31 Temmuz 2017 Pazartesi

27 Mayıs Sürecine Girilirken Dış İlişkiler

27 Mayıs Sürecine Girilirken Dış İlişkiler 

27 Mayıs’a giden süreçte Türkiye’nin dış ilişkilerde iki önemli gelişme yaşanmıştır. Bunlardan ilki Sovyet Rusya ile yakınlaşma girişimleri, ikincisi ise Avrupa Ekonomik Teşkilatı’na katılım için son dönemece girilmesidir. 

Önce SSCB ile ilişkilere değinmek gerekir. 1959’a gelindiğinde Türkiye’deki idarecilerden SSCB ile olan ilişkilerle ilgili olumlu düşünceler dillendirilmeye başlanmıştır. 8 Şubat tarihli Dışişleri Bakanı Zorlu’nun demeci 508 ve 1 Kasım tarihli TBMM’nin açılış konuşmasında Bayar’ın “Son bir sene içinde sulh ve istikrarın gerçekleşmesi bakımından beslenen ümitleri kırıcı birtakım hâdiselerin zuhur ettiğini görmüş bulunuyoruz. Umumiyetle milletlerarası komünizmin çeşitli bölgelerde ihdas ettiği bu hâdiseler yanında, Sovyet Rusya'nın takip etmeye başladığı, şahsi temaslar temini suretiyle ferahlık yaratma siyaseti de gittikçe daha geniş bir şekilde gelişmekte ve bu hareketler, emniyetsizlikten mustarip ve hakiki sulha hasret çeken demokrasilerde, az da olsa, iyimserlik ümitleri doğurmaktadır… Türkiye'nin, emniyet içinde sulhun teessüsünü arzu eden memleketlerden biri olarak, Batı ile Doğu arasındaki münasebetlerin düzelmesi gayesine yöneltilen bütün teşebbüsleri tasvip ve takdirle karşıladığını bir kere daha belirtmek isterim…” şeklindeki demeci ilişkilerde yumuşamaya ivme kazandırmıştır.509 

Basında ise ilişkilerin iyileşmesi gerektiği üzerine yazılmış olan yazılar yer bulmaya başlamıştır. Bu süreç yaklaşık bir yıl boyunca sürmüştür. İki ülke arasındaki ilişkiler uzun yıllar sonucunda en alt düzeyde kalmış iken 11 Nisan 1960 günü Ankara’da ve Moskova’da yapılan bir açıklama diplomatik çevrelerde büyük bir etki göstermiştir. Başbakan Adnan Menderes’in 12 Temmuz 1960 tarihinde Moskova’yı resmen ziyaret edeceği, buna ileride Nikita Kruşçev tarafından iade-i ziyaretle karşılık verileceği kamuoyuna duyurulmuştur. 
Ayrıca haberde Menderes’in Moskova ziyareti için önceden haber verildiği bilgisi geçilmiştir.510 

Nitekim 9 Nisan 1960’ta iki ülke başkentinde aynı anda yapılan ortak açıklamada; iki ülke arasındaki ilişkilerin restorasyonu amacıyla yapılacak karşılıklı ziyaretler kamuoyuna duyurulmuştur. SSCB vekilleri Heyet Başkanı’nın özel daveti üzerine, Başbakan Menderes’in bu ziyareti gerçekleştireceği vurgulanmıştır. Cumhuriyet gazetesi bir gün sonra manşetten: “Türk-Sovyet müşterek tebliği bütün Dünya’da geniş ilgi uyandırdı” şeklinde haber yapmıştır. Ayrıca haberin devamında Moskova ve Washington’un tavrını; Moskova 
“Yapılacak ziyaretler, dünya barışı için önemli bir adım teşkil edecektir” derken Washington’un bu ziyaretler ile ilgili tavrı ise “ABD bu ziyaretlerin Ortadoğu’daki havayı yatıştıracağını ummaktadır” şeklinde verilmiştir. Yine aynı gazetenin yazarlarından M. Piri, Dış politika köşesinde: “Türkiye’nin, Rusya’da karşılıklı emniyete dayanan bir dostluk havasına girmesi, Ortadoğu’daki huzursuzlukları büyük çapta azaltacağı için “Sulha büyük mikyasta yardımı olacaktır” şeklinde yorumlamıştır.511 

Oral Sander Menderes’in gezisini ekonomik zorluklara bağlamaktadır: “Türk-Amerikan ilişkilerinin yeni havası içinde ve ekonomik zorlukların etkisiyle, Türkiye Başbakanı özellikle yardım için Moskova’ya gitmeyi planlamıştır.” Feroz Ahmad da Menderes’in ziyaretini ekonomik beklentilere bağlamakla birlikte bunun tehlikeli şantaj yanına dikkat çekmektedir: “Eisenhower (yönetimi) (Menderes’e Ekim 1959’da) para vermeyi reddetti. Bu noktada, o zamana kadar kararlı bir soğuk savaşçı olan Menderes, gelecek temmuzda Sovyetler Birliği’ni 
ziyaret etmeye karar verdi. Bu karar oldukça dikkat çekiciydi; çünkü Menderes ABD’de bulunduğu sırada kendisini dinleyen Amerikalıları, Sovyetlerin detant girişimlerine aldırmamaları, böyle bir düşmana güvenilmeyeceği konusunda sürekli uyarmışlardı”. Mete Tunçay ise özetle, bu gezinin Amerika tarafından hoş karşılanmadığını ifade ettikten sonra, bu gezinin ekonomik gerekçelerden kaynaklandığını ve ihtiyaç olunan parayı bulmak amacıyla yapıldığını bildirmektedir. Ayrıca bu gezinin sonrasında ABD’nin 27 Mayıs darbesine göz yumarak bir anlamda karşılık verdiğini de vurgulamaktadır. Bu bağlamda tarihçi Mete Tunçay Menderes’in Moskova’ya gidişini ekonomik nedenlere bağlamakla 
beraber bunu ABD’nin 27 Mayıs Hareketine karşı takındığı tavır ile ilişkilendirme yoluna gitmektedir: “Yeterince vurgulanmayan bir nokta, Menderes’in ekonomik sıkıntılara çare aramak için son zamanlarda Sovyetler ile ilişki kurmaya çalışmış olmasıdır. ABD’nin 27 Mayıs Müdahalesine ses çıkartmayışının nedeni, büyük olasılıkla bununla ilgilidir.”512 

Milliyet’te Nur Batur’un yayınladığı; “İngiliz Gizli Belgelerinde Menderes-ABD kavgası ve 27 Mayıs’a doğru” yazı dizisinde bahsetmiş olduğu gizli rapor bu noktada önemlidir. Zira İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği Müsteşarının İngiltere’ye verdiği gizli raporda özetle ABD’nin Menderes ve Zorlu’dan yatırımları durduracak kararlar almaları, sanayileşmeden vazgeçmeleri, ABD’nin Menderes ve Zorlu’nun tutumlarından hoşnut olmadıkları belirtilmektedir.513 

Yine aynı yazı dizisinde Zorlu döneminde Dışişleri’nde Ticaret İşleri Genel Müdürü olan Milli Savunma eski Bakanı Hasan Esat Işık’ın; “Menderes ve Fatin Beyi deviren Amerikalılardır. 27 Mayıs’ı yapan olaylar ve kişiler değildir demiyorum. Ama böyle bir hareketin yapılmasını, Menderes ve Zorlu’nun işbaşından uzaklaştırılmasını Amerikalılar herkesten çok istiyorlardı” demesi önemlidir. Anlaşılan odur ki; ABD özerk ve başına buyruk bir Türkiye arzulamamaktaydı. Onlar çevreleme siyasetine tam teslimiyet beklemiştir. Yine 
DP İktidarı döneminde Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri İktisadi İşler Yardımcısı, Melih Esenbel’de özetle “ABD’nin yıllık büyüme hızının %8-9’dan %4’ler seviyesine indirilmesini ve devalüasyon yapmasını istediğini ve Menderes’in de buna direnerek devalüasyon yapmayarak inşaatına başlanmış olan yatırımların bitirilmesini sağladığından” bahsetmiştir.514 

ABD’nin, DP iktidarının dizginlenmesi için 1954’ten 1958’e kadar döviz ve yardım musluğunu kapaması DP iktidarının da zor günler geçirmesine neden olmuştur. Tüm bu yaklaşımlar ve amaçlananlar DP yönetimi tarafından bilinmektedir. Belki de Türkiye’nin yapmayı planladığı bu yeni açılım DP Hükümetinin yönetimden darbeyle uzaklaştırılmasına olan olaylardan birisidir. 

Darbe ile Menderes iktidarının sona erdirilip, 5 yıl süre ile Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerin tamamen soğumaya terk edilmesi ve darbenin hemen ardından iktidara el koyan askeri idarenin ilk iş olarak NATO ve CENTO’ya olan bağlılıklarını beyan etmeleri dikkate değerdir. 

Yine 27 Mayıs’ın hemen öncesinde AET ile ilgili çok önemli gelişmeler yaşanmıştır. 31 Temmuz 1959 günü Türkiye, AET’ye katılmak için başvuruda bulunmuştur.515 27 Eylül 1959’da Türkiye ile AET arasında ortaklık müzakereleri başlamıştır.516 10 Mayıs 1960 günü, "Türkiye'ye yapılacak öneriler"e ilişkin olarak AET komisyonunun hazırladığı iki seçenekli 
formül ele alınmıştır. Yunanistan ile Türkiye'ye aynı anlaşma modelinin uygulanamayacağı netlik kazanmamış, politik nedenlerle de kesin bir karara varılamamıştır. Üstelik bu farklılığın Türkiye'ye ne şekilde anlatılabileceği, Türk tepkisini hafifletebilecek nasıl bir formül oluşturulacağı da bilinememiştir. Ankara bir an önce "ön hazırlık görüşmelerinin" bitirilip, resmî anlaşma müzakerelerine geçilmesine öncelik vermektedir. Bu nedenle, bakanlar kendi pozisyonlarını kesinleştirmek için süre kazanmak amacıyla, Türkiye'yi tatmin etmeyi 
yeğlemekten yana tavır sergilemişlerdir. Resmî müzakerelerin başlatılması, AET'nin Türk halkına verdiği önemi de gösterecektir. Toplantı açıldığı zaman, konseyin dönem başkanı, bakanlar arasındaki temel sorunla ilgili görüş ayrılığına kısaca değinmiştir.517 Konseyin iki karardan birini alması gerekmiştir. 

1- Yunanistan'a uygulanan formülle müzakereleri resmen başlatıp, Atina'ya önerildiği gibi 12 yılda Gümrük Birliği'ne gidecek bir model. 
2- Türkiye'nin de istediği gibi 22-24 yıllık model. Alınacak kararın politik önemi büyüktür. 

Türklerin, Yunanistan'la paralellik ve dengenin kaybedilmemesi konusundaki hassasiyetini unutmamak gerekmektedir. Alman Devlet Bakanı Van Scherpenberg de politik karar noktasına dikkati çekmiş, ancak modeller arasında büyük farklılık olmamasını istemiştir: “Almanya, Yunanistan'a oranla Türkiye'nin zorluklarının ve özelliklerinin farkındadır. Ekonomik ve ticarî alanlarda farklılıklar da ortada. Türkiye, Yunanistan'a oranla daha az gerçekçi bir yatırım politikası içinde görünüyor. Ancak bu farklılıklar, özellikle hukukî, malî ve ekonomik açıdan tamamen ayrı bir anlaşmayı gerektirecek kadar değil. Komisyon,Yunanistan'a önerilen modelin Türkiye'nin koşullarına ne derece uydurulabileceğini bir defa 
incelesin ve iki anlaşmayı olanaklar içinde birbirine yaklaştırmaya çalışalım.” Hollanda Dışişleri Bakanı Joseph Luns da tüm gerçeklere rağmen, politik sakıncaları nedeniyle, Türkiye'ye, Yunanistan'dan çok farklı bir model önerilmesine karşı çıkıp, "Ben de politik ve psikolojik açıdan, Türklerle müzakerelere Yunan modelinden çok farklı bir şemayla başlamasında sakınca görürüm" demiştir. 

İtalyan Russo, politik öneme rağmen, ortadaki gerçeklerin gözden kaçırıldığına dikkati çekerek, "Türkiye'nin koşullarına daha çok uyacağı için, uzun süreli bir modelle masaya oturulması" üzerinde durmuştur. Fransa da İtalya'yı desteklerken, Avrupa Komisyonu adına toplantıya katılan Jean Rey, behren görüş birliğini toparlamıştır: Herkesin, Türkiye'yle görüşmelerin başlatılmasını istediği anlaşılıyor. Ancak, henüz hangi tip (12 yılda mı, yoksa 22 yılda mı Gümrük Birliği'ne gidilsin) modelin önerileceği konusunda görüş birliği yok. Komisyon, Türklerle 7 Haziran’da görüştükten sonra size bilgi verir ve o zaman kesin karan alırsınız. 

Böylece, daha yüzlerce soru işareti bulunmasına rağmen, politik sakıncaları dikkate alan AET, "Türkiye ile araştırma görüşmelerinin tamamlandığını ve resmî müzakerelere geçilmesini" kararlaştırmıştır. Buna göre Türkiye'yle de Yunanistan gibi Gümrük Birliği yapılacak; ancak süresi ve ortaklığın biçimi, Yunanistan'ın tam aksine ilerde saptanacaktır. Bu kararın üzerinden iki hafta geçmeden, Türkiye'de 27 Mayıs günü darbe olmuş ve her şey durdurulmuştur. Bundan sonra hem AET'de hem de Türkiye'de çok şeyler değişecektir. 

Değişmeyen tek nokta, toplulukla yapılacak anlaşmanın yine "Batı'yla bağ kurma" şeklinde ve politik açıdan değerlendirilip, ekonomik koşullara önem verilmemesi olacaktır.518 

Daha sonra koalisyon hükümetleri döneminde devam eden görüşmeler sırasında Topluluk tarafından önerilen tercihli ticaret anlaşması seçeneğini ise Türkiye reddetmiştir. Yapılan bu ticaret anlaşması önerisinin ardında ekonomik nedenler kadar Topluluğun askeri müdahale sonrasında Türkiye’deki siyasal gelişmelerden duyduğu endişeler nedeniyle ilişkileri sıkılaştırmaktan kaçınma isteği de yatmaktadır. İşte bu yüzden Türk tarafınca kabul edilmeyen ticaret anlaşmasının yerini, yapılan toplam 10 müzakere sonunda 25 Haziran 1963’te Komisyon’un ve Türk hükümetinin temsilcileri tarafından Brüksel’de parafe edilen Ortaklık Anlaşması almıştır. Anlaşma 12 Eylül 1963’te İnönü Hükümeti ve Topluluk yetkilileri arasında Ankara’da imzalanıp 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir.519 


BÖLÜM DİPNOTLARI;

508 Cumhuriyet, 1.3.1959.
508 Cumhuriyet, 1.3.1959. 
509 TBMMTD, C.10, B.3, 1.11.1959, s.10. 
510 Hürriyet,12.5.1960. 
511 Cumhuriyet, 13.5.1960. 
512 Cüneyt Akalın, Askerler ve Dış Güçler, İstanbul, Cumhuriyet Kitap, 2000, s.111-112 
513 Milliyet, 13.2.1989. 
514 Milliyet, 14.2.1989. 
515 Milliyet, 1.8.1959. 
516 Milliyet, 28.9.1959. 
517 Esra Çayhan, Nursin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları: NATO-AB-Türkiye, İstanbul, Afa Yay.- Tüses Vakfı, 1996, s.96. 
518 Daha geniş bilgi için bkz. Mehmet Ali Birand, Türkiye’nin Büyük Avrupa Kavgası, 3. Baskı, İstanbul, Doğan Kitap, 2005. 
519 Ayşe Ceyhan, Avrupa Topluluğu Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Afa Yayınları, 1991, s. 23. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder