3 Kasım 2017 Cuma

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 4

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ HAKKINDA, BÖLÜM 4


III. CUMHURİYET DÖNEMİNDE KÜRTLERİN DURUMU 

1. 1923 den Önceki Duruma Bakış 

 Kürt ayrılıkçıları, Kürt Teali Cemiyeti'nin etkinliğini yitirmesinden sonraki dönemde iyi örgütlenememişlerdir. 
Bu durum İngilizlerin değişen Kürt politikalarının sonucu olmakla birlikte, Sevr Antlaşmasından da kaynaklanmaktaydı. Kürt ayrılıkçılarından kimileri, İngilizlere ayak uydurdukları takdirde, hiç olmazsa Sevr’de belirtilen Kürdistan’ı kurabileceklerini zannediyorlardı. Bundan dolayı onlarla ilişkilerini devam  ettiriyorlardı. İngilizler ise, Musul için gerektiğinde kullanabilecekleri düşüncesiyle, Kürtlerle ilişkilerini kesmemişlerdir. 

İngilizlerle ilişkiler açısından bu dönemin etkin isimleri, yine Bedirhan ailesinden Emin Ali, oğlu Celadet ve Halil Bedirhan gibi kimselerdi. 1919-1923 
tarihleri arasında meydana gelen önemli bir gelişme de Bedirhanların Yunanlılarla temas kurarak, Kemalistlere karşı işbirliği yapmaya çalışmalarıydı. 
İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’un raporuna göre bu ilişkinin resmi bir yanı yoktu. Ancak Kürtler İngilizlerin izniyle bu ilişkilerini 
sürdürmek istiyorlardı. İngilizler ise bu ilişkiye pek sıcak bakmıyorlardı. 

Yunanlıların, Kürt ayrılıkçıları desteklemesi fikri, ilk olarak İstanbul’da Yunan Yüksek Komiseri olarak görev yapan ve Emin Ali Bedirhan ile kardeşi 
Hamit Beyle temas halinde bulunan Kanellepulos’tan gelmişti. 1921 başlarında 

Değin Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu, Ankara.1997. 

Yunan Yüksek Komiseri, Hamdi Çavuş adlı bir Kürdü Kürdistan’a yolladı. Hamdi Çavuş Amasya’daki Yunan kilisesine mensup Votsis’le tanıştırıldı. Bu 
buluşmada ne gibi sonuç alındığına ilişkin herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu arada Emin Ali ve Hamit Beyler, Votsis’le ilişki kurarak Yunanlılarla birlikte 
çalışmak istediklerini bildirdiler. Ayrıca Kürt liderler, Yunan ordusunca tutsak edilen Kürtlerin, ileride kullanılacağı düşüncesi ile iyi muamele görmelerinin 
sağlanmasını istediler. Çünkü onlar, Anadolu’ya propaganda amacıyla gönderilebilirlerdi. Bu plan, Yunan kumandanı Papulas’a iletildi istek 
doğrultusunda Kürtlere, Türklerden farklı muamele yaptı. Ekim 1921’de Emin Ali ve Abdurrahman Beyler, Yunan Yüksek Komiseri tarafından sağlanan 
fonlarla Mısır’a gittiler. Emin Ali’nin Yunanca bilen oğlu, Yunanlılarla işbirliği içerisinde Türk kuvvetlerinin üzerine uçaktan atılması için Kürtçe bildiriler yazdı. 
Kürt Mustafa Paşa da, İstanbul’da Ermeni ve Yunanlılarla ilişki içindeydi. Ancak İngilizler onu, Kürdistan’a yollamayı düşünüyorlardı46. 

Anadolu’daki Türk millî hareketin her geçen gün güçlenmesi ve yeni zaferler kazanması, Müttefikleri Ankara hükümeti ile bir anlaşma yapmaya zorlamıştır. Nitekim Mudanya Mütarekesinin hemen ardından Müttefikler, 27 Ekim 1922 tarihli bir notayla Ankara ve İstanbul hükümetlerini “Doğuya kesin bir çözüm getirmek amacıyla” Lozan’da görüşmelere çağırdı .TBMM ise, İstanbul hükümetinin artık Türkiye'yi asla temsil edemeyeceğini belirterek 1 Kasım 1922 
de saltanatı ilga etti. Böylece görüşmelere, Türkiye’yi temsilen yalnız TBMM delegasyonu katıldı. 

Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’ de açıldı. Bazı konulardaki anlaşmazlıklardan dolayı 4 Şubat 1923’te kesintiye uğradı, ancak 23 Nisan’da yeniden başlayarak 24 Temmuz 1923’te antlaşmanın imzasıyla son buldu. 

Lozan’daki görüşmelerde ve imzalanan antlaşmada yer alan Kürtlerle ilgili kısımlar, konu açısından önemlidir. Lozan Konferansı, özellikle Kürtler 
konusundaki İngiliz politikasının açıklığa kavuşturulması açısından önemlidir. Müttefikler ve bu arada İngiltere, artık Ankara Hükümetinden yana ağırlığını 
koyarak Sevr’de öngördükleri sistemi tamamen yıkmışlardır. Dolayısıyla İngiltere için bir Kürt meselesi kalmadı. 2 Ekim 1922’de Bağdat’tan yazan Yüksek 
Komiser Dobbs, hükümetinin Kürt özerkliğinden vazgeçtiğine ilişkin resmi bir açıklama yapmasının Türkleri teskin edeceğini ve böylece sınır görüşmelerinin 
daha rahat yapılabileceğini ileri sürdü. Ortadoğu Masası Başkanı Suckburg ve Dışişleri görüşmeler başlamadan böyle bir deklarasyonun yayımlanmasının erken olacağını bildirdiler47. Böylece Kürtlere, bir dünya savaşı ardından tanınan kendi kaderlerini belirleme hakkı aynı güçler tarafından iptal edildi ve Kürt meselesi uluslararası bir mesele olmaktan çıkartılarak, sınırları içinde kaldığı ilgili devletlerin bir iç meselesi haline getirildi. 

Lozan görüşmeleri sırasında Kürtlere sadece Musul konusunda yapılan görüşmelerde değinilmiş ve adlarını bir tek burada anmışlardır. O dönemde 
önemini neredeyse tamamen yitirmiş olan Kürt cemiyetleri de konferansa herhangi bir başvuruda bulunmamışlardır. Zaten böyle bir şey yapılmış olsaydı 
bile bu başvurunun kabul edilmesi zordu. Çünkü uluslararası ortam Kürt ayrımcılarının seslerini duyurmaya elverişli olmadığı gibi hiç kimse de Kürtlerle 
uğraşma niyetinde değildi. Müttefikler sonunda muhataplarını seçmiştir. Bu muhatap Ankara hükümetiydi ve hükümet Türklerin ve Kürtlerin temsilcilerinden meydana gelmekteydi. İsmet Paşa, konferansta TBMM hükümeti için “Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir; çünkü Kürtlerin gerçek ve 
meşru temsilcileri Millet Meclisine girmiştir ve Türklerin temsilcileriyle aynı ölçüde ülkenin hükümetine ve yönetimine katılmaktadır” demekteydi48. 

Nuri Dersimi’nin Hasan Hayri’den aktardığı bir hatırada da, Kürtlerin o dönemde TBMM’ye ne kadar bağlı olduklarına dikkat çekmektedir. Buna göre Lozan Konferansında Sevr Antlaşması söz konusu olunca Kürtlerin Türklerden ayrılmak isteyip istemedikleri sorulmuş ve bu konu bir telgrafla TBMM’ye bildirilerek açıklama istenmiştir. Bunun üzerine yapılan gizli oturumda Mustafa Kemal, Kürt milletvekillerinin görüşlerini almak isteyince Hasan Hayri söz alarak, Kürtlerin Türklerden ayrılmayacaklarını kesin bir dille açıklamış ve bunu tarihsel olaylarla kanıtlamaya çalışmıştır. Bunun ardından da Kürt milletvekilleri Lozan Konferansına telgraflar çekerek, Kürtlerin Türklerden ayrılmayacaklarını bildirmişlerdir49. 

Lozan görüşmelerinde Kürtleri ilgilendiren bir diğer önemli konu da azınlıklar meselesiydi. Bu konu da İngilizlerin Kürtleri ne kadar gözden çıkarttığını ayrıca göstermekteydi. 

12 Aralık1922 tarihli oturumunda azınlıklar konusu gündeme gelmiş ve İngilizler azınlık kavramını etnik açıdan ele almak istemişlerdir. Fakat Türk 
heyeti, Müslümanlar arasında bu anlamda bir farklılığın söz konusu olmadığını belirterek, Türkiye’de sadece dini azınlıkların olduğunu ileri sürmüştür50. 

 İngiltere, Türk heyetinin çok sert yaklaşımlarını kırmak ve birçok konuda pazarlık gücünü arttırmak istiyordu. Ayrıca bir büyük gücün, Türkiye karşısında 
hemen pes ederek onun fikrine katılması, kendi saygınlığını sarsabilirdi. Nitekim Lozan’da azınlıklar meselesi görüşülürken, çıkan meseleler üzerine, İsmet Paşa, 
adını vermediği bir İngiliz diplomatı görüşmek üzere yanına davet etmiştir. Konferanstaki gergin durumun barış görüşmelerini tehlikeye soktuğunu 
belirtince, İngiliz diplomat azınlıklar konusundaki şiddetli ve büyük gürültüleri doğal saymayı tavsiye ederek, yıllarca birçok vaatlerde bulunarak büyük taahhüt altına girdiklerini, bu yüzden şimdi bunlara son verirken bu kadar merasim yapılmasının yadırganmaması gerektiğini söylemiştir 51. 

Lozan Antlaşmanın muhtevasından da anlaşıldığı üzere, artık Müttefikler için Kürdistan ve Kürt meselesi diye bir şey kalmamıştır. Onlar tercihlerini 
Türkiye’den yana koymuşlardır. Gerçi Musul meselesinden ötürü İngilizler, Kürtleri kullanma niyetlerini saklı tutmaktadırlar, ancak bu Kürtlere bir şey 
kazandırmayacaktır. 

Lozan Antlaşmasının imzalanması, Kürtler ve özellikle de Kürt ayrımcılığı açısından bazı önemli sonuçlar doğurmuştur. İlk olarak, Lozan’la birlikte Kürt 
meselesi, uluslararası niteliğini kesin olarak kaybetmiştir. İkinci olarak, Lozan coğrafî açıdan incelendiğinde, Kürt ayrımcılığı açısından bölücü nitelikte bir 
antlaşmadır. 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla, doğu-batı olarak ikiye bölünen Kürtlerin yaşadıkları bölgeler, Lozan’la kuzey-güney olarak bir kez daha 
bölünmüştür. Üçüncü olarak, Lozan sonrası Kürt ayrımcılarının etkinliklerinin iki açıdan değişime uğradığı görülmektedir. Öncelikle kullandıkları yöntem 
değişmiştir. Önceden diplomatik ve siyasi girişimlerle amaçlarına ulaşmaya çalışan Kürt ayrımcıları bundan sonra, kurdukları örgütlerle isyankar bir tutum 
içerisine yönelmeye başlamışlardır. İkinci değişim, etkinliklerin yönü ve alanı açısındandır. Daha doğrusu yön ve alan açısından bir daralma olmuştur. Önceleri yabancı devletler nezdinde ve uluslararası konferanslarda etkinlik gösterebilen Kürt ayrımcıları artık böyle bir olanağa uzun süre sahip olamayacaktır. Onlar kendi bölgelerinde ve sınırları içinde oldukları devletler nezdinde ayrılıkçı etkinlik yürüteceklerdir. Yani etkinlikleri bölgeselleşmiş tir. 

Buna bağlı olarak, Lozan sonrası, temelde üç ayrı devletin sınırları içinde yer alan Kürtler, bundan sonra haklarını vatandaşı oldukları devletlerden 
isteyeceklerdir. Irak’taki Kürtler, bunu zaman zaman anlaşarak zaman zaman da savaşarak elde etmeye uğraşırken, Türkiye’deki Kürt ayrımcıları yeni örgütler 
kurup çıkarttıkları isyanlarla bu hakları elde etmeye çalışacaklardır. İstedikleri sonucu alamayınca da, uluslararası camiayı bu konuda etkilemeye çalışacaklar, 
ancak uzun süre bunda da başarılı olamayacaktır. 

Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte yurt içinde devrimleri kabul etmeyenlerin yanında bazı Kürt kesimlerinin menfaat ve şahsi nüfus çıkarları, yurt dışında ise 
İngiltere, Fransa, Rusya ve İran gibi ülkelerin tahrikleri sonucu, Kürtçülük fikri ön plana çıkmaya başlamıştır. Kürt Devleti kurma fikriyle başlayan ilk ayaklanma 1924 yılında Hakkari’deki Nasturiler isyanıdır. Cumhuriyet dönemindeki Kürt İsyanlarının bölgesel ayaklanma niteliği taşıdığı görülmektedir. 

2. Cumhuriyet Dönemindeki Belli Başlı Kürt İsyanları 

Cumhuriyet döneminde Kürt isyanlarını geniş olarak ele almak yerine bunların sadece isimlerini ve tarihlerini vermeyi uygun buluyoruz. Bu dönemlerde 
meydana gelen isyan hareketleri aşağıda kronolojik sırayla verilmiştir 

1. Nasturi İsyanı (Hakkari-1924) 
2. Jilyan İsyanı (Siirt-1925) 
3. Şeyh Sait İsyanı *52 (Bingöl-Muş-Diyarbakır-1925) 52 
4. Seyit Taha ve Seyit Abdullah İsyanı (Şemdinli-1925) 
5. Reşkotan ve Raman İsyanı (Siirt-Diyarbakır-1925) 
6. Eruhlu Yakup Ağa ve Oğulları İsyanı (Pervari-1926) 
7. Güyan İsyanı (Siirt-1926) 
8. Hoca İsyanı (Nusaybin-1926) 
9. Birinci Ağrı İsyanı (1926) 
10. Koçuşağı İsyanı (1926) 
11. Hakkari-Beytüşşebap İsyanı (1926) 
12. Mutki İsyanı (Bitlis-1927) 
13. 2. Ağrı İsyanı 
14. Bıçar Harekatı (Silvan-1927) 
15. Zilanlı Resul Ağa İsyanı (Eruh-1929) 
16. Zeylan İsyanı (Van-1930) 
17. Tutaklı Ali Can İsyanı (Tutak-Bulanık-Hınıs-1930) 
18. Oramar İsyanı (Van-1930), 
19. Üçüncü Ağrı Harekatı (1930) 
20. Budan Aşireti İsyanı (Bitlis-1934) 
21. Abdurrahman İsyanı (Siirt-1935) 
22. Abdulkuddüs İsyanı (Siirt-1935) 
23. Sason İsyanı (Siirt-1935) 
24. Dersim İsyanı (Tunceli-1937) 


Özellikle 1923-1937 yılları arasında meydana gelen isyanlar bölgesel bir nitelik taşımaktadır. Bu isyanların mahalli olarak kalması ve dış destek 
görememesi sebebiyle başarısız oldukları bilinmektedir. 


BU BÖLÜM DİPNOTLARI;

46 Sonyel, a.g.e., II,s.165. 
47 Öke, Belgelerle..., s.121. 
48 Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Çev:Seha L. Meray, c.I, Kitap I, AÜSBF Yayınları, 1973, s.348. 
49 Dersimi ,a.g.e.,s.189. 
50 Kürkçüoğlu, a.g.e., s.260. 
51 Yıldız, a.g.e., s.29. 
52 Şeyh Sait isyanında, İngilizlerin bir rolünün olup olmadığı bugüne kadar çok tartışılmış, buna rağmen tarihçiler arasında bir görüş birliği sağlanamamıştır. 
Bu konuda çeşitli görüşler öne sürülmüştür. Örneğin, bir eserde, isyan önce “İngiliz İstihbarat Servisinin doğuda bütün metotları kullanarak Türkiye içinde 
karışıklıklar çıkartmaktan bir an geri kalmadığı” şeklinde yer almakta ; bir diğer eserde, ayaklanmanın İngiliz tahrikinin bir sonucu olduğunu belirtmektedir. 
Bir diğer eserde de benzer biçimde “İngiltere’nin Nasturi ve Kürt hareketlerini destekledi” ileri sürülmüştür 

Bu isyanın İngilizlerin kışkırtmasıyla çıkartıldığı iddiası aslında Musul konusundaki bazı önkabullere dayanmaktadır. Bilindiği gibi o sıralarda Musul sorunu gündemin başında yer almaktaydı. Yabancı parmağını öne sürenler en başta, İngiltere’nin Musul’u ele geçirebilmek ve kendi tezleri olan, Kürtlerin Türklerle bir arada yaşamak istemedikleri doğrultusundaki görüşlerini güçlendirmek için böyle bir isyana başvurduklarını varsaymaktaydılar. 

Bununla birlikte, netice itibariyle, Türkiye’nin Musul’daki iddialarını zayıflatacak böyle bir isyanı desteklemek için İngilizlerin yeteri kadar nedeni de bulunmaktaydı. Ayrıca İngilizlerin isyan öncesi, bölgedeki Kürtler arasında birtakım huzursuzluklar ve çalışmalar olduğundan da haberdar olduğu anlaşılmaktadır. 

İsyan başladığında Türk basınında yer alan, isyanda İngiliz parmağı olduğu yolundaki hükümet görüşünün dile getirilmesi üzerine İngiliz yetkililer bunlardan rahatsız olmuş ve bu iddiaları yalanlamışlardı. 27 şubat 1925’te İstanbul’daki İngiliz diplomatik temsilcisi Mr.Lindsay’in Dışişleri Bakanı Chamberlain’e gönderdiği yazıda, Kürt isyanının bir İngiliz entrikası sonucu çıktığına ilişkin basında ve hatta resmi beyanlarda yer alan haberlerin doğru olmadığının ve bu konuda İngiliz hükümetine yapılan bütün başvuruların reddedilmek suretiyle geri çevrildiğinin Türk Dışişlerinin İstanbul temsilcisi Nusret Beye söylendiği belirtilmekteydi 

Kürt isyanının Nisan 1925 ortalarında tamamen kontrol altına alınmasından sonra, İngiltere’nin Tahran Büyükelçisi Sir Percy Loraine’in hazırladığı 7 Ekim 1925 tarihli raporda, İngiltere’nin isyan karşısındaki tutumunu göstermesi açısından dikkat çekici noktalar vardır. 

Rapora göre, Şeyh Sait’in oğullarından Ali Rıza, bağımsız bir Kürt devleti kurulması yolunda İngiliz hükümetinin desteğini sağlamak amacıyla İngiltere’yi ziyaret etmek için Tebriz’deki İngiliz temsilciliğine başvurmuş ve onlara Kürt bağımsızlık mücadelesinin devam edeceğini, Türkiye’deki isyanın mali güçsüzlükten değil, cephane eksikliğinden başarısız olduğunu söylemiştir. Ali Rıza’nın iddiasına göre, Türkler ileri harekâta geçtiklerinde Fransız malı el bombası ve makineli tüfek kullanmışlardı ve Fransızlar, İngiliz yanlısı bağımsız bir Kürdistan’ı istemiyorlardı. 

Sir Percy Lorain ise Ali Rıza’ya verdiği yanıtta, İngiltere’ye yapmak istediği ziyaretin “yarasız” olacağını ve İngiltere’nin “bağımsızlıktan yana olmadığını” söylemiştir 

İsyanın bastırılmasından sonra Kürtler arasında doğan tepkilere ve bunların sonuçlarına gelince, isyancıların Suriye demiryolları kullanılarak çember içine alınıp kıstırılması ve sonuçta yakalanarak idam edilmeleri, Irak Kürtleri arasında protestolara neden olmuştur. 

Şeyh Sait isyanının ardından İskender Bey, Dr. Şükrü Mehmet, İhsan Nuri, Cihat, Mülazım Vanlı Rasim, Mülazım Hurşit ve bazı Kürt ileri gelenleri bir araya gelerek, genel bir durum değerlendirmesi yapmışlar ve yeniden örgütlenmek için çalışma başlatmışlardır. Bu çalışmaların sonucunda “ Hoybun örgütü kurulmuştur. 

Şeyh Sait isyanının, Türk dış politikası açısından doğurduğu en önemli sonuç ise, Musul konusunda Türk tarafının sunduğu, Kürtlerin Türklerle beraber olmak 
istedikleri tezinin İngiltere açısından geçerliğini yitirmesidir. 

İsyan uzun vadede İngiltere ve Irak ile Türkiye arasında 5 Haziran 1926 tarihli anlaşma vasıtasıyla Musul sorununun bütün yönleriyle beraber çözülmesine yardımcı olmuştur. Bununla beraber Şeyh Sait isyanı, İngiltere’nin Milletler Cemiyetini Türkiye’ye karşı İngiliz ve Avrupa siyasetini bir aracı olarak kullanmasına imkan sağlamıştır. Çünkü anlaşma imzalanana kadar Türkiye, uluslar arası alanda yalnızlığa itilmiştir. Anlaşma imzalanır imzalanmaz, Türkiye’nin İngiltere ile olan ilişkilerinin yanı sıra Fransa ve İtalya ile de ilişkileri derhal düzelmiştir. 

İsyanın bir diğer önemli sonucu ise, Türkiye’nin SSCB’ye yaklaşmasına neden olmasıdır. İsyan, SSCB’nin kesin olarak Türkiye’nin içişlerine karışmama ve Kürt 
milliyetçilerini destekleme politikasını açıkça göstermiştir. Çünkü SSCB, İngiltere’ye karşı, zayıf ve parçalanmış bir tampon devlet istememektedir. Ayrıca Musul sorunu karşısında yalnızlığa itilmiş bir Türkiye, SSCB’nin dostluğuna muhtaçtır. Tüm bu etkenler iki ülkeyi birbirine yaklaştırmıştır. Neticede 17 Aralık 1925 tarihinde (Musul Kararının açıklanmasından iki gün sonra) Türkiye ile SSCB arasında Tarafsızlık ve Saldırmazlık Paktı imzalanmıştır. Böylece Kürt milliyetçi hareketinin yardım alabileceği bir kapı daha kapanmıştır. Artık Kürt milliyetçileri tamamen uluslar arası toplumdan soyutlanmış, yalnızlığa itilmişlerdir. Nitekim bundan sonra girişecekleri eylemlerde kendilerine yardım edecek veya en azından onları dinleyecek tek bir devlet bile bulamayacaklardır. 
Ayırntılı Bilgi için bkz. Yaşar Kalafat, Şark Meselesi Işığında Şeyh Sait Olayı,Karakteri, Dönemindeki İç ve Dış Olaylar, İstanbul,1992. Ayrıca bkz. Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması(1919-1925), Ankara, Tekin Yayınları,1991. 


 5 Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR;


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder