Ankara Davaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara Davaları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2020 Pazar

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 5

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 5


Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,İstiklal Mahkemesi,Ankara Suikasti,İzmir Davaları,Ankara Davaları,


    Bu liste, 1925 Şeyh Said isyanından sonra suçlananlar ve 1926 İzmir suikastı tertibiyle ilgili olarak itham edilenlerin listesiyle karşılaştırıldığında, bazı isimler örtüşür. Örneğin, Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından ölüme mahkum edilen (Kara) Kemal Bey, 1926'da intihar etmiştir. 

Refet (Bele) Paşa, daha sonra TCF'ye geçmiş ve adı İzmir suikastıyla birlikte anılmış, 1926'da İzmir'de ise beraat etmiştir. Velid Bey, diğer bazı muhalif gazetecilerle birlikte Şeyh Said İsyanının ardından tevkif edilip bir süre sonra serbest bırakılmıştır. 

Dahası, bir başka ABD belgesi (867.00/1812), aynı Osman Fahrettin Bey' den toplanan malumat üzerinden devam eder. Alıntı epey uzundur. 

Ancak önemli iddialar ileri sürüldüğünden, onu burada olduğu gibi zikretmek gerek. 
[Gizli örgütün] siyasi önderleri, çok daha faal ve ivedi bir programdan yanadır. Onların nihai hedefi, iktidardaki [Kemalist] hükümeti devirmek ve meşruti bir monarşi kurmaktır [vurgu bana ait] . 

... Bu liderlerin fikrince, Türkiye'nin gelecekteki meşruti monarkı Abdülmecid Efendi ya da Sultan II. Abdülhamid'in en büyük oğlu Selim Efendi olacaktır. Hareketin siyasi önderleri, kısa süre önce Erenköy'de bir toplantı yaptılar. Toplantıda, aralarında Rauf Bey ve Refet Paşa'nın da bulunduğu yirmi beş kadar şahıs hazır bulundu. Rauf Bey, Türkiye'de, İngiltere örneğindeki gibi bir meşruti yönetim kurulması lehine etraflı bir konuşma yaptı ve cumhuriyetin Türkiye'ye uygun bir yönetim biçimi olmadığını beyan etti. Refet Paşa, Yunanlılara karşı savaşta askeri bir lider olarak Mustafa Kemal Paşa'nın izinden gitmeye istekli olduklarını, ancak siyasi bir diktatörlükte onun ve onun "çetesinin" ardına düşmeyi akıllarından geçirmediklerini söyledi. ülkeyi Mustafa Kemal Paşa'nın değil, Millet Meclisinin yönetmesi gerektiğini belirtti. Bu liderlerin taktiklerinin en belirgin özelliği, büyük tedbirli olmalarıdır. Lozan Antlaşmasının yürürlüğe girmesini bekleme arzusuyla Türkiye'yi büyük devletler karşısında dezavantajlı bir konuma sokmaktan kaçınmak için, şu ana kadar hemen hemen hiç harekete geçmediler. 
Şimdi ise ajanlar vasıtasıyla Anadolu'nun çeşitli kısımlarında gayet gizlice propagandaya geçmiş bulunuyorlar. Abdülkadir Bey [1926'da infaz edilen sabık Ankara valisi] ... hareket için çalışıyor. 

   Atılacak ilk kati adım, meclisin feshi ve mevcut olanlardan çok daha fazla sayıda karşıt mebusun meclise girmesini sağlayacak bir sonuç vereceğine hiç kuşku olmayan yeni seçimlere gidilmesi yönünde baskı yapmak olacak. Ardından sıra, meşruti yönetim fikrini gündeme getirmeye gelecek. Osmanlı hanedanından sadece bir kişinin -meşruti monark olanak seçilenin-geri dönmesinin teklif edilmesi de, kayda değer derecede ilginç. Diğerlerinin dönmesine izin verilmeyecek, ancak onlara emekli aylığı bağlanacak. 106 

Bu istihbarah teyit eden hiçbir bağımsız kaynak olmadığını bir daha tekrarlayalım. Ancak eğer doğruysa, bu had safhada değerli bir rapordur. 

Halen, kaynağın sahihliğinden şüphelenmemiz için herhangi bir neden bulunmuyor. 
Ne var ki, Fahrettin Bey'in bilinmeyen nedenlerle ABD Büyükelçiliğine sahte bilgiler sızdırmış olması da mümkündür. Buna karşın, bilginin doğru olma ihtimali de eşit derecede var. Bu durumda rapor, Rauf Bey'i (muhalefetin önde gelen liderlerinden biri) rejime karşı niyetlenilen komplonun merkezine yerleştirir ve Mustafa Kemal'in, eğer karşı devrim için değilse, rejimi değiştirmek için bir gizli örgütün var olduğu yönündeki korkusunu doğrular. 

Bu belgelerin doğruluğunu araştırmak için, önce onları uygun bağlamlarına yerleştirmemiz gerek. Belgeler, 17 Haziran ve 26 Temmuz 1924 tarihlidir, yani hilafetin lağvedilmesinin üzerinden tam üç ay geçmiştir. Rauf Bey ve Refet Paşa'nın, İstiklal Savaşının (1919-22) bazı diğer önemli şahsiyetleriyle birlikte, Mustafa Kemal ve onun yeni yakın çevresinden giderek daha çok rahatsız olduklarını biliyoruz. Ayrıca, ilk muhalefet partisi olan TCF'nin bu rapordan dört ay sonra kurulduğunu (17 Kasım 1924) ve Seyyid Senusi'nin küçük maiyetiyle birlikte Türkiye'de bulunduğunu da biliyoruz. Bilindiği gibi o, Kemalist hareketin meşruiyeti için çok evvelinden fetvalar yayınlayarak, Türkiye'deki milli harekete aktif bir destek verdi. Hilafetin ilgasından sonra ise, Mustafa Kemal'le sonraki halifenin kim olacağı konusunda müzakerelerde bulundu.'07 Bu yüzden, Osman 
Fahrettin Bey'in istihbaratı topladığı sırada Türkiye'de olması, tarihi itibariyle mümkündür. 

Osman Fahrettin Bey kimdi? Ne yazık ki, onun yetişme durumuna ve emellerine dair yeterli bilgiye sahip değiliz. İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Mark L. Bristol'ün bildirdiğine göre, Osman Fahrettin Bey, Bolşevikleri ve Bolşevizm propagandası yapmak üzere diğer Yakındoğu ülkelerini temsil eden şahısların yakınıydı. 108 Böyle arka zemini olduğuna göre, Osman Fahrettin Bey'in bu bilgiyi Türkiye'deki yabancı kaynaklardan toplamış olması mümkündür. Belki de böyle bir istihbaratı Türkiye'de faal Bolşevik ajanlarından toplamıştı. CHF'nin, 1923'te Rauf Bey'in rejime sadakatinden şüphe duyduğunu ve onu cumhuriyetten yana olmamakla suçladığını biliyoruz. Rauf Bey ise bu suçlamayı reddederek halkın egemenliğinden yana olduğunu belirtir.109 

    Bu belge, Rauf Bey'in, hükümetin haberdar olmadığı bir toplantıda, meşruti yönetim lehine konuşmalar yaptığı ve gizli bir örgütün hükümet karşıtı, saltanat yanlısı propaganda yaptığı iddiasındadır. Gerek Rauf Bey'in, gerekse Refet Paşa'nın, Mustafa Kemal rejiminin "siyasi bir diktatörlük"110 
olduğu kanaatini taşıdıklarını biliyoruz. Ancak, bu belgeye kadar, CHF'nin Rauf Bey'e ve Refet Paşa'ya yönelttiği, onların meşruti yönetimi cumhuriyete 
yeğledikleri ithamı, bağımsız olarak hiç doğrulanmamıştı. Hükümet, Osman Fahrettin Bey'in ulaştığı bilgiye vakıf olmasa gerek, çünkü olsaydı bu İstiklal Mahkemelerinin eline, muhalefetin hangi vasıtayla olursa olsun bir rejim değişikliğinden yana olduğu iddiaları konusunda çok daha sağlam bir temel verirdi. 

Belgenin ortaya koyduğu bir diğer önemli bilgi de, bu gizemli örgütün sürgündeki Osmanlı hanedanına karşı takındığı tutumdur. Bu muhalif figürler, her ne kadar meşruti yönetimden yana olsalar da, Türkiye'ye hanedandan sadece yeni seçilen meşruti monarkın dönmesine izin verme noktasından daha ileriye gitme niyetinde değildiler. Kalan hanedan mensupları için mali telafi yoluna gidilecek, fakat onlar yine sürgünde kalmaya devam edeceklerdi. Bu tutum, bir meşruti yönetim biçiminden yana tercih yapan muhalefetin bile, hanedana karşı sınırlı bir toleransı olduğunu, çünkü onların da Osmanlı hanedanını dişli bir iktidar rakibi olarak gördüklerini ortaya koyabilir. 

Yine de bu bilgi, eski İTC ve TCF mensuplarının Mustafa Kemal'i öldürmek üzere komplo kurdukları iddialarını somutlaştırmaz, ancak onu pasifleştirip yerine geçmeye niyetlendiklerini gösterir. Aslında, sonraları hatıratında, zanlıların birçoğunu İzmir suikastı tertibiyle ilişkilendirmekte tereddüt eden İsmet Paşa, yıllar sonra hükümlülerin suçu konusunda yorum yaparken, şu düşüncededir: "Tek kabul edebileceğim, Rauf Bey'in böyle bir komployu sezmiş olabileceğidir. Onun böyle bir suikasta karışmış olabileceğine hiçbir zaman inanmadım."m Komplodaki İTC parmağı konusuna gelince, İsmet Paşa bu konuda oldukça kararsızdır. Ona göre, zan altındaki İTC mensupları "tabiat ve mizaçları itibariyle gayet tehlikeli 
kimselerdir."m112 Ancak İTC'nin kalburüstü şahsiyetlerinden Cavit Bey söz konusu olduğunda, İsmet Paşa daha bir pişmanlık sergiler: " Cavit Bey'in 
komployla bir bağlantısı olabileceği ihtimalini bir an bile aklıma getirmedim. 
Onun başına gelen, [siyasi] bir teşkilat liderine olabileceklerin en fenasıdır."113 Bir başka deyişle İsmet Paşa, Cavit Bey'in İTC'deki liderlik pozisyonu nedeniyle feda edildiğini kabul etmiş oluyordu. İsmet Paşa'nın hatıratı, sürpriz bir biçimde, idam edilen muhaliflerin birçoğunu komployla irtibatlandır makta, belli bir tereddüdü açığa vurur. 

SONUÇ 

Mustafa Kemal'in hayatına kasteden İzmir suikastının mahiyeti ve sonuçları konusunda pek çok tartışma vardır. Günümüz araştırmalarında varılan sonuçların birçoğu, tam olarak kanıtlanamayan ikinci el bilgilere dayanır. Bu bölümün amacı, komploya dair eldeki bilgiyi tasnif edip mercek altına almak ve tartışmaya katkı yapabilecek birincil belgeleri daha da ileri götürmektir. Bu bölümde sunulan sonuçlar, üç sınıfa sokulabilir: kati delillerle desteklenenler; ikincil ya da fikir verici delillere dayananlar ve spekülatif olanlar. ı926'da, İzmir'de, Mustafa Kemal'in 
hayatına kasteden bir suikast tertibi olduğu konusunda hiç şüphe yoktur. Aynı derecede kesin olan bir başka şey de, Mustafa Kemal'in bu girişimi kendi genel muhalefeti susturma politikasını sürdürmek için ustaca kullanmaya devam ettiğidir. Bir önceki bölümde de gösterildiği gibi, BMM'deki siyasi ve entelektüel muhalefeti bu boğma süreci, Takrir-i Sükun'un geçmesiyle bir yıl önce başlamıştır. Bu arada yargılamalarda, hüküm giymiş bazı İTC ve TCF mensuplarının (Cavit ve Rauf Beyler gibi) suçlu olduklarının makul hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ispat edilemediğini de biliyoruz. Üstelik yeni bir hükümetin ortaya çıkışından menfaatleri bozulan ve cumhuriyetçi ve laik bir rejime ideolojik 
olarak karşı olanlarda, gözle görülür bir memnuniyetsizlik olduğunu da emniyetle ifade edebiliriz. Muhalifler arasında, Mustafa Kemal'e ve onun otoriter hükümet etme tarzına kişisel nedenlerle karşı çıkanlar olduğu da muhakkaktır. 

Arızi kanıtlara dayanarak çıkardığımız sonuçlar şunlardır: Ülkede, hükümeti devirmeyi ve rejimi değiştirmeyi amaçlayan iyi örgütlenmiş ve finanse edilmiş bir muhalefet olduğuna dair, elimizde ancak fikir verici kanıtlar vardır. Tabii buradan hemen, eğer başarıya ulaşsaydı komplonun nihai amacının hükümeti değiştirmek olduğu sonucuna varılabilir. Ziya Hurşit'in, Mustafa Kemal'i öldürerek hükümette, sonu iktidar değişikliğine varacak bir iktidar boşluğu yaratmayı umması muhtemeldir. Bunun yanı sıra, bazı muhaliflerin (Hafız Mehmet gibi), ayrıntılarını bilmeseler de Mustafa Kemal'e suikast planlarından haberdar olduklarını da söyleyebiliriz. Mustafa Kemal'in İzmir davaları sırasında, tertibi sadece TCF liderlerini susturmakta değil, bir sonraki 1927 seçimlerinde hükümeti zayıflatma 
potansiyeli büyük olan İTC artıklarını temizlemekte de bir bahane olarak kullanabileceğini farkettiğini, belli bir güvenle ifade edebiliriz. Aksi takdirde, hüküm giyen İTC mensuplarının (Cavit, Şükrü ve Abdülkadir Beylerin yanı sıra), TCF mensuplarıyla birlikte hemen İzmir'de icabına bakma yoluna gidilirdi. Mahkemenin iddiasının aksine, İzmir davalarından hükümeti devirmek üzere İTC tarafından örgütlenmiş bir tertip bulunduğunu gösteren ikna edici kanıtlar çıkmamıştır. İzmir davalarının ardından kamuoyundan bir homurtunun yükselmemesinden cesaretlenen İstiklal Mahkemesi, İTC'ye el atmakta kendini daha bir güvende hissetmiş olmalı. Ancak Hüseyin Cahit (Yalçın) gibi önemli bir muhalif şahsiyetin "suçsuz" bulunması olgusu, mahkemenin sınırlarını fazla zorlamamakta da düşünceli davrandığını gösterir ....114 

İsmet Paşa'nın 1926 suikast davalarına karşı takındığı tutumun, bir yıl önceki Şeyh Said İsyanında TCF'ye gösterdiği tavırdan kökten bir biçimde farklı olması da kayda değerdir. Muhalefete karşı duruştaki bu pozisyon değişikliğini nasıl açıklayabiliriz? İsmet Paşa'nın, İstiklal Mahkemesinin denetim dışına çıkarak sistemi istikrarsızlaştırması olasılığından dolayı içinin rahat etmemesi gibi, İTC sempatizanlarının hesaplanamayan bir tepkisinden bezmiş olması da mümkündür. 

"Fikir verici" kategorisine giren sonuçlar şöyledir. Burada, fikir verici teriminin doğru olmayan anlamına gelmediğini, ama çıkar amacı akıl yürütmeye dayalı demek olduğunu, bu yüzden sadece mantıki ihtimallere işaret ettiğini de kaydedelim. Örneğin, Mustafa Kemal ve onun beyin takımı içinde çekirdek bir grubun, özgül komplo planlarından haberlerinin olduğu konusunda, ancak spekülasyon yapabiliriz. Boşa çıkmış bir suikast girişiminin, Mustafa Kemal'in ülke genelinde aşınan popülaritesini yeniden parlatacağını ve hükümetin eline muhalefeti susturmak için koz vereceğini önceden kafaya koymuşlardı ve komployu yol alsın diye bıraktılar. 

Ancak spekülatif olarak cevaplandırılabilecek başka pek çok soru vardır. Söz gelimi, Mustafa Kemal'in zihninde, tüm muhalefeti ortadan kaldırmak gibi bir mastır plan var mıydı? Onun, TCF'nin meclisteki varlığından ve ülke genelinde hala faal olan İTC ağının karşı-devrimci potansiyelinden hoşnutsuz olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte, ben Mustafa Kemal'in muhalefeti susturma arayışını sadece pragmatik olarak ileri götürdüğü noktasına gelmiş bulunuyorum. Onun, kapahlmış TCF'nin hala muhalif bir blok halinde oy veren mensuplarını BMM'den sürüp atmak istediği muhakkak. 
Erik Jan Zürcher, Mustafa Kemal'in ayrıca, TCF'nin milli harekette yer almış ve prestij bakımından kendisiyle boy ölçüşen bazı mensuplarının (Ali Fuat, Refet, Kazım Karabekir Paşalar ve Rauf Bey gibi) rekabetinden çekindiği sonucuna da varır. TCF'nin toplumsal çehresi ve aralarında askeri seçkinler, ticaret grupları, eski bürokratlar ve benzerlerinin bulunduğu taraftar kitlesi de, hesaba kattığı bir diğer husustu.115 
    Bu yüzden, 1925 Şeyh Said İsyanıyla başlayan dönem, hemen hemen tamamen meclisteki muhalefetin susturulmasına hasredildi. Ancak İTC ağından, 
özellikle TCF tarafından massedilmeyi reddedenlerin sahip olduğu potansiyel de Mustafa Kemal'i alarma geçiyordu. Defalarca kanıtlandığı gibi, bu ağ siyasi cinayetler gibi komitacılık faaliyetlerini yürütmekte gayet muktedirdi. 116 

Burada, önemli bir sorunun tam sırasıdır. Şeyh Said İsyanından sonra, aynı Takrir-i Sükun bağlamında, İTC niye hedef alınmadı? Hükümetin TCF'lilerden ziyade, asıl bazı İTC mensuplarından korkması için neden vardı. Ben, bunun en önemli sebeplerinden birinin şu olduğuna inanıyorum. CHF'ye taraf olan ve hizmet eden kitle arasında, pek çok eski İTC efradı vardı ve hükümet, 1925'te, onların eski önderlerinin tasfiyesine gösterecekleri tepkiyi göğüsleyebileceğinden emin değildi. Ancak onların CHF hükümetine olan sadakati, Mustafa Kemal için, bu eski İTC mensuplarının ve onların siyasi çıkarlarının CHF rejiminin içine tümüyle alındığının teminatı yerine geçiyordu. İzmir davaları sırasında, bu sorunun nihai 
ve kesin olarak halledilmesine karar verilmiş olmalı. 

   Bu tür esnek siyasi manevralar, Mustafa Kemal'in yeni rejimi tesis etmekteki pratikliğinin ileri kanıtlarıdır. Bu, modern Türkiye'nin, yüzünü Batıya dönmüş laik bir cumhuriyet olarak başarıyla kurulmasında hayati önem taşıyan mükemmel 
bir siyasi pragmatizmdir. Mustafa Kemal'in yeni Türkiye "vizyonu," onun Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanlığı makamında bulunduğu müddetçe 
önüne çıkan fırsatları daimi bir müzakere halinde bulunuşunun bir sonucu olsa gerektir. 

Askeriyedeki yüksek rütbeli subayların, yeni rejime sadık kaldıklarını biliyoruz. Ancak, daha alt kademedekilerin, Ankara davaları ve İTC' de yapılan temizlik karşısındaki pozisyonu neydi? 20 Ekim 1923'te, yani cumhuriyetin ilanından sadece dokuz gün önce, BMM'de silahlı kuvvetlerin maaşında hatırı sayılır bir artışın sağlanmasında ve yeni rejime sadakati soru işareti taşıyan subayların istifaya zorlanmasında, Mustafa Kemal'in tesirli olduğunu biliyoruz.117 Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Bele ve öteki generallerin salıverilmesinin, askeriye içinde var olan muhalefeti yatıştırdığını düşünebiliriz. İTC sempatizanı askeri personel, zaten daha cumhuriyetten önce, Damat Ferit hükümetleri tarafından istifa ettirilmişti. 

Bu yüzden, bekleneceği gibi, askeriye bu dönemde sessiz kaldı. 

Ancak makul bir spekülasyonla cevaplanabilecek bir diğer önemli soru da, İTC-TCF ilişkisinin mahiyetidir. Biliyoruz ki, İTC mensupları homojen bir grup değildi; kimileri hem CHF hem de TCF içinde görev yapmıştı. Ancak, acaba TCF, hükümeti zayıflatmak isteyen İTC üyeleri için bir paravan mıydı? Bir İngiliz belgesi bu konuda bize ışık tutabilir. Tanin'den Hüseyin Cahit Bey ve bir İTC lideri, The Times gazetesinden Mr. Macartney ile 8 Ekim 1924 tarihinde (TCF'nin kurulmasının üzerinden bir aydan biraz fazla geçmişken) yaptıkları gizli bir konuşmada, Mustafa Kemal'in popülaritesinin sönmekte olduğunu ve CHF'nin ülkenin doğu illerinden destek alamadığını belirtmişlerdi. Hüseyin Cahit, bu yüzden bir muhalefet 
partisinin kurulmasını teklif ediyordu. 118 

Her ne kadar eski örgütünün büyük kısmı kuşkusuz katılacaksa da, [yeni partiyle niyetlenilen şey) İttihat ve Terakki Cemiyetini yeni bir muhalefet partisi olarak yeniden kurmak değildi. Cumhuriyet karşıtı veya irticai herhangi bir unsurun içerilmesi de hedeflenmiyordu. Yeni parti, anayasal ve cumhuriyetçi çizgiler içinde hükümete muhalefet etme kesin hedefiyle teşkilatlanmış bir karşı duruş olacak ve reisicumhura karşı belli hiçbir husumet başlatmayacak, ancak reisicumhurun kendilerine karşı tutumu netliğe kavuşana kadar kendi tutumunu saklı tutacaktı.119 

Ankara'da canı bağışlanan Hüseyin Cahit Bey, birçok İTC mensubunun TCF'nin kuruluşuna sempatiyle baktığını ve onun içinde yer almaya niyetlendiğini doğrular gibiydi. Ancak, TCF eski İTC'nin bir kolu değildi. Esasında, birçok üst düzey İTC mensubu (Hüseyin Cahit ve Cavit Beyler gibi) parti saflarına katılmaktan geri durmuştu. Yapabileceğimiz tek spekülasyon, İTC liderlerinin 1927 seçimlerinden önce başka bir parti kurmayı planladıkları ve CHF'ye herhangi bir taahhütte bulunmak istemedikleri. Bir kere müesses hale geldikten sonra, TCF'den, hatta 
CHF'den eski üyelerini tekrar toparlamak çok da zor olmaz diye düşünmüş olabilirler. 

    Her halükarda, Ankara davaları, erken Türkiye Cumhuriyeti'ndeki kısa iktidar mücadelesi dönemini kesin bir biçimde bitirdi. 1945'teki çok partili sisteme geçişe kadar olan yıllarda, ülke tek bir parti, CHF tarafından yönetildi. Bu dönem (1925-26), Türkiye'de, çok partili sistem içinde iktidara gelen hükümetlerin bile sağlıklı bir muhalefete hiç aldırış etmediği ya da pek az aldırış ettiği bir siyasi kültür yaratmıştır. 

   Başlangıcından bugüne neredeyse bir asır geçmiş olmasına rağmen, bu tutumun kalınhları Türkiye'nin bugünkü siyasi ortamında bile görülebilir. En önemli fark, Mustafa Kemal'in doğru çıkmış bir karşı-devrim ve suikast korkusuyla hareket etmesidir. 


DİPNOTLAR;


106 867.00/1812, Mark L. Bristol'den Dışişleri Bakanlı..ına, 26 Temmuz 1924. 
107 867.00/1812, 1844, 1859 ve 1862'de belirtildiği gibi bu müzakereler son derece ilginçtir. Bu raporlara göre Mustafa Kemal. Seyyid Ahmed es-Senusi'ye, yeni halifenin, Kahire'de toplanacak pan islamizm konferansında seçilmesi karşılığı Türkiye'nin desteğini önermiştir. Buna karşılık ondan, Ankara'nın laik duruşunu meşrulaşnrması talep edilmiştir. 
108 867.00/1859. "War Diary," Mark L. Bristol. 9 Mart 1925 tarihli kayıt. 
109 CHP Grup Toplantısı Tutanak/an 1923 -1 924, 23-30. 
110 The Ghazi's Speech." The Times, 2 Kasım 1927, s. 8; Ayrıca Rauf Bey'in beyanatı, 867.00/1831. 
111 İnönü, Hatıralar, cilt. 2, s. 214. The Times'ın editörüne yazdığı bir mektupta, Rauf Bey kendisini muhalefetin bir mensubu olarak bile görmemektedir, bu yüzden de işlemediği bir suçtan ötürü, hükümetten affını talep etmesi gibi bir durum sözkonusu olamaz. Bkz. "Turkish Government and the Opposition," The Times, 9 Aralık 1926, s. 12. 
112 lnönü, :ı.14. 
113 İnönü, :ı.16. 
114 Şükrü Hanioğlu'na göre "Hüseyin Cahit hiçbir zaman İTC'nin örgütleme kabiliyetiyle sivrilmiş liderlerinden biri olmadı. O daha ziyade bir gazeteciydi, tertipçi değil. Bu nedenle canının bağışlanması da anlaşılıyor. Bu dunım, aynı zamanda mahkemeye alınan kararların adil olduğunu ve masumların da beraat ettiğini gösterme fırastı veriyordu." Kişisel yazışma, 7 Ekim 2010. 
115 The Unionisı Factor, 142-68. 
116 Tunaya, Türkiyede Siyasi Partiler, cilt 3. s. 4ıı, 509, 653. 
117 George S. Harris, "The Role ofTurkish Military in Politics" The Middle East joıırnııl, XIX: 56-57. 
118 Doc 184.[E8863/32/44], Mr. Lindsay'den Mr. Mac Donald'a, 8 Ekim 1924, British Documents on Foreign Affairs ... , cilt 30, 220. 
119 Age.


***


GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 4

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 4

 
Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,İstiklal Mahkemesi,Ankara Suikasti,İzmir Davaları,Ankara Davaları,


   Edib Bey'in mahkemesi, İzmir halkı tarafından sabırsızlıkla beklendi, çünkü ortalıkta onun muhtemelen örtülü ödenekten para alan bir kişi olarak hükümetle olan eski irtibatıyla ilgili bir sürü rivayet dolanmaktaydı. Mahkeme salonunu dolduran dinleyiciler, bu bakımdan hayal kırıklığına uğradılar; İstiklal Mahkemesi başkanı, bu karakterin ayrıntılarının ortaya dökülmesine fırsat vermedi.83 
Mahkeme iddialardan etkilenmemişe benzemektedir, ancak biz biliyoruz ki bu rivayet komplo konusunda bir başka şüphe daha yaratmıştır. 

   Kazım Karabekir'in, hükümetin böyle bir komplodan haberinin olduğu şeklindeki ithamlarından dolayı, mahkemenin Kazım Karabekir'in bu konulan alenen gündeme getirmesine izin vermesine Mustafa Kemal'in kızdığını da biliyoruz. Öfkelenen Mustafa Kemal, İstiklal Mahkemesi üyelerini, 5 Temmuz 1926'da İzmir'in sayfiyesi Çeşme'de verilen bir baloya davet etmiş ve Kazım Karabekir'in ulu orta böyle ithamlarda bulunmasına izin vermelerinden duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça belli etmişti.84 

Bu ithamı daha da kuvvetlendirmek üzere, Ankara Valisi Atıf Bey'in 29 Haziran 1926 tarihinde verdiği bir beyanata da işaret edilebilir. Bu beyanata göre, hükümet 1926 kışından itibaren, Mustafa Kemal'in hayatına kastetmek üzere eli kulağında bir suikast hazırlandığının farkındaydı. Vali Atıf Bey açıkça "Bizim bu teşebbüsten malumatımız oldu. Uzun zaman Ziya Hurşit'i takip ettik. Birçok evrak tespit ettik. Onları da bu defa İstiklal Mahkemesine gönderdik,"85 demiştir. 
Bu bilginin yalan olması için ortada bir motif yoktur. Bu yüzden, Mustafa Kemal'in durumu kolladığı ve onu kendi siyasi yararına kullanmak üzere tam sırasını beklediği şüphesi kesinlikle vardır. Bununla birlikte, okur bunu hükümetin komploda parmağı bulunduğunun bir ispah olarak almamalıdır. Bu, en fazla, Mustafa Kemal'in, şayet kendi siyasi konumunu pekiştirecek bir karşı plan 
tasarlamak istiyorsa, bunun için gerekli vakti olduğunun bir kanıtı olarak görülebilir. 86 

   1926'nın siyasi ortamının, tertipte hükümetin parmağı olduğuna dair şüpheler beslemeye son derece müsait olduğundan da kuşku duyulmamalıdır. 

Bununla birlikte, ikinci dereceden kanıtları gerçek gibi kabul edip de onların üzerine katı bir hüküm oturtmamak da gerekir. Öte yandan, Mustafa Kemal'in böyle bir komployu önceden bilme ihtimalini ve bundan azami derecede faydalanma arzusunu göz ardı etmek de aynı derecede sorumsuzluk sayılır. Onun komployu siyasi kazanç uğruna ustaca kullanarak muhalefeti tümden yok ettiğini biliyoruz. Bu amacı gerçekleştirmek için böyle bir planı hangi noktada yaptığı, bu gerçeği değiştirmez. Ayrıca, Mustafa Kemal'in muhalefeti ilerlemeye bir engel ve kendi liderliğine bir meydan okuma olarak gördüğünü ve dolayısıyla ondan kurtulmayı umduğunu da biliyoruz. Bu çalışmanın vardığı hüküm, onun, muhalefeti susturma arzusuyla pragmatik bir şekilde hareket ettiğidir. 

Hukuki ve siyasi hamleler, idealistçe değil pratikçe ifa edilmiştir. Bu yüzden, Mustafa Kemal'in siyasi başarısının idealizminden ziyade onun bu pragmatizmine dayandığını belirtmek yerinde olur. İzleyen kısımda, bu noktayı iyice sergilemek 
için daha önce incelenmemiş ABD orijinli birincil kaynaklar okura sunulacaktır. 

ABD KONSOLOSLUK RAPORLARINDA İZMİR SUİKASTI 

Daha önce de ifade edildiği gibi, İzmir suikastı hakkında bağımsız birincil kaynaklardan yoksunuz. Bunların en tarafsızlarından biri, olay hakkındaki ABD konsolosluk raporlarıdır. Bu belgeler, yönlendirme, çarpıtma gibi bir emel taşımadıklarından, önemli ve diğerlerinden nispeten daha güvenilirdirler. Bir başka deyişle bu raporlar herhangi bir siyasi amaç taşımaksızın bir Atatürk dostu kabul edilen Amiral Bristol tarafından Washinton'a gönderilmiştir. 

İzmir suikastı hakkındaki ilk rapor, 18 Haziran 1926'da, yani Türkiye'deki ABD Yüksek Komiseri Koramiral Mark Lambert Bristol'ün komplo haberini verdiği gün gönderilmişti.87 Bu, ABD Dışişleri Bakanlığını komplodan haberdar eden kısa bir telgraftan ibaretti. Bristol, olay hakkında kapsamlı raporunu göndermek için bir aydan fazla bekledi. Ancak, 22 Haziran 1926'da, gazetelerden derlediği bilgileri sunan bir rapor hazırladı. Raporunda, İzmir davaları sırasında Türkiye'de kulaktan kulağa dolaşan bir rivayete de yer verdi. [Rivayete göre] Hükümet ya bütün bu komployu baştan sona tezgahlamış ya da iç meselelerdeki otokratik idaresine rağmen, mecliste ve ülke genelindeki siyasi muhalefetini sindirmeyi başaramadığı Terakkiperver Partinin ileri gelenlerini gözden düşürmek için, siyasi nitelik taşımayan gerçek bir komployu bahane olarak kullanıyor. Terakki pervercilerin, Türkiye'nin haklarından gereksiz yere feragat etmesi olarak yerden yere vurdukları Musul antlaşmasının imzasından itibaren, bu muhalefetin hatırı sayılır derecede arttığı bildiriliyor.88 

Okur, Şeyh Said İsyanı ve yukarıda değinilen TCF'nin 1925'teki kapatılması esnasında da böyle bir rivayetin var olduğunu hatırlayacaktır. 

Bu rivayetler, özellikle İstanbul ve İzmir'de, Ankara hükümetine karşı, dışarıdan görünenin altında yatan şüphe ve güvensizliğin göstergeleriydi. 

Bu güvensizliğin ne denli yaygın olduğunu bilmiyoruz. Ama Ankara'nın bu gibi duyguların adamakıllı farkında olduğunu biliyoruz.89 

Yüksek Komiser Mark L. Bristol, 7 Temmuz 1926 tarihli bir başka raporunda, "tertibin gerçekliğine ve komplonun çok geniş, dallı budaklı sonuçlan olacağına" ikna olmuş gözükmektedir.9° Rapor, "hükümet, teşebbüsteki azami sorumluluğu Terakkiperver liderlere yıkma konusunda özel bir çaba sarf ediyor gibi görünüyor. Oysa bugüne kadar alınan ifadeler, onların suçunu asgariye indirirken, hükümetin onlar karşısındaki tezini zayıflatmaya doğru gidiyor,"91 şeklinde devam eder. Hükümeti eleştirenlerin, hükümetin Şeyh Said İsyanından beri muhalefetten toptan kurtulmak istediği şüphesini taşıdıklarını biliyoruz. Bu rapor, İstiklal Mahkemelerinin bu varsayımı silmek için en ufak bir çaba göstermediğini açıkça teyit etmektedir. 

ABD yüksek komiserinin İstiklal Mahkemelerinin İzmir davaları hakkında verdiği hüküm, 3 Ağustos 1926 tarihli on üç sayfalık bir raporda ortaya konur. Mark Bristol'ün genel duygusu, davaların Türk halkına karşı göstermelik olarak yapıldığı ve zanlıların yasal haklarına riayet edilmediği yolundadır. Rapordaki, 'zanlıların kaderinin önceden belli olduğu' iması gayet kuvvetlidir. Örneğin, savcılığın Rüştü Paşa ve İsmail Canbolat Bey için hapis cezası istemesine karşılık, mahkemenin her ikisini de idama mahkum ettiğine dikkat çeken Mark Bristol, mahkemenin en belirgin özelliklerinden birinin savcı ile hakimler arasındaki daimi eylem birliği olduğunu söyledikten sonra, 'o zaman, bu iki insanın akıbeti hakkında niye bir anlaşmazlık varmış gibi görünüyor?' diye sorar. Bristol, çoktandır ortada dolaşmakta olan, mahkemenin, savcı ile hakimlerin her zaman ağız birliği yapmadığı ve bunurila da "tarafsız bir mahkeme" izlenimini vermek istediği teorisini benimser. Yani, bu "görüntü" uğrunadır. 

Mark Bristol'e göre İzmir duruşmaları bütünüyle incelendiğinde, hukuki ve siyasi bakımdan son derece ilginçtir. Hukuken, Türk yargısı "kendini gösterememiştir, çünkü ne mahkemeye sunulduğu kadarıyla deliller ikna edicidir, ne de davalar görülürken incelikli bir adalet kaygısı güdülmüştür. Yerleşik ilkelerden en bariz sapma, zanlıların savunma avukatı tutmalarına da, temyize gitmelerine de izin verilmeyişidir."92 Siyasi olarak ise İzmir davaları TCF'ye o kadar itibar kaybettirmiş tir ki, partililerin bir zamanlar tatmış oldukları itibara yeniden kavuşabilmeleri için, aradan çok uzun bir zaman geçmesi gerekmiştir. İzmir davaları, bu anlamda, esas hedefine ulaşmıştır. 

Duruşmaların Ankara evresine de değinen Mark Bristol, İzmir ve Ankara davaları arasındaki başlıca farkın, İzmir davaları komplo meselesiyle uğraşırken, Ankara davalarının en önemli özelliğinin "çoktan beridir devam ede gelen siyasi çekişmeleri halletmesi ve Türk inkılabının bundan sonra izleyeceği hat sorusunu bir kalemde kestirip atması" 93 olduğuna işaret etmiştir. İzmir davalarının başlıca gayesi, TCF mensuplarının BMM'den atılmasını ve hatırlı İTC'lilerin siyaset sahnesinden silinmesini sağlamaktı. Bir başka deyişle, İzmir davalarıyla zaten TCF ileri gelenleri halkın gözünden düşürülmüş ve bir muhalefet bloğu olarak mecliste ki siyasi kariyerlerine son verilmişti. 

Oysa ufukta gözüken 1927 seçimlerine hazırlık yapan daha tehlikeli bir grup daha vardı. Ankara davaları, özellikle, bazıları Ankara hükümeti saflarında hala hizmet eden bu İTC üyelerinden gelebilecek potansiyel muhalefeti susturmayı amaçlıyordu. Mark Bristol, bu konudaki genel eğilimin, CHF içindeki eski İTC üyelerini küstürmemek için, Kemalist hükümete hizmet eden eski ittihatçılarla, yeni bir ulusal siyasi partiye gönül veren ittihatçılar arasında bir ayrıma gitmek şeklinde olduğunu anlatır. Cumhuriyet gazetesi sahibi Yunus Nadi ile İstiklal Mahkemesi Reisi Ali Bey (Çetinkaya) de bu görüşteydi. Falih Rıfkı (Atay) yönetimindeki günlük Milliyet gazetesi ise, davalarla ittihatçı sorununun bir çırpıda çözülüp atılmasını öneriyordu. Kendisi de eski bir ittihatçı olan Yunus Nadi, İstiklal Mahkemesinin bir bütün olarak İTC ile uğraşmaması, ama niyeti belli bu 
gizli grubu hedef alması gerektiğini öne sürüyordu. 

Mark Bristol'ün tavrını rapor ettiği bir diğer günlük gazete olan Vakit, İstiklal Mahkemesinin sadece İzmir komplosuna bulaşmış olanları dava etmeye muktedir olduğunu öne sürüyordu. Lozan Antlaşması hükümleri nedeniyle, mahkeme eski İTC'lileri siyasi faaliyetleri yüzünden yargılama yetkisine sahip değildi. 

Bu pozisyon, İtilaf kuvvetlerinin hiçbirinin bu konunun üstüne fazla gitmemiş olmaları bakımından önemlidir. Fakat rapor, ABD'li diplomatların sorunun farkında olduklarını açıkça gösterir.94 
   Aksine, sorumlu ABD konsolosu Charles E. Allen tarafından hazırlanan bir başka rapor, ABD Dışişleri Bakanlığına "Lozan Antlaşmasının tasdikini garanti etme çabaları münasebetiyle İstiklal Mahkemelerinin hükmettiği infazlar için doğrudan ya da dolaylı herhangi bir mazeret gösterme çabası içine girmek, hiç de akıllıca olmayacaktır," 95, tavsiyesinde bulunur. Yazar, hiçbir Amerikan ya da azınlık çıkarı çiğnenmediğine göre, ABD'nin Ankara hükümetini kışkırtmaktan kaçınması gerektiğini telkin eder, böylece "Mahkeme ... zanlıların en temel haklarını tamamıyla göz ardı ettiği için, söz konusu infazların hiçbir şekilde mazur görülemeyeceği" 96 gerçeğine rağmen, ABD parlamentosundaki Türkiye aleyhtarları Lozan Antlaşmasının onaylanmasına karşı çıkmak için bunu bir sebep olarak kullanamayacaklardır. 
ABD'nin sorumlu İstanbul konsolosu Charles E. Allen'dan, ABD Dışişleri Bakanlığına giden bir başka rapor, İzmir'de 14 Temmuz 1926'da idam edilenlerin kısaca kimler olduğuna değinir ve nasıl bir geçmişten geldiklerini kıyaslar. Haydut takımı (Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi) bir kenara bırakılacak olursa, diğerlerinin hepsi, orta ile mükemmel arasında değişen tahsiller görmüşlerdir. Bunlar, uhalihazırdaki hükümetin herhangi bir mensubundan hiç de aşağı kalmayacak işler başarmış şahsiyetlerdir." 97 

Daha da önemlisi, diye not düşer Charles Allen: 

Birkaç istisna dışında bu kişiler, İttihat ve Terakki Fırkasının, Mustafa Kemal Paşa'nın bizzat kendisi o fırkanın üyesi iken bile, güya kendi hırsı ve başkalarını çekememezliği nedeniyle muhalif olduğu bir kanadının faal üyesiymişler. 

Bu yüzden, bu şahısların idamının, kendi suçları kadar, Mustafa Kemal Paşa'nın onlara karşı duyduğu korku ve nefretten de kaynaklandığından şüphelenmek için her türlü neden var gibi gözüküyor.98 İzmir'deki Amerikan Konsolosu Samuel W. Honaker tarafından hazırlanan bir başka önemli raporda, İzmir ve Ankara duruşmaları özet olarak aktarılır.99 
   12 Ağustos 1926 tarihli rapor, İzmir davaları hakkında hazırlanmış en kapsamlı (68 sayfa uzunluğunda) kayıtlardan biri gibi gözükmektedir. Washington'u, suikast tertibinden önceki olaylar, davalar, İstiklal Mahkemeleri ve onların İzmir'deki daha eski faaliyetleri hakkında bilgilendiren rapor, duruşmaların tam bir dökümünü içermemekle beraber, daha önce rapor edilmemiş bilgiler ihtiva ettiği için önemlidir. 

Örneğin, Mahkeme Reisi Ali (Çetinkaya) ile zanlı Abidin Bey arasında geçen karşılıklı atışma İzmir davalarının resmi tutanaklarında yoktur. 100 
Rapordan Abidin Bey'in, kendisini doğruyu söylememekle itham eden baş hakimin bir cümlesine tepki gösterdiğini öğreniriz. Abidin Bey duruşmanın bir aşamasında mahkeme reisi ile atışmaya girmiş "kendisinin bir mebus olduğu, İstiklal Mahkemesi reisi gibi bir katil olmadığı" sözlerini sarf etmiştir. Rapor, "[Abidin Bey] belli ki Ali Bey ile Halid Bey [Paşa] arasında geçen ve Ali Bey'in Halid Bey'i Büyük Millet Meclisi binasında vurarak öldürmesi hadisesine değiniyordu. Baş hakim, Abidin Bey'e derhal susmasını emretti, ama o dinlemeyerek: 'Mustafa Kemal Paşa iki yıl önce bütün milletçe seviliyor ve kendisine itimat ediliyordu, fakat mahkeme hakimi gibi ikiyüzlüler onu, reisicumhuru bozdular ve halkın gözünde 
küçülttüler,"101 şeklinde sözlerini sürdürdü. Davanın üçüncü günü cereyan eden bu hadise gazetelerde ya da o tarihli dava zabıtlarında yer almadı. 
   Belli ki mahkeme, konuşmanın yayınını engellemişti. Halit Paşa'nın Ali Bey tarafından katledilmesiyle ilgili olarak evvelden beri ortada dolaşan rivayetleri biliyoruz. Öyleyse bu karşılıklı konuşma resmi tutanaklardan neden çıkarıldı? 

Bu, tutanaklardan çıkarılmış başka bölümler de olabileceği konusunda kuşkular yaratıyor. 
Türk kaynaklarında bulunmayan bir başka malumat da Sheldon Leavitt Crosby'ye gelen ve bazı mebusların BMM'nin feshini istedikleri yolundaki istihbarattır. Crosby bunu şöyle rapor eder: İzmir ve Ankara duruşmalarının doğurduğu bir başka ilginç olasılık da Meclis'in feshidir. Güvenilir kaynaklardan misyonumuza ulaştığına 
göre, bir grup mebus, son oturumların yarattığı ve en az bir kabine mensubuna kadar uzanan genel şüphe atmosferi nedeniyle mevcut Medis'in feshedilmesi arzusuyla Reisicumhur'a yanaşmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve birkaç güvenilir mebus arasında, böyle bir fiilin arzu edilirliğini tartmak niyetiyle şu anda bile gayrı resmi toplantılar yapılmaktadır. Eğer karar olumlu yönde çıkarsa, H ükümet'in henüz, Anayasa gereği meclisin mutabakatını sağlayacak ve yeni seçimleri istediği gibi ayarlayacak manevraları yapacak kuvvette olduğu görülecektir. 102 
Anlaşılan hükümet, henüz ortada kendisini en yakın seçimlerde mahcup edecek birçok bilinmeyen olduğu için, meclisi o sırada dağıtma riskini göze alamadı. Mamafih biliyoruz ki gelecek seçimlere daha bir yıl vardı ve bu da, hükümete BMM'deki bütün sandalyeleri kontrol etmesine yetecek vakti verdi (288 mebustan sadece altısı "bağımsız," geri kalanı iktidar partisi CHF'ye aitti). Sheldon Leavitt Crosby, gayet uzak görüşlü bir başka gözlemdaha yapar. Ölüm cezaları keyfi bir biçimde veriliyor gibi gözükmektedir. 

Örneğin, Ankara'da görülen davadan sonra Hüseyin Cahit'in beraat edip de Cavit'in niçin asıldığı, bugün bile devam eden bir tartışmadır. Hüseyin 
Cahit de hükümetin aynı derecede nefret ettiği ve alarma geçtiği bir şahıstı. Sheldon Leavitt Crosby, bu konuda, "Hükümet, bir süredir kendi lehine 
işleyen popüler bir kışkırtmaya cevap verdi ve öteki kalburüstü İttihatçıların infazının yarattığı etkiyi dengeleyecek geçici bir tedbir olarak bunu seçti," 103 
şeklinde bir spekülasyon yapar. 

ABD maslahatgüzarı bir olasılığa işaret etmektedir. Yine de gerçek nedeni elimizdeki belgeler ışığında bilemiyoruz. 

Okur, şimdiye kadar, Mustafa Kemal'in hayatına bir kastetme girişimi olduğunu ve bu tertibin onun tarafından muhalefeti bertaraf etmek için ustaca kullanıldığına ikna olmuş olsa gerek. Ne var ki, hükümeti devirme, hatta rejimi değiştirme maksadını güden gizli bir örgütün varlığı konusunda pek fazla bir şey söylenmemiştir. Bütün hikayeler, İstiklal Mahkemesinin böyle bir komplonun gerçekten var olduğunu ispat etmekte yaya kaldığında birleşir. 

Ancak, mahkemenin, zanlıların rejimi değiştirmeye yönelik bir komplo içinde olduklarını, çürütülemeyecek delillerle tespit etmeyi beceremeyişi, böyle bir komplonun asla olmadığı şeklinde yorumlanabilir mi? Bir başka deyişle, 1926 öncesinde rejime yönelik bir komplo var mıydı? 

Elimizde, böyle bir komplonun gerçekten var olmuş olabileceğine dair belgeler var. Ancak bu belgeleri sunmadan önce, okuru, bu iddiaları destekleyici başka hiçbir kanıtın ya da bağımsız teyidin bulunmadığı konusunda uyarmak gerek. Bu yüzden, bunları birer olgu olarak almamak gerekir. Yine de, İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Mark L. Bristol tarafından hazırlanan çeşitli ABD diplomatik raporları, bu soruya biraz olsun ışık tutabilir. 

Mark L. Bristol, 17 Haziran 1924'te, Washington'daki Dışişleri Bakanlığına, Seyyid Mehdi Ahmet es-Senusi'nin (namı diğer Ahmet Şerif El-Senusi ve orijinal metinde Sheikh Ahmed Cherif El Senoussi)104 özel kalemi Osman Fahreldine (Fahrettin) Bey'den derlediği bilgileri ayrıntılı bir biçimde aktardığı bir rapor gönderdi. Buna göre, "amacını, açıkça Abdülmecid'in tekrar halifeliğe getirilerek İstanbul'a geri dönmesinin sağlanması olarak ilan eden" 105 gizli bir örgüt vardı. 

  Başlangıçta saltanatın ilgası ve yalnızca ruhani güçlerle donanmış bir hilafetin muhafazasını desteklemiş olan Seyyid Senusi, Türkiye'deki milli harekete ve Mustafa Kemal'in şahsına yakınlığıyla bilinirdi. Ancak Mustafa Kemal'in hilafeti tamamen kaldırma kararından telaşa kapılmış gibi görünüyordu. Osman Fahrettin Bey, ABD Yüksek Komiserine, Seyyid Senusi'nin artık bu gizli örgüte sempati beslediğini bildirdi. Türkiye'de, ta 1924'te ve belki daha sonraları da rejimin değişmesini hedefleyen faal bir gizli örgüt bulunduğuna dair bilginin bağlamı budur. Muhbire göre, Abdülmecit'in halife olarak İstanbul'a dönmesi için kaynak toplayan Mısır Prensi Ömer Tosun'un kendisi de bu gizli örgüte mali destek verecekti. Grubun adına değinilmiyor, ancak gruptan bazılarının adları veriliyordu: İzzet Paşa (sabık sadrazam), Refet Paşa, Ali Rıza Paşa (sabık sadrazam), Kemal Bey (İTC hükümetinde iaşe nazırı) Yusuf Kemali Bey (sabık Mersin mebusu), Selahattin Adil Paşa (1923'te İstanbul kumandanı), Velid Bey (Tevhid-i Efkar başyazarı), Zeki Bey (Gümüşhane mebusu), Hoca Sabri Efendi (sabık Afyonkarahisar mebusu), Hulusi Efendi (sabık Konya mebusu), Ahmet Bey (Diyarbakırlı eşraf), İsmail Nadi Bey (Diyarbakırlı eşraf), Vehbi Bey (Diyarbakırlı eşraf), Abdulfettah Efendi (Vanlı eşraf), Halil Efendi (Vanlı eşraf) ve Abdulvahap Efendi (Vanlı eşraf). 

DİPNOTLAR;

83 867.oorK31/14. 
84 Mahkeme mensuplarının gözü öyle korkmuştu ki, gizlice balkondan atlayarak, baloyu terk ettiler. Bu olayı doğrulayan bir dizi birincil kaynak mevcuttur; bkz. Altay, s. 420; Atay, Çankaya, s. 469. Mahkeme mensuplarından Kılıç Ali, balkondan atlayıp kaçmalarının gerekçesi sebebine itiraz eder. iddiasına göre, dostlarından biri (Falih Rıfkı Atay) Mustafa Kemal'e, mahkeme mensuplarının, 
zanlılara karşı fazlasıyla hoşgörülü olduğundan yakınmış, bundan dolayı canları sıkılan mensuplar, geceyi terk etmiştir. Bkz Kılıç Ali, s. 67. 
85 Hakimiyet-i Milliye, 29 Haziran 1926, Sümer Kılıç'ta da zikredildiği gibi. İstiklal Mahkemeleri Adil miydi? ... , s. 120. Ayrıca Kocahanoğlu, s. 44. Feridun Kandemir de, Konya Mebusu Refik Koraltan  ile yapılmış bir söyleşiden bahseder. Koraltan'ın iddiası, yetkilileri Ziya Hurşit ve avenesi tarafından Mustafa Kemal'e karşı hazırlanan bir komplo olasılığından haberdar eden kişinin kendisi olduğudur. 
 Bkz. Atatürk'e İzmir Suikastinden Ayn 11 Suikast (İstanbul: Ekindi, 1955). s. 33-48. 
86 Erik Jan Zürcher, Mustafa Kemal'in popülaritesinin, izlediği inkılap siyaseti ve onları uygulama konusundaki sert yöntemleri yüzünden, İzmir suikastı öncesinde sarsıldığını iddia eder. Burada, Mustafa Kemal'in popülaritesini tekrar yükseltmek için bir hadiseye ihtiyaç duyduğu iması vardır. The  Unionisı Factor, s. 144.
87 867.ooıK31/4, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir telgraf. 
88 867.ooıK31/6, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir telgraf. 
89 ismet İnönü, Hatıralar, ikinci Kitap (İstanbul: Bilgi, 1987). s. 212. 
90 867.oorK3r/8. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir rapor. 
91 Age.
92 867.001K3ı/9, Bristol'den Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş bir rapor. 
93 Age. 
94 İstiklal Mahkemesinin meşruluk sorunundan haberdar olduğunu biliyoruz. Mark Bristol'un  bildirdiğine göre, mahkemenin pozisyonu, zanlılann siyasi faaliyetlerinin Lozan Antlaşmasında verilen garantilerin tarihinin dışına çıkıyordu. Mahkeme, 1918'deki Mondros Mütarekesinin hemen öncesi ve sonrasındaki kısa dönem ile İzmir komplosuna kadar olan garanti dışı dönemde gelişen siyasi durumu tetkik ediyordu. Bkz. 867.ooıKJI/9. 
95 867.001K31/ı5. Charles E. Allen'dan Dışişleri Bakanlıgına, 22 Ekim 1926. 
96 Age. 
97 Age. 
98 Age. Şükrü Hanioglu, Allen'ın vardıgı neticeye katılmamaktadır. Hanioğlu'na göre Mustafa Kemal'in ITC'deki pozisyonu, Türk tarihyazıcılığında abartılmaktadır. O dönemde Mustafa Kemal, Cemal Paşa'nın emri altında genç bir zahitti ve esasında, Dr. Nazım ile de iyi ilişkiler içindeydi; Hanioğlu ile yapılan kişisel yazışma, 7 Ekim 2010. 
99 867.001K31/14, A Report on the Smyrna Trial, hazırlayan ABD Dışişleri Bakanlığı, Yakındoğu Meseleleri Bölümü adına by Samuel W. Honeker. Bu belgenin postalanma tarihi 26 Ağustos 1926. 
100 Sema llıkan, Faruk Ilıkan, yay. haz., Ankara İstiklal Mahkemesi .... Editörler, çalışmalarının 3 Ağustos 1926 ve 15 Ekim 1926 arasında günlük Hakimiyet-i Milliye gazetesinde yayınlanan tutanaklara dayandığını belirtirler. 
101  867.ooıK3ı/14. 
102 867.oorK3r/r3; Sheldon Leavitt Crosby'den Dışişleri Bakanlığına, ı Eylül 1926. 
103 Age. 
104 Seyyid Mehdi Ahmed es Senusi (1873-1933), Libya'nın 1911 tarihinde İtalya tarafından işgal edilmesine etkin bir biçimde karşı koyan Senusiye tarikatının şeyhidir. 1918'de, son Osmanlı Hükümdarı Vahdeddin'in davetiyle lstanbul'a geldi. Türk direniş hareketini desteklediği ve 15 Kasım 1920'de Ankara'ya geldiği bilinmektedir. Bkz. Timuçin Mert, Atatürk'ün Yanındaki Mehdi (İstanbul: Kara Kutu, 2006), s. 135. 
105 867.oo/18oı, Mark L. Bristol'den Dışişleri Bakanlığına, 17 Haziran 1924. 


5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 2

 GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 2 


Cumhuriyetin Kuruluşunda, İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,İstiklal Mahkemesi,Ankara Suikasti,İzmir Davaları,Ankara Davaları,

İZMİR DAVALARI
 
    İstiklal Mahkemesi, zanlılardan toplanan malumat üzerine, 26 Haziran 1926'da davayı görmeye başladı.31 

Mahkeme tarafından yayınlanan bir tebliğe göre, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde elliden fazla insan yakalanıp dava için İzmir'e gönderilmişti.32 
Tutuklananların tam listesini, yalnızca bir ABD konsolosluk raporundan öğrenebiliriz.33 
   TCF Kastamonu temsilcisi Halit Bey, mahkemenin kendisini bağımsız bir mebusla karıştırmasından ötürü tutuklanmaktan kurtulmuştu.34 

Tutuklananlar arasında, TCF'nin BMM'de faal olan muhtelif üyeleri de vardı. 
Bu haliyle onların kanuni dokunulmazlıkları olduğundan, ancak suçüstü (en flagrant delit) yakalanırlarsa ya da meclisin kararıyla tutuklanabilirlerdi. 
Bazı mebusların "suçsuz oldukları" şeklindeki mahkeme hükmünden de aşikar oluğu gibi, bu anayasal hakkın açıkça ihlal edildiğini biliyoruz. 

Oysa şayet "suçüstü" durumda yakalanmış olsalardı, tanım gereği beraat etmeleri imkansızdı. Zanlılardan biri olan Rauf Bey (Orbay), hatıratında bu noktanın kuvvetle altını çizer.35 

    Dava, 26 Haziran'da, savcının iddianamesiyle başladı. Savcılık makamının dayanak noktası, bu başarısız suikast girişiminin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in hayatına kasteden basit bir eylem olmadığı idi. Tam aksine, bu yeni rejime karşı girişilmiş bir teşebbüstü ve dolayısıyla cezası ölümdü. Savcı, aşağıdaki şahısların cumhurbaşkanının hayatına kastetmekten yargılanmalarını ve Türk Ceza Kanunu'nun 55 ve 57. Maddelerine göre cezalandırılmalarını talep etti.36 Savcının, cumhurbaşkanının hayatına karşı bir tertip içinde olunduğunu ispatlaması görevi kolaydı, çünkü suikastçılardan Ziya Hurşit gibi bazıları, hazırlanan tertibi hemen itiraf etmişlerdi.37 

   Asıl zor olan kısım, en azından davanın gözlemcileri için, tertibin aslında hükümeti devirmeyi hedeflediğini ve birçok TCF ve sabık İTC mensubunun 
doğrudan işin içinde olduğunu, hiçbir haklı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ispatlamaktı. Savcı, böyle bir bağlantı kurmakta, zanlılardan bazılarının ifadelerine dayandı. Örneğin Ziya Hurşit 12 Temmuz 1926'da, şehre geldiğinde Mustafa Kemal'i öldürmek üzere Laz İsmail ve Gürcü Yusufla birlikte İzmir'e gittiğini kabul etti. Mahkeme baş hakimi Ali Bey tertibe bulaşan başkalarının da olup olmadığını (çünkü böylesine muazzam bir işin alhndan dört beş kişi kalkamazdı) sorduğunda, Ziya Hurşit tertibi bilen başka sadece iki kişinin, Şükrü Bey ile Abdülkadir Bey'in olduğu cevabını verdi. Esasında, suikastın başlangıçta Ankara'da yapılması ve Mustafa Kemal'in yanı sıra kabine üyelerinin de öldürülmesi planlanmış, ancak 
daha sonra Şükrü Bey, çok riskli ve başarısızlığa yakın olduğunu söyleyerek bu plana itiraz etmişti. Ziya Hurşit, suikastı, Büyük Millet Meclisi'ne reisicumhur ve bakanlar da hazırken, bomba atarak gerçekleştirmeyi planladığını kabul etti.38 Bununla da kalmayıp yetkililere, Şükrü Bey'in planı yürütmesi için kendisine önceden 400 Türk Lirası ile birkaç revolver verdiğini de anlattı. Ziya Hurşit'in ağabeyi, Ordu Mebusu Faik Bey, plandan haberdar olduğunda, kardeşini sert bir biçimde azarlamıştı. 

   Ankara Suikastı tertibi, Rauf Bey'in de kulağına çalınmış ve Rauf Bey, eğer böyle bir plandan vazgeçmeyecek olursa, Ziya Hurşit'i ele vermekle tehdit etmişti. 

Bir zamanlar Mustafa Kemal'in gayet yakını ve muhalefetin ileri gelenlerinden biri olan Rauf Bey'in, daha sonra olayı yetkililere haber vermediği için on yıl hapse mahkum edilmesi kayda değerdir. 

   Sonunda, Ankara tertibi boşa çıkınca, planı yürürlüğe sokup ardından dışarı kaçmak için en emniyetli yerin İzmir olduğuna karar verildi.39 

    Muhalefetle tertip arasında bir bağ kurmak isteyen İstiklal Mahkemesi hakimi ve savcısı, Ziya Hurşit'e olaydaki TCF ve Kazım Karabekir parmağını 
sordular. Ziya Hurşit böyle bir parmağı kesinlikle yalanladı. Savcının elinde, Ziya Hurşit'in onlara tertibe TCF'nin de taraftar olduğunu söylediğine dair, 
Laz İsmail ve Çopur Hilmi Bey'in yazılı ifadeleri vardı. Ancak Ziya Hurşit bu bilginin doğruluğunu bizzat reddetti; böylelikle, savcılık birinci el bir ithamdan yoksun kalmış oldu.40 

İddia makamının elindeki kanıt, "[Mustafa Kemal] suikastının, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının bir toplantısında gizlice kararlaştırıldığını ve Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Paşa ile Mareşal Fevzi Paşa'nın tertipten bilgisi olduğunu" söyleyen Sarı Edip Efe'nin ifadesine dayanıyordu 41 Sarı Edip Efe, ifadesine nihai planın Fevzi (Çakmak) Paşa'yı cumhurreisliğine seçmek olduğunu da eklemişti. Sarı Edip Efe'nin ifadesi çeşitli nedenlerden önemlidir. Savcılığa, doğruluğu kanıtlanmasa da, TCF mensuplarını suçlama mantığını sunan odur. Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Rauf (Orbay) ve Refet (Bele) gibi, hepsi de çetin ceviz hükümet muhalifi olan önemli TCF mensupları, onun ifadesine dayanılarak, devlete karşı işlenmiş ve ölüm cezası verilebilecek bir suçla itham edildiler. Ancak suçlamanın büyük bir gediği vardı. Şöyle ki, Sarı Edip Efe ithamlarını Ziya 
Hurşit'ten de aldığı malumata dayandırıyordu.42 Oysa bu malumatın kaynağı olduğu iddia edilen Ziya Hurşit, işin içine herhangi bir şekilde TCF liderlerinin de karıştığını tekrar tekrar reddetmişti.43 
Zanlılardan biri olan, Ziya Hurşit'in kardeşi Faik Bey, mahkemede, TCF liderlerinin İzmir suikastından haberleri olmasa bile, evvelki Ankara tertibinden muhakkak bilgilerinin olduğunu söyledi.44 Faik Bey, olaydan otuz yıl sonra tertiple ilgili düşüncelerini yayınladığında, "Milletvekilliğinden ayrılışımdan [1927'deki] yıllarca sonra, çok mevsuk bir membadan şu hakikati öğrendim: Terakkiperver Fırkanın umumi heyeti ile idare heyeti ve parti grubu gibi uzuvlarından başka, İstanbul'da daha yüksek [gizli] bir heyet varmış. 

Bu da olsa olsa İttihat ve Terakki topluluğundan başka bir şey değildir. ... Meğer bu heyetin verdiği karar ve gizli talimata göre hareket edilirmiş,"45 diyecekti. Haftalık Dün ve Bugün dergisi,46 Faik (Günday) Bey'in iddialarına misilleme olarak, 21 Eylül 1956'da, böyle bir bilgiyi yıllar sonra ifşa etmenin arkasında yatan emelleri sorgulayan bir cevap yayınladı. Kazım Karabekir ise mahkemeye verdiği ifadede, tertibe herhangi bir şekilde karıştığını reddetti. Ayrıca, hükümeti de muhalefeti bir kalemde ve toptan susturmaya girişmekle alenen eleştirdi. Savunması, Şeyh Said İsyanı dolayısıyla suçlanan birkaç TCF mensubunun partiyi bağlamadığı yönündeydi ve önceki savunmanın bir benzeriydi. Taklib-i hükümete (hükümeti devirmeye) gelince, Kazım Karabekir, meclisteki 15'i aşmayan vekiliyle 
TCF cüssesindeki bir siyasi partinin nasıl olup da hükümeti devirebileceğini sordu. Ordunun yardımı olmadan, bu ülkede hiçbir hükümetin devrilemeyeceğini 
de ekledi.47 Mahkeme başkanı Ali Bey, Kazım Karabekir'i "Benim kanaatim, memleketin bu gibi [muhali.. fırkalara tahammülü yoktur," diye azarlayınca, Kazım Karabekir, cevap olarak sadece "Ben aksi kanaatteyim. Memleket müdriktir," demekle yetindi.48 

   Ali Bey'in sorgulamada izlediği yol, mahkemenin, siyasi muhalefeti sırf var olduğu için de cezalandırmayı amaçladığı inancını pekiştirir. 

Savcı, 30 Haziran 1926'da başlangıç dava dilekçesine bir zeyilname ekledi ve böylece davanın çapını, TCF ve İTC ileri gelenlerine yönelttiği suçlamalara ince bir ayar vererek genişletti. 26 Haziran 1926 tarihli ilk iddianamesinde, TCF mensuplarının halen sorguya çekildiklerinin, resmi ithamların da beklemede olduğunun sinyalini veren savcı, zeyil namede ise şu TCF ileri gelenlerine ismen değiniyordu: Cafer Tayyar, Ali Fuat, Refet, Kazım Karabekir ve Rüştü Paşalar ile Sabit, Halis Turgut, İhsan, İsmail Canbulat ve Münir Hüsrev Beyler. Savcı, ayrıca TCF'nin, hükümete zorla el koymak üzere eski İTC mensuplarından meydana gelen gizli bir komite ile ittifak yaptığını da iddia ediyordu. Zeyil name, mahkeme den aşağıdaki İTC mensuplarını cezalandırması talebiyle son buluyordu: Faik (Ziya Hurşit'in kardeşi), Cavit (sabık İTC hükümetleri Maliye Bakanı), Necati (sabık Erzurum mebusu), Hilmi (sabık Ardahan mebusu) ve Kara Kemal (firari) Beyler. İstenen ceza idamdı.49 

Buradaki önemli hususlar şunlardır. Savcılık, bu isimleri, Ziya Hurşit'in mahkemede verdiği söylenen ifadelere dayanarak davaya dahil ettiğini iddia etmişti. Oysa eldeki mahkeme tutanaklarına dayanarak, Ziya Hurşit'in İTC liderlerine karşı böyle ithamlarda bulunduğunu söylemek mümkün değildir.50 

Dahası, elimizde asıl zeyil name ile, mahkemece Kazım Karabekir'e verilen zeyil namenin birer nüshası bulunmaktadır. 


DİPNOTLAR;

31 Mahkeme, Başhakim Ali (Çetinkaya), Savcı Necip Ali (Küçüka) ve üyeler Kılıç Ali, Ali (Zırh) ve Reşit Galip'ten oluşuyordu. Bu isimlerin hepsi de, Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarıdır. 
32 Kocahanoğlu, 171; New York Times gazetesi, 20 Haziran 1926'da, TCF'yle geçmişi bulunan 40'tan  fazla kişinin tutuklandığını bildiriyordu. Bkz. s. 22. 
33 867.001/K31/14. Karşılaştırılabilecek bir başka listenin yokluğuna karşılık, bu liste güvenilir gözükmektedir. Tutuklananların isimleri ve meslekleri şöyledir: "Arif Bey, emekli albay ve Eskişehir mebusu; Ali Fuad Paşa, Emekli general ve Ankara mebusu; Abeddin Bey, Saruhan mebusu; Bekir Sami Bey, Tokat mebusu; Bahaeddin, ihtiyat Zabiti; Şahin Çavuştu (?). Edib Bey'e ait bir çiflikte çalışır; Cemal Paşa, emekli general ve eski Mersin mebusu; Canbulat Bey, eski Dahiliye Nazırı, eski İsveç sefiri, eski İstanbul belediye başkanı ve İstanbul sefiri; Cavit Paşa (Bey?), eski Maliye Nazırı; Cafer Tayyar Bey (Paşa), eski Maliye Nazırı(?) ve Edirne mebusu; (Sarı Efe) Edib Bey. Emekli jandarma binbaşı; Faik Bey, Ordu mebusu; Feridun Fikri Bey, Dersim mebusu; Fazıl (Faik) Bey, Ziya Hurşit'in kardeşlerinden biri; Gürcü Yusuf; Giritli Şevki Bey; Hafız Mehmed, eski Trabzon mebusu; Hüseyin Avni Bey, eski Erzurum mebusu; Halis Turgut, eski Sivas mebusu; Hüseyin Rıza, eski Lazistan mebuslarından birinin kayınbiraderi; Hilmi Bey, eski Ardahan mebusu; Halet Bey, Erzurum mebusu; Ihsan Bey, Ergani mebusu; İdris, Karşıyaka'da (Cordelio) bahçıvan;  Kezini Bey, Trabzon mebusu; Kazım Karabekir Paşa, emekli general ve İstanbul mebusu; Kamil Efendi,   Afyonkarahisar mebusu; Kara Vasıf Bey, İstanbul mebusu; Laz İsmail; Latif, katip; Muhtar Bey, Trabzon mebusu; Mustafa Şevket, dişçi; Mustafa, Hüseyin Rıza'nın yoldaşlarından; Mehmed Keleş, İstanbul'da  kayıkçı; Muammer Bey. eski Sivas valisi; Necati Bey, eski Lazistan mebusu; Necati Bey, eski Erzurum mebusu; Necati Bey, Bursa mebusu; Refet Osman Nuri, Bursa mebusu; Refet Paşa, emekli general ve emekli İstanbul mebusu; Rahmi Bey, Trabzon mebusu; Rüştü Paşa, emekli general ve Erzurum mebusu; Rasim Bey, emekli albay; Şükrü Bey, eski Maarif Nazırı ve İzmit mebusu; Sabit Bey, Erzurum mebusu; Çopur Hilmi; Çolak Selahaddin Bey, emekli bir albay; Torbalı Emin Bey, çiftçi; Vahap, Hafız Mehmed'in kuzeni; Ziya Hurşit, eski Lazistan mebusu; Zeki Bey, Gümüşhane mebusu." 
34 Mahkeme onun yerine yanlışlıkla Erzurum bağımsız milletvekili Casim Bey'i (Duray) tutuklamıştır. Bkz. Kılıç, s. 51 · 52 
35 Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni: Siyasi Hatıralarım, cilt 2 (İstanbul: Emre, 1993); 197-199. 
36 Madde 55 şöyle idi: "Zor kullanarak. Türkiye Cumhuriyet'inin Organik Kanunlarını kısmen ve tamamen değiştirmeye teşebbüs edenler; ve Büyük Millet Meclisi'ni feshetme ya da görevlerini yerine getirmekten alıkoyma yoluna gidenler, ölüm cezasına çartırılır ve infaz edilir. Yukarıda belirtilen cürümleri tahrik edenler de, teşebbüsün gerçekleşmesi halinde infaz edilirler. Eğer cürümler sadece  teşebbüs halinde kalırsa, tahrik eden en az yedi yıllığına hapis cezasına çarptırılır. Heyeti Vekile'yi lağvetmeye veya iş göremez hale getirmeye teşebbüs edenler müebbet hapis cezasına çarptırılır."; Madde 57 şöyleydi "Eğer bir grup insan, Madde 55'te belirtilen cürümleri işlemek üzere topluca bir komplo kurarlarsa, onlann başları, mensupları ve dahi tahrikçileri infaz edilir." Samuel W. Honaker'n 
raporundan tercüme edildiği şekliyle, 867.00/K31/14, s. 60. 
37 Duruşmada bazı yabancı gazeteciler de vardı, bunlardan The Times gazetesi muhabiri, Ziya Hurşit'in, ifadesinde, sorumluluk alma konusunda cesur davranmakla kalmayıp, komplodaki rolünü abarttığını da belirtir. The Times, "The Turkish Plot" 29 June 1926, p. 15 .. 
38 Mumcu, 39; ayrıca 867.00/K31/14, p. 13. 
39 Bursa'nın da tertip için alternatif bir mahal olabileceği düşünülmüştü. 
40 The Times, Age. 
41 867.00/KJ1/14, s. 17. 
42 Kocahanoğlu, 231. 
43 Mumcu, 14. 
44 Age .. s. 245-46. Kazım Karabekir böylesi bir suçlamayı kesin olarak reddetmiştir; Kılıç. s. 122-23. 
45 Faik Hurşit Günday kısmı, günlük Dünya gazetesinde, 3 -13 Eylül tarihleri arasında yayınlandı, Kocahanoğlu'nda zikredildiği şekliyle. s. 166-67. 
46 Sümer Kılıç'ta zikredildiği gibi. s. 239 -63, Açıkça belirtilmese de makalenin Feridun Kandemir tarafından kaleme alındığı açıktır. 
47 Kılıç. 121-22; Kocahanoğlu. 300. 
48 "Kocahanoğlu. 306. 
49 Kocahanoglu, s. 276; Kılıç, s. 102-103-Kocahanoglu, metni kısaltmış gibi durur. Öte yandan Kılıç metnin tamamını, hem Latin harfleriyle, hem de orijinal Arap harfleriyle sunar. 
50 Okura şunu hatırlatmakta fayda var: Ankara duruşmalarından farklı olarak. lzmir'deki duruşmaların tamamı yayınlanmış değildir. Dönemin günlük gazetelerinden, hatıratlardan ve ABD konsolosluk raporlarından yararlanan ikincil kaynaklar olarak mevcuttur. Bunlarda da bu tür bilgi pek yoktur. 



***

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI. BÖLÜM 1

GENELDEKİ MUHALEFET: İZMİR SUİKASTI VE DAVALARI.  BÖLÜM 1 



Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası, Şeyh Said İsyanı, İzmir suikastı,harf inkılabı,Takrir-i Sükun kanunu,Ziya Hurşit,Gürcü Yusuf,Çopur Hilmi, Giritli Şevki,
    

     Erken Türkiye Cumhuriyeti'ndeki siyasi muhalefeti susturma sürecinin bir diğer dönüm noktası da, Mustafa Kemal'e 1926'da düzenlenen İzmir suikastı tertibidir. 1925'teki Şeyh Said İsyanı gibi bu girişim de, CHF'ye, yeni rejime ve iktidardaki hükümete bütün olası siyasi muhalefetin silinmesi sürecini tamamlatan bir mazeret sundu. Sonunda süreç öylesine kusursuz biçimde tamamlandı ki, 1927'deki yeni seçimlere kadar mecliste görüşülen herhangi bir kanun tasarısında, aykırı tek bir ses bile çıkmadı. BMM'deki vekiller, farklı görüşte iseler bunu oylamaya katılmayarak belli ettiler. Söz gelimi, 6 Kasım 1926'da, hükümetin güvenoyu alması gerektiğinde, vekillerin sadece yarısı oy kullandı. Mahmut 
Goloğlu, haklı olarak, katılım yetersizliği nedeniyle kanun tasarılarının hiçbirinin, ilk turlarda gerekli oyu alamadığına işaret eder. Tasarılar ancak, salt çoğunluğun yeterli olduğu sonraki turlarda kanunlaşabildi.1 
   İşte radikal Batılılaşmacı inkılapların pek çoğu (örneğin, 1928 harf inkılabı), BMM'den böyle bir siyasi ortamda ve akıl almaz bir kolaylık ve hızla geçti. 
İzmir tertibi ve arkadan gelen suikast davalarını, rahatlıkla 1925 Takrir-i Sükun kanunuyla başlayan sürecin bir devamı olarak okumak mümkündür. Bu, mevcut ve potansiyel muhalefetin silinip süpürülmesi sürecinin nihai aşamasıydı. 1926'daki İzmir ve Ankara mahkemelerinin sonunda, meclis içindeki muhalefet (kapatılan TCF üyeleri) ile meclis dışındaki potansiyel muhalefet (eski bazı üst düzey İTC mensupları) temizlenip ortalık pirüpak edildi. 

1926 İzmir suikastı tertibi, meslekten olmayan bir dizi tarihçi tarafından araştırılmıştır.' Bu yüzden de, erken cumhuriyet tarihinin bu oldukça önemli kısmına ilişkin araştırmalar, birçok örnekte gerekli ehliyetten yoksun kalmıştır. Bununla birlikte, ezici çoğunluğu Türkçe olan bu kaynaklarda, birincil kaynakların önemli izleri vardır. Halihazırda konuyla ilgili birincil kaynakların en çoğu hatıratlardır. Ancak okur bu hatıratların güvenilirliği konusunda dikkatli olmalıdır, çünkü çoğu, yazarlarının o sıradaki siyasi ihtiraslarının fırça darbelerini taşır. Resmi belgeler, söz gelimi hükümet yetkilileri ve Mustafa Kemal'in kendisi tarafından verilmiş beyanatlar ise, onların bu olayın tarafı olmaları nedeniyle, sınırlayıcıdır. 

Bununla birlikte, araştırmacıların kullanımına basılı halde yakın zamanda sunulmuş yabancı kaynaklara ait birincil anlatılar da vardır, örneğin İzmir davasına dair ABD konsolosluk raporları ve mahkeme tutanakları gibi.3 

Bütün bu kaynaklar, mercek altındaki konuya dair bilgimizi genişletmemizde yardımcı olur. 

Bu bölümde İzmir tertibi, siyasi muhalefetin ortadan kaldırılması bağlamında yeniden ele alınacaktır. Bu konudaki birçok çalışma, haklı olarak, İzmir suikastı tertibinin, hükümetin muhalefeti temizlemekteki çıkarına hizmet ettiği sonucuna varmaktadır.4 
Ancak, bunun tam olarak nasıl yapıldığı tatminkar bir biçimde belgelenmiş ve eleştirel gözle incelenmiş değildir.5 

Ben, araştırmamda mevcut birincil ve ikincil kaynaklara ilaveten, ABD diplomatik arşiv kaynaklarını da kullandım. Bu kaynaklar, dışarıdan bir izleyicinin olayların gidişahnı nasıl anlamlandırdığı konusunda bilgi vermesi bakımından önemlidirler. Tabii, onların algılamalarının da hatasız olmadığını söylemeye lüzum yok; ne var ki bu hatalar kasti olmadığı gibi, yanlışlıkları da ihmal edilebilir düzeydedir. İkincil kaynaklardaki zaten faydalandığımız bilgileri, bu kaynaklar sayesinde karşılaştırma imkanı buluruz. Bu yüzden, ABD konsolosluk raporlarının metnin tamamı için taze 
veriler sağlamasına ilaveten, bu bölümde ABD arşiv kaynaklarıyla ve onlarda sunulan bilgilerin yansımalarıyla ilgili ayrı bir alt bölüm de açılmıştır. 

   Suikast tertibiyle ilgili olarak, aşağıdaki hususlarda çok şey yazılıp çizildi. Gerçekten, Mustafa Kemal'in hayatına kasteden bir tertip var mıydı? 

Kemalistler böyle bir suikastı muhalefeti susturmalarına yarasın diye kışkırttılar mı? TCF'nin ve İTC'nin bu tertipteki rolü neydi? Suikasta bulaşmakla itham edilenlerin infazı haklı mıydı? Bu hususlara şöyle bir değinip geçeceğim, çünkü asıl amacım bu tertibin hükümete karşı mevcut ve potansiyel muhalefeti sindirmek için nasıl ustaca kullanıldığını göstermektir. 

Türkiye'nin içindeki iktidar mücadelesinin, uluslararası topluluk, bilhassa da Büyük Britanya ve ABD'yi çok yakından ilgilendirdiğini biliyoruz. Yabancı gözlemciler, Takrir-i Sükun sonrası ortamda, Mustafa Kemal'den Şeyh Said İsyanının arkasından başlattığı işi tamamlamasını sağlayacak bir hamle bekliyorlardı. 

Bu yüzden, İzmir tertibinin ona bu ikinci fırsatı sunması sürpriz olmadı. Tertibin ortaya çıkmasından sonra, İstanbul'daki İngiliz temsilcisi Sir R. Llndsay, Londra' daki Dışişleri Bakanı Sir Austen Chamberlain'ı komplodan haberdar etti. Sir R. Llndsay, 23 Haziran 1926'da, tertibin muhalefeti susturmak amacıyla bizzat Mustafa Kemal tarafından teşvik edildiği yolunda çıkan rivayetlere değindikten sonra, Mustafa Kemal'in hayatına gerçek bir kastetme girişiminin bulunduğuna hükmediyor, ancak şöyle de devam ediyordu: "[Türk] Hükümetinin, muhtemel her türlü hasmının faaliyetleriyle ilgili soruşturma açmak için böyle bir fırsatı kaçırmayacağı tabiidir."6 İstanbul'daki ABD Yüksek Komiseri Mark L. Bristol, 7 Temmuz 1926 tarihinde, kendi Dışişleri Bakanlığına "Suikast gerçek, tertip konusu ise dallanıp budaklanıyor," şeklinde bir rapor gönderdiğine göre, ABD Konsolosluk raporları da bu değerlendirmeyle hemfikirdi."7 

   Aşağıda da görüleceği gibi, Türk kaynakları da bu değerlendirmeyle söz birliği içindedir. Mustafa Kemal'i öldürmeye yönelik başarısız bir girişim hakikaten vardı. Ancak bu girişim, onu ve CHF hükümetini eskiden olmadığı kadar güçlendirdi. Belli ki bu, yarıda kalan muhalefeti susturma işini bitirmenin " İkinci Şansı " oldu. Gelin, 1926'da izmir'de neler olduğuna şöyle bir göz atarak başlayalım. 

TERTİBİN ORTAYA ÇIKIŞI.  8 

Mustafa Kemal. ülkenin güney ve batı illerini teftiş etmek üzere 7 Mayıs 1926 tarihinde Ankara'dan yola çıktı. Eskişehir ve Afyon üzerinden ertesi gün Konya'ya ulaştı. Tarsus ve Mersin güzergahını izleyerek geldiği Silifke'deki çiftliğinde bir süre oyalandıktan sonra, Adana'yı ziyaret edip tekrar Konya'ya, oradan da Bozüyük'e (Bilecik) dönen Mustafa Kemal, Marmara Bölgesi'ndeki tarihi Bursa şehrinde tam yirmi dört gün (20 Mayıs'tan 13 Haziran'a kadar) kaldı. 14 Haziran'da Bandırma'ya geçti. Seyahat programına göre, 15 Haziran 1926'da İzmir'e varması bekleniyordu. 

Ancak, yola çıkışını beklenmedik şekilde bir gün erteledi. Bandırma'da, İzmir Valisi Kazım Paşa'dan, kendisine Haziran'ın 15'inde bir suikast düzenleneceğine dair bir telgraf almıştı. Kazım Paşa'nın, Ankara'daki Başvekil İsmet Paşa'yı haberdar etmek için bir gün daha beklemesi ilginçtir. İsmet Paşa'nın anılarından, onun Kazım Paşa'nın telgrafını Haziran'ın 16'sında aldığını biliyoruz.9  

   Gecikmenin sebebini ise bilmiyoruz. 

Bu noktada okura, tertibe ilişkin bilgilerimizin çoğunun, savcının iddianamesinden ve duruşma zabıtlarından geldiğini bildirmek gerekir. 

Zanlıların mahkemedeki ifadelerinden, Mustafa Kemal'e İzmir'de gerçekten bir suikast planlandığı açıktır. İstiklal Mahkemesi savcısı, Mustafa Kemal'e suikast tertibinin muhalefet partisi TCF'nin üyeleri tarafından çok önceden planlandığını ileri sürdü. 10 Her ne kadar daha evvel çeşitli başka teşebbüsler de -hiçbiri planlama aşamasının ötesine geçememiş-olmuşsa da, İzmir tertibinin hayata geçmesine ramak kalmıştı.11 

Tertibin birinci derecede sorumluları olan Ziya Hurşit (sabık Lazistan mebusu), Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi, silahları, el bombaları ve cephaneleriyle ayrı ayrı otellerde ele geçtiler. İçlerinden hiç değilse biri, Ziya Hurşit, Mustafa Kemal'i öldürmeyi planladığını hemen kabul etti. Yapılan sorgusu sırasında, İzmir polisine eski Ankara Valisi Abdülkadir Bey ve Sarı Edip Efe ile muhalefet partisi TCF'nin İzmit mebusu Şükrü Bey'in, tertibin düzenlenmesi sürecine yakinen katıldıklarını itiraf etti. 

Tertip, suikasta karışan Giritli Şevki'den elde edilen bilgiler temelinde ortaya çıkarıldı. Giritli Şevki, teknesiyle katillerin Yunanistan'ın Kios (Sakız) adasına kaçmasına yardım etmekten sorumluydu. Plana göre Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi, İzmir'deki bir caddenin köşesinde, Mustafa Kemal'in arabasının keskin virajı alırken yavaşlamasını bekleyecek, tam o anda izdiham yaratmak için e! bombalarını kalabalığın üstüne savuracak ve doğan keşmekeşten yararlanarak Mustafa Kemal'i vurduktan sonra, limanda demirlemiş bekleyen Giritli Şevki'nin teknesine koşup Yunan Adası'na kaçacaklardı. Ancak, Mustafa Kemal'in İzmir'e varışının bir gün gecikmesi ve (tertipçilerden) Sarı Edip Efe'nin ortadan kaybolması her şeyi değiştirdi. Tertibin deşifre olduğundan korkan Giritli Şevki, İzmir karakoluna giderek yetkililere her şeyi anlattı. 

TERTİP ÜZERİNE HÜKÜMETİN YAPTIKLARl 12 

Bu noktada, Mustafa Kemal ile hükümet arasındaki görüşmeleri yeniden inşa edebilmek için işe en güvenilir kaynaklardan başlamamız gerekiyor. Elimizde, Mustafa Kemal ile muhtelif hükümet ve ordu mensupları arasında teati edilmiş bir telgraf koleksiyonunun tamamı var.13 

Acaba Mustafa Kemal ve İsmet Paşa (ve diğer bazı kaynaklar) arasında gidip gelen bu telgraflar, İzmir Suikastının içyüzüne dair ne söylemektedir? 

Bu telgraflarda, suikast konusunda rastlanan ilk bilgi, 16 Haziran 1926, yani suikastın önlenmesinden iki gün sonrasının tarihini taşır. 

Mustafa Kemal'in Ankara'daki İsmet Paşa'ya çektiği telgraf, bir suikast girişiminin atlatıldığını doğrulamakta ve suikast r6 Haziran günü için tertiplendiğinden, Ankara'da hala o gün hükümeti devirebilecek yardakçılar bulunabileceği uyarısı yapılmaktadır.'4 Mustafa Kemal'in, İstanbul'da -ve muhtemelen Ankara'da da-hükümet devrilsin diye bekleyen, tatmin olmamış pek çok unsur bulunduğuna ikna olduğu belliydi. Tertibin arkasındaki bir numaralı şüpheli, elemanları eski İTC mensupları olmasalar da onlara benzeyen ve şu anda TCF'de faaliyet gösterdiği söylenen bir yeraltı örgütüydü. 

Mustafa Kemal'in diğer telgrafı da, ondan Sarı Edip Efe'yi suikastçılardan biri olarak ayırıp hemen tutuklanmasını istediği İstanbul Polis Müdürü Ekrem Bey'e idi. Mustafa Kemal ayrıca, suikast yardakçılarının (Sarı Edip Efe'nin avenesi) İzmir'den gelen haberlere bakarak bir toplantı yapabileceğini de tahmin ediyor ve İstanbul polisini uyanık ve hazırlıklı olmaya davet ediyordu.ıs Bu telgraf, Mustafa Kemal'in muhtemel bir hükümet devrilmesi olayından yahut karşı-devrimden ne kadar huylandığını gösterir. Onun, Şeyh Said İsyanı ve sonrasında da benzer bir hassasiyete kapıldığını gördük. 

İlginç olanı, İsmet Paşa'nın ertesi gün Mustafa Kemal'e verdiği cevabın daha serinkanlı olmasıydı: "Suikastın geniş bir tertibata dayalı olacağına ihtimal vermiyoruz."16 Bu cevap, onun daha bir yıl önce Şeyh Said İsyanına gösterdiği tepkiye tam bir tezat teşkil eder. İsmet Paşa, suikastın yeni rejime bir tehdit arz etmediğine ikna olmuş görünüyordu; bununla birlikte, rejimin ihtiyacı olan halk desteğini kazandırmak bakımından onun sağlayabileceği fırsatların da farkındaydı. Aynı tarihli bir başka telgrafta, İsmet Paşa, suikastın, yapılmadan bir gün önce ve sırf pişman olmuş bir muhbir sayesinde engellenmesinden duyduğu hayreti ifade eder. Bununla birlikte, asıl işaret ettiği ikinci husus açıklayıcıdır: "Hadise tamamen kontrol altındadır," diyordu Başvekil. "Hiç şüphe yok ki, umumu azamet ve debdebe ile ondan haberdar etmeliyiz. Doğrusu, bunun bize çok faydası dokunur. "17 Başka bir deyişle tertip, daha başından, umumi bir teşhir de işin içine karıştırılarak ele alınmaya mahkumdu. 18 Haziran 1926'da bir basın bülteni yayınlayan Mustafa Kemal, suikastın kendi şahsını değil fakat cumhuriyeti ve onun dayandığı ilkeleri hedef aldığını bildirdi.18 Mustafa Kemal, o ünlü cümlesini de bu bağlamda sarf etmiştir: "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."19 

Görünen o ki Mustafa Kemal, suikast tertibinin arkasındaki karşı devrim potansiyelinden gerçekten şüpheleniyordu. İstanbul'daki 3. Kolordu Kumandanı Şükrü Naili Paşa'ya çektiği, 18 Haziran 1926 tarihli bir diğer telgrafta, ordudan İstanbul'daki tutuklamalar konusunda ileri derecede teyakkuza geçmesini ve şüpheli subayları dikkatle gözlemesini istiyordu.2° Askeriyedeki daha düşük rütbeli subayların sadakatinden emin olmak istemiş olması da muhtemeldir, çünkü Türkiye'de ordunun desteği olmadan hiçbir karşı-devrimin başarılı olamayacağı ortaya çıkmıştı.21 

Mustafa Kemal, 18 Haziran 1926'da, yani suikastın önlenmesinden dört gün sonra, Başvekil İsmet Paşa'ya bir telgraf çekti ve dedi ki: 

Tevkif olunanların verdiği ifadelere dayanarak, şu kanaate varmış bulunuyorum. Yegane amacı [siyasi] iktidarı zapt etmek olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kontrolü altında gizli çalışan bir komite ile karşı karşıyayız. Sabık İkinci Grup [Birinci Meclis'teki muhalefet] mensupları da, bu tertibin içinde bulunuyorlar. ... 
Bu siyasi komitenin, tıpkı İTC'deki gibi bir de fedai takımı var .n... Cinayet kararı, [TCF'nin] umumi heyetinin bütün mensuplarınca müşterek olarak veriliyor. ... Rauf Bey'in önceden Avrupa'ya hareket etmesi, Kazım Karabekir'in Ankara'da gizlice Ziya Hurşit'le buluşması. .. ve Adnan Bey'in [Adıvar] Londra'da kalışını uzatması manidar. ... Bu yüzden, TCF'nin bütün ileri gelenlerinin ve bazı üyelerinin tevkif edilip cezalandırılması lazım geliyor.22 

Öncelikle, mevcut tüm bilgileri toplamadan, TCF'yi suçlamaktaki bu acele nedendi? Örneğin, yetkililere suikastı haber veren Giritli Şevki, işin içine iktidar partisi CHF'nin tamamını ve özellikle o sırada meclis başkanı olan Kazım (Özalp) Paşa'yı karıştırmışt1.2ı Oysa, suikastçıların başı Ziya Hurşit, Kazım Karabekir, Refet [Bele] Paşa ve Rauf [Orbay] Bey'in tertibe dahil olduklarını kesin bir dille yalanlamıştı.24 Burada, Mustafa Kemal'in (büyük ölçüde şüpheye dayanarak) siyasi rakiplerini bu tertibin içine sokmaya çalıştığı açıkça görülmektedir. 

Mustafa Kemal, İsmet Paşa'ya çektiği 19 Haziran 1926 tarihli bir diğer telgrafta, öteki iki suikastçı, Gürcü Yusufla Laz İsmail'in, cinayetten sonra Kazım Karabekir'in reisicumhur olacağı yolunda konuşmalar olduğunu doğruladıkları üzerinde duruyordu. Ziya Hurşit'te, CHF liderleri Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa'nın (içeriği açıklanmayan) takdirname ve mektupları çıkmıştı. Mustafa Kemal, İsmet Paşa'ya Kazım Karabekir'i tevkif ettirmesi için baskı yaptı.25 İsmet Paşa'nın TCF liderlerinin tamamına, bilhassa da Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşa'ya yönelik toplu bir tevkifat siparişini kabul etmediğini biliyoruz.26 Ancak Mustafa Kemal'in ısrarı karşısında o da pes etti. Aşağıdaki örnek, İsmet Paşa'nın tertipteki TCF parmağına nasıl ikna olduğunu gösterir. 

İsmet Paşa, Kazım Karabekir'in o sırada İzmir'de bulunan İstiklal Mahkemesinin emriyle tevkif olunacağı haberini duyunca, Ankara Polis Müdürü Dilaver Bey'i arayarak Paşa'yı hapisten çıkarması talimatını verdi.27 
   Ancak bu salıverilme haberi İzmir'e ulaşınca, İstiklal Mahkemesi Başvekil İsmet Paşa'yı adaletin işleyişine müdahale etmekten tutuklamakla tehdit etti.28 İkincil kaynaklar Mustafa Kemal'in son dakikada araya girdiğini ve başvekili danışmalar da bulunmak üzere İzmir'e davet ettiğini ortaya atarlar.29 

   20 Haziran 1926'da İzmir'e varan İsmet Paşa, Mustafa Kemal ve mahkeme üyeleriyle yaptığı çeşitli toplantılardan sonra, İzmir' de aldığı malumat üzerine mahkemenin yetkisi dahilinde hareket ettiğine kani olduğu beyanatını verdi.30 
   Mustafa Kemal'in, İsmet Paşa'ya bu işe müdahale etmemesi için bir baskı yapmış olabileceğini söylemek pek yersiz olmaz; bu yüzden, başvekil bu tutuklamalara "tarafsız" kaldı. Yine de, onun bir sene evvelki Şeyh Said İsyanı sırasında aşikar olan şahin duruşundan niye vazgeçtiğini bilmiyoruz. Halk ve özellikle asker nezdinde giderek artan gerilimden tedirgin olduğu gibi bir spekülasyon yapılabilir. Her ne olmuş olursa olsun, bu noktadan itibaren hükümet ve özellikle de İsmet Paşa, İzmir ve daha sonra Ankara davalarına müdahale etmedi. 

DİPNOTLAR;

1 Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri (İstanbul: Türkiye iş Bankası Yayınları, 2007), 237-38. 
2 Osman Selim Kocahanoğlu, Atatürk'e Kurulan Pusu (İstanbul: Temel, 2005); Sümer Kılıç. İstiklal Mahkemeleri Adil miydi: İzmir Suikastı (İstanbul: Emre, 1994); Azmi Nihat Erman, İzmir Suikastı ve istiklal Mahkemeleri (İstanbul: Temel, 1971); Cemal Avcı, İzmir Suikastı: Bir Suikastin Perde Arkası 
 (İstanbul: I.Q. Kültür Sanat, 2007); Uğur Mumcu, Gazi Paşaya Suikast (İstanbul: Tdcin, 1992). 
3 Ankara Davaları zabıtları, tam olarak erişilebilir değildir ama ABD konsolosluk raporlarından izlenebilir. 
4 Bunların en önemlisi Erik )an Zürcher, The Unionist Factor: The Role ofthe Committee of Union and Progress in The Turkish National Movement, 1905-1926 (Leiden: E.J. Brill, 1984). 
5 Zürcher'in eseri sıkı bir akademik çalışmadır. Mamafih, onun yayınlanmasından sonra, başka birincil kaynaklar da kullanıma açılmıştır. 
6 British Documents on Foreign Affairs; reports and Papers from the Foreign Office, Confıdential Print, Part il. Series B, Turkey, Iran and the Middle East 1918-1939, cilt. 30, Turkey, July 1923-March 1927 (Frederick, Md.: University Publications of America, 1985), 404. 
7 Mikrofilm koleksiyonu için "Records of the Department of State Relating to Internal Affairs of Turkey, 1910-29," belge numarası 867.ooıK31/8 .. 
8 Başka türlüsü belirtilmediği takdirde, bu bölümde sunulan bilgiler için yararlanılan kaynaklar:  Kocahanoğlu. Kılıç, Erman, Zürcher, Kılıç Ali, Avcı ve Mumcu'dur. 
9 İsmet İnönü, Hatıralar, cilt II (Ankara: Bilgi, 1987), 210. 
10 Kocahanoğlu. 149-67. Bu kaynakta Ziya Hurşit'in kardeşi Faik Günday'ın hatıralarına yer verilmiştir; bunlar esasen günlük Dünya gazetesinde yayınlanmıştır (3"13 Eylül 1956). Ayrıca, savcının İzmir Davasındaki iddianamesi de Kocahanoğlu'nda yayınlanmıştır, s., 173-84; aynı iddianame, Kılıç, 83-99'da da bulunabilir. 
11 Kocahanoğlu, 171-84; Kılıç, 83-112. 
12 Bu bölüm için. güvenilir birincil kaynaklarımız mevcut. Merhum gazeteci Uğur Mumcu, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa arasındaki telgraflaşmaların tutulduğu Ankara'daki Cumhurbaşkanlığı Arşivlerine girme gibi müstesna bir imkana sahipti. Bu koleksiyon, aynı zamanda dava ile ilgili büyük öneme  haiz sorgu kayıtlarını da içermektedir. Mumcu'nun çalışması için bkz. Gazi Paşa'ya Suikast (İstanbul: Tekin, 1992). Ayrıca Mustafa Kemal'in Bütün Eserleri, Cilt 18 (İstanbul: Kaynak, 2006) de bu telgrafların suretlerini içerir. Kocahanoğlu, bu polis sorgu kayıtlarını, herhangi bir göndermede bulunmaksızın kullanmışhr. ilgili bilgi için, bu kaynaklara dayandım. 
13 Atatürk'ün Bütün Eserleri, cilt 18 (27 Eylül 1925-12 Ekim 1927), (İstanbul: Kaynak, 2006). 
14 "İzmir Suikastı 1-!akkında Başvekil İsmet Paşa'ya," ı6 Haziran 1927, Atatürk'ün Bütün Eserleri, 222. Aslı, Cumhurbaşkanlığı Arşivlerinde, vesikad# 1019, A V-2, D: 79-5, F: ır. 
15 Age., 223. Mustafa Kemal, lstanbul polisinden talebini İsmet Paşa'ya da bildirmiştir, s. 225. 
16 Age., 226. 
17 Age., 226. 
18 Milliyet, Cumhuriyet, İkdam, Akşam, Anadolu. Bu Türk gazeteleri, beyanatı birinci sayfadan yayınladılar. Age., s. 229. 
19 Age. 
20 Telgrafın tarihi r8 Haziran 1926 idi; Age., s. 23f 
21 Mustafa Kemal'in orduyu siyasetten uzaklaştırma teşebbüslerinin düğümün bu olay teşkil eder. 
22 Telgraf, İzmir'den gönderilmişti. Bkz. Age., s.234-35. 
23 Giritli Şevki, doğrudan Mustafa Kemal'e bilgi vermek kararını, yetkililere şöyle açıkladı: "Menemen'e gidecek [doğrudan doğruya Mustafa Kemal'i uyarmak için], hükümete haber vermeyecektim. Zira anlathklarına göre, bütün Halk Fırkası 
bunlardanmış. Millet Meclisi Reisi Kazım Paşa da onlardanmış." Kocahanoğlu, 56-57. 
24 Kocahanoğlu, 71. 
25 Atatürk'ün Bütün Eserleri, 236-37. 
26 İsmet Paşa'nın telgrafı için, bkz. Age., s. 239. 
27 Kocahanoğlu, 80; Erman, 36-39. 
28 Kocahanoğlu'na göre Recep Peker (Dahiliye Nazırı vekili), Kazın Karabekir'in serbest bırakılmasını, gizlice Mustafa Kemal'e bildirmiştir (s. 80). Recep Bey'in telgrafı için, bkz. Mumcu, s. 21-22. Erman'a göre, Polis Müdürü Dilaver Bey, mahkemeyi durumdan haberdar etti (s. 37). 
29 Kocahanoğlu, 81; Erman, 39. 
30 ilginç bir biçimde, İsmet Paşa tarafından İstiklal Mahkemesine hitaben 22 Temmuz 1926'da yazılmış olan bu mektup, Kazım Karabekir'in suçunu değil, mahkemenin yetkisini kabul etmektedir. İsmet Paşa'nın, Dahiliye Nezaretine, TCF'ye yöneltilen tüm ithamları kabul ettiği görülen bir telgraf  çektiği de biliniyor. Bkz. Kocahanoğlu, 84-86. 

2. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,


***