17 Şubat 2020 Pazartesi

Vekâlet Savaşından İstihbarat Savaşlarına: Suriye İç Savaşı

Vekâlet Savaşından İstihbarat Savaşlarına: Suriye İç Savaşı


Ali SEMİN
www.bilgesam.org
Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) 
Mecidiyeköy Yolu Caddesi, No:10, 34387 Şişli -İSTANBUL 
www.bilgesam.org 
www.bilgestrateji.com 
bilgesam@bilgesam.org 
Tel: 0212 217 65 91 - 
Fax: 0 212 217 65 93
© BİLGESAM Tüm hakları saklıdır. 
İzinsiz yayımlanamaz. 
Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. 

Orta Doğu’nun coğrafi, sosyo-kültürel ve çok etnikli yapısı, tarihsel geçmişindeki bölgesel ve küresel güçlerin mücadele alanı olmasına neden olmuştur. 

   Aynı zamanda siyasi, ekonomik, enerji ve güvenlik bağlamında yaşanan hadiselerin, Orta Doğu coğrafyasındaki güç mücadelesini daha da arttırdığı gözlenmektedir. 

   Bu minvalde, 29 Kasım 1947 tarihinde İsrail ve Filistin devletlerinin, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda görüşüldükten sonra Filistin topraklarının bölün mesiyle kurulmasına kararlaştırılması, İsrail’in kurulması ve ardından 1948 Arap-İsrail Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Orta Doğu’nun kronik sorunları baş göstermiştir. Arap-İsrail savaşlarıyla başlayan süreçlere bakıldığında, Orta Doğu’da 1968 yılında Irak’ta Baas Partisi’nin iktidara gelmesi, İran’da 1979 Humeyni Devrimi, 1980-1988 İran-Irak Savaşı, 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i 
işgali, 11 Eylül Hadisesi, ABD’nin 2002 yılında Afganistan’ı ve Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi gibi gelişmelerin uluslararası arenada ciddi sorunları beraberinde getirdiği ileri sürülebilir. 

2010 yılının Aralık ayında Tunus’ta başlayan Arap uyanışı veya Arap isyanları Orta Doğu bölgesinde yeni siyasal sistemlerin kurulmasına ve bölgesel-küresel güç ilişkilerindeki rekabet ve güç mücadelesine yol açmıştır. Bilhassa Suriye’de ve Yemen’de meydana gelen halk isyanlarının iç savaşa dönüşmesinden sonra Orta Doğu’da Filistin-İsrail sorunundan sonra en büyük kriz ve olay olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Suriye iç savaşı artık bölgesel bir krizden çıkmış küresel sorun haline gelmiştir. Dolayısıyla Haziran 2012’den bu yana Suriye’deki iç savaşın önüne geçilmesi için gerek bölge ülkeleri gerekse uluslararası camia pek çok konferans, zirve ve görüşmeler düzenlenmiş ancak herhangi bir somut çözüm bulunamamıştır. Rusya’nın Eylül 2015’te askeri olarak sahaya inmesiyle beraber Suriye’de bulunan dış aktörler tarafından verilen vekâlet savaşlarının dengelerini değiştirmiş tir. Bu nedenle başta Türkiye olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri (ABD) işbirliği yapan İran dışındaki aktörlerin Suriye meselesinde yeni petner arayışına girdiler. Özellikle ABD ve Batı eksenli politikalar üreten ve diyalog yolu 
aralayan Türkiye’nin 24 Ağustos 2016 tarihinde Suriye’de başlattığı Fırak Kalkanı Harekâtı ve 19 Ocak 2017 tarihinde de Zeytin Dalı Hareketi ile iki sınır ötesi iki başarılı operasyonla 

Suriye’de artık hem sahada hem de Rusya- İran ile işbirliğine veya konjonktürel ortaklık halindedir. Bu bağlamda Türkiye, Rusya ve İran’ın 2017 yılında başlattığı Astana süreciyle söz konusu her üç ülkenin garantör olması Suriye iç savaşını tamamen sonlandırmasa da belli bölgelerde çatışmaları geçici olarak durdurabilmiştir. 

2018 yılında Suriye’de güç mücadelesi veren bölgesel ve uluslararası aktörlerin vekâlet savaşından istihbarat savaşlarına önemli bir çizgide geçtiğini söylemek mümkündür. Suriye’de yaşanan pek çok gelişmeleri kendi sınır ve ulusal güvenliğini tehdit ettiğini var sayan Türkiye de istihbarat savaşlarında da mücadele ettiği görülmektedir. 

Astana-Tahran ve Soçi Hattı Suriye’deki İç Savaşı Çözer mi?

Türkiye, Suriye iç savaşının başlamasından sonra 2013 yılında ABD ve Batılı ülkelere üç plan sunmuştur. Bu planlar Esed rejiminin devrilmesi için ılımlı muhaliflere eğit-donat planı, Suriye’de belirli bölgelerin güvenli ve uçuşa yasak bölge ilan edilmesidir. Ancak Washington yönetimi kabul ettiğini ifade etse de bu önerilere yanaşmamıştı. 

Bu nedenle Türkiye, Suriye’de ABD yerine sahada daha aktif olan Rusya ve İran ile işbirliğine giderek ülkede yaşanan mülteci akınını durdurmak ve belli bölgelerde çatışmaların durdurulması için ciddi ve somut adımlar atmaya başladı. Türkiye, Suriye’de Rusya ve İran eksenli işbirliğini kuvvetlendirmek amacıyla 2017 yılında önce Kazakistan’ın başkentinde Astana sürecini başlattı. Astana süreci aslında 2012 yılından bu yana Suriye’de çözüm arayışları olan Cenevre, Viyana, Paris, Kahire ve Riyad gibi başkentlerdeki zirvelere karşı ciddi, somut ve alt yapısı olan aktörlerin inisiyatifi kontrol etme çabası olduğu söylenebilir. 

Ancak şu bir gerçektir ki, Astana süreci dahilinde 4 Mayıs 2017 tarihinde alınan kararların en önemlisi; Türkiye, Rusya ve İran’ın garantör ülke olduğunun ilan edilmesi olsa da ABD, İsrail, Fransa, İngiltere, Çin ve sahada bulunan diğer aktörleri de Suriye topraklarında yok saymak veya söz konusu aktörler olmadan herhangi bir adım atmak pek mümkün görünmemektedir. Başka bir tabirle garantör ülkeler olarak belirli bölgelerde etkin ve etkili olsa da Suriye genelinde ki iç savaşı durdurmak kolay olmayacaktır. Bu açıdan 4 Mayıs 2017 tarihinde Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye’de imzalanan çatışmasızlık bölgeleri anlaşmasının aslında rejimin avantajına olduğunu ifade etmek mümkündür.   

 Çünkü bahse konu garantör ülkelerinin belirlediği Hums, Doğu Guta, İdlib vilayeti, Dera ve Kuteytra’daki çatışmasız bölgelerinde Esed rejimi, Tahran ve Tahran tarafından bariz bir şekilde ihlal edildiği görünmektedir. Dikkat edilirse İdlib dışındaki bölgeler Esed ordusu ve Rus uçakları tarafından bombalanarak rejimin kontrolünde geçmiştir. Aslında Astana’da yapılan anlaşmanın Suriye topraklarında rejim, muhalefet, bölgesel ve küresel güçlerin kontrol ettiği bölgelerde stebil de olsa kalmalarını sağlamaktı. 

Başka bir tabirle 2011 yılından sonra herhangi bir güç kontrol ettiği bölge varsa orada kalma strateji uygulanacak şeklinde ifade edilebilir. Aslında Astana zirvelerinde Türkiye’nin temel hedeflerinden biri çatışmasız bölgeler ilan edilerek Suriye topraklarına muhafaza etmek ve ülkenin kuzeydoğusundaki ADB-Batı ve rejim destekli PKK/YPG terör örgütü yapılı özerk bir Kürt oluşumunu önlemek olduğu söylenebilir. Türkiye’nin tüm girişimi Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumakla birlikte ülkenin siyasi sisteminin geleceğinde tıpkı Irak’ta olduğu gibi 
federalizme dönüşmesinin önüne geçebilmektir. 

Bu nedenle Suriye’de Türkiye-Rusya ve İran’ın orta/uzun vadede farklı politika veya stratejilerinin olmasına rağmen ABD’ye karşı birlikte hareket etmeyi öncelemiş oldukları görülebilir. 

Öte yandan, Astana sürecinde yaşanan gelişmelerin yanısıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Federasyonu Putin ve İran Cumhurbaşkanı 
Hasan Ruhani arasında 7 Eylül 2018 tarihinde düzenlenen Üçlü Tahran Zirvesinde ilk defa Türkiye ile Rusya’nın ayrıştığı ve fikir ayrılığına sahip olduğu net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’de bulunan tüm taraflar ateşkes çağırısı yapması üzerine Putin’in itiraz etmesi Ankara-Moskova ve Tahran hattındaki görüş ayrılıkları tam anlamıyla belli olsa da Türkiye-ABD ilişkilerindeki PYD terörü konusundaki kadar derin değildir. 

Şu hususa dikkat çekmekte yarar vardır ki, Tahran zirvesinde ortaya çıkan ateşkes itirazlarına karşın yine de 12 maddelik bir bildirge yayınlanması tarafların Astana sürecini muhafaza etmek istediğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tahran bildirgesi aşağıdaki gibidir:

1. Astana formatının Ocak 2017’den bu yana sağladığı başarılardan, özellikle de Suriye Arap Cumhuriyeti genelindeki şiddetin azaltılmasında katedilen ilerlemeden ve ülkede barış, güvenlik ile istikrara yapılan katkıdan duydukları memnuniyeti ifade etmişlerdir.

2. Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğü ile BM Şartı’nın amaç ve ilkelerine olan kuvvetli ve devam eden taahhütlerini vurgulamış ve bunlara herkes tarafından saygı gösterilmesi gerektiğinin altını çizmişlerdir. Kim tarafından gerçekleştirildiğine bakılmaksızın, hiçbir eylemin bu ilkelere halel getirmemesi gerektiğini yinelemişlerdir. Terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmiş, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal güvenliğini zayıflatmayı amaçlayan ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını ifade etmişlerdir.

3. Sahadaki güncel durumu ele almışlar, 4 Nisan 2018 tarihinde Ankara’da yapılan son toplantılarının ardından Suriye Arap Cumhuriyeti’yle ilgili meydana gelen gelişmeleri değerlendirmişler ve aralarındaki mutabakat uyarınca üçlü eşgüdümü sürdürmek hususunda hemfikir kalmışlardır. 

Bu çerçevede, İdlip gerginliği azaltma bölgesindeki durumu görüşmüşler ve bu konuyu yukarıda belirtilen ilkelere ve Astana formatını tanımlayan işbirliği ruhuna uygun olarak ele almayı kararlaştırmışlardır.

4. BM Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanan DAEŞ, Nusra Cephesi ile El Kaide veya DAEŞ’le bağlantılı tüm diğer bireyler, gruplar, teşebbüsler ve oluşumların tamamen ortadan kaldırılması amacıyla aralarındaki işbirliğini sürdürme kararlılıklarını teyit etmişlerdir. Terörle mücadelede, yukarıda belirtilen terörist grupların ateşkes rejimine katılmış veya katılacak olan silahlı muhalif gruplardan ayrıştırılmasının sivil zayiatın önlenmesi bakımından da dahil olmak üzere büyük önem arzettiğinin altını çizmişlerdir.

5. Suriye ihtilafına askeri çözüm getirilemeyeceğine ve ihtilafın yalnızca müzakere edilmiş bir siyasi süreç yoluyla sona erdirilebileceğine dair inançlarını yinelemişlerdir. Siyasi sürecin Soçi’de düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin kararları ve BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararıyla uyumlu olarak ilerletilmesi amacıyla aralarındaki aktif işbirliğini sürdürme kararlılıklarını teyit etmişlerdir.

6. Suriyelilerin öncülüğünde ve sahipliğinde bir siyasi çözüme ulaşma sürecini ilerletme amaçlı ortak çabaları sürdürme konusundaki kararlılıklarını yinelemişler ve Anayasa Komitesi’nin kurulması ile çalışmalarının başlatılmasına yardımcı olmaya yönelik taahhütlerini vurgulamışlardır. 

Kıdemli memurları ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilci si arasındaki yararlı istişarelerden duydukları memnuniyeti vurgulamışlardır.

7. Bütün Suriyelilerin normal ve huzurlu bir hayata yeniden kavuşmalarına ve acılarının hafifletilmesine yönelik tüm çabalara destek olma ihtiyacını vurgulamışlardır. Bu bağlamda, ilave insani yardım göndermek, insani mayın temizliği faaliyetlerini kolaylaştırmak, sosyal ve ekonomik tesisler de dahil olmak üzere temel altyapı unsurlarını eski haline getirmek ve tarihi mirası korumak suretiyle Suriye’ye yapılan yardımı artırmaları için başta Birleşmiş Milletler ve insani ajansları olmak üzere uluslararası topluma çağrıda bulunmuşlardır.

8. İhtiyaç duyan tüm Suriyelilere hızlı, güvenli ve kesintisiz insani erişim sağlanmasını kolaylaştırma yoluyla, sivillerin korunması ve insani durumun iyileştirilmesini hedefleyen ortak çabaları sürdürmedeki kararlılıklarını yinelemişlerdir.

9. Sığınmacıların ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin Suriye’de ikamet ettikleri asıl yerlere güvenli ve gönüllü olarak geri dönüşleri için gerekli şartların oluşturulması ihtiyacının altını çizmişlerdir. Bu amaçla, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve diğer uluslararası uzmanlık kuruluşları da dahil olmak üzere, ilgili tüm taraflar arasındaki eşgüdüm ihtiyacını vurgulamışlardır. [Suriyeli mülteciler ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişiler hakkında uluslararası bir konferansın toplanması fikrini değerlendirmek hususunda mutabık kalmışlardır.

10. BM ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) uzmanlarının katılımıyla yürütülen, alıkonulanlar / kaçırılanların serbest bırakılması, cenazelerin teslimi ve kayıp şahısların tespiti Çalışma Grubu’nun faaliyetlerindeki ilerlemeyi memnuniyet  ile karşılamışlardır.

11. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Sayın Vladimir Putin’in daveti üzerine, bir sonraki toplantılarını Rusya Federasyonu’nda yapmayı kararlaştırmışlardır.

12. Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanları, Tahran’daki Üçlü Zirve’ye evsahipliği yapmalarından ötürü İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Hasan Ruhani’ye içten teşekkürlerini sunmuşlardır.

Yukarıda belirtilen gelişmelerin ışığında, Tahran zirvesinin temel çıkış noktası İdlib’de ateşkes ilan edilmesi Türkiye’nin temel hedeflerindendi. 

Bu bağlamda 17 Eylül’de Soçi’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin’in görüşmesi sonrasında İdlib mutabakatı imzalandı. Türkiye İdlib’deki radikal grupları ikna ederek ağır silahların 15-20 km’lik bir alandan uzaklaştırılmasını ve söz konusu bölgeyi tampon bölge ilan edilmesi için adeta ikna etme pozisyonundadır. Başka bir ifadeyle Soçi’deki zirveye Türkiye’nin Rusya ile radikal unsurlar arasında dolaylı olarak arabulucu görevi gördüğünü söylemek yanlış olmaz. 


    Bu bakımdan eğer ki Türkiye’nin İdlib’de bulunan radikal guruplarına yönelik ikna çabası kısa veya orta vadede başarılı olmazsa kentin yeniden rejim ve Ruslar tarafından bombalanmaya başlanacağını öngörmek mümkündür. 

İdlib Rusya-İran ve Rejim İçin Ne Anlama Geliyor? 

İdlib’in stratejik bir öneme sahip olmasıyla birlikte 8 yıldır devam eden Suriye iç savaşında kazanan tarafın olmamasından dolayı Esed rejimi ve Rusya’nın kenti kontrol ederek zafer ilanı çabaları içinde oldukları söylenebilir.

 Dolayısıyla Soçi zirvesinde rejimin ve Rusya’nın saldırıları önlendi, ancak orta vadede tekrardan kontrol amaçlı İdlib’e saldırılar düzenlenebilir. 

Örneğin el Kaide bağlantılı gurupları terör varlığı olarak gerekçe gösterilerek saldırılar başlatılabilir. İdlib’in tamamen tüm terör örgütlerinden temizlenmesi kısa vadede oldukça zor gözükmektedir. Çünkü İdlib’de radikal terör örgütleri içerisinde ılımlı gurupları ayırt etmek pek kolay görünmüyor. 

Türkiye’nin Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı’nın Suriye’deki Operasyonları Başarılı mı?

Suriye’de yalnızca askeri olarak varlık göstermenin yeterli olmadığı, ülkedeki vekalet savaşlarının yanında istihbarat savaşının olduğu ortadadır. Türkiye’nin 2016 yılından beri Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ile Suriye’de düzenlediği sınır ötesi operasyonlarının başarılı olmasındaki temel etken; Türk Silahlı Kuvvetleri ile İstihbarat birimleri arasındaki koordinasyondur. 

Eğer ki Suriye topraklarında Türkiye’nin istihbaratı güçlü bir şekilde çalışmış olmasaydı askeri operasyonları da eksik kalırdı. Dolayısıyla TSK ile MİT’in Suriye’de koordineli olarak çalışmasının ciddi başarılar elde ettiği görülmektedir. Öte yandan, Türkiye’nin Suriye topraklarındaki yerel muhalif guruplarla yakından teması da başarısında etkendir. Gerek Özgür Suriye Ordusu’nu kontrolünde tutması gerekse sahadaki birçok gurubun içerisinde istihbarat 
toplama kabiliyeti Türkiye’nin Suriye sahasındaki operasyonel gücünü artırmaktadır.

    Bu nedenle, Türkiye’nin istihbarati başarısını önemli operasyonlarla gösterdiğini söylemek mümkündür. Örneğin 12 Eylül 2018 tarihinde 
MİT’in bizzat kendi elemanlarıyla herhangi bir dış istihbaratlardan destek almadan 53 vatandaşın hayatını kaybettiği Reyhanlı saldırısının planlayıcısı terörist Yusuf Nazik’i Suriye’nin Lazkiye kentinde yakalaması ve Türkiye’ye getirmesinin ciddi bir çalışma olduğunu kabul etmek gerekir. Lazkiye’de bulunan Rus ve Rejim güçlerine rağmen operasyon yapmak meşakattli bir durumdur. Terörist Nazik operasyonundan sonra bu kez 14 Eylül’de MİT, Zeytin Dalı Harekatı sırasında Piyade Üsteğmen Oğuz Kaan Usta ve Piyade Uzman Çavuş Mehmet Muratdağı’nın şehit edilmesi ve akabinde Usta’nın naaşının kaçırılması olayına karışan 9 teröristin Afrin’in Raco beldesinde yakalanıp Türkiye’ye getirdi. 
Bu tür operasyonların Suriye topraklarında yapılmasının en önemli göstergesi dünya kamuoyuna Türk istihbaratının Suriye’de ne kadar etkin olduğunu ve gerektiğinde operasyon yapabilecek güçtedir mesajını da vermektedir. Yukarıda belirtilen gelişmeler değerlendirildiğinde, Türkiye’nin Suriye meselesinde diplomatik, askeri ve istihbarati olarak var olmasının kendi sınır güvenliğini ve ulusal güvenliğini korumak bakımından hayati öneme sahiptir. 


www.bilgesam.org
BİLGESAM Hakkında
BİLGESAM, Türkiye’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından biri olarak 2008 yılında kurulmuştur. 

Kar amacı gütmeyen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu olarak BİLGESAM; Türkiye’deki saygın akademisyenler, emekli generaller ve diplomatların katkıları ile çalışmalarını yürütmektedir. Ulusal ve uluslararası gündemi yakından takip eden BİLGESAM, araştırmalarını Türkiye’nin milli problemleri, dış politika ve güvenlik stratejileri, komşu ülkelerle ilişkiler ve gelişmeler üzerine    yoğunlaştırmaktadır. BİLGESAM, Türkiye’de kamuoyuna ve karar alıcılara yerel, bölgesel ve küresel düzeydeki gelişmelere ilişkin siyasal seçenek ve tavsiyeler sunmaktadır.

Yazar Hakkında;

Ali SEMİN.,

Mart 2011’de BİLGESAM Ortadoğu Araştırmaları Uzmanı olarak başlamış olduğu görevine, 1 Eylül 2015 tarihinden beri Araştırma Koordinatörü 
olarak çalışmalarına devam etmekte olan Ali Semin, Orta Doğu siyaseti, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, Türk-Irak ilişkileri, Irak’ın iç ve dış 
politikası, kuzey Irak’ın siyasi yapısı, Türkmenler, Iraklı Kürtlerin bölgesel ve küresel güçlerle ilişkileri, Körfez ülke- leri, İran, Suriye, Libya, 
Mısır, Tunus, Filistin sorunu, Hizbullah ve Hamas konularıyla ilgilenmektedir. 
Semin, 2012 yılından itibaren Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler doktora programına devam etmektedir.


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder