18 Ekim 2020 Pazar

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 4

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 4

 
Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,İstiklal Mahkemesi,Ankara Suikasti,İzmir Davaları,Ankara Davaları,


   Edib Bey'in mahkemesi, İzmir halkı tarafından sabırsızlıkla beklendi, çünkü ortalıkta onun muhtemelen örtülü ödenekten para alan bir kişi olarak hükümetle olan eski irtibatıyla ilgili bir sürü rivayet dolanmaktaydı. Mahkeme salonunu dolduran dinleyiciler, bu bakımdan hayal kırıklığına uğradılar; İstiklal Mahkemesi başkanı, bu karakterin ayrıntılarının ortaya dökülmesine fırsat vermedi.83 
Mahkeme iddialardan etkilenmemişe benzemektedir, ancak biz biliyoruz ki bu rivayet komplo konusunda bir başka şüphe daha yaratmıştır. 

   Kazım Karabekir'in, hükümetin böyle bir komplodan haberinin olduğu şeklindeki ithamlarından dolayı, mahkemenin Kazım Karabekir'in bu konulan alenen gündeme getirmesine izin vermesine Mustafa Kemal'in kızdığını da biliyoruz. Öfkelenen Mustafa Kemal, İstiklal Mahkemesi üyelerini, 5 Temmuz 1926'da İzmir'in sayfiyesi Çeşme'de verilen bir baloya davet etmiş ve Kazım Karabekir'in ulu orta böyle ithamlarda bulunmasına izin vermelerinden duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça belli etmişti.84 

Bu ithamı daha da kuvvetlendirmek üzere, Ankara Valisi Atıf Bey'in 29 Haziran 1926 tarihinde verdiği bir beyanata da işaret edilebilir. Bu beyanata göre, hükümet 1926 kışından itibaren, Mustafa Kemal'in hayatına kastetmek üzere eli kulağında bir suikast hazırlandığının farkındaydı. Vali Atıf Bey açıkça "Bizim bu teşebbüsten malumatımız oldu. Uzun zaman Ziya Hurşit'i takip ettik. Birçok evrak tespit ettik. Onları da bu defa İstiklal Mahkemesine gönderdik,"85 demiştir. 
Bu bilginin yalan olması için ortada bir motif yoktur. Bu yüzden, Mustafa Kemal'in durumu kolladığı ve onu kendi siyasi yararına kullanmak üzere tam sırasını beklediği şüphesi kesinlikle vardır. Bununla birlikte, okur bunu hükümetin komploda parmağı bulunduğunun bir ispah olarak almamalıdır. Bu, en fazla, Mustafa Kemal'in, şayet kendi siyasi konumunu pekiştirecek bir karşı plan 
tasarlamak istiyorsa, bunun için gerekli vakti olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. 86 

   1926'nın siyasi ortamının, tertipte hükümetin parmağı olduğuna dair şüpheler beslemeye son derece müsait olduğundan da kuşku duyulmamalıdır. 

Bununla birlikte, ikinci dereceden kanıtları gerçek gibi kabul edip de onların üzerine katı bir hüküm oturtmamak da gerekir. Öte yandan, Mustafa Kemal'in böyle bir komployu önceden bilme ihtimalini ve bundan azami derecede faydalanma arzusunu göz ardı etmek de aynı derecede sorumsuzluk sayılır. Onun komployu siyasi kazanç uğruna ustaca kullanarak muhalefeti tümden yok ettiğini biliyoruz. Bu amacı gerçekleştirmek için böyle bir planı hangi noktada yaptığı, bu gerçeği değiştirmez. Ayrıca, Mustafa Kemal'in muhalefeti ilerlemeye bir engel ve kendi liderliğine bir meydan okuma olarak gördüğünü ve dolayısıyla ondan kurtulmayı umduğunu da biliyoruz. Bu çalışmanın vardığı hüküm, onun, muhalefeti susturma arzusuyla pragmatik bir şekilde hareket ettiğidir. 

Hukuki ve siyasi hamleler, idealistçe değil pratikçe ifa edilmiştir. Bu yüzden, Mustafa Kemal'in siyasi başarısının idealizminden ziyade onun bu pragmatizmine dayandığını belirtmek yerinde olur. İzleyen kısımda, bu noktayı iyice sergilemek 
için daha önce incelenmemiş ABD orijinli birincil kaynaklar okura sunulacaktır. 

ABD KONSOLOSLUK RAPORLARINDA İZMİR SUİKASTI 

Daha önce de ifade edildiği gibi, İzmir suikastı hakkında bağımsız birincil kaynaklardan yoksunuz. Bunların en tarafsızlarından biri, olay hakkındaki ABD konsolosluk raporlarıdır. Bu belgeler, yönlendirme, çarpıtma gibi bir emel taşımadıklarından, önemli ve diğerlerinden nispeten daha güvenilirdirler. Bir başka deyişle bu raporlar herhangi bir siyasi amaç taşımaksızın bir Atatürk dostu kabul edilen Amiral Bristol tarafından Washinton'a gönderilmiştir. 

İzmir suikastı hakkındaki ilk rapor, 18 Haziran 1926'da, yani Türkiye'deki ABD Yüksek Komiseri Koramiral Mark Lambert Bristol'ün komplo haberini verdiği gün gönderilmişti.87 Bu, ABD Dışişleri Bakanlığını komplodan haberdar eden kısa bir telgraftan ibaretti. Bristol, olay hakkında kapsamlı raporunu göndermek için bir aydan fazla bekledi. Ancak, 22 Haziran 1926'da, gazetelerden derlediği bilgileri sunan bir rapor hazırladı. Raporunda, İzmir davaları sırasında Türkiye'de kulaktan kulağa dolaşan bir rivayete de yer verdi. [Rivayete göre] Hükümet ya bütün bu komployu baştan sona tezgahlamış ya da iç meselelerdeki otokratik idaresine rağmen, mecliste ve ülke genelindeki siyasi muhalefetini sindirmeyi başaramadığı Terakkiperver Partinin ileri gelenlerini gözden düşürmek için, siyasi nitelik taşımayan gerçek bir komployu bahane olarak kullanıyor. Terakki pervercilerin, Türkiye'nin haklarından gereksiz yere feragat etmesi olarak yerden yere vurdukları Musul antlaşmasının imzasından itibaren, bu muhalefetin hatırı sayılır derecede arttığı bildiriliyor.88 

Okur, Şeyh Said İsyanı ve yukarıda değinilen TCF'nin 1925'teki kapatılması esnasında da böyle bir rivayetin var olduğunu hatırlayacaktır. 

Bu rivayetler, özellikle İstanbul ve İzmir'de, Ankara hükümetine karşı, dışarıdan görünenin altında yatan şüphe ve güvensizliğin göstergeleriydi. 

Bu güvensizliğin ne denli yaygın olduğunu bilmiyoruz. Ama Ankara'nın bu gibi duyguların adamakıllı farkında olduğunu biliyoruz.89 

Yüksek Komiser Mark L. Bristol, 7 Temmuz 1926 tarihli bir başka raporunda, "tertibin gerçekliğine ve komplonun çok geniş, dallı budaklı sonuçlan olacağına" ikna olmuş gözükmektedir.9° Rapor, "hükümet, teşebbüsteki azami sorumluluğu Terakkiperver liderlere yıkma konusunda özel bir çaba sarf ediyor gibi görünüyor. Oysa bugüne kadar alınan ifadeler, onların suçunu asgariye indirirken, hükümetin onlar karşısındaki tezini zayıflatmaya doğru gidiyor,"91 şeklinde devam eder. Hükümeti eleştirenlerin, hükümetin Şeyh Said İsyanından beri muhalefetten toptan kurtulmak istediği şüphesini taşıdıklarını biliyoruz. Bu rapor, İstiklal Mahkemelerinin bu varsayımı silmek için en ufak bir çaba göstermediğini açıkça teyit etmektedir. 

ABD yüksek komiserinin İstiklal Mahkemelerinin İzmir davaları hakkında verdiği hüküm, 3 Ağustos 1926 tarihli on üç sayfalık bir raporda ortaya konur. Mark Bristol'ün genel duygusu, davaların Türk halkına karşı göstermelik olarak yapıldığı ve zanlıların yasal haklarına riayet edilmediği yolundadır. Rapordaki, 'zanlıların kaderinin önceden belli olduğu' iması gayet kuvvetlidir. Örneğin, savcılığın Rüştü Paşa ve İsmail Canbolat Bey için hapis cezası istemesine karşılık, mahkemenin her ikisini de idama mahkum ettiğine dikkat çeken Mark Bristol, mahkemenin en belirgin özelliklerinden birinin savcı ile hakimler arasındaki daimi eylem birliği olduğunu söyledikten sonra, 'o zaman, bu iki insanın akıbeti hakkında niye bir anlaşmazlık varmış gibi görünüyor?' diye sorar. Bristol, çoktandır ortada dolaşmakta olan, mahkemenin, savcı ile hakimlerin her zaman ağız birliği yapmadığı ve bunurila da "tarafsız bir mahkeme" izlenimini vermek istediği teorisini benimser. Yani, bu "görüntü" uğrunadır. 

Mark Bristol'e göre İzmir duruşmaları bütünüyle incelendiğinde, hukuki ve siyasi bakımdan son derece ilginçtir. Hukuken, Türk yargısı "kendini gösterememiştir, çünkü ne mahkemeye sunulduğu kadarıyla deliller ikna edicidir, ne de davalar görülürken incelikli bir adalet kaygısı güdülmüştür. Yerleşik ilkelerden en bariz sapma, zanlıların savunma avukatı tutmalarına da, temyize gitmelerine de izin verilmeyişidir."92 Siyasi olarak ise İzmir davaları TCF'ye o kadar itibar kaybettirmiş tir ki, partililerin bir zamanlar tatmış oldukları itibara yeniden kavuşabilmeleri için, aradan çok uzun bir zaman geçmesi gerekmiştir. İzmir davaları, bu anlamda, esas hedefine ulaşmıştır. 

Duruşmaların Ankara evresine de değinen Mark Bristol, İzmir ve Ankara davaları arasındaki başlıca farkın, İzmir davaları komplo meselesiyle uğraşırken, Ankara davalarının en önemli özelliğinin "çoktan beridir devam ede gelen siyasi çekişmeleri halletmesi ve Türk inkılabının bundan sonra izleyeceği hat sorusunu bir kalemde kestirip atması" 93 olduğuna işaret etmiştir. İzmir davalarının başlıca gayesi, TCF mensuplarının BMM'den atılmasını ve hatırlı İTC'lilerin siyaset sahnesinden silinmesini sağlamaktı. Bir başka deyişle, İzmir davalarıyla zaten TCF ileri gelenleri halkın gözünden düşürülmüş ve bir muhalefet bloğu olarak mecliste ki siyasi kariyerlerine son verilmişti. 

Oysa ufukta gözüken 1927 seçimlerine hazırlık yapan daha tehlikeli bir grup daha vardı. Ankara davaları, özellikle, bazıları Ankara hükümeti saflarında hala hizmet eden bu İTC üyelerinden gelebilecek potansiyel muhalefeti susturmayı amaçlıyordu. Mark Bristol, bu konudaki genel eğilimin, CHF içindeki eski İTC üyelerini küstürmemek için, Kemalist hükümete hizmet eden eski ittihatçılarla, yeni bir ulusal siyasi partiye gönül veren ittihatçılar arasında bir ayrıma gitmek şeklinde olduğunu anlatır. Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi ile İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Bey (Çetinkaya) de bu görüşteydi. Falih Rıfkı (Atay) yönetimindeki günlük Milliyet gazetesi ise, davalarla ittihatçı sorununun bir çırpıda çözülüp atılmasını öneriyordu. Kendisi de eski bir ittihatçı olan Yunus Nadi, İstiklal Mahkemesinin bir bütün olarak İTC ile uğraşmaması, ama niyeti belli bu 
gizli grubu hedef alması gerektiğini öne sürüyordu. 

Mark Bristol'ün tavrını rapor ettiği bir diğer günlük gazete olan Vakit, İstiklal Mahkemesinin sadece İzmir komplosuna bulaşmış olanları dava etmeye muktedir olduğunu öne sürüyordu. Lozan Antlaşması hükümleri nedeniyle, mahkeme eski İTC'lileri siyasi faaliyetleri yüzünden yargılama yetkisine sahip değildi. 

Bu pozisyon, İtilaf kuvvetlerinin hiçbirinin bu konunun üstüne fazla gitmemiş olmaları bakımından önemlidir. Fakat rapor, ABD'li diplomatların sorunun farkında olduklarını açıkça gösterir.94 
   Aksine, sorumlu ABD konsolosu Charles E. Allen tarafından hazırlanan bir başka rapor, ABD Dışişleri Bakanlığına "Lozan Antlaşmasının tasdikini garanti etme çabaları münasebetiyle İstiklal Mahkemelerinin hükmettiği infazlar için doğrudan ya da dolaylı herhangi bir mazeret gösterme çabası içine girmek, hiç de akıllıca olmayacaktır," 95, tavsiyesinde bulunur. Yazar, hiçbir Amerikan ya da azınlık çıkarı çiğnenmediğine göre, ABD'nin Ankara hükümetini kışkırtmaktan kaçınması gerektiğini telkin eder, böylece "Mahkeme ... zanlıların en temel haklarını tamamıyla göz ardı ettiği için, söz konusu infazların hiçbir şekilde mazur görülemeyeceği" 96 gerçeğine rağmen, ABD parlamentosundaki Türkiye aleyhtarları Lozan Antlaşmasının onaylanmasına karşı çıkmak için bunu bir sebep olarak kullanamayacaklardır. 
ABD'nin sorumlu İstanbul konsolosu Charles E. Allen'dan, ABD Dışişleri Bakanlığına giden bir başka rapor, İzmir'de 14 Temmuz 1926'da idam edilenlerin kısaca kimler olduğuna değinir ve nasıl bir geçmişten geldiklerini kıyaslar. Haydut takımı (Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi) bir kenara bırakılacak olursa, diğerlerinin hepsi, orta ile mükemmel arasında değişen tahsiller görmüşlerdir. Bunlar, uhalihazırdaki hükümetin herhangi bir mensubundan hiç de aşağı kalmayacak işler başarmış şahsiyetlerdir." 97 

Daha da önemlisi, diye not düşer Charles Allen: 

Birkaç istisna dışında bu kişiler, İttihat ve Terakki Fırkasının, Mustafa Kemal Paşa'nın bizzat kendisi o fırkanın üyesi iken bile, güya kendi hırsı ve başkalarını çekememezliği nedeniyle muhalif olduğu bir kanadının faal üyesiymişler. 

Bu yüzden, bu şahısların idamının, kendi suçları kadar, Mustafa Kemal Paşa'nın onlara karşı duyduğu korku ve nefretten de kaynaklandığından şüphelenmek için her türlü neden var gibi gözüküyor.98 İzmir'deki Amerikan Konsolosu Samuel W. Honaker tarafından hazırlanan bir başka önemli raporda, İzmir ve Ankara duruşmaları özet olarak aktarılır.99 
   12 Ağustos 1926 tarihli rapor, İzmir davaları hakkında hazırlanmış en kapsamlı (68 sayfa uzunluğunda) kayıtlardan biri gibi gözükmektedir. Washington'u, suikast tertibinden önceki olaylar, davalar, İstiklal Mahkemeleri ve onların İzmir'deki daha eski faaliyetleri hakkında bilgilendiren rapor, duruşmaların tam bir dökümünü içermemekle beraber, daha önce rapor edilmemiş bilgiler ihtiva ettiği için önemlidir. 

Örneğin, Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya) ile zanlı Abidin Bey arasında geçen karşılıklı atışma İzmir davalarının resmi tutanaklarında yoktur. 100 
Rapordan Abidin Bey'in, kendisini doğruyu söylememekle itham eden baş hakimin bir cümlesine tepki gösterdiğini öğreniriz. Abidin Bey duruşmanın bir aşamasında mahkeme reisi ile atışmaya girmiş "kendisinin bir mebus olduğu, İstiklal Mahkemesi reisi gibi bir katil olmadığı" sözlerini sarf etmiştir. Rapor, "[Abidin Bey] belli ki Ali Bey ile Halid Bey [Paşa] arasında geçen ve Ali Bey'in Halid Bey'i Büyük Millet Meclisi binasında vurarak öldürmesi hadisesine değiniyordu. Baş hakim, Abidin Bey'e derhal susmasını emretti, ama o dinlemeyerek: 'Mustafa Kemal Paşa iki yıl önce bütün milletçe seviliyor ve kendisine itimat ediliyordu, fakat mahkeme hakimi gibi ikiyüzlüler onu, reisicumhuru bozdular ve halkın gözünde 
küçülttüler,"101 şeklinde sözlerini sürdürdü. Davanın üçüncü günü cereyan eden bu hadise gazetelerde ya da o tarihli dava zabıtlarında yer almadı. 
   Belli ki mahkeme, konuşmanın yayınını engellemişti. Halit Paşa'nın Ali Bey tarafından katledilmesiyle ilgili olarak evvelden beri ortada dolaşan rivayetleri biliyoruz. Öyleyse bu karşılıklı konuşma resmi tutanaklardan neden çıkarıldı? 

Bu, tutanaklardan çıkarılmış başka bölümler de olabileceği konusunda kuşkular yaratıyor. 
Türk kaynaklarında bulunmayan bir başka malumat da Sheldon Leavitt Crosby'ye gelen ve bazı mebusların BMM'nin feshini istedikleri yolundaki istihbarattır. Crosby bunu şöyle rapor eder: İzmir ve Ankara duruşmalarının doğurduğu bir başka ilginç olasılık da Meclis'in feshidir. Güvenilir kaynaklardan misyonumuza ulaştığına 
göre, bir grup mebus, son oturumların yarattığı ve en az bir kabine mensubuna kadar uzanan genel şüphe atmosferi nedeniyle mevcut Medis'in feshedilmesi arzusuyla Reisicumhur'a yanaşmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve birkaç güvenilir mebus arasında, böyle bir fiilin arzu edilirliğini tartmak niyetiyle şu anda bile gayrı resmi toplantılar yapılmaktadır. Eğer karar olumlu yönde çıkarsa, H ükümet'in henüz, Anayasa gereği meclisin mutabakatını sağlayacak ve yeni seçimleri istediği gibi ayarlayacak manevraları yapacak kuvvette olduğu görülecektir. 102 
Anlaşılan hükümet, henüz ortada kendisini en yakın seçimlerde mahcup edecek birçok bilinmeyen olduğu için, meclisi o sırada dağıtma riskini göze alamadı. Mamafih biliyoruz ki gelecek seçimlere daha bir yıl vardı ve bu da, hükümete BMM'deki bütün sandalyeleri kontrol etmesine yetecek vakti verdi (288 mebustan sadece altısı "bağımsız," geri kalanı iktidar partisi CHF'ye aitti). Sheldon Leavitt Crosby, gayet uzak görüşlü bir başka gözlemdaha yapar. Ölüm cezaları keyfi bir biçimde veriliyor gibi gözükmektedir. 

Örneğin, Ankara'da görülen davadan sonra Hüseyin Cahit'in beraat edip de Cavit'in niçin asıldığı, bugün bile devam eden bir tartışmadır. Hüseyin 
Cahit de hükümetin aynı derecede nefret ettiği ve alarma geçtiği bir şahıstı. Sheldon Leavitt Crosby, bu konuda, "Hükümet, bir süredir kendi lehine 
işleyen popüler bir kışkırtmaya cevap verdi ve öteki kalburüstü İttihatçıların infazının yarattığı etkiyi dengeleyecek geçici bir tedbir olarak bunu seçti," 103 
şeklinde bir spekülasyon yapar. 

ABD maslahatgüzarı bir olasılığa işaret etmektedir. Yine de gerçek nedeni elimizdeki belgeler ışığında bilemiyoruz. 

Okur, şimdiye kadar, Mustafa Kemal'in hayatına bir kastetme girişimi olduğunu ve bu tertibin onun tarafından muhalefeti bertaraf etmek için ustaca kullanıldığına ikna olmuş olsa gerek. Ne var ki, hükümeti devirme, hatta rejimi değiştirme maksadını güden gizli bir örgütün varlığı konusunda pek fazla bir şey söylenmemiştir. Bütün hikayeler, İstiklal Mahkemesinin böyle bir komplonun gerçekten var olduğunu ispat etmekte yaya kaldığında birleşir. 

Ancak, mahkemenin, zanlıların rejimi değiştirmeye yönelik bir komplo içinde olduklarını, çürütülemeyecek delillerle tespit etmeyi beceremeyişi, böyle bir komplonun asla olmadığı şeklinde yorumlanabilir mi? Bir başka deyişle, 1926 öncesinde rejime yönelik bir komplo var mıydı? 

Elimizde, böyle bir komplonun gerçekten var olmuş olabileceğine dair belgeler var. Ancak bu belgeleri sunmadan önce, okuru, bu iddiaları destekleyici başka hiçbir kanıtın ya da bağımsız teyidin bulunmadığı konusunda uyarmak gerek. Bu yüzden, bunları birer olgu olarak almamak gerekir. Yine de, İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Mark L. Bristol tarafından hazırlanan çeşitli ABD diplomatik raporları, bu soruya biraz olsun ışık tutabilir. 

Mark L. Bristol, 17 Haziran 1924'te, Washington'daki Dışişleri Bakanlığına, Seyyid Mehdi Ahmet es-Senusi'nin (namı diğer Ahmet Şerif El-Senusi ve orijinal metinde Sheikh Ahmed Cherif El Senoussi)104 özel kalemi Osman Fahreldine (Fahrettin) Bey'den derlediği bilgileri ayrıntılı bir biçimde aktardığı bir rapor gönderdi. Buna göre, "amacını, açıkça Abdülmecid'in tekrar halifeliğe getirilerek İstanbul'a geri dönmesinin sağlanması olarak ilan eden" 105 gizli bir örgüt vardı. 

  Başlangıçta saltanatın ilgası ve yalnızca ruhani güçlerle donanmış bir hilafetin muhafazasını desteklemiş olan Seyyid Senusi, Türkiye'deki milli harekete ve Mustafa Kemal'in şahsına yakınlığıyla bilinirdi. Ancak Mustafa Kemal'in hilafeti tamamen kaldırma kararından telaşa kapılmış gibi görünüyordu. Osman Fahrettin Bey, ABD Yüksek Komiserine, Seyyid Senusi'nin artık bu gizli örgüte sempati beslediğini bildirdi. Türkiye'de, ta 1924'te ve belki daha sonraları da rejimin değişmesini hedefleyen faal bir gizli örgüt bulunduğuna dair bilginin bağlamı budur. Muhbire göre, Abdülmecit'in halife olarak İstanbul'a dönmesi için kaynak toplayan Mısır Prensi Ömer Tosun'un kendisi de bu gizli örgüte mali destek verecekti. Grubun adına değinilmiyor, ancak gruptan bazılarının adları veriliyordu: İzzet Paşa (sabık sadrazam), Refet Paşa, Ali Rıza Paşa (sabık sadrazam), Kemal Bey (İTC hükümetinde iaşe nazırı) Yusuf Kemali Bey (sabık Mersin mebusu), Selahattin Adil Paşa (1923'te İstanbul kumandanı), Velid Bey (Tevhid-i Efkar başyazarı), Zeki Bey (Gümüşhane mebusu), Hoca Sabri Efendi (sabık Afyonkarahisar mebusu), Hulusi Efendi (sabık Konya mebusu), Ahmet Bey (Diyarbakırlı eşraf), İsmail Nadi Bey (Diyarbakırlı eşraf), Vehbi Bey (Diyarbakırlı eşraf), Abdulfettah Efendi (Vanlı eşraf), Halil Efendi (Vanlı eşraf) ve Abdulvahap Efendi (Vanlı eşraf). 

DİPNOTLAR;

83 867.oorK31/14. 
84 Mahkeme mensuplarının gözü öyle korkmuştu ki, gizlice balkondan atlayarak, baloyu terk ettiler. Bu olayı doğrulayan bir dizi birincil kaynak mevcuttur; bkz. Altay, s. 420; Atay, Çankaya, s. 469. Mahkeme mensuplarından Kılıç Ali, balkondan atlayıp kaçmalarının gerekçesi sebebine itiraz eder. iddiasına göre, dostlarından biri (Falih Rıfkı Atay) Mustafa Kemal'e, mahkeme mensuplarının, 
zanlılara karşı fazlasıyla hoşgörülü olduğundan yakınmış, bundan dolayı canları sıkılan mensuplar, geceyi terk etmiştir. Bkz Kılıç Ali, s. 67. 
85 Hakimiyet-i Milliye, 29 Haziran 1926, Sümer Kılıç'ta da zikredildiği gibi. İstiklal Mahkemeleri Adil miydi? ... , s. 120. Ayrıca Kocahanoğlu, s. 44. Feridun Kandemir de, Konya Mebusu Refik Koraltan  ile yapılmış bir söyleşiden bahseder. Koraltan'ın iddiası, yetkilileri Ziya Hurşit ve avenesi tarafından Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan bir komplo olasılığından haberdar eden kişinin kendisi olduğudur. 
 Bkz. Atatürk'e İzmir Suikastinden Ayn 11 Suikast (İstanbul: Ekindi, 1955). s. 33-48. 
86 Erik Jan Zürcher, Mustafa Kemal'in popülaritesinin, izlediği inkılap siyaseti ve onları uygulama konusundaki sert yöntemleri yüzünden, İzmir suikastı öncesinde sarsıldığını iddia eder. Burada, Mustafa Kemal'in popülaritesini tekrar yükseltmek için bir hadiseye ihtiyaç duyduğu iması vardır. The  Unionisı Factor, s. 144.
87 867.ooıK31/4, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir telgraf. 
88 867.ooıK31/6, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir telgraf. 
89 ismet İnönü, Hatıralar, ikinci Kitap (İstanbul: Bilgi, 1987). s. 212. 
90 867.oorK3r/8. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir rapor. 
91 Age.
92 867.001K3ı/9, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir rapor. 
93 Age. 
94 İstiklal Mahkemesinin meşruluk sorunundan haberdar olduğunu biliyoruz. Mark Bristol'un  bildirdiğine göre, mahkemenin pozisyonu, zanlılann siyasi faaliyetlerinin Lozan Antlaşmasında verilen garantilerin tarihinin dışına çıkıyordu. Mahkeme, 1918'deki Mondros Mütarekesinin hemen öncesi ve sonrasındaki kısa dönem ile İzmir komplosuna kadar olan garanti dışı dönemde gelişen siyasi durumu tetkik ediyordu. Bkz. 867.ooıKJI/9. 
95 867.001K31/ı5. Charles E. Allen'dan Dışişleri Bakanlıgına, 22 Ekim 1926. 
96 Age. 
97 Age. 
98 Age. Şükrü Hanioglu, Allen'ın vardıgı neticeye katılmamaktadır. Hanioğlu'na göre Mustafa Kemal'in ITC'deki pozisyonu, Türk tarihyazıcılığında abartılmaktadır. O dönemde Mustafa Kemal, Cemal Paşa'nın emri altında genç bir zahitti ve esasında, Dr. Nazım ile de iyi ilişkiler içindeydi; Hanioğlu ile yapılan kişisel yazışma, 7 Ekim 2010. 
99 867.001K31/14, A Report on the Smyrna Trial, hazırlayan ABD Dışişleri Bakanlığı, Yakındoğu Meseleleri Bölümü adına by Samuel W. Honeker. Bu belgenin postalanma tarihi 26 Ağustos 1926. 
100 Sema llıkan, Faruk Ilıkan, yay. haz., Ankara İstiklal Mahkemesi .... Editörler, çalışmalarının 3 Ağustos 1926 ve 15 Ekim 1926 arasında günlük Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan tutanaklara dayandığını belirtirler. 
101  867.ooıK3ı/14. 
102 867.oorK3r/r3; Sheldon Leavitt Crosby'den Dışişleri Bakanlığına, ı Eylül 1926. 
103 Age. 
104 Seyyid Mehdi Ahmed es Senusi (1873-1933), Libya'nın 1911 tarihinde İtalya tarafından işgal edilmesine etkin bir biçimde karşı koyan Senusiye tarikatının şeyhidir. 1918'de, son Osmanlı Hükümdarı Vahdeddin'in davetiyle lstanbul'a geldi. Türk direniş hareketini desteklediği ve 15 Kasım 1920'de Ankara'ya geldiği bilinmektedir. Bkz. Timuçin Mert, Atatürk'ün Yanındaki Mehdi (İstanbul: Kara Kutu, 2006), s. 135. 
105 867.oo/18oı, Mark L. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına, 17 Haziran 1924. 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder