Recep Peker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Recep Peker etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Aralık 2020 Perşembe

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM 2

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK?  BÖLÜM 2


ATATÜRK, BUGÜNLERE NASIL GELDİK,Cüneyt Arcayürek, Recep Peker, Cumhuriyet Halk Partisi,İsmet İnönü,

Yüreğimde, kafamda ve anılarımdaki İsmet İnönü'yü... 

Ölümünün 34. yılında (2007), İsmet İnönü ve başarıları, hizmetleri üzerine pek çok şey söylendi. Anıtkabir'deki mezarında yapılan törene, Cumhurbaşkanlığı dâhil devletin sivil asker önde gelenleri, tabii Ömer ve Erdal'ın ölümünden sonra hayattaki son evladı Özden Toker ve çocukları katıldı. 

Buraya ölümünün 34'üncü yılında bir belediye başkanının, İsmail Ünal'ın sözlerini almayı yeğliyorum...İnönü'yü kısa fakat özlü biçimde anlatıyor: 
“...İsmet İnönü, önce asker, sonra Cumhuriyet'in iki numaralı kurucusu, siyaset adamı, Mustafa Kemal'in başbakanı, daha sonra iktidarını çok partili rejime geçişte devreden lâik bir devlet adamı, muhalefet lideri ve partisinin genel başkanlığını devrederken de yeni genel başkanını ceketini ilikleyerek karşılayan dev bir liderdi. İşte bugün böyle bir dev lideri anıyoruz. CHP'nin önderini anıyoruz...” 

...Ve Liste 

İmam hatip açan hükumetler: 

1951-1959: Adnan Menderes 19 adet 
1962-1963: İsmet İnönü 7 adet 
1965-1971: Süleyman Demirel 46 adet 
1974-1975: Bülent Ecevit 29 adet 
1975-1978: Süleyman Demirel 233 adet 
1978-1979: Bülent Ecevit 4 adet 
1979-1980: Süleyman Demirel 36 adet 
1984-1989: Turgut Özal 90 adet 
1990-1992: Mesut Yılmaz 23 adet 
1992-1993: Süleyman Demirel 12 adet 
1994-1995: Tansu Çiller 13 adet 
1995-1997: Diğer hükumetler 97 adet 
Rekor Süleyman Demirel'de: 327! 

Kenan Evren: “Cennetlik” 

1982 Anayasası'na okullarda zorunlu din derslerini koyduran asker; Kenan Evren'dir.

Danışma Meclisi anayasa üzerindeki çalışmalarını bitirmiş ve metin son şekli verilmek üzere beş orgeneralden kurulu Millî Güvenlik Konseyi'ne sunulmuştur. 
Tutanaklara göre, din dersleri konusuna gelindiğinde Kenan Evren; - diğer generallerin karşı çıkmasına karşın – din derslerinin zorunlu olmasında ısrar etmiştir. Söylediği özetle şudur: 

Babalardan annelerden mektuplar alıyorum. Öldüğümüzde çocuğumuz başımızda dua edemeyecek mi? 

Bu gerekçe ile millî eğitimde zorunlu din dersleri anayasaya konuldu. 
Milliyet'in İnternet sitesinde yayımlanan bir röportajda; Fethullah Gülen, Kenan Evren için şöyle konuşuyor: 

“...Evren Paşa demokrasinin kesintiye uğraması ve daha pek çok açıdan tenkit edildi. Ancak din derslerini mecburi yapmakla yararlı bir iş yapmıştı. Gençlerin çoğu onun bu icraatı vesilesiyle din eğitiminden nasip almışlardır. Yaptığı iş o kadar büyüktür ki, doğrusunu Allah bilir, hiçbir sevabı olmasa bile bu icraatı ona yeter. Cennete gidebilir...” 

...Bay Fethullah Gülen geliyor! 

Amerika'da ABD'nin himayesinde bir çiftlikte yaşıyor; ancak Gülen cemaati, TV 
istasyonları, dergileri, gazeteleri ve kaynağı asla anlaşılamayan maddi olanaklarıyla hemen her yerde, devlet içinde, medyada, hâttâ futbol kulüplerinde söz ve etki sahibi. 

“Laik devlet yapısını değiştirerek dinî kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyette bulunmaktan” sanık olarak Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde muhakeme edilen Fethullah Gülen; 10 yıl kadar hapis cezası ile yargılandı. Ancak karar kesin hükme bağlanmadan Rahşan Affı ile ve beş yıl içinde aynı suçu işlememek kaydıyla cezası ertelendi. 

İddianamede yazıldığına göre, günümüzde Nurcular; “Gazeteciler, Şuracılar, Fethullah Gülen'ciler, Yazıcılar” olarak faaliyet göstermektedir. 

Yine iddianamede yazıldığına göre; Nurculuğun lâik cumhuriyete ve Atatürk'e karşı bir hareket olduğunu görebilmek için Nur Risalelerine bakmak gerekmektedir. Barla mektupları sayfa 53: Atatürk'ü kastederek “Tek gözlü Deccal, ya iman et, ya dünyanın maskarası olacaksın” denilmiştir. 

“Sönmez” adlı risalede (sayfa 21-22) Atatürk kastedilerek “Ayasofya Camisi'ni put haneye, meşiat makamını kızlar lisesine çeviren bu adamı sevmemenin bir suç olması imkânı var mıdır” denilmiştir. 

İddianamede “Fethullah Gülen Grubu” çeşitli yönleriyle anlatılıyor: 
“Amaç: Devletin tüm sistemlerinde İslam hükümlerini egemen kılarak teokratik bir İslam diktatörlüğü kurmaktır” denildikten sonra ayrıntılara geçiliyor: “Fethullah Gülen, demokratik usuller ile ılımlı İslam görüntüsü ile kamufle edilmiş yöntemi... Toplumun önemli bir kısmı tarafından kabul görmesine neden olan yurt içi ve yurt dışındaki okulları vasıta olarak kullanması... 

Papa ile görüşerek sâdece Türkiye'de değil, dünyadaki Müslümanları yönetmeyi amaçlayan ruhani liderliğe olan ilgisi... siyasî parti, kişi ve bâzı devlet kadroları tarafından kabul görmesi nedeniyle hedefine ulaşmada devlet rejimini istismar etmesi... dinî ve siyasî yapısını sürekli canlı tutan kaynağı belirsiz finans kaynağı ile... ülkemizdeki en güçlü ve etkin irticai yapılanma olarak değerlendirilmiştir”. 

Stratejisine gelince: Fethullah Gülen, İslamcı ideolojik bir yaklaşımla, bulunduğu legal yolu muhafaza ederek sahibi olduğu etken mali gücü ile: 

A) Bünyesinde bulunan vakıf, okul ve dershaneleri kullanarak eğitilmiş gençlerden oluşan bir taban oluşturmak, 

B) Devletin bütün kadrolarında, bütün bürokraside, Millî Eğitim Bakanlığı ve Emniyet teşkilatında kadrolaşmak, 
C) Yurt dışında, Türkiye'de kurulacak siyasal İslam'a sempati ile bakacak bir gençlik oluşturmak istemektedir. 

Çizilen hoşgörü ve barış tabloları ile bâzı devlet çevrelerini etkileyen Fethullah Gülen, hedefine ulaşıncaya kadar kamuoyu faaliyetlerine destek verdiği imajını yaratarak, toplumun gerçeği görmesinin önünü, ılımlı görünüşü ve demokrasi şemsiyesine sığınarak kesmektedir.

Cumhuriyet düzenine 'kefere düzeni' diyen bu şahıs, bugün bu düzeni ister görünerek bâzı kesimleri bu davranışına inandırabilmektedir. 

Fethullah Gülen oluşturduğu öğrenci seçme ekipleri ile köy ve semtleri dolaşarak zeki ve becerikli öğrencileri seçmekte, sağladığı imkânlar ile kendisine bağlamaktadır. Gülen'in düşünceleri öğrencilere evlerde, okullarda, kamplarda beyin yıkama metotları ile öğretilmektedir. Bu toplantılarda Atatürk devrimleri ile toplumun İslam'dan ve inançtan uzaklaştırıldığı için Deccal (Ahir zamanda ortaya çıkacak fitnenin başı) olarak tanıtılmaktadır. 

Gülen Grubu planlı, programlı, sinsi çalışmalarının önünde tek engel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri'ni görmektedir. 

...Türk Silahlı Kuvvetlerini ele geçirme amacıyla sızma politikasını sessiz ve derinden devam ettirmektedir... 

...Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları arasına sızma çalışmalarının yanı sıra subay ve astsubay çocuklarını kendi okullarına ve dershanelerine kaydettirmeye, yetiştirilen bu çocukları askeri okullara sokmaya çalışmaktadır... 

...Silahlı Kuvvetler içinde yapılanabilmek ve ileride etkinliğe kavuşabilmek amacıyla yeni projeler üretilmeye başlanmış, bu çerçevede askeri okullarda okuyan öğrenciler önce fiili hedef olarak belirlenmiş kültür düzeyi yüksek, kendine bağlı, türban takmayan bayanların askeri öğrenciler ile tanışmaları ve evlenmeleri nin sağlanabilmesi için gerekli vasatı hazırlayacak bir yapılanmaya gitmiştir. 

Fethullah Gülen bu yöntemle 10 yıl içinde (demek ki yaklaşık 2010'larda) Türk Silahları Kuvvetleri içinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır... 
Yurt dışı faaliyetleri: “...Gülen Grubu 1992 yılında başlattığı yurt dışına açılım sonucu 35 ülkede 6 üniversite ve yüksek okul, 236 lise, 2 ilkokul, 8 yabancı dil ve bilgisayar merkezi, 6 üniversiteye hazırlık kursu, 21 öğrenci yurdu olmak üzere toplam 279 eğitim kurumunu faaliyete geçirmiştir...” 

“Fethullah Gülen'in oluşturduğu örgüt... devletin lâik yapısını yıkmak amacıyla kurulmuş olup, istişare kurulu, bölge imamları, semt imamları, ev imamları gibi illegal yapılanmayla bütün ülkeyi bir ağ gibi sarmıştır...” Ve lâkin: 

İstediği zaman yurda dönmesine yeşil ışık değil, ışıklar yakılmasına karşın... orada yaşamını sürdürüyor ve bir rivayete göre, Molla Humeyni'nin Tahran'a dönüşüne benzer görkemli bir karşılamayla Türkiye'yi onurlandırmayı düşünüyormuş!... 
Bu memleketi 1960'lardan bu yana yönetenler: 

Süleyman Demirel, Bülent Ecevit'ten sonra Recep Tayyip Erdoğan da Fethullah Gülen'e şapka çıkardı. Yalanlanmayan haberlere göre ABD gezilerinden birinde Hoca Efendi'yi ziyareti bile programlamıştı. 

Yıllardır Türkiye'yi Nakşi-Süleymancı-Milli Görüş desteği ve dayanışması altında AKP'nin de, özellikle Güneydoğu kökenli milletvekillerinin çok büyük bölümünün Fethullahçı olduğu biliniyor. 

Eski Dış işleri Bakanı Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül'ün dış işleri bakanlığı döneminde 2003 yılında dış işleri görevlilerine gönderilen bir kripto ile, diplomatlardan bir cemaati desteklemelerini istediği bilinmekte. 
Türkiye Cumhuriyeti'nin 10'uncu, lâik, demokratik, sosyal ve hukuk devletinin Çankaya'daki son savunucusu ve koruyucusu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer; görev süresinin sona ermesine yakın bir tarihte...13 Nisan 2007'de İstanbul Harp Akademileri'nde ulusal ve uluslararası konulara ilişkin görüşlerini açıklayan önemli bir konuşma yaptı. 

Sayın Sezer; “...Türkiye'yi çağ dışı rejime sürüklemek isteyenlerin demokrasiden söz etmelerinin bir oyun olduğu görülmektedir...” diyor ve şunları söylüyordu: 
“... Türkiye'de siyasal rejim, Cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır. Lâik Cumhuriyet'in temel değerleri ilk kez açıkça tartışma konusu yapılmaktadır. İç ve dış güçler bu konuda aynı amaç doğrultusunda çıkar birliği içinde hareket etmektedir”.

“...Dış güçler, Türkiye'nin İslam ülkelerine model olabilmesi için öncelikle siyasal rejiminin 'lâik Cumhuriyet'ten 'demokratik Cumhuriyet' adı altında, 'Ilımlı İslam Cumhuriyeti'ne dönüştürülmesini öngörmektedirler. 

Ilımlı İslam, devletin sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzeninin din kurallarından belli ölçüde etkilenmesi anlamına gelmektedir. 

Bu niteliğiyle Ilımlı İslam modeli, İslam'ı kabul eden diğer ülkeler için bir ilerleme sayılsa da , Türkiye Cumhuriyeti yönünden büyük bir geriye gidiş, daha açık söylemiyle 'irticai' bir modeldir.” 

“Üç Önemli Gerçek” 

“...İşin dikkat çekici yanı, Türkiye Cumhuriyeti rejimini Ilımlı İslam'a dönüştürmek için dış ve kimi iç odakların çıkar birliği yapmaları ve bunu demokratikleştirme adı altında gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. 
Oysa bu odakların bilmesi gereken üç önemli gerçek vardır: 

1. Birincisi, ister 'ılımlı', ister 'köktenci' olsun, din devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. 

2. İkincisi, Ilımlı İslam'ın çok kısa sürede radikal İslam'a dönüşmesi kaçınılmazdır. 

3. Üçüncüsü de, Türkiye devleti, rejim seçimini, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte 84 yıl önce yapmıştır. 

Bu rejim, Atatürk ilke ve devrimleriyle Atatürk ulusçuluğuna bağlı, demokratik, lâik, sosyal bir hukuk devleti temelinde biçimlenen aydınlanmacı ve çağdaş bir rejimdir. Türk devriminin genel amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktır...” 

İŞTE: 

RECEP TAYYİP ERDOĞAN'IN SÖYLEMLERİYLE ATATÜRK'TEN SONRA GELDİĞİMİZ “BUGÜNLERİ” SERGİLEYEN KANITLAR 

“...Kendi yaptıkları Anayasa'ya sâhip çıkmıyorlar. Demek ki ayık kafayla değil sarhoş kafayla hazırlamışlar. Dört senede delik deşik olmasının nedeni bu...” 
“...Atatürk'ün önünde sap gibi duruyorlar...” 
“...Yahu bu millet istedikten sonra lâiklik tabii elden gidecek yahu... Sen bunun önüne geçemezsin ki... yâni zorla bu milleti elinde tutmaya gücün yetmez. Millete rağmen bu iş yürümez zâten...”
“...Ben diyorum ki Türkiye'de laisizm şeriatı var, var mı var...” 
“...Hem lâik hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın ya lâik. İkisi bir arada ters mıknatıslanma yapar...” 
“...Türkiye'de yaşayanların yüzde 99'u Elhamdülillah Müslüman olduğunu söylüyor. O zaman yüzde 99'un 'Elhamdülillah şeriatçıyım' demesi de lâzım. Ben elhamdülillah şeriatçıyım...” 
“...Benim referansım İslam'dır...” 

Millî egemenlik, millî devlet, lâiklik gibi kavramların “kimsenin tekelinde” olmadığını söyleyen Erdoğan: “Bu kavramların demokratik gelişmeye paralel şekilde yeni anlamlar kazandıkları, hayatın ve dünyanın bütün ile değişime açık oldukları unutulmamalıdır...” diyor. 

AKP hükümetinin sessiz kaldığı Kemalizme karşı AB'den sesler: 

Türkiye-AB Ortak Parlamento Komitesi Başkan Yardımcısı Andrew Duf: “...Kemalist milliyetçi sorunuyla yüzleşmeli...

Atatürk'ün devlet binalarındaki fotoğrafları artık indirilmeli...”


***

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM 1

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM  1 



Cüneyt Arcayürek 
Detay Yayımcılık-Şubat 2008 
Derleyen: 
Halit YILDIRIM 
22 Ağustos 2008 
www.altinicizdiklerim.com 


Mustafa Kemal Paşa, çağdaş bir cumhuriyete yönelen bütün devrimlerini 1922 ile 1932 yılları arasında, on yıla sığdırdı. Devrimleri bu kadar kısa süre içinde gerçekleştirmesi, kimi yazarlar tarafından, yaşama veda ettikten sonra eleştirildi. 
Dediklerine göre, devrimler zamana yayılarak gerçekleşseydi, ulus tarafından sindirilecek, daha az saldırıya uğrayacak, daha az eleştiri konusu olacaktı. Fakat Mustafa Kemal Paşa'nın bildiği bir gerçek vardı: kafasında yılardır kurguladığı çağdaş cumhuriyeti oluşturacak devrimleri ancak kendi zamanında, sarsılmaz iradesiyle gerçekleştirip uygulamaya koyabilirdi. 

Öngördüğü devrimler kendisinden sonra acaba gerçekleşebilir miydi? 
Evet, Gâzi gerçekçi idi. Nitekim bir ara CHP ile ilgili bir konuyu önüne getiren Recep Peker, “Paşam neden Cumhuriyet Halk Partisi yazıyorsunuz. Benim partim yazsanıza!” demiş, Mustafa Kemal'den şu kısa yanıtı almıştı: “Cumhuriyet Halk Partisi'nin (veya fırkasının) benden sonra benim partim olarak kalacağını nereden bilebilirim?” 
Dün Söylediklerinden Bugüne Bakarsak... 
2 Temmuz 1932'de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi'nin son günlerinde Atatürk, tarih öğretmenlerini ve öğretim üyelerini Gâzi Orman Çiftliği'nde çaylı bir toplantıya çağırdı. İki saat konuştu. Bu arada öğretmenlerden biri Atatürk'e sordu: 
· “Paşam, din lüzumlu bir şey midir? 
· Halifeliğin kaldırılması iyi mi olmuştur?” 
Atatürk, bu sorulara şu yanıtı verdi: 
“Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkân yoktur. Din, Tanrı ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Dinden maddi çıkar sağlayanlar (bugünküler gibi) alçak kişilerdir. İşte biz bu duruma karşıyız... 
... (Bugün de AKP gibi) bütün hükümdarlar hep dinî alet edindiler... 
... Fakat bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi, (bu sözü sanki bugünleri görüyormuş gibi 1932'de söylüyor) halkın cehaletinden ve taassubundan istifade ederek, bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve yarar için dinî alet ve vasıta olarak kullanmak girişiminde bulunanların... varlığı... bizi bu zeminde söz söylemekten henüz alıkoyamıyor... 
... Masum halka... beş vakit namaz dışında... vaaz ve nasihat etmek... belki ömründe hiç 
namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?...”

Sonuç olarak: Atatürk, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Bid'atlere, hurafelere, dinin yarar ve siyaset çıkarlarına alet edilmesine karşıydı. 
Atatürk dinin değil, din istismarcılarının karşısındaydı. 
“...Duraklamaksızın diyebilirim ki, bugünkü İslam dinî başka, Peygamber'in zamanındaki İslam dinî başkadır. Gerçek İslamiyet, yaratılıştan gelen mantıklı bir dindir. Hayalleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmez, özellikle nefret eder...” 
Prof. Fahri Kayadibi, Atatürk'ün dinî, gerçek dindarı ve din adamını öven... Müslümanlıktan dolayı iftihar ettiğini dile getiren çok sayıda sözü ve konuşması olduğunu yazıyor. “O, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Din istismarcılarının karşısındaydı. Atatürk'ü din düşmanıymış şeklinde göstermek ya kasıtlıdır ya da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır” diyor. 

Yaşamı boyunca, Türk halkına gerçek dindarlığın, “bugünkü İslam dininin başka, 
Peygamber'in zamanındaki İslam dininin başka olduğunu, mantıklı bir din olan gerçek İslamiyet'in düşleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmediğini, özellikle nefret ettiğini” anlatmaya çalıştı. 

Atatürk'ün yanından ayrılmayan, yanından ayırmadığı Ali Kılıç (Kılıç Ali) anlattı: 
“İlk Meclis'te bir gün lâiklik konuşuluyordu. Gâzi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir üye kürsüye geldi. Alaylı bir tavırla:

'Arkadaşlar, bir lâikliktir gidiyor. Affedersiniz ben bu lâikliğin anlamını anlayamıyorum' diye söze başlarken oturuma başkanlık yapan Mustafa Kemal Paşa, dayanamadı, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:'Adam olmak demektir Hocam, adam olmak!’ Soru yanıtlanmıştı”. 

Uzun İnce Bir Yol Lâiklik resmiyet kazanacağı tarihe kadar ince uzun bir yolda çeşitli aşamalardan geçti. 

1920'de kurulan TBMM'de kabul edilen anayasada egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesiyle lâikleşme sürecinde ilk adım atıldı. 

Dinci devletin dayanağı olan saltanatın 1922'de ortadan kaldırılmasından ve yerine ulusal egemenlik temeline dayanan Cumhuriyet'in 1923'de ilan edilmesinden sonra, 1924'de halifelik de kaldırıldı. 

Böylece, dinin devlet üzerindeki etkisi kırıldı, 1928'de Anayasa'dan “Devletin dinî İslamdır” maddesi kaldırılarak anayasa, bu süreçte devlet, hukuk, eğitim ve kültür lâikleştirildi. Hukukun lâikleştirilmesi Şeriye Vekâleti'nin (bakanlığının) kaldırılması ile başladı. Bunu yasalar izledi. 

1924'de dinî içerikli hukuk kitabı olan mecelle kaldırıldı. Şeriye Mahkemeleri kapatıldı. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun'la kadın haklarında yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Bunu borçlar, ticaret ve ceza yasaları izledi. 
1931 ve 1934'de kadınlara seçme-seçilme hakları verilerek hukuk alanında lâikleşme tamamlandı. 

Bu gelişmenin önderliğini yapan Atatürk, eğitim sistemindeki lâikleşmeyi, din etkisinden arındırılmış okullar ve eğitim programlarına çağdaş öğeleri ve kuralları yerleştirerek sağladı. 

Bir dizi devrim sırasıyla yasalaştı. 

Örneğin bin yıllık Arapça yazısına son verilerek kültür alanında lâikleşmeye ilk adım atıldı. 
Ve... 
Atatürk'ün ölümü üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra dinci gelişmelerin odak noktasında duran Erdoğan; meydanlarda, resmî demeçlerinde “Elhamdülillah şeriatçıyım...Millet isterse lâiklik elbette gidecek” diyebilme özgürlüğüne kavuştu. 
Anadolu insanının başörtüsünü siyasal simge türbanla özdeşleştirdi. 

Bugün Atatürk'ün bin bir emekle kurduğu “modern Türkiye”nin cumhurbaşkanı ile 
başbakanın eşleri çağdaş Türk kadınını türbanlı başlarıyla yurt dışında da temsil ediyor. AKP'li bakanların ve milletvekillerinin eşlerinin çoğunluğu halka Kuran emri diye yutturdukları türban takıyor.

Atatürk'ü sâdece yakından tanımak mutluluğu dışında Atatürkçülüğü, devrimlerini ve lâik Cumhuriyet'in kazanımlarını ve nimetlerini sindiren usta bir yazarın, F.R. Atay'ın, O'nun ölümünün 20'nci yılındaki yazısından – izninizle – kimi alıntılar yapmak istiyorum. 

“Keşke 1938'den On Yıl Sonra Ölseydi...Kurtuluşumuzu tamamlardık...” 
“Keşke 1919'dan on yıl önce Türklüğün başına geçseydi... 
Ne Balkan Savaşı'na fırsat verirdik, ne de Birinci Dünya Savaşı'na girerdik. 
Ve keşke 1938'den sonra ölseydi... 
Kurtuluşumuzu tamamlardık. ''

Söyleyiniz bana, sağdan yazı devam etseydi Latin alfabesini alabilir miydik? Medeni Kanun'u alabilir miydik? Eğitim birliğini yapabilir miydik? Medreselerin yeniden hortlamasına engel olabilir miydik?.. 

... Atatürk, 1965 Türkiyesi ilim ve teknik kadrosunun dörtte birini bulsaydı, çoktan bütün işlerimizi bitirmiş olurduk. Meclislerimizde kürsü arkasına eskiden Arapça 'Danışınız!' sözünü asardık. Sonra onu 'Hakimiyet milletindir' sözü ile değiştirdik... 
Gerçekte Atatürk partisi millet içinde değil, Atatürkçülük dediğimiz her şey kendi partisi içinde azınlıkta idi. Ölümünden sonra parti güdümü bu inançsızların eline geçti. Ne yazık ki Atatürk'ün başladıklarını severek, bilerek, benimseyerek tamamlayacak olanlar, o öldükten sonra yetişmişler ve Onsuzluk yüzünden eski şekilci ve statükocu Tanzimat bürokratları engelini sökememişler, sonunda da henüz ne devrimlere ısınan, ne eğitimden geçen halk yığınları 
çoğunluğunun seli içine atılmışlardır...
... Bugün kendilerine reformcu diyen korkak ikbalcilere bakınız: Türk çocuklarının on binlercesine medrese ilkokullarında medeniyet düşmanlığı ve Türkiye halkının milyonlarcasına cami kürsülerinde Atatürk devrimleri düşmanlığı telkinleri yapıldığı bilinirken susmakta değil midirler?...” 

Karşı Devrimin Başlangıcı 

Kimi bilim adamlarına göre; karşı devrim hareketleri, Atatürk'ün ölümünden sonra başladı (1938) ve çok partili yaşamla birlikte, 1945-46'da ilk meyvelerini verdi. 
1950, 14 Mayıs seçimlerinde 27 yıldır süregelen CHP iktidarını deviren Demokrat Parti iktidarında ivme kazandı. 

DP iktidarını izleyen iktidar dönemlerinde de gelişti... 
Karşı Devrim Uygulamaları 
Karşı Devrim Kronolojisi” listelerinde şu tarihler dikkati çekiyor: 
· 4 Şubat 1949: İki “meczup” Meclis'te ezan okuyor. 
· 15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerine başlanması önerildi. 
· 1 Mart 1950: (27 Mayıs seçimlerine iki ay 27 gün kala) millî Şef İnönü'nün 
cumhurbaşkanı, CHP'nin tek başına iktidarda olduğu tarihte, hükümet, Atatürk'ün 
çıkarttığı Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 Sayılı Yasa'yı yürürlükten 
kaldırdı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Millî Eğitim 
Bakanlığı'nca halka açıldı. İlk aşamada açılan türbe sayısı 19. 
· 12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dinî siyasete alet ederek gövde gösterisi yaptı. 
· 1948 – 1949: İlkokullara, ailelerin isteğine bağlı olmak koşuluyla, okul içinde ve ders saatleri dışında din dersleri konuldu. 
· MEB'e bağlı “İmam-Hatip Yetiştirme Kursları” açıldı. Hacca gideceklere döviz 
verilmesi için izin çıktı. 
· Ankara Üniversitesi'ne bağlı İlahiyat Fakültesi açıldı. 
· İmam Hatip Kursları okula dönüştürüldü. 
· 1950: Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun'da değişiklik 
yapıldı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar MEB'ce halka açıldı. 

Ve... Gerçeği Yansıtan Sonuç 

Prof. Dr. Çetin Yetkin bir dönemin ayrıntılarını açıklayan değerli Karşı Devrim – 1945–1950 kitabının hemen baş sayfalarında, “araştırmanın İsmet İnönü'yü eleştirmek amacıyla yapılmadığının” altını çiziyor ve şunları yazıyor: 
“İnönü, Atatürk değildir. Öyle olmadığı gibi, bu kitabın sayfalarını çevirdikçe göreceksiniz ki, Atatürk'ün birçok eserini ters yüz eden, yıkan da İnönü'nün ta kendisidir. Hemen söyleyelim: 

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin, tekke ve zaviyelerin açılması, okullara din dersi konulması ve birçok geriye dönüşler, İnönü zamanında gerçekleştirilmiştir... 

Karşı devrim, 

Atatürk'ün ölümü ile eş zamanlı olarak gündeme gelmiştir...” 
Yargıtay Başkanı İmran Öktem, 1 Mayıs 1969 günü öldü. 3 Mayıs 1969'da Ankara Maltepe Camisi'nde yapılan cenaze töreninde büyük olaylar çıktı. Bir “kalabalık” cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı. Cami görevlileri görevlerini yerine getirmekten kaçındı. Olaylar sırasında camide bulunan ve saldırganlar arasında kalan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi 
Alpartun tabancasını çekti. İnönü – yakınında bulunanların söylediğine göre – CHP Ankara İl Başkanı Rauf Kandemir'e “Namazı kılınacak, namaz kılınmadan gitmem” dedi. 

Gericiler grubunun baskısından etkilenen veya onlara uyan imamlar da direnişe katılınca, namazı 27 Mayıs Millî Birlik Komitesi Hükümeti'nin bakanlarından Abdullah Polat Gözübüyük'ün ağabeyi İzzet Gözübüyük kıldırdı.

Olay, tam anlamıyla bir irtica olayı idi. İsmet İnönü, olayları değerlendirirken “Her 
manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır” dedi. 

1965'teki genel seçimde tek başına iktidara gelen Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel, başbakandı. Olay hakkında “Hadise gayet üzücüdür” demekle yetindi. 

7 Mayıs 1969'da Yargıtay Başkanı'nın cenaze töreninde, camide yaşanan irtica olayını ve olaylarını yaratanları protesto etmek için hukuk adamlarının geniş ölçüde katıldığı ve Anıtkabir'de sonuçlanan görkemli bir yürüyüş yapıldı. 
Cenaze töreninde alışılmışın dışında bir eylem gerçekleştiren gericilerin bu hareketindeki nedeni açıklamak gerekiyor. 

Olaydan bir yıl önce Yargıtay Başkanı İmran Öktem; lâikliği yorumlarken ünlü Fransız düşünürü Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak “Tanrı'yı da insan yaratmıştır” demiş, bu sözü “malum” çevrelerin tepkisine yol açmıştı... 
İmran Öktem, ölümünden bir yıl önceki konuşmasında şunları söylemişti: 
“...Cumhuriyet rejimini yıkmak ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dinî esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dinî, kazanç meta haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar – o bezirgânlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler - evet bunlar ve bir takım hurafeleri dinî esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu 
suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklar dır...” 


***

21 Eylül 2019 Cumartesi

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER BÖLÜM 2

ÇOK PARTİLİ DÖNEME GEÇİŞTEN 27 MAYISA TÜRKİYE'DE SİYASET VE ÜNİVERSİTELER  BÖLÜM 2



II- CHP HÜKÜMETLERİ DÖNEMİNDE ÖZERK ÜNİVERSİTELERE MÜDAHALE VE TARTIŞMALAR 

CHP iktidarının Üniversitelere özerkliği vermesinden kısa bir süre sonra, hükümetler tarafından müdahalenin yapıldığı yolundaki tartışmalar tekrar 
başlamıştır. 

1- Üniversitelere Öğrenci Seçimi, 

1946'da, yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen C.H.P.'den Recep Peker, 14 Ağustos 1946'da Meclis'te okuduğu hükümet programında liseleri bitiren ve olgunluk imtihanı veren bütün gençlerin, burslu ve yatılı olanlar dışında, üniversitelere ve yüksek okullara girebilmesini önleyen kayıtların ve sınavların kaldırılacağını açıkladı 12. Fakat, muhtar üniversitelerde öğrencilerin üniversite ye alınmasının Üniversite Senatosu'nun kararı ile olması 13 dolayısıyla 
hükümet tarafından üniversite özerkliğine müdahale edildiği, lise mezunlarının üniversiteye giriş şartlarının doğrudan özerk üniversite tarafından düzenlenmesi 
gerektiği konusunda tartışmalar başladı 14. 

Özerklik öncesi hükümetlerin tavırlarına benzeyen ve özerkliği dikkate almadan tarafından sergilenen bu tutumdan Recep Peker Hükümeti vazgeçmemiş tir. Hükümetin aldığı bu karar Üniversitelerarası Kurul'da kabul edilerek, hükümetin emrivakisine özerklik içerisinde meşruiyet bulunmaya çalışılmıştır. Üniversitelerarası Kurul, lise olgunluk imtihanlarını başaranların başka bir seçme sınavına tabi tutulmaksızın üniversitelere girmelerini kabul etmişti 15. 

Özerklik sonrası üniversitelerle hükümet arasında karşılaşılan ve tamamen öğretime yönelik olan ilk problemde, hükümetin verdiği karara meşruiyet kazandırılmaya çalışılmış ve siyasi otoritenin kanuna aykırı olarak aldığı karar, daha sonra, başkanı Milli Eğitim Bakanı olan ve ilk defa 1946 yılında kurulan Üniversitelerarası Kurul tarafından düzeltilmeye çalışılmıştır. 

Bu da, özerkliğin nasıl algılandığının bir göstergesidir. 

2- Üniversite ve İdeoloji Tartışmaları, 

T.B.M.M.'de, Ankara Üniversitesi'nin bütçesi görüşülürken, C.H.P. Milletvekili Cemil Barlas, üniversite muhtar olmakla beraber, Türk milliyetçiliğinin beşiği olan bu müessesede sağdan soldan gelecek cereyanlara asla geçit verilmemesi gerektiği hakkındaki sözleri ile yine C.H.P. Milletvekili Reşit Aydınlı'nın sağdan soldan gelen fikirlerin propagandasına fırsat verilmemesi ve "Türk İnkılabı'nın yetiştirdiği alimlerin Atatürk rejiminin prensiplerini telkin etmeleri gerektiği ve kuvvetli esbaba istinat ettiklerini" söylemeleri 16. üniversite ve ideoloji tartışmasını gündeme getirmiştir. 

Bu konudaki tartışmaya Cumhuriyet gazetesi yazarı Nadir Nadi tarafından sert bir yazı ile cevap verilmiştir. Milletvekillerinin üniversite ve muhtariyet gibi önemli bir konuda söz söylerken ciddi olmaları gerektiğini söyleyen Nadir Nadi, "Üniversite, muhtardır ama, ideoloji cereyanlarına meydan vermeyelim" demenin hatalı olduğunu ve üniversitede ilim ve fikir hürriyeti olmasının özerkliğin ilk şartı olduğunu belirtmiştir. Nadir Nadi, ideolojinin cereyanlarına meydan vermeyelim demenin "üniversitenin şeklen hür", "fakat, orada sansüre bağlı resmi bir ilim" müessesesi kurmak demek olacağını söylemiştir17

Nadir Nadi'nin de belirttiği gibi üniversitelerin özerkliğe sahip olabilmesi için ilim ve fikir bakımından hür olması şarttır. Yoksa, serbest alıştırma yapılması mümkün olmaz. Özerkliğin yeni kazanıldığı bir dönemde, bazı milletvekillerinin bu fikirleri, özerklikten ne anladıklarını açıklaması bakımından önemlidir. 

3- Sol Temayüllü Bazı Hocaların Üniversiteden Uzaklaştırılması ve Yargılanmaları 

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde, bazı sosyalist öğretim üyelerinin komünizm propagandası yaptıkları, milliyetçilik aleyhine konuşmalar da ve siyasi telkinlerde bulundukları hakkında iddialar 1946 sonları ve 1947 başlarında yoğunluk kazanmıştı. Bu konu 6 Mart 1947'de Ankara'da üniversite gençliğinin komünizme karşı bir gösteri yapmaları ile yeni bir boyuta ulaşmıştı. 

Bu olaylar üzerine Ankara Üniversitesi Senatosu toplanarak solcu hocalardan Edebiyatçı Prof. Dr. Pertev Naili Boratav, Sosyolog Doç. Dr. Behice 
Boran ve Tarihçi Prof. Dr. Niyazi Berkes'in üniversiteden uzaklaştırılmasını görüşmüştü. Bu toplantıda, bir öğretim üyesinin hangi şartlarda üniversiteden 
uzaklaştırılacağı konusunda tartışmalar olmuş ve "suç" kelimesi üzerinde bir hayli tartışma meydana gelmişti. Prof. Hirsh ile Prof. Esat Arsebük suç 
kelimesinin manasını anlatmışlar ve bunun üzerine senato bunun TBMM tarafından tefsirine karar vermişti. Ancak, daha sonra^Hirsh ile Arsebük, muhtar üniversetinin sık sık TBMM'ye başvurmasını doğru bulmadıklarını ve işin sonunun tehlikeli olacağını düşünerek senatoya bir muhtıra vermişlerdi. 
Fakat senato kararını değiştirmemiş ve Hirsh ile Arsebük senatodan istifa etmişlerdi18

TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun 14 Mayıs 1947 tarihli toplantısında Milli Eğitim Bakanı, A.Ü. Rektörü ve dekanları hazır bulunmuşlardı. 

Toplantıda, Ankara Üniversitesi'nin çok gevşek ve müsamahakâr davranması ve "komünist hocaların Ankara Üniversitesi'nde tekâsüf etmiş olması çok heyecanlı konuşmalara yol açmıştı". Milletvekillerinden Dr. Fahri Kurtuluş ve Emin Soysal, mezkûr üç hocanın hâlâ komünist tahrikleri yapmakta olduklarını örneklerle anlatmışlardı. Fuat Köprülü ile Tahsin Banguoğlu, üniversite senatosunun yedi aydan beri bu mesele üzerinde bir çözüm bulamamasını acı bir dil ile tenkit etmişlerdi. Nureddin Ünen ise, AÜ Rektörü Şevket Aziz Kansu'dan ilmi ve resmi selahiyetine istinaden, bu hocaların "komünist mi, hümanist mi, sosyalist mi veya bolşevik mi?" olduğunu sormuştu. Rektörün cevabı ise "Ben faniyim, bunu kanun tayin etsin" olmuştu. Komisyon toplantılarında, bazı arkadaşlarıyla birlikte Emin Soysal, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin derhal lağvını ve yeniden kurulmasını teklif etmişti. Dr. Fahri Kurtuluş ise, Atatürk'e hürmeten fakültenin isminin değiştirilmesini doğru bulmamıştı. 

Nureddin Ünen de, üç hocanın hatası, senatonun kayıtsızlığı yüzünden bu fakültenin kapatılmasına karşı çıkmış, suç varsa bunu karşılayacak kanunun 
bulunduğunu, "asıl meselenin senatoyu harekete geçirecek bir tesirin vücuda getirilmesi" olduğunu ifade etmişti. Uzun görüşmelerden sonra konu beş kişilik 
bir tali komisyona havale edilmiş, İstanbul Üniversitesi kadrosu tasdik edilirken Ankara Üniversitesi kadrosu ittifakla reddedilmişti 19. 

Bu solcu öğretim üyelerine şiddetli bir tarzda komünistlik suçlamasında bulunan bazı milletvekillerinin, mesela Dr. Fahri Kurtuluş, Turancı fikir taşıdıkları da dikkate alınmalıdır. 

Mecliste meydana gelen tartışmalar, suçlamalar ve belki de en önemli tesir Ankara Üniversitesi kadrolarının Milli Eğitim Komisyonunda reddedilmesi üzerine, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü harekete geçerek, "bahis konusu edilen olayları yeniden gözden geçirmek lüzumu"nu duymuştu 20. 

Ankara Üniversitesi Senatosu, solcu öğretim üyeleri hakkında bir hükmün adli mercilerce verilmesini kararlaştırmış ve tahkikçi olarak Hukuk Fakültesi Ceza 
Profesörü Baha Kantar la Doç. Faruk Erem tarafından yapılan tahkikatın sonucunda bir fezleke hazırlanmıştı. Evrakları ile beraber bu fezleke Milli 
Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiş ve Bakanlık da bu fezlekeyi Danıştay'a yollamıştı 21. 

Bu arada, solcu hocaların üniversiteden uzaklaştırılması için üniversiteler kanununa "ideolojik telkinlerle uğraşan" öğretim üyelerinin üniversiteden 
ilişkilerinin kesilmesi yönünde bir madde eklenmesi gündeme gelmişti 22. 
Ancak, 22 Aralık 1947 tarihinde, A.Ü. Senatosu'nun sorduğu tefsirin cevabını 
kararlaştıran TBMM Milli Eğitim Komisyonu, solcu hocaların üniversiteden atılmaları konusundaki selahiyetin üniversite senatosuna ait olduğunu 
açıklamıştı 23. 

27 Aralık 1947'de Ankara'da öğrencilerin komünizm aleyhine yaptıkları gösteri üzerine, bu öğretim üyeleri ihtiyati tedbir olarak derslere girmekten 
alıkonulmuştu. Milli Eğitim Bakanlığı mesleki disiplin bakımından herhangi bir yetkisi olmaması dolayısıyla, Ankara Üniversitesi'ne "telkinde bulunmuş"tu 24. 
10-11 Mart 1948 tarihlerinde iki gün süren toplantılar neticesinde A.Ü. Senatosu, Niyazi Berkes, Behice Boran ve Pertev Naili Boratav'ın üniversiteden Uzaklaştırılmasını kararlaştırdı. 

Bu üniversiteden ihraç kararı üzerine, Prof. Pertev Boratav ve Doç. Niyazi Berkes haklarında alınan kararın kanunsuz ve haksız bir muamele olduğunu, Üniversiteler arası Kurul nezdinde itirazda bulunacaklarını söylemişlerdi. 
Bu hocalar, senatonun verdiği kararla "üniversite muhtariyetinin ve akademik hürriyetin aldığı yaranın çok derin" olduğunu, münevverlerin asıl bu noktada düşünmeleri gerektiğini söylemişlerdir 25. Öğretim üyeliği mesleğinden çıkarılma kararlarına Üniversiteler arası Kurul'a başvurarak itiraz eden Behice Boran, Niyazi Berkes ve Pertev Boratav, kendilerinin senatoya verdikleri yazıların dikkate alınmadığını, esasında senatonun öğrencileri Türk Devrim ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirme görevini yerine getirmediğini iddia etmişlerdi. Bu hocalar, kendilerinin öğrencilere "ilim zihniyeti vererek ve Türk milletinin değerlerini ve realitelerini göstermek suretiyle, onları Türk İnkılabının ülkülerine bağlı ve milli karakter sahibi vatandaşlar olarak yetiştirdiklerini" söylemişlerdi 26. 

Üniversiteler arası Kurul'un 22 Şubat 1948'deki toplantısında İstanbul'dan gelen 13 üye ile Ankara'dan 7 üyesi arasında görüş ayrılığı çıkmıştır. 
İstanbul'dan gelen üyeler, bahsi geçen hocaların sol temayüllü olduklarını kabul etmekte, ancak üniversitede komünizm propagandası yaptıklarına dair elde 
kesin ve sabit delillerin olmadığı ve karinelere dayanılarak öğretim üyelerinin üniversiteden uzaklaştıramayacağını savunmuşlardı. 

   Bu toplantıya, solcu   hocaların üniversite çatısı altında kalmalarına karşı olan Milli Eğitim Bakanı Reşat Şemsettin Sirer katılmamıştı. Solcu hocaların tekrar üniversiteye iadelerine karar verilmesi üzerine, Üniversiteler arası Kurul'daki Ankara Üniversitesi delegeleri toplantıyı terk etmişlerdi. Ancak, bu kararın Milli Eğitim Komisyonu ve TBMM temayülüne aykırı olması nedeniyle yeni bir durum ortaya çıkmıştı. Hatta bu hocaların tekrar üniversiteye dönmeleri kararı  karşısın da, tek çarenin üniversitenin lağvedilerek yeniden kurulması tartışılmaya başlanmıştı 27. 

Üniversiteler arası Kurul'un verdiği karar Meclis'te iyi karşılanmamış ve bu hocaların üniversiteden uzaklaştırmak için TBMM'de bir çarenin aranmasına 
başlanmıştır. Bu arada, AÜ Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yönetim Kurulu, Üniversitelerarası Kurul kararı ile fakülteye dönen solcu hocaların derslere 
girmemesini kararlaştırmış ve bu hocaların derslerini tadil etmiştir 28. Ancak, fakültenin bu kararına rağmen bu hocalar istifa etmemiş ve derslerin yeniden 
başlatılması için faaliyete geçmişlerdi 29. İstifa ettiklerine dair haberleri yalanlayan Niyazi Berkes, istifa edecek bir durumun olmadığını, esas istifa 
edecek kişinin Milli Eğitim Bakanı olduğunu iddia etmişti 30. 

6 Temmuz 1948 tarihinde TBMM'de kabul edilen Ankara Üniversitesi Teşkilat Kanunu ile Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden üç solcu hocanın kadroları iptal edilmiştir. 

Üniversitelerin komünizmle mücadelede görevini yapmadığı hususunda çok şiddetli tenkitler yapıldığı görüşmelerde, ME Bakanı Tahsin Banguoğlu, "kusurlar ortada dururken vasıtaların ortadan kaldırılmasını" uygun görmemiştir. Yani solcu hocaların görevden uzaklaştırılması gerekirken kürsülerin tahsisatları nın iptal edilerek, kürsülerin ortadan kaldırılmasının yanlış olduğunu belirtmiştir 31. Ancak, solcu hocalar, kadroları iptal edilerek üniversiteden uzaklaştırılmışlar dır. Böylece Türkiye'de ilk defa kadroları Meclis tarafından iptal edilerek üniversiteden hoca atılması gerçekleştirilmiştir. 

18 Haziran 1948'de açılan davada öğrenci, öğretim üyesi, Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri şahit olarak dinlenmiş 32 ve bu dava uzun bir aradan sonra 11 Şubat 1950 de bitirilmişti. Neticede Pertev Naili Boratav suçsuz bulunurken, Behice Boran ve Niyazi Berkes üçer ay hapis cezasına çarptırılmıştı 33. 

Milli Eğitim Bakanı'nın doğrudan doğruya üniversiteye müdahale ederek öğretim üyelerini görevden alması ilk defa meydana gelmiştir. Tespit edebildiğimiz kadarıyla da özerklik dönemlerindeki - askeri müdahaleler devirleri hariç- tek uygulamadır. 1946'da üniversitelere özerklik veren CHP'nin esasında bu konuda fazla samimi olmadığı ve özerkliği üniversiteye müdahalede bir engel olarak görmediği anlaşılmaktadır. 

4- Solcuların Atılmasında Hükümetten Farklı Düşünen ve Karar Veren Üniversitelerin Bütçelerinde Kısıtlama Yapılması 

Sol temayüllü hocaların Ankara Üniversitesi Senatosu'nca cezalandırılmaması üzerine, 14 Mayıs 1947'de yapılan TBMM Milli Eğitim Komisyonu toplantısında İstanbul Üniversitesi kadroları aynen kabul edilirken, Ankara Üniversitesi kadroları ittifakla reddedilmiştir 34. 

10 Ekim 1947'de üniversite bütçesi üzerinde Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmiri ile görüşmek isteyen İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar ile İÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Ongunsu'nun bu talepleri bakan tarafından reddedilmişti. Bunun üzerine, Rektör ve Dekan, Başbakan Hasan Saka'ya giderek istifa edeceklerini söylemişlerdi. Ancak bu istifalar başbakan tarafından tasvip görmemiş ve problemin çözüleceği ifade edilmişti 35. İstanbul Üniversitesi Senatosu ile merkezi hükümet tahsisatın harcanması konusunda anlaşamamaktadırlar. Hükümet, üniversiteye ayrılan tahsisatın sarfı konusunda nihai söz sahibi olmak istemekte, üniversite ise bu konuda fedakârlık yapmak istememektedir. 

Üniversitelere özerklik verilmesine rağmen, hâlâ eski döneme ait mevzuatın değiştirilmemesi, kadroların daha verimli kullanılmasını engellemektedir. Fakat, en önemli mesele ise üniversitelerde "aşırı solcu profesörler hakkında karara varılamaması" dolayısıyla hükümet üniversiteleri sıkıştırmaktadır. Bütün bunlar üniversitelerin çalışmalarını kötü etkilemekte ve yöneticilerini zor durumda bırakmaktadır. 36. 

Üniversite muhtariyetinin olmasının tabii bir neticesi olarak bütçenin tasarrufu hakkının üniversite senatosuna devredilmesi gerekirken, hükümetin bunu yapmaması 37, özerklik konusunda üniversite ile hükümet arasında görüş ayrılığının mevcut olduğunu göstermektedir. 

İTÜ Rektörü Tevfik Sağlam da 80 kişinin birden kadrodan çıkarılması üzerine istifa etmiş ve fakat senato istifayı kabul etmemişti. Ancak istifada ısrar 
eden Sağlam, yeni kadro ile rektörlük mesuliyetini taşımasının mümkün olmadığını, yapılan kadro indiriminin İTÜ'ye bağlı fakültelerin faaliyetlerini 
müşkül bir duruma düşürdüğünü ve Meclis'in Bütçe Komisyonu'nda üniversite muhtariyetinin ehemmiyetini henüz kavrayamadığı anlaşılan bazı zevat, 
üniversiteyi içeriden zayıflatmaya muvaffak olabileceğini söylemişti. Üniversite Teşkilat Kanunu'nun MEB ile yapılan geniş görüşmeler neticesinde yapıldığını, 
ancak, bütçe komisyonunda yapılan değişikliklerle üniversitelere en ağır darbenin indirildiğini ifade eden Sağlam, muhakkak tasarruf niyetinde olanlara 
bizzat kendilerinin bütçede nasıl tasarruf yapılabileceğini gösterebileceklerini fakat, bu yol tutulmayarak kadrolarda indirim yapılarak, ilim yuvalarının 
boğazına ipin geçirildiğini beyan etmiştir 38. 

Üniversitelerin teşkilat kanununda yapılan indirimlerden Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri rahatsız olmuş ve üniversite teşkilat kanununda gerekli tadilat yapılmak üzere tekrar TBMM'ye gönderilmesine karar verilmişti 39. 

5 - Solcu Öğrencilerin Takip ve Mahkemeleri, 

Solcu öğretim üyelerinin Ankara Üniversitesinden atılması çalışmaları yapıldığı bir sırada 60 öğrencinin solcular hakkında bir beyannameyi Bayrak gazetesinde yayınlamaları üzerine, 48 öğrenci de A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesindeki hocalarını öven bir yazıyı Kuvvet ve 24 Saat gazetelerinde yayınlamışlardı. İşte ilk defa solcu öğrencilerin gündeme gelmesi bu hareketle meydana geldi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi talebelerinin büyük çoğunluğu rektörden solcu öğrencileri üniversiteden kovmasını istemişlerdi 40. 

Yüksek Ziraat Enstitüsü'nün komünistlerin yuvası olduğu yolundaki iddiaların ortaya konması üzerine bu fakültedeki solcu talebeler hakkında Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. Solcu öğrencilerin gizli komünizm propagandası yaptıkları, din ile alay ettikleri, Lenin'in fikirlerini samimi buldukları, Nazım Hikmet'in şiirlerini taşıdıkları, milliyetçilikle alay ettikleri ve "Dünyanın üzerine kızıl damgamızı vuracağız" dedikleri şahitler tarafından ifade edilmiştir 41. 

Sıhhi muayenesi neticesinde mahkûmiyetinin tecili hususunda karar verilecek olan Nazım Hikmet'i destekler mahiyette, İstanbul'da YGT Derneği tarafından 48.000 beyannamenin dağıtılması üzerine bu dernekte arama yapılmış ve bazı evraklar müsadere edilmiştir. Yapılan tahkikatta bu beyannameleri dağıtan YGT Derneği Başkanı İlhami Berktay'la beraber 15 üniversiteli yakalanmıştır. 
Bu gençler 11 Mayıs'tan itibaren açlık grevine başlamışlardır 42. 

6- Üniversiteli Hoca ve Öğrencilerin Siyasetle Uğraşabilmeleri, 

Solcu hocalar-öğrenciler meselesi, yaş haddinden emekliliğe ve kadro indirimlerine üniversitelerin tepki göstermeleri, sebeblerinden üniversitelerin 
siyasetle uğraştıkları yolunda bazı görüşler serd edilmeye başlanmıştır. Bunun üzerine bir açıklama yapan İÜ Rektörü Sıddık Sami Onar, üniversite dahilinde 
hiç kimsenin politika ile meşgul olamayacağını, üniversite dışında ise her öğretim üyesinin kanaatine göre hareket edeceğini, öğretim üyeleri için herhangi bir partide faal vazife almasının mevzubahis olmadığını belirtmiş ve özellikle İ.Ü.'de ne hoca, ne de talebenin siyaset yapmadığını söylemiştir 43. 

Kısa bir süre sonra, İstanbul'da kurulan iki partinin kurucuları arasında iki üniversite öğrencisinin bulunması, üniversite öğrencilerinin siyasetle uğraşıp-
uğraşamayacakları konusunu yeniden gündeme getirdi. Bu hususta İçişleri Bakanlığı konunun çözümlenmesi için üniversiteye müracaat etmişti. Bunun 
üzerine, Ankara, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversiteleri ayrı ayrı inceleyerek birer rapor hazırlamışlardı. 24 Ekim 1949'da ME Bakanı Tahsin Banguoğlu 
başkanlığında toplanan Üniversitelerarası Kurul, öğrencilerin reşid oldukları takdirde üniversite dışında herhangi bir siyasi faaliyete iştirak edebileceklerini 
belirtmekle beraber, öğrencilerin dersleri yerine siyasetle uğraşmalarının arzu edilmediği de ayrıca açıklamıştı 44. 

Öğretim üyelerinin siyasetle uğraşma konusu zaman zaman tartışmalara neden olmuştur. İÜ Tıp Fakültesi'nden Prof. Nihad Reşad Belger'in bir siyasi partinin İstanbul İdare Heyeti Başkanlığinı üstlenmesi İstanbul Üniversitesi yönetimince iyi karşılanmamıştır. 

  Senato, aktif politika ile uğraşan Prof. Belger'i, Fakülte Yönetim Kurulu vasıtasıyla uyararak, bu tür faaliyetlerden kaçınmasını istemiştir 45. 

7- Muhalefetteki Demokrat Parti-Üniversite İlişkileri 

Çok partili siyasi hayata geçişle beraber 7 Ocak 1946'da resmen kurulan Demokrat Parti'nin programında üniversitelerin özerkliğine de yer verilmiştir. 
Yüksek öğretimde keyfiyete önem verilmesini ve bu esasa göre öğretim kurumlarının takviye edilmesini hedefleyen DP'ye göre "Üniversiteler ilmî ve 
idarî muhtariyete sahip olmalıdır. İlmin, tekniğin, güzel sanatların süratle gelişmesini ancak, 'ilmin, sanatın ve her türlü fikir faaliyetlerinin siyasi ve idarî 
müdahalelerden uzak kalmasına bağlı olduğunu beyan eden DP, bunu, "demokrasinin değişmez bir esası olarak kabul" ettiğini açıklamıştır 46. 

Özerklik sonrasında serbestçe örgütlenen ve bağımsız olarak faaliyetlerde bulunan öğrenciler DP ile temasa geçerek bu partiyi tanımaya çalışmışlardır. 

25 Şubat 1947'de, İÜ Talebe Birliği adına Ankara'ya giden öğrencilerden bir grubu DP Genel Merkezini ziyaret ederek, Celal Bayar ve Fuat Köprülü ile görüşmüş ve onlara çeşitli sorular sormuşlardı. Bu görüşme sırasında, bir öğrenci, "İlahiyat Fakültesi'nin kurulmasının ahlakın kuvvetlendirilmesi açısından lüzumlu olduğunu" ve DP'nin dinî tedrisatı desteklemesini istemişti. Bunun yanında milliyetçilik ve sistem hakkındaki sorulara C. Bayar ve F. Köprülü, DP'nin "ne liberal, ne sosyalist, ne de komünist olduğunu, milli bünyeye uygundur siyaset takip ettikleri" cevabını vermişlerdi. 

Ayrıca, DP yetkilileri, "Mütearrız bir milliyetçiliğin" bugün tecviz edilemeyeceğini, şahısların vicdan hürriyetlerine riayete, laik esasların DP tarafından 
benimsendiğini söylemişlerdi 47. 

10 Mart 1947'de İstanbul Üniversitesinden 25 kişilik bir grup DP İl Merkezinde Celal Bayar'ı ziyaret etmişlerdi. Bayar, "Atatürk gençliğinin ehliyetli ve liyakatli" olduğunu söylemişti. Üniversite gençliğinin memleket meselelerine lakayd kalmaması gerektiğini, politikanın yalnız ihtirasa dayanan kötü kısmına itibar etmemelerini temenni eden Bayar, Demokrasi için beklemeye gerek olmadığını, acele olarak "millet demokrasisine" geçilmesini istiyordu. CHP'nin bazı yüksek tahsil talebe birliklerini desteklediğine işaret eden gençlere, Celal Bayar, DP'nin de gençliğin bütün faydalı olan teşebbüsleriyle yakından alakadar olduğunu söylemişti 48. 

Üniversitelerin yaygınlaştırılmasını düşünen DP, Doğu bölgesinde eğitimin yaygınlaştırılmasını ve Doğu'da Fakülte ve Enstitüleriyle bir kültür 
merkezinin kurulması lüzumuna inanmakta idi 49. 

3. CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,

***

12 Ocak 2019 Cumartesi

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 40

1946-1950 YILLARI ARASINDA AYDIN’DA SİYASAL YAŞAM BÖLÜM 40


4.8.6. Milletvekili Adayları 

Sekizinci Dönem TBMM dagılmadan önce son toplantısını 24 Mart 1950 
tarihinde gerçeklestirmis ve aynı gün seçimlerin 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılmasına karar vermistir. Nisan ayının sonuna dogru partiler kesin milletvekili adaylarını açıklamıstır. İktidar ve muhalefet de bu asamadan sonra kendi adaylarını tanıtma çabasına girmistir. Gazeteler günlerce milletvekilleri aday listeleri ile kısa özgeçmislerini yayımlamıstır.1028 DP 24 Nisan 1950’de aday listesini yayımlamıstır. 
Buna göre Adnan Menderes hem Aydın’dan hem İstanbul’dan; Fevzi Lütfü 
Karaosmanoglu ise hem Manisa’dan hem Aydın’dan adaylıgını koymustur. 

Yürürlükteki Seçim Kanunu’na göre adayların aynı anda iki seçim çevresinden aday olması mümkündü. 

CHP Aydın Milletvekili Adayları:

- Dr. Sabri Akın (8. Dönem Aydın Milletvekili) 
- Mithat Aydın (8. Dönem Aydın Milletvekili) 
- Dr. Hulki Cura (8. Dönem İzmir milletvekili) 
- Dr. Mazhar Germen (8. Dönem Aydın Milletvekili) 
- Yusuf Saim Atasagun ( Ziraat Bankası Bas Müsaviri) 
- Ekrem Çiftçi (Tüccar, CHP Aydın İl İdare Kurulu Baskanı) 
- Agah Sırrı Levent (İnönü Ansiklopedisi Genel Sekreteri)1029 

Aydın DP Milletvekili Adayları: 

- Adnan Menderes (Milletvekili, DP Genel Kurul Üyesi) 
- Fevzi Lütfi Karaosmanoglu (Çiftçi, DP Genel İdare Kurulu Üyesi) 
- Etem Menderes (Avukat, DP İl Baskanı) 
- Namık Gedik (Doktor) 
- Sevki Hasırcı (Çiftçi) 
- Baki Öktem (Doktor) 
- Lütfü Ülküman.1030 

4.8.7. Seçimlere Giderken 

DP’nin seçim beyannamesi Mayıs ayının ilk haftası yayımlanmıstır1031 CHP 
1950 seçim propaganda çalısmalarında ülkenin dıs siyaset açısından tehlikeli bir 
merhaleden geçtigini böyle bir ortamda ülkenin tecrübesiz ellere bırakılmayacagını iddia etmistir. Halkı buna inandırmaya çalısmıstır.1032 Demokrat Parti ise seçim çalısmalarında halka daha cazip gelecek pratik konulara yönelmistir. II. Dünya Savası’nın getirdigi sıkıntılar nedeniyle yag sıkılan tekneler mühürlenmis, köylü memur gözetiminde yagını sıktıktan ve devlete yükümlü oldugu yagı verdikten sonra tekne mühürlenmisti. DP’liler, Aydın’da mühürlü yag tenekelerini miting meydanlarına getirip ‘teknelerdeki mührü devlet kesmese biz kesecegiz’ seklinde propaganda yapmıslardır.1033 

Partiler seçimlere giderken Aydın ilinde son mitinglerini yapmıslardır. 
Kusadası’nda İzmir CHP milletvekili adaylarının da katıldıgı bir miting düzenlenmistir. 
CHP, bu mitingle adaylarını tanıtmak, partiye oy saglamayı amaçlamıstır. Miting 
Cumhuriyet Meydanı’nda yapılmıstır.1034 Bazen DP’yle, CHP arasındaki mitingler aynı yerde aynı güne denk gelmistir. Bunlardan en ilginç olan ncirliova mitingidir. Sabah saatlerinde Adnan Menderes’in de istirak ettigi DP mitinginden hemen sonra aynı meydanda CHP de miting tertip etmistir. Sabah DP’nin Nazilli’de miting yaptıgı meydanda ögleden sonra CHP de bir toplantı yapmıstır. Mitingler Sümer Mahallesi’ndeki genis meydanda yapılmıstır. Mitinglere çevre ilçe, köy ve illerden vasıtalarla gelen binlerce insan katılmıstır. CHP mitinginde iki tane bandonun çaldıgı marslarla topluluk costurulmustur. Mitinge Mazhar Germen, Sabri Akın, Emin Bilgen, Agâh Sırrı Levent, Yusuf Saim Atasagun, Âlim Mumcu, Haydar Bilgen, Mehmet Ali Akdeniz, Sevket Arsel gibi partinin önemli isimleri de katılmıslardır.1035 

CHP, 05 Mayıs 1950 tarihinde Karacasu’da bir açık hava toplantısı yapmıs, 
mitinge Mazhar Germen, Agâh Sırrı Levent, Ekrem Çiftçi de katılmıstır. Miting de sürekli “Varolsun nönü” sloganı atılmıstır. Aynı tarihte aksam saatlerinde Umurlu Bayramyeri’nde de bir kahve toplantısı yapmıstır. Toplantıya CHP Aydın milletvekili adayları da katılmıstır. Karacasu toplantısında Yusuf Atasagun ve Dr. Hulusi Eralp birer konusma yapmıslardır. CHP Aydın Merkez lçe Baskanı Dr. Hulusi Eralp: “Muhalifler CHP’ye karsı nankörlük etmektedir. Onların muhalefet anlayısı yalan ve iftiraya dayanmaktadır. Ancak memleketin mukadderatını seçmen belirleyecektir. CHP zaferinden emindir.” seklinde konusmustur.1036 

Seçimlerden önce seçimlerin kaderini etkileyecek önemli gelismeler yasanmıstır. 
Mart ayının basında Millet Partisi Kurucusu Prof. Kenan Öner vefat etmis,1037 bu olayın ardından Eski Basbakan Recep Peker’in 1 Nisan 1950'de stanbul'da öldügü haberi gelmistir.1038 Bu ölüm haberinden hemen sonra kamuoyunu derinden etkiyen Fevzi Çakmak’ın 12 Nisan 1950 tarihinde stanbul’da öldügü haberi kamuoyuna duyurulmustur. Seçim arifesinde Maresal Fevzi Çakmak’ın ölüm haberi üzerine devlet radyolarının normal yayın akısına devam etmesi, CHP için oldukça talihsiz bir gelisme olmustur. ktidar bunu kasten böyle yapmamıs olsa bile muhalefet bu olayı çok iyi bir sekilde iktidar aleyhinde kullanmıstır. CHP, stanbul’da üniversite ögrencilerinin yapmıs oldugu gösterilerle protesto edilmistir.1039 Sadece stanbul’da degil zmir’de de Yüksek Talebe Birligi Fevzi Çakmak’ın anısına bir yürüyüs tertip etmistir.1040 Ancak bu yürüyüste CHP protesto edilmemistir. Fevzi Çakmak için stanbul’da düzenlenen cenaze törenine 100 binin üzerinde kisi katılmıstır. Beyazıt Cami’nde kılınan cenaze 
namazından sonra cenaze omuzlara alınmıs, kalabalıktan dolayı planlanan devlet töreni yapılamamıstır.1041 Maresal Fevzi Çakmak’ın ölüm haberini Anadolu gazetesi ‘yatacagı topraklar nur olsun!’ seklinde büyük bir baslıkla duyurmustur.1042 Gazete günlerce Fevzi Çakmak’ın en güzel fotograflarını basmıs ve hizmetleriyle ilgili yazılar yayımlamıstır. 

4.8.8. Seçimler 

Seçimler daha önce ilan edilen tarih olan 14 Mayıs 1950’de yapılmıstır. Anadolu 
Gazetesi seçim günü su baslıgı atmıstır: “BUGÜN MİLLETVEKİLLERİMİZİ 
SEÇECEGİZ. Temennimiz Sudur: Allah Türk Milletinin Muini olsun! Bugünkü dünya sartları içerisinde bir milletin kuvvetli bir idareye sahip olması, bugününü ve yarınını kudret ve kifayet sahibi ellere tevdi etmesi büyük bir bahtiyarlıktır. Bu seçimle 9. Dönem Milletvekilleri belirlenecektir.”1043 

Seçimlerde Aydın il genelinde 154.371 seçmenden 140.244’ü oy kullanmıstır. 
Seçime istirak oranı % 90,84 olarak gerçeklesmistir. Bu oran oldukça yüksek ve 
Türkiye ortalamasının üstündedir. Seçimde CHP 60.860, DP 76.896, MP 2.820 oy almıstır.1044 Kasaba ve köylere de dâhil olmak üzere Nazilli’de kayıtlı 37.658 seçmen 132 sandıga taksim edilmistir. Kasaba ve köylerden seçim sonuçları geç ulasmıstır.1045 

Seçimler genelde sakin bir sekilde geçmistir. Ancak CHP’liler seçimleri gözeten 
yargıcı, seçimde DP lehine hareket ettigi iddiasıyla Yüksek Seçim Kurulu’na sikâyet etmistir. Ortaklar, Söke, Aydın merkez ilçede de DP seçimi önde bitirmis oldugu Demokrat zmir gazetesi tarafından sütunlarına tasınmıstır. Seçimden iki gün sonra kesin sonuçlar ilan edilmistir. Ülke genelinde oldugu gibi Aydın ilinde de seçimin galibi DP olmustur. Zafer üzerine DP yanlısı gazeteler su baslıgı atmıstır: “Bütün Memleket, DP’nin zafer sarkılarını terennüm ediyor.” Seçimde Aydın ilinin 7 milletvekili kontenjanının tamamını DP kazanmıstır. CHP’nin Aydın’da aldıgı oy miktarı azımsanmayacak kadar çok oldugu halde seçimde uygulanan oy çoklugu ilkesinden dolayı CHP Aydın’dan hiçbir milletvekili çıkaramamıstır. Aydın ilinde CHP’nin bilenen simaları Dr. Mazhar Germen, 
Neset Akkor gibi isimler seçimi kaybetmistir.1046 

Bunların içerisinden Dr. Mazhar Germen, I. Meclis’ten baslayarak 1950 seçimlerine kadar kesintisiz 8 dönem Aydın milletvekilligi yapmıstır. Seçim sonuçlarının kesinlesmesiyle birlikte 16 Mayıs 1950 tarihinde milletvekili seçilen kisilerin mazbatalarını l Seçim Kurulu hemen düzenleyip ilgili kisilere vermis,1047 mazbatalarını alan milletvekilleri 17 Mayıs 1950 tarihinde Ankara’ya gitmek üzere yola çıkmıslardır. Kimi DP’liler bu seçimleri ‘Kansız htilal’ olarak nitelemistir.1048 

Aydın’dan Milletvekilligini Kazanan Adayların Aldıkları Oylar Söyledir: 

Adnan Menderes: 77.138 oy, 
Fevzi Lütfü Karaosmanoglu: 77.108 oy, 
Namık Gedik: 76.630 oy, 
Sevki Hasırcı: 76.784 oy, 
Etem Menderes: 76.625 oy, 
Baki Öktem: 76.588 oy, 
Lütfü Ülküman: 50.988 oy. 

Fevzi Lütfü Karaosmanoglu Manisa’dan da seçimleri kazanmıstır. 
Karaosmanoglu TBMM’ye verdigi dilekçeyle Manisa milletvekilligini tercih ettigini 
belirtmistir. TBMM’ce bu istek onaylanmıstır.1049 Seçimlere stanbul ve Aydın DP listelerinden giren Adnan Menderes her iki ilde de seçimleri kazanmıstır. Adnan Menderes TBMM Baskanlıgı’na stanbul milletvekilligini tercih ettigini bildirmistir. Bu istek TBMM Genel Kurulu’nun 15 Aralık 1950 tarihli 19. Birlesiminde onaylanmıstır.1050 Bu nedenle TBMM’de Aydın ilini temsil eden iki milletvekilligi sandalyesi bos kalmıstır. 1951 yılında bu sandalyeler için Aydın ilinde yapılan ara seçimi DP’den Avukat Namık Gedik ve Belediye Baskanı Cevat Ülkü kazanarak Aydın’ı TBMM’de temsil hakkını elde etmislerdi. 

1945 yılından sonra CHP iktidarında ülkede pek çok olumlu gelismeye imza 
atılmıstır. Bunlar CHP için iyi bir not olmalıydı. Ancak 1950 senesine gelindiginde ülkede hala issizlik, kıtlık ciddi bir sorun olmustur. Söz konusu dönemde her sene 40 bine yakın insan veremden yasamını yitiriyordu. Halk II. Dünya Savası sırasında ülkede yasanan sıkıntıları bir türlü unutamamıstır… CHP bunları göz ardı edip ve seçim teknigi olarak çogunluk ilkesini benimsemis ve bunu DP’ye kabul ettirmistir. Seçim Kanunu bu sekilde çıkmıstır. CHP, kendisinin öncülük yaptıgı bu prensibin kurbanı olmus ve seçimi kaybetmistir. Bazı seçim bölgelerinde CHP oyları DP’nin oylarına oldukça yakın olmasına ragmen CHP o bölgede çogunlugu saglayamadıgı için hiçbir milletvekili çıkaramamıstır. Ülke genelinde DP oyların % 52,68’ini alarak 487 üyeli Meclis’e 408 milletvekili ile girerken, oyların % 39,45’ini alan CHP ise meclise ancak 69 milletvekili yollayabilmistir. Oyların % 3,11’ini alan MP Meclis’te 1 milletvekili 
(Osman Bölükbası) ile temsil edilebilmistir.1051 Bagımsız adaylar ise seçimlerde % 4,76 oranında oy almıslardı.1052 CHP’nin kırsal bölgelerde oy çoklugunu sagladıgı görülmüstür. Büyük sehirler ve kentlerde ise çogunluk DP’den yana oy kullanmıstır. 

Ege, İç Anadolu Bölgelerinin hiçbir kentinde CHP oy çoklugunu saglayamamıstır. 
Akdeniz Bölgesi’nde sadece Hatay’da, Marmara Bölgesi’nde ise sadece Bilecik’te 
DP’den fazla oy elde edebilmistir. Karadeniz’de kimi yerlerde CHP, kimi yerlerde de DP çogunlugu saglamıstır. CHP’nin oy çoklugunu sagladıgı iller genelde Dogu Anadolu Bölgesi’nde yogunlasmıstır. CHP’nin seçimi önde bitirdigi iller Bilecik, Bingöl, Bitlis, Erzincan, Hakkâri, Hatay, Kars, Malatya, Sinop, Trabzon, Van olmustur. 

İsmet İnönü ve arkadasları Malatya’dan seçimi kazanmıstır. Seçim sonuçlarını 
duyan nönü’nün saglıgının bozuldugu seklinde haberler ortalıgı sarmıstır. İnönü’nün saglıgıyla ilgili haberler yalanlanmıs, nönü’nün partisinin basında yoluna devam edecegi açıklanmıstır. Basbakan Günaltay’ın kabinesinde ise Günaltay’ın kendisi hariç hiçbir bakan seçimi kazanamamıstır. Basbakan Semsettin Günaltay seçimlerin ardından yaptıgı açıklamada kendisinin ve kabinesinin bir an evvel görevlerini DP’ye devretmek istediklerini ifade etmistir. DP Baskanı Celal Bayar’ın yeni hükümetin kurulması için acele eden Günaltay’dan TBMM’nin toplanmasına kadar beklemesini istemistir.1053 
Meclis çok partili seçimler sonrası 22 Mayıs 1950 tarihinde ilk kez toplanmıstır. 
Cumhurbaskanlıgı’na Celal Bayar, TBMM Baskanlıgı’na Refik Koraltan seçilmistir.1054 

CHP milletvekilleri TBMM genel kurul toplantısı öncesi bir araya gelmis, CHP meclis gurubu baskan vekilliklerine Erzincan Milletvekili Semsettin Günaltay ve Trabzon Milletvekili Faik Ahmet Barutçu’yu seçmislerdir. 

Celal Bayar’ın Cumhurbaskanı seçilmesiyle nönü CHP’nin basına geçmistir. İnönü, CHP Genel Baskanı olarak yayımladıgı ilk mesajında milli birlik ve bütünlügün önemine isaret ederek “Vatanda dirlik, düzenligin muhafazası, vatanımızın bütünlügünün korunması her mülahazanın üstündedir” demistir.1055 CHP iktidarı kaybetmis olsa da ülkenin pek çok yerinden nönü’ye baglılık telgrafları çekilmistir.1056 CHP nönü’nün etrafında sıkıca kenetlenerek hakiki bir muhalefet olusturacagını duyurmustur Amerika Birlesik Devletleri yayımlanan seçim sonuçlarından memnunluk duymustur. ABD yayımladıgı bildirgede seçimleri övmüs, 600 yıl saltanatla yönetilmis bir ülkede Atatürk tarafından kurulmus demokratik sistemde 26 yıl içerisinde çok partili 
sisteme geçilmesi ve de bir seçimle iktidarın degistirilmesi takdirle karsılanmıstır denilmistir.1057 

Seçimlerde Demokratlar “Egemenlik milletindir” ilkesini bizzat halkın içinde 
savunmustur. Bu cesur propaganda sayesinde Türkiye’de bir büyük demokratik adım atılmıstır. Yüzyıllardan beri Türkiye halkı, kendi arzusu ile idarecilerini ilk kez degistirmistir. O zamana kadar Mesrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan bütün demokratik reformlar hep tepeden inme yapılmıstır. İlk defadır ki 1950 seçimleriyle asagıdan yukarıya bir reform yapılmıstır. Halk, hükümet adamlarını kendisinin tayin edebilecegini görmüs, halkın kendisine olan güveni artmıstır. İkincisi, oyunu almak için siyasetçilerin ayagına gelislerini seyretmis, böylece hem gücünü kavramaya baslamıs hem de siyasetin erisilmez bir varlık olmadıgını görmüstür.1058 

14 Mayıs 1950 genel seçimlerinden sonra aynı yıl içinde yapılan 3 Eylül 1950 
tarihli belediye seçimlerinde 600 civarında belediyenin 560’ını DP kazanmıstır. Bundan sonra 15 Ekim 1950 l Genel meclisi seçimleri yapılmıs, bu seçimleri de yine Demokratlar kazanmıstır”1059 

Bu süreçte DP iktidarını iyice saglamlastırmıstır. Adnan Menderes 3 Eylül 1950 seçimlerinden sonra kazanılan zaferle birlikte “Türk milleti 14 Mayıs’ta CHP’yi iktidardan tasfiye etmisti. 

3 Eylül’de de muhalefetten tasfiye etmistir”1060 demistir. 

Adnan Menderes Aydınlı olmasına ve Basbakanlıgı süresince Aydın’daki çiftlik ve mal varlıgını sürdürmesine ragmen stanbul milletvekili olarak TBMM’de bulunmustur. Aydın milletvekili İbrahim Etem Menderes, Namık Gedik Menderes Hükümetlerinde bakan olarak bulunan isimlerdendir. 

SONUÇ 

1950 yılı Türk demokrasisi için önemli bir dönüm noktasıdır. Gelinen bu nokta 
1876 tarihli Kanun-ı Esasi’den bu yana parlamenter seçim tecrübelerinin, 1908-1913 (II. 
Mesrutiyet), 1923-1925 yılları arasındaki ve 1930 yılındaki çok partili yasama geçis çabalarının bir sonucuydu. Söz edilen süreçlerde demokrasi kültürü toplumda henüz özümsenmemis, kolayca sınırlandırılıp engellenmistir. Bütün bunlara ragmen 1945 senesine gelindiginde demokrasi en basından insa edilmek zorunda degildi. Bu nedenle Tanzimat sonrası genel siyasi gelismelerin kısaca ele alınması 1945 yılında Türkiye’de çok partili yasama geçis sürecinin ve demokratiklesme olayının anlasılmasında bizlere yardımcı olacaktır. 

İnceledigimiz konu, siyasi tarihimizde önemli bir fonksiyon üslenmis Aydın ve çok partili yasama geçis sürecinde Aydın’da siyasal yasam ise bu ilin siyasi geçmisine mutlaka bakılmalıdır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyiminden 1946 yılına kadar ilin siyasi tarihinin özetlenmesi 1946-1950 yılları arasında Aydın’da meydana gelen siyasi gelismeleri somut, etkili, anlasılır bir sekilde  ortaya konması açısından önemlidir. 

1945 yılında Türkiye’de çok partili yasama geçisin alt yapısında yatan en önemli 
faktör II. Dünya Savası’nın ülke içi ve dısında dogurmus oldugu sonuçlardır. Savas öncesi Türkiye’nin tehdit algılaması Güney Akdeniz ve Batı Avrupa iken savas sonrasında bu algılama Dogu Avrupa’yla yer degistirmistir. Gerçekte II. Dünya Savası’nın iki tane galibi vardı: ABD ve SSCB. ngiltere ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkeleri savasın galipleri arasında yer alsalar da II. Dünya Savası’ndan kendilerine harabeye dönmüs birer ülke kaldı. Savas sonrası ABD ve SSCB arasında adına soguk savas denen bir egemenlik mücadelesi baslamıstır. SSCB, Litvanya, Estonya, Letonya, Polonya gibi ülkeler üzerinden Baltık Denizi yoluyla Batı Avrupa üzerinde baskı kurarken Bogazlar ve Dogu Anadolu Bölgesi etkisi altına almak suretiyle Akdeniz ve Ortadogu’yu denetlemek istemistir. SSCB tehdidine karsı ABD ve Batı Avrupa ülkelerinin desteginin alınmasını kendisi açısından zorunlu gören Türkiye, rejimini bu ülkelerin siyasi yapısına benzetmek zorundaydı. 1945 yılında Birlesmis Milletler Anayasası’nı imzalarken Dısisleri Bakanı Hasan Saka, Reuters Haber Ajansı’na yaptıgı açıklamada Türkiye’nin demokrasi yolunda ilerleyecegini belirtmesi; bundan birkaç gün 
sonra Cumhurbaskanı İsmet İnönü’nün 19 Mayıs kutlamaları münasebetiyle yaptıgı konusmada Türkiye’nin demokratiklesecegini ima eden açıklaması, 12 Temmuz 1947’de Amerikan-Türk Yardım Anlasması imzalandıgı gün, Cumhurbaskanı İsmet İnönü tarafından muhalefetle iktidar arasındaki gerginligin giderilmesini amaçlayan 12 Temmuz Beyannamesi’nin yayımlanması Türkiye’de çok partili yasama geçis üzerinde dıs dünyada meydana gelen gelismelerin ne denli etkili oldugunun delilleridir. 

II. Dünya Savası’nın ülke içerisinde dogurmus oldugu sıkıntılar daha çok 1950 
senesinde iktidarın el degistirmesinde etkili olmustur. Tarımda teskilatlanma eksigi, ilkellik, verimsizlik, ulastırma konusundaki birçok yetersizlikler; ülkenin sıkıntılarını hafifletecek milli stokların ve stoklama yapılabilecek depolama tesislerinin olmaması gibi nedenlerle savas yıllarında ülkemizde açlık, kıtlık ve sefalet çok kısa bir sürede yaygın ve etkili sekilde kendisini hissettirmistir. Nüfusunun büyük bir kısmının tarımla ilgilendigi ülkemizde savas nedeniyle askere alınan insan sayısı en üst düzeye ulasmıs, bu durum üretici kesimleri tüketici duruma getirmis, üretimin düsmesine baglı olarak ülkede ekmek sıkıntısı bas göstermistir. Temel ihtiyaç maddelerini tedarik etmede zorluk çeken halk büyük bir ordunun ihtiyaçlarını karsılamak isteyen hükümetin getirmis oldugu ekonomik yükümlülükleri de sırtlanmak durumundaydı. Savas nedeniyle olusan her türlü darlık ve sıkıntının faturasını genis halk kesimleri öderken, belli bir kesim karaborsa, ihtikar ve vurgunculuk yaparak savas zengini durumuna 
geçmistir. 

Tek parti iktidarı CHP tarafından yapılan Türkiye’de çok partili yasama 
geçilecegini ima eden açıklamaların ardından 18 Temmuz 1945’te Nuri Demirag 
önderliginde Milli Kalkınma Partisi kurulmustur. Bu partinin kurulmasından kısa bir sürede çok fazla sayıda parti faaliyete geçmistir. Çok partili yasama geçis sürecinde kurulan ilk muhalefet partisi olma özelligine sahip Milli Kalkınma Partisi, CHP içindeki muhalefetin harekete geçmesi ve Demokrat Parti’nin kurulmasını dolaylı bir katkı yapmıstır. 

1945 yılı bütçe görüsmeleri ve Meclis’e görüsülmek üzere sevk edilen Toprak 
Reformu Yasa Tasarısı muhalefetin öncülerini ortaya çıkarmıstır. Muhaliflerden Adnan Menderes, Refik Koraltan, Celal Bayar ve Fuat Köprülü, CHP Meclis Grup 
Baskanlıgı’na ‘Dörtlü Takrir’ adıyla bilinen bir önerge sunmuslardır. Halkın, anayasa ile teminat altına alınmıs demokratik hak ve özgürlüklerini kullanmasının önündeki engellerin kaldırılması istenen bu önerge, CHP’nin ilgili kurulu tarafından ret edilmistir. 

Dörtlü Takrir’i verenlerden önce Adnan Menderes ve Fuat Köprülü, ardından Refik Koraltan CHP’den ihraç edilmistir. Bu süreçten çok az bir zaman sonra Celal Bayar 28 Eylül 1945 tarihinde önce milletvekilliginden, 2 Aralık 1945’te ise CHP üyeliginden istifa etmistir. Celal Bayar baskanlıgı’nda bir araya gelen bu gurup 2 Ocak 1946 tarihinde DP’yi kurduklarını açıklamıslardır. DP kurucuların kamuoyu tarafından biliniyor olması ve II. Dünya Savası’nın getirmis oldugu sıkıntılardan dolayı CHP iktidarına karsı halkta meydana gelmis sıkıntıdan dolayı bu parti kısa sürede teskilatlanarak güçlü bir muhalefet partisi haline gelmistir. DP’lilerin siyaseti halkın ayagına götürdükleri; felsefi tartısmalardan daha çok pratik öneri ve söylemlerle siyaset yaptıkları, bu nedenle genis halk kesimlerine rahatlıkla ulasabildikleri bilinen bir durumdur. 

DP’nin güçlü bir muhalefet partisi olarak ortaya çıkısı Türkiye tarihinde önemli 
bir yere sahip CHP’yi hem düsünce hem yapı açısından degisiklige ugratmıstır. DP’nin kurulması üzerine il, ilçe, ocak teskilatlarından istifalar yasanan ve pek çok yer idare kurullarında çözülme görülen CHP yeni idare kurulları tesekkül ettirmis; pek çok yerde yeni ocaklar açmıstır. Çok partili yasama geçis sürecinde CHP’den istifaların artmasına ragmen CHP’nin toplam üye sayısında ciddi bir düsüs yasanmamıstır. Çünkü CHP yeni üye kayıtlarıyla teskilatlarında olusmus boslukları hemen doldurmaya çabalamıstır. 
Tek parti döneminde politikadan uzak pek çok kisi gerek CHP gerekse DP eliyle siyasi mücadeleye katılmıstır. Çok partili yasama geçis asamasında CHP’nin inkılapçı zihniyetinden uzaklastıgı; pek çok söylem ve eyleminden vazgeçtigi görülmüstür. 

Demokratiklesme adına çok partili yasama geçis sürecine gelindiginde Aydın 
ilinin çok zengin bir siyasi alt yapısı vardı. Konumu, sosyal ve ekonomik yapısıyla Aydın her zaman siyasi gelismelerde öncü bir rol üstlenmistir. Osmanlı’nın son döneminde Avrupa’nın sömürü kollarının Anadolu’da ilk girdikleri yerlerden bir tanesi Aydın idi. Geç Osmanlı döneminde Aydın ve çevresinde sosyal adalet bozulurken, Avrupa’nın sömürgeci kollarıyla temasa geçen bölge insanı aynı zamanda özgürlükçü akımları ögrendiler. II. Mesrutiyet döneminde Aydın ilinde çok canlı bir siyasi yasamın oldugu bilinmektedir. 

Bu dönemde yasanan partiler arasındaki rekabet Aydın halkının 
demokratik bilincinin gelismesine katkı saglamıstır. 

Bu bilinçle Kurtulus Savası sırasında Nazilli Kongreleri toplanabilmis, bagımsızlık adına ortak kararlar alınabilmis ve Aydın toprakları isgal altında olmasına ragmen Son Osmanlı Mebusan Meclisi ve I. TBMM seçimleri Aydın’da saglıklı bir biçimde yapılabilmisti. Cumhuriyet döneminde ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkası tecrübelerinin en canlı yasandıgı yerlerden birisi de Aydın olmustu. Bu denli zengin bir alt yapıya sahip Aydın çok partili yasama geçiste elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Ulusal gazetelerin bile günü gününe Aydın’da meydana gelen her türlü siyasi gelismeleri hiçbir 
ayrıntısını atlamadan okuyucularına aktarmaya çaba göstermesi, çok partili yasama geçis sürecinde Aydın ilinin üslenmis oldugu fonksiyonu açıkça ortaya koymaktadır. 
Aydın il nüfusu Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1940’a kadar sürekli artmıstır. II. 
Dünya Savası yıllarında Aydın’da neredeyse durma noktasına gelen nüfus artıs hızı, çok partili yasama geçis sürecinde tekrar çok hızlı bir artıs sürecine girmis, buna baglı olarak Aydın ilinde seçmen sayısı ve niteliginde degisiklik meydana gelmistir. Savas yıllarında pek çok sıkıntı yasanan Aydın ilinde 1946 yılından sonra tekrar ekonomik bir canlanma, idari yapıda degisiklik, tarım ve hayvancılıkta verimlilik, saglık, belediye, egitim, imar-bayındırlık ve ulastırma hizmetlerinde iyilesme görülmüstür. 1946-1950 arasında Aydın ilinde görülen yeniden kalkınma, halkın sorunlarını hızla çözme hamlesi 1950 seçimlerinin sonucunu etkilemistir. 1950 genel seçimlerinde DP ile CHP’nin aldıkları oy sayısında ciddi bir farkın olmaması çok partili yasama geçis sürecinde 
Aydın ilinde II. Dünya Savası yıllarında yasanan sıkıntıların büyük bir hızla ortadan kaldırılmasının sonucudur. 

Avrupa’nın sömürü kolları demiryolu ve telgraf aglarıyla Batı Anadolu içlerine 
dogru girdikçe özgürlükçü akımlardan etkilenen bölge insanı, sosyal adaletin 
bozulmasına baglı olarak muhalif bir durus sergilemeye baslamıstır. Geç Osmanlı’dan çok partili yasama geçis sürecine kadar Aydın’ın sosyal dokusunda da muhalif bir durus egemen olmustur. 19 yüzyıl sonu, 20 yüzyıl baslarında Aydın ve çevresinde görülen zeybeklik ve eskıyalık olayları; Cumhuriyet döneminde Aydın ilinde yasanan SCF deneyimi savımızı desteklemektedir. Etem Menderes, Adnan Menderes Serbest Cumhuriyet Fırkası dönemi muhaliflerinden di. Serbest Fırka’nın kapatılmasıyla adı geçen kisiler CHP’ye geçip bu parti içerisinde önemli görev ve fonksiyonlar üslenmislerdir. Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyiminden sonra siyasi yasamda bir sessizlik dönemine girilmistir. Ancak CHP içerisinde açıga çıkmak uygun zaman ve zemin bekleyen bir muhalefet vardı. Bu muhalifler pek çogu eski Serbest Fırkalılar idi. 

II. Dünya Savası sonrası Adnan Menderes DP parti kurucuları arasında yer alırken Etem Menderes, bu partinin Aydın teskilatlanmasında önemli bir görev üslenmistir. Aydın, Ankara’dan hemen sonra DP’nin il teskilatının kuruldugu ikinci vilayet idi. CHP Aydın il idare kurullarında görev alan pek çok kimse bu görevlerinden istifa ederek DP mütesebbis heyetlerinde yer almıslardır. CHP Aydın il teskilatı neredeyse çözüle safhasına gelen idare kurullarını 1946 kongrelerinde yenilemistir. DP ise önce mütesebbis heyetleri olusturarak Aydın ilçe, belde, köy ve mahallelerinde teskilatlanmıstır. 1946 kongrelerinde mütesebbis heyetleri kaldırılarak yerlerine idare heyetleri olusturulmustur. Basta Adnan Menderes olmak üzere DP kurucu ve üst düzey yöneticilere Aydın’a her fırsatta yaptıkları ziyaretle ilde partinin teskilatlanma çalısmalarını refakat etmislerdir. Söz konusu ziyaretler partilileri çalısmalarında sevk verirken, halkın DP’ye olan ilgisini artırmıstır. DP’nin kurulma asamasındaki olumlu hava kısa sürede sona ererek, yerini CHP ve DP arasındaki gerginlige bırakmıstır. DP, kendisine baskı yapıldıgını her fırsatta iddia ederek genis halk kitlelerini arkasında toplayabilmistir. 

DP’nin Aydın’da hızla teskilatlanması karsısında CHP, örgütlerini tekrar gözden 
geçirmis ve yeniden yapılandırmıstır. CHP’nin tek parti oldugu dönemlerde ocak 
kurmayı düsünmedigi pek çok yerde parti teskilatı kurdugu görülmüstür. Demokrat Parti’nin hayat pahalılıgını sona erdirecekleri; özgürlükleri genisleteceklerine dair yaptıkları propaganda çalısmalarına CHP’liler kendilerinin vatanı kurtaran, Cumhuriyet’i kuran, inkılapların banisi olan bir parti olduklarına dair söylemlerle cevap vermislerdir. Ancak söylem ve yöntem açısından propaganda konusunda DP’nin daha basarılı oldugu söylenebilir. 

Aydın ilinde CHP ve DP arasında, Halkevlerinden yararlanma, CHP’nin kamu 
kaynaklarından yararlanması, CHP’ye il özel idare ve belediye bütçelerinden kaynak aktarılması, CHP’li baskanların devlet protokolünde yer alması gibi konularda ciddi tartısmalar çıkmıstır. Tartısmalarda getirilen elestiriler, saygı sınırını asınca taraflar birbirleri aleyhinde yüzlerce dava açmıstır. Açılan davalarda onlarca kisi degisik cezalara mahkum edilmistir. DP’lilerin siddetli itirazlarına ragmen 1950 genel seçimleri sonuna kadar CHP’ye kamu kaynaklarından pay aktarılmasına devam etmistir. Ancak aynı kaynaklardan yararlanamayan DP kendisine deve güresleri düzenlemekten esya piyangolarına varıncaya kadar çok farklı gelir kaynakları yaratmıstır. Halkevleri ise çok 
partili yasama geçis sürecinde yapılan tartısmalar nedeniyle eski canlılıgını 
kaybetmistir. DP iktidarı döneminde Halkevlerinin kapatılmasının alt yapısını 
olusturacak pek çok olay Aydın ilinde yasanmıstır. 

Tek parti döneminde devlet ve parti esdeger anlam tasımıstır. Bu nedenle devlet memurları birer CHP’liydi. Demokrat Parti’nin kurulmasıyla birlikte devlet memurları ve bürokratlar önceleri nasıl davranacakları konusunda sasırmıslardır. Parti-devlet bütünlesmesinin getirmis oldugu anlayıstan hemen kopmak mümkün degildi. Devlet memurlarının pek çogu çok partili yasama geçis süreci baslarında tarafsız kalamadılar ve DP’ye karsı açıkça tavır aldılar. Hatta 21 Temmuz 1946 seçimlerinde Aydın ilinde pek çok bürokrat ve memurun CHP lehinde çalısma yaptıgı CHP müfettis raporlarına yansıyan bir durum idi. Demokrat Parti’nin güçlenmesine baglı olarak bazı bürokrat ve memurların saf degistirip DP propagandası yapmaya baslamıstır. Bunun üzerine önceleri kendisi lehine çalısma yapıldıgında bunu öven, tesvik eden CHP iktidarı aynı 
devlet memurlarını tarafsızlılarını kaybettikleri gerekçesiyle cezalandırma yoluna 
gitmistir. Gelinen noktada devlet memurları DP ve CHP yanlısı olarak ikiye 
bölünmüstür. Bu durum vatandasların islerini ve devlet hizmetlerinin görülmesini aksatmıstır. Ülkemizde çok partili yasama geçis sürecinde ismen varolan kamu personeli kavramının demokratiklesmemis toplumlarda sindirilmesi için zamana gereksinim duyulmustur. 

Aydın ilinde DP ile CHP arasında tam bir propaganda savası yasanmıstır. 
Yapılan psikolojik harpte partiler kendilerine baglı gazeteler aracıgıyla birbirlerini yıpratmak, kendi taraftarlarına sevk vermek için her türlü propaganda silahını kullanmıslardır. Gazetelerde her gün partilere katılım ya da partilerden istifa haberleri yayımlanmıstır. Partiler bandolar olusturarak eglenceler tertip etmisler ve sıkça mitingler yapmıslardır. Ufak bir köyde dahi yapılan mitinge binlerce kisi katılmıstır. 

Partiler için bu propaganda aracı çok önemli oldugundan baska yerlesim yerlerinden yüzlerce kisi bu miting alanlarına tasınmıstır. Rekabet Ticaret Odaları idare kurulu seçimlerinden kooperatiflere varıncaya kadar her alana yayılmıstır. Öyle ki partilerin gençlere ulasmak için spor klüpleri kurdukları görülmüstür. Gelinen noktada resmi bayram kutlamaları bile partiler tarafından tam bir gövde gösterisine dönüstürülmüstür. 
Partiler resmi bayram kutlamalarını olusturdukları ayrı ayrı kortejlerle katılmıslardır. 

Taraftar sayısını fazla göstermek isteyen partiler en ücra köylerden dahi insan getirerek bu kortejlere katılımını saglamıslardır. Keskin rekabet nedeniyle partiler arası iliskiler kimi zaman gerginlesmis, vatandaslar arasında kavgalar çıkmıstır. Yasanan olaylar cinayetle sonuçlanacak boyuta ulasmıstır. Bunlardan en önemlisi 21 Temmuz 1946 genel seçimlerinden 48 saat önce islenen Çakırbeyli Cinayeti’dir. 

21 Temmuz 1946 genel seçimlerini Aydın’da CHP kazanmıstır. Ancak 
toplumdaki genel atmosferi okumakta gecikmeyen CHP Aydın’da büyük bir çalısma baslatmıs, seçim galibi olmasına ragmen teskilatlarını kuvvetlendirme çabası içerisine girmistir. Pek çok bakan bu asamada Aydın’ı ziyaret etmistir. CHP iktidarı tarafından Aydın iline yapılan yatırımlar artırılmıs, çiftçi ve esnaf II. Dünya Savası yıllarından kalma pek çok mükellefiyetten kurtarılmıstır. Bölge için oldukça önemli olan zeytin ve zeytin yagından alınan muamele vergisi kaldırılmıs, bunun yanında bölge için yardım ve kredi muslukları sonuna kadar açılmıstır. Amerikan Marshall yardımından yararlandırılan pek çok çiftçi bu dönemde traktör sahibi yapılmıstır. Buna karsılık ise Demokrat Parti ortamı sürekli gergin tutmaya çabalamıs, sürekli II. Dünya Savası yıllarında yasanan sıkıntıları vurgu yapmıs, bundan CHP iktidarını sorumlu tutmustur. 
Partiler arası iliskiler önüne geçilmez sekilde gerginlesince Demokrat Parti, 
Hürriyet Misakı adlı bir bildirge yayımlayarak sine-i millete dönme tehdidinde 
bulunmustur. Bunun üzerinde Cumhurbaskanı nönü devreye girerek partiler arasındaki bu gerginligi bitirmek istemistir. smet nönü, 12 Temmuz 1947 yılında yayımlamıs oldugu beyannamede partiler arasında esitlik ilkesinin gözetilecegini ifade etmistir. Gelinen noktada sertlik yanlısı Basbakan Recep Peker görevinden istifa etmistir. DP, içerinden bir gurup ise DP genel idare kurulunu CHP’yle anlasma yapmakla suçlayıp bu partiden istifa etmislerdir. Demokrat Parti parçalanma sürecine girmistir. Millet Partisi bu süreçte dogmustur. Demokrat Parti yöneticileri izledikleri ince taktikle yasanan 
sarsıntıyı atlatmayı basarmıslardır. DP Aydın il teskilatı yasanan bu sarsıntının 
atlatılmasında önemli bir fonksiyon üslenmistir. Yeni kurulan Millet Partisi, DP Aydın teskilatına büyük bir darbe vurmak için çok çabalamıs ancak bunda basarılı olamamıstır. 

Recep Peker hükümeti döneminde CHP iktidarı, DP’ye karsı çok sert bir tutum 
takınmıstır. Adı geçen basbakanın görevinden istifa etmesinden sonra CHP iktidarı DP’ye karsı daha anlayıslı davranmaya baslamıstır. 

Ancak gergin siyasi atmosferin kendisine fayda getirecegini gören DP, Aydın ilinde yapılan 1948 yılı ara seçimlerini boykot etmistir. 1948 yılı genel kongresinden sonra ise Milli Husumet Andı adı verilen bir bildirge yayımlamıstır. Bu bildirge nedeniyle takındıgı olumlu tutum karsısında CHP oldukça sasırmıs ve buna bir anlam verememistir. 1950 seçimleri yaklastıkça Aydın ilinin önemi bir kez daha ortaya çıkmıs, DP ve CHP’den pek çok yönetici Aydın’ı daha çok ziyaret etmistir. Bu dönemde Aydın’a en üst düzeyde ziyaret Cumhurbaskanı İsmet 
İnönü tarafından gerçeklestirilmistir. DP’liler ise CHP’nin bu ataklarına cevap vermekte gecikmemislerdir. DP’liler, CHP’nin gerçekte bir halk partisi olmadıgını iddia etmislerdir. Bu iddialarını ispatlamak için Kerim Cevdet ncedayı’nın Aydın’ı ziyareti sırasında belki iyi niyetle söylemis oldugu bir sözü 1950 genel seçimlerine kadar yaklasık bir yıl CHP aleyhine propaganda aracı haline getirmislerdir. Cumhurbaskanı İsmet İnönü’yü ise Aydın’ı ziyaretleri sırasında tarafsız kalmayıp CHP propagandası yapmakla suçlamıslardır. 

Çok partili yasama geçis sürecinde partilerin Aydın ilindeki 1946-1950 yılları 
arasındaki kongreleri oldukça heyecanlı gerçeklesmistir. Dönemin gazeteleri bu 
kongreleri özel muhabirleriyle takip etmisler ve tüm ayrıntılarıyla okuyucularına 
iletmislerdir. Kongrelerde hemen hemen her partiliye konusma hakkı tanınmıs ve kongreler tam bir demokratik çerçevede yapılmıstır. Kongrelerde yapılan konusmalar dönemin siyasi atmosferini anlamamıza yardımcı olacak niteliktedir. Kongrelerde dile getirilen istek ve temenniler Aydın ilinin çok partili yasama geçis sürecindeki sosyal, ekonomik, kültürel dokusu ya da sorunlarıyla ilgili önemli ip uçları vermektedir. 

1946-1950 yılları arasında Aydın’da Koçarlı belediye seçimi, belediye seçimleri, 
21 Temmuz 1946 genel seçimleri, l Meclisi genel seçimi, muhtarlık seçimleri, 1948 yılı ara seçimleri, Ortaklar belediye seçimi, 14 Mayıs 1950 genel seçimi gibi seçimler yapılmıstır. Koçarlı belediye seçimi ve belediye seçimlerine DP katılmamıstır. 21 Temmuz genel seçimlerine katılan DP seçimlere itiraz etmis ve seçimlere hile karıstırıldıgını iddia etmistir. Aydın’daki seçimleri düzenledikleri mitinglerle protesto eden DP’liler bu itirazlarını TBMM’ye tasımıslardır. tirazları degerlendiren TBMM seçimleri geçerli saymıstır. Muhtarlık seçimlerinde de DP’liler yine seçimlerin baskı altına yapıldıgını iddia etmislerdir. Uygun bir seçim kanunu çıkartmak isteyen DP’liler 1948 yılında yapılan ara seçimleri boykot etmislerdir. Bunun üzerine seçim kanununda ilgili degisikliklerin bir kısmı CHP tarafından gerçeklesince DP Ortaklar Belediye seçimine katılmıstır. Seçimi DP kazanmıstır. CHP, bunun üzerine uzun süre Ortaklar Belediyesi’ni gözetim altında tutmus, bu belediyenin her türlü aksaklıgını kamuoyuna aktarmıstır. 1950 genel seçimlerine giderken DP seçim kanunda ilgili düzenlemelerin 
tam anlamıyla yapılmaması durumunda bir kez daha seçimleri boykot edecegini 
duyurmustur. Bunun üzerine iktidar ve muhalefet yeni bir seçim kanunu konusunda anlasmıslar ve Türkiye yeni bir seçim kanunuyla 1950 seçimlerini gerçeklestirmistir. 

“Açık Oy Gizli Tasnif” seklinde yapılan 21 Temmuz 1946 Milletvekili 
seçimlerindeki olaylar Demokrat Parti’ye olan ilgiyi artırmıstır. Demokratlar Adnan Menderes’in bu muhitten seçilememesine içlerine sindirememislerdir. Buna karsılık varlıgının bekası için CHP var gücüyle çalısmıstır. Bu durum Aydın sathını iktidar ile muhalefet arasında sert bir rekabet alanına çevirmistir. Aydın’da meydana gelen pek çok gelisme genel siyasi gidise yön verecek nitelige kavusmustur.


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

1028 Anadolu, 2 Mart 1950. 
1029 Anadolu, 23 Nisan 1950. 
1030 Demokrat İzmir, 25 Nisan 1950. 
1031Demokrat İzmir, 9 Mayıs 1950. 
1032 Burçak, age., s.204. 
1033 Yılmaz, Mustafa K. ve Demirayak, S.Görüme tarihi ve yeri: 15 Mayıs 2007; Aydın. 
1034 Anadolu, 6 Mayıs 1950. 
1035 Anadolu, 10 Mayıs 1950. 
1036 Anadolu, 8 Mayıs 1950. 
1037 Demokrat İzmir, 9 Mart 1949. 
1038 Anadolu, 3 Nisan 1950. 
1039 Burçak, a.g.e. s.219. 
1040 Anadolu, 14 Nisan 1950. 
1041 Anadolu, 13 Nisan 1950. 
1042 Anadolu, 12 Nisan 1950. 
1043 Anadolu, 14 Mayıs 1950. 
1044 Milletvekillerine mahsus Sicil Defterleri, zarf No:6 TBMM. 
1045 Demokrat İzmir, 15 Mayıs 1950. 
1046 Demokrat İzmir, 16 Mayıs 1950. 
1047 Milletvekillerine mahsus Sicil Defterleri, zarf No: 6. 
1048 Demokrat İzmir, 7 Mayıs 1950. 
1049 TBMM Üyelerine Mahsus Sicil Defterleri, zarf NO:6, Defter NO:103. 
1050 TBMM Üyelerine Mahsus Sicil Defterleri, zarf NO:6, Defter NO:105. 
1051 Burçak, a.g.e, 219. 
1052 www.tbmm.gov.tr. 
1053 Anadolu, 17 Mayıs 1950. 
1054 Anadolu, 22 Mayıs 1950. 
1055 Anadolu, 24 Mayıs 1950. 
1056 Telgraflar için bkz; Anadolu, 22 Mayıs 1950. 
1057 Anadolu, 18 Mayıs 1950. 
1058 Erogul, C. age., s.202. 
1059 Erogul, C. age., s.70. 
1060 Cumhuriyet, 5 Eylül 1950. 1950–1960 Yılları arasında Adnan Menderes baskanlıgında, 19, 20, 21, 22, 23. hükümetler kurulmustur. 
Bu hükümetler, 1, 2, 3, 4, 5. Menderes hükümetleri seklinde anılır. 


41 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***