16 Şubat 2020 Pazar

ULUSLARARASI GELİŞMELER IŞIĞINDA TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ., BÖLÜM 5

ULUSLARARASI GELİŞMELER IŞIĞINDA TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ., BÖLÜM 5



6. 2010 Sonrası Gelişmeler 

< Uluslararası toplum Mısır’daki darbede olduğu gibi esneklik göstererek farklı uygulamalara gidince Türk dış politikasında benzer bir esneklik sağlanamamış, idealist politikalar sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başlamıştır. >

2000’li yılların başlarındaki vizyon, hedef ve prensipler doğrultusunda gerçekleştirilen politika ve uygulamalar, Orta Doğu’da yaşanan hızlı değişim ve 
gelişmeler sonrasında her geçen gün sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başlamıştır. İdealist yaklaşımlar çerçevesinde ahlaki, adil ve değerler çizgisinde 
kurulması arzu edilen küresel ve bölgesel sistemler üzerine yoğunlaşılmıştır. Türkiye başlangıçta bölgesel bir güç, daha sonra küresel bir aktör ve müteakiben küresel bir güç olarak değerlendirilmiş, bu doğrultuda söylem, hedef ve politikalar gündeme gelmeye başlamıştır. Söylemler, özellikle Avrupa ve 
ABD medyalarında “Türkiye eksen mi değiştiriyor, Batı’dan ayrılıyor mu?” yönündeki algıları kuvvetlendirmiştir. Bu görüş doğrultusunda hareket eden 
müttefik ve müttefik olmayan devletler, güvenlikleri ve bazı önemli çıkarlarının tehdit edildiği izlenimine kapılarak Türkiye’nin bölgedeki etkisini engelleme 
çabası içine girmiştir. Bu ihtimal dikkate alınmadığı için Türkiye yıpratılması gereken hedef ülke durumuna gelmiştir. 

< AB ile müzakerelerin yavaşlaması ve ilişkilerin bozulması, Rusya ile ilişkilerin gelişmesi ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olunması yönündeki söylemler bu olumsuzlukları derinleştirmiştir, >

Bu kapsamda Türkiye, Brezilya ve İran arasında geliştirilen “Tahran Anlaşması” ilk hayal kırıklığının yaşanmasına neden olmuştur. Mayıs 2010’da Türkiye, 
İran ve Brezilya arasında uranyum takası konusunda mutabakat metni imzalanmıştır. Düzen kurucu ülke olarak proaktif bir anlayışla gerçekleştirilen 
bu anlaşma BM Güvenlik Konseyi’nden destek alamamıştır. ABD’nin girişimiyle İran’a ağır yaptırımlar uygulanmasını öngören 1929 sayılı karar Haziran 
2010’da Türkiye ve Brezilya’nın ret oyuna rağmen BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilmiştir.68 Ayrıca bu gelişme ABD’nin büyük tepkisine neden olmuş 
ve Türkiye’nin Batı bloku içindeki yeri sorgulanmaya başlamıştır. 

Türk dış politikasının Batı ile ters düşme süreci Mavi Marmara olayı ile hızlanmıştır. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo konusuna uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerken, İnsani Yardım Vakfı’nın organizasyonu ile Mavi Marmara adlı gemi, Gazze’ye yardım malzemeleri götürmek üzere bir grup gemi ile birlikte yola çıkmıştır. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yakın uluslararası sularda İsrail Ordusu’nun gemiye asker çıkarması üzerine organizasyon amacına ulaşamamış ve İsrail komandoları tarafından 9 Türk öldürülmüş, 30 kişi ise yaralanmıştır.69 Bu noktada, Türkiye-İsrail ilişkileri 
derin yara almıştır. Türkiye her platformda İsrail’e karşı ağır eleştirilerde bulunmuş ve İran’ın nükleer silah elde etmeye çalıştığı konusunda yapılan eleştiriye her zaman İsrail’in nükleer silahları konusunu gündeme getirerek cevap vermiştir. Bu durum Tahran Anlaşması’yla başlayan olumsuz süreci daha da kötü hale getirmiştir. 

<   Gücün olduğundan büyük değerlendirilmesi ve bu doğrultuda söylem, hedef ve politikaların geliştirilmesi; olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. >

Büyük Orta Doğu Projesi ve Medeniyetler İttifak’ı ile Orta Doğu’da cazibe merkezi haline gelen Türkiye, Arap Baharı sürecinin başlangıcında bölgedeki 
etkinliğini artırmaya çalışmıştır. Sıcak çatışmaların tarafı olmadan, daha çok insani yardım ve Libya’da olduğu gibi tahliye harekâtı ile gündemde yer 
almıştır. Türkiye gelişen özgürlükçü yaklaşımı, demokrasisi, ekonomisi ve artan refahı ile Orta Doğu halkları için örnek bir ülke konumuna gelmiştir. 

TESEV tarafından 2011’de Orta Doğu ülkelerinde yapılan bir araştırmada “Türkiye, Orta Doğu ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna 
katılanların % 61’i “Evet” demiştir.70 Nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olması ve Batı dünyası içindeki yeri Türkiye’yi ayrıcalıklı bir ülke konumuna 
yükseltmiştir. Tunus ve Mısır’da devrimler sonrası iktidara gelen yönetimler yüzünü Türkiye’ye dönmüştür. Bu durum Türkiye’nin özgüvenini artırmış, 
Ankara küresel bir güç gibi özerk politikalar uygulamaya ve Orta Doğu’da düzen kurucu bir ülke olarak hareket etmeye başlamıştır. Bu kapsamda Müslüman 
Kardeşler ile ilişkilerini hızla geliştirmiş ve HAMAS ile daha da yakınlaşmıştır. 

Bu sayede Orta Doğu’daki etki alanını eski Osmanlı coğrafyasına 
genişletebileceğini değerlendirmiştir. 

< “Türkiye eksen mi değiştiriyor, Batı’dan ayrılıyor mu?” yönündeki algıları kuvvetlendirmiştir. >

Türkiye, Suriye’de halk hareketleri ayaklanmaya dönüşünce, kısa bir süre Esed rejimini reformlar yapmaya teşvik etmiştir. Bunda başarılı olamayınca, 
Esed’le ilişkiyi kesmiş ve halkın yanında yer almıştır. Düzen kurucu bir ülke olarak Suriye’de muhalefeti teşkilatlandırmaya çalışmış, Suudi Arabistan ve 
Katar’la birlikte muhaliflere her türlü yardımı yapmıştır. İran ise gelişmeleri Nusayri Esed yönetimine karşı Sünnilerin bir savaşı olarak değerlendirmiş ve 
kendi çıkarlarına tehdit olarak görmüştür. Tahran ayrıca Irak’ta Şii yönetimin Sünniler üzerindeki hâkimiyetini de geliştirmesini desteklemiştir. 

Bahreyn, Yemen, Katar ve Suudi Arabistan’da Şii ayaklanmalarına karşı yapılan operasyonlara tepki göstermiştir. Orta Doğu’da Şii-Sünni gerilimi ve İran-Türkiye, İran-Suudi Arabistan rekabeti artmaya başlamıştır. 

Türkiye’nin dış politikasında yaşanan en olumsuz gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin etkisiyle Arap Baharı’nın tersine dönme sürecinde yaşanmıştır. 
Libya’da Eylül 2012’de ABD Büyükelçiliği’nin basılması, Büyükelçi ve 3 elçilik personelinin öldürülmesi sonrasında Arap Baharı’nda süreç tersine dönmüştür. Arap Baharı ile Batı değerlerinin bölgeye yerleşmesinin kendi çıkarlarına uygun olduğunu değerlendiren ABD, gelişmelerin kendi çıkarlarına hizmet etmediğini görünce farklı bir politika uygulamaya başlamıştır. ABD için Orta Doğu’da en büyük tehdit bölge içinden bir gücün gelişerek nüfuzunu artırması ve hâkim bir duruma gelmesidir. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve HAMAS ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuzunu artırması, bölgede oyun kurucu ülke olduğunu ileri sürmesi ve bu doğrultuda hareket etmesi; hem ABD hem de İran’da rahatsızlık yaratmıştır. Hatta Müslüman Kardeşler’le ilişkisi nedeniyle Suudi Arabistan’da dahi rahatsızlık meydana getirmiştir.71 

< Türkiye’nin dış politikasında yaşanan en olumsuz gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin etkisiyle Arap Baharı’nın tersine dönme sürecinde yaşanmıştır. >

Bu dönemde Müslüman Kardeşler’in merkezi Mısır’da, Suudi Arabistan destekli selefi gruplar Cumhurbaşkanı Mursi yönetiminden desteğini çekmiştir. 

Cumhurbaşkanı Mursi, Mısır’ı yönetmekte sorunlar yaşamış ve olaylar çıkmıştır. Halkın tepkisini öne süren Sisi 3 Temmuz 2013’de silahlı kuvvetleri arkasına alarak Mursi yönetimine karşı darbe yapmıştır. “Mursi halk desteğini kaybetti” gerekçesiyle darbe ABD ve Batı tarafından desteklenmiştir. Türkiye darbeyi kınamış ve darbe sonrasında kurulan hükümeti meşru bir yönetim olarak tanımamıştır. Bu gelişmelerden sonra, Mısır’la ilişkiler kopmuş ve Orta Doğu politikaları konusunda ABD ve Batı ile ayrışma derinleşmiştir. 

Yine 2013 yılında Suriye ile kimyasal silahların imhasına yönelik anlaşma imzalandıktan sonra, öncelikli tehdit ortadan kalktığı için ABD ve Batılı 
güçler Suriye’de ılımlı muhalif güçlere yaptığı yardımı kesmiştir. Türkiye, Suriye’deki gelişmeler karşısında yalnız bırakılmış ve uygulamaya çalıştığı 
bütün politikalar bir bir başarısızlığa uğramıştır. Bu süreçte içerideki çözüm sürecini istismar eden PKK terör örgütü Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG 
örgütlenmesine ağırlık vermiş, PYD IŞİD karşısındaki konumu sayesinde giderek dış destek alan bir unsur haline gelmiştir. Sonuçta Suriye’nin kuzeyinde 
Irak’ın kuzeyindekine benzer özerk bir Kürt devletinin temelleri atılmaya başlamıştır.72 Irak’taki iç savaşla merkezi yönetimin dış desteklerle güçlendirilmesi yönündeki gelişme, bölgesel güçler arasındaki bölünmeleri derinleştirmiştir. Rusya’nın Suriye’de Esed rejimini güçlendirme politikası, Türkiye ile Rusya’nın politikalarının ters düşme sürecini başlatmıştır. 

Küresel ve bölgesel güçler tarafından görmezden gelinen IŞİD hızla gelişmiş, Irak ve Suriye’de önemli bir bölgeyi işgal etmiştir. IŞİD’in insanlık dışı eylemleri ve katliamları, uluslararası medyadaki kasıtlı haberler marifetiyle Sünni İslam anlayışıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle ABD ve diğer Batılı devletlerin İran’a yaklaşma girişimleri, Batı-Suudi Arabistan ilişkilerinin girdiği süreç bölgede İran lehine bir görüntü ortaya çıkarmıştır. 

Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması, Esed rejiminin bölgedeki pozisyonunu kuvvetlendirmiştir. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri 
yönlendirebilme kabiliyeti büyük oranda azalmıştır. Uluslararası ilişkiler ve güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine dönmüştür. Gelişmelerin PKK ve 
Kürt dinamiğinin çıkarları doğrultusunda önemli fırsatlar yaratabileceği öngörülememiştir. Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantısı PYD’nin özerk bir Kürt 
devleti kurma ve petrol sahalarını kontrol etme girişimi; Irak’ın kuzeyinde Özerk Kürt Yönetiminin bağımsızlığını ilan etmesi; PKK’nın Türkiye’de özerklik taleplerinin kitlesel halk hareketlerine dönüşmesi risklerine karşı bütüncül politikalar geliştirilememiş ve gerekli tedbirler zamanında alınamamıştır. 

< Gelişmelerin PKK ve Kürt dinamiğinin çıkarları doğrultusunda önemli fırsatlar yaratabileceği öngörülememiştir. >

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak yurt içinde de potansiyel gerilimler artmıştır. Bu bağlamda gerilimler, Gezi Olayları ve 6-8 Ekim Kobani Kalkışması ile 
çatışmaya dönüşmüştür. Çözüm süreci çökmüş ve PKK terör örgütünün eylemleri artmıştır. Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Cizre, Silopi ve İdil, Mardin’in 
Dargeçit ve Nusaybin, Hakkâri’nin Yüksekova ilçelerinde hendek ve barikatlar kurulup “kurtarılmış bölgeler” oluşturulmuştur. Ayrıca Ankara’da sivillere 
yönelik iki büyük terör saldırısı gerçekleştirilmiştir. 

PKK’nın fiili özerk (kurtarılmış) bölgeler kurarak kitlesel halk hareketi ile sonuç alma stratejisi; devletin gösterdiği kuvvetli mücadele iradesi, TSK’nın 
ve diğer güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları, bölge halkının terör örgütlerine destek vermemesi ve hatta direnç göstermesi sayesinde başarısızlığa uğratılmıştır. PKK terör örgütü eylemlerini tekrar kırsala ve büyük şehirlere kaydırmaya başlamıştır. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanması için kapsamlı bir siyaset henüz geliştirilememiştir. 

Türkiye’nin, Suriye’de IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılması sonrasında, IŞİD terör örgütü iç çatışmayı körüklemek maksadıyla Silvan, Diyarbakır, 
Ankara ve İstanbul’da büyük terör eylemleri gerçekleştirmiştir. Özellikle Kilis bölgesi olmak üzere sınır bölgelerimizdeki kentleri Katyuşa roketleriyle 
vurmaya başlamıştır. Buna karşılık Türkiye de uzun menzilli topçu ateşi ve koalisyon güçlerinin hava taarruzlarıyla Suriye’deki IŞİD mevzilerini vurmaktadır. 

Orta Doğu’da meydana gelen kaosun ve uygulanan olumsuz politikaların Türkiye’ye yüklediği en büyük sorunlardan birisi, 3 milyona yakın Suriyelinin 
Türkiye’ye sığınmasıdır. Bu sorun, Türkiye’de bugün ve gelecekte önemli siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve güvenlik problemleri yaratacak potansiyeldedir. 
Ayrıca AB ile ilişkileri de etkilemektedir. 

< Orta Doğu’da meydana gelen kaosun ve uygulanan olumsuz politikaların Türkiye’ye yüklediği en büyük sorunlardan birisi, 3 milyona 
yakın Suriyelinin Türkiye’ye sığınmasıdır.  >

Gelinen noktada Türkiye uluslararası prestijini hızla kaybetmeye başlamıştır. BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için 2008’de yapılan seçimlerde 153 
oy alan ve üyeliğe seçilen Türkiye, 2014’te yapılan seçimlerde sadece 73 oy almış ve üyeliğe seçilememiştir.73 

  TESEV’in Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü ile ilgili yaptığı anket çalışmalarında Orta Doğu halklarının Türkiye’ye olumlu bakışının, 2010 ile 2013 yılları 
arasında %19 civarında bir düşüş yaşadığı görülmektedir.74 

Herkesin güvenilir bir ülke olarak gördüğü ve bütün devletlerle iletişim ve etkileşim kurabilen arabulucu vasıflarına sahip Türkiye, küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlar yaşayan bir ülke konumuna gelmiştir. Batı ülkeleri Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını daha fazla sorgulamaya başlamış ve Orta Doğu’da İsrail, Mısır, Suriye, Irak ve İran’la ilişkiler kötüleşmiştir. Suudi Arabistan ile ilişkiler iyi olarak görülmesine rağmen ilişkilerde güven azaldığı için rekabete dayalı şüpheli yaklaşım devam etmektedir. Yine bölgede etkin olan Rusya ile uçak düşürme olayından sonra ilişkiler kopmuş, düşmanca yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. 

ABD ile güvene dayanan ilişkilerin yerini güvensizlik almış, karşılıklı niyet ve politikalar konusunda şüpheler ön plana çıkmıştır. 

Suriye’nin Türkiye’nin güney sınırına yakın bölgelerinde PKK terör örgütü ve Suriye’deki kolu PYD’nin etkinliği artmıştır. PYD, Ankara’nın tepki göstermesine 
rağmen Türkiye’nin müttefikleriyle bile ilişkiler geliştirebilmektedir. PKK ve YPG, IŞİD, DHKP-C ve MLKP son zamanlarda Türkiye’de eylemlerini yoğunlaştırmıştır. Suriye ve Irak’taki gelişmelerin Türkiye aleyhine şekillenmesi, Türkiye’nin iç güvenlik risklerini daha da yükseltmiştir. 

Türkiye, Orta Doğu vizyonunu ve politikalarını tekrar gözden geçirmek durumundadır. Bu vizyon ve politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına etki edecek olan iç politika ortamı ile bölgesel ve küresel ilişkiler ortamı yeniden şekillendirilmeye çalışılmalıdır. Son aylarda AB ile ilişkiler ortamında tekrar 
yakalanan olumlu zemin hızla geliştirilmelidir. İsrail ile ilişkilerinnormalleşmesine yönelik olumlu gelişmeler sonuçlandırılmalıdır. 2016 yılı içinde Başbakan Davutoğlu’nun İran ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Ankara ziyaretleri faydalı olmuştur. Ayrıca İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve müteakiben Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz ile yapılan görüşmeler önemli girişimlerdir. İran ile başlayan bu diyalog süreci karşılıklı ziyaretlerle sürdürülmeli ve genişletilmelidir. 

<  Herkesin güvenilir bir ülke olarak gördüğü ve bütün devletlerle iletişim ve etkileşim kurabilen arabulucu vasıflarına sahip Türkiye, küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlar yaşayan bir ülke konumuna gelmiştir.  >

Mısır’daki darbe yönetimine rağmen uluslararası toplumun Sisi yönetimi ile ilişkilerindeki gelişmeler dikkate alındığında, Mısır ile ilişkilerin normalleşme 
sürecine girmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin girişimleri ile Mısır ile ilişkiler çok kısa sürede düzeltilebilir. Bölge halklarının beklentisi Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan arasında bölgenin geleceği yönünde bir uzlaşma zemininin oluşturulmasıdır. İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesi, Türkiye’nin tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesini ve bölgede daha fazla dengeleyici rol oynamasını zorunlu kılmaktadır. 

Bu ivme yakalanabilirse küresel güçler de uzlaşma zeminine katkı sağlayabilir. 

SONUÇ VE ÖNERİLER 

Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonu incelendiğinde, 2000’li yılların başında politika oluşum süreçleri ve uygulamalarının kuruluş hedef ve prensipleri 
ile tarihsel deneyimlere büyük ölçüde uygun olduğu görülmektedir. 
Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem 
Batı hem de Orta Doğu ülkeleri arasında takdir edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir. 

Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Bunun nedenleri; vizyon temelli dış politika arayışı kapsamında sahadaki gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika ilişkisinin yanlış kurgulanması; hedeflerin 
belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler, söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır. 

Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu; 
ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel güçlerin beklentileri ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen; bölgesel barış, istikrar ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu önceleyen; bölgedeki farklılıkları dikkate alarak çoğulcu 
bir anlayışı benimseyen; eşitlik temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların bir parçası olmamaya özen gösteren; gerçekçilik ve esneklik prensiplerine uygun 
politikalar üzerine inşa edilmelidir. 

Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumunu pekiştirecek en tutarlı uygulama; sorunların bir parçası olmadan, sorunlara çözüm bulabilecek ve arabuluculuk 
icra edebilecek bir politika üretmektir. Bu politika gereği ittifaklar, kuruluş dönemi dış politika hedef ve vizyonunda olduğu gibi milli menfaatler dikkate 
alınarak gerçekçilik ve dengecilik prensiplerine uygun olarak oluşturulmalıdır. Daha net bir deyişle; Batı’nın ittifak sisteminin parçası olarak gerekenler 
yerine getirilirken, Orta Doğu devletlerinin hassasiyetleri ile tarihi ve kültürel etkileşimler göz ardı edilmemelidir. Bu iki etken arasında konjonktürel durum 
da dikkate alınarak optimal bir denge sağlanmalıdır. 

Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda dikkate alınmalıdır. 

Uluslararası hukuk kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir. 

< Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. >

Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika geliştirme ve uygulama 
sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş 
ve eleştirileri daha fazla dikkate alınmalıdır. 

Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle, daha uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları göz önünde bulundurulmalıdır. 

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı riskleri de dikkate alarak devletlerin egemenlik haklarına saygı gösterilmeli ve içişlerine müdahaleden kaçınılmalıdır. 

< Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda 
dikkate alınmalıdır. >

Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda mümkün mertebe uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa 
tarafsız ve uzak kalınmalıdır. 

Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde istişare mekanizmalarına daha fazla önem verilmeli ve çıkar dengeleri karşılıklı diyaloglarla kurulmaya 
çalışılmalıdır. Karşılıklı diyaloglarda diplomatik nezaket kurallarına uyulmalıdır. 

Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonizm izlenimi veren söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. 

Batı ülkelerince uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle ve bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki kurulmamalıdır. 

Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir. 

Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. İsrail ile ilişkilerin düzeltilme süreci hızlandırılmalıdır. Benzer şekilde 
uluslararası toplumun tutumu da dikkate alınarak Mısır ile ilişkiler yeniden canlandırılmalıdır. 

Suriye politikası bölgede meydana gelen yeni gelişmeler ışığında yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD, Rusya, İran ve Suudi 
Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir. 

Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadeleleri ve bu mücadelede mezhep farkının kullanılmasına rağmen, Türkiye mezhebe dayalı politikalardan 
uzak durmalıdır. 

< Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle, daha uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. >

İran ile bölgesel sorunların çözümüne yönelik diyalog geliştirilmeli ve belirli bir uzlaşma zemini oluşturulmalıdır. 

Suriye politikaları nedeniyle Rusya ile zaten gergin olan ilişkileri daha fazla tırmandırmamak için askeri ve siyasi alanlarda gerginliği artıracak söylem ve 
eylemlerden kaçınılmalıdır. 

6. CI BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR..,,

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder