18 Ekim 2020 Pazar

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 6

 ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 6 


CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,


TAKRİR-İ SÜKUN VE GAZETECİLERİN DURUMU..,


Takrir-i Sükun ve Gazetecilerin Durumu 
6 Mart 1925'te, yani Takrir-i Sükunun geçmesinden sadece iki gün sonra, hükümet Tevhid-i Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Orak Çekiç ve Sebilür reşat gazetelerini kapattı. Bir ay sonra, Hüseyin Cahit Bey'in başyazarı ve yöneticisi olduğu Tanin de onlara katıldı.79 

Hüseyin Cahit (Yalçın) ünlü bir İTC üyesi ve sıkı bir Ankara hükümeti muhalifiydi. 11 Ağustos 1925'te listeye, Ahmet Emin (Yalman) yönetimindeki Vatan da eklendi. Takrir-i Sükun döneminde kapatılan diğer gazetelerden bazıları şunlardır: 
Yoldaş, Presse du Soir, Resimli Ay, Millet, Sada-yı Hak, Doğru Söz, Kahkaha, Tok Söz, İstikbal ve Sayha.80 Ortada büyük gazete namına serbestçe satılan, sadece hükümetin yayın organı Hakimiyet-i Milliye (Ankara) ile Cumhuriyet (İstanbul) kaldı. 
İTC'nin yayın organı Tanin'in, gazete kapatmaların ilk raundunda değil de bir ay sonra kapatılması ilginçtir. Bu belki de, radikallerin İTC üyeleriyle nasıl baş edeceklerine hala karar vermemiş olduklarını gösterir. 

Birçok İTC mensubu zaten CHF'deydi;8' bu yüzden, bu tehirin CHF içinde olduğu kadar dışındaki İTC'lilerin de tepkisini ölçmeye dönük bir önlem olması mümkündür. Hükümet muhtemel tepkiyi göğüslemekte kendini daha emin hissetmiş olmalı ki, 15 Nisan 1925'te Tanin de kapatılmıştır. 

Bu kararın sudan bir gerekçesi vardı: gazetenin, TCF'nin İstanbul genel merkez ve şubelerinin kapatılması için "baskın" sözcüğünü kullanması.82 

İsmet Paşa Hükümeti, Takrir-i Sükuna dayanarak, bu kelimeyi tahrik edici ve dolayısıyla kamu güvenliği için tehlikeli buldu. Sonuç olarak, İTC'nin yayın organının hedef alınmasına dişe dokunur bir protesto gelmedi. Buna rağmen, radikallerin öteki İTC'lilerle baş etme konusunda içleri hala rahat değildi ve önde gelen İTC yöneticilerinin Mustafa Kemal'e yönelik İzmir suikastıyla ilişkili oldukları iddiasıyla asıldığı 1926'ya kadar da, onların siyasi faaliyetlerine kuşkuyla yaklaştılar.83 

Kapatılan gazetelerin tümü İstanbul'da yayınlanmıyordu, dolayısıyla hepsi "İstanbul Basını" denilen basına mensup değildi. Esasında bu gayet eklektik bir etiketti ve sadece İslamcıları ve hükümeti eleştiren, bu münasebetle de kanunun baş hedefi olan diğer muhalif gazeteleri değil, komünist gazeteleri de içine alıyordu. İşe bakın ki, komünist gazeteler Şeyh Said İsyanını doğunun geriliğinin bir göstergesi sayarak başından beri şiddetle eleştirmiş ve hükümetin bu isyanlara karşı benimsediği sert tutumu tamamen desteklemişlerdi. Hele Orak Çekiç hükümete pek iltifat ediyordu.84 
Erik Jan Zürcher, gayet yerinde olarak "yeni Ankara İstiklal Mahkemesi'nce ilk kovuşturulanlar, TCF üyeleri değil, solculardı" gözleminde bulunur. Otuz sekiz sosyalist ve komünist "komünist örgütlenme ve propagandalarda bulundukları, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye attıkları ve rejimi değiştirmeye çalıştıkları"85 suçlamasıyla tutuklanıp Ankara'ya gönderildiler. 
Bu, radikallere uymayan her türlü siyasi ve entelektüel hareketin, kamu güvenliğini tehlikeye düşürmekle yaftalanacağı nın açık bir işaretiydi. 

Örneğin 27 Mayıs 1925'te, Tanin gazetesi editörü Hüseyin Cahit (Yalçın), gazetedeki bir makalesinde "baskın" sözcüğünü kullandığı için ömür boyu sürgün cezasıyla küçük Anadolu şehri Çorum'a gönderildi.86 
Hüseyin Cahit'in, İstiklal Mahkemelerini tasvir eden ünlü "böyle bir mahkemenin mensubu olmaktansa, maznunu olmayı kat be kat tercih ederim"87 cümlesini sarf ettiği dava, bu davadır. Cevat Şakir (Kabaağaçlı daha sonra "Halikarnas Balıkçısı" olarak ünlendi) ve Zekeriya (Sertel) de üç yıllığına Bodrum'a sürüldü. Bu sürgünün nedeni, Cevat Şakir'in Resimli Ay dergisinin 23 Nisan 1923 tarihli sayısında yayınlanan "Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" başlıklı yazısıydı. Yazar, 88 burada asker kaçaklarının gereken işlemler yerine getirilmeden idam edildiklerini ortaya atınca, hükümeti kızdırmış ve Ankara İstiklal Mahkemesi de, yazar Cevat Şakir'in yanında Resimli Ay dergisinin editörü 
Zekeriya Bey'in de, aynı hükümle icabına bakıvermişti.89 

Ankara İstiklal Mahkemesi, Mersin Doğru Söz gazetesi editörü Ata Çelebi'yi de bir yıl hapse mahkum etti. 

Esasında, Şark İstiklal Mahkemesine gönderilen gazetecilerin durumu çok şey anlatır. Onların Diyarbakır ve daha sonra Elazığ'daki davalarına ilişkin halihazırdaki bilgiler, hükümetin muhalif basını susturmak ve böylelikle tamamen kendi kontrolünde olmayan gazetelere ibret vermek istediğini gösterir. Savcı Süreyya Bey, 7 Haziran 1925'te bazı gazetecilerin tutuklanmasını talep ederken gerekçesini şöyle açıklamıştır. 

İsyanın [Şeyh Said] türlü türlü sebepleri vardır. Bunların arasına basın hürriyetini şahsi maksatlar veya şahsi ve siyasi gayeler uğruna kötüye kullanan, kasti veya gayri kasti surette yazılan yazılarının isyan üzerine tesirleri olan gazetelerin tutumu da girebilir. 

Bu sebeple, [ilgili] gazeteler buraya [mahkemenin tetkikine] celb edilmeli, yazılarının isyana tesiri dokunduğuna kanaat gelen gazeteciler davaya dahil edilmelidir.90 

Süreyya Bey'in gazetecilerin tutuklanması talebi, Şeyh Said'in sorgusunda "Sebilürreşat gazetesindeki makaleler, hükümete olan hiddetimizi artırmış ve bizi [böyle bir isyana] teşvik etmiştir," 91 demesine dayanıyordu. Gazetecilere yöneltilen bu suçlamaların, Şeyh Said'e yapılan boş vaatlerin sonucu olabileceğini aşağıda göreceğiz. 
Yine de, 22 Haziran 1925'te, Tevhid-i Efkar'dan Velit Ebüziya, Sadri Ethem (Ertem) ve Fevzi Lütfi (Karaosmanoğlu); Son Telgraftan İlhami Safa; 
Tok Söz'den Abdülkadir Kemali (Öğütçü) ve Sebilürreşat'tan Eşref Edip tutuklanıp önce Ankara'ya, oradan Diyarbakır'a gönderildiler. Bu davanın maznunu olan diğer gazeteciler arasında, Gündüz Nadir, Ahmet Şükrü (Esmer), Suphi Nuri (İleri), İsmail Müştak (Mayakon) ve Ahmet Emin (Yalman) da vardı. 

Ahmet Emin, hatıratında, gazetesi Vatan'ın Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın desteği sayesinde, Ağustos 1925'e kadar kapanmadan kalabilen yegane İstanbul gazetesi olduğunu belirtir. Ne var ki hükümet ondan, hükümetin TCF'yi kapatma kararını savunan bir makale yazmasını isteyince, Ahmet Emin buna boyun eğmeyi reddeder.92 Sonuçta Vatan kapahlır ve Ahmet Emin de ugazetenin hükümetin manevi nüfuzunu kırarak isyana sebep olduğu" 93 gibi tuhaf bir ithamla Diyarbakır'a gönderilir. 

Süreyya Bey Ankara'da olduğu için bu davada savcı olarak ona vekalet eden Avni Doğan'ın hatıratı, olanların içyüzünü gösterir. Doğan, savcı Süreyya Bey'in (Örgeevren) böyle bir yargılamanın hukuki zemini olmadığı yolundaki itirazlarına rağmen, gazetecilerin mahkemeye çıkarıldığını öne sürer.94 Bununla da yetinmeyerek. gazetecilerin yargılanması konusunda dikkate değer bir dürüstlükle bir gözlemini anlahr. Bu bilgi, davanın savcısının kendisinden geldiği için özellikle önemlidir. 

İstiklal Mahkemesindeki arkadaşlarla yaptığımız hususi toplantılarımızda söz döner dolaşır, gazetecilerin tecziyeleri (cezalandırılması) lüzumu üzerinde karar kılardı. Benim ne düşündüğümü ve nasıl bir iddianame hazırlayacağımı çok merak ediyorlar, sık sık buna dair suallerle beni sıkıştırıyorlardı. Ben kaçamaklı cevaplarla düşüncemi açıklamaktan sakınmaya devam ettim. Çünkü Şeyh Said'in gazete muharrirlerinin birer birer isimlerini söyleyerek yaptığı isnadın içyüzünü sıkı bir tetkikten sonra tamamen öğrenmiş bulunuyordum. 

Şeyh Said'in gazeteciler hakkında yaphğı beyanat, kendi fikir ve kendi kanaatinden doğmuş değildi, ona telkin yapılmış, muayyen isimler 
verilerek bunları itham ederse cezasının hafifletileceği vaat olunmuştu. 
Beni cesaretlendirmek için, Ankara' daki ikinci derece zevattan, her gün şifreler alıyordum. Bu şifrelerde, gazetecilerin cumhuriyetin ilanından beri hükümete karşı aldıkları menfi durum izah olunarak, haklarında tatbik edilecek cezanın bana itibar sağlayacağı ifade edilmekte idi.95 

Böylece, gazetecilerin yargılanmasının hükümet tarafından tertiplenmiş bir dava olduğunu, en yetkili kaynakların birinden duymuş oluruz. 

Yargılanan gazetecilerden biri olan Eşref Edip'in hatıraları da, bu bilgiyi doğrular. Diyarbakır yolunda, bir gece Urfa hapishanesinde kaldığını belirten Edip, orada, aynı mahkeme tarafından Batı Anadolu'ya sürülmüş çeşitli Kürtlerle karşılaştığını kaydeder. Muhtemelen Şeyh Said'le birlikte hapsedilmiş olan ya da onunla hapiste bir bağlantısı bulunan bu Kürtler, Eşref Edip'e, mahkeme üyelerinden Ali Saip'in, Şeyh Said'e, eğer bu davaya gazetecileri bulaştırırsa, hayatının bağışlanabileceği izlenimini verdiğini anlatırlar. Bu yüzden, "Şeyh Said son ana kadar Edirne'ye sürgüne gönderileceğini zannetmişti."96 Acaba, Şeyh Said'in asılmadan önceki son sözleri, "Ali Saip Bey, hani hakikati(?) söylersem, beni kurtaracaktınız,"97 böyle bir gizli anlaşmanın göstergesi olabilir mi? 

Mahkemenin işleyişindeki benzer anormallikler, başsavcı Süreyya Bey'in anılarında da bulunabilir. Süreyya Bey, Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi adlı hatıratında, kendisinin mahkemenin, İstiklal Mahkemeleri kuruluş kanununda belirtilmeyen suçlara karışmaması gerektiği şeklindeki tutumuna, Ali Saip Bey'in gösterdiği tepkiyi anlatır. Ali Saip Bey, kızgın, şöyle sorar: 

Süreyya Bey! Siz, mahkememizin İstiklal Mahkemeleri kanununda tasrih edilen suçlardan başka fiillere el koyup muhakeme edilemeyeceğini söylüyorsunuz ... (Ama] Ankara İstiklal Mahkemesi, askeri, mülki ceza kanunlarının ve diğer kanunların her maddesine temas eden bütün cürümlerin muhakemelerini görmektedir. Bu nasıl oluyor? 98 

Ali Saip Bey ve diğer mahkeme üyelerinin, mahkemenin bakacağı davaları seçmekte daha yetkili olmasını istedikleri, Süreyya Bey'in ise bu davaları açmakta tereddüt ettiği açıktır. Ali Saip Bey bir noktada "Pekiyi ... Biz de öyle hükümler [diğer bazı suçlara bakmaya karar] verirsek, siz o hükümler aleyhine itiraz eder misiniz?" diye açıkça sorar. Süreyya Bey'in cevabı da aynı derecede açıktır. "Gayet tabii kardeşim!"99 Ali Saip ve Lütfi Fikri, karşı hamleye geçerek, Süreyya Bey'i üstü kapalı bir biçimde, Ankara'yı onun işbirliği yapmaktaki isteksizliğinden haberdar etmekle tehdit ederler. Süreyya Bey, "Lütfen beni dinleyiniz" diye sertçe cevap verir. "İşte, kısaca tekrar söyleyeyim. Mahkememizin vazife ve salahiyeti kanun-u mahsusla muayyendir. Bunun haricine çıkamayız. Ama siz [mahkemenin diğer azaları] çıkarsanız, buna başka surette karışıp menetmeğe de çalışmam. 
Mesuliyetini yüklenmiş bulunduğum iddia makamının kanunla muayyen salahiyetlerini, bilhassa mahkeme hüküm ve kararlarına karşı Müddeiumumiliğe tanınmış olan itiraz hakkımı istimal ederim."100 Bu kez baş hakim Mazhar Müfit Bey söze karışıp ona "Efendim, [ama] bir de Takrir-i Sükun kanunu var," hatırlatmasında bulundu. Süreyya Bey mahkemede yalnız kaldığını anladı. Ertesi gün mahkeme üyesi Lütfi Müfit Bey'le görüşmeye gittiğinde, ondan İstiklal Mahkemeleri selahiyetini genişletmek isteyenlerin zihniyetini özetleyen bir cümle işitti. "Bizim muayyen milli bir gayemiz vardır," dedi Lütfi Müfit Bey "Ona vannak için, ara sıra kanunun fevkine de çıkarız [vurgu bana ait]." Bu, Avni Doğan'ın yukarıda bahsedilen Ankara baskısı tecrübesinin sıra dışı bir kabulüydü. Avni Doğan ve Süreyya Örgeevren'in anıları, mahkemelerin hükümetin muhalefeti 
susturma vasıtası olduklarını kesin bir şekilde doğrular. Süreyya Bey'in Müdafaayı Milliye Vekili Recep Bey ve Başvekil İsmet Paşa'dan aldığı telgraflar, 
onu mahkemenin öteki üyeleriyle işbirliği yapmaya mecbur etti.101 

  Süreyya Bey, Ankara'nın baskıları sonucunda istifa ettiğini ve Şark İstiklal Mahkemesinin istediği suçlara istediği gibi baktığını anlatır. 
İstiklal Mahkemelerinin, Ankara'daki radikaller tarafından yönlendirildiğine hiç şüphe yok. Hatta günlük İslamcı gazete Sebilürreşat'ın editörü Eşrep Edip, Ankara'nın gizli talimatlarını almakla görevli mahkeme kişisinin Ali Saip Bey olduğunu iddia edecek kadar ileri gider. Eşref Edip, itham altındaki gazetecilerin Ali Saip'in pozisyonunu yakından izlediklerini, çünkü onun Ankara'dan özel şifreli mesajlar aldığını bildirir. 


DİPNOTLAR;

79 Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde, s. 149, Vatan'ın, 17 Nisan 1925 tarihli sayısı zikredilir. 
80 Ahmet Emin Yalman, şu gazeteler için 9 Mart 1925 tarihini verir: Presse du Soir, Sada-yı Hak,  Kahkaha, istikbal; bkz. Yalman, Yakın Tarihte ... , s. 164 .. 
81 ABD konsolosluk raporlarında, CHF'nin eski İTC'li üyeleriyle ilgili olarak özel bir başlık açılmışhr. ABD'nin Türkiye Yüksek Komiserliği delegelerinden Maynard B. Barnes 15 Ekim 1923'te, şu saptamayı yapar: "Aslında, Halk Fırkası gerçek manada mevcuttur denilemez. Bu, Mustafa Kemal Paşa'nın popülaritesi üzerine inşa edilmiş, tamamen kurgusal bir oluşumdur. Fırkanın sıradan efradı halen 
Cemiyet mensuplarındandır ve bunlar, Kemal'in popülaritesi azaldıkça ve güçlü Cemiyetçi liderler açıktan açığa siyasi arenaya girdikçe, kendi asıl fırkalanna döneceklerdir. Maynard B. Barnes tarafından hazırlanmış, 15 Ekim 1923 tarihli, 867.001/1737 numaralı, "Political Sitıation in Turkey" başlıklı dosya,. Aynı dosya, "İttihatçıların iktidara yeniden gelmesi kaçınılmazdır" şeklinde bir öngörüde de 
bulunmaktadır. Bu belge açıkça gösteriyor ki, eski İTC mensupları CHF'nin bir parçasıydı ve parti liderliği onları yabancılaştırmayı açıkça istemiyordu. 
82 Yalman, s. 164. 
83 Kısa ancak doğru bir betimleme için bkz. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 168-73 
84 Bkz. Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (Ankara: Bilgi, 1967), 188. 
85 " Koministlik teşkilat ve propagandası yapmak suretiyle emniyeti dahiliyeyi ihlal ve binnetice şekli hükümeti tağyire matuf efal ve harekatta bulunmak," 
86 Hüseyin Cahit Yalçın'ın mahkemedeki savunmasının daha eksiksiz bir değerlendiresi için bkz. Feridun Kandemir, Siyasi Dargınlıklar, cilt 3 (İstanbul: Ekicigil, 1955), s. 88-116. 
87 Ayın Tarihi (14) 1925, Tunçay'da gönderme yapıldığı haliyle, bkz. Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 152. 
88 Bu rnakalede, Cevat Şakir takma isim olarak Hüseyin Kenan'ı kullanır. 
89 Bkz. Yalman, Yakın Tarihte ... , 165; Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde ... , 152. 
90 Yalman, Yakın Tarihte, 165. 
91 Orgeevren, 247. Şeyh Said, daha sonra Sebilürreşat'a Tıcvhid-i Efkar gazetesinin adını da ekleyecektir. 
92 Yalman, anılarında inkarının bir hata olduğunu söyler ve İstiklal Mahkemesinin ne isterse yapabilecek kadar büyük bir gücü olduğunu belirtir. Bkz. Yakın Tarihte ... , s. 168, 170. Ayrıca gazetesinin, ordu için bir uçak satın aldığını ve Havacılık Cemiyetine de 500 lira bağışta bulunduğunu anlatır (s. 168). Tabii ki, bütün bunlar istiklal Mahkemesinin gazabından kaçmasına yetmedi. 
93 Hükümetin manevi nüfuzunu kırarak isyana sebep olmak. Yalman, 171. 
94 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (lstanbul: Dünya, 1964), 173. 
95 Age., s. 174. Burada, Mete Tunçay'ın Türkiye Cumhuriyetinde .. , s. 151'de, Avni Doğan tarafından, 9 Eylül 1925'te Dahiliye Vekili Cemil Bey'e yazılmış bir mektubu yayınladığını belirtmek gerekir. Bu mektupta Avni Bey, hiç de gazetecilerden hoşlanan biri gibi gözükmez. 
96 Eşref Edip (Fergan), 64-65 
97 Toker, s. 133. Metin Toker, ayrıca infaz edilene kadar. Şeyh Said'in ne kadar sakin göründüğünü de anlatır, s. 128. 
98 Örgeevren, 132. 
99 Age., 133. 
100 Age., 135. 
101 Bkz. Örgeevren'deki telgrafların suretleri, s. 140-43

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder