8 Şubat 2020 Cumartesi

Obama Doktrini’nin Arap Baharı Pratiği

Obama Doktrini’nin Arap Baharı Pratiği 



MEHMET ALİ GÖNGEN*

*Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Doktora Programı 

 Özet 

ABD'nin Arap Baharı karşısında sergilediği 'çekingen' tutum uluslararası 
platformlarda tartışma konusu olmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ından bu yana dünyadaki her gelişme karşısında aktif bir rol üslenen ABD, Arap Baharı karşısında izlediği aşırı ihtiyatlı tutum, kimi akademik çevrelerce ''ABD'nin hegemonik gücünden ciddi aşınmalar olduğu'' şeklinde değerlendirilirken, kimi akademik çevreler de ABD'nin düşük profilli bu tutumunu, Obama'nın dış politikada, ''insani zorunluluklar dışında mümkün olduğunca askeri seçeneği öteleyen, zorunlu hallerde ise BM gibi çok uluslu örgütlerin meşrulaştırıcı onayını gerekli gören yaklaşımına'' bağlamaktadır. Bu bağlamda bu çalışmanın amacı ABD'nin, Arap Baharı karşısında sergilediği düşük profilli politikasının nedenlerini irdelemektir. ABD'nin dış politika ekolleri kapsamında Obama doktrini ve Arap 
baharına yaklaşımı Mısır, Libya ve Suriye bağlamında incelenecek. Bu üç ülkenin 
incelenmesinin sebebi bir yandan hem bahsi geçen ülkelerin farklı potansiyellere sahip olması hem de içinde barındırdığı farklı dengeler, Arap Baharı'na prototip örnekler teşkil ettiğinin düşünülmesi, diğer yandan ABD'nin Arap Baharı'na yaklaşımını da özetlediğine inanılmasıdır. 

Giriş 

Bu çalışma, ABD'nin Arap Baharı karşısındaki tutumunu Obama doktrini etrafında okumayı hedeflemektedir. ABD'nin Arap Baharı politikası; tek taraflı askeri müdahale seçeneğini önceleyen, ABD'nin hegemonyasını sürdürme yolunda saldırgan davranan Bush'un aksine, mümkün olduğunca diplomatik yollarla ABD hegemonyasını sağlamak isteyen, mümkün olmayan durumlarda BM, NATO gibi çok uluslu örgütlerin meşrulaştırıcı onayına ihtiyaç duyan Obama doktrini ile uyumlu olduğu ve büyük ölçüde de sonuç aldığı bu çalışmanın temel iddiasıdır. 

 ''Terörle mücadele' konsepti çerçevesinde Bush döneminde Ortadoğu'da oldukça saldırgan bir politika izleyen ABD, Obama dönemi ile beraber, Arap Baharı sürecinde askeri müdahaleyi öteleyen, daha ihtiyatlı bir politika benimsediği gözlenmektedir. Obama doktrini de denen bu yaklaşım, bazı akademik çevrelerce Bush döneminin saldırgan politikaları sonucu dünyada ciddi imaj kaybına uğrayan ABD'nin, imaj düzeltme çabası olarak yorumlanmıştır. ABD'nin, Arap Baharı karşısındaki duruşunu anlamak için, Prototip örnek olarak seçtiğimiz Mısır, Libya, Tunus gibi ülkelerle ABD'nin politikasını incelemeye çalışacağız. 

Bu üç ülkenin seçilmesinin nedeni, özellikleri tek tek incelendiğinde hem sahip oldukları/olmadıkları enerji kaynakları, hem içinde  barındırdıkları / barındırmadıkları mezhepsel/etnik farklılıkları hem de isyandan önce ABD ile olan sıcak/sıcak olmayan ilişkileri bakımından bir çok özü barındırmasıdır. 

1. Obama Doktrini 

Temmuz 2008 yılında ABD'de yapılan bir ankete göre Amerikan halkı ''Amerika'nın dünyadaki duruşunu iyileştirmeyi'' ABD'nin en önemli dış politika önceliği olarak görüyordu. Bu yönüyle Obama halkın duygularını iyi yakalamıştı 169; 

Obama seçim kampanyasında ABD'nin Irak işgalini eleştirmiş, Rusya, Çin ve İran dahil olmak üzere tüm ülkelerle ilişkilerin yeniden düzenlenmesi üzerinde durmuştu. Nitekim 20 Ocak'taki göreve başlama töreninde ''Amerika her bir ülkenin dostudur.....ve bir kez daha başı çekmeye hazırız'' demişti. 

Bush BM, DTÖ, Uluslararası ceza Mahkemesi gibi kurumların Amerika'nın egemenliğini kısıtladığını iddia ederken, halefi Obama bu örgütlerin ABD'yi daha güvenli kılacağına inanıyordu. Bu mesaj, göreve başlama töreninden üç hafta sonra, eski senatör ve Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı, Başkan Yardımcısı Joseph Biden tarafından doğrudan Avrupalı liderlerle paylaşılmıştı. 

Konuşmasında Başkan yardımcısı, ''Uluslararası ittifakların ve örgütlerin Amerika'nın gücünü azaltmadığına inanıyoruz, onları kollektif güvenliğimizi,  ekonomik çıkarlarımızı ve değerlerimizi geliştirmeye yardım ettiğine inanıyoruz. Bu yüzden katılacağız, dinleyeceğiz, danışacağız 170''. 

ABD halkının kendisine olan desteğini barışçı yöntemleri savunmasına bağlayan 
Obama, dış politikada zor kullanmayı gerektirecek seçeneklerden özenle kaçınmaya çalışmıştır. ''Dış politikada Obama doktrini olarak kullanılmaya başlayan Amerikan yaklaşımı, ABD’nin dünyanın farklı bölgelerindeki insan hakları ihlalleri karşısında duyarlı olmasını, ancak doğrudan askeri güç kullanımı konusunda ise aşırı ihtiyatlı olmasını içermektedir. Bush dönemindeki Neo-Con siyasi elitin tek yönlü askeri güç kullanma konusundaki aşırı istekliliğinin ABD’nin küresel imajına ve güvenilirliğine yönelik olumsuz sonuçlarına bir tepki olarak gelişmiştir''171. İlk seçim kampanyasında Guantanamo'daki kampı  kapatacağını açıklayan, Irak'ta ABD askerlerini çekeceğini söyleyen, 2009'da ABD Başkanı olarak gittiği Kahire Üniversitesi'nde yaptığı konuşmada Ortadoğu'da Müslüman dünyaya 'yeni bir başlangıç' vaat eden Obama'nın bu söylemlerini bu çerçevede okumak mümkündür. 

Obama sözü geçen konuşmasında ''Hiç bir yönetim sistemi bir ülke tarafından başka herhangi birisine zorla kabul ettirilemez veya ettirilmemeli.........Barışçıl bir seçimin sonucunu çıkartmayı varsaymadığımız gibi, Amerika herkes için en iyisini bildiğini varsaymıyor. Ama tüm insanların bazı şeyler için arzu duyduğuna yönelik kararlı bir inancım var: ne düşündüğünü açıkça söyleyebilme ve nasıl yönetileceğine dair söz sahibi olma; hukukun üstünlüğü ve adaletin eşit yönetimine güven; şeffaf ve halktan çalmayan bir yönetim, seçtiğin gibi yaşama özgürlüğü. Bunlar sadece Amerikan fikirleri değil; bunlar insan hakları. Ve işte 
bu yüzden bunları her yerde savunacağız''172. Konuşma incelendiğinde bir yandan ABD'nin müdahaleci olmayacağı ama diğer taraftan insan haklarını savunacağı sonucuna varabiliriz. Kuşkusuz en önemli mesajı şu cümlesinde gizli: ''Amerika herkes için en iyisini bildiğini varsaymıyor''. Bu cümle Bush döneminin kötü izlerini silmeyi hedefleyen söz olarak değerlendirilmelidir. 

Ancak yine de yukarıda özetleyemeye çalıştığımız Obama doktrinin de öne çıkan 
'insan hakları konusunda duyarlı olmak'' ve '' doğrudan askeri güç kullanımı konusunda aşırı ihtiyatlı olmak'' saptamasında, çıkarlarla idealler çatıştığında Obama'nın ABD çıkarlarını tercih etmekte tereddüt etmediğini belirtmek gerekir. Bu yönüyle Arap Baharı güzel bir örnektir. Mısır'daki ayaklama da bir süre tereddüt yaşayan Obama yönetimi halkın kararlılığı karşısında yıllardır Amerika'ya dostça politikalar izlemiş Mübarek'in gitmesi yönünde tavır alırken, Bahreyn konusunda Suudi Arabistan'ın Bahreyn yönetimini desteklemek üzere asker göndermesi karşısında sessiz kalmıştır173. Burada Bahreyn'in özel konumuna değinmek yerinde olacaktır: Bahreyn tarihsel olarak İran'ın üzerinde hak iddia ettiği bir ülkedir. 1970'lere kadar İran Bahreyn'i bir eyaleti olarak görüyordu. Ülke nüfusunun %70'i Şii olmasına karşılık Sünni bir hanedan iktidardadır. Diğer yandan Suudi Arabistan'ın sınır komşusu olması sebebiyle ülke İran ve Suudi Arabistan arasında hem mezhepsel hem de siyasi olarak çekişme alanı durumundadır. Daha da önemlisi ülkede ABD'nin askeri üssü 
vardır174. Mısır konusunda isyancıları destekleyerek Suudi Arabistan'ı hayal kırıklığına uğratan ABD, Suudi Arabistan'ın, Bahreyn'e asker göndermesine sessiz kalarak hem isyan sonrası oluşabilecek İran etkisindeki bir yönetime müsaade etmemiş oldu hem de bölgedeki önemli müttefiki olan Suudi Arabistan'dan yana tavır almış oldu. Ulusal çıkarlar ve idealler arasındaki çelişkide çıkarların tercih edilmesi 'insan hakları konusunda duyarlılığı' ciddi 
biçimde anlamsızlaştırırken 'askeri müdahale konusunda aşırı tedbir belki de Obama yönetimi ile ilgili üzerinde en çok durulması gereken konu olarak kalıyor. 

Son on yılda Irak işgalinin merkeze oturduğu ABD'nin Ortadoğu politikasının siyasi ve maddi maliyetinin çok yüksek olduğu kanısında olan Obama yönetimi gerek Ortadoğu gerekse Çin ve Rusya ile ilişkilerde Bush döneminin tek başına hareket eden tavrından uzaklaşmaya çalışarak müttefikleriyle daha fazla işbirliği içinde hareket eden bir politika benimsediği söylenebilir. Irak işgalinde 5000 Amerikan askerinin hayatını kaybetmesi, 1 trilyon dolar üzerindeki savaş faturası ve prestij kaybı, Obama yönetiminin bu politikalarında belirleyici olmuştur 175. 

Birol Akgün'ün özetlediği gibi, ''Obama, kendisini ne Jefferson gibi “özgürlüğün 
imparatoru”, ne de Bush gibi “demokrasinin silahlı mücahidi” gibi davranmak zorunda hissetmektedir. Sözde özgürleştirici bir misyonun Vietnam’dan Irak’a kadar pek çok örnekte Amerika’ya olan maliyetini iyi bilen Obama, dış politikada yeni felaketlerle karşılaşmamak için ABD’nin kendi dar çıkarları temelinde değil, ancak ve ancak diğer ülkelerle birlikte hareket ederek sonuç alabileceğine inanmaktadır. Bu bağlamda da askeri güç kullanmak için BM gibi çok uluslu örgütlerin meşrulaştırıcı onayını gerekli görmektedir''176. Obama'nın 
inandığı bu ekolün teorisyenlerinden Joseph Nye'nin ifadesi ile, ABD, Dünyanın 
efendisi/jandarması değil dünyanın lideridir177. 

2. ABD'nin Arap Baharı Karşısındaki Tutumu 

2.1. Mısır 

Arap Baharı öncesi Mısır ile ABD ilişkilerine bakıldığında, 1967 yılında Mısır'ın 
İsrail'e karşı kaybettiği savaş kırılma noktası olarak kabul edilebilir. Çünkü bu tarihten önce Camal Abdül Nasır yönetimindeki Mısır, Arap dünyasının liderliğine soyunmuş, bu çerçevede 1958-1961 arası kısa dönemli Suriye ile birleşme yoluna gitmiş178, Arap milliyetçiliği söylemleri ile anti Amerikan ve İsrail yönünde politikalar benimsemiş ve Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği cephesinde yer almıştı. Ancak 1967-1973 savaşlarından sonra Cemal Abdül Nasır'ın yerine Mısır Cumhurbaşkanı görevine gelen Enver Sedat'ın İsrail ile 
ABD gözetiminde Camp David sürecini başlatması ve bunun sonucu olarak İsrail'i resmen tanıması sonrasında Sovyetler Birliği ile olan yakınlığına son vererek ABD bloğuna geçti. Bu gelişme Arap Dünyasında büyük tepkilere sebep olmuş, Mısır Arap Birliğinden ihraç edilmiş ancak diğer taraftan Camp David ile birlikte Mısır, ABD'den yılda 1,5 milyar dolar askeri yardım paketi almıştır. Böylece Sovyetler Birliği bloğundan ABD bloğuna dönüş yapan Mısır, Hüsnü Mübarek döneminde de bu tavrını korumuş, bunun sonucu olarak belirtilen 
yardımlar her yıl düzenli olarak sürmüştür179. 

1970'li yılların ortalarında başkan olan Enver Sedat'ın İsrail ziyareti ve ardından 
1979'da İsrail ile imzalanan barış anlaşmasından Arap Baharına kadar geçen süreçte Mısır, ABD'nin Ortadoğu politikasına uygun davranan önemli bir müttefikti. Bu sebeple Mısır'da isyan başladığında ABD, Özellikle İsrail ve Suudi Arabistan'ın Hüsnü Mübarek lehine söylemlerde bulunması ile beraber bir müddet tereddüt yaşadı180. Ancak durumun iyice kontrolden çıktığını gören ABD, ''kazanacak tarafta'' olmayı seçti. ABD, ayaklanmanın yörüngesinden çıkıp sadece Mısır'daki düzeni değil, İsrail ile olan ilişkileri de etkileyeceği kaygısı taşırken, orduyu devreye sokarak ya da ordunun bu inisiyatifi almasını destekleyerek, Hüsnü Mübarek'in yönetimden ayrılmasını hızlandırdı 181. Mübarek sonrası seçimle yönetime gelen Müslüman Kardeşler destekli Mursi için, Kasım 2012'de İsrail'in Filistin'e saldırması sonun başlangıcı olmuştur. Filistin'e saldırı karşısında Mursi'nin iki seçeneği vardı; ya birçok Arap ülkesi gibi sessiz kalacaktı ya da bu saldırı karşısında sesini yükseltecekti. Devrimin sesleri hala sokaklarda yankılanırken, istese de, sessiz kalamazdı. Nitekim HAMAS ve EL-
Fetih arasında arabuluculuk rolünden, Arap ülkelerinin Filistin'e yardım etmesine kadar bir çok konuda aktif rol alan Mursi'nin askeri darbe ile yönetimden uzaklaştırılması ABD dış işleri başkanı John Kerry tarafından, "Mısır'da ülkenin kaos ve şiddete doğru gitmesinden endişelenen milyonlarca insan ordudan müdahale etmesini istedi"182 şeklinde yorumlandı. 

2.2. Libya 

Libya, Avrupa'ya yakın olması, Avrupa ile Afrika arasında bir geçiş noktasında 
bulunması dolayısıyla stratejik öneme sahip bir ülkedir. Aynı zamanda Libya petrol zengini bir ülke olması da önemini arttırmaktadır. OPEC 2013 verilerine göre Libya dünya kanıtlanmış ham petrol rezervleri sıralamasında sekizinci, doğal gaz rezervleri sıralamasında ise yirmi birinci sıradadır.183 Batı ve özellikle de ABD karşıtı söylemleri dikkat çeken kırk yıllık Muammer Kaddafi iktidarı, Libya'yı Arap Baharı'ndan önce uluslararası siyasette önemli kılan başka bir olguydu. 

Arap Baharı'nın başlangıç noktası olan Tunus ve sonrasında Mısır ile kıyaslandığında Libya'da isyan çok daha çatışmalı geçti. 40 yıldır iktidarda olan Kaddafi'ye karşı 17 Şubat'ta isyancılar tarafından ilan edilen 'öfke günü' sonrası gösteriler yoğunlaşmış ve bütün ülkeye yayılmıştı 184. Ülkenin denetimini hızla kaybeden Kaddafi, sivilleri yönelik saldırılarını yoğunlaştırınca 24 Mart'ta NATO, ülke üzerinde uçuşa yasak bölge uygulayarak  ve  Kaddafi'nin askeri üsslerine, tank sıralarına ve diğer askeri varlığına büyük ölçekli hava saldırıları yürüterek duruma müdahale etti. Obama yönetimi Libya konusunda geniş çaplı ve direkt bir askeri müdahaleden ziyade hava ve açık deniz askeri operasyonlarını diğer NATO ülkeleri ile paylaşmış, Libya'daki kara savaşını isyancılara bırakmıştı. Obama bu durumu 'yük sadece ABD'de olmamalı'' sözleriyle özetlemişti 185. 

ABD doğrudan doğruya Libya'nın iç işlerine müdahale etmemeye özen göstermiş, isyanın iç savaşa dönüşmesi ile beraber ülkedeki sivillerin durumu üzerinden BM ve NATO gibi çok uluslu örgütleri harekete geçirmeye 
çalışmıştır. Nitekim Libya konusunda Obama BM Güvenlik Konseyi kararı çıkmadan ABD askerlerine silah kullanma yetkisi vermemiştir. Obama'nın 28 Mart 2011 tarihli konuşması ABD'nin Libya müdahalesi ile ilgili tutumunu açıkladığı gibi Obama'nın ABD'ye küresel çapta biçtiği misyonu da özetlemektedir; '' Elbette ki Amerika baskı olan her yere kendi ordusunu gönderemez. Biz müdahalenin risklerini ve maliyetini göz önüne alarak, her zaman harekete geçmenin gerekliliği hususunda önce kendi çıkarlarımızı düşünmeliyiz. Ancak bu, doğru olanı yapmayı sonsuza kadar engelleyecek bir argümana dönüşmemelidir…. Ülkemizin bu kadar çok acil sorunu varken, ABD’nin dünyanın polis gücü olarak hareket etmesi beklenmemelidir… 

Baskıcı rejimlere karşı harekete geçme yükümlülüğü yalnızca Amerika ’nın  olmamalıdır…  Biz Libya’da sivil halk dehşet derecesinde bir şiddete maruz kaldığı için harekete geçtik 186.” 

Libya'ya Müdahale konusunda ABD geniş bir ittifak sağlamıştı. Koalisyona İngiltere, Fransa, Kanada, Danimarka Norveç, İtalya, İspanya, Yunanistan, Türkiye gibi ülkelerin yanı sıra Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkelerini de katmıştır187. 20 Ekim günü isyancılar tarafından memleketi Sirt'te bir kanalizasyon çukurunda yakalanan Kaddafi'nin katledilmesi ile isyan nihayete ermiştir. Mısır'da 'sadık müttefiki' Mübarek'e karşı önceleri ılımlı bir tutum sergileyen daha sonra halkın kararlılığı ile beraber 'kazanacak tarafta' olmayı 
seçen ABD, isyan sonrası yönetime gelen İslami tandaslı Müslüman kardeşlerin askeri darbe sonrası yönetimden uzaklaşmasına ses çıkarmamış, petrol zengini Libya'da ise ABD aleyhine politikalar üreten Kaddafi'ye karşı BM ve NATO'yu harekete geçirerek, hatta liderliği Fransa'ya bırakarak sonuç almıştır. 

2.3. Suriye 

ABD'nin Suriye ile ilgili genel politikalarına baktığımız zaman soğuk savaş 
döneminden beri olumlu şeylerden bahsetmeye imkan yoktur. Soğuk savaş döneminde SSCB bloğunda yer alan Suriye'nin İran ile olan yakın ilişkileri, İsrail'e karşı mücadele eden HAMAS, Hizbullah gibi örgütlere destek vermesi sonucu ABD tarafından 'şer ekseni', 'haydut ülke' gibi tanımlamalara maruz kalmıştır. Bu sebeplerden dolayı Suriye, ABD açısından uluslararası sistemin dışında olan bir ülkedir. Ayrıca, Suriye'nin Rusya ile iyi ekonomik ilişkilere sahip olduğunu ve Rusya'nın en büyük askeri üslerinden birinin bu ülkede olduğunu 
not etmek gerekir. Suriye'ye içeriden bakıldığında da içinde bir çok dengeyi barındırdığı söylenebilir. Suriye'de nüfusun % 10'unu oluşturan Aleviler iktidarı elinde bulundurmaktadır. Suriye'de %10-15 arasında bir Kürt nüfus vardır ve ayaklanma başlayıncaya kadar temel haklardan yoksundular; Bir çoğu vatandaş sayılmadığından dolayı kimlikleri yoktu. Bu sebepten dolayı mülk edinemiyorlar, resmi olarak evlenemiyorlar, çocuklarını okula gönderemiyorlardı. 

2011’de Dera’da başlayan ayaklanmalar karşısında ise ABD gelişmeleri yakından izlemiş ve Esad yönetimine şiddet kullanmamasını, muhaliflerle siyasi diyalog başlatmasını önermiştir. Olayların tırmanması üzerine ABD konuyu bir yandan BM gündemine taşırken, diğer yandan Türkiye ve Arap Birliği ülkeleriyle yakın temasa geçmiştir. 

Yeni ABD dış politikasına uygun olarak, Obama yönetimi herkesin beklentisinin aksine Suriye konusunda bölgesel inisiyatifler geliştirilmesini ve diplomatik çabalara öncelik verilmesini desteklemiş tir 188. Bu çerçevede ancak 2011 Ağustos ayında Başkan Obama artık Esad yönetiminin gitmesi gerektiğini açıklamıştır. 6 Şubat 2012 tarihi itibariyle de diplomatlarını geri çekmiştir. Bundan sonraki süreçte ''Esad gitmeli'' şeklinde bir politika izleyen ABD 
yönetimi bu doğrultuda BM gündemini getirdiği Suriye'ye müdahale ile ilgili her zaman Rusya ve Çin'in vetosuyla karşılaşmıştır. Bunun üzerine ABD yönetimi Türkiye, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkeler ile Arap Ligi, İslam Konferansı Örgütü gibi çok uluslu örgütleri devreye sokarak sonuç almaya çalıştı. Diğer taraftan Suriye'de iç savaş uzadıkça hem Suriye'deki iç dengeler hem de bölgesel dengeler yüzünden savaş, tam bir mezhepsel eksene oturdu. Bölgesel bloklaşma: Bir taraftan Esad rejimi, İran ve Hizbullah diğer taraftan Suudi 
Arabistan, Türkiye, Katar şeklinde oldu. Mezhepsel bloklaşma en çok Esad rejimine yaradı. Çünkü böylelikle Esad, Sünni tehdidine karşılık her zaman yanında yer alacak bir Alevi ve Hıristiyan azınlığın desteğini çok güçlü bir şekilde sağlayabilmiştir . Bu durum aynı zamanda muhaliflerin birleşmesi önünde önemli bir engeldir. Bu da sorunu kendi içinde daha çıkılmaz hale getirmiştir. Mezhepsel olarak bölünen Suriye muhalefeti diğer yandan etnik olarak da bütünleşemedi. 

PYD öncülüğünde örgütlenen Kürt muhalefeti hiçbir tarafta yer almayacağını 
kendi bölgelerine saldırı olmadıkça kimseyle savaşmayacaklarını ilan ederek Kürt yoğunluklu bölgelerde yönetimi ele geçirdi. 

ABD Başkanı Obama’nın 6 Mart 2012 tarihli basın toplantısında Suriye'ye askeri 
müdahale hakkında söyledikleri bu çıkmaza işaret etmektedir. 

Durumun Libya'dakinden çok farklı olduğunu ve bu sebeple ABD’nin tek taraflı askeri harekât düzenlemesini yanlış bulduğunu vurgulayan Obama, “Libya konusunda biz uluslararası toplumu harekete geçirdik, BM Güvenlik Konseyi’nin onayını aldık, bölgedeki Arap ülkelerinin tam desteğini sağladık ve askeri hareketin kısa zamanda sonuç getireceğine emin olduktan sonra harekete geçtik. Suriye’de ise durum çok daha karmaşıktır 189” dedi. ''Çok daha karmaşıktır' belirlemesi kuşkusuz hem BM'de sağlanamayan ittifaka hem de Suriye'deki mezhep ve etnik temelli bölünmüşlüğe işaret etmektedir. Çünkü mezhepsel bir eksene oturan problem yüzünden hem içte muhalefet arasında bir birlik sağlanamamakta hem de dış müdahalenin diğer Şii nüfusa sahip Lübnan, Yemen, Bahreyn ve Kuveyt gibi ülkelerde ne gibi sonuçlar doğuracağı ve 
giderek bunun bütün bir İslam coğrafyasında ne gibi kaoslara sebep olacağı 
ön görülememektedir 190. Nitekim bugün Irak ve Yemen'de yaşananlar izlendiğinde bu kaygının yersiz olmadığı anlaşılmaktadır. İki ülkede de mezhep savaşları yaşanmaktadır. 

Bu arada özellikle 2012 baharında cihadist örgütlerin Suriye'de iç savaşa aktif olarak dahil olması ABD'nin Suriye iç savaşına daha tereddütlü yaklaşmasına sebep olmuştur. İŞİD, El-Nusra gibi cihadist örgütlerin iktidarı ele geçirmesinden çekinen ABD yönetimi Esad- cihadist örgütler ikileminde kalmıştır. İŞİD ve El-Nusra gibi örgütlerin başlarda ÖSO tarafında görünmesi, ABD'nin ÖSO ve Suriye Ulusal Konseyi'ne de şüpheli yaklaşmasına sebep oldu. ABD eski diş işleri bakanı Hilery Clinton'un 1 Kasım 2012'de Hırvatistan'da ' Suriye Ulusal Konseyi bütün muhalefet temsil etmiyor191' sözlerini bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Cihadist örgütlerin savaşa katılımı ile beraber bir taraftan bölgede mezhepsel gerilim artarken, diğer taraftan başlarda Esad rejimine karşı mücadele ettikleri 
düşünülen bu örgütler bazen kendi aralarında bazen özgür Suriye Ordusu ile bazen Kürt muhalefeti olan PYD ile savaştıkları görüldü. Savaş Suriye'yi aşarak Irak'a sıçradı. Özellikle IŞİD, Şiilerin iktidarda olduğu Maliki hükümetine karşı savaşarak Irak'ın bazı bölgelerini ele geçirdi. 

Bu süreçte ABD yönetimi BM ve Arap Ligi gibi çok uluslu örgütleri devreye sokarak geri planda durmayı tercih etti. Bu çerçevede BM ve Arap Ligi BM eski genel sekreteri Kofi Annan'ı taraflar arasında arabuluculuk yapmak üzere görevlendirdi. Uluslararası diplomasinin çözüme yönelik çabaları bağlamında, ABD 30 Haziran 2012'de Cenevre'de ve Ocak 2014 Monrtö'de yapılan ve Cenevre-1 ve Cenevre -2 diye anılan girişimlere destek verdiyse de bu 
çabalardan bir sonuç çıkmadı. 

 Rusya ve Çin'in Suriye'ye yönelik silah ambargosu dahil her yaptırımı veto etmesi, mezhepsel çatışma ve bu çatışmanın bütün Ortadoğu'ya yayılma riski, etnik bölünme, cihadist örgütlerin kaos ortamından yararlanarak güçlenmeleri ve hem Suriye'de yönetimi ele geçirme hem de Irak gibi komşu ülkelerde tehdit oluşturmaları ABD'yi Suriye meselesinde daha dikkatli adım atmak zorunda bırakmıştır. Nihayet Selefi Cihadist İŞİD örgütünün 11 Haziran 2014'te Musul'u ele geçirmesi ile Irak'ı teslim alan mezhepçi savaş karşısında da ABD'nin 
tutumu değişmedi. Başlarda gelişmeleri takip etmekle yetinen ABD yönetimi, tehdidin Kürdistan Bölgesel Yönetimine yönelmesi karşısında, önce İŞİD'e karşı hava saldırısında bulunmuş, sonra uluslararası ittifak girişimlerine hız vermiştir. ABD, Irak ve Suriye'de İŞİD'e karşı olası müdahale senaryolarına başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Katar, Suudi Arabistan, Mısır, Türkiye gibi Sunni bölgesel güçleri de dahil etmeye çalışmıştır. Başkan Obama 20 Eylül 2014'te Suriye ve Irak'a müdahale ile ilgili sarf ettiği sözler Libya müdahalesi sırasında 
yaptığı değerlendirmenin kopyası gibiydi; "Ağustos ayından bu yana Amerikan pilotları, Irak'ta bu teröristlere karşı 170'i aşkın hava saldırısı gerçekleştirdi. Şimdi bu hava saldırılarında Fransa da bize katıldı. Bu teröristlere karşı, Irak ya da Suriye'de harekete geçmek için tereddüt etmeyeceğiz" ifadelerini kullandı. Bunun tek başına ABD'nin savaşı olmadığının altını çizen Obama, Amerikan askerlerini Irak yada Suriye topraklarına savaşa yollamayacağı nın bir kez daha vurguladı. Obama, "Sahadaki ortaklarımıza, kendi ülkelerinin geleceğini güvence altına almaları için, kendi yeteneklerimizi kullanarak yardımcı olmak daha 
etkili olacaktır. Hava gücü kullanacağız, ortaklarımıza ekipman ve eğitim desteği sağlayacağız. Tavsiyelerde bulunup yardımcı olacağız. Bu mücadelede geniş bir uluslararası koalisyona liderlik edeceğiz. Bu ABD'nin IŞİD ile mücadelesi değil, bu bölge insanlarının, dünyanın IŞİD ile mücadelesi 192" dedi. 

Sonuç 

Dünyada düzeni koruma/sağlama adına Irak ve Afganistan'ı işgal eden, Irak'ta ve Guantanamo'da askerlerinin yaptığı işkence görüntüleri ile sadece Ortadoğu'da değil bütün dünyada büyük bir imaj kaybına uğrayan ABD, Obama ile beraber imaj düzetme yoluna gitmiştir. Bu çerçevede ABD'nin Arap Baharı'na karşı izlediği politika incelendiğinde mümkün olduğunca askeri seçenekten uzak durduğunu, fakat çıkarları doğrultusunda sonuç aldığını söylemek mümkündür. Afrika ve Avrupa arasında önemli bir stratejik noktada bulunan, isyandan önce ''haydut devlet'' olarak tanımladığı petrol zengini Libya'da, BM ve NATO' üzerinden sonuç almasına bilen ABD, Mısır örneğinde olduğu gibi Ortadoğu'da kendi çıkarlarını tehdit altında gördüğünde Mısır'ın iç dengelerinden faydalanarak İslami tandaslı bir iktidarın uzun soluklu olmasını engellemiştir. İsyandan önce ''şer ekseni'nde'' sınıflandırdığı Suriye'de ise, gerek mezhepsel iç ve bölgesel dengeleri gerekse cihadist örgütlerin iktidara gelme olasılıklarına karşı ikilemde kalan ABD yönetiminin, zaman zaman geliştirdiği kısa dönemli politikalar çelişkili görünse de aslında temel olarak Obama Doktini olarak özetlediğimiz ''askeri güç kullanımı konusunda aşırı ihtiyatlı olan, askeri güç kullanmak için çok uluslu örgütlerin meşrulaştırıcı onayını gerekli gören'', ABD'nin küresel imajını  düzeltmeye dönük, yeni Amerikan yaklaşımı ile uyumlu görünmektedir. 


Kaynakça 

Akgün, Birol, ABD'nin Suriye Politikası, Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), Stratejik Düşünceler Enstitüsü, SDE Uluslararası İlişiler Program Koordinatörlüğü, 2012. 

Arıboğan, Deniz Ülke, Büyük Resmi Görmek, İstanbul, Timaş Yayınları, 2013. 

Kanat, Kılıç Buğra, Amerikan Dış Politikasının Bir Darbeyle İmtihanı, 10 Temmuz 2013, 
http://setav.org/tr/abd-dis-politikasinin-bir-darbeyle-imtihani/yorum/6900 erişim Tarihi, 30 Nisan 2014. 

Cebeci, Erol A. ve Diğerleri, Başkanlık Seçimleri Sonrasında ABD'nin Ortadoğu Politikası, SETA Analiz, Sayı:54, Ekim 2012. 

Çakmak Cenap Çakmak, Arap Baharı Sürecinde ABD'nin Dış Politikası, İçinde Arap Baharı: Ortadoğu'da Demokrasi Arayışı ve Türkiye Modeli, Editör: Murat Aktaş, Ankara, Nobel Akademik Yayıncılık , 2012. 

Çubukçu Mete, Yıkılsın bu Düzen, Arap Ayaklanmaları ve Sonrası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012. 

Djalılı Mohammad-Reza ve Kallner Thierry, Arap Baharı Karşısında İran ve Türkiye, İstanbul, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, 2013. 

Hook Steven W. ve Spaniner John, Amerikan Dış Politikası: İkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze, İstanbul, İnkılap Yayınevi, 2013. 

Özkan Mehmet, Mısır Dış Politikası: Dünü, Bugünü, Sorunları, SETA, sayı:88, Mart 2014 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

169 Steven W. Hook, John Spaniner, Amerikan Dış Politikası: İkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze, İstanbul, İnkılap Yayıevi, s, 359. 
170 Steven W. Hook, John Spaniner, Amerikan Dış Politikası: İkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze, İstanbul, İnkılap Yayıevi, s, 330. 
171 Birol Akgün, ABD'nin Suriye Politikası, Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), Stratejik Düşünceler Enstitüsü, SDE Uluslararası İlişiler Program Koordinatörlüğü, 2012,s,11. 
172 Steven W. Hook, John Spaniner, Amerikan Dış Politikası: İkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze, İstanbul, İnkılap Yayıevi, s, 351. 
173 Erol A. Cebeci ve Diğerleri, Başkanlık Seçimleri Sonrasında ABD'nin Ortadoğu Politikası, SETA Analiz, Sayı:54, Ekim 2012, s, 6-7. 
174 Mohammad-Reza Djalili, Thierry Kallner, Arap Baharı Karşısında İran ve Türkiye, Bilge Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2013, s.,62-63. 
175 Erol A. Cebeci ve Diğerleri, Başkanlık Seçimleri Sonrasında ABD'nin Ortadoğu Politikası, SETA Analiz, Sayı:54, Ekim 2012, s, 4. 
176 Birol Akgün, ABD'nin Suriye Politikası, Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), Stratejik Düşünceler Enstitüsü, SDE Uluslararası İlişiler Program Koordinatörlüğü, 2012,s,12. 
177 Deniz Ülke Arıboğan, Büyük Resmi Görmek, İstanbul, Timaş Yayınları, 2013, s. 62. 
178 Mehmet Özkan, Mısır Dış Politikası: Dünü, Bugünü, Sorunları, SETA, Mart 2014, Sayı:88, s,9. 
179 Mete Çubukçu, Yıkılsın bu Düzen, Arap Ayaklanmaları ve Sonrası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012 , s,192. 
180 Kılıç Buğra Kanat, Amerikan Dış Politikasının Bir Darbeyle İmtihanı, 10 Temmuz 2013, 
      http://setav.org/tr/abd-dis-politikasinin-bir-darbeyle-imtihani/yorum/6900 erişim Tarihi, 30 Nisan 2014. 
181 Mete Çubukçu, a.g.e., s, 192. 
182 BBC Türkçe, Kerry: Mısır Ordusu Demokrasiyi geri getirdi. 2Ağustos 2013 
      http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/08/130802_kerry_misir.shtml, Erişim Tarihi, 15 Nisan 2014. 
183 http://www.opec.org/opec_web/static_files_project/media/downloads/publications/ASB2013.pdf , erişimtarihi 2 Nisan 2014. 
184 Çubukçu, Yıkılsın bu Düzen, Arap Ayaklanmaları ve Sonrası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012 , s,116. 
185 Steven W. Hook, John Spaniner, Amerikan Dış Politikası: İkinci Dünya Savaşı'ndan Günümüze, İstanbul, İnkılap Yayıevi, s, 357. 
186 Birol Akgün, ABD'nin Suriye Politikası, Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), 
Stratejik Düşünceler Enstitüsü, SDE Uluslararası İlişiler Program Koordinatörlüğü, 2012,s,11-12. 
187 Cenap Çakmak, Arap Baharı Sürecinde ABD'nin Dış Politikası, İçinde Arap Baharı: Ortadoğu'da Demokrasi Arayışı ve Türkiye Modeli, 
Editör: Murat Aktaş, Ankara, Nobel Akademik Yayıncılık , 2012, s.90. 
188 Birol Akgün, ABD'nin Suriye Politikası, Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), 
Stratejik Düşünceler Enstitüsü, SDE Uluslararası İlişiler Program Koordinatörlüğü, 2012,s,13. 
189 Birol Akgün, ABD'nin Suriye Politikası, Suriye Krizinde Bölgesel ve Küresel Aktörler (Perspektifler, Sorunlar ve Çözüm Önerileri), 
Stratejik Düşünceler Enstitüsü, SDE Uluslararası İlişiler Program Koordinatörlüğü, 2012,s,14. 
190 Mete Çubukçu, Yıkılsın bu Düzen, Arap Ayaklanmaları ve Sonrası, İstanbul, İletişim Yayınları, 2012 , s,200. 
191 http://www.usasabah.com/Guncel/2012/11/1/suriye-ulusal-konseyini-sildi, erişim tarihi, 13 Mayıs 2013. 
192 Radikal, Obama: Dünya ABD'ye, ABD askerlerine güveniyor, 20 Eylül,2014, 
  http://www.radikal.com.tr/dunya/obama_dunya_abdye_abd_askerlerine_guveniyor-1213936, Erişim Tarihi, 21 Eylül, 2014. 


***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder