13 Temmuz 2017 Perşembe

SORULAR & CEVAPLAR ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU BÖLÜM 4

SORULAR & CEVAPLAR  ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU BÖLÜM 4


10. Anayasa Mahkemesine göre yaşam hakkının kapsamı nedir? 

Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı içinde yer alan, hakların sert çekirdeği içinde bulunan ve demokratik toplumların temel değerlerinden biri olan yaşama hakkı bireysel başvuru kapsamında korunan temel haklardan biridir. Mahkemeye göre yaşam ve vücut bütünlüğü üzerindeki bu temel hak, kamu makamlarına pozitif ve negatif yükümlülükler getirmektedir (B. No: 2012/752, 17/9/2013). 

Yaşama hakkı kapsamında kamu makamlarının, yetki alanında bulunan bireylerin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü 
bulunmaktadır (negatif yükümlülük). Ayrıca, devlet yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını kamusal makamların, diğer bireylerin ve hatta kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altındadır (pozitif yükümlülük). Bu yükümlülük bağlamında kamu makamları, doğal olmayan her ölüm olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, yaşam hakkını koruyan hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlileri nin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda, bunların sorumlulukları altında meydana gelen ölümler için hesap vermelerini sağlamaktır (B. No: 2012/752, 17/9/2013). 

11. Anayasa Mahkemesi işkence ve eziyet yasağının kapsamını nasıl belirlemektedir? 

İnsanın fiziksel bütünlüğü ile insan onurunu korumayı amaçlayan ve demokratik toplumların temel değerlerinden birini içeren işkence ve eziyet yasağı, 
Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında da kimseye “işkence”, “eziyet” yapılamayacağı ve kimsenin “insan haysiyetiyle bağdaşmayan” muamele ve 
cezaya tâbi tutulamayacağı şeklinde düzenlenmektedir. Mahkemeye göre bu fıkrada geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkı vardır. Kişinin fiziksel 
bütünlüğü ile onuruna en ağır saldırıların “işkence”; bu seviyeye varmayan fakat yine de kişinin vücudunda zarar ya da yoğun fiziksel etki doğuran veya kişiye 
ruhsal ızdırap veren insanlık dışı muamelelerin “eziyet”; küçük düşürücü ve alçaltıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise “insan haysiyetiyle bağdaşmayan 
muamele veya ceza” olarak nitelendirilmesi mümkündür (B. No: 2012/969, 17/9/2013). 

Bununla beraber Mahkeme, bir muamelenin işkence ve eziyet yasağı kapsamına girebilmesi için minimum bir ağırlık düzeyine erişmesi gerektiğini ifade 
etmektedir. Bu asgari eşiğin aşılıp aşılmadığının belirlenmesinde her olayın somut özellikleri dikkate alınarak bir değerlendirme yapılır. 

Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşır (B. No: 2012/969, 17/9/2013).

Öte yandan yaşama hakkında olduğu gibi işkence ve eziyet yasağı da kamu makamları açısından negatif ve pozitif yükümlülükler getirir. Negatif yükümlülük; kamu makamlarına hiç kimseye işkence ve eziyet yasağı kapsamına giren bir muamele yapmama mükellefiyeti yükler. Pozitif yükümlülük ise devletin, kişiyi kamusal makamlardan ve diğer bireylerden kaynaklanabilecek bu tür muamelelere karşı koruma yükümlülüğünü içerir. Ayrıca devlet, bireyler Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye maruz kaldıklarında, etkili resmî bir soruşturma yapma yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük çerçevesinde yürütülen soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Şayet bu mümkün olmazsa, söz konusu madde, sahip olduğu büyük öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı hâllerde kamu görevlilerinin fiili dokunulmazlıktan yararlanarak, kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olabilecektir. Bu ise insan haklarına dayanan bir hukuk devletinde kabul edilebilir bir durum değildir (Bkz. B.No: 2012/752, 17/9/2013) 

12. Anayasa Mahkemesi kişi hürriyeti ve güvenliği kapsamında hangi hususları açıklığa kavuşturmuştur? 

Anayasa Mahkemesine göre Anayasa’nın “Kişi hürriyeti ve güvenliği” kenar başlıklı 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya 
karşı korumaktır. Kişi özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar ancak bu maddede öngörülen istisnai hâllerde söz konusu olabilir. Bu çerçevede anılan maddenin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliğine yönelik kısıtlamalar, ancak bu madde kapsamında belirtilen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir. 
Fakat bu sınırlamaların da maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir (B. No: 2012/239, 2/7/2013). 

Mahkeme bireysel başvurularla ilgili bir yılı aşan uygulamasında verdiği kararlarda, kişi hürriyeti ve güvenliği hususunda önemli bazı hususlara açıklık getirmiştir. 

Bunlardan ilki, tutukluluğun kanuniliği meselesidir. 

Anayasa’nın 19. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, 
başvurucunun tutukluluğunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığı; kanunun özgürlükten yoksun kılmaya izin verdiği hâllerde ise, bu kez kanunun keyfiliği önlemek için yeterli ölçüde erişilebilir, açık ve öngörülebilir olup olmadığı Mahkeme tarafından incelenmektedir (B. No: 2012/239, 2/7/2013). 

İlgili kanunlarda bazı suçlar bakımından azami tutukluluk sürelerinin öngörüldüğü görülmektedir. Bu suçlar bakımından azami tutukluluk sürelerinin aşılması da tutukluluğun kanuniliği açısından bir sorun olarak görülmektedir (B.No: 2012/1137, 2/7/2013). 

İkinci husus, tutukluluk süresinin makul olup olmadığıdır. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkına sahip oldukları güvence altına alınmıştır. Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı konusu, her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013). 

Tutuklulukta makul sürenin hesaplanmasında ise sürenin başlangıcı olarak başvurucunun ilk kez yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda bu tarih; doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihi esas alınmaktadır. Kişinin serbest kaldığı veya ilk derece mahkemesinin hükmünü kurduğu tarih ise tutukluluk süresinin sonu olarak kabul edilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013). 

Diğer yandan tutukluluk süresi için kanun ile getirilen üst sınırların makul sürenin aşılmadığı istisnai durumlar için söz konusu olabileceği akıldan 
çıkarılmamalıdır. Başka bir ifadeyle böyle bir hüküm, hiçbir şekilde kişinin azami tutukluluk süresinin sonuna kadar tutulabileceği anlamına gelmez. 

Aksine, üst sınırın aşılmadığı durumlarda dahi, tutukluluk makul süreyi aşmışsa, anayasal hakkın ihlal edildiği sonucuna varılabilecektir (B. No: 2012/239, 2/7/2013).

Üçüncü olarak, Mahkeme tutukluluk statüsünü açıklığa kavuşturmuştur. Yukarıdaki ilkeler çerçevesinde özgürlüğünden mahrum bırakılan kişi, tutuklu olarak yargılandığı davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkûm olmuşsa, bu tarih itibarıyla tutukluluk hâli sona erer. Çünkü bu durumda kişinin hukuki durumu “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıkar. Mahkûmiyetle birlikte kişinin kuvvetli suç şüphesi ve bir tutuklama nedenine bağlı olarak tutukluluk hâli sona erer. Bu açıdan mahkûmiyet kararının kesinleşmiş olması ayrıca gerekmez (B. No: 2012/726, 2/7/2013). 

Dördüncüsü, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. ve 142. maddelerinde öngörülen tazminat yolunun tutuklulukla ilgili şikâyetler 
açısından tüketilmesi gereken bir yol olup olmadığı hususudur. 

Anayasa Mahkemesi devam eden tutukluluk bakımından anılan tazminat yolunu etkin bir yol olarak görmemiştir.. 

Bilindiği üzere devam eden tutukluluğun hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda şikâyetlerin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı 
olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapıldığı takdirde buna bağlı olarak ilgilinin tutukluluk hâlinin devamına gerekçe olarak gösterilen hukuki sebeplerin varlığı sona erecek ve böylece kişinin serbest kalmasının yolu açılabilecektir. 
Ancak Ceza Muhakemesi Kanunu’nun anılan maddelerinde öngörülen tazminat yolu pratikte buna imkan vermediğinden kişinin tutukluluk hâli devam ettiği 
sürece kanunda düzenlenen itiraz mekanizmalarını tükettikten sonra Anayasa Mahkemesine başvuru yapılabilmesi mümkündür (B. No: 2012/726, 2/7/2013). 

Bununla beraber, Anayasa Mahkemesine göre başvurucu tahliye olmuş ya da hükümlü hâle gelmiş ise tutuklulukla ilgili şikâyetinin incelenmesi, varsa hukuka 
aykırılığın tespiti ve gerekiyorsa başvurucu lehine belli bir miktar tazminata hükmedilmesiyle sınırlı kalacaktır. Bu nedenle tutuklunun tahliye edilmesi ya da 
hükümlü hâle gelmesinden sonra öngörülen tazminat yolu etkin ve tüketilmesi gerekli bir yol olarak değerlendirilebilir. Çünkü bu yol, bir yandan başvurucunun 
maruz kaldığı tutukluluk süresinin hukuka aykırı olduğunun (kanunda öngörülen usul ve esaslara uygun olmadığı ya da makul süreyi aştığı) tespiti, diğer yandan 
da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlayabilmektedir. 
Tabi ki burada ayrıca somut olay bağlamında derece mahkemelerinin bu tazminat yolunun teori ve pratikte etkin olduğunu ortaya koyan kararlarının olması aranmaktadır. Dolayısıyla bu tür ihlal iddiaları bakımından varsa etkililiği kabul edilmiş başvuru yolları denendikten sonra bireysel başvuru yapılmalıdır 
(B. No: 2012/726, 2/7/2013). 

Şimdiye kadarki kararlarında Mahkeme, şikâyete konu yargılamanın yapıldığı davada hükmün kesinleştiği durumlar için bu yolun bireysel başvuru öncesi 
tüketilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Kesinleşmeyenler için, uygulamada örnek bulunmadığından, anılan yolun tüketilmesine gerek olmadığına karar vermiştir. 

13. Anayasa Mahkemesinin mülkiyet hakkına ilişkin yaklaşımı nasıldır? 

Anayasa’nın 35. maddesinde herkesin, mülkiyet hakkına sahip olduğu, bu hakkın ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, mülkiyet hakkının 
kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı hükme bağlanmıştır. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu 
sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır. Ayrıca mülkiyet hakkı mutlak bir hak olmayıp kamu yararı amacıyla sınırlandırılabilir ve bu sınırlandırmanın ölçülü ve orantılı olması gerekir. (B. No: 2012/1315, 16/4/2013). 

Anayasa Mahkemesi mülkiyet hakkının ihlali iddiasını içeren bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, şikâyete konu hususun Anayasa ve AİHS’in ortak koruma alanı içinde olmasını aramaktadır. Bu kapsamda Mahkemeye göre mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, öncelikle Anayasa ve Sözleşme bağlamında mülkiyet olarak tanımlanan ve korunan bir hakkın varlığını kanıtlamak durumundadır. Bu nedenle, şikâyetlerde öncelikle başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumu incelenmektedir. Bu çerçevede şikayet edilen kamu gücü işlemi, başvurucunun o şey üzerinde mülkiyet hakkını kazanmasını sağlamıyor ve başvurucu lehine Anayasa’nın 35. maddesi ve AİHS’in 1 No.lu Protokolü’nün 1. maddesi kapsamına giren bir meşru beklenti doğurmuyor ise bu durumda başvuru “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez bulunmaktadır (B. No: 2013/382, 16/4/2013). 

14. Hangi tür kamu gücü işlemleri aleyhine bireysel başvuru yapılabilir? 

Bireysel başvuruya konu edilebilecek ihlal iddiaları ancak işlem, eylem ya da ihmalin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kamu gücünü kullanan organlarınca 
gerçekleştirilmesi ya da bu hususta kamu gücüne atfedilebilir bir eylem ya da ihmalin mevcut olması hâlinde incelenebilecektir. 6216 sayılı Kanun’un 45. 
maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince bireysel başvuruların konusu, “kamu gücü”nün işlemleri, eylemleri ya da ihmalleridir. Fıkrada yer alan 
“kamu gücü”nü kullanan organlar devlet tüzel kişiliği içinde yer alan yasama, yürütme ve yargı organları ve bu organlara tâbi olan merciler ile yerinden yönetim kuruluşlarıdır (B. No: 2012/171, 12/2/2013). 

Bireysel başvuru konusu kamu gücü davranışı, bir eylem ya da işlem şeklinde olumlu bir davranış olabileceği gibi, yapılması gereken bir işlem ya da eylemin 
yapılmaması biçiminde olumsuz bir davranış da olabilecektir. Örneğin yaşama hakkı ile işkence ve eziyet yasağı bağlamında devletin, kişileri kamusal 
makamlardan ve diğer bireylerden kaynaklanabilecek hak ihlallerine karşı koruma yükümlülüğü vardır. Kamu makamlarının bu hakların ihlal edilmesi durumunda etkili resmi bir soruşturma yapması gerekir (Bkz., B. No: 2012/752, 17/9/2013). O hâlde böyle bir hak ihlali söz konusu olduğunda devletin derhal harekete geçmesi gerekirken hiç harekete geçmemesi ya da gereğini yapmakta gecikmesi ihlal olarak değerlendirilebilecektir. 

Benzer şekilde kamu gücünün ihmali nitelikteki faaliyetlerinin bireysel başvuruya konu edilebilmesi, ancak kamu organlarının bir işlemde bulunma zorunlu luğunun olduğu hâllerde mümkündür. Bu konuda ilk akla gelebilecek hususlardan birisi davaların makul sürede bitirilememesi dir. 
Bilindiği üzere makul sürede yargılanma, adil yargılanma hakkının bir unsurudur. Ayrıca Anayasa’nın 141. maddesine göre davaların en az giderle ve mümkün 
olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir. Mahkeme makul süre değerlendirmesi yaparken sadece yargı makamlarının tutumunu değil, devletin 
kamu gücü kullanan tüm organlarına atfedilebilir gecikmeye sebep olan bir kusur olup olmadığını da değerlendirmektedir. Hatta derece mahkemeleri, 
tarafların yargılamayı geciktirmeye yönelik işlem ve davranışlarını, ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle engelleme sorumluluğu altındadır 
(B. No: 2012/13, 2/7/2013). Anayasa Mahkemesi bu konuya ilişkin şikâyetleri değerlendirirken başvuru dosyasındayer alan belgeleri incelemekte ve 
yargılamanın uzamasına neden olan ihmali bir davranış veya yetkililere yüklenebilecek bir eksikliğin olup olmadığını araştırarak sonuca varmaktadır 
(B. No: 2013/1134, 16/5/2013).

Öte yandan, özel kişilerin eylemlerine karşı kural olarak bireysel başvuru yapılamaz. Ancak, kamunun yükümlüklerini özel kişi ya da kurumlara devrettiği 
durumlarda Devlet, bu kişilerin eylemleri nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinden de sorumlu olabilecektir. 

Özel kişi ya da kurumların eylemlerinden dolayı bireysel başvuru yapılamayacağı kuralının bir diğer istisnası ise bireysel başvuru kapsamındaki anayasal 
haklara yönelik özel kişilerce yapılabilecek ihlallerin önlenmesi konusunda kamu makamlarının pozitif yükümlülüğünün bulunması durumudur. Temel hakların 
korunmasında kamu makamlarının ne tür pozitif yükümlülüklerinin bulunduğu ancak söz konusu hak özelinde yapılacak bir incelenmeyle belirlenebilecektir. 

Son olarak bireysel başvuruya konu olabilecek olan işlemler, bireyler bakımından bağlayıcı ve emredici kamu gücü işlemleridir. 
Başvuru konusu olabilecek işlemin bireyin temel anayasal hakkını ihlal edebilmesi gerekeceğinden, bağlayıcı nitelikte olmayan işlemler ( Örn. genel direktifler, kurum içi görüş bildirimleri, bilirkişi raporları, öneri ya da tavsiyeler vs.) bireysel başvuru konusu edilemez. 

15. Genel düzenleyici işlemler aleyhine bireysel başvuru yapılabilir mi? 

Bireysel başvuru yolu, kamusal bir düzenlemenin soyut olarak Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülmesini sağlayan bir yol olarak düzenlenmediğinden, yasama işlemleri (kanun, içtüzük vb.) ile idarenin düzenleyici işlemleri (tüzük, yönetmelik vb.) doğrudan bireysel başvuruya konu edilemez. 

Anayasa Mahkemesi de doğrudan yasama işleminin iptali içerikli başvuruları “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez bulmaktadır. 
Bu kapsamda Mahkeme bir kararında, başvurucunun ilgili kanunun doğrudan Anayasa’ya aykırılığını ileri sürerek iptali talebini, bireysel başvuru kapsamında bir yasama işleminin doğrudan ve soyut olarak Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvuru yapılamayacağı gerekçesiyle kabul 
edilemez bulmuştur (B. No: 2012/837, 5/3/2013). 

Ancak bu durum, yasama işlemi ya da düzenleyici işlemin kişiye uygulanması ve bunun da bir hak ihlaline yol açması hâlinde söz konusu uygulama işlemi 
aleyhine bireysel başvuru yapılmasına engel oluşturmamaktadır. Başka bir ifadeyle bir yasama işleminin, temel hak ve özgürlüğün ihlaline neden olması 
durumunda, bireysel başvuru yoluyla doğrudan yasama işlemine değil, ancak yasama işleminin uygulanması mahiyetindeki işlem, eylem veya ihmallere 
karşı başvuru yapılabilecektir. Bu şekilde bireysel başvuru yolunun kullanılabilmesi için söz konusu işlem, eylem ya da ihmallere yönelik olarak varsa başvurulabilecek kanun yollarının önceden tüketilmiş olması gerekir. Bu gibi durumlarda bireysel başvurunun doğrudan yasama işlemine karşı değil, bunun uygulaması mahiyetindeki işlem, eylem ya da ihmale karşı yapıldığı kabul edilmektedir (B. No: 2012/837, 5/3/2013). 

Nitekim Mahkemenin bir kararında, başvurucunun idareye karşı açtığı davada 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye (KHK) dayanılarak vekâlet ücretine 
hükmedilmesinin hak arama hürriyetini kısıtladığı yönündeki şikâyeti doğrudan yasama işlemine yönelik başvuru olarak değerlendirilmemiştir. Mahkeme, söz 
konusu KHK hükmünün yetkili mahkeme önündeki bir davada uygulanmış olduğunu bu anlamda KHK’nin uygulanmasına yönelik bir işlemin (mahkeme kararının) mevcudiyetini tespit etmiş ve dolayısıyla incelemenin bu işlem üzerinden yapılmasına karar vermiştir. Başka bir ifadeyle Mahkeme kararında, derece mahkemesi tarafından vekâlet ücretine hükmedilmesinin hak arama özgürlüğü bağlamında ölçülü olup olmadığı değerlendirilmiştir (B. No: 2013/1613, 2/10/2013). 

16. Genel düzenleyici işlemler haricinde hangi işlemler bireysel başvuru kapsamı dışında bırakılmıştır? Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasa’nın yargı 
denetimi dışında bıraktığı işlemler aleyhine hiçbir şekilde bireysel başvuru yapılamaz. Bu açıdan Anayasa Mahkemesinin yaptığı denetimin türü önemli değildir. Anayasa Mahkemesinin kararı, ister Yüce Divan sıfatıyla hareket ederken, isterse siyasi partilerin anayasallık veya malî denetimi çerçevesinde verilsin, bireysel başvuruya konu yapılması mümkün değildir. Ayrıca söz konusu kararların Anayasa Mahkemesinin hangi organı tarafından alındığı başka bir ifadeyle komisyon, bölüm ya da genel kurul kararı olması arasında da bir fark bulunmamaktadır. 

Öte yandan Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler, Yüksek Askeri Şûranın terfii işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma işlemleri; 
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararları gibi Anayasa’nın açıkça yargı denetimi dışında bıraktığı işlemler de bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi önüne getirilmesi imkânı olmayan işlemlerdir. 

Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın yargı denetimi dışında bıraktığı kamu gücü işlemlerine karşı yapılan başvurular hakkında “konu bakımından yetkisizlik” 
nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermektedir. Örneğin Anayasa’nın 59. maddesinde spor tahkim kurulu kararlarına karşı hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı hükme bağlanmıştır. 

Bu nedenle spor federasyonu başkanı olan başvurucunun, görevi nedeniyle açılan soruşturma sonucunda Spor Genel Müdürlüğü Merkez Ceza Kurulunun kararıyla hakkında verilen hak mahrumiyeti cezasına karşı yaptığı itirazın Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulunca reddi işleminin bireysel başvuruya konu olamayacağına karar verilmiştir (B. No: 2012/620, 12/2/2013). 

Başka bir kararda ise hâkimler hakkındaki şikâyetin işleme konulmamasına yönelik itirazların HSYK tarafından reddedilmesi kararına karşı yapılan başvuru kabul edilemez bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi incelemesinde, Anayasa’nın 159. maddesinin onuncu fıkrası ile HSYK’nın meslekten çıkarma cezası dışındaki 
kararlarının yargı denetimi dışında bırakıldığını vurguladıktan sonra, başvuru konusu işlemin bu nitelikte olduğunu tespit etmiş ve bireysel başvuruya konu 
olamayacağı sonucuna varmıştır (B. No: 2013/1581, 16/4/2013). 

5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder