veyahut da sadece hâkim de değil yani adalet sistemi dediğiniz zaman iyi kazanırsa, daha iyi şartlarda çalışırlarsa çok daha iyi
olur. (İstanbul 1)

VI) Yargı Süreçlerİ Dışında Adalet Arayışı

Görüştüğümüz kişilerin çoğu, mahkemelere ve yargı sürecine ne denli az güvenleri
olursa olsun, bir ihtilaf yaşadıklarında başvuracakları başka bir merciin bulunmadığını da teslim etmektedir: “Yani ne kadar doğru olmasa da, adalet adalettir.
[Sorunlarımı çözmek için] mahkemeye giderim.” (Kars 6; Kars 7; Kars 15; Kars 18; Samsun 1; Samsun 2) Yargılanıp ceza alan bir görüşmeci bile mahkemeyi adres göstermektedir:
Bugün en geçerli olan mafya usulü yollar, ama ben hiçbir zaman mafyayla bir
işim olmadı, olamaz da. Kendim yargılamaya çalışırsam aldığım bütün eğitimin
boşa gittiğini hissederim. Yine mahkemeye başvururum ama pek de bir beklentim
olmaz. (Trabzon 1)
Eğitim düzeyi en düşük olanından yüksekokul mezununa kadar birçok görüşmecinin gözünde, mahkeme hâlâ bir “çare yeri”dir. Erzurumlu, okur-yazar olmayan yaşlı bir kadının algısı ile (“Mahkeme açarım, hallederim, hakkımı ararım, vatandaşı ararım, hakkımdan vazgeçmem” [Erzurum 1]) yukarıdaki yüksekokul mezunu kişinin algısı arasında bu açıdan kategorik bir fark yoktur.

Görüşmecilerin genelinde gözlediğimiz, devlete tevdi edilmiş “adalet sağlama”
görevinin bireysel çözüm arayışlarından üstün olduğuna inanma eğilimini, eğitimli
bir görüşmeci şöyle anlatıyor:
Sonuçta hukukî bir sorunsa tabii ki mahkeme yoluyla çözmeyi denerim. Neden
derseniz, en başta da söyledik, toplumdaki bireyleri belli bir düzen içerisinde
tutmak için adalet dediğimiz bir kavram var, eğer bireyler olarak bu kavramları
yok sayar da, her birimiz kendimize göre yeni kurallar ortaya koyarsak... o zaman
sorunlar yumağı çıkar; çünkü o da sorun yaratır, o da sorunu çözmek için farklı
bir yöntem geliştirmek gerekir, o yüzden elimizde hazır olan bir adalet kavramı
ve bunun için yazılmış kavramlar varken, elbette ki kanunlarla çözmeyi yeğlerim;
bunu da mahkeme aracılığıyla yaparım... Hukukî her sorun mahkemede çözümlenmeli. (Samsun 1)

Arabası çalınan, ancak kendi aracını polis yardımıyla değil, kendi çabasıyla bulan
ve savcılık prosedürlerini tamamlayıp aracına kavuşan bir görüşmeci bile, her halükârda tek çare yerinin mahkeme olduğunu vurgulamıştır. Bu kişiyle aramızda geçen diyalog, genel algının tipik bir örneği olarak da okunabilir:
Ben [arabamı] kendi çabamla buldum yani, polisle hiçbir şey olmadı. İsterse
hemen bulabilirlerdi yani.
Peki, polise mi güvenirsiniz mahkemeye mi?
Mahkemeye güveneceksin... İlk önce polise dedim ki, benim arabam kayboldu
dedim karakola, güvenmediğim için ben kendim buldum arabayı, ondan sonra
benim arabam burada dedim.
Peki, her şeye rağmen mahkemelerin adalet dağıttığına inanıyor musunuz?
Valla benim şimdi […] ama ne bileyim valla herhalde çare olur gibi geliyor bana.
Yani bir işiniz düşse mahkemeye gitmekte tereddüt eder misiniz, etmez misiniz?
Etmem. Başka bir yerimiz yok yani.
Neden başka bir yeriniz yok?
Mahkemeden başka kime güveneceksin?
Yani mahkemenin sorunu çözeceğine inanıyorsunuz!
Tek güvenimiz o yani, başka bir şey yok. Şu ağaca çıkarsanız, orada boşluk varsa
oraya basmazsınız, dal varsa dala basacaksınız, o dala basmak zorundayız.
Yani bu tutunacak tek dal gibi...
Tek dal gibi görüyorum evet.
O zaman bu çok önemli bir kurum sizin için, hayatiyet arz ediyor.
Tabii, tabii. Öyle değil mi ama?
Peki, adliyeye giderken herhangi bir tereddüt yaşadınız mı?
Yok. Hiç tereddüt yaşamadım. Dediğim gibi bir güvencemiz ora. Başka yok, kime
güveneceksin? (Yozgat 1)
Buradan yargının adil ve etkili bir şekilde işlemesinin Türkiye toplumu için ne
denli önemli bir konu olduğu sonucunu çıkarabiliriz. “Adaleti temin etmek için ne
yaparsınız” sorusuna verilen ve bu algıyı destekleyen diğer cevaplardan bazıları da
şöyle:
Yok, mahkeme usulü yapmamız lazım, kana kanlan o bir türlü kendin halletmenle
zaten edemeyeceğin bir şey mahkeme usulü devlet usulü onunla halledebilirsin
ancak bizim burada bu böyle. (Kars 1)
Adaleti temin etmek için mahkemeye gitmek gerekir, zaten insan kendisi halletse
ülkede adalet diye bir şey olmaz. (Kars 8)
Önce mahkemeye başvururum. (Erzurum 2)
Elbette mahkemeye. Mahkemeye güvenirim. Yani belki sonuç alamayacağımı
bilirim. Ama doğru olduğunu da biliyorum, yoksa bunu kendim çözmeyi denesem,
diğer insanlardan farkım kalmayacak bu noktada. Medeniyet dediğimiz
şeyin içinde yaşamaya çalışıyoruz; ne kadar yaşıyoruz o da tartışılır. Yani bunu
denerim, şansımı denerim en azından, ne kadar şansım varsa, olabilecek bütün
koşulları zorlarım olması yönünde, ama doğru olarak, adaletli olması için uğraşırım.
Adalet dedik ya, adalet burada başlıyor bence işte. Bir şeylerin doğru yerine,
taşların doğru yere oturması işte adalet bu bence bir olayda. O yüzden mahkemeyi denerim. Ama bazen mahkemeden sonuç alamazsam, kendi yollarımı da denerim bilmiyorum. (Samsun 2)
Aslında [mahkemeye gitmekte tereddüt] etmem... mahkemeye giderim, ama o
şeyi yaşarım içimde, o sıkıntıyı, o şeyi yani biz gidiyoruz ama ne olacak hani ya
bundan bir şey çıkarsa? Başka yapacak bir şey yok, hani kural koyucu biz değiliz,
kanun koyucu da biz değiliz. Yani atıyorum komşum benim tavuğumu kesti diye,
ben de onun tavuğunu kesmem. (İstanbul 1)
Eğer kendimin çözebileceğine inandığım bir konuysa kendim halletmeye çalışırım.
Eğer ki hukuksal bir bilgi birikimine gerek varsa ya da hukuksal yollarla
çözülmesi gerekiyorsa muhakkak ki mahkemeye başvururum ve sorunlarımı halletmeye çalışırım. (Sivas 2)


7 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***