29 Temmuz 2017 Cumartesi

İsrail’de Vatandaşlık Anlayışı ve Karşılaşılan Sorunlar Bölüm 1


İsrail’de Vatandaşlık Anlayışı ve Karşılaşılan Sorunlar Bölüm 1

The Issue of Citizenship in Israel 
Berkant YEKELER
1 Serbest Avukat, Bursa Barosu. 


GİRİŞ 

Devletlerin temelindeki insan topluluğu ile kurduğu vazgeçilemez asli ilişkinin gerçekleşme şekil ve sürecinin, İsrail özelindeki istisnai şeklinin, İsrail’in ve 
diğer Ortadoğu ülkelerinin iç ve dış dengelerini yakından etkilediği söylenebilir. 

Dünya tarih sahnesine yer alamaya başladıklarından bu yana genellikle hâkim olunan millet olarak var olup, ilk kez 1948 yılında modern bir devlet kurmuş 
olan Yahudilerin, devletlerini güçlendirmek için benimsedikleri değer ve kavramların kökenleri, gerekçeleri ve ileriye dönük beklentilerinin İsrail’deki vatandaşlık kavramı üzerinden şekilleniş biçiminin, İsrail ve tüm Ortadoğu’da toplumsal fikir ayrılığından terörist eylemlere hatta bölge ülkelerinin silahlı kuvvetlerinin birbirilerine saldırmalarına varan sonuçları olmuştur. İsrail’in, vatandaşlık kavramının kökensel değerleri, uygulama şekli ve yöneldiği istikamet bakımından diğer ülkelerden bir hayli farklı olduğu söylenebilir. 

Yahudi toplumunun tarihi derinliklerindeki dinsel inançlarıyla olan bağlantıları, vatandaşlık kavramını İsrail özelinde daha önemli yapmaktadır. İsrail’in 
kendine özgü vatandaşlık anlayışının temelindeki “Yahudilik” ve “İsrail Vatanı” kavramları hakkında bir bakış açısı edinebilmek için Tevrat’ta bu kavramlara nasıl yer verilmiş olduğunun anlaşılması ve “Siyonizm”in araştırılması gereklidir. 

İsrail vatandaşlarının etnik kökenleri ve farklı kökendekilerin farklı tarihsel süreç tecrübelerinin ortak bir millet oluşturmak noktasında oynadığını rol, vatandaşlık 
hak ve ödevlerinin eşit şekilde uygulanması noktasında ne tür sonuçlar doğurduğu bakımından dikkate alınmalıdır. İsrail’in vatandaşlık rejimi, karşılaşılan sorunlar ve bunlara yönelik çözüm önerilerinin Yahudi olmayan vatandaşların nüfus ve etkinlik bakımından belirli bir sınırı aşmamaları için yapılan veya yapılmak istenen düzenlemeleri içermesi ve bu düzenlemelerin devleti etnik-devlet / ulus-devlet / demokratik-devlet özelliklerinden hangisine yaklaştırdığı noktasında ayrı bir tartışmayı da gerektirmektedir. 

1.Genel Olarak Vatandaşlık Kavramı 

Vatandaşlığın, tarihsel süreç içinde farklı şekillerde tanımlanmış ve siyasi ve sosyo-ekonomik boyutları olan bir kavram olduğunu söylenebilir. Vatandaşlık 
araştırmaları, 1990’lı yıllardan itibaren siyaset bilimi, sosyoloji, tarih, kültür başta olmak üzere disiplinler-arası bir yaklaşımla sürdürülmekte olup (Temelat, 
2010:1-4), bu kavram Thomas Janoski’nin de söylediği üzere çoğu sosyal hareketin temel taşını oluşturduğundan siyasetçiler tarafından sıklıkla dile 
getirilmektedir (Janoski,1998: 8). Vatandaşlığın, kişinin karşılıklı hukuksal bağlar yoluyla bir Devletle olan aidiyetini simgeleyen niteliği olduğu söylenebilir. 
Vatandaşlık anlayışının kökeni Antik Yunan dönemine kadar uzanmakta olup, böyle bir bağın varlığından söz edilemeyecek eski çağlarda kişinin, toplumun 
temelini oluşturan ailelerin birleşmesiyle gelişen topluluklara katılabilmesinde din veya ırk gibi faktörlerin önemli rol oynadığı görülmüştür 
(Loussouarn-Bourrel,1980:652-653). 

Bu yönden bakıldığında, fiili vatandaşlığın, hukuki vatandaşlığı mutlak olarak etkilediği söylenemez (Mayer, 1983: 587). Her ne kadar vatandaşlığın “düşünme, hissetme ve hareket tarzı olduğundan hareketle onun, bir toplumun diğerinden farklılığını oluşturan kültür, sanat ve hukuk düzeyindeki etkinliği” ileri sürülebilirse de Devletin kendi çıkarları açısından kendisine karşı yükümlülük üstlenecek kişilerin vatandaşlık statüsüne dâhil edilme koşullarını saptarken “fiili” durumu her zaman gözetmesi beklenemez. Bu durumda vatandaşlık, homojen bir topluma “fiilen bağlanma” anlamından farklı olarak, Devletin, egemen olmak istediği toplumunu hukuken saptamasını sağlayacak bir faktörü ifade etmektedir (Niboyet,1947:84). Doktrinde, vatandaşlığın, devletle kişi arasında bir “hukuki ilişki” veya kişiye bir nitelik yönelten bir “hukuki statü”olduğu şeklinde iki temel görüş ileri sürülmüştür. 

Bir “ilişki” olarak nitelendirilen vatandaşlığın, “sürekli bir sadakat bağı” şeklindeki değerlendirilmesi, günümüzün modern vatandaşlık kavramı ile 
bağdaşmayacak tır. 
Çünkü vatandaşlığın kabul edilen genel prensiplerinden biri de vatandaşlığın kişiye zorla yüklenemeyeceğidir. Vatandaşlığın bir “hukuki statü”
olarak tanımlanması halinde ise, belirli hak ve yükümlülüklerin kişiye bu statü ile tanınarak yüklendiği kabul edilir. Başka bir deyişle vatandaşlık, kişinin, bu 
statü nedeniyle bir Devlete bağlandığını ifade eder. Statünün içeriğini ise pozitif hukukun öngördüğü hak ve yükümlülükler oluşturur. Her iki tanımda gerçek payı olmakla birlikte, her bir görüşün tek başına ele alındığında yetersiz kaldığı görülmektedir. 

Şöyle ki, vatandaşlığın devletle kişi arasında hukuki bir bağ kurduğu gerçekse de, kurulan bu ilişkide kişinin, “taraf” olabilme koşulunu da yerine getirmesi 
gerekmektedir. Bu koşulun gerçekleşmesi ise kişinin koşulları önceden belirlenmiş bir statüye dâhil olabilmesiyle olanaklıdır (Uluocak,1966:5). 

Günümüz devlet ve toplumları, kendilerini içine girmekten sakınamayacakları küreselcilik, yerelcilik ve bölgesel özerklik noktaları arasında cereyan ettiği 
söylenebilecek yoğun ve etkili bir hareketlenme ile karşı karşıyadırlar. Geçmişin öncelikli gereklilikleri ile tanımlanmış vatandaşlık anlayışının, günümüzün 
liberal, cumhuriyetçi, toplulukçu, etno-kültürel, ekonomik ve stratejik anlayışlarının giderek artan baskıları perspektifinde yeniden ele alınması kaçınılmaz gözükmektedir. Devletleri dogmatik olmaktan çok faydacı olmaya zorlayan bu süreç, muhtemelen her devletin kendi tarihsel, kültürel, siyasal, dini ve ekonomik yaşanmışlıkları içindeki yanlış ve doğrularının güncel verilerle yeniden çözümlemesine neden olacaktır. Bu süreçte vatandaşlık kavramına yapılacak küresel, liberal, cumhuriyetçi, toplulukçu, vb. yüklemelerin, içinde bulunduğumuz yüzyılın temel siyasal olaylarında ciddi etkiler oluşturma potansiyeline sahip olması mümkündür. Devletlerin ön plana taşımayı seçtikleri kimi vurguların, vatandaşlık kavramının yasalar bazındaki eşitlikçi ifadesini, fiili yaşamda çifte standartlı veya taraf tutar bir uygulamaya çevirmesi muhtemel gözükmektedir.

 2. İsrail Vatanı, Yahudi Kavramı ve Siyonizm 

İsrailoğulları’nın Babil sürgünü sonrasında Hz. Musa’nın tebliğ ettiği dini benimsemeyenlere karşı kendilerini tanımlama arayışına girmeleri, onları ayrıcı 
özelliklerini oluşturma ve uluslaşma sürecine götürmüştür. Uluslaşma süreciyle birlikte “Yahudi ve öteki” anlayışı da şekillenmeye başlamıştır (Metli,
2006:29-45). Tevrat anlatımına dayalı ulusların kökeninin* belirlenmesinden sonra ardından Yahudilerle onlar arasındaki farklılıkların ortaya konulması 
çabalarının, Yahudilerin, Yahudi olmayanlarla ilişkilerindeki anahtar kavram olarak “seçilmişlik” inancını ortaya çıkarttığı söylenebilir**. 
Yahudiliği, diğer dinlerden ayıran temel özelliklerden bir diğeri de “kutsal toprak” kavramıdır (Dini Araştırmalar Dergisi, 2004: 20/63). 
İnanışa göre, Tanrı, Yahudilerin atası İbrahim’e kutsal toprak vaadini açıklamıştır (Tevrat,Yaratılış:15). 

Yahudiler, Tevrat’taki bu anlatıma göre kutsal toprakların sınırları konusunda tam bir görüş birliği sağlayamamış olmalarına rağmen, bahsedilen toprakların 
Kenan ülkesini kapsadığından şüphe etmemektedirler. 

Yahudilerin İberik Yarımadası’nda ilk kez varlık göstermeleri M.Ö. 6. yüzyıla, Yahudi olmayanların (Gentile) Yahudiliğe kabulü ve Yahudi misyonerliğinin 
başlaması ise M.Ö. 4. - 2. yüzyıllara (Hellenistik dönem) tarihlendirilmektedir. 1400’lere kadar İberik Yarımadası, kuzey Afrika ve Ortadoğu, Müslümanların 
kontrolü altında kalmıştır. Yahudilerin bir çoğu 1492’de İspanya’dan çıkartılınca Hollanda, İtalya, Balkanlar, Türkiye (Osmanlı İmparatorluğu), kuzey Afrika ve 
Ortadoğu bölgelerindeki topluklar tarafından kabul edilmişlerdir. 1848’den itibaren bütün Avrupa’da boy gösteren özgürlük hareketleri, Yahudilerin özgürleşme sürecine de katkıda bulunmuştur. Yahudilikte cemaatten ulus kimliğine dönüş ve özgürlük duygusu bir anlamda birbirine zıt iki düşüncenin gelişmesine sebep olmuştur. Ulus fikrinin ön plana çıkması bir Yahudi devleti ütopyasını beslerken, pozitivizm ve liberalizmin ön plana çıkması da reformist bir anlayışa zemin hazırlamıştır. 

Ulusalcı grupların tersine reformistler, içinde yaşanılan toplumlarla bütünleşmeyi istiyor ve İsrail devleti arzusunu ikinci plana bırakıyorlardı. 
Bu gruplar sürgünde yaşamak gerektiğini ima eden “sürgün milliyetçiliği” ideolojisini oluşturmuşlardır (Besalel, 2001: I/79). 

Siyonizm, yüzyıllar boyunca Doğu ve Batı Avrupa diasporasında yaşamış, zaman zaman takibata uğramış ve yerlerinden göç ettirilmiş Yahudiler arasında 
Yahudi ulusunun vatan bilincini ifade eden politik bir hareket olarak 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır (Gartner, 2001: 250-252). Leo Pinsker, Yahudi sorununun 
Yahudilerin asimile olmasıyla çözümlenemeyeceğini, tek çözümün uygun bir coğrafyada kendi devletlerini kurmalarıyla mümkün olduğunu belirtmiştir 
(Taylor, 1974: 44-45). Aynı dönemde Filistin’de Yahudi Kolonileri kurmakla ilgilenen bir çok Yahudi örgütü ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri olan “Siyon 
Sevgisi Hareketi”, 1884’te Katoviçe’de Leo Pinsker’in de katıldığı uluslararası bir toplantı düzenlemiş ve Filistin konusunu tartışmıştır. Siyon Sevgisi Hareketi 
ve Leo Pinsker’in ittifakı, Siyonizm’in gerçek başlangıcı olmuştur. Siyonizm, 1897’de Theodor Herzl tarafından Basel’de düzenlenen I. Dünya Siyonist Örgütü 
toplantısı ile örgütlü bir harekete dönüşerek Yahudi dünyasına hâkim olmuştur (Taylor,1974:45-46). Herzl de Yahudi sorununun tek çözümünün Yahudi devleti 
kurulması olduğunu belirterek, bilahare bağımsız bir ulusal Yahudi devletine dönüşecek Arjantin ve Filistin Yahudi kolonilerinin kurulması fikrini savunmuştur. 

1. Siyonist Kongresi’nde, politik Siyonizm tesis edilen hedef ve politikalarının uygulamaya konması ve nihai hedefe ulaşma yollarını araştırmak için bir idari 
yapı oluşturulmuştur (Herzl, 1943: 1-10). 

2. Dünya Siyonist Organizasyonu (DSO) bunun için kurulmuştur. DSO, dünya çapında kurduğu üye organizasyonlar aracılığıyla Yahudilerin Filistin’e yerleşimini özendirmeye çalışmış, Londra’da banka 166 hesapları açarak Yahudilerin Filistin’de toprak satın almaları için ortak fon oluşturmuştur 
(The ESCO Foundation For Palestine, 1947: I/39). 

3. İsrail Devleti’nin Kuruluş Felsefesi Ve Vatandaşlarının Etnik Kökenleri 19. yüzyılın sonunda kurulan Siyonist hareketin ileride kurulacak İsrail devletinin 
vatandaşlık anlayışının temelini attığı söylenebilir. İsrail Devleti’nin, yaşamak üzere İsrail’e göç etmek isteyen Yahudilere izin vererek onlara yasal 
statüde vatandaşlık hakları tanıması, Siyonizmin devlet politikası olarak kabul edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, Yahudi olmalarına rağmen yüzyıllar 
boyunca çok farklı kültür ve dinlere mensup başka devletlerin tabiiyetinde kalarak birbirinden farklı kültürel/sosyal/dinsel/ekonomik/entelektüel tarzlar geliştirmiş olan Yahudi grupların, aynı devletin sınırları içinde toplanmaları bazı sorunları da beraberinde getirmiştir. 

14 Mayıs 1948 tarihinde imzalanan İsrail Devletinin Kuruluş Bildirgesi, İsrail/Yahudi devletinin temel esaslarını teşkil eder. Bu bildirgede, İsrail’in yeniden doğuşunun tarihsel erekleri; Kutsal Kitap peygamberlerinin tasavvur ettikleri gibi hürriyet, adalet ve barış üzerine inşa edilen demokratik bir Yahudi devletinin çerçevesi ve bölgenin tamamının menfaati için komşu Arap devletleriyle barışçı münasebetler için bir çağrı yer almaktadır. İsrail Devleti Bağımsızlık Bildirisi’nin açıklama ve taahhütlerine bakıldığında, oluşturulmak istenen vatandaşlık kavramının genel karakteristiği konusunda bir fikir edinilebilir. Devletin kuruluş felsefesinin temellendirildiği asli kavramın “Yahudilik” olduğu Kuruluş Bildirgesinin ilk satırlarında açıkça gözükmektedir. 

Günümüzde İsrail Devleti, ülkede yerleşmek isteyen her Yahudi’ye vatandaşlık hakkı vermektedir. İsrail çok çeşitli etnik, dinsel, kültürel ve toplumsal yapılardan gelen bir nüfusu barındırır. Küçük, fakat kültürel bakımından aktif, heterojen bir nüfusa sahip olan eski-yeni bir ülkedir. Dört bin yıllık Yahudi geçmişi, bir asırdan uzun Siyonizm hareketi ve yarım asrı geçen çağdaş devlet idaresi, 70 farklı cemaatin varlığını muhafaza etmektedir. 7 milyonluk nüfusun %76.2’si Yahudi, %19.2’si Arap (çoğu Müslüman) ve geri kalan % 4.3’lük kısım ise Dürziler, Çerkezler ve diğer küçük topluluklardan oluşmaktadır. 

Yahudiler genel olarak 3 (üç) ana gruba ayrılmaktadırlar. Bunlar, Aşkenazlar2, Sefaralar3 ve Mizrahilerdir4. Aşkenaz Yahudileri yönetici sınıfını ve nitelikli 
işçileri oluşturmaktadır. Sefarad Yahudileri ise mavi yakalı işçi sınıfını temsil etmektedir. Sefarad ifadesi günümüz Yahudi Dünyası’nda Aşkenaz kökeninin dışında kalan tüm Yahudileri, Mizrahi ifadesi ise daha çok Arap ve Arap dünyasına komşu ülkelerdeki Yahudiler için kullanılmaktadır (Deniz, 2009 :15). İsrail, yıllar boyunca dünyanın dört bir yanından göçmen almıştır. 1970’lerde 100.000, 1989’dan bu yana ise bir milyondan fazla Sovyet Yahudisi İsrail’e göç etmiştir. 1980’ler ve 1990’larda ise Etiyopya kökenli Yahudiler olan “Falaşa”lar İsrail’e göç etmişlerdir. Ülke nüfusunun % 24 kadarını oluşturan ve Yahudi olmayan 1,7 milyon insan ise topluca İsrail’in Arap vatandaşları olarak adlandırılmaktadırlar. Müslüman Arapların sayısı bir milyona yakındır. Bedevi Araplar 30 kadar aşirete mensupturlar. Hıristiyan Arapların sayısı 117.000, Arapça konuşan Dürzîlerlerin sayısı 100.000, Müslüman Çerkezlerin sayısı ise 3.000 civarı olarak belirlenmiştir. İsrail bir mozaik olsa da, temelde var olan Yahudi önceliği ve bundan hareketle siyasal iktidara sahip olan Aşkenaz ağırlığının, İsrail’in bünyesinde barındırdığı ancak etno-dinsel kökeni Yahudi-Musevi olmayan cemaatlerle gerçek bir kaynaşmayı ciddi anlamda zora soktuğu söylenebilir. 

4. İsrail Vatandaşlığının Kazanılması Ve Kaybedilmesi 

İsrail’de devletin temel kuruluşunu ve kişilerin temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen kurallar, somut bir anayasa metni içinde toplanmış değildir. 14 Mayıs 1948 tarihli Kuruluş Bildirgesi’nde5 anayasa yapımı için bir kurucu meclis oluşturulacağı öngörülmüş ve bu meclis 25 Ocak 1949’da göreve başlamışsa da; dinci kesimle laik kesimin önemli konularda anlaşamamaları nedeniyle anayasa hazırlama işi ileriye bırakılmıştır (Hirschl,2011:323) İsrail, çeşitli konularda kabul edilmiş Temel Kanunlardan oluşmuş bir anayasal sistemi benimsemiş durumdadır (Onar,2003:1). Temel Kanunlarda öngörülen sınır ve çerçevelere uygun olarak çıkartılan İsrail Vatandaşlık Kanunu, vatandaş ve Devlet arasında bazı hak ve yükümlülükler ortaya koymaktadır. İsrail Vatandaşının Hak ve Yükümlülükleri Knesset için oy verme hakkı, İsrail Savunma Kuvvetleri’nde görev yapma yükümlülüğü, ulusal sigorta yükümlülüğü, geri dönüş yapan vatandaşlara sağlanan yardımlar ve gümrük ve mal girişleri olarak düzenlenmiştir. 

“İsrail Vatandaşı” tanımı, kanundan kanuna değişiklik göstermekle birlikte temel ölçüt olarak şahsın “hayat merkezi”ni almaktadır. Nüfus Kayıt Kanunu, İsrail vatandaşını “İsrail’de İsrail vatandaşı olarak veya göçmen vizesi veya sertifikasıyla veya daimi ikamet izniyle ikamet eden şahıs” olarak tanımlamak tadır. 
“İsrail vatandaşı” kavramının başka kanunlarda yer alan diğer tanımlamaları da vardır. Yabancı Para Birimi Kontrolü Kanunu kapsamındaki herhangi bir suçla 
alakalı bir ceza isnadında, İsrail vatandaşı “yabancı vatandaş olmayan” olarak tanımlamaktadır (İsrail Yüksek Mahkemesi Kararı, 58/8: 43-4). İsrail Vatandaşlık Kanunu’nda vatandaşlığın kazanılmasına olanak tanıyan doğum, geri dönüş, İsrail ülkesinde ikamet ediyor olma, İsrail’de doğma ve ikamet ediyor olma, evlat edinilme, resmi makamca vatandaşlığa kabul veya imtiyaz edinme durumlarının her birinde vatandaşlığın nasıl kazanılacağı ayrıntılarıyla düzenlenmiştir. 

Kanun, vatandaşlığın kazanılmasıyla ilgili öngörülmüş yolara ilaveten İsrail Savunma Kuvvetleri’nde vazifesini yerine getiren ve çocuğunu İsrail Savunma 
Kuvvetleri’ndeki vazifesi sırasında kaybeden şahıslara da (İsrail’de yaşamak istemeleri şartıyla) vatandaşlık verilebilmesini düzenlemiştir. İçişleri Bakanı’nın 
İsrail Savunma Kuvvetleri kontrolünde bulunan bölgede ikamet eden herhangi bir şahsı İsrail Devleti’yle ve çıkarlarıyla uyumlu olduğuna ve devletin güvenliği, 
ekonomisi veya diğer önemli meselelerinde ilerlemesini sağlayacağına kanaat getirdiği takdirde istisna tutarak vatandaşlığa kabul etmesi de mümkündür. Ayrıca İçişleri Bakanı’nın özel bir sebep nedeniyle veya kendi fikirleri doğrultusunda farklı istisnai şahıslara da vatandaşlık verme hakkı bulunmak tadır. Bir İsrail vatandaşıyla veya İsrail Vatandaşlık Kanunu’nun 5. ve 6. Maddelerdeki şartları sağlayan herhangi biriyle evlenen şahıs, kendisi bu şartları sağlamasa dahi İsrail vatandaşlığına kabul edilir. Bir şahsın yurttaşlık talebinde bulunan reşit olmayan çocuğu, eğer kabul sürecinde İsrail’de veya İsrail Savunma Kuvvetleri’nin kontrolündeki bölgede ikamet etmekteyse, yurttaşlığa kabul edilmiş olan şahsın çocuğun velayetine sahip olması şartıyla, vatandaşlık alabilir. Velayetin her iki ebeveyne de ait olduğu durumlarda, ebeveynlerden biri yurttaşlığa kabul başvurusunda bulunurken diğeri, çocuğun yabancı uyruklu olması şartıyla çocuğun yurttaşlığa kabul edilmesini önleyebilir 6. 

Vatandaşlığın kaybedilmesi konusu da, tıpkı kazanılmasında olduğu gibi kanunda düzenlenmiştir. Kanunun 10., 11. ve 12. maddeleri İsrail vatandaşlığının 
“vatandaşlıktan vazgeçme”, “diğer vatandaşlığı sürdürebilmek için “vazgeçme”, “fesih” ve “yazılı emirle iptal” yollarıyla nasıl sona ereceğini düzenlemiştir. 
Kanunun, vatandaşlık hakkından vazgeçmeyi düzenleyen 10. Maddesinde, yetişkin bir İsrail vatandaşının, İçişleri Bakanlığı’na yapacağı yazılı bir başvuru 
ile vatandaşlık hakkından feragat edebileceği belirtilmiştir. Ancak Kanun, ebeveyni tarafından reşit olmayan çocuğunun vatandaşlık hakkından vazgeçilmiş olduğu hallerde, çocuğa, 18-22 yaş döneminde vatandaşlık hakkını geri almasına olanak tanıyacak başvuruda bulunma hakkı da tanımıştır. 
Kanun’un 11. maddesi, İçişleri Bakanı’na bazı özel durumlarda yeni göçmen bir vatandaşın diğer vatandaşlığını sürdürebilmek için yaptığı feragat başvurusunu 
kabul etme yetkisi vermiştir. 

Vatandaşlığın feshi 11. Maddede düzenlenmiştir. Sızmaları Önleme Yasası’nda belirtilen ülkelerden (Suriye, Lübnan, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak ve 
Yemen) herhangi birine yasadışı bir geçiş veya bu ülkelerden herhangi birinin vatandaşlığına geçiş yapan şahısların, İsrail’den ayrılış tarihinden geçerli olmak 
üzere İsrail vatandaşlıkları feshedilir. Bu madde nedeniyle vatandaşlığın feshedilmesi durumunda, vatandaşlığı feshedilen şahsın çocuklarının vatandaşlıkları 
da feshedilir. 

İçişleri Bakanı’nın yazılı emriyle vatandaşlık iptali yapabileceği durumlar ise Kanun’un 12. maddesinde düzenlenmiştir. Böyle bir iptalin yapılmasına neden 
olacak gerekçeler, İsrail Devleti’ne karşı sadakatsizlik ve İsrail vatandaşlığına alınırken yanlış bilgi beyan edenlerin bu durumlarının anlaşılması olarak 
düzenlenmiştir. Bu madde nedeniyle vatandaşlığı feshedilen şahsın çocuklarının da vatandaşlıkları iptal edilmektedir. Vatandaşlığın yitirilmesi, İsrail vatandaşlığından doğan yükümlülüklerin, şayet vatandaşlığın feshi tarihinden önce gerçekleşmiş olması gerekiyorsa bundan sonra yerine getirilme 
gereğinin olmadığı anlamına gelmemektedir.7

 5. İsrail Vatandaşlarının Hak Ve Yükümlülükleri 

İsrail Devleti’nin tanıdığı vatandaşlık hakkının gereği olarak ilgili kişiler nezdinde bir kısım hak ve yükümlülükler gündeme gelmektedir. Parlamento ve 
yerel seçimler için oy verme, terhis edilen askerlere tanınan haklar, geri dönüş yapan vatandaşlara ve bilim insanlarına tanınan haklar, ticari teşebbüs yardımı, 
istihdam yardımı, kimsesiz askerlere sağlanan yardımlar, uçak bileti fiyatında indirim, İbranice öğrenim yardımı ve mal girişinde vergi muafiyeti vatandaşlara 
tanınan haklar, İsrail Savunma Kuvvetlerinde görev yapmak ve ulusal sigorta yaptırmak ise vatandaşlığın temel yükümlülüğü olarak belirtilebilir. 

İsrail Savunma Kuvvetleri’nde görev yapmak İsrail vatandaşlarının yükümlülüklerinin başında gelmektedir. Bu yükümlülük aslen 1986 tarihli Güvenlik Hizmetleri Kanunu’nunda yer almakta olup “celp eri” tabiri ile tanımlanmış olan İsrail vatandaşı veya İsrail’de kalıcı olarak ikamet eden 18-54 yaş arası erkek ve 18-38 yaş arası kadınları kapsamaktadır. İsrail Savunma Kuvvetleri’nde görev yapma yükümlülüğü İsrail Devleti vatandaşlarına, farklı bir ülkede ikamet ediyor veya o ülkenin vatandaşı olsalar dahi zorunlu koşulmaktadır.8 

Ulusal Sigorta yaptırma ve bunun aidatlarını ödeme yükümlülüğünün gündeme gelebilmesi için bu kapsamdaki İsrail vatandaşının yaşamının İsrail’de 
merkezlenmiş olması gerekir. Ulusal Sigorta Kurumu, yabancı ülkede beş yıldan fazla ikamet etmiş olanların İsrail vatandaşı olup olmadıklarını belirlemede 
kullanmak üzere özel bir mülakat yayımlar. Yine, İsrail dışında altı aydan fazla ikamet eden İsrail vatandaşları, yurtdışındaki ikamet süreleri boyunca 
Ulusal Sigorta prim ödemesini yaptıklarını teyit etmelidirler. 9 

6. İsrail’de Başlangıçtan Günümüze Vatandaşlık Rejimi ve Yaşanan Sorunlar 

İsrail Devleti, benimsediği vatandaşlık rejimi nedeniyle kurulduğu günden bu yana bazı sorunlar yaşanmıştır. Yahudiler, İsrail Devleti’nin 1948 yılında 
kurulmasından çok önce milletleşip bir anlamda devletini arayan millet halinde iken, modern İsrail Devleti’nin kuruluşuyla devletine kavuşan millet haline 
gelmiştir. 
Bu durumun, o ana kadar millet olarak varlığını korumasını sağladığına inandığı temel değerleri yeni devletin vatandaşlık rejiminin temeline “Musevilik” 
ve “Yahudilik” kimlik ve etnisitesi olarak koyulmasına yol açtığı söylenebilir. Tevrat’ta ve Yahudilikte hayli etkili olan “öteki” kavramının, İsrail’in vatandaşlık 
anlayışında da ön plana çıkmasının birçok soruna neden olduğu söylenebilir. 

6.1. İsrail’in Vatandaşlık Rejimi 

Tarihsel olarak, İsrail kendisini bir göçmen ülkesi olarak görmemiştir. David Ben-Gurion dünya üzerindeki her Yahudiye İsrail’e yerleşme hakkı veren Dönüş 
Yasası’nı (1950) İsrail Parlamentosu’na sunarken bunun bir göçmen yasası olmadığını, aksine devletin kurucu yasası olduğunu; çünkü bu yasanın 
Yahudilere önceden sahip olmadıkları bir hakkı değil bilakis Yahudilerin İsrail Toprakları’nda İsrail Devleti’nin kurulmasından önce var olan kadim haklarını 
verdiğini, bu topraklarda devlet kurulmasının Yahudilerin bu topraklar üzerindeki haklarının doğal sonucu olduğunu, Yahudilerin bu topraklarda yaşama 
haklarının İsrail Devletinin kurulmuş olmasından doğmadığını, bilakis kurulan devletin bu topraklar üzerindeki Yahudilerin kadim haklarının bir ürünü olduğunu belirtmiştir (Peled,1992: 432). 

İsrail Devleti’nin mevcudiyetine ilişkin bu felsefe, yasal düzenlemelerde öngörülen hükümler çerçevesindeki bazı vatandaşlık haklarının fiili uygulamalar 
sırasında ülkenin Yahudi vatandaşları bakımından sorun oluşturmamasına rağmen Yahudi olmayan diğer vatandaşları bakımından sorun yaşanmasına neden olmaktadır. 

Esas itibariyle bir İsrail vatandaşı veya İsrail’de daimi oturma izni olan bir kimse ile evlilik yapmak dışında, Dönüş Yasası kapsamına girmeyen kişilerin 
İsrail’e göç yoluyla gelmeleri mümkün değildir. 2003 yılında ikinci intifada bağlamında alınan geçici bir tedbir kapsamında Vatandaşlık ve İsrail’e Giriş Kanunu / Geçici Emir yürürlüğe konulmuştur (Hahukim, 2003: 544) . 

Bu kanun bir yıl süreyle İşgal Edilmiş Topraklarda mukim bulunan Filistinlilere İsrail’de oturma izni ya da İsrail vatandaşlığı verilmesini İsrail vatandaşları 
ile evli olsalar bile yasaklıyordu. Bu tarihten itibaren yürürlükte olan ve süresi tekrar tekrar uzatılan “geçici emir”in, İsrail’in Filistinli vatandaşlarını İsrail 
vatandaşı olmayan Filistinli eşleriyle ve çocuklarıyla birleşme hakkından mahrum etmek suretiyle ilk defa İsrail’in bireylerinin vatandaşlık hakları ile İsrail’in 
Yahudi vatandaşlarının vatandaşlık hakları arasında açık bir ayrım meydana getirdiği söylenebilir.

6.1.1. 

Düşman Uyruklu Şahıs 

İşgal Altındaki Topraklarda yaşayan Filistinlilerin “düşman uyruklu” şahıslar oldukları ve bu yüzden İsrail’in aile birleşimi için bile olsa bu kişilere İsrail’e 
göç etme izni vermesi gerektiği gibi bir yükümlülüğünün bulunmadığı düşünülmüştür. 
Ancak bu düşüncenin temelinde bir varsayım bulunmaktadır. Varsayıma göre, Filistin Ulusal Otoritesi, İşgal Altındaki Toprakları çok etkili bir biçimde 
yöneten ve İsrail ile savaşa iştirak etmiş ve halen oluşum sürecindeki bir devlettir. 
Oysa gerçekte durum bundan hayli farklıdır. İsrail, Filistin bölgesinin etkin egemenidir ve buradaki yerli Filistinli nüfusu İsrail’in ikinci sınıf vatandaşı olarak 
bu kontrol sistemine katmıştır. Bunların çoğu askeri yönetim altında yaşayan her türlü haktan mahrum kişilerdir. Filistin Ulusal Otorite’sinin 1995 ile 2000 
yılları arasında Batı Şeria’da belli bir otonomi sahibi olduğu doğrudur. Ancak bu otonomi İsrail’in bölgelerdeki hâkim otoritesinden kaynaklanmaktadır 
(Peled, 2007:10). 

İsrail’in 2002’de Batı Şeria’yı yeniden işgal etmesi, Filistin Ulusal Otoritesi’nin elindeki otonom alanların tamamen yok olmasıyla sonuçlanmıştır. 
Bu durumda, İşgal Altındaki Topraklardaki insanların statülerinin İsrail vatandaşı olarak ya da İsrail’de oturma izni olan kişiler olarak değiştirilmesinin 
“göç” olarak kabulü mümkün olmayacaktır. Tüm bunların yanında, Yeşil Hat’tın (1967 sınırı) her iki tarafındaki Filistinli nüfus bir ulusal grubu oluşturmaktadır. 
Bu iki grup yirmi yıl boyunca (1948-1967) birbirinden zorla ayrılmış fakat 1967’yi takip eden 35 yıl boyunca (1967-2002) pratikte serbest etkileşim olanağına sahip olmuşlardır. 

Bu iki Filistinli nüfus arasında kuvvetli ekonomik, kültürel ve ailesel bağlar bulunmaktadır ve yıllarca İsrail vatandaşı olmayan Filistinliler İsrail 
toplumuyla -ikinci derecede bir öneme sahip olacak şekilde- bütünleştirilmeye çalışılmıştır. İşgal Altındaki Topraklarda yaşayan Filistinlilerin, İsrail ile savaş 
içinde olabilecek bağımsız siyasi bir birimin vatandaşı olmamaları nedeniyle düşman uyruklu şahıs olarak nitelendirilmeleri de mümkün gözükmemektedir 
(Peled,2007:11). 

İsrail’in Filistinli vatandaşlarının aile birleşiminin engellenmesine gösterilen ana gerekçenin İsrail devletinin güvenliği olduğu açıktır. 

Bu gerekçe, yaşam hakkının diğer her türlü haktan önce geldiği gerekçesine dayandırılmakta ve herkesin yaşam hakkının güvence altına alınması için İsrail’in 

Filistinli vatandaşlarının bazı haklarında kısıtlamalara gidilmesi bu çerçevede hem ahlaken hem de hukuken gerekçelendirilebilir olarak değerlendirilmektedir. 
Oysa bu gerekçeyi güçlendirmek amacıyla ileri sürülen kanıtlar bir hayli zayıf gözükmektedir. Zira İsrail’in Filistinli vatandaşları siyasi davranışlarında son 
derecede dikkatli olup kanunlara uygun hareket etmektedirler. Buna bağlı olarak da, İşgal Altındaki Topraklar’da yaşayan “göçmenler” de dâhil olmak üzere, 
aralarında devletin güvenliğini tehdit edenlerin sayısının kayda değer olmadığı rahatlıkla söylenebilir (Peled,2007:12). 

6.1.2. Sınırların Kaydırılması 

Gerçek bir Yahudi etnik devleti kurarak hissedilen yaşamsal güvenlik endişelerinden kurtulmak düşüncesiyle İsrail’in Filistinli nüfusunun ülke dışına 
“transfer edilmesi” yönündeki 1948 öncesi Siyonist düşüncesinde derin kökleri bulunan bir fikir, ilk kez somut bir siyasi program olarak 1984 yılında Rabbi 
Meir Kahane’nin Knesset’e seçilmesiyle gündeme gelmiştir. Kahane, İsrail vatandaşı olsun veya olmasın bütün Filistinlilerin etnik temizliğini savunmuştur 
(Morris,2007:1-15). İlerleyen dönemde Oslo Süreci olarak bilinen Arap-İsrail görüşmelerinin başarısızlığı, Ekim Olayları ve İkinci İntifada’nın başlamasının 
“nüfus transferi” fikrinin daha karmaşık bir gerekçeyle tekrar canlanmasına neden olduğu söylenebilir: Filistinlileri yerinden oynatmaktansa İsrail’in doğu sınırı batıya doğru kaydırılarak, sınır bölgesinde mukim Filistinlilerin kendilerini Batı Şeria’da bulmalarını sağlanmak suretiyle İsrail vatandaşlığından mahrum 
edilmeleri. İlk bakışta temelinde iyi niyet gözüken bu düşünceye göre, İsrail Batı Şeria’da yer alan Yahudi nüfusa sahip yerleşim bloklarını ilhak etmesi 
karşılığında gelecekte kurulacak olan Filistin devletine İsrail sınırında Filistinli nüfusa sahip bir toprak parçası verilecektir. Bu “toprak ve nüfus değişimi” 
sayesinde İsrail demografik bakımdan daha da Yahudi ağırlıklı bir nüfusa sahip olacak, Filistin devleti de bir miktar toprak elde edecektir. 

Toprak değişimi fikrinin, Filistin-İsrail çatışmasının iki devletli çözüm sürecinin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından İsrail’in tek taraflı olarak oluşturduğu 
Gazze’den ve Batı Şeria’nın bazı bölümlerinden geri çekilmek gibi toprak düzenlemeleri bağlamında ortaya çıktığı söylenebilir (Alpher, 2006:1-10). Bu 
planın uygulanması en fazla 200.000 Filistinli İsrail vatandaşını veya İsrail’in Filistinli vatandaşlarının %20’sini vatandaşlıklarından mahrum edeceğinden, 
demografik bakımdan çok büyük bir değişikliğe neden olmayacaktır. Ancak bu planın uygulanmasının İsrail’in hukuk kültüründe büyük değişimler yapmasını 
gerekli kılmasının kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Zira İsrail kanunlarında vatandaşlık hakkı temel bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir ve devlete karşı çok ciddi suçlar işlemiş kişilerin bile vatandaşlık hakkından mahrum edilmeleri oldukça zorlaştırmıştır.10 İsrail yasalarına göre, bir grup İsrail vatandaşını sadece belirli bir bölgede ikamet eden Filistinliler oldukları için vatandaşlıktan mahrum etmek olanaksız gözükmektedir (Peled,2007:129. İsrail’in Filistinli vatandaşlarının oy verme hakkına sahip vatandaşlar oldukları göz önüne alındığında, İsrail’in, İşgal Altında Bulunan Topraklarda oluşturduğu “kontrol sistemi” ile İsrail vatandaşı olan Filistinliler ile olmayan Filistinliler arasındaki farkı bulandırmak ve karmaşıklaştırmak suretiyle İsrail’in Filistinli vatandaşlarını vatandaşlık haklarından mahrum etme eğiliminde olduğu söylenebilir. Kaldı ki, Ekim 2000 olaylarını soruşturan Or Komisyonu tarafından bunun büyük bir problem olduğuna işaret edilmiştir. 


2 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder