31 Temmuz 2017 Pazartesi

1946 Seçimleri ve DP’nin Muhalefet Süreci BÖLÜM 1


1946  SEÇİMLERİ VE DP NİN MUHALEFET SÜRECİ


SAYFA 208


1946 Seçimleri ve DP’nin Muhalefet Süreci 

İdeolojik olarak CHP’den farklı olmayan DP, daha az merkeziyetçi ve daha az bürokratik bir devlet öngörmüştür. Yine de bu model, İnönü’nün hesaplarına 
tümüyle uygun bir gelişim de göstermemiştir. Gerçi model, tüm solu ve meşru olmayan sağı oyun dışında tutmada, kendisinden bekleneni vermiştir. 
Ancak, muhalefetin beklenenden çok daha hızlı gelişmesi, yönetimin birçok umudunu da yıkmıştır. DP kurulur kurulmaz, basının, iş çevrelerinin, 
aydınların ve geniş halk kitlelerinin desteğini hızla kazanarak, tüm yurtta yayılmıştır. 

Bu gelişimi yavaşlatmak için, CHP iki tür önleme başvurmuştur. Birinci türün amacı, halkın teveccühünü kazanıp DP’ye kaymayı durdurmaktır. 

Örneğin, Haziran 1946’da tek dereceli seçim usulü kabul edilmiş 325, yine Haziran’da basın yasasının hükümete gazete kapatma yetkisi veren hükmü kaldırılmış, üniversiteye özerklik tanınmıştır.326 

İkinci tür önlemin amacı ise muhalefetin güçlenmesini engellemektir. 
Bu tür önlemler içinde en göze batanı, 1947’de yapılması gereken genel seçimlerin aniden bir yıl öncesine alınması, böylece, henüz altı aylık 
geçmişi olan muhalefetin doğru dürüst örgütlenmesine fırsat bırakılmamasıdır. Bununla birlikte 21 Temmuz 1946 genel seçimleri, tam bir baskı içinde 
geçmiştir. Seçimlerden önce 6 Haziran 1946’da hükümetin hazırladığı yeni bir seçim kanunu yayınlanmıştır. Artık seçimler tek dereceli ama yine çoğunluk esasına göre yapılacaktır. Türk siyasal yaşamında 1876 yılından beri uygulanan iki dereceli seçim sistemi terk edilmiştir. Basit çoğunluk esasına dayanan seçim sistemi 1960’a kadar siyasal bunalımın kaynaklarından biri olacaktır. DP erken seçim için tam hazırlıklı değildir. 

Kurulalı henüz 6 ay olmuştur. 

Kısa bir tereddütten sonra seçime girmeye karar verilmiş ve yoğun bir seçim kampanyası başlatılmıştır. Demokratların yaptığı mitinglere büyük kalabalıklar 
katılmaya başlamıştır. Bu durum, DP’ye yönelik baskıyı da beraberinde getirmiştir. Bazı DP’li yöneticiler yaralanmıştır. Ama en vahimi Adnan Menderes’in kâhyasının öldürülmesi olayıdır.327 

1946 yılındaki ilk çok partili seçimlerde ilk kez bir siyasal rekabet yaşanmıştır. Seçimler büyük bir heyecan içinde yapılmıştır. 

DP 465 milletvekilliği için 273 aday göstermiş, bunun da ancak 62’si seçilebilmiştir. Ancak daha oy verme sırasında itirazlar başlamıştır. DP’nin seçim 
öncesinde ve sonrasında en çok eleştirdiği konu, seçim yasasının antidemokratik hükümleridir. Seçimlerin ardından da usulsüzlük yapıldığını öne sürerek 
eleştiri dozunu arttırmıştır. Bu amaçla İstanbul başta olmak üzere Bursa, Balıkesir, Adana, Konya ve Ankara’da büyük mitingler yapılmıştır. 

Seçim sonuçlarına itiraz edilmişse de bir sonuç çıkmamıştır. Gerçekten de Türkiye’nin birçok yerinde seçime hile karışmış ve usulsüzlükler yapılmıştır. 
Bu süreçte yapıldığı iddia edilen usulsüzlükler nedeniyle 1946 seçimleri “ Hileli Seçimler ” olarak anılacaktır. DP, seçim ve yargı güvencesinin sağlanmadığını, hükümet ile memurların tarafsız kalmadığını ve seçimlerin CHP’nin baskı ve müdahalesi altında geçtiğini ısrarla vurgulamıştır. CHP ise DP’yi halkı ayaklanmaya kışkırtmakla suçlamıştır. 

Sonbaharda yapılan il genel meclisi üyelik seçimi de benzer bir hava da geçmiş, gerilim tırmanmıştır. 

Türkiye alışık olmadığı muhalefetle tanışmış, parlamentoda sert tartışmalar yapılmıştır. 

Çok partili siyasal yaşam üzerinden henüz bir yıl geçmiş olmasına rağmen Hürriyet Misakı ile başlayıp 12 Temmuz Beyannamesi ile sona eren ilk ciddi siyasal kriz patlak vermiştir. CHP hükümeti, bu kriz sonrasında DP’yi gayrı meşru ilan etme noktasına kadar gelmiştir.328 

İşte bu aşamada DP’nin takındığı tutum, Türkiye’de, sınırlı da olsa çok partili demokrasinin yerleşmesi bakımından, son derece önemli olmuştur. 
DP, meşruiyet sınırlarının dışına çıkmamaya özen göstermekle birlikte, bu sınırlar içinde olabilecek en cesur muhalefeti kararlılıkla sürdürmüştür. 
DP’nin baskıya karşı en etkili aracı, on binlerce insanın toplandığı büyük meydan gösterileri olmuştur. Türk siyasal yaşamında bunun ne denli büyük bir yenilik 
olduğu açıktır. 329 

DP’nin demokrasi mücadelesi, ilk önemli sonucunu 10–11 Mayıs 1946’da vermiştir: CHP’nin Olağanüstü Kurultayında parti tüzüğünde yer alan “ Milli Şef ” ifadesi kaldırılmış ve Değişmez Başkan ” yerine “Genel Başkan”ın seçimle gelmesi esası kabul edilmiştir. Mücadelenin ikinci önemli sonucu, 5 Haziran’da tek dereceli seçim kanunun kabul edilmesidir. Ertesi yıl Recep Peker’in 1 Nisan’da İstiklal Mahkemeleri’nin henüz kaldırılmamış olduğunu hatırlatan tehdidi bir yana bırakılırsa,330 demokratik gelişme açısından daha ümit vericidir. DP’nin (7–11 Ocak 1947 tarihinde yapılan) Büyük Kongresinde Hürriyet 
Misakı karar altına alınmıştır. Buna göre, demokratikleşmenin tam ve gerçek anlamda sağlanabilmesi için: 

a) Anti Demokratik kanunların kaldırılması, 
b) Seçimlerin yargı denetimi altında yapılması, 
c) Cumhurbaşkanlığı ile parti başkanlığının ayrılması gerekmektedir.331 

Bu karar 7 ay sonra kısmen etkisini göstererek, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü 12 Temmuz 1947’de, “12 Temmuz Beyannamesi” olarak anılan bir bildiri yayınlamak zorunda kalmıştır.332 
İnönü yayınladığı bildiri ile tarafları sükunete davet etmiş, çatışmayı uzlaşmaya, kavgayı barışa çevirmiştir. Seçimle oluşan parlamentodaki muhalefet partisi olan DP’nin meşru olduğunu ısrarla belirtmiştir. Çok partili demokrasinin yürüyeceğini vurgulaması ise Türkiye’yi rahatlatmıştır. Böylece çok partili siyasal yaşama geçişte son derece önemli bir rol oynayan İsmet İnönü, ilk krizin de atlatılmasını sağlamıştır. 

CHP 1950’ye kadar geçen dönem içinde ılımlı politikalar takip etmeye çalışmıştır. 

Bürokratların tarafsızlaştırılması, gizli oy açık sayım gibi demokratikleşmeler sağlanmıştır. 

Recep Peker yönetimindeki uzlaşmaz, katı, merkeziyetçi hükümetin yerine Hasan Saka ve Şemsettin Günaltay gibi ılımlılardan kurulu hükümetler getirilmiştir. 
Sonuç olarak 1945-50 arası dönemde siyasi aktörlerin bilinçaltına yerleşen “biz” ve “öteki” kavramları daha da belirginleşmiştir. Çok partili bir sistemin işleyebilmesi için gerekli olan kurumsal düzenlemelerin yapılmamış olması, 1950’de iktidarın el değiştirmesinin nedenlerinden birisi olmuştur. Ayrıca 1950 sonrası iktidar-muhalefet arası ilişkilerin işleyişinde ortaya çıkan sorunlara bu beş yıllık dönemde yaşanan olumsuzluklar da etki etmiştir. 


2. Türkiye’nin Demokrat Partili Yılları 1950 Seçimleri ve DP’nin İktidara Gelişi Seçim Öncesinde Basının Tutumu 

Bu dönemde son derece kısıtlı bir basın hürriyeti söz konusudur. Özellikle 1925 sonrasında Takrir-i Sükûn Kanunuyla,333 rejim otoriter bir karakter kazanmış, neyin yazılıp neyin yazılamayacağı noktasında Matbuat Umum Müdürlüğünden yapılan telkinler katı yaptırımlara bağlanmıştır.334 1930’un sonlarında girişilen çok partili hayata geçiş denemesinin başarısızlıkla sonuçlanması, yeni kurulan parti etrafında yayın yapan gazetelerin de basın camiasından çekilmesine neden olmuş ve rejim yeniden tek partili otoriter idarenin altında tek sesli karakterine dönmüştür.335 

Türkiye Atatürk’ün vefatının hemen ardından kendini birdenbire yeni bir dünya savaşının eşiğinde bulmuştur. Bir yıl sonra sıcak çatışmaya dönüşen milletlerarası ihtilaf, tam altı seneboyunca harbe girip girmeme noktasındaki tereddütlü bekleyişin de etkisiyle çok partili rejime geçişi, ancak harbin demokratik (SSCB hariç) cephe tarafından kazanılması neticesinde dış dinamiklerin dayattığı bir sürpriz olarak mümkün kılmıştır.336 
Basının, Dörtlü Takrir nedeniyle Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü isimlerini sütunlarına yerleştirip bu kişilerden sempatiyle bahsetmesi DP-Basın ilişkisinin başlangıcı sayılabilir.337 Kamuoyunda sol çevreler olarak bilinen pek çok ismin bu evrede DP ile olan samimi yakınlığının, bir müddet sonra CHP’liler tarafından DP’nin komünizmle işbirliği içinde olduğuna yönelik suçlamalar yapmalarına neden olduğu düşünüldüğünde, ellili yıllarda, rollerin nasıl değişmiş olduğu açıkça görülebilir.338 

Zaten ellili yıllarda basının büyük bir kısmı da DP’nin, 1946–1950 arasındaki vaatlerini yerine getirmediği suçlamalarıyla muhalefete geçtiklerini ifade edeceklerdir. 

27 Mayıs’a giden süreci iyi anlamak için demokrasi tarihinin miladı sayılan 14 Mayıs 1950 seçim sürecini iyi analiz etmek gerekmektedir. O dönemin basını incelendiğinde göze çarpan ilk şey gazetelerin tarafsız bir tutum izlemediğidir. İncelenen gazeteler açısından bakıldığında, her gazetenin kendisine yakın hissettiği ya da zaten o partinin yayın organı olduğu için doğal taraftar olduğu göze batan bir gerçektir. Bu yüzden kendine taraftar gazeteler bulmak ya da 
kurmak partiler için önemli bir seçim malzemesi olacaktır. 

DP’nin belki de en büyük seçim aracı basın olmuştur. Kuruluşundan itibaren hakkında her gün olumlu yazılar, makaleler yayınlayan gazeteler, halkın DP’ye yönelmesinde önemli bir etki göstermişlerdir. Özellikle Ahmet Emin Yalman’ın başyazarlığını yaptığı Vatan Gazetesinde, DP’yi tanıtmak ve halka benimsetmek adına ümit verici başmakaleler yazılmış ve halka güven aşılanmıştır. Parti kurulduğunda parti programını birçok yönden tahlil eden Yalman, objektif 
olmaya çalışsa da DP’nin yanında olduğunu göstermiştir. Bunun yanı sıra partinin kurulduğu günlerde Celal Bayar’ın torunlarıyla çekilmiş bir resmini kullanan Vatan Gazetesi, Celal Bayar’ın siyasetçi yönüyle birlikte aile yapısının da kuvvetli olduğunu göstermeye çalışmıştır. 

Bir başka yöntem ise Celal Bayar’ın Atatürk’le çekilmiş resimlerini koymak ve Atatürk’le anılarını yayınlamaktır. Vatan ve Yeni Asır gazetelerinin sıklıkla izlediği bu yöntemler, her ne kadar o günlerde kullanılan bir propaganda şekli olarak görülmese de, halk üzerinde olumlu etkiler meydana getirmiştir. Vatan’ın yanında Tasvir de DP tarafında olmuştur.339 
Dönemin gazeteleri incelendiğinde hemen her gün DP ile ilgili bir yazı veya bir haber bulmak mümkündür. DP’liler buna ayrı bir önem vermişler, başta Celal Bayar olmak üzere bütün kurucular çeşitli sebeplerden dolayı demeç verip, bu demeçlerin gazetelerin birinci sayfasından gösterilmesi için çalışmışlardır. DP gelişimini sağlamak için basının desteğine ihtiyaç duymuş ve bunun öneminin farkına varmıştır. O dönem içinde en etkili reklam, basındır. Gazete, hemen her eve girmese de halk ile siyasi partilerin iletişim aracı haline gelmiştir. 1950 Seçimleri’nden önce Türkiye’de yeni bir gelişme daha yaşanmıştır. 16 Şubat 
1950 itibariyle seçim konuşmaları ilk kez radyodan yayınlanmıştır. Yapılan düzenleme ile radyolarda yapılacak propaganda süresi belirlenmiş, konuşmalar seçimlerden 10 gün önce başlamış 3 gün kala ise son bulmuştur. Partilerin konuşma zamanı ve sırası için kura çekilmiştir. 

CHP’nin seçim çalışmaları döneminde en önemli propaganda aracı, aynı zamanda partinin sesi olan Ulus gazetesi olmuştur. Ulus gazetesi bir yandan partinin faaliyetlerini takip edip halka aktarırken; bir yandan da muhalefeti eleştiren yayınlar yapmıştır. Özellikle DP’lilerin iddia edilen açıklamalarına yönelik haberler yaparak, CHP’ye teveccühün artırılmasına çalışmıştır. Mesela 14 Şubat 1950’de yayınladığı bir haberi şu şekildedir: Seçimde hile yapan DP’li tutuldu. Edremit’in Camcı Köyünde yapılan muhtar seçimine DP’liler hile karıştırmış, İsmail Çelik adında bir demokrat, sandığa fazla rey atarken suçüstü yakalanmıştır. Bu müessif hadiseyi müteakip köy halkından bazıları DP’den istifa ederek CHP’ye yazılmışlardır. Bu vatandaşlar Demokratların yarattığı baskı altında ve hileli bir şekilde cereyan eden bu seçimin iptal edilerek yeniden seçim yapılması hususunda… DP’nin yeni bir taktiği: Propagandacıları dükkân dükkân, ev ev dolaşarak şekerin vesikaya bineceğini söylüyorlarmış…340 

Ulus gazetesi yukarıdaki örneklerde olduğu gibi CHP’yi desteklemeyi teşvik edeni, muhalefeti ise yeren haberlerle gündem oluşturmaya çalışmıştır. Aynı zamanda CHP’nin ocakları, toplantıları, kongreleri adım adım takip edilmiş, CHP’nin saflarına geçenler manşetten duyurulmuştur. 

1950 Seçimleri için propagandalar, Mayıs ayından itibaren başlamıştır.341 Daha köyler elektrik enerjisiyle tanışmamışken köylüler, siyasi söylemin değişmesinde önemli bir payı olan transistorlu radyoyla tanışmışlardır. Radyo sayesinde politikacılar okuma yazma bilmeyen seçmenlerine doğrudan doğruya ulaşabilmiş, bu seçmenler de seçim sürecine etkin biçimde katılmışlardır. 
Bu dönemde Türkiye’de radyo sayısında büyük bir artış olmuştur. Dönemin 
gazeteleri yarım boy Amerikan radyolarının reklamları ile dolarken, Türk halkı yavaş yavaş siyasi hayata, dinleyici olarak da olsa, adım atmaya başlamıştır. 
Basının partilere yönelik yürüttükleri propaganda çalışmaları, seçim öncesinde parti listelerine yansımıştır. CHP listesinde de, DP listesinde de bazı gazete sahipleri, başyazarlar ve yazarlar yerlerini almışlardır. CHP’de yer alanların sayısı daha fazladır. Örneğin, Ulus Gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, Ulus’un eski başyazarı Falih Rıfkı Atay, Son Telgraf’ın sahibi ve başyazarı Etem İzzet Benice, Vakit’in sahiplerinden Hakkı Tarık Us aynı zamanda milletvekiliydiler. Bu kişiler yeniden aday gösterilmişlerdir. Bu kişilere Cumhuriyet Gazetesi’nin yöneticisi Cevat Fehmi Başkut ile yazar Burhan Felek de eklenmiştir. Ayrıca karikatür dergisi Akbaba’nın iki “sahibi ve başyazarı” da bir önceki dönemdeki gibi, CHP listesinde yer almıştır: Orhan Seyfi Orhon ve Yusuf Ziya Ortaç. Onlara, sağcılığıyla tanınmış olmakla birlikte, son sıralarda Ulus yazarları arasına giren Peyami Safa da yeni bir CHP’li olarak katılmıştır. 

DP’de ise Tasvir başyazarı Cihat Baban ile Son Posta sahibi Selim Ragıp Emeç ve -bağımsız olarak- Cumhuriyet Gazetesi sahibi Nadir Nadi vardır. Çünkü DP bu seçimde de bazı adayların yanına parantez içinde bağımsız sıfatı eklemiştir. Bunun anlamı şudur: DP onları, partiye katılmamış olmalarına rağmen memlekete hizmet etme yeteneklerini göz önünde tutarak listesine almıştır. Onlarda bunu kabul ederek DP’yi onurlandırmışlardır. Bunlar arasında CHP’den son anda ayrılan Ali Fuat Cebesoy, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Sinan 
Tekelioğlu da vardır. Ancak birisi daha vardır ki o da CHP tarafından tarafsızlığına güvenilerek Seçim Kanununu hazırlayan komisyonun başına getirilmiş olan Yargıtay Başkanı Halil Özyürük’tür. 

Seçim Öncesinde Ülkedeki Siyasi Durum ;

1950 seçimlerinden önce, DP programının 20. maddesine göre yılda iki kez yapılan istişare toplantısı, 7-9 Ocak tarihleri arasında Ankara’da 153 delegenin katılımıyla gerçekleşmiştir. İstişare sonucunda yayınlanan tebliğde DP, iktidarı seçim sistemi konusunda uyarmış (o zaman seçim kanunu kesinleşmemiştir) ve bu durumun düzenlenmemesi halinde seçimlere girmeyebileceklerini açıklamışlardır: Umumi seçimlere doğru gittiğimiz şu sırada iktidarın haksız ve yersiz bir tecavüz ve tehdit politikası tatbikine kalkışmasını memleket hesabına çok zararlı gördüğünü açıklamak zorundadır. Seçimlerde böyle bir tehdit veya baskı havası içinde gitmeyi kendi hesabına muvaffakiyetli netice verecek bir usul zanneden iktidarın şimdiden bilmesi ve düşünmesi icap eder ki DP memleket hesabına çok ağır ve felaketli neticeler yaratabilecek böyle bir vaziyette vatanın selameti namına umumi seçimlere girmemek kararını vermek zorunda kalabilir. Yahut kötü ve hileli bir seçim neticesinde teşekkül edecek meclise iştirakten istinkâfı (çekince) tek memleket menfaatine daha uygun bulabilir. İşte iktidar mevkiinde bulunanların bütün bu ihtimalleri şimdiden göz önünde bulundurmaları ve dar düşüncelere küçük hesaplara kapılarak memleketi fena akıbetlere götürecek bir hareket hattı takibinden ihtiraz etmeleri lazımdır kanaatindeyiz.342 DP bu söylemiyle bir anlamda Milli Teminat Andı’nı tekrarlamıştır. Bu tebliğe cevap Nihat Erim’den gelmiştir: “Milletin temsil vazifesinden, şu parti kaçarsa onun yerini başka bir parti elbette alacaktır”.343 CHP ile DP arasındaki bu karşılıklı sözlü atışmalar seçimlere kadar devam edecektir. Ulus Gazetesi ise bu tebliğin partiyi bölünme aşamasına getirdiğini, seçime girilmemesi halinde bazı DP’lilerin partiden ayrılacağını yazmıştır.344 
Seçim Kanunu henüz Meclisten çıkmadan ve henüz seçim tarihi belirlenmeden, Ocak ayı sonunda önce DP345, iki gün sonra da CHP seçim kampanyalarına başlamışlardır. Başbakan ise, seçimlerde huzur ve sükûneti bozacak, ülkenin asayişini tehlikeye düşürecek hiçbir harekete izin vermeyeceğini, bunu bir vatan borcu olarak gördüğünü söylemiştir. Her iki parti de seçim kampanyasına, çok önem verdikleri Ege Bölgesinden başlamışlardır.346 

Nadir Nadi, konuyla ilgili “Başlarken” başlıklı makalesinde, önce, Bayar’ın ve CHP Başkanvekili Hilmi Uran’ın aynı trenle İzmir’e gittikleri bilgisini vermiş, bu durumu, “Seçim kampanyasına oldukça demokratik ve Avrupai bir hava içinde giriyoruz” sözleriyle yorumlamıştır. Nadi, aynı makalenin sonunda, CHP’nin dört yıldır oy kaygısıyla devletçilik ve lâiklik ilkelerini iyice zedelediğini, softalara tavizler verdiğini ve ekonomik politikalarda bocaladığını belirterek, bu 
durumun seçimlerde bir zaaf olarak görüleceğini yazmıştır.347 

24 Nisan’da CHP seçim beyannamesini ilan etmiş, Nadir Nadi beyannameyi, içeriğinde "Geçen dört yıl içinde Halk Partisi hükümeti tarafından yurtta müspet olarak neler başarıldığına dair hiçbir bilgiye rastlayamadığı” gerekçesiyle eleştirmiştir. Nadi makalesinin sonunda, beyannamede sürekli olarak gelecekle ilgili vaatlerde bulunulmasından da yakınmıştır.348 CHP seçim bildirgesini yayınladığı 24 Nisan günü milletvekili adaylarını da ilan etmiş, bu listede mevcut milletvekillerinden 169’una yer verilmemiştir. 26 Nisan’da ise DP, listelerini kamuoyuna açıklamıştır. Cumhuriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Cevat Fehmi 
Başkut ve köşe yazarı Burhan Felek CHP’den aday olurken, Ömer Rıza Doğrul ve Nadir Nadi DP listelerinden aday gösterilmişlerdir.349 

1950 seçimlerinde CHP’nin en önemli çalışmalarından birisi de CHP danışma büroları idi. Halkın sorunlarını dinleyecek olan bürolardan yedisi İstanbul’da açılmıştır. Bu bürolara müracaat edenlere sorunların çözümü için yol gösterilecek, kanuni ve idari bilgi verilecektir. 

Öte yandan CHP Genel Merkezinden yayınlanan bir genelgede parti ile yakın ilgilerini devam ettiren üyelerin tespit edilmesi ve partiye yeni üye kaydedilmesi için faaliyete geçilmesi istenmiştir. 

Seçim çalışmaları boyunca CHP’nin işlediği konuların başında dış politika gelmiştir. Başta İnönü olmak üzere CHP tarafından dış politika hususunda, vatanın büyük tehlikelerle karşı karşıya bulunduğu, iktidarın bu konuda zamanında tedbir aldığı ve izlenen yolun bütün siyasi çevrelerin takdirini kazandığı, önümüzdeki senelerde de dış emniyet meselesinin başlıca kaygı 
olacağı, dış politikada gösterilen başarılı icraatların bundan sonra da ehil ellerle (yani CHP) devam ettirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.350 İnönü seçim nutuklarında muhalefet partilerinin bünyesinde barındırdığını iddia ettiği şiddet politikalarını eleştirmiştir. İnönü’ye göre muhalefet partilerinin şiddet politikaları yıkıcı neticelere sebep olmaktadır. Ayrıca seçim konuşmalarında üzerinde durulan önemli konulardan biri de anayasa değişikliği fikridir. 

İnönü demeçlerinde ülkede demokratik şartları geliştirecek şekilde anayasanın 
değiştirileceğine söz vermiştir. Bu fikir CHP’de ilk kez CHP Meclis Grubu Başkanvekili Hüseyin Cahit Yalçın tarafından dile getirilmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın’ın makalesi “Anayasa Meselesi’’ başlığı ile Ulus gazetesinde 20 Aralık 1948’de yayınlanmıştır. İnönü’nün anayasa değişikliği ile ilgili diğer bir yaklaşımı ise “altı okun” anayasadan çıkartılması ile alakalıdır. 

İnönü, Kırıkkale konuşmasında ise “altı temel ilkenin vatandaşa beğendirilmesini CHP kendisi yapacaktır” demiştir. 351 Bu düşünce CHP’nin seçim beyannamesinde de yer almıştır. Seçim çalışmaları esnasında CHP’nin işlediği diğer bir önemli konu ise demokrasi meselesidir. Buna göre “ülkeye demokrasi getiren ve geliştiren CHP’dir. Bundan sonrada demokrasi için CHP şarttır. Demokratik hayata geçmede karar sahibi olan, iç ve dış politikada üstün başarı gösteren İnönü’nün etrafında birleşmek hem rejim hem de gelecek 
için tarihi bir görevdir. Yoksa memleketin geleceği rastgele insanlardan birine nasıl teslim edilebilir.”352 

CHP’liler meydan ve salonlarda bu konular üzerinde dururken muhalefetin şiddet politikalarından da sık sık şikayet etmişlerdir. CHP’lilere göre muhalefet, iktidarın hoşgörüsüne ve iyi ilişkilere verdiği öneme rağmen vatandaşı birbirine düşürücü “husumet antları” ilan etmektedir.353 Böylece 27 Mayıs’ın en büyük argümanlarından birisi olan “ Bölücülük” imajı, DP’liler daha iktidara gelmeden kendilerine iliştirilmeye çalışılmıştır. 

2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder