19 Şubat 2020 Çarşamba

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 4

21. YÜZYILDA TÜRKİYENİN ENERJİ STRATEJİSİ. BÖLÜM 4



iii. Nükleer Enerjide “Emniyet ve Küresel Güvenlik kırılması”

   Maliyeti açısından uygun olan enerji teknolojileri gelişene kadar (zamanlama belirsizliği), nükleer enerji, hem enerji güvenliği hem de çevre sürdürülebilirliği açısından cazip bir seçenek olmaya devam edecektir. Ancak, çok sayıda yeni ülke nükleer enerji üretmeye talip olduğu ölçüde, küresel emniyet riski de buna bağlı olarak artacaktır. Aynı şekilde, yerel düzeyde nükleer yakıt zenginleştirme ve tekrar işleme kapasitesine sahip olma isteği, nükleer güvenlik riskini önemli ölçüde artıracak ve dünyada nükleer enerjinin seyri önünde büyük bir engel teşkil edebilecektir.
    Nükleer enerji alanındaki mevcut küresel güvenlik sisteminin, nükleer güce sahip ülkelerin sayısının hızla artması karşısında giderek yetersiz kaldığı görülmektedir. Küresel nükleer enerji planlarında ve projeksiyonlarında, bu temel küresel güvenlik kaygısı hafife alınmamalıdır. Aynı şekilde, nükleer güce sahip ülkelerin sayısı arttıkça, emniyet riskleri, küresel tartışmada çok daha fazla öne çıkan bir unsur haline gelecektir.

   Çernobil, Three Mile Island, Fukuşima gibi emniyet hatalarından kaynaklanan kazaların ya da meydana gelebilecek nükleer güvenlik hadisesinin, küresel nükleer emniyet/güvenlik düzeni üzerinde derin bir etkisi olacağına kesin gözüyle bakılabilir. Bu gibi tecrübelerin, nükleer enerjinin küresel olarak yayılmasında, dolayısıyla da küresel enerji arzında önemli kırılmalara neden
olması muhtemeldir.

    Söz konusu küresel belirsizlik unsurunun, ulusal enerji politikalarındaki stratejik hesaplara dahil edilmesi gerekmektedir.

Nükleer enerjinin küresel güvenlik ve emniyet boyutları, bu rapor çerçevesinde ele alınan üçüncü belirsizlik ve potansiyel yapısal kırılma unsurudur.

b) Türkiye’nin Küresel Belirsizliklerin Şekillenmesinde Bir Rolü Var Mıdır?

    Yukarıda tanımlanan üç temel yapısal kırılma unsuru, küresel olarak şekillenmektedir. Ulusal enerji politikası üzerinde düşünürken, Türkiye’nin; belirsizliği azaltmak ya da belirsizliğin kendi lehine çözülmesini sağlamak için yeterli ağırlığa ya da önemli avantajlara sahip olup olmadığını değerlendirmek önem taşımaktadır. Böyle bir ağırlığın yeterli olmaması durumunda, ulusal politika, yukarıda tarif edilen küresel yapısal değişimlere karşı koyabilecek enerji sistemlerinin tasarlanmasına ve hayata geçirilmesine odaklanmalıdır.

   Türkiye, belli miktarda yerli kömür kaynağına sahip olan, ancak ithal petrole ve gaza yüksek oranda bağımlı, ağırlıkla fosil yakıt tüketen bir ekonomidir. Tüketici olarak oldukça büyük bir pazara sahiptir, ancak bu küresel dengeleri etkileyecek büyüklükte değildir. Bu nedenle Türkiye, ne stratejik bir enerji üreticisi ne de tüketicisidir. Ancak, stratejik petrol ve gaz bölgelerine komşu
olan, önemli bir petrol transit ve önemi giderek artan potansiyel bir doğalgaz transit ülkesidir. Türkiye’nin sistematik olarak önemli bir petrol ve gaz transit oyuncusu olarak ön plana çıkmasını geciktiren en önemli unsur bölgedeki petrol ve gaz üreticisi ülkelerin çoğunun iç ve dış siyasi engellerinin bulunmasıdır. Yine de Türkiye’nin mevcut transit ülke statüsü, daha da önemlisi bir transit ülke olma potansiyeli, stratejik planlamada göz önünde bulundurulması gereken kilit bir avantajdır.

Yeni enerji teknolojilerinin zamansal belirsizliğine gelince, Türkiye, yenilenebilir enerji, verimlilik ya da temiz fosil yakıt teknolojilerinde henüz dünya ölçeğinde etki yaratacak temel yeteneklere sahip bir ülke konumunda değildir. Türk ekonomisi, yeni teknolojilerde büyük ölçekli üretim suretiyle maliyetleri aşağı çekmek için gerekli pazar büyüklüğüne de sahip değildir.

Ayrıca Türkiye, yeni teknolojilerdeki küresel zamansal belirsizliği azaltma ya da şekillendirme konusunda da öncü bir rol oynamaya hazır değildir.

O nedenle, Türkiye, orta ve uzun vadede küresel ekonomide başını teknolojinin çektiği enerji dönüşümünde kademeli olarak ağırlık kazanmasını sağlayacak entelektüel ve kurumsal yeteneklere yatırım yapmalıdır. 

Türkiye, bununla birlikte, maliyet açısından fosil yakıtlarla rekabet edebilecek yeni enerji teknolojilerinin hızla hayata geçmesini kolaylaştıracak esnek enerji altyapı yatırımlarını planlamaya ve gerçekleştirmeye de odaklanmalıdır.

Aynı şekilde, Türkiye, nükleer enerjide avantaj olarak kullanabileceği teknik yetkinliğe henüz sahip değildir. Ancak, daha önce de değinildiği üzere, nükleer enerjinin gelişmesinde kırılmaya sebep olabilecek yapısal değişiklikler, uluslararası güvenlik ve emniyet konularıyla alakalı olacaktır. Türkiye’nin ulusal enerji politikası, uluslararası düzeyde nükleer enerji karşıtı muhtemel bir yapısal değişimin olumsuz yansımalarına karşı koymak üzere tasarlanmalıdır. 

Bu doğrultuda, Türkiye’nin bölgesindeki önemli rolü ve küresel sorumlulukları üstlenme iradesi avantaja dönüşebilir. Türkiye, güvenli ve emniyetli küresel nükleer enerji rejiminin tasarlanmasında, daha da önemlisi uygulanmasında pekâlâ asli rol üstlenebilir. Türkiye’nin nükleer enerji politikasının, nükleer emniyet ve küresel güvenlik ile ilgili açık bir yol haritası olmalıdır. Nükleer enerjinin emniyet ve küresel güvenlik boyutuna entelektüel ve diplomatik yatırım yapan ülkelerin, orta ve uzun vadede olası emniyet ve güvenliği
ilgilendiren kırılma senaryolarından asgari zarar görerek çıkması muhtemeldir.

c) Temel Belirsizlikler Politika Tasarımında Neden Önem Taşımaktadır?

Söz konusu üç temel yapısal kırılmayı birleştiren özellik, sistemi etkileyecek ölçüde önemli ve hızlı değişim içermeleridir. Küresel fosil yakıt piyasası yapılarında niteliksel dönüşüm olasılığı, farklı yeni enerji teknolojilerinden hangisinin ne zaman öne çıkacağı konusundaki belirsizlik ve nükleer enerjinin küresel ölçekte kullanımına engel olacak yapısal bir değişiklik kırılma unsurlarını
oluşturmaktadır.

    Bu unsurlara karşı geliştirilecek politikalar; güvenlik, maliyet ve sürdürülebilir lik açısından ulusal öncelikleri koruyabilecek enerji sistemlerinin tasarlanmasını gerektirmektedir.
Bu nedenle, yapısal kırılganlık unsurları göz önünde bulundurularak, bu raporun tamamında, politika tasarımında öncelik şu konulara verilmiştir:

i. Gerektiğinde hızlı hareket edebilme esnekliği sağlayacak düşük maliyetli seçeneklerin yaratılması ve

ii. Politikalarda hızlı ve gerekli değişikliklerin maliyetini yükseltebilecek geri dönülmez yatırımlara ihtiyatla yaklaşılması.


( ÖNERİ 1: )


Fosil yakıt ticaret rejimlerinde sessizce gerçekleşen yapısal değişimler, teknolojik ilerlemenin öngörülemeyen hızı, nükleer emniyet ve küresel güvenlik krizleri, enerji alanının yapısında var olan yapısal kırılma unsurlarıdır. Enerji politikaları, beklenmedik olumsuz değişikliklere karşı koyabilecek ve hızla gelişen olumlu değişimlerden de faydalanacak şekilde tasarlanmalıdır. Esneklik sağlayacak seçeneklere yatırım yapılması ve politika değişimine engel olabilecek kilitlenmelerin önüne geçilmesi en temel politika öncelikleri olmalıdır.

Bu amaca ulaşmak için,

i- Kamusal yaklaşım, enerji politikalarında esnekliği sağlamanın ilave yatırım maliyetleri olacağının bilincinde olmalıdır. Esnekliği sağlamak için ilave maliyetleri göze alan politika tercihleri yadırganmamalıdır,

ii- Ancak karar alıcıların esneklik iddiası ile yüksek maliyetli yanlış kararlarının peşinen kabullenilmesinin önüne geçmek için, bu maliyetler bağımsız kurumsal mekanizmalar tarafından izlenmelidir. )


Rapor, kaynakların, tedarikçilerin, arz güzergâhlarının, farklı teknolojilere yatırımın çeşitlendirilmesini gözeten daha geleneksel enerji politikalarını bu çerçeveye yerleştirmektedir. Bu geleneksel politikaların altında yatan riski dağıtma yaklaşımı, sürekliliğin bulunduğu koşullarda son derece faydalı olmakla beraber, söz konusu yaklaşımın yapısal değişimlere karşı koyabilecek
stratejilerle tamamlanmaya ihtiyacı vardır.

   Çalışma Grubu raporu, Türk enerji sektörüne kısa bir girişten sonra, bu bölümde saptanmış olan üç enerji alanı çevresinde kurgulanmıştır. Bu kurgu, enerji sorununu, ana hatlarıyla, “fosil yakıtlara erişim”, “teknolojilere erişim” ve “nükleer enerjiye erişim” (yakıtlar ile teknoloji arasında melez bir alan) konularına ayıran bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

II- TÜRKİYE’NİN ENERJİ TABLOSU: KARŞILIKLI BAĞIMLILIKLAR VE AVANTAJLAR

Küresel enerji alanındaki çeşitli belirsizliklerin etkileşimi ele alınmadan önce, ilk olarak Türkiye’nin enerji tablosunun ana hatlarıyla değerlendirilmesi gerekmekte dir. Makro düzeyde, Türkiye’nin enerji ihtiyacının büyük kısmı ithal fosil yakıtlar ile karşılanmaktadır. Enerji faturası ulusal ekonomi üzerinde ağır bir yük oluştur makta ve ülkenin bugünkü yapısal cari açık sorununu derinleştirmektedir.
Genel strateji olarak, bu yapısal ve maliyetli bağımlılığın giderilmesine yönelik en belirgin çözümler yerel enerji kaynaklarının artırılması ve enerji verimliliği önlemleri sayesinde enerji tüketiminin azaltılmasıdır. Ancak her ne kadar her iki
yönde de çabalar mevcut olsa da, sonuçlar henüz istenilen düzeye ulaşmamıştır.

Enerji arzının ithal fosil yakıtlara aşırı bağımlılıktan yenilenebilir ve nükleer enerji gibi enerji teknolojilerine kaydırılması bir başka olası yapısal çözümdür. Ancak, bu teknolojiler ulusal olarak üretilmeyip ithal edildiği ölçüde, yeni teknolojiler toplam dış ödemeleri azaltmak yerine bu ödemelerin zamanlamasını değiştirecektir.1

Aşağıdaki bölüm, raporun geriye kalan kısmı ile bir bütünlük sağlayacak şekilde kurgulanmakta ve genel hatlarıyla daha önce belirlenen çerçeveyi izlemektedir. Öncelikli olarak, özellikle arz kaynakları üzerinde durularak, Türkiye’nin fosil yakıta dayalı enerji profili anlatılmaktadır. İkinci bölümde, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji ve temiz fosil yakıt teknolojilerine duyulan ihtiyacı ortaya koymak üzere, enerji ve CO2 yoğunluğu konuları ele alınmaktadır. 
Bu doğrultuda, Türkiye’nin nispi teknik yeteneği ile ilgili veriler incelenmekte, son olarak da, Türkiye’de nükleer enerji konusuna ilişkin birkaç önemli gözlem paylaşılmaktadır.

a) Fosil Yakıtlar

i. Türkiye’nin fosil yakıtlara bağımlılığının boyutları nedir?

   Fosil yakıtlar, toplam küresel birincil enerji arzının yüzde 81’ini kapsayarak, en büyük enerji kaynağını oluşturmaktadır.2 

   Bu yüksek kullanım oranının azalması beklenmekle birlikte, fosil yakıtlar önümüzdeki onyıllarda da temel enerji kaynağı olmaya devam edecektir. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA), World Energy Outlook (WEO) 2012 raporundaki fosil yakıt kullanımının asgari seviyede olduğu senaryoda bile, küresel fosil yakıt kullanım oranının 2035 yılında toplam içerisinde %63 düzeyinde olacağı tahmin edilmektedir. Senaryonun iyimser varsayımları düşünüldüğünde, %63 düzeyinin 2035 yılı için bir alt sınır olması muhtemeldir.

   Türkiye’nin toplam birincil enerji tüketiminde fosil yakıtların payı, %89,3 oranıyla, dünya ve OECD ortalamalarından bir hayli yüksektir (Tablo 1). Bu durum, hem uzun vadede fosil yakıt bağımlılığını azaltmak lehine güçlü bir uyarı, hem de kısa vadede Türkiye’nin enerji politikası planlanırken göz önünde bulundurulması gereken önemli bir baskı unsuru niteliğindedir. Tablo 1’de gösterildiği gibi, fosil yakıt paylarının en yüksek olduğu coğrafyalar, kaynak bakımından zengin bölgeler ile hızla büyüyen Çin ekonomisidir. Fosil yakıt kaynakları sınırlı olmasına  rağmen, Türkiye’nin tabloda kaynak bakımından zengin bölgelere yakın bir sırada yer alması çelişkili bir durum yaratmaktadır.

   Türkiye’nin toplam birincil enerji arzında petrolün payı, dünya ortalamasından düşük, OECD ortalamasının ise epeyce altındadır

TABLO 1 

(Tablo 1). Bu durum da büyük ölçüde halihazırdaki araç stokunun OECD düzeylerine kıyasla düşük olmasının yansımasıdır (Şekil 1).
  

ŞEKİL 1 

   Araç stokunun nispeten sınırlı olması, kısmen ülkenin refah düzeyiyle açıklanabilir olmakla beraber, yakıt vergilerinin yüksek olması da Türkiye’de otomobil sayısını sınırlayan diğer bir unsurdur.3 4 Mevcut vergi rejimi otomobil talebini sınırlamakla birlikte, orta ve uzun vadede yükselen refah düzeyinin otomobil sahipliğini artıracağına kesin gözüyle bakılabilir. Bununla bağlantılı olarak petrol talebinde meydana gelecek artış, enerji politikalarını planlayanlar için göz önünde bulundurulması gereken önemli bir husustur.

   Öte yandan, Türkiye’nin birincil enerji arzında kömür kullanımının payı dünya ortalamasının biraz üzerinde, OECD ortalamalarının ise bir hayli ilerisindedir. Kömür, Türkiye’deki tek önemli yerli fosil yakıt kaynağı olduğundan, enerji güvenliğiyle ilgili kaygılar, kömüre olan yüksek bağımlılığı kısmen açıklamakta dır. Ancak, enerji arzında kömürün payının sırasıyla %66 ve %41 olduğu Çin ve Hindistan’ın aksine, Türkiye’nin yerli kaynağına bağımlılığı nispeten daha dengelidir.

   Halihazırda, politika yapıcılar arasında, Türkiye’nin birincil enerji arzında kömürün payını önemli ölçüde artırma yönünde güçlenen bir eğilim gözlenmekte dir. Kömürün payını 2020 yılına kadar %37’ye yükseltme hedefi,5 Türkiye’nin, CO2 salınımları nedeniyle gelişmekte olan kömür karşıtı küresel duruşla doğrudan çelişmesini ve uluslararası siyasi direnişle karşılaşmasına sebep olabilir. Çin ve Hindistan gibi birincil kaynak olarak yüksek oranda kömür kullanma tercihi, Türkiye için de izlenebilecek yol olarak değerlendirilebilir. Ancak önümüzdeki dönemde bu gibi büyük oyuncuların kendi birincil enerji arzında kömürün payını kademeli olarak düşürmeleri halinde, bu gelişme siyasi
olarak arkasında durulması güç bir argümana da dönüşebilir (Tablo 2).



TABLO 2

Son olarak, Türkiye’nin birincil enerji arzında doğalgazın payı, yerli gaz kaynaklarına sahip olmayan ülkeler arasındaki en yüksek oranlardan biridir. Bu durum esas olarak, Soğuk Savaş ertesinde komşulara enerji bağımlılığının verdiği rahatsızlığın azalması sonucu Türkiye’nin enerji portföyüne doğalgazı da ekleme yönünde 1990’larda alınan kilit bir siyasi kararın yansımasıdır. Doğalgaz on yıl içinde, Türkiye’nin enerji arzının hızla çok önemli bir bileşeni haline gelmiştir (Şekil 2).

Türkiye’nin birincil enerji arzında kömürün payı artarken, doğalgazın payının 2020’de %23,7’ye düşeceği tahmini (Tablo 2) değişen risk algılarının yansıması olarak yorumlanabilir. Çok sınırlı sayıda komşu tedarikçiden doğalgaz ithalatı, riskli bir karşılıklı bağımlılık durumunu beraberinde getirmektedir. Ancak, sonraki bölümde tartışılacağı gibi, bu riskin küresel gaz piyasalarındaki olası dönüşüm bağlamında yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.



ŞEKİL 2 



TESPİT 1 


ii. Türkiye fosil yakıtlarda önemli bir küresel oyuncu mudur?

    Türkiye’nin yerli petrol ve doğalgaz üretimi çok sınırlıdır. 2011 yılında ham petrol ve petrol ürünleri arzının %93,4’ü,6 gaz arzının da %98,2’si ithal edilmiştir. Türkiye yerli kömür kaynaklarına sahiptir ve 2011 yılında kömür ihtiyacının sadece %26’sı ithalatla karşılanmıştır.7
    Türkiye’nin enerji üreticisi olarak küresel bir oyuncu olmadığı açıktır. Küresel petrol, gaz ve kömür üretimindeki payı ise marjinaldir (Tablo 3).

2011 yılında, Türkiye’nin petrol, gaz ve kömür tüketiminin küresel arz içindeki payı, sırasıyla %0,8, %1,4 ve %1,4 seviyelerinde gerçekleşmiştir (Tablo 3). Türkiye, 2011 yılı itibarıyla, ülkeler arası tüketim sıralamasında, petrol, gaz ve
kömür cinsinden birincil enerji tüketiminde sırasıyla 28., 19. ve 13. sırada yer almıştır.8 Dolayısıyla, Türkiye dünyanın en büyük enerji tüketicileri arasında da değildir.



TABLO 3 
Kaynaklar: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, 2011 Yılı Genel Enerji Dengesi & BP Statistics 2012 & EIA International Energy Statistics 2011 & Eni World Oil and Gas Review 2012


   Türkiye’nin ithalatının küresel enerji ticaretindeki payı, enerji alanındaki göreceli ağırlığının bir başka ölçütüdür. 2011 yılı itibarıyla, Türkiye’nin petrol, gaz ve kömür ithalatı, bu metaların küresel ticaretinin sırasıyla %1,1, %4,3 ve %2,1’i düzeyinde gerçekleşmiştir (Tablo 3). Türkiye’nin petrol ve kömür ticaretindeki payı büyük olmasa da, dünyanın en büyük 8. doğalgaz ithalatçısı konumunda olması önemlidir.9

Satıcının ve alıcının genellikle boru hatları ve uzun vadeli ikili sözleşmelerle birbirine bağımlı olduğu gaz piyasaları hâlâ bölünmüş olduğundan, Türkiye’nin doğalgaz ticaretindeki payı özellikle önem taşımaktadır.

Tablo 4, Türkiye ile doğalgaz tedarikçileri arasındaki karşılıklı bağımlılığı göstermektedir. Boru hattıyla gaz ihraç eden üç ülkenin

–Rusya Federasyonu, İran ve Azerbaycan– Türkiye’nin toplam gaz kullanımı içindeki payı oldukça yüksektir. Ancak, Rusya Federasyonu’nun doğalgaz ihracatında Türkiye’nin payının %10’un üzerinde olduğuna ve Türkiye’nin İran ile Azerbaycan’ın ihraç ettiği gazın çok önemli bir alıcısı konumuna dikkat çekmek gerekir. Dolayısıyla genel resme bakıldığında, Türkiye’nin boru hatlarına
dayalı mevcut doğalgaz ticareti, tedarikçi ülkeler ile önemli karşılıklı bağımlılıklar yaratmaktadır.



TABLO 4  
Kaynaklar: BP Statistics 2012 & Azerbaycan Cumhuriyeti Resmi İstatistik Kurumu, http:// www.stat.gov.az


5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder