13 Temmuz 2017 Perşembe

SORULAR & CEVAPLAR ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU BÖLÜM 10


SORULAR & CEVAPLAR  ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU BÖLÜM 10


VI. BİREYSEL BAŞVURUNUN SÜRESİ 


64. Hangi tarihten sonra kesinleşen kamu gücü işlemleri nedeniyle Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılabilir? 

Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurulara yönelik yetkisinin başlangıcı 23/9/2012 tarihidir. Bu nedenle Mahkeme ancak, 23/ 9/ 2012 tarihinden sonra 
kesinleşen nihai işlem ve kararlar aleyhine yapılacak bireysel başvuruları inceleyebilecektir. Dolayısıyla 23/9/2012 tarihinden önce kesinleşen kararların 
Anayasa Mahkemesi tarafından incelenebilmesi mümkün değildir. 

Bu durumu dikkate almaksızın Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmak amacıyla gönderilen dilekçeler, zaman yönünden yetkisizlik nedeniyle 
reddedilmektedir. 
Anayasa Mahkemesinin bir kararında, Mahkemenin bireysel başvurularda zaman yönünden yetkisi için kesin bir tarihin belirlenmesi ve bu yetkinin geriye 
yürür bir şekilde uygulanmamasının hukuk güvenliği ilkesinin bir gereği olduğunu ifade edilmiştir. Çünkü hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmelerini, devletin de hukuki düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (B. No: 2012/51, 25/12/2012). 

Bir kamu gücü işleminin bireysel başvuru bakımından ne zaman kesinleşmiş sayılacağı meselesi, üzerinde önemle durulması gereken ve Anayasa Mahkemesi nin kararlarıyla ortaya koyacağı bir husustur. Mahkeme başvuruya konu bir işlemin zaman bakımından yetkisi içinde bulunup bulunmadığını, her şeyden önce ilgili mevzuat ve bireysel başvuru kurumunun özelliklerini dikkate alarak kamu gücü işleminin hangi tarih itibarıyla kesinleştiğinin tespitini yaparak belirlemektedir. 

Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin belirlenmesi açısından önemli olan “kesinleşme” kavramı, bazı açılardan hukukun diğer alanlarında 
kullanılandan farklılık taşımaktadır. Diğer bir anlatımla bireysel başvuru yönünden ayrı bir kesinleşmeden, yani özerk bir kavramdan söz edilebilir. 

Anayasa Mahkemesi ilk başvuruların alınmasıyla birlikte ortaya koyduğu içtihadında bireysel başvuru bağlamında kesinleşmenin neyi ifade ettiğini ortaya 
koymuştur. Mahkeme içtihadı incelendiğinde kamu gücü işlemlerinin türüne göre kesinleşmeye dair şu ilkeler ortaya çıkmıştır: 

a. Ceza yargılamasında kural olarak temyiz yolu açık olan kararlar onama, itiraz yolu açık kararlar ise itirazın reddi ile kesinleşir: 

Ceza yargılamasında temyiz yolu açık olan hükümler bakımından tüketilmesi gereken son olağan kanun yolu kural olarak temyiz olduğundan, ilk derece 
mahkemelerinin kararları Yargıtay’ın ilgili ceza dairesinin onama tarihi itibarıyla kesinleşir. Başvurucunun bu karar aleyhine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 
itiraz yoluna gidilmesi istemiyle yaptığı başvuru, bu talebin Başsavcının takdirinde olması nedeniyle nihai kararın kesinleşme tarihini değiştirmeyecektir 
(B. No: 2012/162, 12/2/2013).
Öte yandan, ceza yargılamasında temyizi mümkün olmayıp yalnızca itiraz yolu tanınmış olan kararlar ise yapılan itirazın reddi ile bireysel başvuru açısından 
kesinleşmiş olurlar. Örneğin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesinin (12) numaralı fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı itiraz yolu açıktır. İlk derece mahkemesinin hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönündeki kararına karşı yapılan itirazın reddi üzerine söz konusu karar kesinleşmiş olur. Nitekim Mahkeme ilk derece mahkemesinin kararını itiraz yoluyla inceleyen mahkemenin kararı üzerine yapılan başvuruda zaman bakımından yetki sorunu, son mahkemenin kararını temel alarak değerlendirmiştir (B. No: 2012/969, 18/9/2013). 

Benzer şekilde hakkında isnat edilen bazı suçlar nedeniyle soruşturma aşamasında tutuklu bulunan başvurucu, tahliye talebinin ve bu karara karşı itirazlarının da reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme somut olayda başvurucunun tahliye talebinin reddine dair karara yönelik itirazlarının reddedildiği tarihte söz konusu kamu gücü işleminin kesinleştiği ve bu tarihin 23/9/2012 tarihinden önce olduğu tespitini yaptıktan sonra başvurunun zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (B. No: 2012/260, 26/372013). 

Bu karar ile ilgili olarak vurgulanması gereken önemli bir husus, tutukluluk halinin 23/9/2012 tarihinden sonra da devam etmesi durumunda başvurucunun bu tarihten sonraki tahliye talebinin ve buna itirazının reddi halinde 30 günlük süre içinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmasına engel 
bulunmamaktadır. Mahkemenin içtihadından çıkan sonuç; zaman bakımından yetkinin 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleşen kamu gücü işlemleri ile sınırlı 
olduğu, bu tarihten önce kesinleşmiş diğer kamu gücü işlemleri gibi tahliye talebinin reddine dair işlemin de inceleme konusu yapılamayacağıdır. 

Kesinleşme konusunun tartışıldığı bir başka karar ise hâkimlik mesleğinden istifa eden bir yargıcın yeniden mesleğe kabul talebinin 22/6/2011 tarihinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca reddedilmesine dair başvurudur. Mahkeme, Kurulun yargı yolunun kapalı olması sebebiyle 22/6/2011 tarihi itibarıyla   kesinleşen bu işlemine karşı yapılan başvuruyu zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez bulmuştur (B. No: 2012/475, 5/3/2013). 

b. Hukuk yargılaması ve idari yargıda temyiz yolu açık olan kararlar bakımından kesinleşme, karar düzeltme yoluna gidilip gidilmemesine göre belirlenir: 
İdari yargıda ve hukuk yargılamasında olağan kanun yolları temyiz ve karar düzeltme yoludur. Karar düzeltme yolu açık olan hükümler, karar düzeltme istemi sonunda verilen ret kararı (Bkz., B. No: 2013/1213, 4/12/2013) veya karar düzeltme yoluna başvurulmamışsa temyiz onama kararı tarihi itibarıyla kesinleşir (Bkz., B. No: 2012/73, 5/3/2013). Bu durumda karar düzeltme yolu açık olan ve fakat karar düzeltme yoluna başvurulmayan hükümler temyiz onama tarihi itibarıyla kesinleşmiş olurlar. 

c. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararları bakımından da kesinleşme karar düzeltme yoluna gidilip gidilmemesine bağlı olarak belirlenir: 
Askeri idari yargının alanına giren bir idari işlem aleyhine AYİM’de açılan davanın ve buna karşı gidilen karar düzeltme isteminin reddedilmesi üzerine yargısal 
işlem kesinleşmektedir. Mahkemenin bir kararında, AYİM tarafından karar düzeltme isteminin reddine dair kararın 23/9/2012 tarihinden önce verildiği tespitini yaptıktan sonra başvurunun zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir (B. No: 2012/329, 12/2/2013).

Öte yandan, AYİM verilen kararlar aleyhine karar düzeltme talebinde bulunulmamışsa bu kararlar verildikleri anda kesinleşmiş olacağından, kesin hükmün bütün hüküm ve sonuçlarını doğururlar. Bu nedenle Milli Savunma Bakanlığı bünyesinde görev yaparken ilişiği kesilen başvurucunun 2011 yılında yürürlüğe giren 6191 sayılı Kanun’a dayanarak açtığı işe iade davasında AYİM tarafından verilen ret kararı, bu Mahkemenin daireleri veya Daireler Kurulu kararları 1602 sayılı Kanun’un 63. maddesi uyarınca verildikleri anda kesin olduğundan, karar tarihi itibarıyla kesinleşmiştir (B. No: 2012/947, 12/2/2013). 

d. Tutuklama kararları, bu kararlara karşı yapılan itirazın reddedilmesi ile kesinleşmiş sayılır: 
Anayasa Mahkemesi koruma tedbirlerinden tutukluluk (B. No: 2012/239, 2/7/2013) ile yurt dışına çıkmamak (Bkz., B. No: 2012/1051, …/2/2014) yönündeki koruma tedbirleri hakkında şu aşamada diğerlerinden farklı bir yaklaşım benimsemiştir. Bu nitelikteki kararlara karşı anılan tedbirlerin alındığı esas davanın neticelenmesini beklememiş, örneğin tutuklulukta kişi özgürlüğüne yapılan müdahalenin ağırlığı nedeniyle öngörülen itiraz yolunun neticelen mesinden itibaren bireysel başvuruda bulunulabileceği benimsenmiştir. 

65. Başvurucunun kesinleşen kamu gücü işlemine karşı etkili olmayan ya da olağanüstü yargı yoluna başvurmasının kesinleşme üzerinde bir etkisi bulunmakta mıdır? 

Anayasa Mahkemesi kritik tarih olan 23/9/2012tarihinden önce kesinleşen işlemlere karşı olağanüstü kanun yollarına veya etkili olmayan yollara başvurunun ya da kesinleşen kararın infazının bu tarihten sonra olmasının ilke olarak daha önce kesinleşen kararı tartışmayaaçmayacağını belirtmiştir. 
Bu çerçevede, yargılamanın yenilenmesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz, kanun yararına bozma vs. gibi olağanüstü yargı yollarına başvurulmasının 
kural olarak kararın kesinleşmesi üzerinde bir etkisi yoktur. 
Mahkeme bir kararında ceza muhakemesi hukukunda hükümlerin kesinleşmesi bakımından tüketilmesi gereken olağan kanun yolunun temyiz olduğunu 
hatırlattıktan sonra başvurucunun 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 311. maddesi gereğince yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmasının, 
bu yolun olağan bir kanun yolu olmaması nedeniyle, kararın 24/6/2009 tarihinde kesinleşmesi üzerinde bir etkisi olmayacağını açıkça ifade etmiştir (B. No: 2012/829, 5/3/2013). 
Benzer şekilde; kesinleşen bir karara karşı, kararın infazında yetkisi olmayan kurum veya organlara yapılan başvuru da etkili bir başvuru yolu değildir. 
Bu nitelikte bir başvurunun reddine karar verilmesi de Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için kişilere yeni bir imkân sağlamayacaktır. 
Her şeyden önce tüketilmesi gereken yolun Anayasa Mahkemesi önündeki başvuruya konu olan duruma çözüm getirme, başka bir ifadeyle temel anayasal 
hakları ihlal ettiği iddia edilen hususun düzeltilmesini ve ihlalin ortadan kaldırılmasını sağlayabilme özelliğine sahip olması gerekir. Dolayısıyla başvuru konusu olaya etkin bir çözüm sunacak yetkisi olmayan kurum ve organlara yapılan başvurular davanın canlandırılmasını ve başvurunun zaman bakımından yetki kapsamına alınmasını sağlamaz (B. No: 2012/317, 16/4/2013). 
Bir başka kararında Mahkeme, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. ve 310. maddelerinde düzenlenen kanun yararına bozmanın; hâkimler ve 
mahkemeler tarafından verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen kararlar için öngörülen ve bu kararların Yargıtayca denetlenmesini sağlayan bir yol olduğunu belirtmiştir. Kesinleşen kararlardaki hukuka aykırılıkları gidermek ve kanunların ülke içinde eşit bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla öngörülen bu başvurunun kesin kararlara karşı yapıldığının, dolayısıyla olağanüstü bir kanun yolu olduğunun da atını çizmiştir. Ayrıca Mahkeme olağanüstü bir kanun yolu niteliği taşımanın yanında kanun yararına bozmanın, kişiler için doğrudan ulaşılabilir bir yol olmadığını, dolayısıyla tüketilmesi gereken bir yol olmadığını ifade etmiştir. Bu nedenle Mahkeme, kanun yararına bozma yoluna götürülen kesin kararın Yargıtay tarafından onandığı tarihi esas alarak zaman bakımından yetkisini belirlemiştir (B. No: 2013/4669, 25/2/2014 (K.K.)) 
Öte yandan bir kamu gücü işlemine karşı herhangi bir başvuru yolu öngörülmemişse kural olarak işlemin yapıldığı anda kesinleşmiş olduğu kabul edilir. 
Başvurucunun bu nitelikteki bir işleme karşı etkili olmayan bir yola başvurması da işlemin kesinleşmesi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. 
Mahkeme bir kararında 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu’nun 171. maddesi uyarınca verilmiş olan disiplin cezasının uygulandığı tarih itibarıyla yürürlükte olan aynı Kanun’un mülga 181. maddesi gereğince cezalıya tebliğ edildiği tarihte kesinleştiğini tespit etmiştir. Bu nedenle de 2008 yılında verilen ve infaz edilen oda hapsi cezasına karşı, Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisi başladıktan sonraki bir tarihte idari şikayet yoluna başvurulmasının cezanın 
kesinleşmesi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmadığı sonucuna varmıştır (B. No: 2012/595, 26/3/595). 

66. Kesinleşen kararın tebliğinin 23/9/2012 tarihinden sonra olması söz konusu işleme karşı bireysel başvuru yolunu açmakta mıdır? 

Anayasa Mahkemesi 23/9/2012 tarihinden önce yukarıdaki usuller çerçevesinde kesinleşen bir kararın tebliğinin bu kritik tarihten sonra yapılmasının kesinleşme 
üzerinde bir etkisi olmayacağına hükmetmiştir. Mahkemeye göre kararın tebliğinin hükmün kesinleşmesi üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır, 
onun işlevi sadece tarafların karardan haberdar olmalarını sağlamaktadır (B. No: 2012/947, 12/2/2013). 

67. Bireysel başvuru için bir süre sınırlaması var mıdır? Bu sürelerin başlangıcı nedir? 

Bireysel başvurunun, kanunlarda başvurulması zorunlu idari ve yargısal başvuru yolları öngörülmüşse, bu yolların tamamının “tüketildiği tarihten”, “başvuru yolu 
öngörülmemişse ihlâlin öğrenildiği tarihten itibaren” 30 (otuz) gün içinde yapılması gerekir. Bu süreyi aşan başvurular başkaca bir inceleme yapılmaksızın 
reddedilir. Otuz günlük sürenin başlangıç tarihinin hesabında, kural olarak, nihai kararın kişiye tebliğ ya da tefhimi tarihi esas alınır. Başvurunun Kanun’da 
gösterilen yerlere teslim edilip kayda alındığı tarih ise başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilir. Bu tarih başvuru evrakını teslim alan mercii tarafından 
başvurucuya verilen alındı belgesi üzerinde gösterilir. Bu iki tarih arasındaki sürenin otuz günü geçmesi hâlinde başkaca bir inceleme yapılmaksızın 
başvurunun reddine karar verilir. 
Başvuru süresinin 30 gün olmasının başvurucular yönünden kısıtlayıcı nitelikte olduğu gerekçesiyle eleştiri konusu yapılmasına karşılık, bu şekilde bir süre 
sınırının bulunması hukuki ilişkilerdeki belirliliğin sağlanması açısından önemlidir. Ayrıca başvuru dilekçesi ve eklerinin hazırlanması için Kanun’da öngörülen 
bu sürenin yeterli bir zaman tanıdığı değerlendirilmektedir. Nitekim AİHM, Hasan Uzun/Türkiye kararında, mevzuatta otuz gün olarak düzenlenen başvuru 
süresinin makul bir süre olduğunu, başvurucunun bu süre içinde başvurusunu yapamaması halinde geçerli bir mazereti olmak şartıyla 15 günlük ek 
süreye sahip olmasının da burada dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (Hasan Uzun/Türkiye, B. No: 10755/2013, 30/4/2013). 

68. Başvuru süresinin başlangıcı ve sonunun tespitine dair temel ilkeler nelerdir? 

Başvuru süresinin başlangıcı ve sonunun tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesinin kararlarından çıkan sonuçları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür: 
Başvuru sürecinin başlangıcında esas olan, kişinin temel hak ihlaline konu kararı ve içeriğini öğrenmesi ya da öğrenme imkânının ortaya çıkmış olduğu tarihtir. 

a. Kararın ve içeriğinin öğrenilmesi: 
Başvuru sürecinin başlangıcında esas olan, kişinin temel hak ihlaline konu kararı ve içeriğini öğrenmiş olmasıdır. 
Başvuru konusu karar niteliği gereği ilgiliye tebliğ edilmemişse (ceza davalarında olduğu gibi) 30 günlük başvuru süresi, başvurucunun kararın içeriğini kesin 
olarak öğrenebileceği tarihten başlamaktadır. Eğer bu tarih tespit edilememişse ilgilinin karar ve içeriğinden haberdar olduğunu beyan ettiği tarih sürenin 
başlangıcı olarak dikkate alınmaktadır (B. No: 2013/99, 20/3/2014). 

b. Karar düzeltmede kararın yalnızca sonucundan bilgi verilmesi: 
Karar düzeltmede kanun yolunun sonucu hakkında bilgiverilmesi başvuru süresinin başlaması için yeterli olup yapılan bildirimde söz konusu kararın tümünün 
gönderilmesi şart değildir. Mahkeme, karar düzeltme isteminin reddi kararından sonra ilgili ilk derece mahkemesince, başvurucuya çıkartılan tebligatta 
Yargıtay’ın kararını değil, başvurukonusu edilen dosyanın karar düzeltme talebinin reddinedair ilgili daire kararının, tarih ve sayısına da atıf yapılarak 
reddedildiği bilgisini içeren tebligatı, 30 günlük bireyselbaşvuru süresinin başlangıcı için yeterli görmüştür. 
Mahkemece, söz konusu bildirim ile başvurucunun karar düzeltme isteminin reddine dair kararı ve dolayısıyla ihlale neden olduğu iddia edilen kamu gücü 
işlemine karşı başvuru yollarının tüketildiğini öğrenmiş olduğu kabul edilmiş, başvuru süresinin başvurucuların veya vekillerinin nihai karara erişme olanağına 
sahip oldukları tarihten itibaren başlayacağı vurgulanmıştır (2013/1557, 16/4/2013). 

c. Ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ya da başka suçtan hükümlü olanlara müddetnamenin tebliği: 
Ceza infaz hukukunda müddetname, 5275 sayılıKanun’un 20. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca düzenlenen ve hakkında kesinleşen mahkeme kararı 
nedeniyle hükümlünün cezaevinde ne kadar süre ile kalacağını gösteren bir belgedir. Belgede, mahkûm olunan cezanın niteliği, cezanın hangi mahkeme 
tarafından verildiği, Yargıtay aşamasından geçmiş ise ilgili ilam hakkında bilgiler yer almaktadır. Dolayısıyla müddetnamenin hükümlüye tebliğ edildiği tarihin, 
başvurucular açısından en geç Yargıtayın nihai kararının öğrenildiği tarih olarak kabul edilmesi gerekecektir (B. No: 2013/2470, 17/9/2013). 

d. Olağanüstü kanun yollarına başvuru halinde sürenin başlangıcı: 
Bilindiği üzere olağanüstü kanun yollarına başvuru, ilke olarak derece mahkemeleri önünde kesinleşmiş olan kararı Anayasa Mahkemesinde yeniden tartışmaya açmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkemesi nihai kararın başvurucu tarafından öğrenildiği tarihi başka bir şekilde tespit edememişse ve başvurucu olağanüstü yargı yoluna başvurmuş ise bu olağanüstü yola başvurunun tarihini “en geç öğrenme tarihi” olarak dikkate alabilmektedir. Bu gibi durumlarda Mahkeme, hayatın normal akışının, bir karara karşı kanun yararına bozma ya da yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulabilmesi için başvurucunun her şeyden önce olağan kanun yollarında nihai hale gelen bu karardan haberdar olmasını gerektiği prensibinden hareket etmektedir. 
Olağanüstü yargı yoluna müracaat tarihinden itibaren Mahkemeye yapılan başvuru tarihi arasında 30 günlük süre geçmiş ise pratik nedenlerden dolayı Mahkeme başka bir araştırma yapmaksızın süre aşımı yönünden kabul edilemezlik kararı alabilmektedir (B.No: 2013/2001, 16/5/2013). 

e. Tebliğ ve öğrenme tarihlerinin ispatı sorunu: 
Başvurucu eğer tebliğ ya da öğrenme için bir tarih ilerisürüyorsa bunun ispatına ilişkin belgeleri de eklemelidir.İspat külfeti bu anlamda ilk olarak 
başvurucudadır. Tebliğalındısı bu hususa ilişkin bir belge olarak kabul edilebilir.Başvurucunun derece mahkemesi kaleminde bulunan dosyadan da bu tebliğ alındısını temin edebilmesi mümkündür. 
Dosya kapsamından nihai kararın başvurucuya tebliğ tarihi anlaşılmamakla birlikte başvurucunun başvuru formunda tebellüğ tarihi olarak bildirdiği tarih esas alındığında bireysel başvuru için öngörülen 30 günlük sürenin geçtiği anlaşılıyorsa Anayasa Mahkemesi tarafından ayrı bir inceleme yapılmamakta ve başvuru hakkında “süre aşımı” nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmektedir. (B. No: 2013/1267, 13/6/2013) 

f. Temyiz yolu açık olmayan başvurular: 
İlk derece mahkemesi kararlarına karşı sadece itiraz yoluna gidilebildiği hallerde başvurucunun bu itiraz yolunu kullanması, oradan çıkan karara göre ve onun 
tebliğinden itibaren 30 günlük süre içinde başvurusunu yapması beklenmektedir. Mahkeme bir kararında hakkında ilk derece mahkemesince hükmün 
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen başvurucunun, bu karara karşı itiraz kanun yoluna gitmiş olduğunu, itirazının yerinde görülmeyerek 
reddi üzerine de kararın tebliğinden itibaren süresinde bireysel başvuruda bulunduğunu tespit etmiştir (B. No: 2012/969, 18/9/2013). 

g. Başvurunun yapıldığı tarih: 
Başvurunun Kanun’da gösterilen yerlerce kaydının yapılıp başvurucuya alındı belgesinin verildiği tarih başvurunun yapıldığı tarih olarak kabul edilir. Başvuru 
formu üzerine belge teslim alındığında birim yetkilisi tarafından bir tarih kaydı konulmuşsa, bu tarih ile alındı belgesi üzerindeki tarihin aynı olması gerekir. 
Başvurucuya verilen alındı belgesindeki tarih otuz günlük başvuru süresinin hesabında ölçü olarak alınır. Başvuru formundaki ya da harç tahsil makbuzunun 
üzerindeki tarihin ise bu sürenin tespitinde önemi yoktur. Bu gibi evrak ile alındı belgesindeki tarih arasında çelişki varsa alındı belgesindeki tarih esas alınır. 

69. Başvuru süresinin başlangıcında avukatla temsil edilse de tebligatın mutlaka başvurucuya mı yapılması gerekir? 

Anayasa Mahkemesi avukat ile temsil edilen başvurucunun avukatına yapılan tebligat tarihini 30 günlük başvuru süresinin başlangıcı olarak kabul etmektedir. 
Başvurucu bu karardan daha sonraki bir tarihte haberdar olduğunu ileri sürse dahi nihai karara ilişkin olarak avukata yapılan tebliğden itibaren 30 gün geçtikten sonra yapılan başvurular süre aşımı nedeniyle reddedilmektedir. 
Nitekim Mahkeme bir kararında başvurucunun nihai yargı kararının avukatına tebliğ edilmesi ve bu tarihlerde işleri nedeniyle başka şehirde bulunduğu için nihai karardan haberdar olamadığı itirazını yerinde görmemiştir. 
Kararda ilk olarak 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinde yer alan kural uyarınca vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapıldığı ve 
tebliğ edilen evrakın içeriğine göre bir kanun yoluna başvurulması söz konusu ise kanunda öngörülen sürelerin bu tarih itibarıyla işlemeye başladığı tespitini 
yapmıştır (B. No: 2012/1075, 12/2/2013). Bu nedenle de vekille takip edilen işlerde vekile yapılan tebliğin başvuru süresinin başlangıcı için yeterli olduğu 
vurgulanmıştır (B. No: 2013/1999, 9/1/2014). 

Mahkemenin bir başka kararında da benzer şekilde 7201 sayılı Kanun’un 11. maddesinde yer alan kural uyarınca vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat 
vekile yapıldığı ve tebliğ edilen evrakın içeriğine göre bir kanun yoluna başvurulması söz konusu ise kanunda öngörülen sürelerin bu tarih itibarıyla işlemeye başladığı ifade edilmiştir (B. No: 2013/1999, 9/1/2014). 

11 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder