13 Temmuz 2017 Perşembe

SORULAR & CEVAPLAR ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU BÖLÜM 9


SORULAR & CEVAPLAR  ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU BÖLÜM 9


60. Bireysel başvuruda öne sürülen temel hak ihlali iddiasının diğer yargı mercileri önünde ileri sürülmesi zorunlu mudur? 

Bireysel başvuru, ikincil derecede ve istisnai bir hak arama yoludur. Kişiler, hak ihlali iddialarını öncelikle ilk derece mahkemeleri ve yüksek mahkemeler önünde 
ileri sürmüş olmalıdırlar. Kişiler diğer yargı organları önünde hak ihlali iddialarının karşılık görememesi hâlinde ancak bu yola başvurabilirler. 
Bu nedenle diğer yargı mercilerine bir hak ihlali iddiasını değerlendirme ve gerektiğinde ihlalin sonuçlarını giderme imkânı tanınmaksızın yapılacak bir 
bireysel başvuru reddedilecektir. 
Diğer yargı mercileri önünde usulüne uygun biçimde ileri sürülmeyen bir ihlal iddiasının bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne getirilmiş olması 
hâlinde Mahkeme, bu konudaki başvuruyu, başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulmakta ve iddianın esasını incelemeksizin belirtilen gerekçelerle reddetmektedir. 

Öte yandan bu hususun yapılan pek çok başvuruda gözetilmediği anlaşılmaktadır. 
Örneğin Mahkeme bir kararında, başvurucunun kendi taşınmazının da bulunduğu bölgede uygulanan projeyle ilgili şikâyetlerini öncelikle yetkilive görevli ilk 
derece mahkemeleri önünde dile getirmesi,hatta ilk derece mahkemesinin kararından tatmin olmaması durumunda buna karşı kanun yollarını tüketmesi 
gerektiği halde bunları yapmadan önüne getirilen bir başvuruyukabul edilemez bulmuştur. İncelenen olayda başvurucunun bahsedilen projeyle ilgili şikâyetlerini daha önce davakonusu yaptığına dair herhangi bir belge sunmamış olduğunu, sadece kamulaştırma kararının iptali istemiyle idariyargıda dava açtığını ve bu davanın devam ettiğini tespitetmiştir. Bu durumda başvurucunun bahsedilen projeyle ilgili şikâyetleri hususunda başvuru yollarının tüketilmediği sonucuna varılmıştır (B. No: 2013/1205, 17/9/2013). 

Anayasa Mahkemesi ihlal iddiasının sadece ilk derece yargılaması yapan merci önüne değil onun kararını inceleyen üst merci önünde de dile getirilmesi 
gerektiğini belirtmektedir. 

Benzer şekilde ilk derece mahkemesi önünde ortaya çıktığı iddia edilen hak ihlali iddialarının da o kararı incelemekle yetkilendirilmiş merci önüne taşınması 
gerektiği ifade edilmektedir. Örneğin başvurucu Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) Birinci Dairesi önündeki yargılamada davalı idare tarafından sunulan 
gizlilik dereceli bilgilerin kendisine tebliğ edilmediğinden şikâyet etmiştir. 
Ancak Anayasa Mahkemesi başvurucunun karar düzeltme talebinde bulunduğu nu, fakat bu talebinde bahse konu gizlilik dereceli bilgilerin kendisine  tebliğ  edilmediği ve bu bilgilerin hükme esas alındığına ilişkin herhangi bir iddiayı ileri sürmediğini tespit etmiştir. Dolayısıyla başvuru bu şikâyet açısından 
“ Başvuru yollarının tüketilmemiş olması ” nedeniyle kabul edilemez bulunmuş tur (B. No: 2012/660, 7/11/2013). 

Benzer yaklaşımın başvurucunun başvuru konusuna ilişkin yargı yollarını bizzat tüketmediği durumlar için de geçerlidir. İlk derece ve temyiz mercileri önünde 
davada taraf olarak yer almayanların başvurusu, davanın tarafı olup başvuru yollarını tüketmiş olanlarla birlikte yapılsa dahi sonuç değişmez. Başvuru o kişi 
yönünden kabul edilemez bulunur (B. No: 2013/1205, 17/9/2013). Nitekim Mahkemenin bir kararında, ilk derece mahkemesi önünde dava açan (14) ondört başvurucu dışında kalan (7) yedi başvurucu ve murisinin davaya katılma talepleri hakkında hüküm kurulmadığı, yani (7) yedi başvurucunun bireysel 
başvuruya konu şikâyetleri hakkında daha önce yetkili bir mahkeme önünde taraf olarak yer almadıkları tespitine yer verilmiştir. Bu nedenlerle, (7) yedi 
başvurucunun başvuru konusu işleme karşı kanunda öngörülmüş yargısal başvuru yollarının tamamı tüketilmeden bireysel başvuruda bulunduğu 
anlaşıldığından başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (B.No: 2013/1258, 13/6/2013). 

61. Başvurucunun başvuru yollarını tüketmemesi nedeniyle kesin hüküm hâline gelen kamu işlemi aleyhine bireysel başvuru yapılabilir mi? 

Başvurucunun ihlalin giderilmesi için kendisine maddi ve usulî hukukun tanıdığı bütün imkânları kullanmadan ve dolayısıyla diğer yargı organlarına ihlalin 
ortadan kaldırılması fırsatını tanımadan ihlal iddiasını Anayasa Mahkemesi önüne getirebilmesi mümkün değildir. Aksine bir durumun kabulü bireysel başvurunun 
ikincil niteliğiyle bağdaşmaz. 

Ayrıca kişilerin bireysel başvurudan önce tüketilmesi gereken idari ve yargısal yollarla ilgili mevzuatın öngördüğü usul hükümlerine, özellikle de sürelere, 
uygun hareket etmeleri gerekir. Eğer temyiz veya itiraz süresine uyulmamasından dolayı bu yöndeki dilekçe daha önceki aşamalarda reddedildi ise başvuru yollarını usulüne uygun şekilde tüketmeme nedeniyle bireysel başvuru da reddedilir. 

Nitekim Anayasa Mahkemesi, bir başvuruyu temel hak ihlaline neden olduğu ileri sürülen mahkeme kararına karşı öngörülmüş kanun yolu olan temyize 
gidilmeden yapıldığı gerekçesiyle kabul edilemez bulmuştur (B. No: 2012/1027, 12/2/2013).

Öte yandan, bir kanun yoluna başvurulmuş olması tek başına bu yolun tüketildiği anlamına gelmez. Bir kanun yolunun tüketildiğinden söz edilebilmesi için öncelikle yapılan başvurunun sonucunun beklenmesi ve inceleme süresince de öngörülmüş olan usul ve diğer şartlara uygun hareket edilmesi gerekir. 

62. Yargılanmanın yenilenmesi ile ilgili kararlara karşı başvuru yapılabilir mi? 

Anayasa Mahkemesi, AİHM’den farklı olarak, yargılamanın yenilenmesi talebinin incelenmesi sürecinde adil yargılanma hakkının ihlali şikâyetlerini konu 
bakımından yetkisizlik kapsamında görmemekte, yani incelemektedir (B. No: 2013/781, 26/3/2013). 
Ancak burada iki hususun özellikle altının çizilmesi gerekir: İlk olarak Mahkeme yargılanmanın yenilenmesi talebi hakkında şartları oluşmadığı için verilen 
ret kararlarını sadece adil yargılanmanın unsurları açısından (gerekçeli karar hakkı vb.) değerlendirerek kabul edilemezlik kararı vermektedir 
(B. No: 2013/664, 17/9/2013). Buradaki temel saikin yargılamanın yenilenmesi aşamasında ortaya çıkabilecek keyfiliklerin önlenmesi olduğu söylenebilir. 

İkincisi ise yargılamanın yenilenmesinde derece mahkemesinin başvurunun esasına girerek bir karara varmış olması halidir. Böyle bir başvuru henüz 
yapılmadığından Anayasa Mahkemesinin ilkeleri henüz ortaya çıkmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesinin, ilk derece mahkemesinin yargılanmanın yenilenmesi talebini kabul edip esasa girdiği ve inceleme yaptığı yargılamanın yenilenmesi sebebi yönünden bireysel başvuru kapsamındaki haklardan birinin 
ihlali iddialarını da inceleyebileceği düşünülebilir. 

63. Başvurunun (anayasal açıdan ve uğranılan zarar açısından) önem taşımaması neyi ifade etmektedir? 

Kabul edildiği ülkelerde anayasa mahkemelerinin iş yükünün çok büyük bir bölümünü bireysel başvuruların incelemesi oluşturmaktadır. Bu yoğunluk anayasa mahkemelerini temel işlevlerine yeterince odaklanamama tehdidiyle karşı karşıya bırakabilmektedir. Öte yandan anayasa mahkemelerinin önündeki bireysel başvuruların çok büyük çoğunluğu da onların daha önce karar verip temel ilkeleri belirlediği konulara ilişkindir. Anayasa mahkemelerinin içtihadının belirli olduğu alanda aynı konunun tekrar eden başvurularla incelemeye sunulmaması doğal olarak beklenmektedir. 

Bu sorunla karşı karşıya kalan ülkelerden Almanya, İspanya ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi farklı şekillerde ifade edilse de diğerlerinin yanında 
“başvurunun insan haklarına saygı ve anayasal açıdan önemi”ni yeni bir kabul edilebilirlik kriteri olarak kabul etmişlerdir. Bahsedilen kuruluş ve ülkelerden 
bazıları bu kriter çerçevesinde karar alırken aynı zamanda “başvurucunun uğradığı zarar”ın da göz önünde bulundurulmasını istemektedirler.

Ülkemizde ise 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne getirilen konunun, 
“Anayasa’nın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırının belirlenmesi açısından bir önem taşımaması (anayasal 
açıdan önem taşımama) ve başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı (başvurucunun zararının önemsiz olması) ” hâllerde başvurunun kabul edilemezliğine karar verilebilecektir. 

Bu iki kriteri birbirine bağlayan “ve” bağlacı, bir başvuru hakkında bu nedenden kabul edilemezlik kararı alınabilmesi her iki koşulun da birlikte bulunması 
gerektiğini ifade etmektedir. Diğer kabul edilebilirlik kriterlerinin tamamını karşılayan bir başvuru anayasal açıdan önem taşımasa bile başvurucu açısından 
önemli bir zarar söz konusu ise kabul edilemez bulunamayacaktır. Aynı şekilde başvurucunun zararının çok az olduğu hallerde de eğer o başvuru anayasal 
açıdan önemli ise incelenmeye devam edilecektir. 

Anılan hükme göre bütün diğer kabul edilebilirlik kriterlerini karşılasa (başvuru yollarının tüketilmesi, yetkiye ilişkin kurallar, açıkça dayanaktan yoksun 
olmama vb.) ve hatta bir temel hak ve özgürlüklere yönelik bir ihlalin varlığınadair açık işaretler olsa dahi anayasal açıdan önem ve önemlizarar kriterlerini gerçekleştirmeyen başvuruların AnayasaMahkemesince incelenmesi mümkün olmayacaktır. 

Bu hüküm aslında Mahkemenin her somut olay bağlamında hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak tasarlanmadığını, Mahkemeye Anayasa’nın temel hak ve 
özgürlüklere ilişkin yorumunun derece mahkemeleri tarafından benimsenmesi yoluyla ülkemizde hak ve özgürlüklerin evrensel değerlerle uyumu ve standardını sağlama rolü yüklendiği görülmektedir. Ayrıca düzenlemede kabul edilebilirlik kriterlerinin iki misyonu arasında bir denge kurulmaya çalışıldığı da söylenebilir. Hüküm, bireysel başvurunun objektif yönüne ağırlık vermekle beraber sübjektif yönünü de ihmal etmemek amacındadır. Başka bir anlatımla kanun koyucu bireysel başvurunun bireysel temel hak ve özgürlükleri koruma misyonunu da ihmal etmek istememiştir. 

Bu çerçevede bir bireysel başvurunun çözümlenmesi, başvuruya dayanak olan temel haklara ilişkin kuralların içerdiği genel ilkelerin belirlenmesi, kamu gücünün bu kural nedeniyle bir pozitif veya negatif bir yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı; somut olayda bir ihlalin olup olmadığının belirlenmesi açılarından gerekli ise bu başvurunun incelenmesinde anayasal önemin varlığından söz edilebilir. Buna karşılık bir temel hakka yönelik belli bir müdahale türü bakımından kamunun yükümlülükleri açıklığa kavuşturulduktan ve alınması gerekli tedbirler belirlendikten sonra, aynı nitelikteki yeni başvuruların çözümünün anayasal açıdan önem taşımadığı sonucuna varılabilecektir. 

Buna karşılık yalnız başına böyle bir durumun varlığı, sonraki başvuruların bu gerekçeyle reddedileceği anlamına gelmez. Bir başvurunun önemsiz olması 
nedeniyle kabul edilemez bulunabilmesinin ikinci koşulu, söz konusu hak ihlali nedeniyle başvurucunun da önemli bir zararının da doğmamış olmasıdır. 
Başvurucunun uğradığı zararın önemsiz olup olmadığının tespiti, başvurucunun hem maddi hem de manevi açıdan maruz kaldığı zararın ağırlığının belirlen mesini gerektirir. Ancak her iki açıdan da önemli bir zarar olmadığı sonucuna varılırsa başvurucu bakımından önemli bir zarar bulunmadığı sonucuna varılabilecektir. 

10 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder