Takrir-i Sükunun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Takrir-i Sükunun etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2020 Pazar

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 6

 ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 6 


CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,


TAKRİR-İ SÜKUN VE GAZETECİLERİN DURUMU..,


Takrir-i Sükun ve Gazetecilerin Durumu 
6 Mart 1925'te, yani Takrir-i Sükunun geçmesinden sadece iki gün sonra, hükümet Tevhid-i Efkar, İstiklal, Son Telgraf, Orak Çekiç ve Sebilür reşat gazetelerini kapattı. Bir ay sonra, Hüseyin Cahit Bey'in başyazarı ve yöneticisi olduğu Tanin de onlara katıldı.79 

Hüseyin Cahit (Yalçın) ünlü bir İTC üyesi ve sıkı bir Ankara hükümeti muhalifiydi. 11 Ağustos 1925'te listeye, Ahmet Emin (Yalman) yönetimindeki Vatan da eklendi. Takrir-i Sükun döneminde kapatılan diğer gazetelerden bazıları şunlardır: 
Yoldaş, Presse du Soir, Resimli Ay, Millet, Sada-yı Hak, Doğru Söz, Kahkaha, Tok Söz, İstikbal ve Sayha.80 Ortada büyük gazete namına serbestçe satılan, sadece hükümetin yayın organı Hakimiyet-i Milliye (Ankara) ile Cumhuriyet (İstanbul) kaldı. 
İTC'nin yayın organı Tanin'in, gazete kapatmaların ilk raundunda değil de bir ay sonra kapatılması ilginçtir. Bu belki de, radikallerin İTC üyeleriyle nasıl baş edeceklerine hala karar vermemiş olduklarını gösterir. 

Birçok İTC mensubu zaten CHF'deydi;8' bu yüzden, bu tehirin CHF içinde olduğu kadar dışındaki İTC'lilerin de tepkisini ölçmeye dönük bir önlem olması mümkündür. Hükümet muhtemel tepkiyi göğüslemekte kendini daha emin hissetmiş olmalı ki, 15 Nisan 1925'te Tanin de kapatılmıştır. 

Bu kararın sudan bir gerekçesi vardı: gazetenin, TCF'nin İstanbul genel merkez ve şubelerinin kapatılması için "baskın" sözcüğünü kullanması.82 

İsmet Paşa Hükümeti, Takrir-i Sükuna dayanarak, bu kelimeyi tahrik edici ve dolayısıyla kamu güvenliği için tehlikeli buldu. Sonuç olarak, İTC'nin yayın organının hedef alınmasına dişe dokunur bir protesto gelmedi. Buna rağmen, radikallerin öteki İTC'lilerle baş etme konusunda içleri hala rahat değildi ve önde gelen İTC yöneticilerinin Mustafa Kemal'e yönelik İzmir suikastıyla ilişkili oldukları iddiasıyla asıldığı 1926'ya kadar da, onların siyasi faaliyetlerine kuşkuyla yaklaştılar.83 

Kapatılan gazetelerin tümü İstanbul'da yayınlanmıyordu, dolayısıyla hepsi "İstanbul Basını" denilen basına mensup değildi. Esasında bu gayet eklektik bir etiketti ve sadece İslamcıları ve hükümeti eleştiren, bu münasebetle de kanunun baş hedefi olan diğer muhalif gazeteleri değil, komünist gazeteleri de içine alıyordu. İşe bakın ki, komünist gazeteler Şeyh Said İsyanını doğunun geriliğinin bir göstergesi sayarak başından beri şiddetle eleştirmiş ve hükümetin bu isyanlara karşı benimsediği sert tutumu tamamen desteklemişlerdi. Hele Orak Çekiç hükümete pek iltifat ediyordu.84 
Erik Jan Zürcher, gayet yerinde olarak "yeni Ankara İstiklal Mahkemesi'nce ilk kovuşturulanlar, TCF üyeleri değil, solculardı" gözleminde bulunur. Otuz sekiz sosyalist ve komünist "komünist örgütlenme ve propagandalarda bulundukları, böylelikle kamu güvenliğini tehlikeye attıkları ve rejimi değiştirmeye çalıştıkları"85 suçlamasıyla tutuklanıp Ankara'ya gönderildiler. 
Bu, radikallere uymayan her türlü siyasi ve entelektüel hareketin, kamu güvenliğini tehlikeye düşürmekle yaftalanacağı nın açık bir işaretiydi. 

Örneğin 27 Mayıs 1925'te, Tanin gazetesi editörü Hüseyin Cahit (Yalçın), gazetedeki bir makalesinde "baskın" sözcüğünü kullandığı için ömür boyu sürgün cezasıyla küçük Anadolu şehri Çorum'a gönderildi.86 
Hüseyin Cahit'in, İstiklal Mahkemelerini tasvir eden ünlü "böyle bir mahkemenin mensubu olmaktansa, maznunu olmayı kat be kat tercih ederim"87 cümlesini sarf ettiği dava, bu davadır. Cevat Şakir (Kabaağaçlı daha sonra "Halikarnas Balıkçısı" olarak ünlendi) ve Zekeriya (Sertel) de üç yıllığına Bodrum'a sürüldü. Bu sürgünün nedeni, Cevat Şakir'in Resimli Ay dergisinin 23 Nisan 1923 tarihli sayısında yayınlanan "Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" başlıklı yazısıydı. Yazar, 88 burada asker kaçaklarının gereken işlemler yerine getirilmeden idam edildiklerini ortaya atınca, hükümeti kızdırmış ve Ankara İstiklal Mahkemesi de, yazar Cevat Şakir'in yanında Resimli Ay dergisinin editörü 
Zekeriya Bey'in de, aynı hükümle icabına bakıvermişti.89 

Ankara İstiklal Mahkemesi, Mersin Doğru Söz gazetesi editörü Ata Çelebi'yi de bir yıl hapse mahkum etti. 

Esasında, Şark İstiklal Mahkemesine gönderilen gazetecilerin durumu çok şey anlatır. Onların Diyarbakır ve daha sonra Elazığ'daki davalarına ilişkin halihazırdaki bilgiler, hükümetin muhalif basını susturmak ve böylelikle tamamen kendi kontrolünde olmayan gazetelere ibret vermek istediğini gösterir. Savcı Süreyya Bey, 7 Haziran 1925'te bazı gazetecilerin tutuklanmasını talep ederken gerekçesini şöyle açıklamıştır. 

İsyanın [Şeyh Said] türlü türlü sebepleri vardır. Bunların arasına basın hürriyetini şahsi maksatlar veya şahsi ve siyasi gayeler uğruna kötüye kullanan, kasti veya gayri kasti surette yazılan yazılarının isyan üzerine tesirleri olan gazetelerin tutumu da girebilir. 

Bu sebeple, [ilgili] gazeteler buraya [mahkemenin tetkikine] celb edilmeli, yazılarının isyana tesiri dokunduğuna kanaat gelen gazeteciler davaya dahil edilmelidir.90 

Süreyya Bey'in gazetecilerin tutuklanması talebi, Şeyh Said'in sorgusunda "Sebilürreşat gazetesindeki makaleler, hükümete olan hiddetimizi artırmış ve bizi [böyle bir isyana] teşvik etmiştir," 91 demesine dayanıyordu. Gazetecilere yöneltilen bu suçlamaların, Şeyh Said'e yapılan boş vaatlerin sonucu olabileceğini aşağıda göreceğiz. 
Yine de, 22 Haziran 1925'te, Tevhid-i Efkar'dan Velit Ebüziya, Sadri Ethem (Ertem) ve Fevzi Lütfi (Karaosmanoğlu); Son Telgraftan İlhami Safa; 
Tok Söz'den Abdülkadir Kemali (Öğütçü) ve Sebilürreşat'tan Eşref Edip tutuklanıp önce Ankara'ya, oradan Diyarbakır'a gönderildiler. Bu davanın maznunu olan diğer gazeteciler arasında, Gündüz Nadir, Ahmet Şükrü (Esmer), Suphi Nuri (İleri), İsmail Müştak (Mayakon) ve Ahmet Emin (Yalman) da vardı. 

Ahmet Emin, hatıratında, gazetesi Vatan'ın Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın desteği sayesinde, Ağustos 1925'e kadar kapanmadan kalabilen yegane İstanbul gazetesi olduğunu belirtir. Ne var ki hükümet ondan, hükümetin TCF'yi kapatma kararını savunan bir makale yazmasını isteyince, Ahmet Emin buna boyun eğmeyi reddeder.92 Sonuçta Vatan kapahlır ve Ahmet Emin de ugazetenin hükümetin manevi nüfuzunu kırarak isyana sebep olduğu" 93 gibi tuhaf bir ithamla Diyarbakır'a gönderilir. 

Süreyya Bey Ankara'da olduğu için bu davada savcı olarak ona vekalet eden Avni Doğan'ın hatıratı, olanların içyüzünü gösterir. Doğan, savcı Süreyya Bey'in (Örgeevren) böyle bir yargılamanın hukuki zemini olmadığı yolundaki itirazlarına rağmen, gazetecilerin mahkemeye çıkarıldığını öne sürer.94 Bununla da yetinmeyerek. gazetecilerin yargılanması konusunda dikkate değer bir dürüstlükle bir gözlemini anlahr. Bu bilgi, davanın savcısının kendisinden geldiği için özellikle önemlidir. 

İstiklal Mahkemesindeki arkadaşlarla yaptığımız hususi toplantılarımızda söz döner dolaşır, gazetecilerin tecziyeleri (cezalandırılması) lüzumu üzerinde karar kılardı. Benim ne düşündüğümü ve nasıl bir iddianame hazırlayacağımı çok merak ediyorlar, sık sık buna dair suallerle beni sıkıştırıyorlardı. Ben kaçamaklı cevaplarla düşüncemi açıklamaktan sakınmaya devam ettim. Çünkü Şeyh Said'in gazete muharrirlerinin birer birer isimlerini söyleyerek yaptığı isnadın içyüzünü sıkı bir tetkikten sonra tamamen öğrenmiş bulunuyordum. 

Şeyh Said'in gazeteciler hakkında yaphğı beyanat, kendi fikir ve kendi kanaatinden doğmuş değildi, ona telkin yapılmış, muayyen isimler 
verilerek bunları itham ederse cezasının hafifletileceği vaat olunmuştu. 
Beni cesaretlendirmek için, Ankara' daki ikinci derece zevattan, her gün şifreler alıyordum. Bu şifrelerde, gazetecilerin cumhuriyetin ilanından beri hükümete karşı aldıkları menfi durum izah olunarak, haklarında tatbik edilecek cezanın bana itibar sağlayacağı ifade edilmekte idi.95 

Böylece, gazetecilerin yargılanmasının hükümet tarafından tertiplenmiş bir dava olduğunu, en yetkili kaynakların birinden duymuş oluruz. 

Yargılanan gazetecilerden biri olan Eşref Edip'in hatıraları da, bu bilgiyi doğrular. Diyarbakır yolunda, bir gece Urfa hapishanesinde kaldığını belirten Edip, orada, aynı mahkeme tarafından Batı Anadolu'ya sürülmüş çeşitli Kürtlerle karşılaştığını kaydeder. Muhtemelen Şeyh Said'le birlikte hapsedilmiş olan ya da onunla hapiste bir bağlantısı bulunan bu Kürtler, Eşref Edip'e, mahkeme üyelerinden Ali Saip'in, Şeyh Said'e, eğer bu davaya gazetecileri bulaştırırsa, hayatının bağışlanabileceği izlenimini verdiğini anlatırlar. Bu yüzden, "Şeyh Said son ana kadar Edirne'ye sürgüne gönderileceğini zannetmişti."96 Acaba, Şeyh Said'in asılmadan önceki son sözleri, "Ali Saip Bey, hani hakikati(?) söylersem, beni kurtaracaktınız,"97 böyle bir gizli anlaşmanın göstergesi olabilir mi? 

Mahkemenin işleyişindeki benzer anormallikler, başsavcı Süreyya Bey'in anılarında da bulunabilir. Süreyya Bey, Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi adlı hatıratında, kendisinin mahkemenin, İstiklal Mahkemeleri kuruluş kanununda belirtilmeyen suçlara karışmaması gerektiği şeklindeki tutumuna, Ali Saip Bey'in gösterdiği tepkiyi anlatır. Ali Saip Bey, kızgın, şöyle sorar: 

Süreyya Bey! Siz, mahkememizin İstiklal Mahkemeleri kanununda tasrih edilen suçlardan başka fiillere el koyup muhakeme edilemeyeceğini söylüyorsunuz ... (Ama] Ankara İstiklal Mahkemesi, askeri, mülki ceza kanunlarının ve diğer kanunların her maddesine temas eden bütün cürümlerin muhakemelerini görmektedir. Bu nasıl oluyor? 98 

Ali Saip Bey ve diğer mahkeme üyelerinin, mahkemenin bakacağı davaları seçmekte daha yetkili olmasını istedikleri, Süreyya Bey'in ise bu davaları açmakta tereddüt ettiği açıktır. Ali Saip Bey bir noktada "Pekiyi ... Biz de öyle hükümler [diğer bazı suçlara bakmaya karar] verirsek, siz o hükümler aleyhine itiraz eder misiniz?" diye açıkça sorar. Süreyya Bey'in cevabı da aynı derecede açıktır. "Gayet tabii kardeşim!"99 Ali Saip ve Lütfi Fikri, karşı hamleye geçerek, Süreyya Bey'i üstü kapalı bir biçimde, Ankara'yı onun işbirliği yapmaktaki isteksizliğinden haberdar etmekle tehdit ederler. Süreyya Bey, "Lütfen beni dinleyiniz" diye sertçe cevap verir. "İşte, kısaca tekrar söyleyeyim. Mahkememizin vazife ve salahiyeti kanun-u mahsusla muayyendir. Bunun haricine çıkamayız. Ama siz [mahkemenin diğer azaları] çıkarsanız, buna başka surette karışıp menetmeğe de çalışmam. 
Mesuliyetini yüklenmiş bulunduğum iddia makamının kanunla muayyen salahiyetlerini, bilhassa mahkeme hüküm ve kararlarına karşı Müddeiumumiliğe tanınmış olan itiraz hakkımı istimal ederim."100 Bu kez baş hakim Mazhar Müfit Bey söze karışıp ona "Efendim, [ama] bir de Takrir-i Sükun kanunu var," hatırlatmasında bulundu. Süreyya Bey mahkemede yalnız kaldığını anladı. Ertesi gün mahkeme üyesi Lütfi Müfit Bey'le görüşmeye gittiğinde, ondan İstiklal Mahkemeleri selahiyetini genişletmek isteyenlerin zihniyetini özetleyen bir cümle işitti. "Bizim muayyen milli bir gayemiz vardır," dedi Lütfi Müfit Bey "Ona vannak için, ara sıra kanunun fevkine de çıkarız [vurgu bana ait]." Bu, Avni Doğan'ın yukarıda bahsedilen Ankara baskısı tecrübesinin sıra dışı bir kabulüydü. Avni Doğan ve Süreyya Örgeevren'in anıları, mahkemelerin hükümetin muhalefeti 
susturma vasıtası olduklarını kesin bir şekilde doğrular. Süreyya Bey'in Müdafaayı Milliye Vekili Recep Bey ve Başvekil İsmet Paşa'dan aldığı telgraflar, 
onu mahkemenin öteki üyeleriyle işbirliği yapmaya mecbur etti.101 

  Süreyya Bey, Ankara'nın baskıları sonucunda istifa ettiğini ve Şark İstiklal Mahkemesinin istediği suçlara istediği gibi baktığını anlatır. 
İstiklal Mahkemelerinin, Ankara'daki radikaller tarafından yönlendirildiğine hiç şüphe yok. Hatta günlük İslamcı gazete Sebilürreşat'ın editörü Eşrep Edip, Ankara'nın gizli talimatlarını almakla görevli mahkeme kişisinin Ali Saip Bey olduğunu iddia edecek kadar ileri gider. Eşref Edip, itham altındaki gazetecilerin Ali Saip'in pozisyonunu yakından izlediklerini, çünkü onun Ankara'dan özel şifreli mesajlar aldığını bildirir. 


DİPNOTLAR;

79 Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde, s. 149, Vatan'ın, 17 Nisan 1925 tarihli sayısı zikredilir. 
80 Ahmet Emin Yalman, şu gazeteler için 9 Mart 1925 tarihini verir: Presse du Soir, Sada-yı Hak,  Kahkaha, istikbal; bkz. Yalman, Yakın Tarihte ... , s. 164 .. 
81 ABD konsolosluk raporlarında, CHF'nin eski İTC'li üyeleriyle ilgili olarak özel bir başlık açılmışhr. ABD'nin Türkiye Yüksek Komiserliği delegelerinden Maynard B. Barnes 15 Ekim 1923'te, şu saptamayı yapar: "Aslında, Halk Fırkası gerçek manada mevcuttur denilemez. Bu, Mustafa Kemal Paşa'nın popülaritesi üzerine inşa edilmiş, tamamen kurgusal bir oluşumdur. Fırkanın sıradan efradı halen 
Cemiyet mensuplarındandır ve bunlar, Kemal'in popülaritesi azaldıkça ve güçlü Cemiyetçi liderler açıktan açığa siyasi arenaya girdikçe, kendi asıl fırkalanna döneceklerdir. Maynard B. Barnes tarafından hazırlanmış, 15 Ekim 1923 tarihli, 867.001/1737 numaralı, "Political Sitıation in Turkey" başlıklı dosya,. Aynı dosya, "İttihatçıların iktidara yeniden gelmesi kaçınılmazdır" şeklinde bir öngörüde de 
bulunmaktadır. Bu belge açıkça gösteriyor ki, eski İTC mensupları CHF'nin bir parçasıydı ve parti liderliği onları yabancılaştırmayı açıkça istemiyordu. 
82 Yalman, s. 164. 
83 Kısa ancak doğru bir betimleme için bkz. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 168-73 
84 Bkz. Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar (Ankara: Bilgi, 1967), 188. 
85 " Koministlik teşkilat ve propagandası yapmak suretiyle emniyeti dahiliyeyi ihlal ve binnetice şekli hükümeti tağyire matuf efal ve harekatta bulunmak," 
86 Hüseyin Cahit Yalçın'ın mahkemedeki savunmasının daha eksiksiz bir değerlendiresi için bkz. Feridun Kandemir, Siyasi Dargınlıklar, cilt 3 (İstanbul: Ekicigil, 1955), s. 88-116. 
87 Ayın Tarihi (14) 1925, Tunçay'da gönderme yapıldığı haliyle, bkz. Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 152. 
88 Bu rnakalede, Cevat Şakir takma isim olarak Hüseyin Kenan'ı kullanır. 
89 Bkz. Yalman, Yakın Tarihte ... , 165; Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde ... , 152. 
90 Yalman, Yakın Tarihte, 165. 
91 Orgeevren, 247. Şeyh Said, daha sonra Sebilürreşat'a Tıcvhid-i Efkar gazetesinin adını da ekleyecektir. 
92 Yalman, anılarında inkarının bir hata olduğunu söyler ve İstiklal Mahkemesinin ne isterse yapabilecek kadar büyük bir gücü olduğunu belirtir. Bkz. Yakın Tarihte ... , s. 168, 170. Ayrıca gazetesinin, ordu için bir uçak satın aldığını ve Havacılık Cemiyetine de 500 lira bağışta bulunduğunu anlatır (s. 168). Tabii ki, bütün bunlar istiklal Mahkemesinin gazabından kaçmasına yetmedi. 
93 Hükümetin manevi nüfuzunu kırarak isyana sebep olmak. Yalman, 171. 
94 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (lstanbul: Dünya, 1964), 173. 
95 Age., s. 174. Burada, Mete Tunçay'ın Türkiye Cumhuriyetinde .. , s. 151'de, Avni Doğan tarafından, 9 Eylül 1925'te Dahiliye Vekili Cemil Bey'e yazılmış bir mektubu yayınladığını belirtmek gerekir. Bu mektupta Avni Bey, hiç de gazetecilerden hoşlanan biri gibi gözükmez. 
96 Eşref Edip (Fergan), 64-65 
97 Toker, s. 133. Metin Toker, ayrıca infaz edilene kadar. Şeyh Said'in ne kadar sakin göründüğünü de anlatır, s. 128. 
98 Örgeevren, 132. 
99 Age., 133. 
100 Age., 135. 
101 Bkz. Örgeevren'deki telgrafların suretleri, s. 140-43

7. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***


ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 5

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 5 



CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,

    Makale, Kazım Karabekir'in bu cümleleri nerede ve ne zaman söylediğini belirtmez; ancak, böyle bir suçlamanın hükümete yöneltildiğinden şüphelenmek için bir neden yoktur. Burada önemli olan, Kazım Karabekir'in yaptığı ithamla Fethi Bey'inkinin uyuşmasıdır. Belli ki Fethi Bey gibi Kazım Karabekir de, önceki İsmet Paşa hükümetinin uyarılara kulak asmadığını ima ediyordu. Hatta Kazını Karabekir, hükümetin amacının muhalefeti susturmak olduğunu ileri sürecek cüreti de göstermişti. 

Fethi Bey'in ve Kazını Karabekir'in beyanlarına dayanılarak, Şeyh Said İsyanının, olmasına bile bile izin verildiği söylenebilir mi? İnsanın bu soruya evet diyesi geliyor. Ne de olsa, karşıt iki taraftan da aynı suçlama gelmiş. Ancak biz yine de, ithamların farklı güvenilir kaynaklardan geldiğine işaret etmenin ötesine geçemeyiz, kaldı ki bunlar sağlam birer kanıt teşkil etmekten hala epey uzaktırlar. Güvenle ifade edebileceğimiz şey şudur: CHF'deki radikaller Fethi Bey hükümetini devirmek istediler ve ılımlı hükünıete eleştirilerini yükseltmeleri için Mustafa Kemal tarafından cesaretlendirildiler. 

Bu noktada, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın, İstanbul basınını ve yeni kurulan TCF'yi yola getirmek için, TCF'nin mürtecileri bilerek kışkırttığı suçlaması kayda değerdir. Mebus Avni Doğan, Mustafa Kemal'in bir CHF toplantısında gizli oturum talebinde bulunduğunu anımsar. Oturum için belli bir tarih vermez ama ertesi gün İsmet Paşa hükünıetinin çekildiğinden ve Fethi Bey'in yeni hükümeti kurduğundan bahseder. Değindiği tarih 21 Ekim 1924 olmalıdır, Çünkü İsmet Paşa'nın başvekillikten Ekim 21'de ayrıldığını ve yerine Fethi Bey'in geçtiğini biliyoruz. 
Mustafa Kemal bu toplantıda İstanbul basını ve TCF'ye ilişkin kaygılarını paylaşmıştır. 

O  TCF ki, 17 Ekim 1924'te, yani bu toplantıdan sadece üç gün önce kurulmuştu. Mustafa Kemal söze şöyle başlar: 
....  Efendiler! Sizi çok ehemmiyetli bir meseleye karar vermek üzere buraya topladım. Memlekette menfi tahrikat son haddini bulmuştur. 

İstanbul basını, Terakkiperver Cumhuriyet Partisinin dini siyasete alet eden propagandası, şurada burada sinmiş olan mürtecilere cesaret vermektedir... Mevcut kanunlar, inkılaplarımızı ve henüz çok taze olan Cumhuriyetimizi korumaktan acizdir. .. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert tedbirlere müracaat edilmiştir. Bize gelince inkılabı[mızı] koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız. 

Bu bakımdan durumu başvekil ile inceledik. İsmet Paşa, ufukta görünen tehlikeleri önlemek için, icra organını ve zabıtayı takviye eden bazı kanuni tedbirlere müracaatın zaruri olduğu kanaatindedir. Soruyorum size, kuvvetli tedbirler alınmasına taraftar mısınız? 61 

Avni Doğan, toplantıda hazır bulunanların çoğunun Mustafa Kemal'in kötümserliğini paylaşmadığını ve önerilen sıkı yasal düzenlemeleri 
benimsemediğini ifade eder. Bunun üzerine Mustafa Kemal gülerek şöyle der: 
Arkadaşları dinledim. Benim burnum barut ve kan kokusu alıyor. İnşallah ben aldanmışımdır. Ali Fethi Bey, memleketin normal şartlar içinde idare edilebileceğine inanmaktadır. Bugün Başvekil İsmet Paşa istifa edecek, yeni kabineyi Ali Fethi Bey kuracaktır. Müzakeremiz mahrem kalsın. 62 

Bu toplantının Şeyh Said İsyanından önce olduğu dikkate alınırsa, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın, henüz emekleme safhasındaki rejimi koruma adına muhalefeti susturma çareleri aradığını ileri sürmek pek zor olmaz. Bu tartışma bize, Şeyh Said İsyanının sömürülmeye ve yönlendirilmeye açıklığı ve bu yöndeki motiflerin de varlığı konusunda değerli bir kanıt sunar. 

Fethi Bey, iktidarda ancak iki buçuk ay kalabildi. Onun 3 Mart 1925'te Mustafa Kemal'e istifasını sunması üzerine, İsmet Paşa yeniden başbakanlığa atandı. Hemen ertesi günü de Takrir-i Sükun BMM'den geçti. İsmet Paşa hükümetinin bölgedeki isyanla ve ülke genelindeki siyasi muhalefetle baş edişine bakmadan önce, çok önemli olan ama genellikle hafıfsenen bir ayrıntıyı incelemek gerekir. 
Bu inceleme bize, Mustafa Kemal ve yakın çevresinin, muhalefetin sesini keserek siyaset coğrafyasına hakim olma niyetine ilişkin ileri ipuçları sunacaktır. 
Yukarıda bahsedilen 556 sayılı kanunun mecliste oylanmasından sadece bir gün önce, Başvekil Fethi (Okyar) Bey'in TCF başkanı Kazım Karabekir ile Rauf Bey ve Ali Fuat Paşa'yı özel bir toplantıya davet ettiğini biliyoruz. Toplantı sırasında Fethi Bey "Size, fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur ettiler. Dağıtmazsanız, istikbali çok karanlık görüyorum. Kan dökülecektir,"63 dedi. Kazım Karabekir'in bu açık tehdit karşısında cevabı şu oldu: "Kanun dairesinde fırka teşkil etmek elimizdedir. Fakat bunu dağıtmak elimizde olmayan bir şeydir. 
Hükümetsiniz. [Partimizi kapatmak için] her nevi kuvvetiniz, türlü vasıtalarınız vardır. Fırkamızı behemahal dağıtmak arzu ediyorsanız, onu yapmak  elinizdedir. " 64 Kazım Karabekir'in geri adım atmaya hiç niyeti olmadığını gören Fethi Bey, "Sizinle bu suretle konuştuğuma çok müteessirim. 
   Bilirsiniz ki, ben her türlü örfi muamelelerin aleyhindeyim. [Ama] ekalliyette kalacağımdan korkuyorum,"65 diyerek özür diledi. Başvekil Fethi Bey'i 
böyle uygunsuz bir görevle mükellef eden kimdi? İstiklal Mahkemeleri uzmanı Ergün Aybars ile İsmet Paşa'nın damadı Metin Toker, Mustafa Kemal dışında başka hiç kimsenin Fethi Bey'e böyle bir mesaj iletmesi için emir verme imkanına sahip olmadığını çıtlatırlar.66 Bu konuda Aybars ve Toker'e karşı çıkılamaz. Fethi Bey, herhalde Mustafa Kemal Paşa'nın siyasi muhalefete müsamaha gösterilmeyeceği fikrinde olduğunu imalı olarak anlatmak istemişti. Ali Fuat Paşa hatıratında, Kazım Karabekir Paşa'nın toplantı sona ermeden önce, bütün bunlara rağmen TCF'nin isyan konusunda hükümete tam destek vereceğini söylediğini de anlahr. 67 
Kazım Karabekir Paşa'nın, partisini lağvetme "telkinine" boyun eğmeyi reddetmesi, onun CHF'deki radikal grubun, siyasi muhalefeti yok etmekte her çareye başvurma niyetinin kesinlikle farkında olduğunu gösterir. Yine de izleyen olayların kanıtladığı gibi, radikallerin, kimsenin sesinin çıkmadığı bir iktidar kurmak için neleri göze aldıkları konusunda, ne Kazım Karabekir'in, ne de diğer TCF üyelerinin bir fikri vardı. 

CHF'deki radikal hizbin, ılımlı Fethi Bey hükümetinin altını oyduğunu fark eden TCF, Fethi Bey'i iktidarda tutmak için elinden geleni yapmaya karar verdi. Bu yüzden, onun hemen ertesi günü, dinin siyasete alet edilmesini yasaklayan 556 sayılı kanuna CHF'yle birlikte destek vermesi, kimseyi şaşırtmamalıdır. 68 Kaderin cilvesine bakın ki, TCF birkaç ay sonra kapatılırken, parti mensuplarına yöneltilen en büyük suçlamalardan biri dinin siyasete alet edilmesi olacaktır. Artık dikkatimizi Takrir-i Sükuna, yani muhalefetin susturulmasının ana sorumlusu olan kanuna verebiliriz. 

MECLİSTEKİ TAKRİR·İ SÜKUN TARTIŞMALARI 69 

Fethi Bey başvekillikten istifa edince, İsmet Paşa başvekil oldu ve derhal, BMM'nin 4 Mart 1925'teki toplantısına, büyük çekişme konusu olan bir kanun tasarısı sundu. Takrir-i Sükun adını taşıyan ve genç Cumhuriyetin geleceğinin biçimlenmesinde başrolü oynayan, 1/638 numaralı (daha sonra 589 olarak yasalaştı) bu tasarı, acımasız içeriğiyle radikallerin iç muhalefeti sindirmedeki baskılarına en önemli meşruiyet kazandırma vasıtası oldu. 

Yeni Başvekil İsmet Paşa, 4 Mart 1925'teki meclis toplantısına bu kanunu şöyle takdim etti: 

Yüce Başkanlık Divanı ve Büyük Millet Meclisi'ne. Son olağanüstü olayların da gösterdiği gibi, ülkedeki kanun ve nizamı ve içtimai yapıyı ihlal eden yıkıcı ve gerici faaliyet ve girişimlere karşı gereken tedbirlerin alınarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin daha da kuvvetlenmesi, inkılabın temellerinin muhafazası ve masum kitleleri küçük düşürüp onlara zarar veren sergerdelerin hızla tedip 
ve tenkili için, 4 Mart 1925 tarihli kabine toplantısında kabul edilen, sizlerin de kabul etmenizi istediğim bu kanun tasarısını, yüce Meclisin kabul ve tasdikine sunuyorum. 

TASARI 3 MADDEDEN OLUŞUYORDU:

Madde 1

İrtica ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisi ve huzur ve sükunu ve emniyet ve asayişini ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve neşriyatı, hükumet reis-i cumhurun tasdikiyle ve re'sen ve idareten men'e mezundur. 

İş bu efal erbabını hükümet İstiklal Mahkemesi'ne tevdi edebilir. 

Madde 2 

Bu kanun, neşredildiği tarihten itibaren iki yıl boyunca yürürlükte kalır. 

Madde 3 

Hükümet, bu kanunun gereğini yerine getirmekle mükelleftir.70
Tasarı mecliste tartışılırken, TCF çatısı altında toplanan muhalefet mensuplarından, haliyle büyük bir direniş geldi. Takrir-i Sükun BMM'ye sunulduğunda, muhalefet mensuplarından Gümüşhane mebusu Zeki Bey, Anayasaya (Teşkilat-ı Esasiye) aykırı olduğunu söyleyerek tasarıya karşı çıktı. Muhalifler, suç işleyenlerin, meclisten onay almadan idam cezası verebilen İstiklal Mahkemelerine gönderilebilmesinden rahatsızdı. "Bu tasarı Anayasayı ihlaldir," diyen Zeki Bey, "Anayasanın 26 numaralı maddesi gayet açık. idam cezasının, BMM'nin onayına tabi olduğuna hükmediyor. Bizim Takrir-i Sükun üzerinde müzakere edebilmemiz için, önce Anayasanın 26. Maddesinde tadilat yapılması gerek," şeklinde görüş belirtti. Daha sonra Takrir-i Sükunu tatbik etmek üzere kurulan İstiklal Mahkemelerinde savcı olan, Karesi Mebusu Ahmet Süreyya Bey, buna cevaben, tasarının BMM'nin Adliye Encümeni'nde zaten tartışıldığını ve oradan, tasarının Anayasayı ihlal etmediği kararının çıktığını söyledi. 

Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey'in muhalefeti, daha çok tasarının içeriğineydi. Yaphğı konuşmada, tasarıya bir başka zeminde, yani onun hükümete olağanüstü bir yetki vermesine itiraz eden ve hükümetin bu sayede insanların alelade siyasi faaliyetlerini (faaliyet-i beşeriye) rejimin güvenliği için tehlikeli diye damgalayarak yetkisini kötüye kullanabileceğini belirten Feridun Fikri, "Anavatanın ihtiyacını duyduğu emniyet, huzur ve sükunu, Takrir-i Sükun olmadan da muhafaza etmek mümkündür," görüşünü savundu. Muhalefet partisi TCF'nin başkanı Kazım Karabekir, bu zeminde tasarıya itirazını şöyle dile getirdi: 

Kıymetli Arkadaşlar, bu kürsüden daha evvel de ifade ettiğim gibi, biz TCF olarak, hükümetin bu [Şeyh Said] olayın vuku bulduğu bölgedeki her türlü kanuni işini destekledik ve ben destek taahhüdümüzü bir kere daha tekrarlıyorum. Lakin bu özel vakada, temlik edilemez tabii insan hakları üzerine tazyik edecek sürece destek veremeyiz. Şu anda önünüzde duran tasarı, gayri vazıh (açıklıktan 
uzak) ve elastikidir. Eğer bu tasarı kanunlaşır da Anayasamızın doğurduğu siyasi taazzuv (siyasi yapılanmayı) kısıtlamaya kalkar ve matbuata tazyik etme gayretleri söz konusu olursa, bu halkın egemenliğinden vazgeçildiği anlamına gelir. Çünkü bu, halkın temsilcilerinin sesinin işitilmemesi demektir. Bu tasarıyı geçirmek, Cumhuriyet tarihimize şeref kazandırmayacaktır. 

İstiklal Mahkemeleri'ne gelince, adının da akla getirdiği gibi, bu mahkemeler İstiklal Harbimiz esnasında ihdas edilmiştir... Eğer İsmet Paşa bu mahkemeleri muhalefeti yola getirmek için kullanabileceğini sanıyorsa, şiddetle yanılıyor. 
Kazım Karabekir korkusunda haklıydı; aslında hükümet tam da bunu yapmaya niyetleniyordu. Bu kanun, TCF'nin siyasi faaliyetlerini ve dolayısıyla mecliste herhangi bir muhalefet oluşturma kabiliyetini ciddi bir şekilde sınırlıyordu. Ne var ki, onların çoğunluktaki radikalleri durduracak siyasi güçleri yoktu. Şeyh Said İsyanı, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, yani birçok Cumhuriyet Halk Fırkası mensubunun eline, istisnai bir siyasi muhalefeti susturma fırsatı verdi. 

Bu bakımdan, sadece BMM'deki muhalefet değil, aynı zamanda Mustafa Kemal ve İsmet Paşa Hükümetinden hoşnutsuzluğunu açıkça belli eden İstanbul basını da, Takrir-i Sükunun ilgi alanına giriyordu. Kanunun birincil amacının Şeyh Said İsyanını değil, muhalefetin işini bitirmek olduğuna hükmetmek yanlış olmaz. Kanun, hükümetin isyan karşısında giriştiği askeri icraatın başarısına pek az hizmet etmiştir. Fethi Bey'in, 3 Mart 1925'te başvekillik koltuğundan ayrıldığını açıklarken verdiği meclis beyanatı dikkate değerdir: 

Anlıyorum ki arkadaşlarım, isyana karşı hükümetimin almış bulunduğu tedbirleri yeterli görmeyerek daha geniş, daha şedid tedbirler alınmasını istiyorlar. Ben, hadisenin lüzum gösterdiği tedbirlerin alınmış ve bu tedbirler isyanı bastırmak için kafidir kanaatinde bulunuyorum. Daha şedid tedbirlerle elimi kana bulamak istemiyorum. Ve sizlerin şahsen itimatlarınızı kaybetmiş olduğum kanaatiyle, 
Başvekaletten çekiliyorum.7' 

Radikaller, Şeyh Said İsyanına kadar, kendilerini İstanbul gazetelerinin yayınlarının tehdidi altında hissediyor ve onları, bekleyen reformların ikmali sürecinde, önlerindeki en büyük engel olarak görüyorlardı. Bu korkunun bazı iyi tarafları varsa da, tetkik konusu olmaktan kaçamamalıdır.

Örneğin kimi gazetecilerin Mustafa Kemal'in hayata geçirmeye niyetlendiği inkılaplara değil, Mustafa Kemal'in kendisine muhalefet etmeye odaklandığını 
biliyoruz. Sözgelimi Hüseyin Cahit (Yalçın) ve bir dereceye kadar Ahmet Emin (Yalman), sütunlarında Mustafa Kemal'in giderek despotlaştığını ima ediyorlardı. Batı eğitimi almış bu entelektüeller, toplumun İslami kesimlerinin ve onların önderlerinin özlemlerini değil, Mustafa Kemal'in sahip olduğu Batılılaşma vizyonunu paylaşıyorlardı. Ancak onların Mustafa Kemal'e muhalefetinin odağında, demokratik rejimin temel dayanaklarının ciddi bir şekilde kenara itileceği korkusu yatıyordu. Gazeteciler meselesine daha sonra tekrar döneceğiz. 

Bu noktada, hükümetin İstanbul basınını da hedefine nasıl oturttuğunu görmek için, dikkatimizi yeniden meclisteki tartışmalara vermeliyiz. 

Mustafa Kemal, İstanbul basınının Kemalist idareye karşı bir tepki yaratma ya da bu tepkiyi pekiştirme potansiyeline sahip olduğu korkusuyla, İzmit'te gazetecilerle bir toplantı yapmıştı (16-17 Ocak 1923 ).72 

Ne var ki, İstanbul basınındaki kalemleri kontrol etmek bakımından bu toplantının pek verimli olmadığı ortaya çıktı. Takrir-i Sükun kanun tasarısının 4 Mart 1925'teki tartışmalarında, Müdafaayı Milliye Vekili Recep Bey, İstanbul basınını BMM'nin otoritesine meydan okumakla itham etti ki böyle bir iddia, Hıyanet-i Vataniye Kanunu tahtında dahi cezalandırılabilirdi. 

(Burada] söz söylenmesi gereken en önemli nokta, [devletimizin] mevcut zayıflığının başlıca nedeni olan İstanbul Basını'dır .... 
Kuşkusuz istisnalar vardır. ... (İstanbul Basını] habis yalanlar ve düzenlerle BMM'ye, onun bütün müesseselerine ve mensuplarına saldırmaktadır. .... Halkı, her sabah, [kinayeyle] [Ankara] hükümetine karşı kurmakta ... itibar ve güveni hak etmemektedir. 
... Emniyet-i umumiye, emniyet-i hukukiye ve emniyet-i milliyeyi sağlamak ve bu zehir yuvalarını yok edecek kudrette bir hükümet tesis edebilmek için, bu meclisin görevi bu kanunu geçirmektir. 

Recep Bey, bu beyanlarla İsmet (İnönü) hükümetinin İstanbul basınına nazaran pozisyonunu takdim etmiş oldu. İsyanla, en müfrit radikallerin eline, Kemalist çevredeki bazılarına karşı en hafif deyimiyle pek de dostane duygular beslemeyen İstanbul gazeteleriyle eski hesaplarını görmeleri için büyük bir fırsat geçmiş oldu. 
Her ne kadar Şeyh Said İsyanını anlatan çeşitli hatıratlarda, bu isyan önemli addedilir ve Fethi Bey gerekli tedbirleri almakta yeterli şevki göstermemekle eleştirilirse de, BMM'deki Takrir-i Sükun müzakerelerinde tasarının lehinde söz alanlar, isyanın ciddiyetine dair herhangi bir tez ortaya koymadılar.7ı Radikaller Takrir-i Sükun kanununun gerekliliğini, isyanın aysbergin görünen ucu olduğu çerçevesinden savunuyorlardı. 

Onlara göre, asıl sorun isyanın bilinmeyen kışkırtıcılarıydı, çünkü bunlar toplumun birçok kesiminde gizleniyorlardı. Kazım Karabekir'in, İstiklal Mahkemelerinin yetkisini kötüye kullanması suçlamasına cevap veren İsmet Paşa, mahkemelerin milletin emniyet ve nizamını temin etmekteki yegane vasıta olduğunu belirtti. Ancak, "Cumhuriyeti tehlikede görmüyorum. Bu yüzden böyle [şedit] bir kanun lazım değildir;" diyen Rauf Bey'in bu tezine karşı polemik yapma yoluna saparak, rejimin emniyette olduğunu teyit ettikten sonra, sırf retorik icabı, "[bizimki gibi] 
tehlikeleri teşhis eden ve lazım gelen tedbirleri alan bir Cumhuriyet, tehlikede olabilir mi?" diye sordu. Bu aslında, Rauf Bey'in, hükümetin isyanı devlete yönelik acil bir tehdit olarak görüp görmediğini anlamak maksadıyla yönelttiği soruyu geçiştirmek için söylenmişti. İsmet Paşa meclisteki tartışmalarda, Şeyh Said İsyanının arz ettiği özgül tehditten söz etmek yerine, konuyu, isyan bölgesinin dışında saklanan adı konmamış şahıslar ve gruplarca kışkırtılan genel bir güvenlik kaygısı gibi sunmayı tercih etti. Ancak mecliste, asıl hedefin siyasi muhalefet olduğunda pek kuşku yoktu. Bu nedenle 4 Mart 1925 tarihli, 69. Meclis oturumu tartışmaları, kanunun isyanın bastırılmasını nasıl sağlayacağı konusuna 
değil, ülkedeki genel bireysel özgürlüklere nasıl dokunacağı konusuna odaklandı. 
Aslında, aşağı yukarı iki yıl sonra, İsmet Paşa gerçek tehlikenin Şeyh Said İsyanı olmadığını açık açık söyledi; asıl tehlike, genel karışıklık ve mütereddi münevverler (yozlaşmış entelektüeller) idi.7" Köklerinin kazınması gereken bu insanlar, gazeteci ve siyasetçi diye halk arasına saklanıyorlardı. Böylece, Takrir-i Sükun görünüşte asil bir davaya hizmet ederken, gerçekte ise hükümete bu "yoz entelektüellerin" ve onların arkasına saklandığı gazete ve siyasi partilerin tanımını tekeline almasında olağanüstü bir yetki tanıyordu. Aşağıda da gösterileceği gibi, genelde hedef alınan, İstanbul'daki muhalif basın ve meclisteki ana muhalefet TCF'ydi. Her halükarda, tasarı, 4 Mart 1925'te, 122 "evet"e karşı 22 "hayır" oyuyla 589 sayılı kanun olarak yasalaştı; hayır oylarının tamamı, toplantıda hazır bulunan TCF üyelerine aitti, ancak TCF Takrir-i Sükunu engelleyecek kadar taraftar toplayamamıştı. Oylamadan sonra, İsmet Paşa aynı oturumda, biri Ankara'da, biri de harekat-ı askeriye mıntıkası olmak üzere iki İstiklal Mahkemesi teşkil edilmesini istedi. Bu gelişmenin en önemli tarafı, Ankara İstiklal Mahkemesinin idam cezası vermesi için yine meclisin onayı gerekirken, ötekinin -esasen Diyarbakır merkezliböyle bir onaya ihtiyaç duymamasıydı.75 İkincinin verdiği kararlar kesin olacak ve hemen infaz edilecekti.76 Bu mahkeme, isyan bölgesi olarak tanımlanan bölgede vuku bulan, isyanla bağlanhlı vakaları yargılayacaktı. Ankara Mahkemesi ise Şark İstiklal Mahkemesi'nin yetki alanı dışındaki vakalara bakmakla yükümlüydü. Aşağıda da görüleceği gibi, Şark İstiklal Mahkemesi pratikte, teknik olarak kendi yargı alanının dışında kalan davalarla ilgilendi.77 

TCF'nin kaderine damga vuran bir başka önemli gelişme de, İstiklal Mahkemesi üyelerinin seçimiydi. Seçim 7 Mart 1925'te yapıldı. Bekleneceği gibi, mahkemelere seçilenler, Mustafa Kemal'in yol arkadaşı olan ve birçoğu CHF'nin en radikal kanadında yer alan kimselerdi.78 

DİPNOTLAR;

61 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (İstanbul: Dünya, 1964), 165-66. 
62 Age, 166. 
63 Fethi Bey, Hariciye Vekili Şükrü Bey'den (Kaya), devreye girmesini ister. Ali Fuat Bey toplantıya  katılamamış, yerine Dr. Adnan Bey (Adıvar) katılmıştır; Cebesoy, Siyasi Hatıralar, cilt 2, 143
64 Age. 
65 Age. 
66 Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri 1920-1927 (İzmir: 9 Eylül Üniv. Yay., 1988), 359. Ayrıca bkz. Toker, 47. 
67 Cebes.oy, 143. 
68 Bu görüş, Kürt kökenli bir araştırmacı olan İsmail Göldaş tarafından da paylaşılmaktadır. Yazara göre Kazım Karabekir'in hükümete 556 numaralı kanun ile ilgili olarak verdiği desteı:ıin amacı, Kemalistlerin daha ılımlı kanadını iktidarda tutmaktı. 
     Bir başka sebep de, CHF'nin, dinin siyasi kazanım için kullanılmasından ürkmesi olabilirdi. Bkz. Göldaş, s. 402 .. 
69 Aksi belirtilmedikçe. tartışmayla ilgili metinler TBMM Zabıt Cerideleri. cild 15, s. 131-149'dan alınmıştır. 
70 Zabıt Cerideleri, XV, s. 13r; Bu metnin, Zürcher tarafından yapılan tercümesini kullandım. Bkz. The Poliıical Opposition, s. 160. 
71 Örgeevren'den alıntılanmışhr. Bkz, s. 60. 
72 Kemal Atatürk, Mustafa Kemal-Eskişehir-lzmit konuşma/an, 1923: ilk Kez Sansürsüz, Tam Metin. (İstanbul: Kaynak, 1993). 
73 Örgeeveren'in hatıratı, isyanı cumhuriyet için acil bir tehlike olarak görenlere bir örnektir. Bkz. s. 47-48. 
74 Tunçay'dan alıntılanmıştır. Bkz. Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 145. 
75 Metin için, bkz. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde ... , s. 146, dipnot 19. Daha sonra, Ankara'daki mahkemeye, BMM'nin onayı olmadan idam cezası verebilme yetkisi tanındı. 
76 31 Mart 1925 tarihli bir tasarı sahadaki en düşük rütbeli kumandanlara bile ölüm cezalarını hemen ve temyizsiz uygulama yetkisi tanıyordu. Bkz. Kanun 595. 
77 Bkz. Örgeevren, 132-49. 
78 İsyan Mıntıka Mahkemesi, şu isimlerden müteşekkildi: Başkan, Denizli'den Mazhar Müfit  (Kansu); daha sonra Urfa'dan Ali Saip (Ursavaş) ile değiştirildi. Savcı: Karesi'den Süreyya Örgeevren.  Üye: Ali Saip (başkan olduktan sonra, üyeliğe Kocaeli'den İbrahim getirildi). Üye: Kırşehir'den Lütfi  Müfit (Özdeş). Yedek: Bozok'tan Avni Doğan. Ankara İstiklal Mahkemesine Afyon'dan Ali (Çetinkaya)  başkanlık ediyordu. Çetinkaya, 1925 yılının Şubat ayında, Halit Paşa'nın meclisin koridorunda  öldürülmesinden sorumluydu. Ali Bey, bu olaydan herhangi bir kovuşturmaya uğramadan çıkmıştır.  Bu duruşmanın savcısı Denizli'den Necip Ali (Küçüka), üyeler de Gaziantep'ten Kılıç Ali ve Rize'den 
 Ali (Zırh) idi. Yedek olarak Aydın'dan Dr. Reşit Galip uygun görülmüştü. 
Bu mahkeme, Dört Ali'ler olarak da bilinmektedir. Ankara ve Diyarbakır istiklal Mahkemelerinin üyeleri için bkz. TITE  Arşivleri, K24G109B109. 



***


ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 4

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 4 



CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,


"Kürt İsyanının Bastırılmasının Maliyeti" başlıklı bir başka rapor ise şunu söyler: 
    ...[Türk] hükümet[i], ayaklanmayı bastırmanın maliyetini resmen on milyon Türk Lirası olarak açıkladı. Oysa şimdi, hükümet yetkilileri bedelin yirmi milyon lira olduğunu kabul ederken, güvenilir bir kaynaktan öğrenildiğine göre bedel otuz milyon lira. Gerçeğe en yakın olanın sonuncu tahmin [otuz milyon] olduğuna inanılıyor. Bu miktar, seferber edilen kuvvetlerin ücret ödemelerini ve idame 
masraflarını da kapsıyor.38 

Bu rakamlar, 1925-26 mali yılı bütçesinin yüzde 16,3'ünün isyanın bastırılmasına gittiğini gösteriyor. 

Eğer isyanın maliyetine ilişkin ABD tahminleri doğru ise, bu durumda bu rakam aşağı yukarı bütçe açığı kadardı. Tüm denilenlere bakılırsa, Süreyya Bedirhan'ın verdiği 60.000.000 Türk liralık maliyet rakamı da, toplam bütçenin yüzde 35'inin isyanı bastırmaya gittiğini söyleyen Hamid Bozarslan'ın tahmini de abartılıdır.19 Her halükarda, isyanın maliyeti Türk hükümeti üzerinde ilave bir yüktü. Buradan yola çıkarak, isyanın bütçe açığının baş nedeni olduğunu ve hükümetin, en azından mali bakımdan isyana hazırlıksız yakalandığını rahatça varsayabiliriz. Başka bir deyişle, isyanın tohumlarını Türk hükümeti atmış olsa bile, kendisi mali olarak buna hazır değildi. Ancak bu kesinlikle, kurulmakta olan devlet için arz ettiği tehlike ve siyasi muhalefet destekli bir karşı devrim olma potansiyelini gözeten Ankara'nın, isyanı abartmadığı ve kendi lehine kullanmadığı anlamına gelmez. 

Bir diğer gözlem de, isyandaki İngiliz parmağı konusundadır. Burada da, ilgili kayıtların bulunduğu ABD konsolosluk raporlarına bakabiliriz. 

Söz gelimi, 867.00/1853 ve 1855 numaralı iki dosyadaki raporlardan, Türkiye'deki genel kanının, Şeyh Said'in 1918'den 1922'ye kadar İngilizlerin maaş bordrosunda kaydı bulunduğu şeklinde olduğu bilgisini alırız. Bu rapor, Washington'u Türkiye'de dolaşan rivayetlerden haberdar etmenin ötesine pek gitmez; söz konusu iddia için inandırıcı hiçbir kanıt yoktur.40 Türk tarafı uzun süre isyanı Musul meselesinde imtiyaz koparmak isteyen İngilizlerin tahrik ettiği görüşünü korumuştur. 

Öte yandan, bazı İngiliz arşiv kaynaklarının bunun tam aksini iddia etmesi de hayli enteresandır. Bunlardan, isyan tohumlarını Türklerin ektiği spekülasyonunu yapan özellikle biri vardır. Bir İngiliz istihbarat analizcisinden gelen bu sıra dışı iddia, şayet doğru dürüst belgelenebilseydi, cevabını aradığımız isyanı Kemalistlerin mi teşvik ettiği sorusuna kesin kanıt olabilirdi. Ancak rapor spekülasyondan öteye gitmez. İngiliz istihbarat analizcisi James Morgan'ın, Türkiye'nin Şeyh Said İsyanını destekleme ve bundan karlı çıkma nedenleri konusunda fikir jimnastiği yaptığı bu İngiliz raporu, FO 371/10867 sayılı klasörde dir. 

Majesteleri hükümetinin, zaman zaman bir Kürt Devleti konusuyla ilgilendiği [vurgu bana ait] ve Musul vilayeti sakinlerinin epeyi bir miktarının Kürt olduğu bilinir. Türkler, biraz da bu vilayetteki Kürtlerin, İngiliz kontrolünde kalıp zamanla, halen Türklerin yönetiminde olan Kürt yörelerini kendine çekecek, İngiliz nüfuzunda bağımsız bir Kürdistan'ın çekirdeğini oluşturmasını istemediklerinden 
ya da en azından Türkiye'de yaşayan Kürtler için bir huzursuzluk odağı olması bakımından, Musul vilayetini geri almaya bakarlar. 

Eğer mevcut ayaklanma bir Ankara tasarımıysa ve gerçekse, düzenli Türk kuvvetlerinden kendine sayısız "firari" çekebilir. 
Başarılı olmuş asilerin Musul vilayetindeki kardeşlerini kurtarmaya kararlı olduklarını ve bu amaçla, Musul'u ele geçirmek üzere, firar eden Türk askerlerinin de yardımıyla şu anki sınırı geçtiklerini duyabiliriz. Eğer bu böyleyse, onlar da Musul Vilayeti'ni ele geçirip, muhtemelen fethedilen toprağı Türkiye'nin ellerine teslim eder ve kendileri de Türkiye'ye teslim olurlar. 

Bir diğer ihtimal, Türkiye'deki (Ankara'nın göz yumacağı) başarılı bir ayaklanma nın, Irak'taki Kürtlerin Irak boyunduruğundan kurtulup Türk Kürtleriyle birleştiklerini ilan etmek üzere girişecekleri (yine Ankara tarafından tasarlanmış) ve nihayetinde hepsinin Ankara'ya boyun eğeceği bir ayaklanmanın bahanesi olmasıdır. 

Daha öte bir ihtimal ise, ayaklanmanın, kaçan Türk firarileri yakalamak için sonunda görev icabı Irak sınırını aşacak olan Türk askerlerinin, Irak sınırına yığınak yapmasına bir bahane teşkil etmesidir. 

[Türk] 41 hükümeti, isyanın irticai olduğu ve belli tesirlerin altında asilerin dini duygularının sömürüldüğü görüşündeymiş gibi yapıyor. 

Din kisvesi alhna gizlenmeye çalışarak vatana ihanet, şiddetle cezalandırılır. 

Bu arada, irticai ve dini hareket, hükümete, sıkıyönetimin arkasına gizlenerek her türlü muhalifini arayıp bulma ve susturma fırsatı da verir. İstanbul'da henüz sıkıyönetim ilan edilmemişken, bu fikrin tartışması yapılıyor ve 'İstiklal Mahkemeleri'nin burada yeniden kurulması mümkün görünüyor. "42 
Öncelikle, bu düşüncenin İngiliz istihbarat analizcileri tarafından ayniyle paylaşılmadığını belirtmek gerekir.43 Yine de raporda ilginç olan, Türklerin Şeyh Said İsyanını Büyük Britanya'nın desteklediği veya kışkırttığı inancının alhnda Musul meselesinin yattığı iddialarını tersine çevirmesi ve aynı meselenin, tam aksi iddiayı - yani, isyanı Musul'un kontrolü için Türklerin ateşlediği iddiasını-desteklemek için de yorumlanabileceğini düşündürmesi. Yeri gelmişken, bu aynı zamanda, Britanya hükümetinin bir Kürt devleti kurulmasındaki çıkarının bir İngiliz subayınca kuvvetle teyit edildiği nadir raporlardan biridir. 

Oysa James Morgan'ın raporundaki, isyan tohumlarının dini muhalefeti silip süpürmek için Türkler tarafından ekildiği kuşkusu, özel bir sağduyu içermekte. Burada, raporun, Takrir-i Sükunun meclisten geçtiği 4 Mart 1925 tarihini taşıdığını hatırlatalım. Büyük ihtimalle rapor, İngilizler Takrir-i Sükunun içeriğini tam olarak öğrenmeden önce gönderilmiştir; bu, isyanın dini muhalefeti susturma gerekçesi olarak kullanılabileceği yolundaki İngiliz kuşkusunu kesinlikle daha bir geçerli kılar. Zaten, aynı isyanın sırf dini muhalefeti değil, Türkiye'deki her türlü siyasi ve entelektüel muhalefeti susturmak için kullanılabileceği fikri, İngiliz analizcinin de aklına gelmiştir. Burada, isyanı Kemalistlerin kışkırttığı yolunda "kesin" bir kanıt bulunmadığını, bir kere daha hatırlamak gerekir. Şeyh Said davasına ilişkin mahkeme raporları ve görgü tanıklarının anlattıkları elimizdedir.44 Şeyh Said'in ne mahkeme sırasında, ne de hatta asılarak idama mahkum olduktan sonra, böyle bir iddiayı ortaya atmadığını biliyoruz. O yüzden, bu konuda, elimizde ikincil kanıtlar ve isyanın Kürtlerden çok Kemalistlerin işine yaradığı olgusu dışında bir şey yoktur. Yine de benim bu konudaki pozisyonumu daha da açıklığa kavuşturmam gerekiyor. Ben böyle bir hükümet tezgahının olmadığını öne sürmüyorum; daha ziyade, bunu ispatlayacak "kesin kanıtlardan" yoksun olduğumuza işaret ediyorum. Bu yüzden bu komplo teorisine, makul ama nihayetinde yine de bir teori olarak bakılmalı. 

İsyanının tamamen "hayal ürünü" veya abartılmış olma ihtimalini, Suriye'deki Fransız otoritelerinin de kafalarında evirip çevirdiğini, İngiliz Dışişleri Bakanlığındaki bir diğer İngiliz subayı olan D. A. Osborne'dan öğreniyoruz. Osborne "Halep'ten gönderilmiş bir telgrafta, Suriye'deki Fransız otoritelerinin [Şeyh Said] ayaklanmasını, arkasında gizli bir amaç bulunduğunu ima ederek, hayal ürünü ya da fazla abartılmış sayma eğiliminde olduğunu gördüklerini"45 belirtir. Yabancı gözlemciler, Ankara hükümetinin isyanı olduğundan daha büyük gösterme çabası içinde olduğu konusunda hemfikirmiş gibi görünmektedir; kafalarını kurcalayan, bundaki amacın ne olduğu sorusudur. 

İsyanı siyasi kazanç uğruna kullanma konusundaki arızi delillere daha yakından bakmak için, dikkatimizi Ankara'daki siyasi gelişmelere çevirmemiz gerekiyor. Örneğin, isyan takviminin yakından incelenmesi, mercek altındaki konuya, yani bir zamanlar hepsi de Mustafa Kemal'in yol arkadaşları olan Kazım Karabekir, Rauf (Orbay) ve Ali Fuat (Cebesoy) liderliğindeki TCF'de vücut bulan muhalefetin sindirilmesi konusuna ışık tutabilir. 

Daha önce de değinildiği gibi, 13 Şubat'ta isyan başladığında, hükümete ılımlı Fethi Bey [Okyar] başkanlık ediyordu. Asilerin telgraf tellerini kesmeleri nedeniyle düzensiz olarak gelen telgraflara dayanarak isyanın aciliyetini değerlendiren hükümet, 23 Şubat'ta "isyan bölgesi"nde bir ay süreyle "Olağanüstü Hal" ilan etti.46 Fethi Bey, gerekli bilgiyi az çok toplayıp, isyanın patlak vermesinden on bir gün sonra bir rapor halinde BMM Genel Kuruluna sunmaya muvaffak oldu.47 

Burada yaptığı konuşmada isyanı yerel olarak niteledi ve hükümetinin asilerle baş etme politikasını açıkladı.48 

O sırada mecliste bulunan ve daha sonra Şeyh Said ve yandaşlarını yargılayan Şark İstiklal Mahkemesi savcısı olan Ahmet Süreyya Bey (Örge Evren), 
Ankara'nın isyana tepkisi konusunda en aydınlatıcı birincil kaynaklardan biridir. Süreyya Bey hatıratında, Fethi Bey'in konuşmasından önce, Mustafa Kemal'in özel toplantılarda, isyanın "memleketşumül bir durum ihdasına müsaid" olduğuna dair vahim bir endişe sergilediğini hatırlar...49 
Mustafa Kemal'in endişesi bir başka kaynakta da belgelenir. Meclis Başkanı Kazım (Özalp) Paşa, kendi bürosundaki, Fethi Bey, Mustafa Kemal Paşa ve kendi
sinin katıldığı bir toplantıyı anlatır. Bu toplantının tam tarihini bilmiyoruz, ama Fethi Bey'in başbakanlıktan çekildiği 3 Mart 1925 öncesinde olmalı. 

Kazım Paşa, anılarında bu toplantıyı şöyle nakleder: "Mustafa Kemal, odamda, Fethi Bey'e hükümetin [isyanla ilgili olarak] ne gibi hazırlıklar yaptığını sordu. Fethi Bey 'Asiler ve tahrikçiler Divan-ı Harb'e yollanacaklar," cevabını verdi. Mustafa Kemal tatmin olmamıştı, dedi ki: "Bu fesat yalnız Şeyh Said ve onun gafil taraftarlarının işi değildir, asıl tahrikçiler memleketin değişik tarajlannda saklanmışlardır, buna göre tahkikatı genişletmek lazım gelmez mi? [vurgu bana ait]." Fethi Bey'in cevabı "Fevkalade tedbirlere lüzum görmüyorum. Müsaade ederseniz istifa edeyim," oldu.50

Fethi Bey'in, Mustafa Kemal'in isteğine uymaktansa istifasını sunması, tabii ki onun cumhurbaşkanının tezine katılmadığını düşündürür. 

O zaman çarpıcı bir soru akla gelir: Mustafa Kemal, isyan hakkında, hüküm etten daha mı iyi istihbarat alıyordu? Bunları hükümetle paylaşmadı mı? 

Yoksa sadece bilerek abartıyor muydu? Nasıl oluyordu da, aynı verilere bakan Mustafa Kemal Paşa ile Fethi Bey, birbiriyle taban tabana zıt sonuçlara 
ulaşabiliyorlardı? 

Kemalist tarih yazıcıları, isyanın ciddiyetini hemen kavrayamayan Fethi Bey'in devlet adamlığını sorgulama eğilimindedirler 51 

Mustafa Kemal'in ise, uyarısını haklı çıkaracak daha iyi bir istihbaratı bu kadar kısa sürede (on günden az) toplaması, pek muhtemel görünmemektedir. 

Mustafa Kemal'in bu isyanı, ülke çapında bir karşı devrimin başlangıcı olarak görüp haklı olarak şüphelenmesi mümkündür. Ancak onun, bu "vakitli" isyandan kendini eleştirenleri susturmak için faydalanmayı istemiş ve abartma ihtiyacı duymuş olması da aynı derecede mümkündür. 

   Eski sıhhiye· vekili ve bir dönem Mustafa Kemal'in yakını, sonradan muhalifi olan Rıza Nur, isyanı muhalefeti sindirmek için "Allah gönderdi" derken, Mustafa Kemal'in pek çok muhalifinin altına imza atacağı bir görüşü seslendirmişti.52 

Burada yine, her iki olasılığı da aydınlatacak kesin kanıtlardan yoksun olduğumuzu belirtmek gerekir. Yine de, Kemalistlerin isyanın derecesini kasıtlı olarak abarttıklarını düşündüren arızi kanıtlar bulabiliriz. 

Örneğin, isyanın ilk haftalarda öğrenilen çapı ve şiddeti, Mustafa Kemal'in sergilediği teyakkuz halini haklı çıkarmamıştır. Fethi Bey'in BMM'ye sunduğu 
rapor, Ankara hükümetinin isyanın yerelliğinden emin olduğunu açıkça ortaya koyuyor ve Türk ordusunun onu ezme kabiliyetini teyit ediyordu.53 

   ABD konsolosluk raporları da Şeyh Said İsyanının yayılmadığını gösterir.54 
   ABD askeri ataşesi, 8 Nisan 1925 gibi ileri tarihli bir raporda, şu gözlemde bulunur: "Tamamen askeri bir bakış açısından, isyan hiçbir zaman alarma geçmeyi gerektirecek kadar yaygınlaşmadı; nizami kuvvetlerin [Türk ordusu] saldırıya geçtikleri andan itibaren düzenli olarak ilerlemeleri, belli dağlık yöreler dışında huzur ve sükunun yakın gelecekte yeniden tesis edileceğine inanmamız için iyi bir gerekçe teşkil etmektedir."ss "İsyan hiçbir zaman alarma geçmeyi gerektirecek kadar yaygınlaşmadı" cümlesi, Fethi Bey'in pozisyonuna uyarken, 4 Mart 1925'te iktidara gelen İsmet Paşa hükümetinin sertlik yanlısı pozisyonuyla çelişir. Yukarıda belirtildiği gibi, bazı İngiliz askeri analizcileri de isyanın abartıldığı görüşündedir. Söz gelimi, hariciyeden D. A. Osborne "[Mustafa] Kemal'in İsmet [İnönü] Bey'i yeniden başbakanlığa getirmesini ve yükselen eleştiri dalgasına ve tazyike karşı 
bir dizi baskıcı önlemi kurumlaştırmasını sağlamak için, patlak verir vermez isyanın ciddiyeti abartılmış olabilir,"56 değerlendirmesinde bulunur. 

Osborne'un bu değerlendirmesi yabana ahlacak gibi değildir. Hakikaten de isyanın sonucunda İsmet Paşa bir kez daha başbakan olur. 

İsyanla ilgili yabancı kaynakların güvenilirliğine gelince, bu konuda ABD ve İngiliz istihbaratlarının isyanı çok yakından izlediklerini ve bir birleriyle bilgi paylaştıklarını ifade etmeliyim. Her ne kadar bu bilgilerin bazıları Türk kaynaklarından geliyor olsa da, onların kendi istihbaratları da vardı. Londra'ya yahut Washington'a gönderilen gizli raporlar, bir görüşün propagandası değil, iç kullanım amaçlıydı. Washington'a yollanan ABD konsolosluk raporları iki nedenle güvenilir sayılabilir. İlki, ABD, İngilizlerin aksine, Musul meselesi gibi süre giden bir ihtilafta taraf değildi. 

İkincisi, ABD raporları, topladıkları istihbaratı, güvenilirliğine dayanarak derecelendirme zahmetine giriyordu. Türkiye'deki ABD yüksek komiseri, 
birçok örnekte bilgiyi, istihbaratın güvenilirliğinin teyit edilemeyeceği uyarısıyla Washinton'a gönderiyordu. Bu nedenle, ABD konsolosluk raporları bazı durumlarda İngiliz ve Türk kaynaklarından daha güvenilir olabilir. 

Gerçi tarihçinin, bu kaynakların kasıtsız olarak yanıltıcı bilgiler ihtiva etmesi ihtimalini de göz önünde bulundurması gerekir. 

Her neyse, iktidar partisi CHF, hükümetin isyana cevabı karşısında kendi pozisyonunu tekrar gözden geçirmek için 2 Mart r925'te kapalı bir toplantı yaptı. Bu olağandışı bir hamleydi, zira daha birkaç gün önceki bir meclis toplantısında, Fethi Bey'in isyanı bastırma programı ezici bir çoğunlukla tasdik edilmişti.57 Parti toplantısında, CHF'deki radikal kanadın sözcüsü Recep Bey (Peker), hükümetin isyana verdiği karşılığın yetersiz olduğunu ve sert tedbirler alınması gerektiğini ileri sürmüştü.58 Fethi Bey bu hamle karşısında hayretini gizleyemedi ve şöyle karşılık verdi: 
Esasen Recep Bey'in bu mevzudaki [hükümetin isyanı ele alışına] itirazlarına hayret ediyorum. Çünkü bir müddet evvel Şark'ta patlak veren Nesturi hadisesi ile onu takip eden bu son isyanın başlangıcını teşkil eden Kürt harekatı, o sırada Vekil bulunan bizzat Recep Bey'den müdevverdir [devralınmıştır]. Recep Bey Dahiliye Vekili olduğu halde, o zaman bu hareketlere karşı hiçbir tedbir almamıştır. Şimdi bu tehevvürünün [öfkesinin] ve bu şiddet taraftarlığının sebebi nedir?59 
TCF'nin, radikallerin bu yeni hamlesine ilişkin pozisyonunu göstermek için, enteresan bir gazete makalesinden söz etmek gerek. Bir CHF organı olan günlük Hakimiyet-i Milliye gazetesinde ı Nisan 1925'te yayınlanan makale, muhalefet partisinin başındaki Kazım Karabekir'in yaptığı bir konuşmaya değiniyordu: "Kazım Karabekir Paşa'nın nutku bizi büsbütün hayrette bırakıyor. Muhterem Generale nazaran, ekseriyet fırkası hükümeti Şark'ta bir isyanın olacağını evvelden biliyormuş. Fakat ihtimal eline şimdiki kudret ve nüfuzu geçirerek muhalif fırkayı dağıtmak için vesile olur diye, hiçbir teşebbüste bulunmamış."60 

DİPNOTLAR;

38  867.00/1889, "Cost of Suppression of Kurdish Rebellion," no 4515, 14 Ağustos 1925. 
39  Bedirhan'ın iddiaları için, bkz. Tunçay, Türkiye Cumhuriyeti'nde, 14 3. dipnot. 16. Bozarslan için,  bkz. "Les Revoltes Kurdcs En Turquie Kemaliste (Quelques Aspects)," Guerres Mondiales at Conjlits Contemporains 151 (1988), 121-36, özellikle s. 121'deki dipnot 3; Ayrıca "Türkiye'de Kürt Milliyetçiliği: 
 Zımni Sözleşmeden Ayaklanmaya (1919-1925)," İmparatorluktan Cumhuriyet'e Türkiye'de Etnik Çatışma, yay. haz. Erik )an Zürcher (İstanbul: İletişim, 2005), 90. 
40 Osmanlı hanedanının bu isyanı desteklediği inancına, 867.oo/1853'teki bir başka rapor da değinir. Bu iddia da somutlanamamıştır. 
41 Belgedeki "Türk" sözcüğü el yazısıyla eklenmiştir. 
42 "Memorandum: The Kurdish Revolt," James Morgan, 4 Mart 1925. F.0. 371/10867, E 1360/1091/44. 
43 Aynı dosyadaki, D. A. Osbome tarafından yazılmış bir ön yazı, James Morgan'ın spekülasyonuna karşı çıkar. Sir H. Dobbs'un verdiği bir diğer ilginç İngiliz notasında, Türklerin "kendileriyle İran'daki Türkler arasındaki Kürt duvarını yıktıklarından" söz edilir; FO 371/10826-033, 09/12/1925. 
44 Bkz. Ahmet Süreyya Örgeevren, Şeyh Sait İaanı ve Şark İstiklal Mahkemesi (İstanbul: Temel, 2002),sy 171-280. Bu sayfalar tamamen davaya hasredilmiştir ve mahkeme belgelerine dayanır.· 
45 F.O. 371/10867, E 1360/1091/44. Osborne, isyanın tamamen hayali olduğu iddiasıyla uyuşmamaya devam eder. 
46 Hükümetin önüne ilk rapor Şubat'ın 14'ünde gelmiştir; bkz. Örgeevren, 52; Olağanüstü Hal ilanı için, bkz. s. 48. 
47 Büyük Millet Meclisini Kürt isyanından ilk haberdar eden, 18 Şubat 1925'te, Dahiliye Vekili Cemil Bey oldu; bu rapor isyanı, başlannda Şeyh Said'in bulunduğu eşkıyanın faaliyetleri diye tasvir ediyordu. Dolayısıyla, ilk değerlendirmelerde isyan ne dini ne de Kürtçü bir ayaklanma olarak tasnif edildi.  Örgeevren, 46-47. 
48 ABD Dışişleri Bakanlığı, 867.00/1852 numaralı dosya. 
49 Örgeevren, 48. 
50 Kazım Özalp, Atatürk'ten Anılar. (Ankara: Türkiye iş Bankası yay., 1992), 38. 
51 Genellikle anlatılan bir hikaye, isyan haberleri Ankara'ya ulaştığında, Fethi Bey'in Çankaya'da, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde kağıt oynamakta olduğudur. Bir başka masada bulunan Mustafa Kemal telgrafı okuduktan sonra yaverinden onu Fethi Bey'e geçirmesini ister. Habere şöyle bir göz atan Fethi Bey, oyununa devam eder. Bunun üzerine Mustafa Kemal mesajı, üçüncü bir masadaki İsmet Paşa'ya 
iletir lnönü'nün telgrafa tepkisi Fethi Bey'inkine tamamen zıttır. Hemen ayağa fırlayan İsmet gayet asabi bir görüntü içindedir. Bunun üzerine Mustafa Kemal masasındaki konuklara dönerek iki erkeğin, ülkenin yüz yüze geldiği sorunlar karşısındaki hassasiyetleri itibariyle gösterdikleri farka işaret eder.   Masadakilerden biri de Yakup Kadri Karaosmanoğlu'dur, Politikada 45 Yıl. (İstanbul: Bilgi, 1968), 78. Ayrıca bkz. Metin Toker, Şeyh Said ve İsyanı. (Ankara: Akis, 1968), 48-49. Bunun çok kaba ve hatalı bir gözlem olduğunu belirtelim, ama Mustafa Kemal'in ismet Paşa tercihini göstermesi bakımından önemlidir. Fethi Bey eleştirisi için, bkz. Örgeevren, 45-46. 
52 Rıza Nur, Hayat ve Hatıralanm, cilt 4 (İstanbul: Alhndağ, 1968), 1324. 
53 Fethi Bey'in meclise sunduğu raporun tam metni için, bkz. Örgeevren, 49-55. 
54 Bkz. 867.00/1852 numaralı dosya. 
55 ABD Dışişleri Bakanlığı, dosya numarası: 867.00/1864. 
56 FO 371/10867, E 1360/1091/44. 
57 Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, cilt il, (İstanbul: Doğan Kardeş, 1960), 146-47. 
58 Feridun Kandemir, Siyasi Dargınlıklar, cilt 3 (İstanbul: Ekicigil, 1955), 70. 
59 Kandemir, 7r. 
60 Makale, Kandemir'de yayınlanmıştır, 85,87. 

5. Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 3

ANKARA'DAKİ MUHALEFET: TEK PARTİLİ SİSTEME GEÇİŞ. BÖLÜM 3 



CUMHURİYETİN  KURULUŞUNDA İKTİDAR KAVGASI.
Halide Edip Adıvar,Tekpartili Sisteme Geçiş, Terakkiperver Cumhuriyet fırkası,Hıyanet-i Vataniye Kanunu,Takrir-i Sükun,Muhalefet Partisi,

  Mustafa Kemal'in TCF'nin Kurulmasına Karşı Tutumu Tarihsel kayıtlar, Mustafa Kemal'in yeni muhalefet partisine karşı takındığı tutum konusunda çelişkili bilgiler barındırır. Mustafa Kemal'in çekirdek kadrosundan bazıları, hatıratlarında onun, demokrasinin çıkarına hizmet edeceği için mecliste bir muhalefet partisi bulunması fikrine sıcak baktığını öne sürerler. Sözgelimi, Mustafa Kemal'in yol arkadaşı Kılıç Ali, hatıratında "Gazi, Halk Fırkası'nın karşında bir muhalefet partisinin olmasını 
olumlu karşılamıştı. Ancak en tanınmış ordu kumandanlarından bir kaçının görevlerini bırakarak gösteri şeklinde Meclis'e gelmeleri, politikaya girmelerine asla iyi niyet ifadesi olarak bakmamıştı," diye anlatır.21 

Mustafa Kemal siyasi rakiplerinin faaliyetlerinden şüphelenebilirdi. Ancak elimizde, Londra'da yayınlanan The Times gazetesinin İstanbul muhabiri Maxwell Macartney 'in, cumhurbaşkanı olarak Mustafa Kemal'le yaptığı mülakatı bildiren bir İngiliz arşiv kaynağı var. 21 Kasım 1924'te gerçekleşen bu mülakattan, İngiltere'nin Türkiye sefiri Ronald Lindsay'in 25 Kasım 1924'te Londra'ya gönderdiği bir elçilik raporunda bahsediliyor. 

Rapor, Macartney'in mülakatına düşülen bir derkenarla birlikte pek çok şeyi ifşa eder bir hal alıyor. Macartney'in, mülakatın yapılma yöntemine dair anlattıklarına dayanan bu derkenarda, İngiliz sefirinin, Mustafa Kemal'in TCF'nin kuruluşuyla ilgili tepkisi konusunda, kendi değerlendirmesi yer alıyor: 

Reisicumhur'un bundan sonra ne yapacağını merak ediyordum; işte, bu fazlasıyla dikkate değer belgede [Macartney mülakatı] cevabımı buldum. Terakkiperverler cumhuriyetçiliklerinde samimi değiller, programları sahtekarlık, kendileri de düpedüz mürteci. 

Haberde yer alan her şey, reisicumhurun yeni muhalefetle hiçbir işinin olmayacağım ima ediyor; Bay Macartney'le konuşurken kullandığı dil -ki haberde yer almamış-ve sarf ettiği cümlelerin tonu ise onun açıkça ölümüne bir kavgayı kastettiğini gösteriyor [vurgu bana ait]. Gazi kendini tam bir cinnet haline kaptırmış; muhalefetteki herkesi sırayla sayıp döker ve onları, her şeylerini borçlu oldukları kendisine karşı nankörlük ve vatana ihanetle suçlarken, yüzü kıpkırmızı olmuş. Mülakatta takdimci ve yarı tercüman gibi hareket eden mebus, birkaç kere araya girip, "Sakin olun Gazi Paşa, bu kadar tedbirsiz olmayın," diye haykırmış, ama gazap selinin önüne hiçbir şey geçememiş. Bay Macartney, tabancaların en kısa sürede ciddi ciddi çekileceğini ve Vasıf ile Necati'nin, Galata Köprüsü'nü 
sallanan cesetlerle donatacak daha pratik bir İstiklal Mahkemesinin başına geçmek için İstanbul'a gelmek üzere hükümeti bırakacaklarını düşünerek Ankara'dan ayrılmış.22 

Bu rapor, iki araştırmacı, Erik Jan Zürcher ve Mete Tunçay tarafından zikredilmiş tir. Her ikisi de Macartney'in Mustafa Kemal'in arzusuna boyun eğerek mülakatın The Times'da yayınlanmasını beklettiğini bildirir. Bu arada Türkiye'deki Hakimiyet-i Milliye gazetesinin Aralık 1924'te, hayli değiştirilmiş biçimde de olsa mülakatı yayınlamıştır.23 
Zürcher'e dayandığı aşikar olan Tunçay, bunun üzerine The Times'ın haber değerini kaybetmesi nedeniyle mülakatı yayınlamaktan vazgeçtiğini öne sürer.24 

Oysa gerçekte mülakat, Mustafa Kemal'in "gazabından" hiç söz etmeden 18 Aralık 
1924'te The Times'da yayınlanmıştır.25 Burada Sefir Lindsay'in raporunda değinilen gözlemler hiçbir surette yer almamış, aradaki uyumsuzluk için 
herhangi bir açıklama da yapılmamıştır. 

Mustafa Kemal'in genel olarak bir muhalefet partisine ilişkin düşünceleri, bu mülakattan önce de bir sır değildi. 20 Eylül 1924'te Samsun'da yaptığı bir konuşmada, konumunu açıkça ortaya koydu ve şöyle dedı: 
Biz bugün belli yolun başında bulunuyoruz. Henüz yeter derecede mesafe almış değiliz. İlk önce ana düşünceler büyük bir berraklıkla ortaya çıkmalıdır. Ondan evvel ayrım fikri, efendiler, alelade particiliktir ki memleket ve milletin huzur ve emniyet şartları, henüz böyle bir parçalanmaya yol açmaya izin vermez.26 
Mustafa Kemal'in yakın arkadaşları, anılarında, onun siyasi muhalefetle yüz yüze geldiğindeki pozisyonunu yumuşatmaya çalıştılar. 

Ama yine de, onun kendi yerini alabilecek liderlerin başa geçtiği bir siyasi muhalefet olarak TCF'nin kuruluşunu doğru bulmadığına inanmamızı sağlayacak 
yeterince kanıt var. 

BİR YASA TADİLATI DAHA..,,

Yeni devrin siyasi realiteleri değişirken, BMM aynı birinci maddeyi bir kez daha tadil etme ihtiyacı duydu ve 26 Şubat ı925'te 556 sayılı kanunu çıkardı. Bu tadilatın tarihi, dini ve Kürt milliyetçisi yönleri hala tartışılan Şeyh Said İsyanının hemen ertesine rastlar. Ancak bir şey pek sorgulanmaz: o da isyanın, dışarıdan bakıldığında ve katılım olarak Nakşibendi ağırlıklı görünümünün, Kemalistlere, asırlardır Osmanlı devlet aygıtının içine ve dışına iyice kök salmış olan ulemaya baskıyı artırma ve sesini daha çok kısma imkanını vermiş olmasıdır.27 

Ancak tek hedef dini müesseseler değildi. 556 sayılı kanun, dine doğrudan ya da dolaylı gönderme yapan herhangi bir siyasi eylemi istediği gibi yorumlama hakkına sahipti. Bir başka deyişle kanun, hoşnutsuzluğunu ifade ederken dini bir platform olarak kullananları, hoşnutsuzluğu din merkezli olanları ve siyasi getiri için dine herhangi bir atıf yapanları hedefine alıyordu. Tadil edilen birinci maddede şu da vardı: "Dini, siyasi amaçlarla kullanarak dernek kurmak yasaktır. Böyle örgütler kuran ve bunlara üye olanlar, vatan haini addedilir."28 

Bu tadilat, Kemalistlere muhaliflerinin siyasi hamlelerini daha da kısıtlama olanağı sağladı. Çoğu "muhafazakar" bir geçmişten gelen ve din, kimliklerinin ve siyasi platformlarının ayrılmaz bir parçası olan muhalifler, oy kampanyalarının ve mecliste sürdürülebilir bir muhalefet oluşturmanın ana gerekçesini yitirdiler. 

Bu arada, yukarıda sözü edilen kanun tadilatının, meclisten, Şeyh Said İsyanının hemen ertesinde ve hiç itirazsız geçişi esnasında, TCF'lilerin mecliste olduğunu ve büyük bir kararlılıkla lehte oy kullandığını da belirtelim. Bu isyan, böylelikle, muhalefetin susturulması ve TCF'nin kapatılması siyasi sürecine katalizör olarak hizmet etmeye yaramış oldu. Bu yüzden, isyanı belli yönlerden mercek altına almamız zaruridir. 

ŞEYH SAİD İSYANI VE SONRASINA İLİŞKİN BAZI GÖZLEMLER.,
 
Şeyh Said İsyanı, 13 Şubat 1925'te, Piran'da (sonradan adı Dicle oldu, idareten Diyarbakır'a bağlıydı) başladı. Yöredeki birçok kasabayı hızla ele geçiren ve Diyarbakır'a kadar gelen asiler, başlarda çeşitli yerel askeri kuvvetlere galip geldiler; ancak hükümet seferber olup daha büyük birlikler gönderince, isyan iki ay içinde bastırıldı. Şeyh Said ve 47 taraftarı mahkeme önüne çıkarıldıktan sonra, 29 Haziran 1925 tarihinde idam edildi. 

    Bu İsyan, cumhuriyet tarihinde, yeni Türk devletine en büyük başkaldırılardan biri olarak kabul edilir. Ama aynı zamanda isyanın, Mustafa Kemal'e radikal inkılabını herhangi bir siyasi muhalefetle karşılaşmadan tamamlaması için uygun ortamı sağladığı da gözden kaçmamalıdır. İsyan sırasında başbakanlık mevkiine gelen İsmet Paşa'nın (İnönü) damadı Metin Toker'e göre, yeni inkılaplar Kemalistlerin vaat ettiği özgürlükle bağdaşmıyordu. Bundan dolayı, Kemalistlerin muhalefeti bertaraf edip halkı inkılaplarla tanıştırabilmek için demokrasiyi ertelemelerinde, bu isyan da vasıta oldu.29 

Bu mütalaayı daha sonra enine boyuna iyice tartışacağız, çünkü bu durumun yeni Türk devletinin geleceği açısından dallı budaklı sonuçları olmuştur. Ama şimdilik, isyana dair bazı gözlemlerle işe başlayalım. 
 
   İsyanın hikayesi ve içeriğiyle ilgilenen pek çok yayın olduğundan,30 burada gün ışığına çıkmamış bazı arşiv belgelerini sunmak ve isyana ilişkin bazı gözlemler yapmakla yetineceğim. Bu gözlemlerin ardından, hükümetin isyana verdiği cevabın zamanlamasını masaya yahracağım ki, bu da doğruca incelediğimiz konuya bağlanıyor. 

  İlk Gözlem isyanın maliyetiyle ilgilidir ve onun, yeni rejimde yarattığı mali yüke dair ipuçları verir. Eğer yeni Türk hükümeti, yeni oluşan siyasi muhalefete karşı bir tertipte bulunmak için isyanı körüklemiş idiyse, isyanı örgütlemeye yeterli bir bütçenin ayrılması da mantıklıydı. 

Bu konuda çelişkili pek çok bilgi mevcuttur. 31  İsyanı araştırırken bugüne kadar yararlanılmamış olan ABD konsolosluk raporlarına göre, BMM Polonya'dan silah alımı için ıo milyon Türk Liralık (5 milyon USD) bir bütçeye onay verdi.32 Türkiye'deki ABD askeri ataşesi. 27 Mart 1925 tarihli bir raporda "Türkiye Müdafaayı Milliye Vekili'nin, yabancı bir askeri ataşeye, Kürt isyanının bastırılması için vekaletinin yapacağı harcamaların, 1 Nisan itibariyle 7.000.000 Türk Lirasını [ya da yaklaşık 3,5 milyon USD'yi] bulacağını söylediğini"33 belirtiyordu. Türk genel kurmay başkanını kaynak gösteren bir başka ABD raporu da bu rakamı doğruluyordu.34 

7.000.000 Türk Liralık bu rakam, bu kez de ayniyle İtalyan askeri ataşesine verilmişti. 

ABD'li gözlemciler, isyanın bashrılması için bu kadar yüksek bir harcama yapılmasına şaşırmışlardı, zira isyan pek de başarıya ulaşmış görünmüyordu. 
Ancak ABD'li diplomatlar, Türk vekilin ya da genel kurmay başkanının abartmak için bir nedeni olmadığı sonucuna vardılar.35 

Bir başka ABD belgesinden toplam bedeli öğreniriz. ABD maslahatgüzarı Sheldon L. Crosby, 27 Ağustos 1925'te, ismi verilmeyen bir ABD askeri ataşesince Washington'a gönderilen çok değerli bir raporu yeniden yayınlamıştır. Türkiye'nin 1925 yılı bütçesini ve Şeyh Said İsyanı tahmini maliyetini 36 ayrıntılandıran bu rapora göre, 1 Mart 1925'te başlayıp 28 Şubat 1926'da sona eren mali yılın bütçesi 153.046.854 Türk Lirası (84,175,770 USD), masraf ise 183.932.777 Türk Lirası (ro1,163,030 USD) idi, yani 30.885.923 Türk Liralık (15,987,250 USD) bir açık hasıl olmuştu.37 

DİPNOTLAR;

21 Hulusi Turgut, yay. haz., Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anılan. (İstanbul: iş Bankası Kültür Yayınları, 2005), 231. 
22 PRO, E 10619/32/44, 25.ır.1924 Erik )an Zürcher'de alıntılandığı şekliyle, Politica! Opposition  in the Early Turkish Republic (Leiden: E.J. Brill, 1991), 61. Aynı dosya Tunçay'da da alıntılanır, s. 109, dipnot 162 "Lindsay'den Chamberlain'e" FO. 424/261, E 10619/32/44. Bu aslında tam bir alıntıdır. 
Aynı dosyada makalenin değiştirilmemiş şeklini görmek de mümkündür; bkz. Zürcher, 155-58. 
23 Tam metin için bkz. Zürcher, 158, Ek, A. 
24 Bkz. Tunçay, 109, Zürcher, 61. 
25 "The Ruler ofTurkey," The Times, 18 Aralık 1924, s. 15. Muhabirin adı haberde yer almaz. Gazete, "Ankara'daki özel muhabirimizden" ibaresini kullanır. Ama yine de haberi Macartney'in yazdığı bellidir. 
26 Söylev, 23 Eylül 1924'le Hakimiyı:t-i Mil!iye'de yayınlandı. Bkz. Zürcher s. 127. Aynı metin Ahmet Emin Yalman'da da yayınlanmıştır, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, cilt 3 (İstanbul: Rey, 1970), 132-33. 
27 İstanbul'daki ABD askeri ataşesine göre, grubun büyük:lügü 100.000 kişi kadardı. Bkz. 867.00/1782 numaralı dosya; ABD Dışişleri Bakanlığı, "Records ofthe Department ofState Relating to Intemal Affairs ofTurkey, 1910-29,"(mikroilm koleksiyonu). 
28 Dini veya mukaddesah diniyeyi siyasi gayelere esas ve alet ittihaz maksadıyla cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler ve bu cemiyetlere dahil olanlar hain-i vatan addolunur. Dini veya mukaddesat-ı diniyeyi alet ittihaz ederek şekl-i devleti tebdil ve tagyir veya emniyet-i devleti ihlal veya mukaddesat -ı  diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve 
 nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fiili şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezalik hain-i vatan addolunur. 
29 Metin Toker, Şeyh Said ve isyanı (Ankara: Akis, 1968), 44. 
30 Toker, Şeyh Said ve İsyanı; Robert Olson, The Emergence of Kurdish.Nationalism; Behçet Cemal, Şeyh Said İsyanı (İstanbul: Sel, 1955); Aziz Aşan, Şeyh Sait Ayaklanması (İstanbul: y.b., 1991); Martin van Bruinessen, Agha. Shaikh and State: The Social and Political Structures of Kurdistan (Londra ve  New Jersey: Zed, 1992); Wadie Jwaideh, The Kurdish National Movement: lts Origins And Developments (Syracuse: Syracuse University Press, 2006). Dönemin birçok Türk gazetesinde isyan, hem Kürt miliyetçisi ve hem de İslama/gerici bir hareket olarak tasvir edildi. Bkz. Ebbuziyazade, "Hadisenin Ehemmiyet ve Fecaati" Tevhid-i Efkar, 25 Şubat 1925 Nurer Uğurlu'da basıldığı şekliyle, Kürt Milliyetçiliği: Kürtler ve Şeyh Said İsyanı (İstanbul: Örgün, 2006), 536. Ahmet Emin Yalman "isyanın 
Saikleri" adlı makalesinde, bu hareketin feodal ve irticai bir hareket olduğunu ve Kürt milliyetçiliğinin  birincil motivasyonu olmadığını ileri sürer; bkz. Vatan 15 Mayıs 1925, Uğurlu, 577. Nurer Uğurlu, 1925'teki bu isyana dair gazete haberlerini toplayıp yayınlamıştır, bkz. s. 519-612. isyanın mahiyetine dair bir literatür gözden geçirmesi için, bkz. Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı, Karekteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar (Ankara: Boğaziçi, 1992), 179-289. TİTE arşivlerinde de konuyla ilgili bazı belgeler bulunur; özellikle K23G64B3 numaralı rapor, Diyarbakır postanesine " Diyarbekir Kürdistan Hariciye Vekaleti" adresine kataloglar geldiği iddiasında bulunması bakımından önemlidir. 
Herhangi bir tarih ve imza bulunmayan belgede "suret" başlığı vardır. Benim kanaatime göre bu belge, isyanı Büyük Britanya'nın kışkırttığı iddialarını desteklemek için sonradan imal edilmiş olabilir. Yine de, Şeyh Said'in sonraki davalarında bu tür iddiaların hiçbiri ispatlanamamıştır. Söz konusu paragrafın 
tam metni şöyledir: "Bugün Diyarbekir postanesine dahil olan mektuplar meyanında İngilizlerden Diyarbekir'e gönderilmiş bazı fabrika ilanları üzerinde atideki adresler görülmüştür: 
1) Diyarbekir Kürdistan Hariciye Nazın Efendiye, 
2) Diyarbekir Kürdistan ... Nazın Efendiye." TITE'deki ilgili diğer  belgeler K24 G143 B2'dedir. 
31 Mete Tunçay, 20 milyon İngiliz Lirasından bahseden Abdurrahman Kasımlu (Gassemlou) ve 60.000.000 Türk Lirası rakamını veren bir Kürt ağasından (Süreyya Bedirhan) alıntı yapar. Bkz. Mete Tunçay, Türkiye Cumhuriyetinde., 143, dipnot. 16. Bu yazarların Türk kayıpları konusunda sırasıyla verdikleri 20.000 ve 50.000 rakamlarını değerlendiren Tunçay, yerinde olarak bunların çok abartılı 
olduğu sonucuna varır. Robert Olsan 20 milyon rakamını yanlışlıkla 20.000 İngiliz Lirası olarak alıntılamıştır; bkz. Olson, The Emergence of Kurdish Nationalism ... , 126. 
32 Bkz. Bristol tarafından Dışişleri Bakanlığına gönderilmiş, 867.00/1863 numaralı, 13 Mart 1925 tarihli rapor, Birleşik Devletler Dışişleri Bakanlığı. "Records of the Deparlment of State Relating to Internal Affairs ofTurkey, 1910-29." 
33 Age., 867.00/1866 numaralı dosya. 
34 Age .. ve 867.00/1864. 
35 867.00/1852. 
36 867.00/1889, Sheldon Levitt Crosby'den Dışişleri Bakanlığı'na, 27 Ağustos 1925. 
37 867.00/1889, "General State 13udget, 1925-1926-Turkey," no 4471, 21 Temmuz 1925. 


***