31 Temmuz 2017 Pazartesi

28 ŞUBAT MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYON RAPORU BAŞKANININ SUNUŞ KONUŞMASI



   28 ŞUBAT MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYON RAPORU  BAŞKANININ SUNUŞ KONUŞMASI  

ÜLKEMİZDE DEMOKRASİYE MÜDAHALE EDEN TÜM DARBE VE MUHTIRALAR İLE DEMOKRASİYİ İŞLEVSİZ KILAN DİĞER BÜTÜN GİRİŞİM VE SÜREÇLERİN TÜM BOYUTLARI İLE ARAŞTIRILARAK ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA KURULAN MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORU 

   28 ŞUBAT MECLİS ARAŞTIRMA KOMİSYON RAPORU
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376) 

KOMİSYON BAŞKANININ SUNUŞ KONUŞMASI  

“Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.” 
Hz. Mevlana 

Türkiye’de çok az iş “birlikte” yapılabilmektedir. Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun iktidar ve muhalefet partilerimizin tamamının ortak önergeleriyle ülkemizin en hayati meselesi olan darbeleri “birlikte” araştırması, sorgulaması ile bu anlamlı işi millet iradesinin yegâne temsilcisi olan TBMM çatısı altında başarıyla sürdürmesi ve tamamlaması; kamuoyumuzun, medyamızın, akademik ve entelektüel dünyamızın büyük ilgisine ve desteğine mazhar olmuştur. 

Hiçbir kesimin yekdiğerinin sesini boğmadığı darbeleri araştırma sürecine katkı sunan komisyon üyelerimiz ve siyasi partilerimiz başta olmak üzere, darbeler karşısında demokrasi duyarlılığı gösterdiği için araştırmamıza katkı sağlayan, tartışan, sorgulayan ve konuyu yakından takip eden kamuoyumuza ve medyamıza şükranlarımızı sunuyoruz. Bu süreçte aldığımız muazzam kamuoyu desteğinin bize duyulan itimadın yansıması olduğu kadar darbeler karşısında 75 milyon vatandaşımızda oluşan bilinç, akıl ve vicdan’ın demokrasi kültürümüzün kuvvetlenmesi ve temellenmesi açısından da son derece hayati bir örneklik teşkil ettiğini düşünüyoruz. 

Aynı bilincin, aklın ve vicdanın darbe ve muhtıralar karşısında bir irade olarak güçlendiğini görmek Türkiye için son derece önemli bir tecrübe olmuştur. Oluşan bu iradenin darbelerin izlerini yok edecek olan sivil anayasamıza da kuvvetli bir referans olacağını düşünüyoruz. 

Darbe, devlet adına, devletin gücüyle topluma dayak atılması, elinde silah olanlar tarafından meşru iktidarın gasp edilmesidir. 

Milletin güvenliği, ülkenin selameti için kendilerine emanet edilen silahları belli dönemlerde millete doğrultan ilkel, modern ve post-modern darbelerin tamamı gayrı hukuki ve gayrı meşrudur. 

Sonuçları itibariyle insanlığa karşı işlenmiş bir suç olarak gördüğümüz darbeler sadece demokrasiye darbe vurmakla, meşru yönetimi alaşağı etmek ve devlet yönetimine el koymakla kalmamış, vatandaşların vatandaşlık aidiyetlerini de sakatlayarak toplumun psikolojisi üzerinde telafisi zor yaralar açmıştır. 

Bugün dahi, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alındığı, devletin hukukla sınırlandığı, vatandaşların hukuk güvenliğinin eksiksiz sağlandığı tam bir hukuk 
devleti ve bütün vatandaşlarını eşit zeminde sahiplenen ileri bir demokrasi olma yolunda aşmaya çalıştığımız sıkıntıların ve temel sorunların kaynağında darbelerin bıraktığı ağır hasarlar ve kalıcı izler olduğu muhakkaktır. 

Çözülmesi gereken her soruna, sarılması gereken her toplumsal yaraya, dindirilecek her acıya yakından bakıldığında; hukukun, aklın, vicdanın askıya alındığı, hak arama yollarının kapandığı, toplumun kutuplaştırıldığı, keyfilik, zorbalık, şiddet ve hukuksuzluğun hüküm sürdüğü darbe dönemlerinin etkileri mutlaka görülecektir. 

Darbeler, sadece askerlerin kazan kaldırdığı, Silahlı Kuvvetlerin topluma dayak attığı yahut eli beli silahlı insanların yönetimi belli bir süre için gasp ettikleri arızi ara rejimlerden ibaret değildir. Aksine, darbeler sistematik bir kurgunun ve projenin ürünü olarak ara rejimlerini vesayet kurumları üzerinden sürekli ve daimi kılmak istemişlerdir. Darbeleri gerçekleştirenler kendilerini ve darbelerini Cumhuriyetin kurucu iradesi ve kurucu ideolojisi ile temellendirerek, devlete sahipliklerini güçlü vatan ve millet sevgisiyle gerekçelendirilmişdir. 

Darbeciler her zaman vatanı, vatandaşlardan daha çok sevdiklerini söyleyerek darbe yapmışlardır. Darbeciler meşru siyaseti ve siyasetçileri itibarsızlaştırarak meşruiyet alanını tekellerine almak istemişlerdir. 

Hiçbir darbe milli değildir ve bütün darbeler milli olarak isimlendirilmiş kurumlar eliyle gerçekleşmiştir. Darbeciler, millete rağmen ama millet için, halka rağmen halk için darbe yaptıklarından “Milli Birlik Komitesi”, “Milli Güvenlik Konseyi”, “Milli Güvenlik Kurulu” gibi millete ve devlete vasilik yapacak kurumlar ihdas etmişlerdir. 

Anayasa yapma yetkisini de -kurucu irade ve kurucu ideolojinin vekâleti üzerlerinde olduğu için- sadece kendilerinde görmüşler ve her şeyi gasp yoluyla bu hakkı kullanmışlardır. 

Yaptıkları anayasanın aleyhine tek bir muhalefet cümlesi edilmesini bile yasaklayarak, anayasayı; bütün öncülerini, meşru temsilci ve sözcülerini hapishaneye attıkları ya da sürgün ettikleri topluma cebren onaylatmışlardır. Toplumun karşı koymaması, darbeden daha büyük bir felaketle yüzleşmemek içindir. 

İç düşmanlar belirleyerek ülkeyi kendi müdahalelerine hazır hale getiren darbeciler devlete ve topluma büyük kötülük yapmış, ağır maliyetler ödetmişlerdir. Kendilerine hem düşman belirleme hem de belirledikleri düşmanı yok etme yetkisi veren darbeciler aynı zamanda hukuk düzenine el koyarak anayasa yapma yetkisini de tekellerine almışlardır. 

Darbecilerin ortak ifadesiyle bütün darbelerde cunta yönetimleri “şartların olgunlaşmasını beklemiş” ve “şartlar olgunlaşınca” darbe yapmış ve yönetime el 
koymuşlardır. 

Tarihi bir süreklilik içinde kurgulanan darbeler birbirinde yaşamış, birbirinde devam etmiştir. 27 Mayıs 28 Şubat’ta, 12 Mart 12 Eylül’de yaşamıştır. 
Demokratik seçimlere, toplumsal dönüşüme, insan hak ve hürriyetleri alanındaki hukuk reformlarına ve evrensel kriterlere dönük bütün çabalara rağmen Türkiye’de yaşanan askeri darbeler öyle derin yaralar açmıştır ki, toplumun bir kesimi için 27 Mayıs, başka bir kesimi için 12 Mart, başka bir kesim için 12 Eylül, başka bir kesim için 28 Şubat devam etmiştir. 

Darbeler tarihine geçen “28 Şubat, bin yıl sürecek” ifadesi sadece siyasete ve topluma dönük bir tehdit olduğu gibi yapılan darbenin fiili bir darbe olarak kurgulandığının açık bir ifadesidir. Nitekim sadece Refahyol Koalisyon Hükümeti devrilmemiş ve parçalanmamış; onun yerine kurdurulan Koalisyon hükümetleri ve ağır bir istiskal ile partiler paramparça edilmiştir. 

Darbelerinin “bin yıl yaşayacağı” sözü yerde kalmış, Türkiye darbeden çıkmış, güçlü bir demokratik istikrar dönemi inşa edilmiştir; o söz de ne yazık ki, Türkiye’nin belleğinde kalmıştır. Unutulmamalıdır ki, bu söz sadece Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun değil; Kenan Evren’in de Memduh Tağmaç’ın da, Cemal Gürsel’in de ve diğer cunta lideri ve darbeci kadrolarının da düşünme biçimidir. 

Darbeler, hayatın bütün alanlarını, egemenliğin bütün unsurlarını, baştanbaşa devlet teşkilatını, hukuku, ekonomiyi dizayn etmek üzere gerçekleşmiştir. Dolayısıyla darbeler sadece kurulu düzeni, devlet teşkilatını, tasfiye edilecek yönetimleri, tedavülden kalkacak anayasaları değil; aynı zamanda yapılacak anayasa ile birlikte entelektüel, akademik hayatı, düşünce dünyasını, hatta sanatı, edebiyatı ve medyayı da hedef alır, düzenler, şekillendirir. 

Darbe dönemlerinde düşünce hayatını olduğu gibi toplumun duygu dünyasını da tazyik altına alarak muhalefet ihtimalini kırmak için sistematik olarak korkular ve korkuluklar üretilir. 

Darbecilere yardım ve yataklık edenler, üretilmiş korkuların örgütlendiği darbe süreçlerinde topluma karşı yürütülen psikolojik savaş unsuru olarak aktif roller alırlar ve sosyal psikolojiyi sevk edilmek istenen istikamete yönlendirirler. 

Türkiye’nin aydınları ve akademisyenleri özellikle darbe dönemlerindeki tutumlarını sorgulamak durumundadır. 

Darbeciler Tuzak Kurar, Pusu Kurar 

Darbeler demokrasiye tuzak kurarak, toplumu tahrik ederek, ayrıştırarak, çoğu zaman pusu kurarak tasarlanan ve taammüden işlenen suikastlardır. 
Darbeler tarihi aynı zamanda ‘komünizm’, ‘irtica’, ‘bölücülük’ gibi kozmik laboratuvarlarda üretilmiş öcülerin, hayaletlerin ve kışkırtılan korkularımızın da tarihidir. 
Darbeciler milletin değerlerine karşı örgütlenerek/ çeteleşerek topluma ve devlete kötülük tasarlayan, elde edecekleri çıkar ve kazanımlar üzerinden işleyecekleri suçlara ortaklığı, işbirliğini planlayan ve her tür kirli pazarlığa ve yönlendirmeye açık olan insanlardır. 

Dolayısıyla darbecilik organize bir suçtur. 

Halkın elinden hukukunu almak için devlete ve devlet organlarına el koymak, devletin gücünü halka karşı kullanmaktır darbecilik. Eski yaraları kanatarak, yoksa yeni yaralar açarak yapacakları darbeye zemin hazırlayan darbeciler, geleceğe mutlaka yeni yaralar, yeni çatışma alanları bırakırlar. 

Ülkemizde toplumun hafızasına ‘Kafes’ ve ‘Zindan’ olarak kazınmış olan ‘Yassıada’, ‘Mamak’, ‘Metris’, ‘Ulucanlar’ ve ‘Diyarbakır Cezaevi”nin yaşattığı travmaların sonuçları ne yazık ki henüz ruhumuzu zedelemeye devam etmektedir. Milletimizin meşru temsilcilerini “düşük”, “düşkün”, “hain”, “mürteci” ilan eden darbeciler henüz 17 yaşındaki genç bir muhalif için “asmayalım da besleyelim mi” diyecek kadar vicdanlarını askıya almışlardır. 

Darbeleri Araştırma Komisyonumuzun çalışmaları esnasında belirginleşen şu husus çok manidardır: Her darbe - farklı toplumsal ve siyasal kesimleri hedefliyormuş gibi görünse debütün topluma bedel ödetmiştir. Darbecilerin yürüttükleri strateji farklı toplumsal kesimleri karşı karşıya getirmek olmuş ve bu projelerinde başarılı olmuşlardır. 

Maşeri Vicdanı Böler Darbeler 

27 Mayıs darbesinin yıl dönümlerini bayram olarak kutlayacak bir taraftar kitlesi bulmak darbecilerin yürüttükleri toplumsal mühendislik açısından önemli bir başarıdır. 
Toplumu ayrıştırarak darbeye giden yolu açmış, aynı yoldan giderek darbeler eliyle statükolarına süreklilik kazandırmışlardır. 

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada’da demokrasi, hukuk, adalet ve vicdan sehpaya çekilmiştir. 1971’de, 1980’de, 1997’de yaşanan şey aynıdır. Darbeciler esas hedeflerini toplumsal mühendislik üzerinden yürütülüyor. 1971’de sehpaya göndereceği evlatlarına “1960 anayasasına bağlılık mitingi” düzenlettiren mekanizmanın yürüttüğü toplumsal mühendislik faaliyeti çok düşündürücüdür. 

27 Mayıs darbesinde, askeri yönetimin toplumsal mühendislik faaliyeti Türkiye sathında devam etmiştir. Yapılacak anayasa da, darbeye karşı çıkması muhtemel kimselerin derdest edilmesi de başlangıçta tasarlanmış, projelendirilmiştir. Darbeyle eş zamanlı olarak, tehlike arz ettiği düşünülen insanlar savcı, hakim, mahkeme görmeden sorgu sualsiz derdest edilerek kamplara, hapishanelere alınmışlardır. 

Milyonlarca vatandaşın çaresiz gözleri doğal olarak Başbakan Menderes ve arkadaşlarının idam edileceği Yassıada’ya çevriliyken darbelerin toplumsal mühendislik projelerini göstermesi açısından üzerinde çok az durulmuş çarpıcı bir örnek 1960 Sivas Kabakyazı’da kurulan kamp örneğidir. 

1960 darbesinden hemen sonra Sivas’ta Doğu-Güneydoğu aşiretlerinden insanların, aşiret liderlerinin, dini önderlerin (485 kişi) toplandığı Kabakyazı Kampı, 27 Mayıs’ı yapan Milli Birlik Komitesi üyelerinin ve bu darbecileri kurtarıcı olarak alkışlayan aydınların milli birlik ve bütünlük konusunda sahip olduğu devlet tasavvurunu ortaya koyan son derece çarpıcı örneklerden sadece biridir. 

485 seçilmiş kişinin 9 ay boyunca sorgusuz sualsiz tutulduğu ve sonra sürgün edildikleri Sivas’taki Kabakyazı Kampı’nın Türkiye’ye ödettiği maliyeti, vatandaşlık bağlarının zayıflaması yönünde ne ölçüde zarar verdiğini kimse hesaplayamaz. Keza; aynı otoriter anlayış, korku, şiddet ve dayakla vatandaşı terbiye etme yöntemini 12 Eylül darbesinde neredeyse bütün toplumu derdest edecek, bütün toplumu sıra dayağından geçirecek kadar ileri noktalara götürmüştür. Bugün yaşadığımız acıların o gün orada yaşatılan acılarla ilişkisini kim ortaya koyabilir, ortaya konması halinde kim telafi edebilir? 

12 Eylül, Hem Kıyım Hem Yıkım 

12 Eylül Darbesi hem bir kıyımdı hem de bir yıkım. Önce toplum “sağ” ve “sol” şeklinde iki kutba bölündü, zehirli husumet tohumları ekildi, büyük cinayetler işlendi, darbe için darbecilerin ifadesiyle “şartlar olgunlaştırıldı.” Darbenin son gerekçesi Konya’daki “Kudüs Mitingi” oldu. İlginçtir, Kudüs’ün Türk Darbeler tarihinde çok özel bir yeri var. 28 Şubat darbesinin en önemli gerekçelerinden biri de Sincan’daki “Kudüs Gecesi”ydi. 

Darbe şatlarını oluşturan darbe öncesi iklimde ise Taksim, Maraş, Çorum gibi kitlesel olayların dışında önemli cinayetler işlendi. İlk faili meçhul cinayetlerden biri olan Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu cinayetini müteakiben Bedrettin Cömert, Abdi İpekçi, İlhan Darendelioğlu, C. Orhan Tütengil, Nihat Erim, Gün Sazak, Kemal Türkler, Ümit Kaftancıoğlu cinayetlerinin hepsi Türkiye’yi darbeye sürüklüyordu. 

Evet, 12 Eylül’de toplumun bütün katmanlarının üzerinden tanklar geçti. Korku, tedhiş, kaos iklimi herkesi rehin aldı. Neler oldu: 12 Eylül 1980’den 24 Kasım 1983’e kadar, Askeri Cunta lideri Kenan Evren’in başında olduğu Milli Güvenlik Konseyi’nin Korku İmparatorluğu Türkiye’ye nefes aldırmadı. 

TBMM lağvedildi. 

40 gün önce güvenoyu alan hükümet lağvedildi. 
Anayasa lağvedildi. 
Partilerin hepsinin kapısına kilit vuruldu. 
Siyasi liderler, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit ve Alpaslan Türkeş, kadrolarıyla birlikte hapsedildi. 

Her Darbe Resmi İdeoloji Adına 

12 Eylül darbesi, 12 Mart ve 27 Mayıs resmi ideoloji adına yapıldı. Keza 28 Şubat’ta da öyle oldu. 27 Nisan bildirisinin ruhu da aynıdır. Her darbe döneminde her karakolda resmi ideoloji adına sıra dayağından geçirildi toplum. Darbeci askerler “biz vaktiyle sivilleri uyardık” diye kendilerini savundular. 27 Aralık 1979’da Cumhurbaşkanı Korutürk’e bir mektup göndermişlerdi. “Bütün partiler Atatürkçü görüşle bir araya gelsin” diyen bir mektup. “Atatürkçü görüşle” bir araya gelmediği için partiler, yönetime el koymak için 
şartlar oluştu dediler. Hiç utanmadan, sıkılmadan işledikleri sayısız insanlık suçundan pişmanlık duymadan darbeciler yıllar boyu yaptıklarını savundular, savunuyorlar. 

Hangi insanlık suçları işlendi 12 Eylül’de. Bütün toplum tedhiş altına alındı. 12 Eylül büyüklüğünde bir darbenin verdiği hasar tespit edilemez; ama bazı rakamlar darbenin boyutlarını gösterebilir: 

650 bin insan gözaltına alındı. 
1 Milyon 683 bin kişin fişlendi. 
7 bin insan için idam istendi. 
517 insana idam cezası verildi. 
50 insan idam edildi. 
71 bin insan eski TCK 141, 142 ve 163. maddelerden, yani düşünce suçundan yargılandı. 
58 bin insan örgüt üyeliğinden yargılandı. 
30 bin insan “sakıncalı” olarak işten çıkarıldı. 
14 bin insan vatandaşlıktan çıkarıldı. 
23 bin dernek kapatıldı. 

Darbe, Ülke Çocuklarını Yer 

Elim bir helikopter kazasıyla aramızdan ayrılan merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun Mamak zindanında çektiği acılar da kayıtlarımızdadır. Keza cunta lideri Kenan Evren’in “bir sağdan bir soldan” mantığıyla idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu, Cengiz Bakdemir, Ahmet Kerse, Halil Esendağ, Selçuk Duracık, Fikri Arıkan, Cevdet Karataş, Ali Bülent Orkan gibi gençler sağdan idam edilenlerdi. 
Soldan idam edilenler ise; Necdet Adalı, Erdal Eren, Serdar Soyergin, Veysel Güney, Ahmet Saner, Kadir Tandoğan, Mustafa Özenç, Seyit Konuk, İbrahim Ethem Coşkun, Necati Vardar, Fikri Arıkan, Ali Aktaş, Ramazan Yukarıgöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan, İlyas Has, Hıdır Aslan. 

Cezaevlerinde işkence altında ölen insanların sayısı ise ne yazık ki halen tespit edilemiyor. Bilinen, 12 Eylül’den sonra sadece Diyarbakır cezaevinden 50’nin üzerinde insanın cenazesinin çıktığıdır. Araştırmamızın çıkardığı sonuçlardan bir de darbecilerin işkenceleri fişlemediğidir. İşkencenin fişi olmazmış istihbarat, emniyet istihbarat, jandarma ve gardiyan raporlarında. 

İhbar Jurnal, Espiyonaj ve Fişleme 

12 Eylül’de bunlar oldu ve kayıtlara girmeyen milyonlarca vaka oldu. Bir şey daha oldu ki, bu en aşağılık uygulamasıydı 12 Eylül’ün. Aynı uygulama 28 Şubat sürecinde de devreye sokuldu. Bütün toplumsal dokunun ahlaki zeminini yok edecek bir “İhbar mekanizması” kuruldu bütün ülke sathında. Önüne gelen komşusu için, mesai arkadaşı için isimli/isimsiz ihbarlarda bulundu. Bütün mahalle karakollarından dağ başındaki karakollara kadar on binlerce ihbar sonucu insanlar devletle karşı karşıya getirildi. 

Evet, “İhbar, jurnal, espiyonaj, fişleme” darbecilerin en büyük özellikleridir. Toplumdaki güven zeminini yok etmenin, kaygı, kuşku, korku iklimini yaygınlaştırarak kaos ortamı oluşturmanın en kestirme yolu, ihbarcılığı teşviktir. Milletin genetiğiyle oynamak, toplumsal dokuyu zehirlemek ve bin yıllık bir arada yaşama tecrübesiyle ebedi insanlık değerlerini ihbarcılık yoluyla zehirlemeden daha tehlikeli, daha alçak bir yol yoktur. “6-7 Eylül olayları yaşanırken İstanbul’da Gayrı Müslim komşularımızdan birine bayrak birine Kur’an-ı Kerim vererek komşularımızı kurtardık” diye komisyonumuza o günleri anlatan Prof. Sacit Adalı’nın anlattığı olay olağanüstü hallerde provokatörlerin, jurnalcinin, ihbarcının, fişleme yapanın hangi mukaddes değerleri, hangi evrensel, manevi, milli, insani değerleri, sembolleri ve zaafları kirli emelleri için kullandıklarını göstermesi açısından son derece çarpıcıdır. 

İhbarcılıkla, fişlemeyle cuntacılar, vatandaşları sadakat testlerinden geçiriyor ve dilediğini potansiyel “hain” ve “iç düşman” olarak; dilediğini de “sadakat sahibi güvenilir vatandaş” olarak fişlemiştir. İhbarcılığa teşvikte en çok da devlet kurumları içinde, üniversitelerde sonuç almışlardır. 12 Eylül darbesinde yüz binlerce ihbarın olduğu, 25 bin işlem gören ihbarın kayıtlara girdiği tespit edilmiştir. 
28 Şubat sürecinde ise milyonlarca fişleme devlet eliyle yapıldığı için, üniversiteler başta olmak üzere on binlerce ihbar gerçekleşmiş ve işlem görmüştür. Darbeleri sebep ve sonuçlarıyla, öncesi ve sonrasıyla araştırmamızın vardığı sonuçlardan biri olan şu gerçeğin altı özellikle çizilmelidir: Darbelerin beslediği bir süreç olarak toplumsal grupların karşıtlığı, husumeti, gerilimi üzerinden ya hazırlanan darbeye ya da yürürlükteki darbeye zemin hazırlanmıştır. Milletimizi kutuplaştıran, ayrıştıran bu gerilimli, çatışmacı 
zemin üzerinden vesayetin koyu gölgesi sürekli kılınmak istenmiştir. 
Darbe dönemlerinde milletin değerleri üzerinden fay kırıkları oluşturulmuş ve o hassas noktalar sistematik olarak tetiklenmiştir. 1 Mayıs’ta “İstanbul olayları”, “Taksim”, “Maraş”, “Çorum”, “Sivas”, “Malatya” gibi büyük acıların yaşandığı olaylar sadece can ve mal kayıplarının yaşandığı olaylar değildir. Sonuçları başlangıçta tasarlanmış, Türkiye’yi bir yerden bir yere taşımaya çalışan bir projenin eseridir. Komisyonumuz Türkiye’ye ağır bedeller ödeten bu projenin farklı dönemlerde farklı uygulayıcılar eliyle yürürlüğe konmuş aynı proje olduğu kanaatindedir. Darbeleri örgütleyen bu sistematik akıl, toplumu ideolojik, kültürel, sınıfsal, dini, mezhebi, etnik bölünmeye, çatışmaya tabi tutmakla toplumun gücünü, milletin direncini kırmayı amaçlamıştır. 
1990’lı yıllarda Sivas ve Başbağlar provokasyonları 12 Eylül paşasının ipucunu verdiği “bir sağdan bir soldan mantığıyla astık” anlayışıyla aynı çatışmacı, aynı merhametsiz anlayışın kurguladığı provokasyonlardır. Faili meçhul cinayetler büyük ölçüde öyledir. 

Darbeler, elbette her zaman darbecilerin istediği sonuçları vermemiştir. Milletimiz nihayetinde büyük provokasyonu, büyük tuzakları, büyük pusuları her defasında bertaraf etmiş; vatandaşlarımız ülkesine aidiyet duygusunu, dayanışma ruhunu, kardeşliği, vatandaşlığı, birbirinin hukukunu korumayı yitirmemiştir. 

Siyaset Kurumuna ve Sivil Topluma Darbe 

Darbeler siyaset kurumunu özellikle zayıf bırakmayı hedeflemiştir. 27 Mayıs darbesinde iktidar partisi olan Demokrat Parti, 12 Eylül’de bütün siyasi partiler 
kapatılmış, 28 Şubat’ta iktidardaki Refah Partisi ve ardından kurulan Fazilet Partisi, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay eliyle kapattırılmış, iktidar ortağı olan Doğru Yol Partisi, DSP, ANAP gibi partiler ya parçalatılmış ya da halk nezdinde siyaset yapamayacak hale getirilmişlerdir. 
Sivil toplum sivil karakterini ön planda tutarak örgütlenememiş; sendikalar, dernekler, vakıflar ara rejimlerde hep devlete göre vaziyet almışlardır. Çünkü darbecilerin el koyduğu devlet, gerek görmesi halinde kapıları mühürler, lüzum görmesi halinde büyük acılar yaşatır. 

Komisyonumuzun araştırma sonuçları da göstermiştir ki, darbeler karşısındaki durumu/duruşu bakımından, hiç de yüz ağartıcı bir sivil toplum geleneğimiz yoktur. 
Darbe dönemlerinde hemen hizaya getirilen, meşru siyasetin karşısında saf tutabilen militarizme boyun eğen bir anlayış özellikle 28 Şubat sürecinde öne çıkan “Beşli inisiyatif” yahut kendi ifadeleriyle “ Beşli Çete ”, karakterine müdahale edilmiş bir sivil toplum örneği sergilemişlerdir. 

KAYNAK PDF FORMATLI

https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss376_Cilt1.pdf

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ  DARBELERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU  RAPORU 

Dönem: 24 
Türkiye Büyük Millet Meclisi  Demokrasiye Girişi 
Kasım 2012   S. Sayısı: 37  
Türkiye Büyük Millet Meclisi (S. Sayısı: 376) 


***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder