18 Şubat 2020 Salı

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYENİN ORTADOGU POLİTİKASI VE BATI ETKİSİ.., BÖLÜM 3

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYENİN ORTADOGU POLİTİKASI VE BATI ETKİSİ.., BÖLÜM 3



TÜRKİYE’NİN YENİ ORTADOĞU POLİTİKASI, “VİZYONER DIŞ POLİTİKA” VE BATI 

Dışişleri Bakanı Cem ile başlayan Türk dış politikasında “revizyon” 2000’li yıllarda hız kazanarak devam etmiştir (Gözen, 2005: 41-58). Nitekim yeni iktidar elitleri ve Başbakan Recep T. Erdoğan, bir müddettir Türk dış politikasının belirli bir vizyona dayandığını ileri sürmektedir. Bu vizyon, Türkiye’nin tarihsel, jeopolitik, demografik ve ekonomik yapısı itibariyle uluslararası sistemde merkezi bir role sahip olması gerektiği iddiasına dayanmaktadır (Davutoğlu, 2004; Davutoğlu, 2008). Bu küresel güç projeksiyonunun dünya gerçekleri göz önüne alınarak rasyonel bir şekilde geliştirildiği ileri sürülmektedir. Bu bağlamda Erdoğan Şubat 2005’te şöyle demiştir: 

“Türkiye bu coğrafyanın periferisinde yer alamaz, merkez bir ülkedir. Türkiye artık sadece bölgesel güç olarak tanımlanamaz, bu tarihi dönemeçte küresel bir güç olma yolunda ilerlemelidir. … Mevcut rotamızı küresel bir vizyonla, yeni dünya gerçeklerini göz önüne alarak bilinçli bir şekilde geliştirmek mecburiyetindeyiz …” (Radikal, 26 Şubat 2005’ten aktaran Tür, 2006: 157). 

Bu yeni “Vizyoner” politika, 2000’li yılların ortalarından itibaren Türkiye’nin 
Ortadoğu’ya bakışını da şekillendirmeye başlamıştır. Bölgesel güvenlik ve ekonomik entegrasyonun sağlanması Türk dış politikasının Ortadoğu vizyonunun en önemli unsuru olmuştur. Bu konuda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu şöyle demiştir; 

“Biz [Türk ve Arap dünyasının, Kars’tan Fas ve Moritanya’ya kadar, Sinop’tan Sudan’ın en güneyine Ekvator’a kadar, İstanbul Boğazı’ndan Aden Körfezi’ne kadar olan] bu kuşağın tam bir güvenlik kuşağı, ekonomik entegrasyon kuşağı ve dünyanın örnek olarak göstereceği bir büyük refah alanı haline dönüştürmek istiyoruz… Bahsettiğimiz coğrafyada en geniş anlamda tam bir liberalleşme olmasını öngörüyoruz. Kars’tan kalkan bir taşıtın taşıdığı malla birlikte ta Fas’a, Moritanya’ya kadar engelsiz seyahat etmesini istiyoruz…”(Hürriyet, 10 
Haziran 2010). 

Türkiye’nin “vizyoner” Ortadoğu politikası bazı kesimler tarafından Türkiye’nin 

yeni-Osmanlıcı siyaseti olarak görülmektedir (Taşpınar, 2008). Türk elitler bu iddiayı reddederek yeni bir dünya vizyonuna dayalı gerçekçi (reelpolitik) bir siyaset izlediklerini ileri sürmektedir (Erdoğan, 2011). Bu “realist” ve “vizyoner” politika “ortak medeniyet” perspektifi ile desteklenmektedir. Bu bağlamda sık sık ortak tarih, ortak kültür ve ortak değerler dile getirilmektedir. Hatta bu sözde ortaklıklar o kadar ileri düzeydedir ki Türk liderler Ortadoğulu muhatapları ile görüşmelerinde “dostluk” söylemini aşarak “kardeşlik”ten bahsetmeye başlamıştır. Türk karar vericiler aynı medeniyetin mensubu olmaktan dolayı Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerine karşı manevi sorumluluğu olduğunu ileri sürerek Türkiye’ye liderlik rolü biçmiştir. Bu bağlamda kah medeniyetler arası diyalog, kah İslamofobi ile mücadele adı altında “İslam medeniyeti”nin savunusu üstlenilmiş, aynı medeniyete mensup ülkeler arasındaki anlaşmazlıklarda 
arabuluculuğa girişilmiştir (Kardaş, 2011; 28-33). 

İşte bu noktada Türk dış politikasının yeni Ortadoğu vizyonunun “revizyonist” 
özelliği ön plana çıkmaktadır. Buna göre, geçen son asırda aynı medeniyetin 
mensubu kardeşler arasında “suni” siyasi ve zihinsel sınırlar oluşturulmuştur. Hem Davutoğlu’nun hem de Başbakan Erdoğan’ın sık sık dile getirdiği hususlardan birisi bu yapay sınırların bir an önce ortadan kaldırılmasıdır (Hürriyet, 10 Haziran 2010). 

Türkiye, Balkanlar ve Kafkaslarla birlikte Ortadoğu’yu coğrafi ve tarihsel konumundan dolayı kültürel, ekonomik ve siyasi etkileşim sahalarından birisi olarak görmektedir. 

Dolayısıyla, bu bölgelerdeki gelişmelerin Türkiye’yi de doğrudan ya da dolaylı 
olarak etkilemesinin kaçınılmaz olduğu düşünülmektedir. Bu yüzden Türkiye’nin 
bu bölgeye kayıtsız kalamayacağını düşünen Türk iktidar elitleri bölgede Türkiye’ye daha aktif bir rol biçerek bölgeyi “dönüştürmeyi” arzulamaktadır. Arzu edilen bu dönüşümün mahiyeti ile ilgili olarak Türk yetkililerin sürekli dile getirdikleri iki husus vardır. Bunlardan birincisi bölgede barış ve istikrarın sağlanmasıdır. İkinci husus ise bölgede refah artışının, yani ekonomik kalkınmanın sağlanmasıdır. Bu iki husus gerçekten de bugünkü Türkiye’nin Ortadoğu politikasını özetlemektedir. 

Türk liderlerin dış politikayı özetlemek için yaygın olarak kullandıkları “komşularla sıfır problem, sınırsız ticaret” deyimi de Türkiye’nin bölge politikası hakkında yeterince ipucu vermektedir (Erdoğan, 2011). 

Türkiye’nin Ortadoğu politikasının en önemli unsuru bölgede barışın ve istikrarın 
sağlanmasıdır. Türkiye, bu hususta “sıfır problem” adı altında komşuları ile ilişkilerindeki sorunları ortadan kaldırmayı ve bölgedeki diğer devletler ve aktörler arasındaki sorunları da arabuluculuk yaparak çözmeyi hedeflemiştir. Zira bölgesel barışın sağlanmasının Türkiye’nin siyasi durumunu da olumlu şekilde etkilemesi ve bölgenin ekonomik kalkınması için uygun bir zemin yaratması beklenmektedir. 

Türkiye bu çerçevede öncelikle “güvenliksizleştirme” stratejisi olarak da adlandırılan komşularla sıfır-problem söylemi ile Irak, İran ve Suriye ile ilişkilerini düzeltme ve ikili ilişkilerdeki güvenlik eksenli meseleleri bir an önce çözerek işbirliğini artırmaya çalışmıştır (Aras ve Polat, 2008). Gerçekte bölgesel konjonktürün de etkisiyle bu ülkelerden Türkiye’ye yönelik tehditlerin 2000’li yılların başlarında azalması ile birlikte Türkiye ile bölge ülkeleri arasında işbirliği imkânları doğmuştur. Son on yılda bölge ülkeleri ile ikili diplomatik ilişkilerini artıran Türkiye, nihayet 2009 yılında bölgede Suriye ve Irak ile “Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konsey”leri kurmuştur. Bu çerçevede, aradan geçen iki yıl zarfında adı geçen ülkelerle Türkiye arasında çok sayıda işbirliği anlaşması imzalanmıştır. 

Türkiye’nin Ortadoğu açılımı sadece sınır komşuları ile sınırlı kalmamış, Körfez 
ülkeleri dâhil Ortadoğu’nun geneline yayılmıştır. Türkiye diyalog kanallarının açık olmasının ve diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinin bölgede barış ve istikrarı sağlayacak önemli bir unsur olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle komşuları dışındaki diğer Ortadoğu ülkeleri ile de diplomatik temaslarını üst düzeye çıkarmıştır. Bu çerçevede bölgesel örgütlere de Türkiye’nin Ortadoğu politikasında özel bir önem verilmiştir. Zira bölgesel örgütler hem bölgesel çatışmaların önünün alınması hem de bölgesel işbirliği imkânlarının geliştirilmesi için uygun bir platform sağlamaktadır. Türkiye bu bağlamda İKÖ ile ilişkilerine özel bir önem vermiş, Körfez İşbirliği Konseyi ve Arap Birliği Örgütü ile de özel bir ilişki geliştirmiştir. Türkiye Arap Birliği’nde gözlemci sıfatı almış ve bu örgütle birlikte 2007 yılından itibaren Türk-Arap İşbirliği Forumu düzenlenmeye başlamıştır. 

Bölgede barış ve istikrarın sağlanması adına Türkiye, Ortadoğu’daki ihtilafların çoğunda arabuluculuk veya kolaylaştırıcılık girişimlerinde bulunmuştur. Bu girişimlerin kimisinden olumlu sonuçlar alınmıştır kimisi de sonuçsuz kalmıştır. Türkiye, Irak’taki Sünnilerin 2005 yılında siyasal sisteme katılmaları hususunda etkili olmuş ve Suriye ile Irak arasındaki gerginliklerde arabuluculuk yaparak tansiyonun artmasını engellemiştir. Bunlar arasında İsrail ile Suriye arasındaki dolaylı barış görüşmelerinde gerçekten önemli bir yol alınmışken İsrail’in 2009 yılında Gazze’ye saldırmasının ardından bu süreç kesintiye uğramıştır. Keza Türkiye’nin HAMAS ve El-Fetih arasındaki sorunları çözme teşebbüsü başarısız olmuştur. Türkiye’nin bölgede barışın sağlanması konusundaki girişimleri kendi komşuları ile ilişkileri geliştirme ve arabuluculuk/kolaylaştırıcılık misyonu ile sınırlı kalmamıştır. 2008 yılında İsrail’in Lübnan’a saldırmasının ardından Lübnan-İsrail sınırında konuşlandırılan BM misyonuna aktif askeri destek 
vermiştir. 

Bu dönemdeki bölgesel gelişmelerden ve Türkiye’nin “vizyoner” politikasından 
Tükiye-İsrail ilişkileri olumsuz etkilenmeye başlamıştır (Balcı, 2011; Uzer, 2011). Türk iktidar elitlerine göre bölgede barışın ve istikrarın önündeki en büyük engel Filistin sorununun çözümsüz kalmış olmasıdır. Türk liderler değişik platformlarda bu sorun çözülmeden bölgede barışın sağlanamayacağını dile getirmiştir. İsrail ile Filistin arasındaki barış görüşmelerinden çözüm alınamaması ve İsrail’in Filistin’de “şiddete” dayalı politikalarının sürmesi üzerine Türkiye son yıllarda “İsrail karşıtı” bir tutum almaya başlamıştır. Özellikle Araplarla temasları sırasında Türk yetkililer Filistin’in özgürleştirilmesinden bahsetmeye başlamış ve Filistin “davası”nın aktif bir tarafı haline gelmiştir. 

Türk iktidar elitlerine göre bölgede barış ve istikrarın sağlanmasının en önemli 
aracı bölge içi ticaretin teşvik edilmesi ve karşılıklı ekonomik bağımlılığın tesis edilmesidir. 

Böyle bir politika, bölgede barışın teşvik edilmesini ve bölgesel ekonomik 
kalkınmayı sağlamanın yanı sıra Türkiye’nin bölgeye ihracatının önündeki engellerin kaldırılmasını sağlayacaktır. Türkiye bu politikayı hayata geçirmek için iki aşamalı bir strateji izlemiştir. İlk aşamada doğrudan bir bölgesel örgüt kurmak yerine bölge ülkeleri ile ilişkilerini ikili düzeyde ilerletmiştir. Yukarıda bahsi geçen Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği anlaşmaları kapsamında Suriye ve Irak ile ve diğer bölge ülkeleri ile ayrı ayrı çok sayıda ekonomik işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmalar genellikle ticaretin önündeki engellerin kaldırılması, doğrudan yatırımların teşvik edilmesi, enerji işbirliği ve karşılıklı vize muafiyetinin sağlanmasını hedeflemiştir. Sonuç olarak hem bölge içi ticaret hem de Türkiye’nin bölgeye ihracatı büyük ölçüde artmıştır (Kutlay, 
2011: 67-85). 

Vizyoner Ortadoğu politikasının ikinci adımı Türkiye ile bölge ülkeleri arasında 
ayrı ayrı kulvarlarda ilerletilen ikili ilişkilerin çok-taraflı işbirliği anlaşmalarına dönüştürülmesidir. Nitekim 10 Haziran 2010’da İstanbul’da bir araya gelen Türkiye, Suriye, Lübnan ve Ürdün Dışişleri Bakanları ülkeleri arasında “Yüksek Düzeyli Dörtlü İşbirliği Konseyi Tesis Edilmesi Hakkında Ortak Siyasi Bildirge” imzalamıştır. Bu bildirge kapsamında adı geçen ülkeler arasında ortaklık ve dayanışmanın geliştirilmesi ve ekonomik entegrasyona doğru ilerlenmesi amacıyla Dörtlü İşbirliği Konseyinin tesis edilmesi ve bu ülkeler arasında serbest ticaret ve dolaşım alanı oluşturulması kararlaştırılmıştır. (Dışişleri Bakanlığı websitesi, 10 Haziran 2010). 

Taraflar yaptıkları açıklamalarda bu oluşumun söz konusu dört ülke ile sınırlı olmayacağını ve yeni katılımlara açık olacağını ilan etmiştir. Böylece bölgede ekonomik entegrasyonun sağlanması hedeflenmektedir. 

Bununla birlikte Türk liderler Ortadoğu’da siyasal bir dönüşümün de gerekli olduğuna inanmaktadır. Ancak bu değişimin dışarıdan empoze edilmesi yerine her ülkenin kendi iç dinamikleri ile tamamlanması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu nedenle, bölgenin demokratikleşmesini öngören BOP’a aktif bir destek verilmişse de projenin aldığı tepkiler ve sessiz sedasız gündemden kaldırılması nedeniyle bölgede siyasal liberalleşmenin teşvik edilmesi, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında önemli bir yer tutmamıştır. Onun yerine ekonomik reformlar, bölge içi ticaretin teşviki ve karşılıklı ekonomik bağımlılığın tesisi Türkiye’nin önceliği olmuştur. Zira bölge ekonomisinin liberalleşmesinin zamanla siyasal liberalleşmeyi ve demokratikleşmeyi de beraberinde getireceğine inanılmaktadır. 

Türkiye’nin “vizyoner” dış politikası ve bu politikanın Ortadoğu’da daha aktif 
görünmesi Türk dış politikasının “Ortadoğululaşması” tartışmalarına yol açmıştır. (Oğuzlu, 2008; Duran, 2009; Ayhan 2010). Bu tartışma bir yana son yıllarda dış politikada Türkiye’nin “Ortadoğulu” ve “İslami” kimliği öne çıkmıştır. Bununla beraber, Türkiye’nin kendi ekonomik, güvenlik ve siyasi çıkarlarını bölgesel istikrar, güvenlik ve ekonomik entegrasyon ile özdeşleştirmeye başlaması nedeniyle Türk iktidar elitleri “yabancı” güçlerin “bölge”ye müdahale etmesinden rahatsız olmaya başlamış ve bölgenin sorunlarına bölge içinden çözüm bulunmasını savunmaya başlamıştır. Özellikle Irak müdahalesinin olumsuz sonuçları Türkiye’de her türlü bölge dışı müdahaleye karşı 
bir tepki oluşmasına katkıda bulunmuştur. Bu nedenle Türkiye, Suriye ve İran politikalarında ABD ile karşı karşıya gelmiştir. Özellikle Haziran 2010’da BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin İran’a yönelik yeni yaptırım kararlarına karşı oy kullanması, Türkiye ile ABD’nin Ortadoğu politikalarının ne kadar farklılaştığını net bir şekilde ortaya koymuştur. Türkiye, ayrıca, NATO dâhil her türlü uluslararası platformda bölge ülkelerinin ve İslam ülkelerinin savunucusu bir rol oynamaya başlamıştır. Son olarak Nisan 2011’de NATO’nun Libya müdahalesine Türkiye önce karşı çıkmış, daha sonra kerhen destek vermiştir. Son olarak, Başbakan Erdoğan’ın NATO müdahalesinde öncü rol oynayan İngiltere, Fransa, İtalya ve ABD gibi Batılı ülkeleri emperyalist ve sömürgeci emellerle hareket etmekle suçlaması, Türkiye’nin Ortadoğu politikasında Batı etkisinin nasıl değiştiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Yakın zamana kadar Türkiye’nin Batı ile ilişkileri Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerinin gelişmesine ket vururken, 
şimdi artık Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve bölge ülkeleri ile ilişkileri onu Batı 
ile, özellikle ABD ile karşı karşıya getirmeye başlamıştır (Kardaş, 2011). 

Türkiye, yeni Ortadoğu politikası nedeniyle yukarıda ifade edildiği gibi zaman 
zaman Batı ile karşı karşıya gelse de bu doğrudan Batı karşıtlığı olarak değerlendirilmemelidir. 

Bir kere Türkiye’nin AB süreci oldukça yavaş ilerlese de Batıyı temsil eden 
devlet ve örgütlerle siyasi, askeri, ekonomik ve güvenlik ilişkileri yoğun bir şekilde devam etmektedir. Ayrıca Türkiye’nin AB üyelik perspektifi ve Türkiye’yi dönüştürücü etkisi, Türkiye’nin Ortadoğu’da “yumuşak gücünü,” dolayısıyla etkinliğini artıran en önemli faktörlerden birisidir. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB bağlantısı Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirmesini kolaylaştırmaktadır. Hatta Ortadoğu’da birçok meselede Türkiye’nin pozisyonu Batı ile örtüşmektedir. Batı ile doğrudan karşı karşıya geldiği durumlarda dahi Türkiye’nin çıkışı doğrudan Batı karşıtlığı yapmak değil, Batı’nın belirli politikalarının bölgedeki muhtemel olumsuz etkileri nedeniyle o politikalara karşı çıkıştır. Ancak Batı’nın belirli politikalarına muhalefet etmesi dahi hem Türkiye’nin Batı ile çıkarlarının farklılaşmaya başladığını, hem de Batı bağlantısının Türk dış politikası üzerindeki yönlendirici etkisini yitirmeye başladığını net bir biçimde göstermektedir. 

SONUÇ 

Türkiye son yıllarda Ortadoğu’da izlediği aktif dış politika sayesinde Ortadoğu ülkeleri ile iyi ilişkiler geliştirmektedir. Buna mukabil Türkiye’nin dış politikasında Ortadoğu’nun yeri ve önemi giderek artmaktadır. Türkiye daha önceki bazı dönemlerde de bölgede aktif dış politika izleyerek bölge ülkeleri ile iyi ilişkiler tesis etmeye çalışmışsa da o dönemlerde fazla başarılı olamamıştır. Buna karşılık Türkiye’nin Ortadoğu politikasının şimdi daha etkili olmasının çeşitli sebepleri vardır. 

Bunlardan Birincisi., 

Türk dış politikasının dönüşümüdür. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Batı kimliği 
ve Batı bağlantısı Türk dış siyasetinin en önemli unsuru iken son yıllarda Türk dış politikasında “yeni kimlikler” etkili olmaya başlamıştır. Özellikle İslam’ın ve Müslüman kimliğin Türk dış politikasında önemli bir unsur olarak ortaya çıkmasıyla Türkiye hem Ortadoğu ve İslam ülkeleri ile daha fazla ilgilenmeye başlamış, hem de bu ülkelerde gördüğü kabul artmıştır. 

Türk dış politikasındaki ikinci dönüşüm ise güvenlik merkezli dış siyasetten ekonomi temelli dış siyaset yaklaşımına geçilmesidir. Böylece Türkiye sınırlarının ötesi ile de ilgilenmeye başlamıştır. Bölgesel istikrar ve refah düzeyinin  yükselmesi ile Türkiye’nin milli çıkarları arasında doğrudan bir bağlantı kurulmuştur. Bu bağlantı Türkiye’yi farklı bölgelerde daha aktif dış politika izlemeye zorlamıştır. 

Türkiye’nin Ortadoğu’da daha aktif dış siyaset izlemesini mümkün kılan diğer bir 
husus ise bölgenin dönüşümüdür. Arap dünyasında da Türkiye’nin bölgeyle ilişki 
kurabilmesini sağlayan iki önemli değişiklik olmuştur. Bunlar siyasal İslam’ın ve Arap Milliyetçiliğinin iflas etmiş olmasıdır. Bölgede yıllardır hâkim olan bu iki dinamik, hem “emperyalist” geçmişi ve Batı bağlantısı nedeniyle hala emperyalistlerle işbirliği yapıyor görüntüsü, hem de katı “laik” görünüşü nedeniyle Arap dünyasının çoğunda Türkiye karşıtı tepkinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yani Arap milliyetçiliğinin ve siyasal İslam’ın bölge genelinde etkili olduğu dönemde Türkiye’nin Batı ile bağlantısı bölge ülkeleri ile iyi ilişkiler kurmasının önünde önemli bir engel olmuştur. Bu iki faktörün zayıflaması, Türkiye’nin dönüşümüyle de bağlantılı bir şekilde bölgedeki 
Türkiye imajının değişmesine katkı sağlamıştır. Özellikle Arap dünyasında reform eğilimlerinin arttığı bir dönemde Türkiye’de reformcu-İslamcı bir partinin demokratik yoldan iktidara gelmesi ve iktidarda başarılı bir performans sergilemesi Türkiye’nin bölge ülkeleri nezdindeki kabulünü artırmıştır. 

Son olarak bölgenin jeopolitik yapısındaki ve uluslararası sistemdeki değişiklikler Türkiye’nin Ortadoğu’da daha aktif bir politika izlemesini mümkün kılmıştır. Bir kere Soğuk Savaşın bitmesiyle birlikte Türkiye dış politikasında çok yönlü hareket etme imkânına kavuşmuştur. Dolayısıyla Batı bağlantısının Türk dış politikası üzerindeki belirleyici etkisi azalmaya başlamıştır. Ancak bu Batı ile ilişkilerin kopması anlamına gelmemiş, Ortadoğu çok yönlü Türk dış politikasının yöneldiği unsurlardan birisi olarak ortaya çıkmıştır. İkincisi, son yıllarda, özellikle ABD’nin Irak’ı işgalinin olumsuz sonuçları nedeniyle bölgede bir güç boşluğu doğmuştur. Türkiye yeni dış politika kimlikleri ve araçları ile bu boşluktan istifade etmeye başlamıştır. Türkiye, Ortadoğu’ya ilgisinin artmasına paralel olarak kendi çıkarları ile bölgesel istikrar ve refah düzeyinin yükselmesi arasında bir özdeşlik kurmuştur. Dolayısıyla Türkiye, Batı’nın hamlelerinin bölgesel istikrara zarar vereceğini düşündüğü hususlarda bu hamlelere karşı çıkmaya başlamıştır. 

KAYNAKLAR; 

Albayrak, Mustafa (2005), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikaları (1920-1960), Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Dergisi, cilt 3, sayı 2. 
Altunışık, Meliha B. (1999), “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-İsrail İlişkileri,” Meliha B. 
Altunışık (der.), Türkiye ve Ortadoğu: Tarih, Kimlik, Güvenlik, İstanbul: Boyut Yayınları. 
Altunışık, Meliha B. (2000), “Güvenlik Kıskacında Türkiye-Ortadoğu İlişkileri,” G. Özcan 
ve Ş. Kut (der.), En Uzun Onyıl: Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde 
Doksanlı Yıllar, İstanbul: Boyut Yayınları. 
Aras, Bülent ve Rabia K. Polat (2008), “From Conflict to Cooperation: Desecuritization of 
Turkey’s Relations with Syria and Iran,” Security Dialogue, cilt 39, sayı 5 (Ekim). 
Ayhan, Veysel (2010), “Türkiye Ortadoğululaşıyor Mu?” ORSAM Dış Politika Analizi, 15 
Aralık 2010. 

Bağcı, Hüseyin (1998), “Türk Dış Politikası: Genel Bir Bakış,” İ. Dağı (der.), Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, Ankara, Siyasal Kitabevi. 
Bağcı, Hüseyin (2001), Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, (2.bsm.), Ankara, METU Press. 
Bağcı Hüseyin ve Bayram Sinkaya (2006), “Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye: AK Parti’nin 
Perspektifi,” Akademik Orta Doğu, cilt 1, sayı 1. 

Balcı, Ali (2011), “Türkiye’nin Dış Politikası ve İsrail: 1990’lar ve 2000’lere İlişkin bir Karşılaştırma,” Ortadoğu Etütleri, cilt 2, sayı 2. 

Bozdağlıoğlu, Yücel (2003) Turkish Foreign Policiy and Turkish Identity: A Constructivist Approach, New York, Routledge. 

Bölükbaşı, Süha (1992), Türkiye ve Yakınındaki Ortadoğu, Ankara, Dış Politika Enstitüsü. 

Bölükbaşı, Süha (2001), “Türkiye ve İsrail: Mesafeli Yakınlıktan Stratejik Ortaklığa,” Ş. Çalış, 

İ. Dağı ve R. Gözen (der.), Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara, Liberte. 

Cem, İsmail (2001), Turkey in the New Century, Lefkoşe, Rustem Publishing. 

Cem, İsmail (2002), “Turkish Foreign Policy: Opening New Horizons for Turkey at the Beginning of a Millenium,” Turkish Policy Quarterly, cilt 1, no 1 (Bahar). 

Dağı, Zeynep (2006), “Ortadoğu Perspektifinden Türkiye’nin Avrupa Entegrasyonu: 
Ötekileştirme Aşılıyor Mu?” Zeynep Dağı (der.), Doğu’dan Batı’ya Dış Politika: AK Partili Yıllar, Ankara, Orion. 

Davutoğlu, Ahmet (2004), “Türkiye Merkez Ülke Olmalı,” Radikal, 26 Şubat 2004. 

Davutoğlu, Ahmet (2008), “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assessment of 2007,” Insight Turkey, cilt 10, no.1 

Duran, Burhanettin (2009), “Türk Dış Politikası Ortadoğululaşıyor Mu?” Ortadoğu Yıllığı, 2008. 

Erdoğan, R. Tayyip (2011), “The Robust Man of Europe,” Newsweek, 17 Ocak 2011. 

Erdoğan, İbrahim (1997), “Su Sorunu, Ortadoğu ve Türkiye: Bölgesel Bir Analiz,” İ. Dağı (der.), 
Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, Ankara, Siyasal Kitabevi. 

Gönlübol, Mehmet ve Cem Sar (1996), Olaylarla Türk Dış Politikası, Ankara, Siyasal Kitabevi. 

Gözen, Ramazan (1998), “Türkiye’nin II. Körfez Savaşı Politikası: Aktif Politika ve Sonuçları,” 
İ. Dağı (der.), Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, Ankara, Siyasal Kitabevi. 

Gözen, Ramazan (2002), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Gelişimi ve Etkenleri,” Türkler Ansiklopedisi, 17.C., Ankara, Yeni Türkiye Yayınları. 

Gözen, Ramazan (2005), “Türk Dış Politikasında Vizyon ve Revizyon,” Demokrasi Platformu, cilt 1, sayı 4. 

Halliday, Fred (2005), The Middle East in International Relations, Cambridge, Cambridge University Press. 

Kardaş, Şaban (2006), “Turkey and the Iraqi Crisis; JDP Between Identity and Interest”, H. Yavuz (der.), The Emergence of a New Turkey; Democracy and AK Party, Salt Lake City: The University of Utah Press, s.306-329. 

Kardaş, Şaban (2011), “Türk Dış Politikasında Eksen Kayması Mı?” Akademik Orta Doğu, cilt 5, sayı 2. 

Kinzer, Stephen (2004) Şah’ın Bütün Adamları, İstanbul, İletişim Yayınları. 

Kutlay, Mustafa (2011), “Economy as the ‘Practical Hand’ of a ‘New Turkish Foreign Policy’,” Insight Turkey, cilt 13, sayı 1 (Kış). 

Koçer, Gökhan (2006), “Türk Dış Politikasında Din Unsuru,” Akademik Orta Doğu, cilt 1, sayı 1. 

Kut, Şule (2000), “Türkiye’nin Soğuk Savaş Sonrası Dış Politikasının Anahatları,” G. Özcan ve Ş. Kut (der.), En Uzun Onyıl: Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve Dış Politika Gündeminde Doksanlı Yıllar, İstanbul: Boyut Yayınları. 

Kürkçüoğlu, Ömer (2010), Türkiye’nin Arap Ortadoğusuna Karşı Politikası, 1945-1970, (2.bsm.), Ankara, Barış Kitap. 

Larrabee, Stephen (2007), “Turkey Rediscovers the Middle East,” Foreign Affairs, cilt 86, no.4 (Ağustos). 

Makovsky, Alan (1999), “The New Activism in Turkish Foreign Policy,” SAIS Review, cilt 19, sayı 1 (Kış-Bahar). 

Oğuzlu, Tarık (2008), “Middle Easternization of Turkish Foreign Policy,” Turkish Studies, cilt 9, no. 1. 

Oran, Baskın (2001), Türk Dış Politikası; Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Olaylar, Yorumlar, Belgeler, cilt I, İstanbul, İletişim Yayınları. 

Özcan, Mesut (2008), Harmonizing Foreign Policy: Turkey, The European Union and the Middle East, Avebury, Ashgate. 

Sander, Oral (1998), “Türkiye ve Ortadoğu,” Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, Ankara, İmge Kitabevi. 

Soysal, İsmail (2000), Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları, cilt II (1945-1990), Ankara, Türk Tarih Kurumu. 

Şahin, Mehmet (2006) “Irak Bağlamında Türk-Amerikan İlişkileri”, M. Aydın & Ç. Erhan (der.), Beş Deniz Havzasında Türkiye, Ankara: Siyasal Kitabevi. 

Şahin, Mehmet (2010), “Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Süreklilik ve Değişim,“ Akademik Orta Doğu, cilt 4, sayı 2. 

Taşpınar, Ömer (2008), “Turkey’s Middle East Policies between Neo-Ottomanism and Kemalism,” Carnegie Papers, no.10. 

Tür, Özlem (2006), “Türkiye ve Ortadoğu: Gerilimden İşbirliğine,” Zeynep Dağı (der.), Doğu’dan Batı’ya Dış Politika: AK Partili Yıllar, Ankara, Orion, 2006. 

Uslu, Nasuh (2000), Türk-Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs, Ankara, 21.Yüzyıl Yayınları. 

Uzer, Umut (2011), “Türkiye-İsrail İlişkilerinde Bunalım,” Ortadoğu Etütleri, cilt 2, sayı 2. 

Yavuz, Hakan (2001), “Değişen Türk Kimliği ve Dış Politika: Neo-Osmanlıcığılın Yükselişi,” Ş. Çalış, İ. Dağı ve R. Gözen (der.), Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Ankara, Liberte. 


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder