16 Şubat 2020 Pazar

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 3

İRAN NÜKLEER KRİZİNİN TÜRKİYE’YE OLASI ETKİLERİ BÖLM 3




         İran köklü devlet geleneğinin etkisiyle dış tehditlere karşı farklı toplumsal hareketlerin kenetlendiği ve halkın birlikte hareket ettiği bir ülke23 olsa da, yıllarca rejim baskısı altında giderek kemikleşen bir muhalefetin oluşması farklı senaryoları gündeme getirebilir. Örneğin İran’daki muhalif çevreler, olası bir kaos ortamında rejim değişikliği arayışına girebilir ve Türkiye de dâhil uluslararası aktörlerden destek talebinde bulunabilir. 

Bu açıdan değerlendirildiğinde Tahran yönetiminin de topyekûn bir savaşı tırmandırmaktan ve özellikle ilk saldırıyı gerçekleştirmekten kaçınacağı belirtile bilir. Bu yüzden İran önümüzdeki süreçte muhtemelen, geleneksel diplomasi stratejisi olan satranç oyununu devam ettirmek isteyecek ve asimetrik tedbirlere yönelecektir.24 Bu kapsamda İran’ın düşük yoğunluklu ancak süreklilik arz eden bir istikrarsızlığı besleyecek diplomatik hamlelerde bulunması olasıdır. İran, nükleer krizin başından bu yana müzakere yollarını ne tam olarak kapatmakta ne de kalıcı bir anlaşmaya yanaşmaktadır. Tahran yönetiminin nükleer kriz 
sürecini “kontrollü gerginlik” stratejisiyle atlatmaya çalıştığı görülmektedir. 

Bu taktiksel manevralar aynı zamanda Tahran’a nükleer programında ilerleme kaydetmesi için zaman kazandırmakta ve süreç bu stratejiyi şimdiye kadar iyi yürüten Tahran’ın lehine işlemektedir. Suriye’deki kriz ise bu anlamda uluslararası kamuoyunun ilgisini Şam’a çekerek nükleer programı konusunda zamana ihtiyacı olan İran’ın elini güçlendirmektedir. 

<   Ayrıca bu durumda, İran’ın çok etnikli sosyolojik yapısının da Tahran yönetiminin ulusal güvenlik kaygılarını artıracağı söylenebilir. Nitekim İran’ın bugünkü sosyo-psikolojisini oluşturan bazı tarihi tecrübeler, güvenlik hassasiyetlerinin ön planda tutulmasına neden olmaktadır. Keza II. Dünya Savaşı’ndan sonra kısa süreliğine kurulan Özerk  Azerbaycan Cumhuriyeti ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti, İran’ın güvenlik eksenli toplumsal ve stratejik hafızasında yer edinmiştir. Tahran yönetimi, muhtemel bir kaos ortamında ülkedeki Kürtlerin ayrı bir yönetim talebinden ve Azerilerin Azerbaycan ile birleşme taleplerinden çekinmektedir. >





İran'ın Etnik Yapısı  
Kaynak: CIA Factbook 





İran-Azerbaycan İlişkileri 

SSCB’nin dağılmasıyla özellikle Kafkaslar ve Orta Asya’da ortaya çıkan güç boşluğu ve belirsizlik, bölgesel güvensizliğin yaşanmasına neden olmuştur. Bölge jeopolitiğinin yeniden şekillendiği bu dönemde SSCB’den ayrılarak bağımsızlığını kazanan devletler, ilişkilerini güvenlik politikaları ekseninde kurgulamıştır. Söz konusu süreçte bölgesel aktörler arasında sıklıkla gözlemlenen ve etnik kimlik ve sınır anlaşmazlıkları üzerinden yaşanan sorunlar, bölgedeki güvensizlik durumunun da temelini teşkil etmiştir. Bağımsızlığını 30 Ağustos 1991’de ilân eden Azerbaycan ile İran arasındaki ilişkiler bu çerçevede şekillenmiş ve günümüze kadar güvenlik eksenli bir seyir izlemiştir. Bu sebeple ikili ilişkilerin kırılgan bir zemine sahip olduğunu ve Azerbaycan’ın bu anlamda İran’ın yumuşak karnını oluşturduğunu söylemek mümkündür. İran-Azerbaycan ilişkileri nin güven(siz)lik merkezli inşa edilmesine neden olan temel parametreler şu şekilde özetlenebilir: 

. II. Dünya Savaşı sonrasında İran topraklarında kısa süreliğine kurulan Özerk Azerbaycan Cumhuriyeti, İran’ın psikopolitik hafızasını derinden etkilemiştir. 
. Haziran 1992-Haziran 1993 yılları arasında iktidarda bulunan Ebulfeyz Elçibey’in Azerbaycan’ı ve İran’ın kuzeyini kastederek “Kuzey Azerbaycan” ve “Güney Azerbaycan”ın birleşmesini hedefleyen “Birleşik Azerbaycan” (Bütov Azerbaycan) söylemini o dönemde resmi olarak gündeme getirmesi, ikili ilişkilerin gerginleşmesine neden olmuş ve İran’ın yaşadığı tecrübeler İran’ı rahatsız etmiştir. 
. Hem İran’da yaşayan ve Azerbaycan’daki nüfustan fazla olan Azeri nüfusu, hem de İran’dan sonra en fazla Şii nüfus oranına sahip Azerbaycan’daki Şii nüfusu, ikili ilişkilere özel bir boyut kazandırmaktadır. 
. SSCB’nin dağılmasından sonra Kafkas jeopolitiğinde Moskova-Nahçıvan-Tahran ve Bakü-Tiflis-Ankara-Batı ekseni belirginleşmiş, ancak Azerbaycan gibi Ermenistan’ın da İsrail ve Batı ile ilişkilerini geliştirme çabaları söz konusu denklemi karmaşıklaştırmıştır. 
. İran, Azerbaycan karşısında Ermenistan’ı “dengeleyici aktör” olarak görmekte ve Batı karşısında da Rusya’ya yakınlaşma stratejisi izlemektedir. 
. Tahran yönetimi, Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorununda Azerbaycan’dan yana tavır almamış ve hatta Ermenistan’a yakın durmuştur. 
. İran ve Azerbaycan Hazar’ın statüsü konusunda anlaşmazlık yaşamaktadır. 
. İki ülke arasında bilhassa enerji alanında yaşanan bir rekabet söz konusudur. Bakü-Tiflis-Ceyhan enerji nakil hattında da görüldüğü üzere Azerbaycan, enerji politikalarını Hazar havzasından çıkan petrolün Batı’ya nakledilmesi konusunda İran’ın enerji politikalarının karşısına konumlandırmakta ve bu durum iki aktör arasında yoğun bir jeoekonomik rekabetin yaşanmasına neden olmaktadır. 
. Tahran, kendisine yönelik olası bir askeri operasyonda Azerbaycan topraklarının askeri üs olarak kullanılmasından endişe duymaktadır. 
. İran yönetimi, Azerbaycan’ın İsrail ile iyi olan ilişkilerinden ve özellikle silah alımı anlaşmaları yapmasından rahatsız dır. 

    Tüm bu parametreler çerçevesinde İran’a topyekûn askeri bir harekâtın zorluğu, sınırlı bir askeri harekât seçeneğini gündeme getirmektedir. Diplomatik girişimlerin sonuçsuz kalması durumunda İran’ın hava saldırılarıyla vurulması daha olası bir askeri seçenektir. Bu harekât ABD’nin bölgedeki üslerinden, uçak gemilerinden ve füze atma kabiliyetine sahip gemilerinden koordine edilerek yürütülebilir. İsrail de hava saldırılarına Suriye ve Irak hava sahasını kullanarak iştirak edebilir. Hatta bu operasyon, Körfez bölgesindeki İngiliz ve Fransız 
gemileri ile desteklenebilir. 

Ancak İsrail’in bu harekâtı tek başına gerçekleştirmesi durumunda hem harekâtın istenilen sonuçları alması mümkün olmayabilir, hem de İsrail 
uluslararası toplumun tepkisini çekebilir. 




Bölgedeki Amerikan Üsleri 
Description: C:\Users\07000683\Desktop\untitled.bmp



İsrail’in İran’a Hava Operasyonu Düzenleyebileceği Güzergâhlar 

Description: http://temi.repubblica.it/UserFiles/limes-heartland/Image/Maps/How-Israel-can-strike-Iran-.jpg


     Hava saldırıları vasıtasıyla yapılacak sınırlı harekâtın ana hedefi; İran’ın nükleer tesisleri, askeri üsleri, istihbarat birimleri ve diğer stratejik noktaları olacaktır. Fakat bu tercihin fiiliyata geçirilmesi halinde İran nükleer tesislerinin stratejik konumu, yapılacak olan hava operasyonun başarısı açısından sorun teşkil edebilir. Zira Tahran yönetiminin olası bir askeri operasyona karşı nükleer tesislerini dağınık, yerleşim merkezlerine yakın ve yeraltında inşa etmesi, bu tesislerin vurulmasını engelleyici bir rol oynayabilir. Ayrıca böyle bir durumdan 
sivillerin de zarar görecek olması, yapılacak bu operasyonun maliyet ve sorumluluğunu oldukça artıracaktır. Sınırlı askeri operasyon tercihinin simetrik olmayacak bir şekilde karşılıklılığa dönüşme potansiyeli de çok yüksektir. 

Bu senaryoda Tahran yönetiminin göstereceği reaksiyon, bölgedeki ABD üslerine saldırıda bulunulması şeklinde gerçekleşebilir. Dolayısıyla Tahran yönetiminin Adana’daki İncirlik ABD üssü ile Malatya Kürecik’te konuşlandırılan NATO füze savunma sistemini vurma girişimiyle Türkiye’yi hedef alması durumunda Türkiye açısından önemli bir güvenlik sorunu oluşacaktır. İran füzelerinin güdüm sistemlerinin ileri teknolojilere sahip olmaması nedeniyle bölge halkı da bu saldırılardan zarar görebilir ve İran Türkiye’yi sıcak bir çatışmanın içine çekebilir. 

Bununla birlikte Türkiye’nin füze savunma sistemlerindeki yetersizlikler, güvenlik kaygılarını artıracaktır. Ayrıca İran’a düzenlenecek olası bir askeri saldırıda Türkiye lojistik desteğin beklendiği bir ülke olarak uluslararası toplumdan baskı görebilir ve diplomatik ikilem içinde kalabilir. 

İran’ın bu senaryoda vereceği bir diğer tepki de Ortadoğu’da yakın ilişki içinde bulunduğu güçleri çatışma ortamına müdahil etme olasılığıdır. Tahran yönetiminin Suriye’deki Esed rejimi, Lübnan’daki Hizbullah, Filistin’deki Hamas ve Irak’taki Şii gruplar üzerindeki etki kapasitesi düşünüldüğünde bu aktörleri ABD ya da İsrail’e karşı kolaylıkla harekete geçireceği varsayılabilir. İsrail-Filistin çatışmaları ve 2006’daki İsrail-Lübnan Savaşı, bu güçlerin gayri nizami ve gerila savaşlarını başarıyla kullanabilme yetenekleri karşısında İsrail ordusunun ne 
derece zorlandığını ortaya koymuştu. Tahran yönetiminin olası bir sıcak çatışmada konvansiyonel askeri gücü sınırlı bir kapasiteye sahip olmasına karşın bu çatışmayı ülke dışına yayma ve çatışma alanını genişleterek asimetrik güç unsurlarını harekete geçirebilme potansiyeli vardır. Bu sebeple Tahran’ın manevra alanını genişletmek ve karşı tarafa maddi ve manevi zarar vermek amacıyla çatışma alanını kolayca yayabileceği öngörülebilir. Buradan hareketle İran’a yapılacak askeri bir harekâtın bölge ile sınırlı kalmayacağı ve küresel bir 
kaosa dönüşme riskine sahip olduğu söylenebilir. 



Askeri Operasyon Durumunda İran'ın Göstereceği Refleksler 25 
İsrail'e Hizbullah Saldırıları 

Yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere Tahran’a yapılacak bir müdahale ve bunun karşılığında İran’ın ortaya koyacağı olası bir harekât tarzı; terör saldırılarından Körfez’de bulunan Amerikan üslerinin hedef alınmasına, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerindeki petrol yataklarına saldırılmasından enerji lojistiğinin kesilmesine, Batı ile ilişkileri bulunan ülkelere füze saldırılarında bulunulmasından Sünni-Şii çatışması olasılığına kadar geniş bir zemindeki risk ve tehditleri içermektedir. Ayrıca bölgede oluşacak böyle bir kaos ortamında Suriye ve Irak ağırlıklı olmak üzere bölge ülkelerinde uzantıları bulunan PKK terör örgütü, daha rahat hareket edebilme ve şiddet eylemlerini artırma imkânı bulacaktır. 

Bu durumda terör eylemlerindeki artıştan Türkiye de etkilenecektir. Terör eylemlerine karşı mücadelede deneyimli olsa da Türkiye’nin bu eylemlerden zarar görmemesi mümkün değildir. 

İran’a askeri operasyon seçeneğinin, Türkiye’nin sınır güvenliği ve toplumsal yapısı üzerinde de etkileri olabilir. Örneğin geçmişte Irak’tan ve günümüzde de Suriye’den Türkiye’ye gerçekleşen göç dalgasının bir benzeri İran’dan da yaşanabilir. Olası bir çatışmanın bölgeye yayılması halinde çatışmadan etkilenme derecesine göre diğer bölge ülkelerinden de Türkiye’ye kitlesel göç gerçekleşe bilir. Bu konjonktür, PKK terör örgütünün yapacağı eylemler de dikkate alındığında Türkiye’nin sınır güvenliğini ciddi derecede etkileyecektir. Bununla 
birlikte sınır bölgesinde başta kaçakçılık ve karaborsacılık olmak üzere çeşitli suçlarda artış meydana gelebilir.26 

İran’a yapılacak olası bir askeri operasyonun önemli etkilerinden biri de tahrip olan nükleer tesislerden açığa çıkacak radyasyonun bölge ülkelerine yayılma riskidir. Japonya’da deprem sonrası yaşanan felaketin bir benzerinin, hatta daha da kuvvetlisinin bölgede yaşanması muhtemeldir. Nükleer tesislerde meydana gelen hasar nedeniyle yayılan radyasyon sadece İran’ı değil, bütün bölge ülkelerini etkileyecektir. Türkiye’nin böyle bir tehlikeye karşı önlem alma kapasitesinin sınırlı olması, söz konusu ekolojik tehdidin etki derecesini ve hayatiliğini daha da artırmaktadır. Ayrıca bu denli bir tehdidin kalıcı etkileri de olacaktır. 

Kısacası küresel ölçekli risk ve tehditleri içeren askeri operasyon seçeneğinin geri dönülmesi zor bir kaosa neden olacağı açıktır. Zira askeri operasyon senaryosunun gerçekleşmesi, Hürmüz Boğazı’nın kapatılması ve Şii-Sünni çatışması senaryolarını da tetikleyebilir. Domino etkisiyle bu üç senaryonun yaşanması ve önemli enerji kaynaklarının bulunduğu Ortadoğu’da sıcak çatışmaların yaygınlaşması dünya ekonomisini ve uluslararası düzeni olumsuz yönde etkileyecektir. Bu senaryonun gerçekleşmesi halinde Türkiye güvenlik ikilemi içine düşecektir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Türkiye’nin İran ile Batı arasındaki nükleer müzakerelere bu denli önem vermesi ve arabuluculuk rolü üstlenmesi, idealpolitiğin yanı sıra reelpolitiğin de bir dışavurumu olarak yorumlanabilir. Bu çerçevede Türkiye’nin İran nükleer krizinin diplomatik araçlarla çözüme kavuşturulması konusunda önümüzdeki süreçte de aktif 
olacağı düşünülmektedir. 

3.2. İran’ın Hürmüz Boğazı’nı Kapatması Senaryosu 

İran’ın bütün yaptırımlara rağmen uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam etmesi ve bir yıl içinde nükleer silah üretebilecek kapasiteye ulaşabileceğine ilişkin öngörülerde bulunulması, küresel ve bölgesel aktörlerin kaygılarını artırmaktadır. Bu çerçevede Washington yönetimi, İran Merkez Bankası ile iş yapan finans kuruluşlarına yaptırım uygulama kararı almıştır. Bu karara paralel olarak Suriye krizi için toplanan AB Dışişleri Bakanları da 1 Aralık 2011 tarihinde 143 İran şirketinin mal varlıklarını dondurmuş ve 37 İran vatandaşına seyahat yasağı getirmiştir. Ayrıca petrol ithalatı üzerine İran ile yeni anlaşmaların yapılmaması ve 1 Temmuz’dan itibaren petrol ithalatının yasaklanması Ocak 
2012’de karara bağlanmıştır.27 



AB Komisyonu'nun verilerine göre 2010 yılında AB ülkeleri ham petrol ihtiyaçlarının %5,8’ini İran'dan sağlarken,28 İran ise ham petrol ihracatının %17'sini AB’ye yapmaktadır. Gelirinin yaklaşık yarısını ham petrol ihracatından elde eden İran'ın bu yaptırımlar karşısında Asya piyasalarına yöneleceği düşünülmekte, ancak başta Çin olmak üzere birçok ülke İran’dan ithal 
ettiği petrolü azaltacak tedbirler almakta29 ve petrol ithalatı Rusya, Afrika ve diğer Ortadoğu ülkelerine kaydırılmaktadır.30 ABD diğer ülkelerden de İran’dan yaptığı petrol ithalatını durdurmasını istemektedir. Bu gelişmeler çerçevesinde yaptırımların İran üzerindeki etkisinin her geçen gün artacağı söylenebilir. 

İran söz konusu yaptırım kararları karşısında Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği tehdidinde bulunmaktadır.31 Bu kapsamda İran Deniz Kuvvetleri, Ocak 2012 başında Basra Körfezi ve Hürmüz Boğazı’nda deniz tatbikatı yapmıştır. Bu tatbikatta kısa, orta ve uzun menzilli füze atışları denenmiş; karadan denize ve denizden denize atılan füzelerin 200 km mesafedeki hedefleri tam isabetle vurduğu açıklanmıştır. İran, deniz tatbikatının hemen ardından kara kuvvetleriy le de bir tatbikat yapmış ve söz konusu tatbikatlara devam edeceğini belirtmiş tir. Bu gelişmelere paralel olarak Cumhurbaşkanı Ahmedinecad Hürmüz Boğazı’nın girişinde bulunan ve stratejik bir konuma sahip Hürmüzgan Eyaleti’ne bağlı kentleri ve Ebu Musa Adasını ziyaret etmiştir. Bu ziyaret, İran’ın adaya el koyduğu 1971 yılından bu yana adaya yapılan ilk ziyaret olması bakımından sembolik bir önem taşımaktadır. Nitekim bu gezinin akabinde ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve Bahreyn hava kuvvetleri 
8-14 Nisan 2012 tarihleri arasında Hürmüz Boğazı’nın girişinde ortak bir tatbikat yapmış ve bu tatbikatta Hürmüz Boğazı’nın kapatılması tehdidine karşı alınacak tedbirlerin denendiği belirtilmiştir.32 

Tahran yönetimi; ABD’nin Basra Körfezi’nde deniz kuvvetleri bulundurmaması, Hürmüz Boğazı’ndan uçak gemisi ve donanma geçirmemesi yönünde uyarılarda bulunurken, Washington yönetimi ise Hürmüz Boğazı’nın her durumda açık bulundurulması için ne gerekirse yapılacağını belirtmektedir. Amerikan Savunma Bakanı Leon Panetta, Hürmüz Boğazı’nın kapatılmasını “kırmızı çizgi” olarak değerlendirerek boğazın kapatılması durumunda gerekli karşılığın ciddi bir biçimde verileceğini vurgulamıştır.33 Diğer yandan İran’ın uluslararası hukuka göre Hürmüz Boğazı’nı tek taraflı kapatma kararı alması söz konusu değildir. Dolayısıyla İran’ın bu yönde bir girişimde bulunması ya da boğazı kapatması, 
uluslararası hukukun devreye alınarak İran’a askeri operasyona uzanabilen yaptırımların alınmasını gündeme getirebilir. 



Küresel petrol üretiminin yaklaşık %25’inin Hürmüz Boğazı’ndan yapıldığı dikkate alındığında boğazın kapatılması durumunda petrol fiyatlarının kısa bir süre içinde ciddi bir artış göstereceği tahmin edilmektedir. Nitekim IMF’nin 2012 Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda Hürmüz Boğazı’nın kapanması durumunda petrol piyasalarında ve küresel ekonomide benzeri görülmemiş riskler açığa çıkabileceğine vurgu yapılarak, jeopolitik belirsizliklerin petrol fiyat artışını tetikleyeceği belirtilmiştir. Ayrıca petrol piyasalarına ilişkin olası risklerin tanımlandığı raporda İran’ın petrol ihracatını kesme riski ortaya konularak, bu durumda küresel piyasalarda petrol fiyatlarının ilk etapta %20-30 oranında bir artış gösterebileceği, bu artışın iki yıl içinde %50’lere varabileceği belirtilmiş ve İran merkezli risk tanımlamalarına yer verilmiştir.34 Aşağıdaki grafikte petrol fiyatlarındaki artışı tetikleyen küresel ve bölgesel olaylar incelendiğinde, İran merkezli çıkacak küresel bir krizin petrol piyasaları için ciddi bir risk teşkil edeceği öngörülebilir.35 

Dünyadaki boğazlar arasında petrol lojistiğinde ilk sırada bulunan Hürmüz Boğazı, hem petrol ihtiyacını bu güzergâhtan temin eden ülkeler, hem küresel ekonomi, hem de dünya petrolünün %30’unu üreten ve %57 oranında petrol yataklarına sahip olan Körfez ülkeleri (Bahreyn, İran, Irak, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan) için yaşamsal bir öneme sahiptir.36 Zira deniz yoluyla yapılan dünya petrol sevkiyatının yaklaşık %40’ı, küresel petrol ticaretinin yaklaşık %20’si ve Basra Körfezi’nden yapılan petrol ticaretinin 
yaklaşık %90’ı Hürmüz Boğazı üzerinden gerçekleştirilmektedir.37 Aşağıdaki tabloda görüldüğü üzere Hürmüz Boğazı’ndan en çok petrol temin eden ülkelerin ABD, Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore olduğu düşünüldüğünde boğazın kapatılmasının küresel ekonomik sisteme ne denli etkide bulunabileceği daha açık görülmektedir.38 



Görüldüğü üzere Tahran yönetiminin Hürmüz Boğazı’nı kapatması durumunda, Avrupa merkezli yaşanan ve henüz atlatılamayan finansal krizin küresel bir petrol krizine dönüşeceği ve söz konusu krizden tüm dünyanın etkileneceği söylenebilir. ABD ve AB ekonomilerinin güncel durumu ve kırılganlığı nedeniyle uluslararası finansal krizi tetikleyebilecek bu sorun, uluslararası kamuoyu tarafından oldukça kaygı verici olarak değerlendirilmektedir. Bu sebeple Washington yönetimi, İran’ın Hürmüz’ü kapatabileceği yönündeki açıklamalarına 
karşı Bahreyn’de konuşlu 5. Amerikan Filosu’na ve bu filonun içinde yer alan bir uçak gemisine ek olarak bir İngiliz ve bir Fransız muhribinin de katılımı ile Abraham Lincoln uçak gemisi görev grubunu Körfez’e göndermiştir. 

Hürmüz Boğazı’nın petrol üreticisi olan Körfez ülkeleri için yaşamsal önemi ve stratejik konumu, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin İran’a karşı kutuplaşmasına ve ABD ile mevcut stratejik ilişkilerini daha da geliştirmelerine yol açmaktadır. Bu kapsamda Hürmüz Boğazı’nın kapatılma olasılığı gündeme geldikten sonra söz konusu ülkeler bir dizi ortak tatbikat gerçekleştirmiş ve Hürmüz’e alternatif enerji sevkiyat yollarının devreye 
alınması konusunda ortak çalışmalarda bulunmuştur. Hürmüz Boğazı’na alternatif oluşturabilecek enerji nakil hatları arasında Doğu-Batı Ham Petrol Boru Hattı (Petroline), Trans-Arap Petrol Boru Hattı (Tapline), Irak-Suudi Arabistan Boru Hattı (IPSA), Trans-Arap Yeni Boru Hattı, Dolphin Hattı ve Abu Dabi Ham Petrol Boru Hattı (ADCOP) bulunmaktadır.39 

Körfez ülkeleri açısından düşünüldüğünde Hürmüz Boğazı odaklı bir krizin bölgede sıcak çatışmaya yol açacak riskleri taşıdığı söylenebilir. 

Türkiye açısından değerlendirildiğinde ise Hürmüz Boğazı’na ilişkin krizin tırmanmasıyla birlikte Türkiye’nin İran’dan ithal ettiği petrolü azaltması ve müteakiben kesmesi konusunda baskılar artacaktır. Bu duruma bağlı olarak Türkiye enerji tedarik ettiği ülkeleri çeşitlendirmeye çalışmaktadır. Fakat yaşanacak krize istinaden gerek enerji temini gerekse de enerji fiyatlarının artması nedeniyle sosyo-ekonomik açıdan zor bir döneme girilebilir. 

Bununla birlikte Türkiye’nin dış ticaretinde komşu ülkeler arasında önemli bir yere sahip İran ile ekonomik ilişkilerde önemli bir düşüş yaşanabilir. ABD’nin yayımladığı İran yaptırım muafiyet listesinde Türkiye’nin yer almaması, önümüzdeki dönemde bu düşüşe ivme kazandırabilir ve Türkiye’nin dış ticaretini olumsuz yönde etkileyebilir. 

Boğazın İran tarafından kapatılması durumunda Basra Körfezi’nde sıcak bir çatışmanın yaşanması olasılık dâhilindedir. Zira ABD, İngiltere, Fransa ve Körfez ülkelerinden oluşan deniz kuvvetleri boğazı kapatma görevini yürüten İran kuvvetlerine müdahalede bulunabilir. İran ise bu duruma Hürmüz Boğazı’na mayın döşeyerek karşılık verebilir ve asimetrik güç unsurlarına yönelebilir. İran’ın körfezin en dar kesimini mayınlaması halinde aynı kuvvetler mayınları döşemeye çalışan İran kuvvetlerine müdahale edebilir. İran’ın bu girişimleri 
karşısında Körfezdeki İran donanması ve kıyıda mevzilenmiş füze sistemleri vurulabilir. Bu durumda bölgede sıcak bir çatışma yayılabilir; küresel ve bölgesel çapta terör olaylarında büyük oranda artış görülebilir. 

Tüm bu olası gelişmeler Türkiye’nin son zamanlarda yürüttüğü arabuluculuk politikalarını sürdürmesini zorlaştırabilir. ABD ve Batılı güçler, Türkiye’nin İran karşıtı güçler arasında yer alması için baskılarını artırabilir. Türkiye bu desteği açık olarak sağlamaması durumunda, tırmanma aşamasında kötüye gidebileceği değerlendirilen Türk ekonomisi kriz dönemine girebilir ve dış ticaret açığı sürdürülemez seviyelere çıkabilir. Türkiye, ABD ve Batı Bloğu içinde yer alması halinde ise İran’ın düşmanca girişimleriyle karşılaşabilir. Böyle bir konjonktürde İran’ın doğrudan Türkiye’yi hedef alma olasılığı az olsa da Türkiye’deki terör 
eylemlerinde artış ve iç karışıklıklar yaşanabilir. Söz konusu muhtemel gelişmeler bölgede birinci senaryonun yaşanmasına neden olabileceği gibi üçüncü senaryonun, yani Şii-Sünni çatışmasının fitilini de ateşleyebilir. 

Buna karşın İran’ın boğazı uzun süreliğine kapatma olasılığı çok gerçekçi gözükmemektedir. Zira İran her ne kadar Hürmüz Boğazı’na alternatif enerji yolları arayışında olsa da mevcut durumda enerji sevkiyatının önemli bir kısmını bu güzergâhtan gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla boğazın uzun süre kapanmasıyla ortaya çıkacak petrol krizinden kendisinin de etkileneceği ve bu durumun zaten yaptırım kararlarıyla açığa çıkan İran’daki sosyo-ekonomik 
gerilimi artıracağı söylenebilir. Sonuç olarak İran, Hürmüz Boğazı’nı kapatma seçeneğini her ne kadar stratejik bir koz olarak ön plana çıkarsa da İran’ın iç dengeleri açısından bu tercihin fiiliyata geçirilmesinin ve gerçekleştirilmesi durumunda ise sürdürülebilir bir hamle olmasının zor olduğu düşünülmektedir. 

4.CÜ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder