Gürcü Yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Gürcü Yusuf etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2020 Pazar

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 5

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 5


Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,İstiklal Mahkemesi,Ankara Suikasti,İzmir Davaları,Ankara Davaları,


    Bu liste, 1925 Şeyh Said isyanından sonra suçlananlar ve 1926 İzmir suikastı tertibiyle ilgili olarak itham edilenlerin listesiyle karşılaştırıldığında, bazı isimler örtüşür. Örneğin, Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından ölüme mahkum edilen (Kara) Kemal Bey, 1926'da intihar etmiştir. 

Refet (Bele) Paşa, daha sonra TCF'ye geçmiş ve adı İzmir suikastıyla birlikte anılmış, 1926'da İzmir'de ise beraat etmiştir. Velid Bey, diğer bazı muhalif gazetecilerle birlikte Şeyh Said İsyanının ardından tevkif edilip bir süre sonra serbest bırakılmıştır. 

Dahası, bir başka ABD belgesi (867.00/1812), aynı Osman Fahrettin Bey' den toplanan malumat üzerinden devam eder. Alıntı epey uzundur. 

Ancak önemli iddialar ileri sürüldüğünden, onu burada olduğu gibi zikretmek gerek. 
[Gizli örgütün] siyasi önderleri, çok daha faal ve ivedi bir programdan yanadır. Onların nihai hedefi, iktidardaki [Kemalist] hükümeti devirmek ve meşruti bir monarşi kurmaktır [vurgu bana ait] . 

... Bu liderlerin fikrince, Türkiye'nin gelecekteki meşruti monarkı Abdülmecid Efendi ya da Sultan II. Abdülhamid'in en büyük oğlu Selim Efendi olacaktır. Hareketin siyasi önderleri, kısa süre önce Erenköy'de bir toplantı yaptılar. Toplantıda, aralarında Rauf Bey ve Refet Paşa'nın da bulunduğu yirmi beş kadar şahıs hazır bulundu. Rauf Bey, Türkiye'de, İngiltere örneğindeki gibi bir meşruti yönetim kurulması lehine etraflı bir konuşma yaptı ve cumhuriyetin Türkiye'ye uygun bir yönetim biçimi olmadığını beyan etti. Refet Paşa, Yunanlılara karşı savaşta askeri bir lider olarak Mustafa Kemal Paşa'nın izinden gitmeye istekli olduklarını, ancak siyasi bir diktatörlükte onun ve onun "çetesinin" ardına düşmeyi akıllarından geçirmediklerini söyledi. ülkeyi Mustafa Kemal Paşa'nın değil, Millet Meclisinin yönetmesi gerektiğini belirtti. Bu liderlerin taktiklerinin en belirgin özelliği, büyük tedbirli olmalarıdır. Lozan Antlaşmasının yürürlüğe girmesini bekleme arzusuyla Türkiye'yi büyük devletler karşısında dezavantajlı bir konuma sokmaktan kaçınmak için, şu ana kadar hemen hemen hiç harekete geçmediler. 
Şimdi ise ajanlar vasıtasıyla Anadolu'nun çeşitli kısımlarında gayet gizlice propagandaya geçmiş bulunuyorlar. Abdülkadir Bey [1926'da infaz edilen sabık Ankara valisi] ... hareket için çalışıyor. 

   Atılacak ilk kati adım, meclisin feshi ve mevcut olanlardan çok daha fazla sayıda karşıt mebusun meclise girmesini sağlayacak bir sonuç vereceğine hiç kuşku olmayan yeni seçimlere gidilmesi yönünde baskı yapmak olacak. Ardından sıra, meşruti yönetim fikrini gündeme getirmeye gelecek. Osmanlı hanedanından sadece bir kişinin -meşruti monark olanak seçilenin-geri dönmesinin teklif edilmesi de, kayda değer derecede ilginç. Diğerlerinin dönmesine izin verilmeyecek, ancak onlara emekli aylığı bağlanacak. 106 

Bu istihbarah teyit eden hiçbir bağımsız kaynak olmadığını bir daha tekrarlayalım. Ancak eğer doğruysa, bu had safhada değerli bir rapordur. 

Halen, kaynağın sahihliğinden şüphelenmemiz için herhangi bir neden bulunmuyor. 
Ne var ki, Fahrettin Bey'in bilinmeyen nedenlerle ABD Büyükelçiliğine sahte bilgiler sızdırmış olması da mümkündür. Buna karşın, bilginin doğru olma ihtimali de eşit derecede var. Bu durumda rapor, Rauf Bey'i (muhalefetin önde gelen liderlerinden biri) rejime karşı niyetlenilen komplonun merkezine yerleştirir ve Mustafa Kemal'in, eğer karşı devrim için değilse, rejimi değiştirmek için bir gizli örgütün var olduğu yönündeki korkusunu doğrular. 

Bu belgelerin doğruluğunu araştırmak için, önce onları uygun bağlamlarına yerleştirmemiz gerek. Belgeler, 17 Haziran ve 26 Temmuz 1924 tarihlidir, yani hilafetin lağvedilmesinin üzerinden tam üç ay geçmiştir. Rauf Bey ve Refet Paşa'nın, İstiklal Savaşının (1919-22) bazı diğer önemli şahsiyetleriyle birlikte, Mustafa Kemal ve onun yeni yakın çevresinden giderek daha çok rahatsız olduklarını biliyoruz. Ayrıca, ilk muhalefet partisi olan TCF'nin bu rapordan dört ay sonra kurulduğunu (17 Kasım 1924) ve Seyyid Senusi'nin küçük maiyetiyle birlikte Türkiye'de bulunduğunu da biliyoruz. Bilindiği gibi o, Kemalist hareketin meşruiyeti için çok evvelinden fetvalar yayınlayarak, Türkiye'deki milli harekete aktif bir destek verdi. Hilafetin ilgasından sonra ise, Mustafa Kemal'le sonraki halifenin kim olacağı konusunda müzakerelerde bulundu.'07 Bu yüzden, Osman 
Fahrettin Bey'in istihbaratı topladığı sırada Türkiye'de olması, tarihi itibariyle mümkündür. 

Osman Fahrettin Bey kimdi? Ne yazık ki, onun yetişme durumuna ve emellerine dair yeterli bilgiye sahip değiliz. İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Mark L. Bristol'ün bildirdiğine göre, Osman Fahrettin Bey, Bolşevikleri ve Bolşevizm propagandası yapmak üzere diğer Yakındoğu ülkelerini temsil eden şahısların yakınıydı. 108 Böyle arka zemini olduğuna göre, Osman Fahrettin Bey'in bu bilgiyi Türkiye'deki yabancı kaynaklardan toplamış olması mümkündür. Belki de böyle bir istihbaratı Türkiye'de faal Bolşevik ajanlarından toplamıştı. CHF'nin, 1923'te Rauf Bey'in rejime sadakatinden şüphe duyduğunu ve onu cumhuriyetten yana olmamakla suçladığını biliyoruz. Rauf Bey ise bu suçlamayı reddederek halkın egemenliğinden yana olduğunu belirtir.109 

    Bu belge, Rauf Bey'in, hükümetin haberdar olmadığı bir toplantıda, meşruti yönetim lehine konuşmalar yaptığı ve gizli bir örgütün hükümet karşıtı, saltanat yanlısı propaganda yaptığı iddiasındadır. Gerek Rauf Bey'in, gerekse Refet Paşa'nın, Mustafa Kemal rejiminin "siyasi bir diktatörlük"110 
olduğu kanaatini taşıdıklarını biliyoruz. Ancak, bu belgeye kadar, CHF'nin Rauf Bey'e ve Refet Paşa'ya yönelttiği, onların meşruti yönetimi cumhuriyete 
yeğledikleri ithamı, bağımsız olarak hiç doğrulanmamıştı. Hükümet, Osman Fahrettin Bey'in ulaştığı bilgiye vakıf olmasa gerek, çünkü olsaydı bu İstiklal Mahkemelerinin eline, muhalefetin hangi vasıtayla olursa olsun bir rejim değişikliğinden yana olduğu iddiaları konusunda çok daha sağlam bir temel verirdi. 

Belgenin ortaya koyduğu bir diğer önemli bilgi de, bu gizemli örgütün sürgündeki Osmanlı hanedanına karşı takındığı tutumdur. Bu muhalif figürler, her ne kadar meşruti yönetimden yana olsalar da, Türkiye'ye hanedandan sadece yeni seçilen meşruti monarkın dönmesine izin verme noktasından daha ileriye gitme niyetinde değildiler. Kalan hanedan mensupları için mali telafi yoluna gidilecek, fakat onlar yine sürgünde kalmaya devam edeceklerdi. Bu tutum, bir meşruti yönetim biçiminden yana tercih yapan muhalefetin bile, hanedana karşı sınırlı bir toleransı olduğunu, çünkü onların da Osmanlı hanedanını dişli bir iktidar rakibi olarak gördüklerini ortaya koyabilir. 

Yine de bu bilgi, eski İTC ve TCF mensuplarının Mustafa Kemal'i öldürmek üzere komplo kurdukları iddialarını somutlaştırmaz, ancak onu pasifleştirip yerine geçmeye niyetlendiklerini gösterir. Aslında, sonraları hatıratında, zanlıların birçoğunu İzmir suikastı tertibiyle ilişkilendirmekte tereddüt eden İsmet Paşa, yıllar sonra hükümlülerin suçu konusunda yorum yaparken, şu düşüncededir: "Tek kabul edebileceğim, Rauf Bey'in böyle bir komployu sezmiş olabileceğidir. Onun böyle bir suikasta karışmış olabileceğine hiçbir zaman inanmadım."m Komplodaki İTC parmağı konusuna gelince, İsmet Paşa bu konuda oldukça kararsızdır. Ona göre, zan altındaki İTC mensupları "tabiat ve mizaçları itibariyle gayet tehlikeli 
kimselerdir."m112 Ancak İTC'nin kalburüstü şahsiyetlerinden Cavit Bey söz konusu olduğunda, İsmet Paşa daha bir pişmanlık sergiler: " Cavit Bey'in 
komployla bir bağlantısı olabileceği ihtimalini bir an bile aklıma getirmedim. 
Onun başına gelen, [siyasi] bir teşkilat liderine olabileceklerin en fenasıdır."113 Bir başka deyişle İsmet Paşa, Cavit Bey'in İTC'deki liderlik pozisyonu nedeniyle feda edildiğini kabul etmiş oluyordu. İsmet Paşa'nın hatıratı, sürpriz bir biçimde, idam edilen muhaliflerin birçoğunu komployla irtibatlandır makta, belli bir tereddüdü açığa vurur. 

SONUÇ 

Mustafa Kemal'in hayatına kasteden İzmir suikastının mahiyeti ve sonuçları konusunda pek çok tartışma vardır. Günümüz araştırmalarında varılan sonuçların birçoğu, tam olarak kanıtlanamayan ikinci el bilgilere dayanır. Bu bölümün amacı, komploya dair eldeki bilgiyi tasnif edip mercek altına almak ve tartışmaya katkı yapabilecek birincil belgeleri daha da ileri götürmektir. Bu bölümde sunulan sonuçlar, üç sınıfa sokulabilir: kati delillerle desteklenenler; ikincil ya da fikir verici delillere dayananlar ve spekülatif olanlar. ı926'da, İzmir'de, Mustafa Kemal'in 
hayatına kasteden bir suikast tertibi olduğu konusunda hiç şüphe yoktur. Aynı derecede kesin olan bir başka şey de, Mustafa Kemal'in bu girişimi kendi genel muhalefeti susturma politikasını sürdürmek için ustaca kullanmaya devam ettiğidir. Bir önceki bölümde de gösterildiği gibi, BMM'deki siyasi ve entelektüel muhalefeti bu boğma süreci, Takrir-i Sükun'un geçmesiyle bir yıl önce başlamıştır. Bu arada yargılamalarda, hüküm giymiş bazı İTC ve TCF mensuplarının (Cavit ve Rauf Beyler gibi) suçlu olduklarının makul hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat edilemediğini de biliyoruz. Üstelik yeni bir hükümetin ortaya çıkışından menfaatleri bozulan ve cumhuriyetçi ve laik bir rejime ideolojik 
olarak karşı olanlarda, gözle görülür bir memnuniyetsizlik olduğunu da emniyetle ifade edebiliriz. Muhalifler arasında, Mustafa Kemal'e ve onun otoriter hükümet etme tarzına kişisel nedenlerle karşı çıkanlar olduğu da muhakkaktır. 

Arızi kanıtlara dayanarak çıkardığımız sonuçlar şunlardır: Ülkede, hükümeti devirmeyi ve rejimi değiştirmeyi amaçlayan iyi örgütlenmiş ve finanse edilmiş bir muhalefet olduğuna dair, elimizde ancak fikir verici kanıtlar vardır. Tabii buradan hemen, eğer başarıya ulaşsaydı komplonun nihai amacının hükümeti değiştirmek olduğu sonucuna varılabilir. Ziya Hurşit'in, Mustafa Kemal'i öldürerek hükümette, sonu iktidar değişikliğine varacak bir iktidar boşluğu yaratmayı umması muhtemeldir. Bunun yanı sıra, bazı muhaliflerin (Hafız Mehmet gibi), ayrıntılarını bilmeseler de Mustafa Kemal'e suikast planlarından haberdar olduklarını da söyleyebiliriz. Mustafa Kemal'in İzmir davaları sırasında, tertibi sadece TCF liderlerini susturmakta değil, bir sonraki 1927 seçimlerinde hükümeti zayıflatma 
potansiyeli büyük olan İTC artıklarını temizlemekte de bir bahane olarak kullanabileceğini farkettiğini, belli bir güvenle ifade edebiliriz. Aksi takdirde, hüküm giyen İTC mensuplarının (Cavit, Şükrü ve Abdülkadir Beylerin yanı sıra), TCF mensuplarıyla birlikte hemen İzmir'de icabına bakma yoluna gidilirdi. Mahkemenin iddiasının aksine, İzmir davalarından hükümeti devirmek üzere İTC tarafından örgütlenmiş bir tertip bulunduğunu gösteren ikna edici kanıtlar çıkmamıştır. İzmir davalarının ardından kamuoyundan bir homurtunun yükselmemesinden cesaretlenen İstiklal Mahkemesi, İTC'ye el atmakta kendini daha bir güvende hissetmiş olmalı. Ancak Hüseyin Cahit (Yalçın) gibi önemli bir muhalif şahsiyetin "suçsuz" bulunması olgusu, mahkemenin sınırlarını fazla zorlamamakta da düşünceli davrandığını gösterir ....114 

İsmet Paşa'nın 1926 suikast davalarına karşı takındığı tutumun, bir yıl önceki Şeyh Said İsyanında TCF'ye gösterdiği tavırdan kökten bir biçimde farklı olması da kayda değerdir. Muhalefete karşı duruştaki bu pozisyon değişikliğini nasıl açıklayabiliriz? İsmet Paşa'nın, İstiklal Mahkemesinin denetim dışına çıkarak sistemi istikrarsızlaştırması olasılığından dolayı içinin rahat etmemesi gibi, İTC sempatizanlarının hesaplanamayan bir tepkisinden bezmiş olması da mümkündür. 

"Fikir verici" kategorisine giren sonuçlar şöyledir. Burada, fikir verici teriminin doğru olmayan anlamına gelmediğini, ama çıkar amacı akıl yürütmeye dayalı demek olduğunu, bu yüzden sadece mantıki ihtimallere işaret ettiğini de kaydedelim. Örneğin, Mustafa Kemal ve onun beyin takımı içinde çekirdek bir grubun, özgül komplo planlarından haberlerinin olduğu konusunda, ancak spekülasyon yapabiliriz. Boşa çıkmış bir suikast girişiminin, Mustafa Kemal'in ülke genelinde aşınan popülaritesini yeniden parlatacağını ve hükümetin eline muhalefeti susturmak için koz vereceğini önceden kafaya koymuşlardı ve komployu yol alsın diye bıraktılar. 

Ancak spekülatif olarak cevaplandırılabilecek başka pek çok soru vardır. Söz gelimi, Mustafa Kemal'in zihninde, tüm muhalefeti ortadan kaldırmak gibi bir mastır plan var mıydı? Onun, TCF'nin meclisteki varlığından ve ülke genelinde hala faal olan İTC ağının karşı-devrimci potansiyelinden hoşnutsuz olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte, ben Mustafa Kemal'in muhalefeti susturma arayışını sadece pragmatik olarak ileri götürdüğü noktasına gelmiş bulunuyorum. Onun, kapahlmış TCF'nin hala muhalif bir blok halinde oy veren mensuplarını BMM'den sürüp atmak istediği muhakkak. 
Erik Jan Zürcher, Mustafa Kemal'in ayrıca, TCF'nin milli harekette yer almış ve prestij bakımından kendisiyle boy ölçüşen bazı mensuplarının (Ali Fuat, Refet, Kazım Karabekir Paşalar ve Rauf Bey gibi) rekabetinden çekindiği sonucuna da varır. TCF'nin toplumsal çehresi ve aralarında askeri seçkinler, ticaret grupları, eski bürokratlar ve benzerlerinin bulunduğu taraftar kitlesi de, hesaba kattığı bir diğer husustu.115 
    Bu yüzden, 1925 Şeyh Said İsyanıyla başlayan dönem, hemen hemen tamamen meclisteki muhalefetin susturulmasına hasredildi. Ancak İTC ağından, 
özellikle TCF tarafından massedilmeyi reddedenlerin sahip olduğu potansiyel de Mustafa Kemal'i alarma geçiyordu. Defalarca kanıtlandığı gibi, bu ağ siyasi cinayetler gibi komitacılık faaliyetlerini yürütmekte gayet muktedirdi. 116 

Burada, önemli bir sorunun tam sırasıdır. Şeyh Said İsyanından sonra, aynı Takrir-i Sükun bağlamında, İTC niye hedef alınmadı? Hükümetin TCF'lilerden ziyade, asıl bazı İTC mensuplarından korkması için neden vardı. Ben, bunun en önemli sebeplerinden birinin şu olduğuna inanıyorum. CHF'ye taraf olan ve hizmet eden kitle arasında, pek çok eski İTC efradı vardı ve hükümet, 1925'te, onların eski önderlerinin tasfiyesine gösterecekleri tepkiyi göğüsleyebileceğinden emin değildi. Ancak onların CHF hükümetine olan sadakati, Mustafa Kemal için, bu eski İTC mensuplarının ve onların siyasi çıkarlarının CHF rejiminin içine tümüyle alındığının teminatı yerine geçiyordu. İzmir davaları sırasında, bu sorunun nihai 
ve kesin olarak halledilmesine karar verilmiş olmalı. 

   Bu tür esnek siyasi manevralar, Mustafa Kemal'in yeni rejimi tesis etmekteki pratikliğinin ileri kanıtlarıdır. Bu, modern Türkiye'nin, yüzünü Batıya dönmüş laik bir cumhuriyet olarak başarıyla kurulmasında hayati önem taşıyan mükemmel 
bir siyasi pragmatizmdir. Mustafa Kemal'in yeni Türkiye "vizyonu," onun Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı makamında bulunduğu müddetçe 
önüne çıkan fırsatları daimi bir müzakere halinde bulunuşunun bir sonucu olsa gerektir. 

Askeriyedeki yüksek rütbeli subayların, yeni rejime sadık kaldıklarını biliyoruz. Ancak, daha alt kademedekilerin, Ankara davaları ve İTC' de yapılan temizlik karşısındaki pozisyonu neydi? 20 Ekim 1923'te, yani cumhuriyetin ilanından sadece dokuz gün önce, BMM'de silahlı kuvvetlerin maaşında hatırı sayılır bir artışın sağlanmasında ve yeni rejime sadakati soru işareti taşıyan subayların istifaya zorlanmasında, Mustafa Kemal'in tesirli olduğunu biliyoruz.117 Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Bele ve öteki generallerin salıverilmesinin, askeriye içinde var olan muhalefeti yatıştırdığını düşünebiliriz. İTC sempatizanı askeri personel, zaten daha cumhuriyetten önce, Damat Ferit hükümetleri tarafından istifa ettirilmişti. 

Bu yüzden, bekleneceği gibi, askeriye bu dönemde sessiz kaldı. 

Ancak makul bir spekülasyonla cevaplanabilecek bir diğer önemli soru da, İTC-TCF ilişkisinin mahiyetidir. Biliyoruz ki, İTC mensupları homojen bir grup değildi; kimileri hem CHF hem de TCF içinde görev yapmıştı. Ancak, acaba TCF, hükümeti zayıflatmak isteyen İTC üyeleri için bir paravan mıydı? Bir İngiliz belgesi bu konuda bize ışık tutabilir. Tanin'den Hüseyin Cahit Bey ve bir İTC lideri, The Times gazetesinden Mr. Macartney ile 8 Ekim 1924 tarihinde (TCF'nin kurulmasının üzerinden bir aydan biraz fazla geçmişken) yaptıkları gizli bir konuşmada, Mustafa Kemal'in popülaritesinin sönmekte olduğunu ve CHF'nin ülkenin doğu illerinden destek alamadığını belirtmişlerdi. Hüseyin Cahit, bu yüzden bir muhalefet 
partisinin kurulmasını teklif ediyordu. 118 

Her ne kadar eski örgütünün büyük kısmı kuşkusuz katılacaksa da, [yeni partiyle niyetlenilen şey) İttihat ve Terakki Cemiyetini yeni bir muhalefet partisi olarak yeniden kurmak değildi. Cumhuriyet karşıtı veya irticai herhangi bir unsurun içerilmesi de hedeflenmiyordu. Yeni parti, anayasal ve cumhuriyetçi çizgiler içinde hükümete muhalefet etme kesin hedefiyle teşkilatlanmış bir karşı duruş olacak ve reisicumhura karşı belli hiçbir husumet başlatmayacak, ancak reisicumhurun kendilerine karşı tutumu netliğe kavuşana kadar kendi tutumunu saklı tutacaktı.119 

Ankara'da canı bağışlanan Hüseyin Cahit Bey, birçok İTC mensubunun TCF'nin kuruluşuna sempatiyle baktığını ve onun içinde yer almaya niyetlendiğini doğrular gibiydi. Ancak, TCF eski İTC'nin bir kolu değildi. Esasında, birçok üst düzey İTC mensubu (Hüseyin Cahit ve Cavit Beyler gibi) parti saflarına katılmaktan geri durmuştu. Yapabileceğimiz tek spekülasyon, İTC liderlerinin 1927 seçimlerinden önce başka bir parti kurmayı planladıkları ve CHF'ye herhangi bir taahhütte bulunmak istemedikleri. Bir kere müesses hale geldikten sonra, TCF'den, hatta 
CHF'den eski üyelerini tekrar toparlamak çok da zor olmaz diye düşünmüş olabilirler. 

    Her halükarda, Ankara davaları, erken Türkiye Cumhuriyeti'ndeki kısa iktidar mücadelesi dönemini kesin bir biçimde bitirdi. 1945'teki çok partili sisteme geçişe kadar olan yıllarda, ülke tek bir parti, CHF tarafından yönetildi. Bu dönem (1925-26), Türkiye'de, çok partili sistem içinde iktidara gelen hükümetlerin bile sağlıklı bir muhalefete hiç aldırış etmediği ya da pek az aldırış ettiği bir siyasi kültür yaratmıştır. 

   Başlangıcından bugüne neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen, bu tutumun kalınhları Türkiye'nin bugünkü siyasi ortamında bile görülebilir. En önemli fark, Mustafa Kemal'in doğru çıkmış bir karşı-devrim ve suikast korkusuyla hareket etmesidir. 


DİPNOTLAR;


106 867.00/1812, Mark L. Bristol'den Dışişleri Bakanlı..ına, 26 Temmuz 1924. 
107 867.00/1812, 1844, 1859 ve 1862'de belirtildiği gibi bu müzakereler son derece ilginçtir. Bu raporlara göre Mustafa Kemal. Seyyid Ahmed es-Senusi'ye, yeni halifenin, Kahire'de toplanacak pan islamizm konferansında seçilmesi karşılığı Türkiye'nin desteğini önermiştir. Buna karşılık ondan, Ankara'nın laik duruşunu meşrulaşnrması talep edilmiştir. 
108 867.00/1859. "War Diary," Mark L. Bristol. 9 Mart 1925 tarihli kayıt. 
109 CHP Grup Toplantısı Tutanak/an 1923 -1 924, 23-30. 
110 The Ghazi's Speech." The Times, 2 Kasım 1927, s. 8; Ayrıca Rauf Bey'in beyanatı, 867.00/1831. 
111 İnönü, Hatıralar, cilt. 2, s. 214. The Times'ın editörüne yazdığı bir mektupta, Rauf Bey kendisini muhalefetin bir mensubu olarak bile görmemektedir, bu yüzden de işlemediği bir suçtan ötürü, hükümetten affını talep etmesi gibi bir durum sözkonusu olamaz. Bkz. "Turkish Government and the Opposition," The Times, 9 Aralık 1926, s. 12. 
112 lnönü, :ı.14. 
113 İnönü, :ı.16. 
114 Şükrü Hanioğlu'na göre "Hüseyin Cahit hiçbir zaman İTC'nin örgütleme kabiliyetiyle sivrilmiş liderlerinden biri olmadı. O daha ziyade bir gazeteciydi, tertipçi değil. Bu nedenle canının bağışlanması da anlaşılıyor. Bu dunım, aynı zamanda mahkemeye alınan kararların adil olduğunu ve masumların da beraat ettiğini gösterme fırastı veriyordu." Kişisel yazışma, 7 Ekim 2010. 
115 The Unionisı Factor, 142-68. 
116 Tunaya, Türkiyede Siyasi Partiler, cilt 3. s. 4ıı, 509, 653. 
117 George S. Harris, "The Role ofTurkish Military in Politics" The Middle East joıırnııl, XIX: 56-57. 
118 Doc 184.[E8863/32/44], Mr. Lindsay'den Mr. Mac Donald'a, 8 Ekim 1924, British Documents on Foreign Affairs ... , cilt 30, 220. 
119 Age.


***


GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 4

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 4

 
Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,İstiklal Mahkemesi,Ankara Suikasti,İzmir Davaları,Ankara Davaları,


   Edib Bey'in mahkemesi, İzmir halkı tarafından sabırsızlıkla beklendi, çünkü ortalıkta onun muhtemelen örtülü ödenekten para alan bir kişi olarak hükümetle olan eski irtibatıyla ilgili bir sürü rivayet dolanmaktaydı. Mahkeme salonunu dolduran dinleyiciler, bu bakımdan hayal kırıklığına uğradılar; İstiklal Mahkemesi başkanı, bu karakterin ayrıntılarının ortaya dökülmesine fırsat vermedi.83 
Mahkeme iddialardan etkilenmemişe benzemektedir, ancak biz biliyoruz ki bu rivayet komplo konusunda bir başka şüphe daha yaratmıştır. 

   Kazım Karabekir'in, hükümetin böyle bir komplodan haberinin olduğu şeklindeki ithamlarından dolayı, mahkemenin Kazım Karabekir'in bu konulan alenen gündeme getirmesine izin vermesine Mustafa Kemal'in kızdığını da biliyoruz. Öfkelenen Mustafa Kemal, İstiklal Mahkemesi üyelerini, 5 Temmuz 1926'da İzmir'in sayfiyesi Çeşme'de verilen bir baloya davet etmiş ve Kazım Karabekir'in ulu orta böyle ithamlarda bulunmasına izin vermelerinden duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça belli etmişti.84 

Bu ithamı daha da kuvvetlendirmek üzere, Ankara Valisi Atıf Bey'in 29 Haziran 1926 tarihinde verdiği bir beyanata da işaret edilebilir. Bu beyanata göre, hükümet 1926 kışından itibaren, Mustafa Kemal'in hayatına kastetmek üzere eli kulağında bir suikast hazırlandığının farkındaydı. Vali Atıf Bey açıkça "Bizim bu teşebbüsten malumatımız oldu. Uzun zaman Ziya Hurşit'i takip ettik. Birçok evrak tespit ettik. Onları da bu defa İstiklal Mahkemesine gönderdik,"85 demiştir. 
Bu bilginin yalan olması için ortada bir motif yoktur. Bu yüzden, Mustafa Kemal'in durumu kolladığı ve onu kendi siyasi yararına kullanmak üzere tam sırasını beklediği şüphesi kesinlikle vardır. Bununla birlikte, okur bunu hükümetin komploda parmağı bulunduğunun bir ispah olarak almamalıdır. Bu, en fazla, Mustafa Kemal'in, şayet kendi siyasi konumunu pekiştirecek bir karşı plan 
tasarlamak istiyorsa, bunun için gerekli vakti olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. 86 

   1926'nın siyasi ortamının, tertipte hükümetin parmağı olduğuna dair şüpheler beslemeye son derece müsait olduğundan da kuşku duyulmamalıdır. 

Bununla birlikte, ikinci dereceden kanıtları gerçek gibi kabul edip de onların üzerine katı bir hüküm oturtmamak da gerekir. Öte yandan, Mustafa Kemal'in böyle bir komployu önceden bilme ihtimalini ve bundan azami derecede faydalanma arzusunu göz ardı etmek de aynı derecede sorumsuzluk sayılır. Onun komployu siyasi kazanç uğruna ustaca kullanarak muhalefeti tümden yok ettiğini biliyoruz. Bu amacı gerçekleştirmek için böyle bir planı hangi noktada yaptığı, bu gerçeği değiştirmez. Ayrıca, Mustafa Kemal'in muhalefeti ilerlemeye bir engel ve kendi liderliğine bir meydan okuma olarak gördüğünü ve dolayısıyla ondan kurtulmayı umduğunu da biliyoruz. Bu çalışmanın vardığı hüküm, onun, muhalefeti susturma arzusuyla pragmatik bir şekilde hareket ettiğidir. 

Hukuki ve siyasi hamleler, idealistçe değil pratikçe ifa edilmiştir. Bu yüzden, Mustafa Kemal'in siyasi başarısının idealizminden ziyade onun bu pragmatizmine dayandığını belirtmek yerinde olur. İzleyen kısımda, bu noktayı iyice sergilemek 
için daha önce incelenmemiş ABD orijinli birincil kaynaklar okura sunulacaktır. 

ABD KONSOLOSLUK RAPORLARINDA İZMİR SUİKASTI 

Daha önce de ifade edildiği gibi, İzmir suikastı hakkında bağımsız birincil kaynaklardan yoksunuz. Bunların en tarafsızlarından biri, olay hakkındaki ABD konsolosluk raporlarıdır. Bu belgeler, yönlendirme, çarpıtma gibi bir emel taşımadıklarından, önemli ve diğerlerinden nispeten daha güvenilirdirler. Bir başka deyişle bu raporlar herhangi bir siyasi amaç taşımaksızın bir Atatürk dostu kabul edilen Amiral Bristol tarafından Washinton'a gönderilmiştir. 

İzmir suikastı hakkındaki ilk rapor, 18 Haziran 1926'da, yani Türkiye'deki ABD Yüksek Komiseri Koramiral Mark Lambert Bristol'ün komplo haberini verdiği gün gönderilmişti.87 Bu, ABD Dışişleri Bakanlığını komplodan haberdar eden kısa bir telgraftan ibaretti. Bristol, olay hakkında kapsamlı raporunu göndermek için bir aydan fazla bekledi. Ancak, 22 Haziran 1926'da, gazetelerden derlediği bilgileri sunan bir rapor hazırladı. Raporunda, İzmir davaları sırasında Türkiye'de kulaktan kulağa dolaşan bir rivayete de yer verdi. [Rivayete göre] Hükümet ya bütün bu komployu baştan sona tezgahlamış ya da iç meselelerdeki otokratik idaresine rağmen, mecliste ve ülke genelindeki siyasi muhalefetini sindirmeyi başaramadığı Terakkiperver Partinin ileri gelenlerini gözden düşürmek için, siyasi nitelik taşımayan gerçek bir komployu bahane olarak kullanıyor. Terakki pervercilerin, Türkiye'nin haklarından gereksiz yere feragat etmesi olarak yerden yere vurdukları Musul antlaşmasının imzasından itibaren, bu muhalefetin hatırı sayılır derecede arttığı bildiriliyor.88 

Okur, Şeyh Said İsyanı ve yukarıda değinilen TCF'nin 1925'teki kapatılması esnasında da böyle bir rivayetin var olduğunu hatırlayacaktır. 

Bu rivayetler, özellikle İstanbul ve İzmir'de, Ankara hükümetine karşı, dışarıdan görünenin altında yatan şüphe ve güvensizliğin göstergeleriydi. 

Bu güvensizliğin ne denli yaygın olduğunu bilmiyoruz. Ama Ankara'nın bu gibi duyguların adamakıllı farkında olduğunu biliyoruz.89 

Yüksek Komiser Mark L. Bristol, 7 Temmuz 1926 tarihli bir başka raporunda, "tertibin gerçekliğine ve komplonun çok geniş, dallı budaklı sonuçlan olacağına" ikna olmuş gözükmektedir.9° Rapor, "hükümet, teşebbüsteki azami sorumluluğu Terakkiperver liderlere yıkma konusunda özel bir çaba sarf ediyor gibi görünüyor. Oysa bugüne kadar alınan ifadeler, onların suçunu asgariye indirirken, hükümetin onlar karşısındaki tezini zayıflatmaya doğru gidiyor,"91 şeklinde devam eder. Hükümeti eleştirenlerin, hükümetin Şeyh Said İsyanından beri muhalefetten toptan kurtulmak istediği şüphesini taşıdıklarını biliyoruz. Bu rapor, İstiklal Mahkemelerinin bu varsayımı silmek için en ufak bir çaba göstermediğini açıkça teyit etmektedir. 

ABD yüksek komiserinin İstiklal Mahkemelerinin İzmir davaları hakkında verdiği hüküm, 3 Ağustos 1926 tarihli on üç sayfalık bir raporda ortaya konur. Mark Bristol'ün genel duygusu, davaların Türk halkına karşı göstermelik olarak yapıldığı ve zanlıların yasal haklarına riayet edilmediği yolundadır. Rapordaki, 'zanlıların kaderinin önceden belli olduğu' iması gayet kuvvetlidir. Örneğin, savcılığın Rüştü Paşa ve İsmail Canbolat Bey için hapis cezası istemesine karşılık, mahkemenin her ikisini de idama mahkum ettiğine dikkat çeken Mark Bristol, mahkemenin en belirgin özelliklerinden birinin savcı ile hakimler arasındaki daimi eylem birliği olduğunu söyledikten sonra, 'o zaman, bu iki insanın akıbeti hakkında niye bir anlaşmazlık varmış gibi görünüyor?' diye sorar. Bristol, çoktandır ortada dolaşmakta olan, mahkemenin, savcı ile hakimlerin her zaman ağız birliği yapmadığı ve bunurila da "tarafsız bir mahkeme" izlenimini vermek istediği teorisini benimser. Yani, bu "görüntü" uğrunadır. 

Mark Bristol'e göre İzmir duruşmaları bütünüyle incelendiğinde, hukuki ve siyasi bakımdan son derece ilginçtir. Hukuken, Türk yargısı "kendini gösterememiştir, çünkü ne mahkemeye sunulduğu kadarıyla deliller ikna edicidir, ne de davalar görülürken incelikli bir adalet kaygısı güdülmüştür. Yerleşik ilkelerden en bariz sapma, zanlıların savunma avukatı tutmalarına da, temyize gitmelerine de izin verilmeyişidir."92 Siyasi olarak ise İzmir davaları TCF'ye o kadar itibar kaybettirmiş tir ki, partililerin bir zamanlar tatmış oldukları itibara yeniden kavuşabilmeleri için, aradan çok uzun bir zaman geçmesi gerekmiştir. İzmir davaları, bu anlamda, esas hedefine ulaşmıştır. 

Duruşmaların Ankara evresine de değinen Mark Bristol, İzmir ve Ankara davaları arasındaki başlıca farkın, İzmir davaları komplo meselesiyle uğraşırken, Ankara davalarının en önemli özelliğinin "çoktan beridir devam ede gelen siyasi çekişmeleri halletmesi ve Türk inkılabının bundan sonra izleyeceği hat sorusunu bir kalemde kestirip atması" 93 olduğuna işaret etmiştir. İzmir davalarının başlıca gayesi, TCF mensuplarının BMM'den atılmasını ve hatırlı İTC'lilerin siyaset sahnesinden silinmesini sağlamaktı. Bir başka deyişle, İzmir davalarıyla zaten TCF ileri gelenleri halkın gözünden düşürülmüş ve bir muhalefet bloğu olarak mecliste ki siyasi kariyerlerine son verilmişti. 

Oysa ufukta gözüken 1927 seçimlerine hazırlık yapan daha tehlikeli bir grup daha vardı. Ankara davaları, özellikle, bazıları Ankara hükümeti saflarında hala hizmet eden bu İTC üyelerinden gelebilecek potansiyel muhalefeti susturmayı amaçlıyordu. Mark Bristol, bu konudaki genel eğilimin, CHF içindeki eski İTC üyelerini küstürmemek için, Kemalist hükümete hizmet eden eski ittihatçılarla, yeni bir ulusal siyasi partiye gönül veren ittihatçılar arasında bir ayrıma gitmek şeklinde olduğunu anlatır. Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi ile İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Bey (Çetinkaya) de bu görüşteydi. Falih Rıfkı (Atay) yönetimindeki günlük Milliyet gazetesi ise, davalarla ittihatçı sorununun bir çırpıda çözülüp atılmasını öneriyordu. Kendisi de eski bir ittihatçı olan Yunus Nadi, İstiklal Mahkemesinin bir bütün olarak İTC ile uğraşmaması, ama niyeti belli bu 
gizli grubu hedef alması gerektiğini öne sürüyordu. 

Mark Bristol'ün tavrını rapor ettiği bir diğer günlük gazete olan Vakit, İstiklal Mahkemesinin sadece İzmir komplosuna bulaşmış olanları dava etmeye muktedir olduğunu öne sürüyordu. Lozan Antlaşması hükümleri nedeniyle, mahkeme eski İTC'lileri siyasi faaliyetleri yüzünden yargılama yetkisine sahip değildi. 

Bu pozisyon, İtilaf kuvvetlerinin hiçbirinin bu konunun üstüne fazla gitmemiş olmaları bakımından önemlidir. Fakat rapor, ABD'li diplomatların sorunun farkında olduklarını açıkça gösterir.94 
   Aksine, sorumlu ABD konsolosu Charles E. Allen tarafından hazırlanan bir başka rapor, ABD Dışişleri Bakanlığına "Lozan Antlaşmasının tasdikini garanti etme çabaları münasebetiyle İstiklal Mahkemelerinin hükmettiği infazlar için doğrudan ya da dolaylı herhangi bir mazeret gösterme çabası içine girmek, hiç de akıllıca olmayacaktır," 95, tavsiyesinde bulunur. Yazar, hiçbir Amerikan ya da azınlık çıkarı çiğnenmediğine göre, ABD'nin Ankara hükümetini kışkırtmaktan kaçınması gerektiğini telkin eder, böylece "Mahkeme ... zanlıların en temel haklarını tamamıyla göz ardı ettiği için, söz konusu infazların hiçbir şekilde mazur görülemeyeceği" 96 gerçeğine rağmen, ABD parlamentosundaki Türkiye aleyhtarları Lozan Antlaşmasının onaylanmasına karşı çıkmak için bunu bir sebep olarak kullanamayacaklardır. 
ABD'nin sorumlu İstanbul konsolosu Charles E. Allen'dan, ABD Dışişleri Bakanlığına giden bir başka rapor, İzmir'de 14 Temmuz 1926'da idam edilenlerin kısaca kimler olduğuna değinir ve nasıl bir geçmişten geldiklerini kıyaslar. Haydut takımı (Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi) bir kenara bırakılacak olursa, diğerlerinin hepsi, orta ile mükemmel arasında değişen tahsiller görmüşlerdir. Bunlar, uhalihazırdaki hükümetin herhangi bir mensubundan hiç de aşağı kalmayacak işler başarmış şahsiyetlerdir." 97 

Daha da önemlisi, diye not düşer Charles Allen: 

Birkaç istisna dışında bu kişiler, İttihat ve Terakki Fırkasının, Mustafa Kemal Paşa'nın bizzat kendisi o fırkanın üyesi iken bile, güya kendi hırsı ve başkalarını çekememezliği nedeniyle muhalif olduğu bir kanadının faal üyesiymişler. 

Bu yüzden, bu şahısların idamının, kendi suçları kadar, Mustafa Kemal Paşa'nın onlara karşı duyduğu korku ve nefretten de kaynaklandığından şüphelenmek için her türlü neden var gibi gözüküyor.98 İzmir'deki Amerikan Konsolosu Samuel W. Honaker tarafından hazırlanan bir başka önemli raporda, İzmir ve Ankara duruşmaları özet olarak aktarılır.99 
   12 Ağustos 1926 tarihli rapor, İzmir davaları hakkında hazırlanmış en kapsamlı (68 sayfa uzunluğunda) kayıtlardan biri gibi gözükmektedir. Washington'u, suikast tertibinden önceki olaylar, davalar, İstiklal Mahkemeleri ve onların İzmir'deki daha eski faaliyetleri hakkında bilgilendiren rapor, duruşmaların tam bir dökümünü içermemekle beraber, daha önce rapor edilmemiş bilgiler ihtiva ettiği için önemlidir. 

Örneğin, Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya) ile zanlı Abidin Bey arasında geçen karşılıklı atışma İzmir davalarının resmi tutanaklarında yoktur. 100 
Rapordan Abidin Bey'in, kendisini doğruyu söylememekle itham eden baş hakimin bir cümlesine tepki gösterdiğini öğreniriz. Abidin Bey duruşmanın bir aşamasında mahkeme reisi ile atışmaya girmiş "kendisinin bir mebus olduğu, İstiklal Mahkemesi reisi gibi bir katil olmadığı" sözlerini sarf etmiştir. Rapor, "[Abidin Bey] belli ki Ali Bey ile Halid Bey [Paşa] arasında geçen ve Ali Bey'in Halid Bey'i Büyük Millet Meclisi binasında vurarak öldürmesi hadisesine değiniyordu. Baş hakim, Abidin Bey'e derhal susmasını emretti, ama o dinlemeyerek: 'Mustafa Kemal Paşa iki yıl önce bütün milletçe seviliyor ve kendisine itimat ediliyordu, fakat mahkeme hakimi gibi ikiyüzlüler onu, reisicumhuru bozdular ve halkın gözünde 
küçülttüler,"101 şeklinde sözlerini sürdürdü. Davanın üçüncü günü cereyan eden bu hadise gazetelerde ya da o tarihli dava zabıtlarında yer almadı. 
   Belli ki mahkeme, konuşmanın yayınını engellemişti. Halit Paşa'nın Ali Bey tarafından katledilmesiyle ilgili olarak evvelden beri ortada dolaşan rivayetleri biliyoruz. Öyleyse bu karşılıklı konuşma resmi tutanaklardan neden çıkarıldı? 

Bu, tutanaklardan çıkarılmış başka bölümler de olabileceği konusunda kuşkular yaratıyor. 
Türk kaynaklarında bulunmayan bir başka malumat da Sheldon Leavitt Crosby'ye gelen ve bazı mebusların BMM'nin feshini istedikleri yolundaki istihbarattır. Crosby bunu şöyle rapor eder: İzmir ve Ankara duruşmalarının doğurduğu bir başka ilginç olasılık da Meclis'in feshidir. Güvenilir kaynaklardan misyonumuza ulaştığına 
göre, bir grup mebus, son oturumların yarattığı ve en az bir kabine mensubuna kadar uzanan genel şüphe atmosferi nedeniyle mevcut Medis'in feshedilmesi arzusuyla Reisicumhur'a yanaşmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve birkaç güvenilir mebus arasında, böyle bir fiilin arzu edilirliğini tartmak niyetiyle şu anda bile gayrı resmi toplantılar yapılmaktadır. Eğer karar olumlu yönde çıkarsa, H ükümet'in henüz, Anayasa gereği meclisin mutabakatını sağlayacak ve yeni seçimleri istediği gibi ayarlayacak manevraları yapacak kuvvette olduğu görülecektir. 102 
Anlaşılan hükümet, henüz ortada kendisini en yakın seçimlerde mahcup edecek birçok bilinmeyen olduğu için, meclisi o sırada dağıtma riskini göze alamadı. Mamafih biliyoruz ki gelecek seçimlere daha bir yıl vardı ve bu da, hükümete BMM'deki bütün sandalyeleri kontrol etmesine yetecek vakti verdi (288 mebustan sadece altısı "bağımsız," geri kalanı iktidar partisi CHF'ye aitti). Sheldon Leavitt Crosby, gayet uzak görüşlü bir başka gözlemdaha yapar. Ölüm cezaları keyfi bir biçimde veriliyor gibi gözükmektedir. 

Örneğin, Ankara'da görülen davadan sonra Hüseyin Cahit'in beraat edip de Cavit'in niçin asıldığı, bugün bile devam eden bir tartışmadır. Hüseyin 
Cahit de hükümetin aynı derecede nefret ettiği ve alarma geçtiği bir şahıstı. Sheldon Leavitt Crosby, bu konuda, "Hükümet, bir süredir kendi lehine 
işleyen popüler bir kışkırtmaya cevap verdi ve öteki kalburüstü İttihatçıların infazının yarattığı etkiyi dengeleyecek geçici bir tedbir olarak bunu seçti," 103 
şeklinde bir spekülasyon yapar. 

ABD maslahatgüzarı bir olasılığa işaret etmektedir. Yine de gerçek nedeni elimizdeki belgeler ışığında bilemiyoruz. 

Okur, şimdiye kadar, Mustafa Kemal'in hayatına bir kastetme girişimi olduğunu ve bu tertibin onun tarafından muhalefeti bertaraf etmek için ustaca kullanıldığına ikna olmuş olsa gerek. Ne var ki, hükümeti devirme, hatta rejimi değiştirme maksadını güden gizli bir örgütün varlığı konusunda pek fazla bir şey söylenmemiştir. Bütün hikayeler, İstiklal Mahkemesinin böyle bir komplonun gerçekten var olduğunu ispat etmekte yaya kaldığında birleşir. 

Ancak, mahkemenin, zanlıların rejimi değiştirmeye yönelik bir komplo içinde olduklarını, çürütülemeyecek delillerle tespit etmeyi beceremeyişi, böyle bir komplonun asla olmadığı şeklinde yorumlanabilir mi? Bir başka deyişle, 1926 öncesinde rejime yönelik bir komplo var mıydı? 

Elimizde, böyle bir komplonun gerçekten var olmuş olabileceğine dair belgeler var. Ancak bu belgeleri sunmadan önce, okuru, bu iddiaları destekleyici başka hiçbir kanıtın ya da bağımsız teyidin bulunmadığı konusunda uyarmak gerek. Bu yüzden, bunları birer olgu olarak almamak gerekir. Yine de, İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Mark L. Bristol tarafından hazırlanan çeşitli ABD diplomatik raporları, bu soruya biraz olsun ışık tutabilir. 

Mark L. Bristol, 17 Haziran 1924'te, Washington'daki Dışişleri Bakanlığına, Seyyid Mehdi Ahmet es-Senusi'nin (namı diğer Ahmet Şerif El-Senusi ve orijinal metinde Sheikh Ahmed Cherif El Senoussi)104 özel kalemi Osman Fahreldine (Fahrettin) Bey'den derlediği bilgileri ayrıntılı bir biçimde aktardığı bir rapor gönderdi. Buna göre, "amacını, açıkça Abdülmecid'in tekrar halifeliğe getirilerek İstanbul'a geri dönmesinin sağlanması olarak ilan eden" 105 gizli bir örgüt vardı. 

  Başlangıçta saltanatın ilgası ve yalnızca ruhani güçlerle donanmış bir hilafetin muhafazasını desteklemiş olan Seyyid Senusi, Türkiye'deki milli harekete ve Mustafa Kemal'in şahsına yakınlığıyla bilinirdi. Ancak Mustafa Kemal'in hilafeti tamamen kaldırma kararından telaşa kapılmış gibi görünüyordu. Osman Fahrettin Bey, ABD Yüksek Komiserine, Seyyid Senusi'nin artık bu gizli örgüte sempati beslediğini bildirdi. Türkiye'de, ta 1924'te ve belki daha sonraları da rejimin değişmesini hedefleyen faal bir gizli örgüt bulunduğuna dair bilginin bağlamı budur. Muhbire göre, Abdülmecit'in halife olarak İstanbul'a dönmesi için kaynak toplayan Mısır Prensi Ömer Tosun'un kendisi de bu gizli örgüte mali destek verecekti. Grubun adına değinilmiyor, ancak gruptan bazılarının adları veriliyordu: İzzet Paşa (sabık sadrazam), Refet Paşa, Ali Rıza Paşa (sabık sadrazam), Kemal Bey (İTC hükümetinde iaşe nazırı) Yusuf Kemali Bey (sabık Mersin mebusu), Selahattin Adil Paşa (1923'te İstanbul kumandanı), Velid Bey (Tevhid-i Efkar başyazarı), Zeki Bey (Gümüşhane mebusu), Hoca Sabri Efendi (sabık Afyonkarahisar mebusu), Hulusi Efendi (sabık Konya mebusu), Ahmet Bey (Diyarbakırlı eşraf), İsmail Nadi Bey (Diyarbakırlı eşraf), Vehbi Bey (Diyarbakırlı eşraf), Abdulfettah Efendi (Vanlı eşraf), Halil Efendi (Vanlı eşraf) ve Abdulvahap Efendi (Vanlı eşraf). 

DİPNOTLAR;

83 867.oorK31/14. 
84 Mahkeme mensuplarının gözü öyle korkmuştu ki, gizlice balkondan atlayarak, baloyu terk ettiler. Bu olayı doğrulayan bir dizi birincil kaynak mevcuttur; bkz. Altay, s. 420; Atay, Çankaya, s. 469. Mahkeme mensuplarından Kılıç Ali, balkondan atlayıp kaçmalarının gerekçesi sebebine itiraz eder. iddiasına göre, dostlarından biri (Falih Rıfkı Atay) Mustafa Kemal'e, mahkeme mensuplarının, 
zanlılara karşı fazlasıyla hoşgörülü olduğundan yakınmış, bundan dolayı canları sıkılan mensuplar, geceyi terk etmiştir. Bkz Kılıç Ali, s. 67. 
85 Hakimiyet-i Milliye, 29 Haziran 1926, Sümer Kılıç'ta da zikredildiği gibi. İstiklal Mahkemeleri Adil miydi? ... , s. 120. Ayrıca Kocahanoğlu, s. 44. Feridun Kandemir de, Konya Mebusu Refik Koraltan  ile yapılmış bir söyleşiden bahseder. Koraltan'ın iddiası, yetkilileri Ziya Hurşit ve avenesi tarafından Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan bir komplo olasılığından haberdar eden kişinin kendisi olduğudur. 
 Bkz. Atatürk'e İzmir Suikastinden Ayn 11 Suikast (İstanbul: Ekindi, 1955). s. 33-48. 
86 Erik Jan Zürcher, Mustafa Kemal'in popülaritesinin, izlediği inkılap siyaseti ve onları uygulama konusundaki sert yöntemleri yüzünden, İzmir suikastı öncesinde sarsıldığını iddia eder. Burada, Mustafa Kemal'in popülaritesini tekrar yükseltmek için bir hadiseye ihtiyaç duyduğu iması vardır. The  Unionisı Factor, s. 144.
87 867.ooıK31/4, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir telgraf. 
88 867.ooıK31/6, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir telgraf. 
89 ismet İnönü, Hatıralar, ikinci Kitap (İstanbul: Bilgi, 1987). s. 212. 
90 867.oorK3r/8. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir rapor. 
91 Age.
92 867.001K3ı/9, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir rapor. 
93 Age. 
94 İstiklal Mahkemesinin meşruluk sorunundan haberdar olduğunu biliyoruz. Mark Bristol'un  bildirdiğine göre, mahkemenin pozisyonu, zanlılann siyasi faaliyetlerinin Lozan Antlaşmasında verilen garantilerin tarihinin dışına çıkıyordu. Mahkeme, 1918'deki Mondros Mütarekesinin hemen öncesi ve sonrasındaki kısa dönem ile İzmir komplosuna kadar olan garanti dışı dönemde gelişen siyasi durumu tetkik ediyordu. Bkz. 867.ooıKJI/9. 
95 867.001K31/ı5. Charles E. Allen'dan Dışişleri Bakanlıgına, 22 Ekim 1926. 
96 Age. 
97 Age. 
98 Age. Şükrü Hanioglu, Allen'ın vardıgı neticeye katılmamaktadır. Hanioğlu'na göre Mustafa Kemal'in ITC'deki pozisyonu, Türk tarihyazıcılığında abartılmaktadır. O dönemde Mustafa Kemal, Cemal Paşa'nın emri altında genç bir zahitti ve esasında, Dr. Nazım ile de iyi ilişkiler içindeydi; Hanioğlu ile yapılan kişisel yazışma, 7 Ekim 2010. 
99 867.001K31/14, A Report on the Smyrna Trial, hazırlayan ABD Dışişleri Bakanlığı, Yakındoğu Meseleleri Bölümü adına by Samuel W. Honeker. Bu belgenin postalanma tarihi 26 Ağustos 1926. 
100 Sema llıkan, Faruk Ilıkan, yay. haz., Ankara İstiklal Mahkemesi .... Editörler, çalışmalarının 3 Ağustos 1926 ve 15 Ekim 1926 arasında günlük Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan tutanaklara dayandığını belirtirler. 
101  867.ooıK3ı/14. 
102 867.oorK3r/r3; Sheldon Leavitt Crosby'den Dışişleri Bakanlığına, ı Eylül 1926. 
103 Age. 
104 Seyyid Mehdi Ahmed es Senusi (1873-1933), Libya'nın 1911 tarihinde İtalya tarafından işgal edilmesine etkin bir biçimde karşı koyan Senusiye tarikatının şeyhidir. 1918'de, son Osmanlı Hükümdarı Vahdeddin'in davetiyle lstanbul'a geldi. Türk direniş hareketini desteklediği ve 15 Kasım 1920'de Ankara'ya geldiği bilinmektedir. Bkz. Timuçin Mert, Atatürk'ün Yanındaki Mehdi (İstanbul: Kara Kutu, 2006), s. 135. 
105 867.oo/18oı, Mark L. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına, 17 Haziran 1924. 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 3

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 3 




Kıyaslandığında, bu iki zeyilnamenin tıpatıp aynı olmadığı görülmektedir. 

Gerçekten de Kazım Karabekir'in mahkemede aldığı, daha uzun olan "resmi" kopyanın köşesinde bir not bulunmaktadır. Kazım Karabekir, belli bir paragrafı işaretleyerek "bu kısım, bize verilenden gayet farklı" diye not düşmüştür 51  

Öyle anlaşılıyor ki, paşaya verilen kopyada, TCF mensuplarına yöneltilen ithamlar atlanmıştı. Bu tutarsızlığın nedenini bilmiyoruz. 

Temmuz 1926'da,52 savcının ikinci zeyilnamesiyle zanlılar listesine muhalefetten başka isimler de eklendi. Liste artık Rauf, Adnan, Rahmi Beyler (hepsi firari) ile Bekir Sami, Feridun Fikri, Kamil. Zeki. Necati (Bursa), Besim, Necati (Erzurum), Selahattin, Ahmet Nafız, Kara Vasıf ve Hüseyin Avni Beyleri ve Cemal Paşa'yı (Mersin) da içeriyordu. Ayrıca, bu bölümün başında, iflah olmaz bir Mustafa Kemal karşıtı olarak adı geçen Hafız Mehmet ile Vahab ve Keleş Mehmet de hükümete karşı komplo kurmakla suçlanıyordu.53 Tümü, meclisin içindeki ve dışındaki siyasi muhalefete mensup olan ve şaşmaz biçimde ikinci grup (birinci BMM'deki muhalefet), TCF ve İTC saflarından gelen bu isimler,54 Mustafa Kemal'in fikrince, onun yeni Türkiye vizyonuna ve liderliğine daimi bir tehdit arz edecekti. 

Bu davaların en akılda kalıcı tarafı, belki de milli hareketin en önde gelen aktörleri olan paşaların mahkemeye düşmesiydi. Bunlar, bir zamanlar, milli davanın en üst düzey hizmetkarları ve Mustafa Kemal'in de en yakın dava arkadaşları idiler. Söz konusu paşalar arasında, hepsi de muhalif TCF üyesi Cemal (Mersinli), Rüştü, Kazım Karabekir, Ali Fuat, Cafer Tayyar ve Refet Paşalar da vardı ve bunlardan bazıları, asker arasında hala büyük bir itibar sahibi idiler. Sonunda, zan altındaki paşaların tamamı, idam edilen Rüştü Paşa hariç "suçsuz" bulundular. Hükümetin, paşaların infazı konusunda askeriyenin tepkisinden emin olamadığı ve buna bağlı olarak mahkemenin onlara karşı yumuşak davrandığına dair iddialar ortaya 
atılmıştır. Söz gelimi Kazım Karabekir'in damatlarından Faruk Özerengin, mahkeme üyeleri zanlı paşaların idam hükümlerini imzaladıkları takdirde, 
onları öldürerek bir ayaklanma başlatmak üzere silahlı birçok muvazzaf subayın mahkemede hazır bulunduğunu öne sürmüştür. Bu gibi korkuların 
etkisiyle paşaların canı bağışlandı.55 

Mustafa Kemal'in yol arkadaşlarından biri olan Fahrettin (Altay) Paşa, generallerin beraat kararının nedenlerini farklı hatırlar. Mustafa Kemal, Fahrettin Paşa ve İsmet Paşa ile yaptığı bir toplantıda, Fahrettin Paşa'ya hitaben, "Ali Bey [İstiklal Mahkemesinin reisi] bizim paşaları da asacakmış, siz ne diyorsunuz bu işe?" diye sorar. Fahrettin Paşa sessiz kalmayı seçerken, İsmet Paşa da tedirgin olduğunu belli eder. Bunun üzerine Mustafa Kemal, "İyi ama eğer asmazsak, geleceğimizden emin olabilir miyiz?" diye üsteler. Bu söyleşiye şahit olan Fahrettin Altay' göre, 
İsmet Paşa Mustafa Kemal'i böyle bir hamlenin yaratabileceği tehlikelere ikna etmiştir. Sonunda kani olan Mustafa Kemal "Pekala bakalım; Ali Bey [Mahkeme Reisi] ile bir daha görüşelim,"56 diyerek kalkar. Fahrettin Altay'ın hatırladıkları, "Biz hiç kimseden emir almadık" diyen Mahkeme azası Kılıç Ali Bey'in söylediklerinin aksine, Mustafa Kemal'in mahkeme üzerindeki otoritesine dair ipuçları veriyor.57 

İzmir'de görülen davalarda en az 36 kişi hakim önüne çıkarıldı.58 
Mahkemeden çıkan hüküm, 15 kişiyi ölüme mahkum ediyordu: 

1) Şükrü Bey (İzmit mebusu); 
2) İsmail Canbulat Bey (İstanbul mebusu); 
3) Arif Bey (Eskişehir mebusu); 
4) Abidin Bey (Saruhan mebusu); 
5) Halis Turgut Bey (Sivas mebusu); 
6) Rüştü Paşa (Erzurum mebusu); 
7) Ziya Hurşit (sabık Lazistan mebusu); 
8) Hafız Mehmet Bey (sabık Trabzon mebusu); 
9) Laz İsmail; 
10) Gürcü Yusuf; 
11) Çopur Hilmi; 
12) Sarı Edip Efe; 
13) Albay Rasim; 
14) Kara Kemal Bey (sabık İTC önde geleni) ve 
15) Abdülkadir Bey (sabık Ankara Valisi). 


Son ikisi hakkındaki hüküm gıyaplarında verildi, çünkü o sırada hala ele geçmemişlerdi. 27 Temmuz 1926'da, İstanbul'da polis tarafından etrafı 
sarılan Kara Kemal. kendini öldürdü.59 

Abdülkadir Bey, 19 Ağustos 1926'da Edirne sınırından Bulgaristan'a geçmek üzereyken yakalandı ve ı Eylül 1926'da asılarak idam edildi. 60 

   Hafız Mehmet'in yeğeni Vahap Bey, Konya'da ıo yıl sürgüne mahkum edildi. Aralarında Kazım Karabekir, Refet, Cafer Tayyar ve Ali Fuat paşaların da bulunduğu diğer zanlılar salıverildiler. Mahkemenin kararından önceden haberdar edilmiş olsalar gerek, çünkü bu paşalar karardan önceki celsede kendilerini savunmak için söz almadılar. Sadece Rüştü Paşa şefaat diledi, ama bahsedildiği gibi yine de ölüme mahkum edildi. Onun neden seçilip ötekilerden ayrıldığını bilmiyoruz. 61 Salıverilen paşalar, daha sonra yıllarca polisin göz hapsinde tutuldular.62 

İzmir duruşmalarından çıkan belki de en önemli karar, mahkemenin, tertipteki İTC parmağını aydınlatmak için, Ankara'da, üst düzey İTC mensuplarının mevcut rejimi devirmeye ve suikast tertibine karışmaktan yargılanacakları bir diğer mahkemenin daha kurulabileceğine hükmetmesidir. Dosyası İzmir'den Ankara'ya yeniden yargılanmak için sevk edilen yedi kişi şunlardı: 

1) Rauf Bey (İstanbul mebusu ve sabık başvekil); 
2) Adnan Bey (sabık İstanbul mebusu ve sabık sıhhiye vekili); 
3) Rahmi Bey (sabık İzmir valisi); 
4) Hilmi Bey (sabık Ardahan mebusu); 
5) ihsan Bey (Ergani mebusu); 
6) Cavit Bey (sabık maliye nazırı); 
7) Selahattin Bey (sabık Sivas mebusu).63 


Zaten Avrupa'da olan Rauf ve Adnan Beyler dönmeyi reddettiler; bu yüzden davaları gıyaplarında görüldü. Bütün bu isimler, ulusal ve uluslararası 
nüfuzlarıyla Ankara'daki liderliğin potansiyel rakipleri idiler. 

Bu yüzden, tamamen siyasi nitelikli olan Ankara davalarının, İzmir davalarından çok daha enteresan olacağı belli olmuştu. Bu davaların daha yakından incelenmesi, sadece hükümetin -yeni rejime sadakati kuşkulu olan-bu grubu sustur maktaki kararlılığını değil, bir zamanlar Ankara çevresinde önemli yeri olan bu insanların savunmasızlığını da ortaya koyar. 

ANKARA DAVALARI. 64 

İzmir davaları, suikasta doğrudan karışanlarla hesaplaşmanın açıkça ötesine geçerek, meclisteki meşru muhalefeti temsil eden talihsiz TCF'ye inen son darbe oldu. Ancak meclisin dışında, yaklaşan 1927 seçimlerinde hala meclise girme potansiyeli taşıyan bir siyasi muhalefet (yani eski kalburüstü İTC'liler) vardı. 
Bu yüzden Ankara İstiklal Mahkemesi, Ankara evresini İzmir evresinden ayırırken, iki hedef gözetmişe benzemektedir. 

Bunlardan ilki, hiç kuşkusuz hükümetin iradesine boyun eğmeyi reddeden ve bu haliyle potansiyel bir tehlike addolunan bu İTC ileri gelenlerini bertaraf etmekti. Böylece, aklından hükümetin otoritesine (rejime olması şart değil) meydan okumayı geçirebilecek diğer alt kademe İTC mensuplarını caydıracak bir nirengi olsun isteniyordu. İkincisi, talihin garip bir cilvesi olarak aralarında daha alt kademeden bazı eski İTC mensuplarının da bulunduğu mahkeme, İTC'nin iç işleyişi hakkında malumat almak, daha evvelki dönemlerde erişemediği gizli bilgilere erişmek istiyordu. Örneğin, Mustafa Kemal'in takımından Falih Rıfkı Atay, daha sonraları, Mahkeme Reisi Ali Bey'in eski Maliye Nazırı Cavit Bey'e karşı olan hasmane tutumunu, eski bir alt kademe ittihatçının kalburüstü bir ittihatçıya duyduğu kıskançlık ve düşmanlık olarak nitelemiştir.65 

Cavit Bey'in sorgulanması, esasen Osmanlının Cihan Harbine girişi ve İTC mensuplarının Avrupalı diplomatlarla yürüttükleri gizli müzakerelere daldığından, yabancı gözlemciler açısından büyük bir merak konusu oldu. 66 

Ankara davaları 2 Ağustos 1926'da başladı. Savcı Necip Ali, İzmir davalarının hükümeti devirmek isteyen gizli bir komitenin varlığını ve TCF'nin eski İTC'nin yeni yüzü olduğunu açıkça gösterdiğini iddia etti ve şöyle devam etti: her ne kadar, Cavit Bey'in evinde, kalburüstü ittihatçı eskileri tarafından kaleme alınan siyasi programdaki düşünceler fikir ve vicdan hürriyetinin koruması altındaysa da, reisicumhura suikastı içeren uygulama planları kesinlikle devlete karşı işlenmiş bir suçtu.67 Savcı bu doğrultuda 39 kişinin cezalandırılmasını istedi. Aşağıdaki r6 kişi, Ceza Kanununun 57. ve 58. Maddelerine (ölüm cezası ya da hayat boyu sürgün) istinaden yargılandı: 

1) Dr. Nazım (İTC merkez komite üyesi); 
2) Cavit Bey (sabık maliye nazırı ve İTC mensubu); 
3) Kör Ali ihsan Bey (İTC sorumlu sekreteri); 
4) Hilmi Bey (sabık Ardahan mebusu); 
5) Küçük Talat Bey (İTC merkez komite üyesi); 
6) Azmi Bey (sabık İstanbul emniyet müdürü); 
7) Kara Vasıf Bey (sabık Sivas mebusu, İTC ve ikinci grup üyesi); 
8) Hüseyin Avni Bey (sabık Erzurum mebusu ve ikinci grup üyesi); 
9) Selahattin Bey (sabık Mersin mebusu ve ikinci grup üyesi); 
10) Nail Bey (sabık Kütahya mebusu ve İTC üyesi); 
11) İhsan Bey (Ergani mebusu ve İTC üyesi); 
12) Mithat Şükrü Bey (İTC genel sekreteri); 
13) Hüseyin Cahit Bey (Tanin gazetesi başyazarı ve sabık İstanbul mebusu); 
14) Hüseyin Rauf Bey (İstanbul mebusu ve sabık başvekil); 
15) Dr. Adnan Bey (sabık İstanbul mebusu) ve 
16) Rahmi Bey (sabık İzmir valisi). 
Savcı, Ceza Kanununun 55 ve 58. Maddelerine 68 istinaden şu şahısların sürgün ve hapis cezalarına çarptırılmalarını istedi: 
1) Hüseyinzade Ali Bey (Tıbbiyede profesör); 
2) Hamdi Bey (İTC üyesi); 
3) Hilmi Bey (sabık posta ve telgraf müdürü); 
4) Vehbi Bey (İTC sorumlu sekreteri); 
5) İbrahim Ethem Bey (İTC Bakırköy şubesi sekreteri); 
6) Cemal Ferit Bey (hamallar kahyası); 
7) Eyüp Sabri (İTC merkez komite üyesi); 
8) Dr. Rusuhi (İTC merkez komite üyesi); 
9) Ahmet Nesimi Bey (sabık hariciye nazırı ve İTC üyesi); 
10) Salah Cimcoz Bey (sabık İstanbul mebusu ve İTC üyesi); 
11) Rıza Bey (emekli binbaşı); 
12) Hüsnü Bey (İTC sorumlu sekreteri); 
13) Naim Cevat Bey (emekli binbaşı ve Battım kongresi reisi); 
14) 67 Savcının iddianamesinin tam metni için, bkz. Kocahanoğlu, s. 481-85, özellikle s. 484 .. 
 68 867.ooıK3ı/12, bu maddeleri 45 ve 48. olarak yazmışbr; bu muhtemelen bir dizgi hatasıdır. Tırnakçı Salim (İTC üyesi); 
15) Said Bey (İTC'li Yakup Cemil'in kardeşi); 
16) Ali Osman Kahya (kayıkçılar kahyası); 
17) Salih Reis; 
18) Cavit Bey (komiser muavini); 
19) Nazım Bey (sabık Düyun-u Umumiye müfettişi); 
20) Çerkes Bey (emekli albay); 
21) İzzet Bey (Bakers Şirketi direktörü); 
22) Rıfat Bey (sabık Üsküdar komiseri); 
23) Hasip (Kara Kemal'in hizmetkarı); 
24) Ahmet Muhtar Bey (İTC sorumlu sekreteri, Bakırköy); 
25) Neşet Bey (Bakırköy binbaşısı); 
26) Gözlüklü Mithat Bey (Milli Mamulat Kumpanyası direktörü); 
27) Mehmet Ali Bey (İktisat Bankası direktörü); 
28) Rıza Bey (İktisat Bankası baş veznedarı); 
29) İhsan Bey (Milli Ticaret Kumpanyası temsilcisi, İzmit); 
30) Hasan Fehmi Bey (Milli Mamulat Kumpanyası temsilcisi).69 

Görüldüğü gibi zanlıların büyük çoğunluğu İTC'yle bağlantılı kimselerdi. İkinci grup üyesi küçük bir topluluk vardı. Mahkeme, İTC'yle 
doğrudan irtibatlı olmayan isimlerin İTC mensupları hakkında değerli bilgiler verebileceğini düşünmüştü. İzmir evresinde, TCF üyelerinin hemen 
hemen tamamı zaten susturulmuştu; davaların Ankara evresine sadece Rauf Bey ve Dr. Adnan Bey dahil edildi; bunun tek nedeni, onların o sırada 
yurtdışında bulunmaları ve hükümetin onlarla nasıl baş edeceğine henüz karar vermemiş olmasıydı. Erik Jan Zürcher The Unionist Factor adlı eserinde, 
haklı olarak, hedefte ittihatçıların olduğunu, çünkü Mustafa Kemal'in onları, kimileri komitacılıktan gelen, dikkate değer iktidar adayı rakipler 
olarak gördüğünü ifade eder.70
Ankara davaları esnasında mahkeme, suikast tertibinden çok şu hususların tetkikine zaman ayırdı: 

1) Sürgündeki İTC liderlerinin siyasi faaliyetleri; 
2) ülke içindeki ve dışındaki İTC liderleri arasındaki iletişimin mahiyeti; 
3) Birinci ve İkinci Meclisteki ittihatçıların çevirdikleri gizli siyasi manevraların niteliği; 
4) sabık İTC liderlerinin Cavit Bey'in evinde ve Kara Kemal Bey'in yazıhanesinde yaptıkları toplanhların vasfı; 
5) İkinci Meclis seçimlerindeki, kısmen başarılı olan İTC kışkırtmaları ve 
6) Mecliste TCF'nin teşkili üzerinden bir muhalefetin oluşturulmasında İTC mensuplarının rolü.71 

    Davanın yabancı gözlemcileri, sanıklara yöneltilen ithamların doğru dürüst belgelenemediği ve mahkemenin "zanlı kendisinin masum olduğunu 
ispat edene kadar suçludur" Napolyonik ilkesine72 yürekten bağlı olduğunda hemfikirdirler. Bir İngiliz raporu, Ankara davaların.ı maskaralık 
olarak niteler: "Suikast tertibinde suç ortaklığı yapmak konusundaki deliller sudandı. Mahkeme, İttihat ve Terakki Cemiyetinin en parlak beyni olan 
Cavit'i ve İttihat ve Terakl<i Cemiyetinin komplocu başı Nazım'ı ortadan kaldırarak, açıkça Gazi'nin konumunu emniyet altına almaya zaten karar 
vermişti. ... Ülke baştanbaşa sindirilmiş, muhalefet susturulmuş veya en azından, iyice yeraltına itilmişti."73 ABD'li bir gözlemci, mahkemenin, İTC 
mensuplarına yöneltilen siyasi ithamların, Lozan Antlaşmasının lafzını değilse de ruhunu ihlal etmesi ihtimalini takmadığına işaret ediyordu.74 
Sonunda, Ceza Kanununun 55. ve 57. maddeleri uyarınca, Cavit Bey (sabık maliye nazırı), Dr. Nazım Bey (İTC merkez komite üyesi), Hilmi 
Bey (sabık Ardahan mebusu) ve Nail Bey (İTC sorumlu sekreteri) ölüm cezasına çarptırıldı. Ceza Kanunu'nun 55. ve 57. maddeleri uyarınca, Vehbi 
Bey (İTC sorumlu sekreteri), Hüsnü Bey (İTC sorumlu sekreteri), İbrahim Ethem Bey (İTC sorumlu sekreteri), Hüseyin Rauf Bey (sabık başvekil ve 
İstanbul mebusu) ve Rahmi Bey (sabık İzmir valisi) onar yıl kalebentliğe mahkum edildi. Ceza Kanunu'nun 64. maddesine göre de, Ali Osman 
Kahya (kayıkçılar kahyası) ile Salih Reis (hamallar kahyası) kendi memleketlerinde onar yıl sürgünle cezalandırıldılar. Kalan 37 İTC üyesi ise beraat 
etti. Rauf Bey'in, adı her ne kadar "suikastın ardındaki beyin" diye geçse de, ölüm cezasına çarptırılmamış olması dikkate değerdir.75 Mahkemenin, 
milli hareketin önemli üyelerinden biri olan Rauf Bey'i mahkum etmekten belli bir tedirginlik duyduğu anlaşılır bir şeydir. 

    Mustafa Kemal'in hayatına kasteden İzmir suikastı tertibi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bugüne kadar en ihtilaflı konularından biri olarak 
kalmaya devam etmiştir. Bu noktada, komplonun etrafındaki şüpheleri daha yakından tetkik etmemiz gerekiyor. 

   TERTİBİN ETRAFINDAKİ SİS BULUTU

Daha önce de değinildiği gibi, İzmir tertibinin etrafında bir sürü komplo teorisi bulunmaktadır. Bunları, Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay'ın76 da aralarında bulunduğu birçok muhalif ortaya atmıştır. 

Şunu da kaydetmek gerekir ki hükümetin komployla irtibatından şüphe etmek için yeterli neden vardır; ancak, Mustafa Kemal'in ya da hükümetin bunu bilerek tasarladığı ya da kışkırttığı yolunda somut ya da inandırıcı hiçbir delil yoktur. Hükümet, Şeyh Said İsyanı gibi bu komplodan da azami ölçüde siyasi çıkar elde etmek için faydalanmıştır. 

Önce olayın etrafındaki kuşkulu olgulardan bazılarına bakalım. 

Örneğin, insan pekala komployu ifşa eden mektubun tarihinden şüphelenebilir. 
Biliyoruz ki, komplonun iştirakçilerinden biri olması planlanan Giritli Şevki, İzmir polisine suikast ortaklarını ele vermek niyetiyle 14 Haziran 1926'da başvurdu. Ancak, Şevki'nin Mustafa Kemal'e yazdığı mektup 15 Haziran 1926 tarihini taşımaktadır. Şayet o, İzmir'deki yetkililere Haziran'ın 14'ünde teslim olmuş ise, bunun anlamı onun yanında Mustafa Kemal'e önceden yazılmış bir mektupla teslim olamayacağı ve mektubun ertesi gün yazılmış olduğudur. Duyulan ilk şüphe, onun karakolda böyle uydurma bir ithamda bulunması için talimat almış olabileceğidir.77 
   Ancak onun yetkililere belki de sözlü ifşaatta bulunmuş, daha sonra ifadesini bir mektupla belgelemesinin istenmiş olabileceği ihtimali düşünüldüğünde, bu iddia zayıflamaktadır. Bununla birlikte, bu da Giritli Şevki'nin paniğinin nedeninin Mustafa Kemal'in seyahatini ertelemesi olamayacağı, çünkü onun polisin Mustafa Kemal'i haberdar ederek ondan seyahatini ertelemesini istediğini zaten bildiği anlamına gelir.78 

Giritli Şevki'nin karar değişikliğinin sebebinin ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Kimi kaynaklar Giritli Şevki'yi korkuya kaptıranın, muhtemelen Sarı Edip Efe'nin İzmir'den anlaşılmaz ayrılışı olduğunu ima ederler.79 

Komplo hakkındaki bir diğer spekülasyon, Sarı Edib Efe'nin suikastçıların faaliyetlerini yetkilere bildirmekle görevli bir hükümet ajanı olduğudur.80 
Dolayısıyla, bu görüşe göre, hükümet (veya Mustafa Kemal) bir komplonun kotarılmakta olduğunun gayet iyi farkındaydı. Kazım Karabekir, savunmasında 
büyük bir ısrarla, mecliste muhalefet adına ne kaldıysa onu da ezmek için, Şeyh Said İsyanı gibi bu komplo planlarının da ilerlemesine bilerek izin verildiğini ileri sürmüştür. Ne de olsa, Sarı Edib Efe'nin BMM Başkanı ve TCF mensubu Kazım (Özalp) Paşa ile olan yakınlığı, Ankara'daki herkesin malumuydu. Kazım Karabekir'e göre, TCF'yi tertipte parmağı olmakla suçlayan Sarı Efe Edib'in, hükümetle olan yakınlığı konusunda mahkemede sorguya çekilmesi gerekirdi.81 
Bu varsayımı güçlendiren husus, San Edib Efe'nin bu konu hakkında sorguya çekilmemiş ve mahkemede "Bu kararda benim yaptığım hizmet dikkate alınmamıştır,"82 diyerek konuşmaya yeltendiğinde, mahkeme başkanı tarafından çabucak susturulmuş olmasıdır. Bu hizmetlerin niteliği neydi, bilemiyoruz. Samuel W. Honaker şunu ifade ediyor: 


DİPNOTLAR;

51 Kılıç, s. 277-78. Kazım Karabekir'e verilen zeyilname aslının sureti, s. 278'de bulunabilir. Karabekir'in el yazısıyla yazılmış notlardan dolayı, bu belgenin bazı bölümlerini açıkça okumak zordur. 
52 Belgede belirtilen bir "gün· yoktur. 
53 Kılıç, IIO·II. 
54 Mahkeme, ITC'nin il. Abdülhamid istibdatını hafifleterek memlekete büyük bir hizmette bulunduğunu ve ITC'nin çok sayıda üyesinin de dönemin milliyetçi hükümetinde hizmet ettiğini tasdik etmiştir. Bundan ötürü, ITC genellikle üyelerinin suistimallerinden bütünüyle sorumlu tutulamıyordu. Bkz. 867.ooıK3ı/14, s. 30. Ancak, TCF'ye böylesi bir hoşgörü gösterilmedi. 
55 Kılıç, s. 23o'da da belirtildiği gibi, Faruk Ozerengin'in söyleşisi, ı987'de Teklifdergisinde (sayı 6) yayınlandı. Rıza Nur da bu söylentiden, Hayat ve Hatıralanm, isimli eserinin (lstanbul: Altındağ. 1968). dördüncü cildinde söz eder (s. 1388). Bir lngiliz kaynağı da "Ordunun homurdanmaya başladığını ve 
Mustafa Kemal'in, bu vaziyette generallerin bırakılmasına taraftar olduğunu" belirtir" E 633/633/44. Sir G. Clerk'ten Sir Austen Chamberlain'e, alınış tarihi 7 Şubat 1926, British Documents on Foreign Affairs, s. 415. 
56 Fahrettin Altay, ıo Yıl Savaş ve Sonrası: Görüp Geçirdiklerim (İstanbul: İnsel, 1970), 241. 
57 Hulusi Turgut, yay. Haz. Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anılan (İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2005), 419 .. 
58 Kocahanoğlu, 8-9. 
59 "The Turkish Plot: End of Kara Kemal Bey" The Times, 29 Temmuz 1926, s. 12. 
60 Kocahanoğlu, 791. Gazeteler, onun tutuklanışını 23 Ağustos r926'da bildirdiler. 24 Ağustos 1926'da The Times'ın bildirdiğine göre, ilk tutuklandığında, isminin Abdülkadir olduğunu reddetmişti. Kendisini, ordudaki eski yüzbaşılardan "Nazif' olarak tanıtmışh. Bkz. Arrest of Turkish Noble," s. 10. Bu kişinin infazı için, bkz. Mumcu, s. ror; Kocahanoğlu, s. 821; "Another Turkish is Hanged," New 
York Times, 2 Eylül 1926, s. 7. 
61 Kocahanoğlu, 443-45. 
62 Mumcu, bu iddianın doğruluğunu kanıtlamak için Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Arşivlerinde bulunan önemli bir belgeye değinir (A-IV, 16-4, D. No 67). Belgede Kazım Karabekir, Refet, Cafer Tayyar. Ali Fuat, Albay Çolak Selahattin, Kara Vasıf, Bekir Sami, Feridun Fikri, Hüseyin Avni ve Cavit Bey'in kansı Aliye Hanım'ın yıllarca polis tarafından göz hapsine alındığı belirtilmektedir. Bkz. Mumcu, dipnot 76. 
63 Karar ve hükmün tam metni için bkz. Kocahanoğlu, 449-63. ABD kaynakları, listeye karar hükmü aslında bulunmayan iki isim daha ilave ederler: Kara Vasıf ve Hüseyin Avni Beyler; 867.ooıK3ı/9. 
64 Aksi belirtilmediği halde, bu bölümdeki bilgiler şu kaynaklardan gelmektedir: Sema Ilıkan, Faruk Ilıkan, yay. haz., Ankara İstiklal Mahkemesi: Ankara İstiklal Mahkemesi'nde Cereyan Eden Su-i kasd ve Taklib-i Hükumet Davası'na Ait Resmi Zabıtlar (İstanbul Simurg, 2005); ABD arşiv belgeleri 867.ooıK3ı/9 ve 12; Kocahanoğlu ve Mumcu. TİTE de ITC mensuplarının eylemleriyle ilgili bazı  belgelere sahiptir; bkz. K67Gı42B1, K63G96B1, K67Gı41B2. 
65 Falih Rıfkı Atay, Çankaya (İstanbul: Pozitif, 2004), 468-69. 
66 "Angora Trial Gives Historical Data," New York Times, 5 Eylül 1926, s. 16; 
67 Savcının iddianamesinin tam metni için, bkz. Kocahanoğlu, s. 481-85, özellikle s. 484 ..
68 867.ooıK3ı/12, bu maddeleri 45 ve 48. olarak yazmışbr; bu muhtemelen bir dizgi hatasıdır
69 867.ooıK3ı/ı2'nin sunduğu liste ile savcının iddianamesi arasında bir çelişki vardır. ikincisinde listeye birkaç isim daha eklenmiştir: Sadettin Bey, Kantarcı Firması ortaklarından Bekir Bey ve Silki  (Sıtkı?)Bey. The Times'ın belirttigine göre 49 kişi suçlanıyordu ve savcı, iddianamesini okurken,  bunların sadece yarısı hazır bulunmaktaydı. "The Angora Trial," 4 Ağustos 1926, s. ıı. 
70 Zürcher, 160-61. 
71 867.oorK3r/r2
72 Age.
73 British Documrnts on Foreign Affairs, 415.
74 867.001K31/r2; Maslahatgüzar Sheldon Leavitt Crosby'den, Dışişleri Bakanlığına, ı Eylül r926.
75 Zürcher, 156.
76 Kılıç, s. 7-18. Aynca bkz. Kocahanoğlu, s. 43-52.. 
77 Rauf ve Kazım Karabekir, San Edip Efe'nin suikasttaki pozisyonunu, Şeyh Sait lsyanı'nda İngiliz temsilcisi rolünde Seyyid Abdülkadir'in yanına yaklaşan hükümet ajanı sahte Mr. Templen'a benzetir; Kocahanoğlu, 47, 299. 
78 Diğerlerinin yanında, mesela Cemal Avcı da, Mustafa Kemal'in ziyaretini ertelemesinin, Giritli Şevki'nin tertibi ifşa etmesinde sebep olduğunu belirtiyor. lzmir Suikastı: Bir Suikastin Perde Arkası (İstanbul: I.Q Kültür Sanat, 2007). 72. 
79 Mumcu, 7-9; Mumcu'nun belirttiğine göre polis sorgusunun resmi kayıtlan, Cumhurbaşkanı Özel Kalemi Hayati Bey, birinci yaver Rasuhi ve İzmir Valisi Kazım Paşa tarafından muhafaza ediliyordu. 
Bu kayıtlar, Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Arşivlerindedir. Mumcu, s. ro -ıı ve dipnot 2, kayıtların özel dosya numarasını bildirir. Ben, bu arşivlerde çalışma olanağı bulamadığım için, bu konuda Mumcu'nun çalışmasına dayanıyorum. Kocahanoğlu, buna herhangi bir göndermede bulunmaksızın, Giritli Şevki'nin 
İzmir Polisi tarafından yapılan sorgusunda, tertibe katılan diğerlerinden duyduğu kadanyla tüm Halk Fırkası mensuplarının ve Meclis Reisi Kazım Paşa'nın (Özalp) da olayın içinde olduğunu öğrenip kortuğunu ve bundan ötürü, doğrudan doğruya Mustafa Kemal'e haber vermeyi tercih ettiğini söylediğini bildirir (s. 56 -57). Ancak bu durum, onun fikrini neden değiştirdiğini açıklamaz. Aynca, bu bilgilerin 
doğruluğu da şüphelidir; basitçe söylemek gerekirse, Kocahanoğ.lu. İzmir'deki polis sorgusuyla ilgili herhangi bir kaynak göstermez. Ayrıca bkz. Azmi, s. 97. 
80 Rauf ve Kazım Karabekir'in işaret ettiği gibi, Sarı Edip Efe, tıpkı Şeyh Sait İsyanı sonrasında, Seyyid Abdülkadir'i kafeslemek için İngiliz temsilcisi gibi davranan hükümet ajanı Mr. Templen gibi hareket etmiştir; Kocahanoğlu, s. 47, s. 299. 
81 Sümer Kılıç. n8-19. 
82 Mumcu, 15; Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Cilt 2., 213




***