18 Ekim 2020 Pazar

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 7

 ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 7 



CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,

Bu yüzden, onun fikri Ankara'nın fikridir ve geçerli olandır. Eşref Edip, anılarında şöyle der: 

Ankara'dan gelen mesajların resmi Mahkeme hesabından başka, bir de Ali Saip'e gelen, şahsi hesabı vardı. 

Gizli talimatlar bu hesaba gönderilirdi 
.... Mahkeme ile Ankara arasındaki resmi yazışmanın içeriğini katiplerden öğrenirdik. Ama Ali Saip Bey'e gelen talimatlarda ne olduğunu bilmenin 
imkanı yoktu. Bu yüzden onu gayet yakından takip ederdik, çünkü onun fikri esas olarak Ankara'nın fikriydi.102 

Türkiye Cumhuriyeti tarihine "Gazeteciler Davası" diye geçen olay, radikallerin her türlü muhalefeti ortadan kaldırmasının yalnızca birinci adımıydı. Korku ve acı dolu birçok aydan sonra, Ankara' dan gelen şifreli bir mesaj bırakılacakları işaretini verdi. Mesajda mahkemenin, gazetecileri Mustafa Kemal'den af dileyen bir mektup yazmaya teşvik etmesi isteniyor ve bu durumda cumhurbaşkanının onları affedeceği söyleniyordu.103 

Gazeteciler şöyle bir mektup yazdılar: 

"Ankara'da Reisi Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Şark İstiklal Mahkemesi karşısında sorgulanmalarımız icra ve ikmal olunduğu şu günlerde tahdis-i nimet [sevinç ve şükranını bildirmek] kabilinden bir hareketle huzur-u ulviyenize çıkmayı vecibeden addettik. 

Cumhuriyetin sadık bir amelesi, inkılabın samimi bir hadimi olduğumuzu isbat etmiş olmak kanaatiyle bipayan [sonsuz) bir fahr [övünç] ve gurur hissederek zat-ı riyasetpenahilerine [başkan olan şahsınıza] bir kerre daha arzederiz ki, bu kanaat şu dakikada vicdanlarımızı müsterih etmekle beraber bundan daha çok güvendiğimiz nokta asalet-i kalbinizin lütf-u hata bahşanesidir [kalbinizdeki asaletin lütfettiği kusurları bağışlamadır]. 

  Bu lütfün y[ed]d-i imtinan karanesiyle [minnettarlığıyla] ve zeval-i napezir [son bulmak bilmeyen] bir kalbi irtibatla bundan sonra vazifemize devam edebilmek, vicdanlarımızda hasıl olan intihabı müstakbel hareketlerimize rehber edinerek yüksek gayemize doğru temiz nasiye [alın] ile yürüyebilmek için feyz-i enzar-ı itimadınızın [güven duyan bakışlarınızın irfanının] bizden diriğ buyrulmamasına [esirgenmemesine] pek muhtaçtır. 

Huzur-u mahkemede taayy[ü]n eden [meydana çıkan] masumiyetimiz için Büyük Münci'nin [Kurtarıcı'nın] yüksek vicdanından duyacağımız afv ve müsamaha müjdesi iledir ki, bizim için kıymetdar olur, [b]u lütfu bizden esirgemeyeceğinizi uluvv-u kalbinizden [yüksek kalbinizden] ümid ederek en derin tazimatımızı arz ve takdim ederiz, Muhterem Reis-i Cumhur Hazretleri."104. 

Mustafa Kemal, bu isteğe cevaben kısa bir telgraf gönderdi: 
Şark İstiklal Mahkemesi Savcılığına: 
Gazetecilerin mahkemeye celbinden sonra Anadolu'da ve isyan sahasındaki meşhudatları [şahitlikleri] üzerinde hata ettikleri ve nadim oldukları hakkındaki telgraflarını evvelce mahkemenin adalet nazarına takdim etmiştim. Bu defa yine müştereken yukarıdaki telgrafla müracaat ediyorlar. Bunu da nazar-ı insafa almak muvafıktır, efendim." 105 

Sonuçta, davaya vekalet eden savcı Avni Doğan, 13 Eylül 1925 tarihinde, her ne kadar ilgili gazetelerdeki anılan makalelerin isyanı kolaylaştırdığı "ispat olunmuş" ise de, bu makalelerin kasıt taşımadığından hareketle, mahkemeden davanın düşürülmesini talep etti. Böylelikle, gazeteciler vatana ihanet suçundan değil, Basın Kanununa muhalefetten yargılanabileceklerdi. Basın Kanununun 32. Maddesi, mahkemelerin bir davaya üç aydan daha uzun süre bakmasına izin vermediğinden, gazetecilerin salıverilmesi gerekti.106 Bir başka deyişle, mahkeme onları isyana teşvik suçundan beraat ettirmeyip teknik ayrıntı temelinde serbest bıraktı. 
Dahası Ankara'yla yaşanan telgraf trafiği, açıkça, Ankara'nın mahkeme üzerindeki kesin nüfuzunu ve sonunda gazetecilerin salınmasına izninin olduğunu ispat eder niteliktedir. Mamafih bu olay bir yandan da önemli sorular ortaya çıkarır. Sözgelimi, Eşref Edip'in hatıratına dayanarak, o telgrafın hangi koşullar altında hazırlandığını öğreniriz. Böyle bir telgrafın yazılması talebi, gazetecilerden değil, Ankara'dan gelmiştir.107 Ankara'daki radikaller böyle bir mektubu neden gerekli gördüler? Muhtemel bir açıklama, böyle af dilenen bir telgrafın altına imza atmayı ilk başta reddeden Velid Ebüzziya'dan gelir. 
Tevhid-i Ejkar'ın editörü olan Velid Ebüzziya, böyle bir telgrafın, işlenmemiş bir suçun kabulü anlamına gelmesi nedeniyle kızgındı. Onun, Ankara'nın böyle 
bir telgraf talebine getirdiği açıklama şöyledir: Mahkeme, zanlılardan böyle bir talebin gelmesi suretiyle gazetecilerin kanunsuz olarak hapsedilmesine gerekçe 
bulmak ve kendini böyle bir tiranlığın sonuçlarından korumak istiyordu. 

Tabii insan haklı olarak, bunun radikallerin zerre kadar umurunda olmadığını da öne sürebilir, çünkü devrimciler olarak onlar hayatlarını zaten hiçe sayıyorlardı. Ancak onların, 1925'te henüz siyasi sürecin iplerini tam anlamıyla ellerine alamadıklarını ve ne denli zayıf olsa da, mecliste bir muhalefet bulunduğunu unutmamak gerekir. Böyle bir telgraf eleştirilerin önünü alır ve İstiklal Mahkemesi nin icraatını hiç değilse kağıt üzerinde haklı gösterirdi. Bu tür yazılı bir özrün varlığı, hükümete hasım olan gazetecileri gözden düşürür ve seslerini kesmelerini garanti ederdi -buna karşın gazetecilerin idama varabilecek cezalara çarptırılması hükümetin itibarına daha çok zarar verebilirdi. 

Bir diğer olası izah, radikallerin ve Mustafa Kemal'in, gazetecileri infaz yoluna gitmeyerek, onları anti-Kemalist duruşları nedeniyle halkın gözünden düşürmeyi istemeleri olabilir. Kuşkusuz, gazeteciler hakkında, Ankara'ya yalvaran bir telgraf olmadan da aynı hüküm verilebilirdi, çünkü onlara gelecekteki siyasi eylemleri konusunda gözdağı vermek şeklindeki temel amaç, açıkça ve tam anlamıyla zaten korkutma olarak başarılmıştı. 

Ancak Recep Peker ve Ali Saip gibi radikaller, gazetecilerle eski kozlarını paylaşmak istemiş de olabilirler. Telgraf metni, bir özür dileme yahut suçu kabullenme tonundan çok, yalvaran bir ton taşır. Bu da, gazetecilerin metni yazmaya ve Velid Ebüzziya'yı ikna etmeye çok dikkat ettiklerine delalet eder. Gazetecilerin davası böyle sona erdi. Sonuç olarak serbest bırakılan gazeteciler bu noktadan itibaren Kemalistlerle aralarında köprü kurma yollarını aramaya giriştiler ve muhalif herhangi bir yazı yayınlamadılar. 

TCF'nin Kapatılması 

Mustafa Kemal, yeni partinin kurulmasını pek hoş karşılamıyordu, çünkü esas olarak böyle bir bölünmenin, kurulma aşamasında bulunan kırılgan durumdaki rejimin muhaliflerini cesaretlendireceğinden korkuyordu. 
  Ayrıca hükümette, hiçbir eleştiriyi kaldıramayan ve bazı TCF liderlerinin (sözgelimi Rauf Orbay, General Ali Fuat Cebesoy ve General Kazım Karabekir gibi) halk nezdinde sahip olduğu büyük itibardan ve ünden rahatsız olan bazı radikaller de vardı. ABD Yüksek Komiseri Amiral Mark L. Bristol'ün ABD Dışişleri Bakanlığına gönderdiği bir ABD konsolosluk raporu bunu gösterir. Mark Bristol, bu özel evraka, bazı bakanlar ve aynı zamanda Başvekil İsmet Paşa ile görüşmek üzere Ankara'ya yaptığı seyahat hakkında Washington DC'yi bilgilendirdiği "Savaş Güncesi"ni de dahil etmişti. 

25 Nisan 1925 tarihli giriş, İsmet Paşa ve Amiral Bristol arasında geçen konuşmanın, Mr. Shaw tarafından yorumlandığı şekliyle çözülmüş metnini 
verir. İsmet Paşa'nın Ankara'daki ikametgahında geçen ve bir saat süren bu toplantı sırasında Bristol, siyasi muhalefet konusunu gündeme getirdi. ABD 
konsolosluk görevlisi Howland Shaw konuşmayı şöyle aktarmıştır: 

Sohbet siyasi hayatın, özellikle de bir meclisteki muhalefeti idare etmenin zorluklarına kaydı. Amiral, lafı hiç döndürüp dolaştırmadan İsmet Paşa'ya iki partili sistem hakkındaki düşüncesini sordu. İsmet Paşa, iki partinin arzu edilir bir şey olduğu açıktır şeklinde cevap verdi. Böyle bir beyanatta bulundu; lakin bana öyle geldi ki söylediklerine pek kendi de inanmıyordu. Amiral, iki partinin avantajının, 
meclise taşınan çeşitli konulara değişik açılardan bakıp tartışabilme olduğuna dikkat çekti. İsmet Paşa bundaki gerçeklik payını kabul etti. Amerika'daki kongrede bizim kaç üyemiz olduğunu sordu. Amiral, 420 cevabını verdi. İsmet Paşa bundan dehşete kapıldı; hele 420 kongre üyesinin yanında bir miktar da senatörümüz olduğunu öğrenince, Birleşik Devletler Hükümetinin haline acır gibi 
oldu. Belli ki İsmet Paşa, 288 mebusun bile yeterince büyük bir rahatsızlık kaynağı olduğunu hissediyor. Mecliste bir muhalefetin pekala olabileceğini söyledi, ama anayasaya ve toplumun temellerine karşı çıkan bir muhalefet değil dedi.108 
Yüksek komiserlikten Bristol ve tercümanı Howland Shaw, toplantıyı içten ve açık sözlü bir toplantı olarak tanımlamakta, fakat İsmet Paşa'nın Türkiye'deki meclis üyelerini bir rahatsızlık kaynağı olarak nitelemesine şaşırmış görünmektedirler. Bristol'ün, Türkiye'deki hükümetin muhalefet partisine karşı olan nahoş tutumuna ilişkin birinci elden malumat aldığı toplantı, bu toplantıydı. Konuşmanın, ülke genelindeki TCF bürolarının kapatılmasından iki ay önce cereyan etmiş olduğunu da not edelim. TCF itibarı yüksek liderleri saflarına kattığından, CHF için yasal siyasi muhalefet, hiç şüphe yok ki bir endişe kaynağıydı. 
Dolayısıyla Mustafa Kemal'in karizması olmadan, CHF'nin mecliste herhangi bir çoğunluğa erişemeyeceğini söylemek yerinde olacaktır. Şayet TCF, bilhassa eski İTC mensuplarını kendine çekmeye devam ederse, iktidarın başlıca adaylarından biri olma olasılığı çok da uzak bir ihtimal değildi. Ne var ki, CHF'lilerin TCF'lilere yönelttiği ithamların sayısının da gösterdiği gibi, iki partinin sıradan üyeleri arasındaki şahsi düşmanlık elle tutulur derecedeydi. TCF üzerine yapılmış çok kapsamlı bir çalışmanın yazarı olan Ahmet Yeşil'e göre, TCF'ye yöneltilen suçlamaların üç ortak yanı vardı. Bunlardan ilki, bütün suçlamalarda, yeni partinin siyasi güç kazanmak için dini kullandığı ve iktidar partisi dine saygı göstermezken kendisinin dine saygı gösterdiğini iddia ederek üye kaydettiği yollu şikayetler vardı; ikincisi, ithamcıların tümü CHF sıralarından gelmeydi; üçüncüsü de itham edenler, itham olunanlara karşı, siyasi arenanın içinde veya dışında, eskiye dayanan düşmanlıklar besliyordu. 109 

Aynı minvalde, bazı TCF ileri gelenlerinin de, Mustafa Kemal'e ve onun yakın arkadaşlarına karşı kıskançlık beslediğini biliyoruz. ABD arşivlerinde, bu noktaya parmak basan belgeler bulunmaktadır. Örneğin, Koramiral Mark L. Bristol'ün "Savaş Güncesi"nde, 25 Ekim 1923 tarihli, halifeyle cumhurbaşkanının statülerini karşılıklı ele alan bir madde vardır. Bilindiği gibi, saltanat 1922'de hilafetten ayrılarak lağvedilmişti. Ankara hükümeti, Abdülmecid Efendi'yi yeni halife olarak seçmişti, ancak yeni halife ile cumhurbaşkanının karşılıklı hukuki ve siyasi statüleri, 1922 ile 1924 arasında, özellikle İstanbul'daki diplomatlar için bir keşmekeşti. Mark Bristol, bu konuda güncesine, kendine bağlı ABD diplomatik misyonundan Mr. Scotten diye biriyle Ankara hükümetinin İstanbul' daki temsilcisi olan, ama daha sonra muhalefete kahları Refet Paşa arasında geçen bir konuşma yı kaydetmiştir: 

Ben [Mr. Scotten] halifeye ve "devlet başkanı"na izafe edilen yer konusunda Refet Bey'in aslında ne düşündüğünü anlamaya çalıştım. 
Farz edelim, devlet başkanı İstanbul'da iken bir harp gemisi gelmiş olsa ve harp gemisinin hem onu, hem de halifeyi top atışıyla selamlaması gerekse, her birine uygun selamlama şeklinin ne olması gerektiğini düşünürdünüz diye sordum. Kahkahalarla güldü ve şöyle dedi: "Orada, Dolmabahçe Sarayı'nda bulunan o ruhani beyefendi şerefine kaç pare isterseniz o kadar top atın. Ona istediğiniz 
saygıyı gösterin, ama devlet başkanını sakın selamlamayın. O zavallıyı kendi haline bırakın." Sonra da ekledi: "O, sadece, işin sevimsiz tarafının ona düşmesinden kafi derecede bedbaht ve birkaç yıl içinde tekrar tramvaya binmesi gerekebilecek bir adamdır."110 

Bu konuşma, halifeye izafe edilen yer konusunda belli bir keşmekeş olduğunu gösterir. Sorunun, Ankara'nın halifeye karşı olan hıtumunu anlamaya yönelik olma ihtimali de vardır. Mamafih, bu bilgi, Türkiye'deki yönetici seçkinler arasındaki kişisel rekabetler konusunda araştırma yapan araştırıcılar için daha da önemlidir. İstiklal Savaşının önderlerinden biri olan Refet Paşa'nın, 1924'te muhalefet partisi (TCF) saflarına katıldığını biliyoruz. Bu bilgi, daha TCF ortada bile yokken, belli bir kıskançlığın var olduğunu açıkça gösterir. Aslında aynı madde içinde, Mr. Scotten da, Amiral Bristol de, mülakat sırasında tesadüfen Refet Paşa'nın Mustafa Kemal'i çok kıskandığının ortaya çıktığını özel olarak not etmişlerdir. 

Bu düzeyde bir kişisel rekabet ve iktidar mücadelesi, iktidar boşluğunun henüz tam olarak dolmadığı bir dönem için anlaşılır bir şey olabilir. 
Bununla birlikte, Mustafa Kemal'in CHF'ye verdiği sağlam destek, oyun zemininin eşitliğini bozuyor ve TCF'yi hükümetin yaptırımlarına çok açık hale getiriyordu. Dahası, muhalefet partisinin kapatılması, Mustafa Kemal'in söylenen demokrasi özlemiyle açıkça çelişiyordu. Hükümetin muhalefeti gözdağı vererek susturmak istediğine dair daha evvelinden belirtiler - sözgelimi daha önce değindiğimiz, Başvekil Fethi Bey'in 25 Şubat 1925'te Kazım Karabekir'den TCF'nin kendi kendini feshetmesini istemesi gibi-varsa da, hükümetin eline siyasi ve entelektüel muhalefeti susturma bahanesini veren, defalarca belirtildiği gibi, Şeyh Said İsyanıydı. 

DİPNOTLAR;

102 Eşref Edip (Fergan), s. 175. Ali Saib'in, Şark istiklal Mahkemesindeki nüfuzunu kullanarak zengin olduğunu, ancak daha sonra Mustafa Kemal'e suikast tertiplemeye kalkmakla suçlandığını biliyoruz. iddialar doğru çıkmamış fakat Ali Saip'in beyin takımından uzaklaşhrılması neticesini doğurmuştur. 
Bkz. Sami Önal, yay. haz. Hüsrev Gerede'nin Anılan: Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve Devrimler (İstanbul: Literatür, 2002), s. 284 -85. Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, cilt 3  (İstanbul: Rey. 1970). s. 183. 
103 Mektuba ilişkin enteresan gelişmeler ve Velid Ebüzziya'nın isteğe önce karşı çıkıp, sonra razı  oluşuyla ilgili olarak, bkz. Eşref Edip, s. 185-97. 
104 Bkz. EşrefEdib'in hatıratı, s. 192. Meknıp, lstikal Mahkemesinde yargılanan on gazeteci tarafından imzalandı. 
105 Eşref Edip, s. 193. 
106 Eşref Edip (Fergan), 194-97. 
107 Age. r85. 
108 867.00/1872, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına, 6 Mayıs 1925.
109 Ahmet Yeşil, Türkiye Cumhuriyetinde İlk Teşkilatlı Muhalefet Hareketi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Ankara: Cedid, 2002), s. 323. Yazar, TBMM Arşivlerindeki suçlama dosyalarını incelemiştir; bu yüzden ifadeleri kesinlikle yetki taşır. Bununla beraber, vardığı bu özel sonuç ile ilgili olarak, Yeşil  herhangi özel bir gönderme yapmaz. 
110 867.00/1745, Bristol'dan Dışişleri Bakanlığı'na, 23 Ekim 1923 tarihli madde. Mr. Scotten'ın ilk ve  orta adı pek belli değildir, ama R. M. Scotten olabilir. 



***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder