İSMET İNÖNÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İSMET İNÖNÜ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2021 Perşembe

ADLİ YIL AÇILIŞI

ADLİ YIL AÇILIŞI




Suay Karaman 

suaykaraman1@gmail.com


13 Eylül Pzt 01:43

Azim ve Karar Sitesindeki yazımı iletiyorum.

https://azimvekarar.net/adli-yil-acilisi/

Suay Karaman

    Yargıtay Başkanı olarak 1 Mart 1966 ile 1 Mayıs 1969 tarihleri arasında görev yapan İmran Öktem (1904-1969), 7 Eylül 1967 tarihinde yeni adli yıl açılış konuşmasıyla unutulmazlar arasında onurlu yerini almıştır.

Ülkemizde 1961 Anayasası’nın getirdiği haklarla sol kültürün yükseldiği, buna karşın 1965 yılında iktidara gelen Adalet Partisi’nin dincilere taviz veren tutumunun toplumda tepkilere neden olduğu günlerde yapılan bu önemli konuşma, bugün de geçerliliğini korumaktadır. 

O dönemin mahkemelerinin Said Nursi hareketine yönelik kararlarını anımsatarak yaptığı konuşmanın özeti şöyledir: “Said Nursi'ye göre Atatürk idaresi dehşetli bir ahir zamandır. 

Dinsizlik, komünistlik, ifsat komitelerinin faaliyet yıllarıdır. Devrim kanunları muvakkattir ve Hıristiyan kanunlarıdır. Kemalistler seviyesiz, anarşist kimselerdir. Devlet, İslâm esaslarına göre kurulmalıdır. Müslümanlara Kur'an dışında bir Anayasa lâzım değildir. Said Nursi milliyete ve milliyetçilik fikrine düşmandır. Milliyetçilik İslâm birliğine manidir. Bu yol ile Bolşevizme ve Sosyalizme karşı mücadele edilemez. Bunlarla ancak İslâm ümmetçiliği mücadele edebilir…

Türkiye'de bir İslâm Devleti ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dini esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dini, kazanç metaı haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirganlar -o bezirganlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler- evet bunlar ve bir takım hurafeleri dini esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklardır..”

İmran Öktem, irticaya değinen o ünlü konuşmasında, Voltaire'den alıntılar yaparak, “Tanrıyı da insan yaratmıştır” söylemiyle, iktidarın himayesindeki dincilerden tepki almış ve sağcı basın tarafından eleştirilmişti. İktidarın din sömürüsü yaptığı söylemleri, dinci çevrelerde tepkilere yol açmıştı.

İmran Öktem, 1 Mayıs 1969 Perşembe günü hayata gözlerini yumdu. 3 Mayıs Cumartesi günü Ankara Maltepe Camisinde yapılan cenaze töreninde, çoğunluğunu çember sakallı dinci kişilerin oluşturduğu bir kalabalık “Allahsızların namazı kılınmaz” diyerek, cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştılar. Bazıları tabutun yakınına kadar gelerek “yuh” çekmeğe başladılar. İmam Ali Güran cenaze namazını kıldırmadı ve imamlar cenaze namazını  kıldırmamak için direnişe geçtiler. Camide namazı kıldıracak imam bulunamamıştı. Cenaze namazı için imam arandığı sırada CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, CHP il başkanı Rauf Kandemir’e namaz kılınmadan camiden ayrılmayacağını söylemiş ve olduğu yerde beklemeye başlamıştı. 

İsmet İnönü’nün ısrarına karşın namazı kıldıracak imam bulunamamış, bunun üzerine namazı, Adalet eski bakanı Abdullah Pulat Gözübüyük’ün (1912-1991) ilahiyatçı ve avukat ağabeyi kıldırmıştı.

Namaz bittikten sonra da protestolar devam etmiş ve saldırganlar arasında kalan İsmet İnönü’yü korumak amacıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi Alpartun tabancasını çekmiş, “bu memleketin sahibi var” diyerek İsmet Paşa’ya yol açmıştı. “Yuh” sesleri arasında omuzlara alınan tabut, Maltepe pazarı, Necatibey Caddesi üzerinden Sıhhiye Orduevi önüne getirilmiş ve Zafer Anıtı önünde İmran Öktem için iki dakikalık saygı duruşu yapılmıştı. Burada, 27 Mayıs Milli Devrim Derneği’nden Taylan Benli yaptığı konuşmada; “Bugünkü olayları yaratanlar Derviş Vahdettin’in torunları, Said Nursi’nin çömezleridir, onlara çanak tutan yöneticilerdir. Biz Ulusal Kurtuluş savaşını verecek olan devrimciler, Atatürk’ün huzurunda onlara layık oldukları dersi veriyoruz ve vereceğiz” demiştir.

Mezarlıkta yapılan törende Ankara 4. Sulh Hukuk hâkimi Celal Erdoğan; “Bugünkü hadiseler ilerici aydın kişilerle, gericilerin hadisesidir” şeklinde konuşma yapmış ve cenaze toprağa verilmiştir. Mezar başında da protestolar devam etmişti. İsmet İnönü olaylar hakkında, “Her manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası’dır” derken, cenaze törenine katılmayan Başbakan Süleyman Demirel de “Hadise gayet üzücüdür” biçiminde konuşmuştu. Olayların ardından  yakalanan 9 kişi ‘ölünün naaşına hakaret suçundan’ yargılanmak üzere tutuklanmış ve az ceza alarak salıverilmişlerdir. Cenaze namazını kıldırmayan imam için görevini suiistimal ettiği gerekçesiyle soruşturma açılmıştır.

Başbakan Süleyman Demirel, olayla ilgili TBMM’ye verilen soru önergesi üzerine yaptığı konuşmada, “olayların bir irtica hareketi olarak değerlendirilemeyeceğini” söylemiş ve İsmet İnönü’yü koruyan general için “hiç kimse kendisine verilmeyen bir görevi üstlenemez” diye tepki göstermişti.

İlerici güçler, gericilerin bu tepki ve eylemlerine anında yanıt verdiler. 7 Mayıs 1969 Çarşamba günü İmran Öktem'in cenaze törenini engellemek isteyenleri ve onları koruyanları protesto etmek için yürüyüş düzenlendi. Yargıtay binasından başlayan ve Anıtkabir’de sona eren bu büyük yürüyüşe, Yargıtay ve Danıştay ile birlikte İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin öğretim üyeleri, öğrenciler ve halk katıldı.

Şimdi; 1 Eylül 2021 tarihinde yapılan adli yıl açılışını düşünelim. Yargıtay’ın yeni binasının ve adli yılın açılışının kuran okunarak yapılması, açıkça laik ve demokratik cumhuriyetimize karşı bir darbedir.  Eğer İmran Öktem’in konuşmasından gereken dersleri alabilseydik, bugün laiklik karşıtı eylemler yaşanmazdı. 

İşte ne yazık ki bugünlere böyle gelindi. Muhalefetin de laikliği korumak gibi bir görevi olmadığı anlaşılmaktadır. 1969 yılındaki cenaze töreninde CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün dik duruşu ile 2021 yılındaki adli yıl açılışında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ezikliği kıyaslanamaz bile.

Bu topraklarda ilericilerle gericilerin, devrimcilerle devrim karşıtlarının kavgası hiç bitmeyecektir. Gericiler, ortaçağ karanlığının sürmesini istemektedirler. 

İlericiler ise, Atatürk’ten aldığı ışığı daha da yükseltmek çabasındadırlar. Tarih bize, olayların sonunda hep aydınlıkların zaferini göstermektedir. 

Er ya da geç ülkemiz de aydınlığı tekrar yaşayacaktır.


Azim ve Karar, 13 Eylül 2021.

Suay Karaman


***

3 Aralık 2020 Perşembe

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM 1

ATATÜRK'TEN SONRA BUGÜNLERE NASIL GELDİK? BÖLÜM  1 



Cüneyt Arcayürek 
Detay Yayımcılık-Şubat 2008 
Derleyen: 
Halit YILDIRIM 
22 Ağustos 2008 
www.altinicizdiklerim.com 


Mustafa Kemal Paşa, çağdaş bir cumhuriyete yönelen bütün devrimlerini 1922 ile 1932 yılları arasında, on yıla sığdırdı. Devrimleri bu kadar kısa süre içinde gerçekleştirmesi, kimi yazarlar tarafından, yaşama veda ettikten sonra eleştirildi. 
Dediklerine göre, devrimler zamana yayılarak gerçekleşseydi, ulus tarafından sindirilecek, daha az saldırıya uğrayacak, daha az eleştiri konusu olacaktı. Fakat Mustafa Kemal Paşa'nın bildiği bir gerçek vardı: kafasında yılardır kurguladığı çağdaş cumhuriyeti oluşturacak devrimleri ancak kendi zamanında, sarsılmaz iradesiyle gerçekleştirip uygulamaya koyabilirdi. 

Öngördüğü devrimler kendisinden sonra acaba gerçekleşebilir miydi? 
Evet, Gâzi gerçekçi idi. Nitekim bir ara CHP ile ilgili bir konuyu önüne getiren Recep Peker, “Paşam neden Cumhuriyet Halk Partisi yazıyorsunuz. Benim partim yazsanıza!” demiş, Mustafa Kemal'den şu kısa yanıtı almıştı: “Cumhuriyet Halk Partisi'nin (veya fırkasının) benden sonra benim partim olarak kalacağını nereden bilebilirim?” 
Dün Söylediklerinden Bugüne Bakarsak... 
2 Temmuz 1932'de toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi'nin son günlerinde Atatürk, tarih öğretmenlerini ve öğretim üyelerini Gâzi Orman Çiftliği'nde çaylı bir toplantıya çağırdı. İki saat konuştu. Bu arada öğretmenlerden biri Atatürk'e sordu: 
· “Paşam, din lüzumlu bir şey midir? 
· Halifeliğin kaldırılması iyi mi olmuştur?” 
Atatürk, bu sorulara şu yanıtı verdi: 
“Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz bir milletin devamına imkân yoktur. Din, Tanrı ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Dinden maddi çıkar sağlayanlar (bugünküler gibi) alçak kişilerdir. İşte biz bu duruma karşıyız... 
... (Bugün de AKP gibi) bütün hükümdarlar hep dinî alet edindiler... 
... Fakat bunca asırlarda olduğu gibi, bugün dahi, (bu sözü sanki bugünleri görüyormuş gibi 1932'de söylüyor) halkın cehaletinden ve taassubundan istifade ederek, bin bir türlü siyasî ve kişisel amaç ve yarar için dinî alet ve vasıta olarak kullanmak girişiminde bulunanların... varlığı... bizi bu zeminde söz söylemekten henüz alıkoyamıyor... 
... Masum halka... beş vakit namaz dışında... vaaz ve nasihat etmek... belki ömründe hiç 
namaz kılmamış olan bir politikacı tarafından vaki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?...”

Sonuç olarak: Atatürk, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Bid'atlere, hurafelere, dinin yarar ve siyaset çıkarlarına alet edilmesine karşıydı. 
Atatürk dinin değil, din istismarcılarının karşısındaydı. 
“...Duraklamaksızın diyebilirim ki, bugünkü İslam dinî başka, Peygamber'in zamanındaki İslam dinî başkadır. Gerçek İslamiyet, yaratılıştan gelen mantıklı bir dindir. Hayalleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmez, özellikle nefret eder...” 
Prof. Fahri Kayadibi, Atatürk'ün dinî, gerçek dindarı ve din adamını öven... Müslümanlıktan dolayı iftihar ettiğini dile getiren çok sayıda sözü ve konuşması olduğunu yazıyor. “O, dinin özüne ve aslına bağlıydı. Din istismarcılarının karşısındaydı. Atatürk'ü din düşmanıymış şeklinde göstermek ya kasıtlıdır ya da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır” diyor. 

Yaşamı boyunca, Türk halkına gerçek dindarlığın, “bugünkü İslam dininin başka, 
Peygamber'in zamanındaki İslam dininin başka olduğunu, mantıklı bir din olan gerçek İslamiyet'in düşleri, yanlış düşünceleri, boş inançları hiç sevmediğini, özellikle nefret ettiğini” anlatmaya çalıştı. 

Atatürk'ün yanından ayrılmayan, yanından ayırmadığı Ali Kılıç (Kılıç Ali) anlattı: 
“İlk Meclis'te bir gün lâiklik konuşuluyordu. Gâzi Mustafa Kemal Paşa o gün Meclis'e başkanlık ediyordu. Meclis'in tanınmış din alimlerinden bir üye kürsüye geldi. Alaylı bir tavırla:

'Arkadaşlar, bir lâikliktir gidiyor. Affedersiniz ben bu lâikliğin anlamını anlayamıyorum' diye söze başlarken oturuma başkanlık yapan Mustafa Kemal Paşa, dayanamadı, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:'Adam olmak demektir Hocam, adam olmak!’ Soru yanıtlanmıştı”. 

Uzun İnce Bir Yol Lâiklik resmiyet kazanacağı tarihe kadar ince uzun bir yolda çeşitli aşamalardan geçti. 

1920'de kurulan TBMM'de kabul edilen anayasada egemenliğin kayıtsız şartsız millete verilmesiyle lâikleşme sürecinde ilk adım atıldı. 

Dinci devletin dayanağı olan saltanatın 1922'de ortadan kaldırılmasından ve yerine ulusal egemenlik temeline dayanan Cumhuriyet'in 1923'de ilan edilmesinden sonra, 1924'de halifelik de kaldırıldı. 

Böylece, dinin devlet üzerindeki etkisi kırıldı, 1928'de Anayasa'dan “Devletin dinî İslamdır” maddesi kaldırılarak anayasa, bu süreçte devlet, hukuk, eğitim ve kültür lâikleştirildi. Hukukun lâikleştirilmesi Şeriye Vekâleti'nin (bakanlığının) kaldırılması ile başladı. Bunu yasalar izledi. 

1924'de dinî içerikli hukuk kitabı olan mecelle kaldırıldı. Şeriye Mahkemeleri kapatıldı. 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun'la kadın haklarında yasal düzenlemeler gerçekleştirildi. Bunu borçlar, ticaret ve ceza yasaları izledi. 
1931 ve 1934'de kadınlara seçme-seçilme hakları verilerek hukuk alanında lâikleşme tamamlandı. 

Bu gelişmenin önderliğini yapan Atatürk, eğitim sistemindeki lâikleşmeyi, din etkisinden arındırılmış okullar ve eğitim programlarına çağdaş öğeleri ve kuralları yerleştirerek sağladı. 

Bir dizi devrim sırasıyla yasalaştı. 

Örneğin bin yıllık Arapça yazısına son verilerek kültür alanında lâikleşmeye ilk adım atıldı. 
Ve... 
Atatürk'ün ölümü üzerinden yarım yüzyıl geçtikten sonra dinci gelişmelerin odak noktasında duran Erdoğan; meydanlarda, resmî demeçlerinde “Elhamdülillah şeriatçıyım...Millet isterse lâiklik elbette gidecek” diyebilme özgürlüğüne kavuştu. 
Anadolu insanının başörtüsünü siyasal simge türbanla özdeşleştirdi. 

Bugün Atatürk'ün bin bir emekle kurduğu “modern Türkiye”nin cumhurbaşkanı ile 
başbakanın eşleri çağdaş Türk kadınını türbanlı başlarıyla yurt dışında da temsil ediyor. AKP'li bakanların ve milletvekillerinin eşlerinin çoğunluğu halka Kuran emri diye yutturdukları türban takıyor.

Atatürk'ü sâdece yakından tanımak mutluluğu dışında Atatürkçülüğü, devrimlerini ve lâik Cumhuriyet'in kazanımlarını ve nimetlerini sindiren usta bir yazarın, F.R. Atay'ın, O'nun ölümünün 20'nci yılındaki yazısından – izninizle – kimi alıntılar yapmak istiyorum. 

“Keşke 1938'den On Yıl Sonra Ölseydi...Kurtuluşumuzu tamamlardık...” 
“Keşke 1919'dan on yıl önce Türklüğün başına geçseydi... 
Ne Balkan Savaşı'na fırsat verirdik, ne de Birinci Dünya Savaşı'na girerdik. 
Ve keşke 1938'den sonra ölseydi... 
Kurtuluşumuzu tamamlardık. ''

Söyleyiniz bana, sağdan yazı devam etseydi Latin alfabesini alabilir miydik? Medeni Kanun'u alabilir miydik? Eğitim birliğini yapabilir miydik? Medreselerin yeniden hortlamasına engel olabilir miydik?.. 

... Atatürk, 1965 Türkiyesi ilim ve teknik kadrosunun dörtte birini bulsaydı, çoktan bütün işlerimizi bitirmiş olurduk. Meclislerimizde kürsü arkasına eskiden Arapça 'Danışınız!' sözünü asardık. Sonra onu 'Hakimiyet milletindir' sözü ile değiştirdik... 
Gerçekte Atatürk partisi millet içinde değil, Atatürkçülük dediğimiz her şey kendi partisi içinde azınlıkta idi. Ölümünden sonra parti güdümü bu inançsızların eline geçti. Ne yazık ki Atatürk'ün başladıklarını severek, bilerek, benimseyerek tamamlayacak olanlar, o öldükten sonra yetişmişler ve Onsuzluk yüzünden eski şekilci ve statükocu Tanzimat bürokratları engelini sökememişler, sonunda da henüz ne devrimlere ısınan, ne eğitimden geçen halk yığınları 
çoğunluğunun seli içine atılmışlardır...
... Bugün kendilerine reformcu diyen korkak ikbalcilere bakınız: Türk çocuklarının on binlercesine medrese ilkokullarında medeniyet düşmanlığı ve Türkiye halkının milyonlarcasına cami kürsülerinde Atatürk devrimleri düşmanlığı telkinleri yapıldığı bilinirken susmakta değil midirler?...” 

Karşı Devrimin Başlangıcı 

Kimi bilim adamlarına göre; karşı devrim hareketleri, Atatürk'ün ölümünden sonra başladı (1938) ve çok partili yaşamla birlikte, 1945-46'da ilk meyvelerini verdi. 
1950, 14 Mayıs seçimlerinde 27 yıldır süregelen CHP iktidarını deviren Demokrat Parti iktidarında ivme kazandı. 

DP iktidarını izleyen iktidar dönemlerinde de gelişti... 
Karşı Devrim Uygulamaları 
Karşı Devrim Kronolojisi” listelerinde şu tarihler dikkati çekiyor: 
· 4 Şubat 1949: İki “meczup” Meclis'te ezan okuyor. 
· 15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din derslerine başlanması önerildi. 
· 1 Mart 1950: (27 Mayıs seçimlerine iki ay 27 gün kala) millî Şef İnönü'nün 
cumhurbaşkanı, CHP'nin tek başına iktidarda olduğu tarihte, hükümet, Atatürk'ün 
çıkarttığı Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 Sayılı Yasa'yı yürürlükten 
kaldırdı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Millî Eğitim 
Bakanlığı'nca halka açıldı. İlk aşamada açılan türbe sayısı 19. 
· 12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dinî siyasete alet ederek gövde gösterisi yaptı. 
· 1948 – 1949: İlkokullara, ailelerin isteğine bağlı olmak koşuluyla, okul içinde ve ders saatleri dışında din dersleri konuldu. 
· MEB'e bağlı “İmam-Hatip Yetiştirme Kursları” açıldı. Hacca gideceklere döviz 
verilmesi için izin çıktı. 
· Ankara Üniversitesi'ne bağlı İlahiyat Fakültesi açıldı. 
· İmam Hatip Kursları okula dönüştürüldü. 
· 1950: Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun'da değişiklik 
yapıldı. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar MEB'ce halka açıldı. 

Ve... Gerçeği Yansıtan Sonuç 

Prof. Dr. Çetin Yetkin bir dönemin ayrıntılarını açıklayan değerli Karşı Devrim – 1945–1950 kitabının hemen baş sayfalarında, “araştırmanın İsmet İnönü'yü eleştirmek amacıyla yapılmadığının” altını çiziyor ve şunları yazıyor: 
“İnönü, Atatürk değildir. Öyle olmadığı gibi, bu kitabın sayfalarını çevirdikçe göreceksiniz ki, Atatürk'ün birçok eserini ters yüz eden, yıkan da İnönü'nün ta kendisidir. Hemen söyleyelim: 

İmam hatip okullarının ve ilahiyat fakültelerinin, tekke ve zaviyelerin açılması, okullara din dersi konulması ve birçok geriye dönüşler, İnönü zamanında gerçekleştirilmiştir... 

Karşı devrim, 

Atatürk'ün ölümü ile eş zamanlı olarak gündeme gelmiştir...” 
Yargıtay Başkanı İmran Öktem, 1 Mayıs 1969 günü öldü. 3 Mayıs 1969'da Ankara Maltepe Camisi'nde yapılan cenaze töreninde büyük olaylar çıktı. Bir “kalabalık” cenaze namazının kılınmasını engellemeye çalıştı. Cami görevlileri görevlerini yerine getirmekten kaçındı. Olaylar sırasında camide bulunan ve saldırganlar arasında kalan CHP Genel Başkanı İsmet İnönü'yü korumak amacıyla Kara Kuvvetleri Komutanlığı Topçu Dairesi Başkan Vekili Tuğgeneral Nabi 
Alpartun tabancasını çekti. İnönü – yakınında bulunanların söylediğine göre – CHP Ankara İl Başkanı Rauf Kandemir'e “Namazı kılınacak, namaz kılınmadan gitmem” dedi. 

Gericiler grubunun baskısından etkilenen veya onlara uyan imamlar da direnişe katılınca, namazı 27 Mayıs Millî Birlik Komitesi Hükümeti'nin bakanlarından Abdullah Polat Gözübüyük'ün ağabeyi İzzet Gözübüyük kıldırdı.

Olay, tam anlamıyla bir irtica olayı idi. İsmet İnönü, olayları değerlendirirken “Her 
manasıyla kesin ölçüde bir 31 Mart Vakası'dır” dedi. 

1965'teki genel seçimde tek başına iktidara gelen Adalet Partisi'nin genel başkanı Süleyman Demirel, başbakandı. Olay hakkında “Hadise gayet üzücüdür” demekle yetindi. 

7 Mayıs 1969'da Yargıtay Başkanı'nın cenaze töreninde, camide yaşanan irtica olayını ve olaylarını yaratanları protesto etmek için hukuk adamlarının geniş ölçüde katıldığı ve Anıtkabir'de sonuçlanan görkemli bir yürüyüş yapıldı. 
Cenaze töreninde alışılmışın dışında bir eylem gerçekleştiren gericilerin bu hareketindeki nedeni açıklamak gerekiyor. 

Olaydan bir yıl önce Yargıtay Başkanı İmran Öktem; lâikliği yorumlarken ünlü Fransız düşünürü Voltaire'in bir sözünü tekrarlayarak “Tanrı'yı da insan yaratmıştır” demiş, bu sözü “malum” çevrelerin tepkisine yol açmıştı... 
İmran Öktem, ölümünden bir yıl önceki konuşmasında şunları söylemişti: 
“...Cumhuriyet rejimini yıkmak ve hilâfet rejimi kurmak, Türk Milleti'ni dinî esaslara dayanan bir hukuk düzenine sokmak isteyen ve bunun için gizli ve açık çalışan mistik hezeyan halindeki bir avuç meczup, ruh hastası veya dinî, kazanç meta haline getirmiş kimseler, saf ve cahil yurttaşın en temiz varlığını, itikadını, imanını geçim vasıtası yapmış olan bezirgânlar – o bezirgânlar ki, dinin emrettiğini yerine getirmezler, yasak ettiklerini gizli gizli yaparlar ve fakat dindar görünürler - evet bunlar ve bir takım hurafeleri dinî esaslar gibi göstermeye kalkan ve bu 
suretle halkı uyuşturan kökü dışarıdaki yurt düşmanları daima hüsrana uğrayacaklar dır...” 


***

21 Eylül 2019 Cumartesi

Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇESİ (CHP) BÖLÜM 3

Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇESİ (CHP) BÖLÜM 3



Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇE 



CHP'nin Kendini İnkâr Tarihinin Gizli Olmayan Belgeleri 

Prof. Dr. Cihan DURA,


“Sakın Kapıyı aralık bırakmayın, Farkına varmadan, ardına kadar açılır.”

Mustafa Kemal Atatürk.,


- Mustafa Kemal Atatürk: Benim iki büyük eserim vardır, biri Türkiye Cumhuriyeti, diğeri Cumhuriyet Halk Partisi'dir.

Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimi rehber edinenler mânevî mirasçılarım olur.

***
-1945-47 yılları… CHP iktidarda… Cumhurbaşkanı İsmet İnönü… Sivil ve asker Amerikan heyetleri, savaş gemileri Türkiye’de. CHP Hükümeti ABD’den borç istiyor. Türkiye IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Türkiye ve ABD arasında askerî ve ekonomik temaslar başlıyor. Dostluk derneği kuruluyor. Türk subayları Amerikan tipi üniformalar giymeye başlıyor.

CHP Hükümeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin: “Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe kavuşabilir.”

12 Temmuz 1947… İsmet Paşa, ünlü “Beyannamesi”ni yayınlar ve “müjde”yi verir: Türkiye demokrasi rejimine geçecektir. Demokrasinin önündeki engeller kaldırılacaktır. Aynı gün ABD ile bir antlaşma imzalanıyor.

ABD ile 1947 Antlaşması (Truman Doktrini)… “ABD’nin dünya egemenliği” doktrini olan Truman Doktrini ile başlayan Amerikan “yardımı” ülkemizi Kemalist Yol’dan saptırıyor. Türkiye Amerikan emperyalizminin gereklerine uygun şekilde yeniden yapılandırılıyor. 1923-1938 Türkiyesi’nde, Atatürk zamanında ne yapılmışsa yıkılmaya başlıyor, ters yüz ediliyor: Bağımsızlığımızın yitirilmesine karşı yükselebilecek sesler susturuldu. ABD ile ikili antlaşmalar yapıldı. Bunlarla siyasal ve ekonomik bağımsızlığımız törpülendi, giderek yok edildi. Türkiye ABD için bir hammadde deposu ve pazar haline getirilmeye başladı. Millî eğitimimiz ulusal olmaktan çıkarıldı, Ona Amerikan çıkarlarına uygun bir yapı kazandırıldı. Atatürk Devrimlerinin birinci güvencesi olan köy enstitüleri kapatıldı. Yerine imam-hatip okulları açılmaya başladı. Ekonomi politikası olarak devletçilik sulandırıldı. Türkiye IMF’nin kıskacına sokuldu. Dış borçlanma başlatıldı. Ulaştırmada demiryolları terk edildi, karayoluna ağırlık verildi. Türkiye’nin sanayileşmeden vazgeçmesi yönünde telkinler yapıldı. İrtica yeniden harekete geçti.

- CHP Meclis Grubu kararı (10 Şubat 1948): İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulacak.

- 3 Ocak 1949… Okullarda din eğitimi verilmesi sorunu, TBMM’de ateşli tartışmalara neden oluyor. CHP siyasal amaçlarla bu konudaki talepleri yerine getirme eğiliminde...

- 1 Mart 1950… CHP Hükümeti 30.11.1925 tarihli Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair Yasa’yı yürürlükten kaldırdı. İşte gerekçe: “Bugün cehalet nedeniyle yer yer kimi batıl itikatlara rast gelinse de, bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir etkiye sahip değildir.” Hükümet, seçimlerin tarihini de aynı gün ilan ediyor!

- Cumhuriyet gazetesi başyazarı Nadir Nadi (1950 seçimlerine sadece birkaç ay var, CHP Hükümeti’nin Başbakan Yardımcısı Nihat Erim’e kaygılarını iletiyor): “Seçim, demokrasi, çok partili hayat, evet, bunlar güzel şeyler. Fakat Devrimler ne olacak? Atatürk’ün temelini attığı uygarlık düzeni bir kez sarsılırsa, demokrasiyi yürütmek için gerekli ortam daha başlangıçta elimizden kaçmaz mı? Seçim tarihi yaklaştıkça gericiliğe ödün verme eğilimi günden güne artıyor. Vaktinde kontrol altına alınmazsa, bu; ilerde çok tehlikeli gelişmelere yol açabilir. CHP Hükümeti’nin bu konudaki durgunluğu anlaşılır gibi değil.” İşte Nihat Erim’in yanıtı: CHP her zaman olduğu gibi Atatürk Devrimleri’ne bağlıdır. Gericiliğe ödün vermek söz konusu olamaz. Ne var ki seçimlere şunun şurasında pek az bir zaman kaldı. Şimdiden harekete geçilir de Devrim ilkelerine atıp tutanlara karşı sert önlemler alınırsa, bu; CHP’nin toplayacağı oy sayısını düşürebilir. İlkin seçimler kazanılsın; ondan sonra Devrim ilkelerinin ne büyük bir güçle korunacağını gözlerimizle göreceğiz!

- Çetin Yetkin: Ne acıdır ki, çok partili düzene geçilmekle birlikte, Türkiye’nin bağımsızlığı üzerine ABD’nce ipotek konulacaktır. Türkiye’nin, bugün sömürgeleşme sürecinde nerdeyse son noktaya gelmesinin temeli, 1945-1950 arasında atılmıştır. Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokmakta o zamanın iktidarı da, muhalefeti de -CHP de, DP de- tam bir görüş birliği içindeydi.

***
- 16 Haziran 1950… TBMM ezanın Arapça okunması yasağını kaldırdı. Meclis görüşmeleri, dışarda toplanmış olan halka hoparlörle dinletildi. Muhalefet (CHP) de değişikliğin lehinde konuştu. Karar, mollaların tekbirleri ile karşılandı.

- 2 Eylül 1951: Necdet Evliyagil Cumhuriyet gazetesinde, her iki partinin seçim propagandası sırasında dini nasıl politikaya alet ettiklerini örneklerle yazdı: Bilecik’de CHP, türbeleri biz açtık derken, DP’liler de Arapça ezanın, din derslerinin ve radyoda Kur’an okutulmasının, DP’nin eseri olduğunu” ileri sürüyordu!

- 1954 seçimlerinde uğradıkları ağır yenilgi üzerine CHP’de su koyuverenler (oportünistler) görüldü, şöyle diyorlardı: Parti laiklik ve devletçilik ilkelerinden vazgeçmelidir. Seçmen önünde demokratlarla ancak böyle yarışılabilir.

26-30 Temmuz 1954… CHP’nin XI. Kurultay’ında kimi Halk Partililer; partinin –halk tarafından benimsenmemiş olduğundan- laiklikten ve devletçilikten vazgeçmesini önerdiler. Genel Başkan İsmet İnönü; bu konuda DP ile asla yarışamayacaklarını söyleyerek, bu görüşe karşı çıktı.

- Nadir Nadi (1962): Yazık ki olaylar Nihat Erim’in dediği gibi gelişmedi. 1946’dan, hattâ daha öncelerden başlayarak, Atatürk ilkeleri bugüne değin her alanda ihmale uğradı. 

- CHP Parti Meclisi toplantısında Bülent Ecevit ile Turan Güneş, birer konuşma yaparak arkadaşlarını uyarıyor: “Çok partili yaşama geçildiğinden beri, CHP eski devrimci yönünü yitirmiş, seçimlerde oy toplamak kaygısıyla ödün vere vere fikir bakımından zayıflamıştır. Oysa Parti’nin ‘devrimcilik, halkçılık, devletçilik’ gibi ulusumuzu kısa sürede kalkındıracak ilkeleri vardır. Politik hesaplarla, bu ilkelerin bir köşeye itilmesi doğru değildir. CHP kuruluş amaçlarını göz önünde tutarak kendine bir yön seçmeli ve ona doğru cesaretle yürümelidir.” Bu uyarı parti Meclisi’nde tepkiyle karşılanır. 

- Başbakan İsmet İnönü Küçük Kurultay toplantısında konuşuyor: Arkadaşlar! Koalisyon Hükümeti’ni yaşatma olanaklarını sürdürmeliyiz. Bu, karşılıklı uzlaşma ve hoşgörü koşuluna bağlıdır. Beni örnek alın, sabırlı olun. Nadir Nadi’nin İnönü’nün bu tutumuna getirdiği yorum: Koalisyon hükümetlerinin ancak uzlaşma yoluyla kurulabileceği açık bir gerçektir. Bununla birlikte, bir devrimin ürünü olan, hayatı doğrudan doğruya o devrime borçlu sayılan bir rejimde, temel ilkeler asla tartışma konusu edilmemelidir. Anayasa’nın mahkûm ettiği bir yönetimin özlemi içinde, öç duygularını gizlemeyenlerle nasıl uzlaşılabilir? Devlet’in laiklik ilkesini hiçe sayarak, yasaları çiğnemek pahasına öğretim birliğini bozanlar hoş görülebilir mi? Vicdan sömürücülüğüne açıkça karşı koymanın Koalisyon Hükümeti’ni dağıtacağını, ya da gelecek seçimlerde oy kaybına yol açacağını düşünerek eller böğründe ‘Ya sabır!’ çekmek olumlu bir politika mıdır?

- 14 Ekim 1962… Manisa Milletvekili ve Ulus Gazetesi Başyazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu CHP’den istifa ediyor. Gerekçesi şu: CHP Atatürk ilkelerinden, birçok noktalarda ödünler vererek uzaklaşmış bulunmaktadır.

- 8 Ağustos 1963… Partinin politikasından düş kırıklığına uğrayan çok sayıda genç üye, CHP’den istifa ediyor. İstifalar için gösterilen sebepler arasında şunlar var: “Atatürk ilkelerinden ödün verilmiştir. Partinin genel ilkelerinden, özellikle halkçılık ve laiklik ilkelerinden ödün verilmiştir. Halkevleri ve köy enstitülerinin açılması için hiçbir girişimde bulunulmamıştır.”

- 26 Ocak 1974… Millî Selamet Partisi, genel seçimlerden 48 milletvekiliyle çıkarak anahtar parti konumuna geldi. CHP, MSP ile koalisyon hükümeti kurdu, böylece dinci bir parti ilk kez iktidar ortağı oldu. Bülent Ecevit liderliğindeki CHP, dinci siyasetçilere ülkenin içişlerini, adalet hizmetlerini ve ekonomisini teslim etti.

- Dinciliğe göz yumma, tarikatlara şirin görünme yarışına, sonunda Bülent Ecevit de katıldı. Gerçekleşmesi için büyük çaba gösterdiği CHP-MSP koalisyonu ile, Cumhuriyet tarihinde ilk kez, siyasal İslam’ı iktidara taşıyan, devlet olanaklarına kavuşturan Ecevit; 1986 ara seçimlerinden önce Manisa’da köylülere şöyle sesleniyordu: “Bir insan şu veya bu tarikattan olur, ama aynı zamanda ilerici de olabilir. DSP kimsenin dinine, tarikatına, başörtüsüne karışmaz.” Daha sonra köylülere şöyle diyordu: “En büyük Allah, sonra halk...” (Evet doğru, ancak Allah’ın kutsal adı, kirli siyasete âlet yapılır mı?)

- CHP Genel Sekreteri Ertuğrul Günay (Bugün AKP hükümetinin bakanlarından): Devletin, gençleri Atatürkçü ve laik doğrultuda yetiştirmesi, imam-hatip lisesi mezunlarının Harbiye’ye girişinin engellenmesi haksızlıktır.

- CHP'yi tekrar açan Deniz Baykal bir ara '3- D' modelini geliştiriyor: 'Değişim, Dönüşüm ve Demokrasi'... CHP'nin Altı Ok'u hakkında söylediği: “O babaannemizin sandığındaki çeyizdir.”

***
- 16 Haziran 2000… Gazete Müdafaai Hukuk’ta bir haber: CHP nereye? Atatürk’ün partisi böyle mi olacaktı? CHP’nin yeni tüzük tasarısı, bu partinin, köklerinden ve Atatürkçü geleneğinden koptuğunu gösteriyor. Tasarıda Atatürk İlke ve Devrimleri’nden tek bir söz yok. Alt Ok’un hiçbirinden söz edilmediği gibi, “irtica” tehlikesi de görmezden geliniyor. Ulusal kimlik yok sayılıyor; yerine “etnik, dinsel, ideolojik cemaatler” geçiriliyor. Yeni tüzük, CHP’nin küresel emperyalizme uyum sağlama planından ibaret.

- Cumhuriyet gazetesi, 24.8.2002… Bir fotoğraf… Deniz Baykal, beşuş bir çehre, muzaffer bir eda ile, “Dünya Bankalı” Kemal Derviş’in elini havaya kaldırıyor. Fotoğrafın altında şu yazı var:

Deniz Baykal: “Derviş’i CHP’ye getirmek için dağlar, denizler aştık.”

- 26 Nisan 2008… Bu satırların yazarı: TV’den CHP’nin 32.Olağan Kongresi’ni izledim. Deniz Baykal’ın konuşmasını dinledim. Garp cephesinde yeni bir şey yok. Eski tas eski hamam, tellaklar bile değişmemiş, değişmeyecek de. Baykal bence Atatürk’ün CHP’sinden ziyade sağ bir partiye yakışan bir siyasetçi. Yıllardır takip ediyorum, ta baştan beri gözü hep sağda olmuştur. Zaten CHP’nin sağa kaymasında en büyük sorumluluk -sanırım- ona aittir. Bu partinin ilerici, devrimci -hattâ diyebilirim ki Kemalist- karakterinin bozulmasında, yok olmasında katkısı çok büyüktür.

- Bülent Ecevit’in “Ortanın Solu” (Kim Yayınları, Ank., 1966) kitabından: Ortanın Solu anlayışına uygun ve demokrasiyle bağdaşabilen teşebbüs özgürlüğü, mülkiyet ve miras hakkı; Anayasa’mızın da belirttiği gibi kamu yararı ile sınırlıdır. “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olmamalıdır” ve özel teşebbüsün “milli iktisadın gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesi” devletçe sağlanmalıdır. Ortanın solunda bir devletçilik anlayışı, ekonomik gelişmeyi, ulusal kalkınma amaçlarına ve sosyal adalet ilkelerine uygun olarak hızlandırmanın gerektirdiği ölçüde devlet işletmeciliğini öngörür. CHP’nin devletçiliği bu anlam ve ölçüde bir devletçiliktir.” 

- Ben, bu satırların yazarı, Bülent Ecevit’in sonraki yıllarda yaptıklarını düşünüyorum: Tam bir “devletçilik” düşmanı kesilmişti. Bir ara Devlet Bahçeli (MHP) ve Mesut Yılmaz’la (ANAP) bir koalisyon hükümeti kurmuştu. 2002 krizi bastırınca, Kemal Derviş’in kılavuzluğunda, özelleştirmeleri hızlandırmaya çalışmıştı.

- 11.10.2008… CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: Küresel ekonomik kriz “dünya çapında tefecilikten” kaynaklanmaktadır. Tarım ve üretim ekonominin temelidir. Hani sınırların kalktığı, paranın her yere transfer olduğu global ekonomi, her yerde zenginliği, refahı sağlayacaktı? Birdenbire, bu ekonominin dünya çapında çöktüğü ortaya çıktı. Sıkıntının temelinde ekonominin paraya dayanması var. Ekonomi, üretime dayanır. Fabrikaya dayanır, tarlaya dayanır. Zenginlik neyle artıyor? Faizle, repoyla... Bütün bunlar, dünya çapında tefecilikten başka bir şey değildir. Türkiye yeni bir yol haritasına gereksinim duyuyor. 

- Bu satırların yazarı: Bir zaman böyle konuşan Baykal acaba 22 Temmuz 2007 seçiminden önce neler söylüyordu? Buyurun, okuyun ve tutarsızlığı görün: Türkiye’de siyasi partilerin uygulayacakları ekonomi politikalarının belirli bir çerçevesi vardır. Herkes bu çerçeve içinde kalacaktır. CHP’nin uygulayacağı politikalar da bu doğrultuda olacaktır. Kurallar bellidir. Piyasa ekonomisi gerçeğini değiştirmeye gerek yoktur. Türkiye'de siyaset piyasa ekonomisi kurallarını işletmekle görevlidir. Bir ülkeyi bir ada gibi, dünya ekonomisinin kuralları dışına çıkarmak mümkün değildir. O kurallar içinde yarışacağız. Ekonomi giderek küreselleşmektedir. Sermaye hareketleri ekonominin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Ticaret giderek serbestleşmektedir. Bu saydığım koşulları göz önüne alarak bir politika ortaya koymalıyız.

***
- 19.4.2011… Aydınlık gazetesinde bir yorum: CHP Bursa Milletvekili Onur Öymen, CHP eski genel başkanı Deniz Baykal yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceğinin 3 yıl önce kendisine bildirildiğini söyledi. Amerika-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü temsilcilerince sunulan bir raporda Deniz Baykal’ın istifaya ikna edilip, yerini Kemal Kılıçdaroğlu’nun alacağından söz ediliyor. Rapor’da Baykal’ın istifasıyla, Kılıçdaroğlu CHP’sinin yeniden Avrupa tarzı ve merkezî bir sosyal demokrat parti olarak ortaya çıkacağı belirtiliyor. 2008 tarihli raporun CHP’nin yenilenmesi söylemi ile, Kılıçdaroğlu’nun günümüzdeki “Yeni CHP” sloganı arasındaki örtüşme anlamlı değil mi?

- CHP Bursa Milletvekili Sena Kaleli: Ben Atatürk ilke ve devrimlerinin bekçisi değilim, olmak da istemiyorum. Çünkü bekçilik dönemi tarihe karıştı. Bilirsiniz eskiden mahallelerde elde düdük dolaşan bekçiler vardı. Şimdiyse mobese kameraları var.

- Nisan 2011… CHP Parti Meclisi üyesi Binnaz Toprak: CHP artık CHP değil. Milliyetçi ve ulusalcı olarak tanımlanamayacağı kesin! Toplumu ayrıştıran sıkan, Atatürk milliyetçiliğidir. Türklük kavramı Anayasa’dan çıkarılabilir. Türk Vatandaşlığı tanımının “yurttaşlık” olarak değiştirilmesini CHP olarak destekliyoruz. Ruhban Okulu açılmalı, ekümeniklik tanınmalı. İki dile sıcak bakıyorum. AKP Hükümeti ekonomiyi iyi yönetti, gelir ve zenginlik arttı.

- CHP Eskişehir Milletvekili Süheyl Batum: Anayasa’dan Türk sözcüğünün çıkarılmasına karşı değilim. Türk tanımı kaldırılıp 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı denilebilir. Eğitim dili Türkçedir. Ana dilde öğretim seçmeli derstir. Ana dil dememizin nedeni, biri ben Çerkezce de öğreneceğim derse buna izin vermek için. Türklük yerine ’yurttaşlık’ kavramını öneren Süheyl Batum’un ardından CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu daha da ileri gitti: Türklük çıkarılsın; etnik kimlik/dini inanç/siyasi düşünce vurgusundan arınmış bir vatandaşlık tanımı getirilsin.

- CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Heinrich Böll Vakfı'nın düzenlediği bir toplantıda Kürt bölücülerin taleplerini dile getiriyor: Yüzde 10 seçim barajı düşürülmeli. Hakikatleri Araştırma Komisyonu kurulmalı. Kürtçe’nin öğretilmesi devlet tarafından üstlenilmeli. Demokratik özerklik hakkı tanınmalı."

- CHP Ankara Milletvekili Bülent Kuşoğlu: Tekke ve zaviyelerin kapatılması toplumu yozlaştırdı, yeniden açılmalı.

- CHP PM Üyesi Muhammed Çakmak: Fethullah Gülen bilgedir, saygıyla selamlıyorum.

- CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün: Dersim katliamının sorumlusu devlet ve CHP'dir. Atatürk de bu olaylardan haberdardı.

- CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu: Devlet değişsin istiyoruz. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı aynen kabul ediyoruz. Çekincelerin tamamına karşıyız. Kürt kimliği ve Kürt dili önündeki tüm engelleri kaldıracağız. CHP iktidarında genel af çıkartacağız. Profesyonel orduya bir an önce geçmeliyiz. Türkiye'de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz. Türban sorununu çözeceğiz. Siyasallaşmayan tarikatlara saygımız vardır. "Yargıda cemaat yapılanması var" iddiaları üzerine: “Yargı içinde böyle bir kadrolaşma vardır” demeyi doğru bulmuyorum. Atatürk'ün CHP'siyle ilgili soruya yanıtı: "Ben o zaman yoktum."

- Bu satırların yazarı: Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmalarda Atatürk’ün adını anmamayı kural haline getirmiştir. Çok zorda kalırsa “Mustafa Kemal” der. Benzetme gibi olmasın ama, Atatürk’ün düşmanları da, o yüce insandan yalnızca “Mustafa Kemal” diye söz eder.

CHP'nin, AKP'den ne farkı kaldı? Vural Savaş "Atatürk'ün Kemiklerini Sızlatan Parti CHP" diye bir kitap yazmıştı. Yerden göğe kadar haklıymış meğer. Ne oldu bunlara, bir parti böylesine mi değişir? İçlerinden biri "bizim ideolojimiz yoktur" anlamında bir laf etmişti, itiraf diye herhalde buna denir.

- Yalçın Küçük: Soros'un parmağına bakın, Abdullah Gül'ün ve Fethullah Gülen'in parmağına, iki gün sonra Kılıçdaroğlu'nun işaret edeceği adresi saptayabilirsiniz. İsmet Paşa ilk önce, Celal Bayar için söylemişti, devletin üst katlarına “bu kadar ümmîsi gelmemişti”, bu sözünü unutmuyorum. CHP'de de Kemal Bey kadar bir ümmî hiç olmamıştı; son derece bilgisiz, Deniz Baykal'ın hediyesidir. Kılıçdaroğlu'nun sadece vücudu CHP'dedir. Elverişlidir. Kılıçdaroğlu, AKP'nin yaptıklarının hepsini tasdik etmekte ve çok zaman fazlasını istemektedir. Kafası AKP'dedir.

-Şubat 2012… CHP Kurultayı’nda muhalifler adına konuşan Mersin Milletvekili İsa Gök: Bizim tabanımız soldur, devrimcidir. CHP, geçmişini hatırlamak zorundadır. Kuvayı Milliye’yi, Halk Fırkası’nı hatırlamak zorundadır. Yeni bir yol çizilmesinden bahsediliyor. Bu yol mutlaka CHP’nin DNA’sına uygun olmalıdır. Bunun aksi CHP’yi sağcılaştırır, AKP’lileştirir. Sağın alternatifi sağ olamaz. Kılıçdaroğlu konuşmalarında yalnızca " Mustafa Kemal" diyor, "Atatürk" demiyor. 

Atatürk soyadı O’na özel bir kanunla verilmiştir. 
Kendisinden naçizane istirhamım: Lütfen ‘ Mustafa Kemal Atatürk’ deyin.

***
Ve Mustafa Kemal Atatürk: Bir zaman gelir, beni unutmak, unutturmak isteyen gayretler belirir. Fikirlerimi, öğretimi inkâr edenler, beni çekiştirenler, karalayanlar çıkar. Hatta bunu yapanlar benim yakın bildiklerim, inandıklarım da olabilir. Fakat benim ektiğim tohumlar o kadar özlüdür, o kadar kuvvetlidir ki, fikirlerim, öğretim Çin’den döner, Hint'ten, Mısır'dan döner dolaşır gene gelir; feyizli neticeleri kalpleri doldurur!

----

Prof. Dr. Cihan DURA, 
15 Nisan 2012

http://www.guncelmeydan.com/pano/chpnin-kendini-inkar-tarihinin-gizli-olmayan-belgeleri-prof-dr-cihan-dura-t31288.html


***

Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇESİ (CHP) BÖLÜM 2

Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇESİ (CHP) BÖLÜM 2




Baykal'dan TSK'ya destek,

CHP 2007 Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın adaylığına şiddetle karşı çıktı ve bu yolda bütün anayasal haklarını kullanacağını belirtti. 
24 Nisan 2007 günü AKP cumhurbaşkanı adayı olarak Abdullah Gül'ü belirleyince CHP bu konuda uzlaşılmadığı için TBMM'de yapılacak seçimi Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı.

Dönemin CHP lideri Deniz Baykal, Abdullah Gül'ün AKP tarafından Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesine karşı çıkmıştı. [AA]

27 Nisan 2007 günkü oylamada 367 milletvekili yeter sayısı bulunamayınca CHP mahkemeye başvurdu. Aynı gece Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde, 
cumhurbaşkanı seçiminde laiklik hassasiyetine vurgu yapan bir bildiri yayımladı.

CHP, sonradan e-muhtıra olarak adlandırılan bu bildiriye destek verdi. 
Partinin itirazını yerinde bulan Anayasa Mahkemesi’nin kararı üzerine ise cumhurbaşkanının yeni meclis tarafından seçilmesinde uzlaşıldı.

Bu koşullar altında gidilen 22 Temmuz 2007 seçimlerinde CHP'nin oyları yüzde 21’e çıktı. Buna karşın iktidardaki AKP, oyların yüzde 46’sını alarak 341 milletvekilliği kazandı. Bu sonuç bir kez daha eleştiri oklarının Baykal’a yönelmesine neden oldu, ancak CHP lideri istifa etmeyeceğini açıkladı.

28 Ağustos 2007’de ise CHP’nin boykot ettiği oylamada, AKP’nin adayı Abdullah Gül, MHP’nin desteğiyle Cumhurbaşkanı seçildi.

Parti içi Muhalefet Filizleniyor,

Mart 2008’de yapılan CHP 32. Olağan Kurultayı öncesinde bir önceki dönemin grup başkan vekili, Samsun Milletvekili Haluk Koç genel başkan aday adaylığını açıkladı. 

Ancak bunun için delegelerden gerekli olan 253 imzayı toplayamayınca Baykal bir kez daha seçimlere tek aday olarak girerek görevini sürdürdü. 

2009 yerel seçimlerinde CHP, iktidar partisinin arkasında kalsa da bir önceki yerel seçimlere göre oyunu artırdı.

CHP Grup Başkanvekili'yken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olan Kemal Kılıçdaroğlu, istediği sonucu alamasa da, seçim sürecinde birlikte çalıştığı CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin'le birlikte kamuoyunda ön plana çıktı, adı partinin liderliği için geçmeye başladı.

Kemal Kılıçdaroğlu Dönemi, 

23 Mayıs 2010 tarihinde toplanacak olan CHP 33. Olağan Kurultayı'na iki haftadan az bir süre kala Genel Başkan Deniz Baykal'ın, CHP Milletvekili Nesrin Baytok'la birlikte beraber olduğu öne sürülen görüntüler internete sızdı.

Baykal 10 Mayıs 2010'da, yaklaşık 16 yıldır sürdürdüğü CHP Genel Başkanlığı görevinden istifa etti. Kurmayları aracılığıyla parti liderliği için gönlünden geçen ismin Kılıçdaroğlu olduğu mesajını verdi. Ancak Kılıçdaroğlu mesaja olumlu yanıt vermedi ve aday olmayacağını açıkladı.

Kemal Kılıçdaroğlu 2010'da CHP'nin 7. Genel Başkanı seçildi. [AA]

Kurultay takvimi hızla işlerken, adaylık krizi bir türlü aşılamadı. CHP yönetimi toplantı üstüne toplantı yaptı, hatta Genel Sekreter Önder Sav, Baykal'ın geri 
getirilmesinden yana ısrarcı oldu. 

Ancak Kılıçdaroğlu'nun fikri değişti, kurultaya beş gün kala partinin hâlâ genel başkan adaysız kalmasından rahatsız olan birçok partilinin isteğini ve halkın desteğini göz önünde bulundurarak, aday olacağını açıkladı.

Yapılan 33. Olağan Kurultay'da Kılıçdaroğlu bin 249 delegenin bin 200'ünün imzasıyla tek aday olarak seçime girdi ve kullanılan bin 197 oyun geçerli olan bin 189'unu alarak CHP'nin 7. Genel Başkanı seçildi.

Kılıçdaroğlu parti lideri olarak ilk sınavını dört ay sonra, 12 Eylül 2010'da anayasa değişikliği için yapılan referandumda verdi. Anayasa'da öngörülen değişikliklere karşı olan CHP'de Kılıçdaroğlu, yurt gezisine çıkarak halkın nabzını tuttu ve oylamada 'hayır' oyu kullanılması çağrısı yaptı. Ancak sandıktan yüzde 58 oranında 'evet' oyu çıktı. 

Genel başkanlık koltuğuna oturan Kılıçdaroğlu için sonraki aşama, köklü geleneğe ve sert bürokratik yapıya sahip olan parti yönetiminde hakimiyeti sağlamak oldu. 

Bu, partideki kemikleşmiş elitist yapıyı değiştirecek ve Kılıçdaroğlu'nun zihnindeki, halka daha yakından temas eden 'Yeni CHP'yi inşa etmenin yolunu açacaktı. 

Kasım 2010'da Kılıçdaroğlu, halen önceki genel başkan Baykal'ın gölgesinin hissedildiği parti yönetimini feshetti. Yerine, tüzük gereğince Genel Başkan, 
Genel Başkan yardımcıları ve Genel Sekreter'den oluşan yeni Merkez Yönetim Kurulu'nu (MYK) açıkladı. Yeni MYK'da Önder Sav'a yer verilmedi. Böylece Sav'ın 10 süren genel sekreterlik görevinin sona ermesiyle CHP'de bir devir de kapandı.

17 Kasım 2010 tarihinde Parti Meclisi'ni belirlemek için yapılan olağanüstü kurultayda CHP'nin birçok eski ismi liste dışında kaldı.

Son Genel Seçim, 12 Haziran 2011

12 Haziran 2011 genel seçimlerinde CHP üçüncü kez AKP'yle karşı karşıya geldi. İktidar olmak için kolları sıvayan Kılıçdaroğlu, seçim sürecinde 81 ilin tamamında seçmene seslendi.

Ekonomide düzelme, adaletli gelir dağılımı, alt sınıfları koruyan sosyal politikalar, güneydoğudaki şiddete ve Kürt Sorunu'na demokratik çözüm vadeden Kılıçdaroğlu, toplumda ve partide yarattığı rüzgarla CHP'nin oylarını yükseltse de, iktidar partisi karşısında kaybetti. Yüzde 26 oya ulaşan sosyal demokratlar 
Meclis'e 135 milletvekili gönderdi, ana muhalefet görevini devam ettirdi.

Bu seçimlerde CHP'den milletvekili seçilen, cezaevindeki Ergenekon davası sanıkları Mustafa Balbay ile Mehmet Haberal'in tahliyelerinin reddedilmesi yemin krizine neden oldu.

TBMM'de yeni dönemin ilk oturumu ve yemin töreni 28 Haziran'da yapıldı. Ancak CHP'liler, Balbay ve Haberal'ın durumuna tepki olarak kürsüde yemin etmediler. 
Kriz iki hafta sonra AKP ile yapılan görüşmeler neticesinde aşıldı ve CHP milletvekilleri 11 Temmuz'da yemin ederek görevlerine başladı.

CHP'deki değişim parti tüzüğünün yenilenmesiyle devam etti. 30 Mart 2012 tarihinde yapılan Olağanüstü Tüzük Kurultayı'nda, ön seçim zorunlu hale getirilerek örgütün milletvekili adaylarını belirleme gücü arttı. Yüzde 33 kadın kotası getirilerek yönetimde kadınların etkin görev almasının yolu açıldı. Yüzde 10 gençlik kotasıyla da genç nesilin teşkilatta tecrübe kazanmasına imkan tanındı.

Partide iyiden iyiye hakimiyet sağlayan Kılıçdaroğlu Temmuz 2012'deki 34. Olağan Kurultay'da degelerin geçerli bin 164 oyunun tamamını alarak yeniden 
genel başkanlığa seçildi.

PARTİNİN TEMEL KONULARDAKİ DURUŞU

Temel hak ve özgürlükler,

Programında, demokrasinin en önemli öğesinin özgür birey olduğunu savunan CHP, temel amacının bireyi özgürleştirmek, bireyin kendisini geliştirmesinin önündeki ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel engelleri kaldırmak ve bireyin özgürlüklerini bilinçli olarak kullanmasını sağlamak olduğunu bildiriyor. 

İnsan haklarının, çağın gereklerine uygun olarak süreklilik içinde geliştirilmesinin gereğine inandığını belirten CHP, başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak 
uzere, insan haklarıalanında Türkiye’nin taraf olduğu tüm uluslararası sözleşmelere eksiksiz uyacağını vaat ediyor.

Düşünce özgürlüğünün örgütlenme ile bütün olduğunu açıklayan parti, şiddeti teşvik etmediği sürece bunun hiçbir şekilde kısıtlanamayacağını savunuyor. 
Din, inanç ve vicdan özgürlüğünün de eksiksiz şekilde uygulanmasını isteyen CHP, bu konudaki baskılara karşı duracağını ilan ediyor.

Hukuk ve Adalet,

CHP, hukuk devleti ilkesine ve hukukun üstünlüğüne parti programında geniş yer ayırıyor. Anayasanın evrensel hukuk devleti normlarıyla uyuşmayan maddelerini değiştirmeyi amaçladığını açıklayan parti, belirli konulardaki kırmızıçizgilerinden taviz vermiyor. Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk üç maddesine yönelik doğrudan ya da dolaylı hamlelere karşı çıkılacağını bildiriyor.

Yargının siyasallaşmasının önüne geçilmesi gerektiğini savunan parti, hukuk ve yargı sisteminin, hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığı kuralları çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını ve yargıç güvencesinin koşulsuz sağlanmasını istiyor.

Uzun tutukluluk ve yargılama sürelerini eleştiren parti, özellikle kamuoyu tarafından yakından bilinen Ergenekon ve Balyoz gibi davaları yakından takip ediyor.

Demokratikleşme ve sivil toplum,

1982 Anayasası’nın siyasi partilerin çalışma ve örgütlenme koşullarına sınırlamalar getirdiğini savunan CHP, demokratikleşme adına bu kısıtlamanın kaldırılmasını talep ediyor. Gençlerin ve kadınların siyasi partilerde ve siyasette aktif olarak yer almaları planlayan CHP, ülkenin demokratikleşmesinin ön koşulu olarak, siyasi partilerin işleyişinde ve örgüt yapılanmalarında parti içi demokrasinin ve katılımcılığın yaşama geçirilmesini hedefliyor.

Güçlü bir sivil toplumunun demokratikleşmenin zorunluluğu olduğu ilkesini benimseyen parti, meslek odaları, okul aile birlikleri, sendikalar, yöresel dayanışma dernekleri, çevre ve tüketici dernekleri gibi örgütlenmelerin özendirilmesini istiyor. 

Bunun, yurttaşların sivil toplum örgütleri aracılığıyla ülkede etkin bir konuma gelmesinin önemli bir yolu olduğunu benimsiyor. Özellikle tarımda üretkenliğin 
arttırılmasını ve üretici emeğinin değerlendirilmesi açısından kooperatifçiliğin en yaygın şekilde desteklenmesini de hedefliyor.

Medya ve Basın,

Türkiye’de basına uygulanan baskıyı ve çok sayıda gazetecinin tutuklu olmasını sık sık gündeme getiren CHP, basın özgürlüğünün demokratik sistemin temel 
koşullarından biri olduğunu savunuyor.

Tutuklu gazetecilerin bir çoğunun 'terörle mücadele' kanunundan yargılanması sebebiyle, CHP sözkonusu kanunun yeniden düzenlenmesi için 2012’de TBMM’de girişimlerde bulundu. Türkiye’de basın özgürlüğün giderek azaldığını savunan parti, bu konuda meclis araştırması açılmasını talep etti. Medyanın güçlü ve tarafsız bir şekilde görev yapabilmesinin güvence altına alınmasını isteyen parti, sansüre karşı mücadele edilmesini istiyor.

Azınlıklar ve Kürt Sorunu,

CHP, Türkiye’de etnik azınlıkları Lozan Anlaşması’na dayanak alarak tanımlıyor. Bu anlaşmaya göre tanınmış dini ve kültürel hakların eksiksiz karşılanması 
gerektiğini savunuyor. Yeni azınlıklar yaratılması fikrine karşı çıktığını parti programında açıkça ilan ediyor.

CHP, Türkiye’de demokratikleşme, istikrar sağlama, güvenliğe kavuşma yolundaki en büyük engel olan Kürt Sorunu'na tarihi süreç içerisinde farklı yaklaşımlarda bulundu. Uzun süre Kürt Sorunu'na 'güvenlik ve terör' sorunu olarak yaklaşan parti, 1989 yılından beri meselenin askeri yöntemlerle çözülemeyeceği görüşünü taşıyor. Kürtlerin hakları için silahlanan PKK örgütüne karşı mücadelenin devam etmesi gerektiğini hep savunmuş olan parti, diğer yandan Kürtlerin temel taleplerinin ve kültürel haklarının dikkate alınması ve bunun için yasal zeminin oluşturulması gerektiğini, bugüne kadar hazırladığı çok sayıda raporunda dile getirdi.

CHP genel başkan yardımcıları Sezgin Tanrıkulu (solda) ve Faruk Loğoğlu (sağda), Mayıs 2012'de TBMM Başkanı Cemil Çiçek'i ziyaretetmiş ve Kürt Sorunu'nun çözümü için toplumsal mutabakat komis- yonu kurulması çağrısı yapmışlardı. [AA]

CHP’nin bu konudaki temel hassasiyeti ise üniter yapı ve ulus devlet temeline zarar gelmemesi. Kürtlerin ve diğer azınlıkların anadilini özgürce konuşabilmesi ni ve özel kurslar açabilmesini savunan CHP, bu nedenle anadilde eğitime ise kesin olarak karşı çıkıyor.

Kesintisiz 11 yıldır siyasette ana muhalefet görevini sürdüren CHP, iktidara en çok yüklendiği konuların başında Kürt Sorunu ve güneydoğudaki şiddet geliyor. 
Kadrosunda Kürt milletvekilleri barındıran parti çözüme dair siyasal yaklaşımlarına rağmen Kürtlerin ağırlıkta yaşadığı kentlerden beklediği seçim başarısını elde edemedi. Partinin tabanında ciddi etkiye sahip olan ulusalcı tabanın söylemleri bunun başlıca nedeni olarak düşünülüyor.

Parti, hükümetin Aralık 2012’de PKK’nın silah bırakması için örgütün ceza evindeki lideri Abdullah Öcalan’la başlattığı diyalog sürecine ise temkinli yaklaşıyor. 

Sürecin doğru yürütüldüğü takdirde sorunun barışçıl yollarla çözülebileceğini belirten CHP yönetimi, başlangıçta hükümetin arkasında olduğunu açıklamıştı. 
Ancak süreci yakından takip eden parti, daha sonra 'net bir stratejisi' olmadığı gerekçesiyle hükümete yönelik eleştirilerini yükseltti.

CHP, çalışmaları devam eden yeni anayasaya ise, 'etnik köken' kavramı eklemek istiyor. Anayasanın eşitlik maddesine 'hiç kimseye etnik kökeninden dolayı 
ayrımcılık yapılamayacağı' ifadesinin yazılmasını talep eden parti bu konuda, iktidardaki AKP ve milliyetçi tabanı temsil eden MHP ile henüz uzlaşma sağlayamadı.

Ekonomi,

CHP, mevcut iktidarın ekonomi politikalarını en çok özelleştirme, işsizlik, bütçe açığı ve fırsat eşitliği konularında eleştiriyor. Türkiye’nin üretime dayalı bir 
ekonomi olmaktan giderek uzaklaştığını savunan parti, hızlı ve dengeli kalkınmayı öngören, aynı zamanda sosyal politikaları ön planda tutan devletin denetleyici ve düzenleyici olarak daha fazla rol aldığı bir ekonomi programının benimsenmesini istiyor.

Parti ayrıca, Türkiye’nin kendi kaynaklarının yeterince değerlendirilmediğini, bu nedenle istikrarlı bir büyüme sağlanamadığını ve dışa bağımlılıktan kaynaklı cari 
açığın oluştuğunu savunuyor. Kısa ve orta vadede Türkiye ekonomisinin bu bağımlılıktan kurtarılması gerektiğini belirten parti; tarımda, sanayide ve hizmetlerde dış dünyayla rekabet edebilen kalıcı çözümler öngörüyor.

Kamu Yönetimi,

CHP, ulus devlet, üniter yapı ve laik cumhuriyet ilkelerinden ödün verilmemesini savunuyor. Bu ilkeler ışığında hükümetin gündeme getirdiği, valilerin seçimle 
işbaşına gelmesini öngören reforma karşı çıkıyor.

Türkiye’nin kamu yönetimi reformuyla kapsamlı bir yeniden yapılanmaya gitmesi gerektiğine inanan CHP, yapısal değişikliklerle, vatandaşların hayatını güçleştiren, yatırımları geciktirip engelleyen gereksiz formalitelerin kaldırmasından yana. Bu çalışmaları yönlendirmek için bir Devlet Reformu Bakanlığı’na gerek olduğunu savunuyor.

Bakanlıkların sayısı ve görev alanlarının yeniden düzenlenmesini isteyen parti, bölgesel kalkınma ve yerleşim sorunları, bilişim ve bilgi toplumu, 
Avrupa Birliği ile İlişkiler, KOBİ, göçmen sorunları gibi yeni sorumluluk alanlarında ve çalışma ve sosyal güvenlik alanlarına yönelik bakanlık düzeyinde yeni yapılanmalar öngörüyor.

Yerel yönetimde ise parti, ağırlaşan kent sorunlarının çözümü için belediyelere makul ölçülerde yeni yetkiler verilmesi gerektiğini savunuyor. 
Yurttaşların daha fazla söz sahibi olacağı bir karar alma sürecinin hayata geçirilmesinden yana olan parti, merkezi ve yerel idareler arasındaki görev 
ve kaynak paylaşımının yeniden düzenlenmesini planlıyor.

İstanbul için yeni bir yönetim modeli de planlayan parti, bunun için GAP benzeri Kuzey Marmara Metropolitan Bölge Planı hazırlanmasını öngörüyor. 
Bu planın uygulanması için güçlü bir yasal çerçeve, kurumsal altyapı ve finansman modelinin oluşturulması gerektiğini belirtiyor.

Eğitim,

CHP, mevcut iktidarı eğitimi siyasallaştırdığı ve laiklik ilkesinden saptığı gerekçesiyle sıkça eleştiriyor. İktidarın 2012 yılında hayata geçirdiği 
kademeli 4+4+4 sistemine, imam hatip okullarının önünü açtığı gerekçesiyle karşı çıkan parti, sosyal demokrat yapısı gereği bir çok konuda olduğu 
gibi eğitimde de fırsat eşitliğini savunuyor.

Parti Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, 4+4+4 yasasının iptali için Nisan 2012'de Anayasa Mahkemesi'ne başvurduklarını açıklamıştı. [AA]

Türkiye’nin çağdaş bir eğitim reformuna hızla ihtiyaç duyduğunu savunan CHP, demokrasi, insan hakları ve hoşgörü kültürünün yeni nesillere aşılayacak bir 
sistemin inşa edilmesini istiyor.

Tarikat ve cemaatlerin eğitimdeki etkisini eleştiren parti, din dersleri müfredatının da yeniden düzenlenmesini öngörüyor. Temel eğitimi kesintisiz bir şekilde 10 yıla çıkarmayı amaçlayan CHP, okul öncesi iki yıllık hazırlık eğitiminin de tüm ülkede zorunlu hale getirilmesini hedefliyor.

Bölgesel ihtiyaçlara göre mesleki ve akademik liselerin programların yeniden düzenlenmesini öngören partinin eğitimdeki en önemli hedefi ise yüksek öğretime giriş sağlayan Öğrenci Seçme Sınavı’nın kaldırılması. CHP, yüksek öğretime geçişin 9. ve 10. sınıflarda uygulanacak 'mesleki yönelim' programı ve 'yetenek ölçme ve değerlendirme' sınavlarıyla sağlanmasını öngörüyor.

Sağlık,

BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne atıfta bulunan CHP, sosyal demokrat bir parti olmanın sorumluluğuyla da, sağlık hizmetlerinin, tüm yurttaşlara, 
doğum öncesinden ölüme kadar kesintisiz olarak verilmesini savunuyor.

Bu hizmetin, yeterli, kaliteli, kolay ulaşılabilir, eşitlikçi, adaletli ve verimli nitelikte olması gerektiğini belirten parti, sağlık hizmetinin yurttaşların ödeme 
gücüyle sınırlı olmayacağı ilkesini benimsiyor.

Toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranının Avrupa ülkeleri ortalaması düzeyine çıkarılmasını hedefleyen CHP, sağlık politikalarının tek elden 
oluşturulmasını ve uygulamasında hizmet odaklı bir politika oluşturulmasını benimsiyor. Her yurttaş için ‘Ulusal Sağlık Sigortası’ öngören parti, 
ödeme gücü olmayanların primlerinin devlet tarafından karşılanmasını hedefliyor.

Çalışma hayatı ve sosyal güvenlik,

CHP’nin çalışma hayatına ilişkin en önemli önceliği, tüm çalışanların sendikal örgütlenme haklarının güvence altına alınması. Emekten yana bir anlayış 
benimsediğini savunan parti, çalışma sürelerinin kısaltılmasını ve aşamalı olarak AB ülkeleri düzeyine indirilmesini hedefliyor.

Çalışma yaşamı normlarının, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) standartlarına yükseltilmesini savunan parti, sendikalar yasasıyla toplu iş sözleşmesi, 
grev ve lokavt yasasının değiştirilmesini hedefliyor.

CHP ayrıca, çalışma yaşamı ile ilgili olarak, gerek bireysel iş hukuku, gerekse toplu iş hukuku alanlarında mevcut aksaklıkların giderilmesi amacıyla, 
reform boyutlu köklü yasal düzenlemelerin yapılmasını öngörüyor.

Dış Politika,

CHP, dış politika önceliğini AB ile ilişkiler ve Türkiye’nin birliğe tam üyelik hedefi olarak ortaya koyuyor. AB vizyonunu, modernleşme projesinin doğal 
uzantısı olarak görüyor ve bunu toplumsal değişimin katalizörü olarak değerlendiriyor.

Bazı AB ülkelerinin coğrafi veya kültürel farklılıklar gibi nedenlerle Türkiye’yi tam üyelikten dışlamayı ve Türkiye’ye özel bir statü vermeyi öngören politikalarının AB’nin resmi görüşü haline dönüştürülmesi halinde parti, başta Gümrük Birliği olmak üzere mevcut taahhütlerin gözden geçirilmesi gerektiğini savunuyor.

CHP Kıbrıs Sorunu'nun, ancak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ve Kuzey Kıbrıs halkının kazanılmış haklarının korunmasını taahhüt eden, adadaki her iki 
tarafın egemen eşitliğine dayanan bir yaklaşımla çözülebileceğini belirtiyor. Güney Kıbrıs'ı, tüm adayı temsil eden tek meşru devlet sayan yaklaşıma kesinlikle karşı çıkıyor.

Türkiye’nin NATO ile ilişkilerini güçlendirerek devam ettirmesini savunan CHP, 'Büyük Ortadoğu Projesi'yle uluslararası arenada Türkiye’ye biçilen ‘ılımlı İslam’ 
rolüne ise karşı çıkıyor.

ABD ile stratejik işbirliğinden yana olan CHP, Türkiye’nin yakın coğrafyası Orta Doğu bölgesine dışarıdan müdahalelere karşı çıkıyor. Geçtiğimiz on bir yıl 
boyunca dış politika konusunda AKP’yle en çok Suriye konusunda ters düşen ana muhalefet partisi, komşu ülkede yaşanan isyana Ankara’nın müdahil olmasını 
eleştiriyor. Özellikle Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu hedef alan CHP, hükümetin politikaları nedeniyle Türkiye’nin neredeyse bütün komşularıyla sorun yaşadığını savunuyor.

Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun bağımsız bir dış politika benimsemesini isteyen CHP, hükümeti ABD ve Batı çıkarları ekseninde hareket etmekle suçluyor.

3 . CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇESİ (CHP) BÖLÜM 1

Cumhuriyet Halk Partisi TARİHÇESİ (CHP) BÖLÜM 1



Türkiye Cumhuriyeti rejiminin kurucusu olarak kabul edilen parti, ülkeyi uzun yıllar tek başına yönetti, Çok partili dönemde güç kaybetti, Askeri darbede kapatıldı. 
Ülkenin dönüşüme şahit olduğu son on bir yıldır ise ana muhalefet görevini üstleniyor.

Konular: CHP, TARİHÇE,
KEMAL KILIÇDAROĞLU 
12 Mar 2014 Güncelleme 
09:41 TSİ

Kemal Kılıçdaroğlu Mitingde.

Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, Parti içi demokrasiyi güçlendirip, sosyal demokrat çizgide bir iktidar vaat ediyor. [AA]

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk siyasi partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi, çok partili döneme geçişin öncesi de göz önüne alındığında, aynı zamanda Türkiye'de en uzun süre iktidarda kalan partidir. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra kendisini ideolojik olarak siyasi yelpazenin solunda, sosyal demokrat anlayışa sahip parti olarak konumlandırdı.

Osmanlı Devleti sonrası, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda ve yeni rejimin yapılanmasında rol alan parti, ülkedeki modernist devrimlerin gerçekleştirilmesi ve uygulanmasında temel oldu.

1923'te Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilk olarak Halk Fırkası adıyla kurulan CHP'nin siyasi kimliği, yeni rejimin temellerini oluşturan altı ilkeye dayanıyor. 'Altı Ok' olarak bilinen bu ilkeler cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimciliktir.

Bu ilkeler ışığında siyasi hayatına devam eden CHP, en son 1995'te kurulan koalisyon hükümetinde görev aldı, son 11 yıldır ise ana muhalefet görevini sürdürüyor. 

Genel Başkanlığı'nı Kemal Kılıçdaroğlu'nun sürdürdüğü partinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) 134 temsilcisi bulunuyor. Türkiye'deki yerel yönetim 
yapılanmasındaki 2 bin 903 belediyeden ise 531'ini elinde bulunduruyor.

TARİHÇE

1923 - 1960

Birinci Dünya Savaşı'nda, İtilaf Devletleri'nin Türkiye topraklarındaki işgali devam ettiği sırada 23 Nisan 1920'de kurulan ve halkın tek meşru temsilcisi olarak kabul edilen Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), işgal sonrası milletvekilleri arasında iki gruba ayrılmıştı. 

Lozan Antlaşması'nın kabulü nedeniyle TBMM'deki tartışmalar üzerine Mustafa Kemal, 9 Eylül 1923'te kendisine bağlı milletvekillerinden oluşan Halk Fırkası'nı kurdu. 
Parti kurucuları arasında Refik Saydam, Celal Bayar, Sabit Sağıroğlu, Münir Hüsrev Göle, Cemil Uybadın, Kazım Hüsnü, Saffet Arıkan ve Zülfü Bey yer alıyordu. 

Partinin ilk genel sekreterliğini ise Recep Peker üstlenmişti.

29 Ekim 1923'te, Halk Fırkası üyesi 158 milletvekili yeni devletin yönetim şeklinin cumhuriyet olduğunu ilan ederek Mustafa Kemal'i Cumhurbaşkanı seçti.

İlerleyen aylarda halifeliğin kaldırılması başta olmak üzere bazı konulardan rahatsız olan Milli Mücadele döneminin asker ve aydın kadrosundan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Adnan Adıvar, Ali Fuat Cebesoy ve Hüseyin Cahit Yalçın gibi isimler, Meclis'te yeni bir grup oluşturarak 17 Kasım 1924'de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu. Aynı dönemde Halk Fırkası'nın adı 'Cumhuriyet Halk Fırkası' olarak değiştirildi.

Ancak çok partili hayatın habercisi olan bu girişimin ömrü kısa sürdü. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Şeyh Sait isyanından sonra 5 Haziran 1925'te kapatılıp önde gelen üyelerinin idamı veya siyasetten uzaklaştırılmasıyla Cumhuriyet Halk Fırkası, 1930'daki yerel seçimler hariç, 1946 yılına kadar seçimleri tek parti olarak katıldı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Kemal Atatürk, Milli Mücadele dönemini anlatan Söylev'ini Halk Fırkası kurultayında okudu. [AA]

Cumhuriyet rejimini tesis eden önemli reformların birçoğu partinin 15 Ekim 1927'deki İkinci Olağan Kurultayı'ndan önce gerçekleştirildi. Kurultayda Mustafa Kemal, büyük Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in kuruluş dönemini anlatan Söylev'ini okudu. Kabul edilen yeni tüzüğe göre partinin cumhuriyetçi, halkçı, milliyetçi ve laik siyasi bir cemiyet olduğu yazıldı. 1931'deki kurultayda ise devletçilik ve devrimcilik anlayışı da partinin ilkeleri arasına eklendi. Bu ilkeleri simgeleyen altı oklu amblem ise partinin simgesi olarak 1933'te kullanılmaya başlandı.

1934 yılında ekonomide kalkınmayı öngören 'Birinci Beş Yıllık Plan' devreye sokuldu. Devlet eliyle ağır sanayinin kurulmasını öngören plan için gereken finansal kaynak, büyük ölçüde Sovyetler Birliği kredilerinden sağlandı. Demiryolu yapımına önem verildi.

1935 yılındaki 4. Kurultay'da partinin adı, dil devriminin getirdiği yeni anlayış uyarınca 'Cumhuriyet Halk Partisi' olarak değiştirildi, 'Kemalizm' kavramı ilk defa parti programına girdi.

1936 yılında yayınlanan bir genelgeyle bütün illerde parti il başkanlıkları valiliklerle birleştirildi ve içişleri bakanı resmen, parti genel sekreterliği sıfatını üstlendi. 
1937'de ise, anayasa değişikliğiyle CHP'nin 'altı oku' Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na resmen dahil edildi. Bu değişiklikler ile tek parti rejimi devletle iyice bütünleşmiş oldu.

İnönü Dönemi

Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatının ardından cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan İsmet İnönü, 26 Aralık 1938’de yapılan partinin ilk olağanüstü kurultayında 
'Değişmez Genel Başkan' seçildi.

Cumhurbaşkanı ve ülkenin tek partisinin lideri olarak İnönü, görevinin ilk yıllarında henüz başlayan İkinci Dünya Savaşı’yla karşı karşıya kaldı. İnönü ve 1939-1945 arasındaki savaş döneminde kurulan beş CHP hükümetinin en büyük çabası ülkeyi, bütün dünyayı kasıp kavuran bir savaştan uzak tutmak oldu. Ancak Türkiye her ne kadar cepheden uzak kalsa da, savaş koşulları ülkeyi büyük bir ekonomik zorluğa soktu, birçok temel gıda karneyle satıldı.

Savaş döneminde en önemli gelişme ise Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel öncülüğünde Köy Enstitüleri’nin açılması oldu. Kemalizm ideolojisine dayanan bu kurum köylü aydınlanması açısından önemli görevler üstlendi.

Savaşın ardından 1946 yılında Türkiye çok partili hayata geçti. CHP’den ayrılan Celal Bayar ve Adnan Menderes Demokrat Parti’nin (DP) kurulduğunu ilan etti.

Yeni bir partinin siyasi hayata atılmasıyla CHP bazı uygulamalara son verdi. Tek dereceli çoğunluk esasına dayanan seçim kanunu kabul edildi. Bazı vergiler 
kaldırıldı, sendikalaşmaya izin verildi, sınıfsal partilerin kurulması serbest bırakıldı.

Çok Partili dönemin başlangıcı: 1946 genel seçimleri

21 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimleri CHP oyların yüzde 70'ini alarak kazandı. Bu Meclis'te CHP 396, ilk sınavını veren DP 61 ve bağımsızlar da yedi 
sandalye elde etti. Recep Peker liderliğinde kurulan yeni hükümet, DP ile Meclis'te yaşanan gerilimlerden dolayı fazla uzun sürmedi. Peker, CHP içinde kendisine karşı oluşan muhalefetten dolayı istifa etti, yerine Hasan Saka’nın kurduğu hükümet görev aldı.

1950 Genel Seçimleri

14 Mayıs 1950 günü Türkiye tarihinde yeni bir devir başladı. DP genel seçimlerde büyük bir çoğunluk elde ederek iktidarı CHP'den aldı. Demokratlar yurt genelinde yüzde 53'lük bir oy oranına ulaştı. CHP'nin oyları ise yüzde 39'da kaldı.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri ülkeyi yöneten CHP'nin iktidar devrini Ulus gazetesi bu manşetle duyurdu.

Oy oranları arasında büyük farklılık olmamasına rağmen seçimlerde uygulanan çoğunluk sistemi, sandalye dağılımında büyük fark yarattı. DP’nin 408 milletvekiline karşı CHP ancak 69 milletvekilini Meclis'e sokabildi. 27 yıl ülkeyi tek başına yöneten CHP ve Atatürk’ten sonra 12 yıl cumhurbaşkanlığı yapan İnönü artık muhalefet lideriydi. CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi sonucu "CHP iktidarı devrediyor" manşetiyle okurlarına duyurdu.

CHP’nin Haziran 1953'teki 10. Kurultayı'nda parti programında ilk kez 'hukuk devleti' ilkesine yer verildi. Ayrıca, iki meclisli bir sisteme geçilmesi, 
Anayasa Mahkemesi'nin kurulması, seçim güvenliği, yargıç bağımsızlığı, sendika ve meslek örgütleri kurma özgürlüğü, işçilere grev hakkı gibi görüşler programa girdi. 

Kurultay sonunda yapılan seçimlerde İnönü tekrar genel başkanlığa seçildi.

1954 Genel Seçimleri

Çok partili siyasi hayatın ikinci genel seçimlerinde CHP'nin güç kaybı devam etti. DP, Türkiye siyasetinde bugüne kadarki en yüksek oy oranı olan yüzde 57’yle 502 millet vekilini Meclis'e sokarken, CHP yüzde 35 oy oranı ve 31 milletvekiliyle temsil hakkı kazandı.

DP’nin ikinci döneminde yaşanan ekonomik sorunlar, dış borçlar ve iktidarın giderek artan baskısı, CHP öncülüğünde muhalefet partilerini birleştirdi. 9 Eylül 1957’de yapılan kurultayda Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi ile işbirliği yapılmasına onay verildi. Ancak hükümet, yaklaşan seçimler öncesi çıkardığı bir yasayla bu işbirliğini engelledi.

ALTI OK

Cumhuriyet Halk Partisi'nin siyasi programını oluşturan altı ilkeyi temsil ediyor. 1927'de cumhuriyetçilik, halkçılık, milliyetçilik ve laiklik olarak tanımlanan dört ilkeye, 1931'deki üçüncü parti kurultayında devletçilik ve devrimcilik  ilkeleri eklendi. Şubat 1937'de yapılan bir anayasa değişikliğiyle altı ok ilkesi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na eklendi. Altı okun yer aldığı amblem 1931'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin bayrağı olarak benimsendi.

1957 Genel Seçimleri 

DP’nin güç kaybettiği, CHP’nin yeniden toparlandığı seçim yarışı oldu. Yüzde 41 oranında oy alan CHP milletvekili sayısını 178’e çıkardı. Parti, birçok ilde tam liste halinde seçimden galip ayrıldı. Yüzde 48 oranında oy alan DP’ye karşı muhalefet güçlendi. Sandıkta elde edilen başarı partiye temel politikalarda değişime gitme cesareti verdi.

Partinin, 12 Ocak 1959'da yapılan 14. Kurultayı'nda, 'İlk Hedefler Beyannamesi' kabul edildi. 'Düzen değiştirici' olarak nitelenen bildirgeye göre demokratik kurumların kurulması ve hukuk devleti anlayışının tesis edilmesi ve çalışan/işçi sınıfına yeni sosyal haklar sağlanması öngörülüyordu. 

CHP'liler Nisan 1959’da batı illerini kapsayan ve 'Büyük Taarruz' adı verilen bir seçim kampanyası başlattı. Ülke ise hükümetin muhalefet üzerindeki baskısı nedeniyle büyük bir gerilim içindeydi. Seçim gezisi sırasında parti lideri İnönü, Uşak’ta taşlı saldırıya uğradı. Güvenlik güçlerinin bu saldırıya müdahale etmemesi siyasetteki CHP - DP kavgasını daha da büyüttü.

1960’ın başında basına uygulanan sansür arttı, CHP'nin yayın organı Ulus gazetesi kapatıldı.

DP, Nisan 1960'da muhalefet ve basının faaliyetlerini denetlemek için Meclis Tahkikat Encümenliği'ni kurdu. 18 Nisan günü Tahkikat Encümenliği hakkında 
Meclis'te bir konuşma yapan İnönü iktidar partisine şu sözlerle seslendi:
Biz demokratik rejim dedik, bu rejim kurulmuştur. Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp, baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz, ben de sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır.

Bu konuşmaya tepki olarak İnönü, 12 oturum TBMM toplantılarından uzaklaştırıldı. Buna tepki gösteren CHP milletvekilleri de Meclis'ten polis zoruyla çıkartıldı.

28-30 Nisan’da, İstanbul ve Ankara'da hükümete karşı öğrenci gösterileri düzenlendi. Çıkan olaylar ölümlerle sonuçlandı. İki kentte de sıkıyönetim ilan edildi. 

Başbakan Menderes olaylardan CHP ve İnönü'yü sorumlu tuttu. 3 Mayıs'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel hükümeti bir mektupla uyardı.

1960 - 1980

Askeri Darbe Sonrası CHP

27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri, DP’nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine dönüştürdüğü gerekçesiyle yönetime el koydu, anayasa feshedildi. 
Başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere DP'liler, pek çok bürokrat ve partiye yakın olduğu düşünülen generaller tutuklandı. 

Demokrat Parti kapatıldı.

Cumhurbaşkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Başbakanlık görevleri Orgeneral Cemal Gürsel tarafından üstlenildi. Gürsel, Milli Birlik Komitesi (MBK) ile ülkenin tek hakimi haline geldi. Yeni anayasanın hazırlanması ve siyasi yapıların kurulması için çalışmalar başladı. Yeni anayasanın hazırlanması için oluşturulan Kurucu Meclis'e CHP lideri İnönü de seçildi.

Darbe sonrası CHP'nin 1959 tarihli 'İlk Hedefler Beyannamesi'ndeki pek çok konu hayata geçirildi. CHP, bütün enerjisini yeni anayasanın hazırlanması ve yeniden demokratik düzene geçilmesine verdi.

Yeni Siyasi Partilerin kurulmasına 9 Şubat 1961'de izin verildi, bunda altı ay sonra referanduma sunulan 1961 Anayasası halkın yüzde 61'inin oyuyla yürürlüğe girdi.

Yeni Anayasa ile TBMM iki meclise ayrıldı, cumhurbaşkanını görev süresi yedi yılla sınırlandırıldı, yasama kararlarını denetlemek için Anayasa Mahkemesi kuruldu. 

Böylece 'hukuk devleti' ilkesi öne çıkarıldı. Temel hak ve özgürlükler arttırıldı, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kurularak askerlerin de siyasi konularda görüş belirtmesine olanak verildi.

1961 Genel Seçimleri

15 Ekim 1961’de yapılan seçimlerde CHP beklenen başarıyı elde edemedi. Parti yüzde 36 oy alarak 173 milletvekilliği elde etti. Kapatılan DP'nin ardılı olarak kurulan iki partiden; Adalet Partisi (AP) yüzde 35 oy oranıyla 158 milletvekili, Yeni Türkiye Partisi (YTP) ise 65 milletvekilini Meclis'e sokmayı başardı. 
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ise 54 milletvekili çıkardı.

Hiçbir parti hükümet olmak için salt çoğunluğu sağlayamayınca Türkiye tarihinde ilk defa koalisyon hükümetine ihtiyaç duyuldu. Hükümet kurma görevini alan İnönü, 20 Kasım 1961'de Adalet Partisi ile koalisyonda anlaştıklarını duyurdu. Ancak koalisyonun ömrü fazla uzun sürmedi. Meclis'teki siyasi çekişmeler yürütmenin önünde engel olunca Başbakan İnönü 30 Mayıs 1962'de istifa etti.

Hükümeti kurma görevini yeniden alan İnönü 25 Haziran 1962'de YTP, CKMP ve bağımsızlarla 2. Koalisyon Hükümeti’ni kurdu.

16 Kasım 1963’te yapılan yerel seçimlerden yüzde 54 oy oranı elde eden AP zaferle ayrıldı. CHP ise yüzde 36 oranında oy aldı. Bu sonuçların ardından YTP ve CKMP’nin hükümetten çekilmesiyle koalisyon bir kez daha çöktü.

Hükümeti kurmakla görevlendirilen AP lideri Ragıp Gümüşpala gerekli çoğunluğu sağlayamayınca, CHP bu kez bağımsızlarla hareket ederek 3. Koalisyon Hükümeti’ni kurdu. 

'Karaoğlan' Lakaplı Bülent Ecevit (Sağda), CHP liderliğini 1972'de İsmet İnönü'den devraldı. [AA]

Yeni bir Lider doğuyor.

1965’teki Genel seçimler ile CHP bir kez daha iktidarı merkez sağa devretmek zorunda kaldı. Yüzde 53 oy oranına ulaşan AP, Süleyman Demirel liderliğinde tek başına iktidar oldu. Yüzde 29 oy oranında kalan CHP’nin yenilgisi partide yeni bir ismin parlamasına neden oldu. Bu isim, 1961-1965 arası kurulan üç İnönü Hükümeti'nin de Çalışma Bakanı olan Bülent Ecevit idi.

Partinin 24 Ekim 1966'da yapılan 18. Kurultay’ında Ecevit genel sekreter seçildi. Giderek partiye hakim olmaya başlasa da CHP, bir sonraki seçimden de istediği 
başarıyı elde edemedi.

Yine tek başına hükümet kuran Demirel'in görevi ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971’deki muhtırası nedeniyle fazla uzun sürmedi. Ecevit bu askeri 
müdahaleye karşı olduğundan, CHP'nin yeni kurulacak hükümette yer almasını istemedi. İnönü ise muhtıraya karşı ılımlı bir tavır takınınca ve hükümete destek 
vereceğini belirtince Ecevit, genel sekreterlikten istifa etti.

Ecevit'in bu muhalefeti onu hem toplumda büyük destek sahibi yaptı, hem de partide güçlendirdi. 6 Mayıs 1972’de yapılan kurultayda, CHP’de İsmet İnönü devri kapandı. Ecevit partinin yeni lideri oldu.

1973 Genel Seçimleri,

14 Ekim 1973’teki genel seçimlerde CHP, 'halkçı Ecevit' kimliğiyle geniş kitleler tarafından benimsenen 'Karaoğlan' lakaplı yeni lideriyle özlediği zaferi elde etti. 

Parti bütün yurtta oyların yüzde 33'ünü alarak 185 milletvekilliği kazandı ve birinci parti oldu. Hükümet kurmakta Demirel’le uzlaşamayan Ecevit, koalisyonu 
Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan’la sağladı. CHP’nin gelecekteki lideri Deniz Baykal ile onun kurmayı Önder Sav bu hükümette bakan olarak görev yaptılar. 

Taban tabana zıt bu iki partiden kurulan koalisyonun uzun sürmeyeceği bekleniyordu, ancak bu dönemde Türkiye'nin Kıbrıs'a askeri müdahalesi gerçekleşti. Başbakan Ecevit’in emriyle 20 Temmuz 1974 gerçekleştirilen 'Kıbrıs Barış Harekatı'nın ardından Birleşmiş Milletler'in (BM) çağrısıyla ateşkes yapıldı. 
Ancak olayın sonucunda gelen ABD ambargosu Türkiye'yi ekonomik açıdan zora soktu.

Hükümet içi anlaşmazlıkların artması nedeniyle de Ecevit istifasını verdi. Bu istifanın ardından Türkiye, sonrasındaki üç yılı CHP’siz 'Milliyetçi Cephe' 
hükümetleriyle geçirdi.

Bu arada 27 Kasım 1976'da toplanan, partinin 23’üncü Kurultayı’nda CHP'nin mevcut altı ilkesinin yanına bir de 'Demokratik Sol'un ilkelerinin eklenmesi benimsendi. 

Ayrıca CHP'nin Sosyalist Enternasyonal'e üyeliği kabul edildi. Ecevit tekrar genel başkan seçildi.

DEMOKRATİK SOL'UN 6 İLKESİ.,


Özgürlük
Eşitlik
Dayanışma
Emeğin üstünlüğü
Gelişmenin bütünlüğü
Halkın kendini yönetmesi
Kutuplaşma ve büyük ekonomik buhran

Ülkede ideolojik kutuplaşmanın zirveye çıktığı bir dönem yaşanıyordu; sokak çatışmaları, üniversite olayları ülke gündeminin birinci sırasındaydı. 
Böyle bir dönemde CHP’nin seçim kampanyası oldukça sıkıntılı geçti.

26 Nisan 1977'de Ecevit'in seçim otobüsü Niksar'da kurşunlandı. 1 Mayıs 1977'de Taksim Meydanı'nda düzenlenen 1 Mayıs mitinginde kalabalığın üzerine çevredeki binalardan ateş açıldı, 37 kişi öldü. 29 Mayıs günü İzmir’de uçaktan inen Ecevit'in bulunduğu gruba ateş edildi.

2 Haziran 1977 günü Başbakan Demirel, 3 Haziran'da yapılacak CHP'nin Taksim mitinginde Ecevit'e suikast düzenleneceğini, CHP Genel Başkanı'na bir mektupla iletti. 
Ecevit ise mitingden vazgeçmeyeceğini bildirdi. 3 Haziran günü CHP, tarihinin en görkemli mitinglerinden bir tanesi İstanbul Taksim Meydanı'nda gerçekleştirildi. 
Yüz binlerce insan CHP mitingine katıldı ve Ecevit'e destek verdi.

Bu ortamda 5 Haziran 1977 günü yapılan seçimlerden CHP zaferle çıktı. Sosyal demokratlar Meclis'e 213 milletvekili göndermeye hak kazandı. 
Ancak Ecevit’in kurduğu azınlık hükümeti Meclis'te güvenoyu alamadı.

Demirel çoklu koalisyonla bir hükümet kurdu, ancak Türkiye büyük bir darboğazdan geçiyordu. En basit ihtiyaç maddeleri bile karaborsaya düşmüş, zamlar, devalüasyonlar birbirini izliyordu. Enerji sıkıntısı had safhadaydı; ithal ürünlerin parası ödenemiyor, ülkede döviz bulunamıyordu. Diğer yandan sokaklardaki çatışmalar da devam ediyordu.

Demirel Hükümeti Düşürüldü

11 Aralık 1977’de yapılan yerel seçimler de CHP’nin birinciliğiyle sonuçlandı. Seçimlerde aldığı başarının güveniyle Ecevit 22 Aralık günü hükümet hakkında 
gensoru verdi, yapılan oylamada hükümet düşürüldü. Yeni bir hükümet kuran Ecevit başbakanlık görevini 14 Ekim 1979’da ara seçimlere kadar sürdürdü. 
Seçimlerden beklediği sonucu alamayan Ecevit istifa ederek, görevi bir kez daha Demirel’e devretti.

4 Kasım 1979'da ara seçim yenilgisinin ardından CHP 8. Olağanüstü Kurultayı toplandı. Parti içi muhalefetteki Deniz Baykal ve Ali Topuz grupları yönetimi 
çok sert bir biçimde eleştirdi.

Partide bunlar olurken 1980 yılı, ekonomik önlemler içeren 24 Ocak Kararları ile başladı. Cinayetler, boykotlar ve ekonomik zorluklarla dolu günler birbirini izledi. 
Mayıs ayında Çorum'da olaylar çıktı ve 48 kişi hayatını kaybetti. Ülkede şiddet had safhaya ulaştı. Resmi kayıtlara göre 1980 yılında meydana gelen 10 bin 'terör olayında' yaklaşık 2 bin insan hayatını kaybetti.

Mayıs ayında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak öldürüldü. Eski CHP önderlerinden ve eski başbakan Nihat Erim, 19 Temmuz 1980'de bir suikasta kurban gitti. 22 Temmuz’da Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) eski genel başkanı Kemal Türkler öldürüldü. 
Meclis'teki çekişmeler ise görev süresi dolan Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün yerine yeni bir ismin seçilmesine engel oluyordu.

1980'den Günümüze,

Siyasete ara..,
 12 Eylül 1980 sabahı Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yönetime el koydu. TBMM, hükümet ve anayasa feshedildi. Tüm yurtta sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 
Siyasi partiler, dernekler ve sendikalar kapatıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisinin ilk dönemi böylece sona erdi.

Askeri yönetim seçimlerin yeniden, 6 Kasım 1983’te yapılacağını duyurdu ve 1983 ortalarında siyasi faaliyetler serbest bırakıldı. Ancak askeri yönetim, partilerin kurucularını veto etme yetkisini elinde bulunduruyordu. Bu yüzden kapatılan CHP'nin tabanına hitap eden Erdal İnönü'nün kurduğu Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) seçimlere katılamadı. Öte yandan Adalet Partisi'nin ardılları olarak kurulan Büyük Türkiye Partisi (BTP) ve Doğru Yol Partisi (DYP) de vetolardan nasibini aldı.

Seçimleri, Turgut Özal'ın başında bulunduğu Anavatan Partisi (ANAP) yüzde 45 oyla kazandı, Türkiye’de yeni bir dönem başladı.

Tabanın çatı arayışı

CHP tabanı varlığını ve kimliğini 1992’ye kadar SODEP’le Halkçı Parti’nin (HP) birleşmesiyle kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) altında sürdürdü.

19 Haziran 1992'de 12 Eylül rejiminin ürünü eski siyasi partilerin aynı adla tekrar açılmasını engelleyen yasa kaldırıldı. 9 Eylül’de 1992’de yapılan 25. Kurultay’da Deniz Baykal yeniden doğan CHP’nin dördüncü genel başkanı oldu.

SHP ve Ecevit’in lideri olduğu Demokratik Sol Parti’den (DSP) ayrılan 21 isim CHP saflarına katıldı, parti böylece Meclis'te grup kurma sayısına ulaştı.

1980 darbesiyle kapatılan CHP'nin aynı çatı altında tekrar buluşması 1992 yılında gerçekleşti. Deniz Baykal (solda) CHP'nin 4. GenelBaşkanı olurken, darbe sonrası CHP tabanına SODEP aracılığıyla seslenen Erdal İnönü, bir süre CHP'nin dışında faaliyet gösterdi. [AA]

Sosyal Demokratların birleşmesi

26 Mart 1994'te yapılan yerel seçime SHP, DSP ve CHP'nin ayrı ayrı girmesi sol açısından büyük bir yenilgi oldu. Üç sol parti toplam yüzde 25 oy alabildi. 
Şubat 1995’te SHP, CHP çatısı altına girmeyi kabul etti. Yapılan kurultayda partinin yeni lideri Hikmet Çetin oldu.

9 Eylül 1995'deki kurultayda ise Deniz Baykal genel başkanlığa tekrar seçildi. DYP Genel Başkanı Tansu Çiller'in kurduğu azınlık hükümeti TBMM'de güvenoyu alamayınca, 30 Ekim'de DYP ve CHP ülkeyi seçime götürecek yeni bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu hükümette CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak yer aldı.

24 Aralık 1995 genel seçimlerinde CHP yüzde 10 barajını kıl payı aşarak TBMM'ye girdi. Seçimlerin galibi ise Necmettin Erbakan'ın başında bulunduğu Refah Partisi oldu. 

CHP Meclis Dışında

18 Nisan 1999 günü yapılan genel ve yerel seçimlerde CHP yüzde 10 barajını aşamayarak, Askeri darbeler dönemi dışında ilk defa Meclis dışında kaldı.

Baykal seçim yenilgisinden kendisinin sorumlu olduğunu belirterek 22 Nisan 1999'da genel başkanlıktan istifa etti. 22 Mayıs 1999'da toplanan olağanüstü kurultayda

 Altan Öymen genel başkanlığa seçildi.

Deniz Baykal'ın CHP'den ayrı kalması kısa sürdü. Yaklaşık bir buçuk sene sonra genel başkanlığa yeniden seçildi.

Uzun Muhalefet Maratonunun başlangıcı,

Mayıs 2002'de Başbakan Ecevit’in rahatsızlanması üzerine TBMM erken seçim kararı aldı. 3 Kasım günü yapılan seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'ın başında olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi tek başına iktidara geldi. AKP seçimlerde yüzde 34,4 oy oranıyla 363 milletvekilliği kazanırken, CHP yüzde 19'la 178 sandalyede kaldı.

28 Mart 2004’teki yerel seçimlerde AKP yüzde 41 oy alırken, CHP 1999 yerel seçimlerinde yüzde 13 olan oyunu yüzde 18'e çıkardı. 
İllerin büyük çoğunluğunda belediye başkanlıklarını AKP kazandı.

Alınan bu yenilgi parti içi muhalefeti arttırıp bazı kopmalara neden olsa da, 2005’teki kurultayda Baykal geçerli oyların tamamını alarak koltuğunu korumayı başardı.

CHP iç çalkantılar yaşarken bir yandan da AKP iktidarına karşı da sert muhalefet yapıyordu; Baykal’la Başbakan Erdoğan arasında büyük çekişme yaşanıyordu. 
2006 yılı sonunda seçimlerin yenilenmesi konusunda CHP çaba gösterse de iktidar partisi buna yanaşmadı.

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***